Ergenekon davasında sanıkların ifadeleri ve savunmaları alınmaya başlandı.
Sanıklar haklarındaki iddialara cevap vermek yerine hakim ve savcılara sözlü saldırılarda bulunuyorlar, hakarete varan ifadelerde bulunuyorlar.
Eğer masumlarsa hakimler huzurunda savunmalarını yaparlar, hakimleri ikna etmeye çalışırlar. Hakimlere de hakarete varan ifadeler kullanmazlar.
Bir kimsenin masumiyetine dair elinde delili yoksa, mahkemeyi aynı bu şekilde provoke eder ve olay çıkarır.
"Sanıklar savunmak yerine saldırıda bulunuyorlar" saptamanızın ne kadar boş ve havada olduğunu bir görebilseniz herşey daha kolay olacaktı. Ben savunmaları baştan sona izliyorum. Mesela Meşhur bombalar la ilgili savunma sizin ilginizi çekmedi galiba. Bu daha ilk savunma idi. Bomba işinin yani işin başının ne kadar hukuki dayanaksız olduğunu ben gördüm. Bombaların bulunmasına şaitlik eden, babası ihbar etti denilen şahsın ifadesi size ne kadar inandırıcı geldi? Hurşit Tolon un adli tıp a sevkine Sayın Savcımızın yaptığı çok hukuki itiraza mahkemenin verdiği yanıtı okuyabildiniz mi mesela. Sayın Savcımızın olaylara bakış açısını bu itiraz bile biraz anlatmıyor mu? Hukuk bütün kuralları ile vardır. Bazı kurallarını göz ardı edebilen bir zihniyete ben inanmıyorum. Sayın Mahkemenin Savcılığın bu hukuksuz itirazına verdiği hukuki yanıt sizi huzursuz etmedi mi? O zaman tüm olay ve davada bazı hukuki gerçeklerin göz ardı edildiğini de düşünürüm ki buna işaret eden pek çok emare savunmalar ile ortaya çıkmakta. Savcılık sadece iddia etmez. Şüphelinin yasal haklarını kollamak ve korumak da, gereğini yapmakta savcılığın görevi değilmidir?
Çömez dönmüyormuş. Bu ortamda dönmemesi kadar doğal ne var ki? Bende olsam olayları izler, konu dava aşamasına gelince olaylar netleşince dönerdim. Ben olsam gelir teslim olurdum iddianızın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü siz aynı konumda değilsiniz. Aynı konumda ne yapacağınızı o gün yaşanınca öğrenebiliriz. Buna bizde "Bekara karı boşamak" diyorlar.
[QUOTE=mkocagul;231238]
Tutuklu sanıklardan Muzaffer Tekin dün yapmaya başladığı savunmasına bugün kaldığı yerden devam etti.
Ergenekon’un tutuklu sanıklarından Muzaffer Tekin bugün yaptığı savunmasında Ergenekon İddianamesi’nin Kurtlar Vadisi dizisi ile örtüştüğünü söyledi.
Tekin, hayatının hiç bir döneminde bırakın gayrı yasal bir yapılanma içinde olmayı, yasal bir yapılanma içinde dahi yer almadığını söyledi.
“LAKABIM KOD ADIM OLDU”
Aile içinde kendisine “zafer” diye hitap edildiğini belirten Tekin bunun iddianameye kod adı olarak konulduğunu söyledi.
Soruşturma Savcısı Zekeriya Öz’e yardımcı olmak amacıyla 2007 Eylül ayına kadar çok sayıda mektup yazdığını belirten Tekin, şunları söyledi:
“Savcının şahsına gönderdiğim mektuplar soruşturma gizliliği olmasına rağmen bizzat savcının eliyle yandaş medyaya servis edildiğini ve tahrif edilerek yayınlandığını gördükten sonra yazmaktan vazgeçtiğim gibi, daha önce gönderdiğim mektuplar için de büyük pişmanlık yaşadım.
17 aylık tutukluluk dönemimde suçsuz bir insana suç yapıştırma adına her türlü hukuksuzluk yapıldı. Göz altına alınan insanların bir kısmı ile şahsım aleyhine ifade vermeleri karşılığında pazarlıklar yapıldı. En temel hukuk kuralı, delilden şüpheliye gitmek yerine delil imal etmek yöntemi uygulandı. En büyük teessürüm bu senaryonun savcı Zekeriya Öz tarafından vizyona sokulmasıdır. İddianamelerinden şüpheli ve sanıklar için 3 bin yıl istenen sanıklardan 3-3.5 ayda aklanan insanların olması düşündürücüdür.”
“BOMBALARIN ÖRGÜT SİLAHI OLDUĞUNA DAİR DELİL YOK”
Tekin, Ergenekon İddianamesinde bombaların örgüt silahı olduğuna dair hiçbir ciddi delilin olmadığı gibi, bağlantı da kurulamadığını söyledi.
Danıştay şehidi, Mustafa Yücel Özbilgin’in cenazesindeki tek bir kişinin dahi davanın sanıkları arasında gösterilmediğini kaydeden Tekin, “Savcı iddianamede böyle bir bağlantıdan bahsetmediğine göre, nasıl olur da sanıklarla cenazelerde tepki arasında bir bağ oluşturarak bu eylemlerden ötürü sanıkları sorumlu tutabilir? AKP iktidarına her muhalif eylemin sözde Ergenekon Örgütü tarafından düzenlendiği söylenerek kolaylığa kaçılmaktadır” diye konuştu.
“İDDİA ÇOK SUÇ YOK”
Tekin, Ergenekon İddianamesi’nde çok sayıda iddia bulunduğunu; ama suç olmadığını belirterek, “Ancak suçlamalar kabına sığmayacak şekilde ölçüsüz ve hesapsızdır” dedi. Esas çetenin mahkemenin huzurunda bulunan kişilerden oluşmadığını iddia eden Tekin şunları söyledi:
“Ergenekon soruşturması ve davası toplumun gözlerine indirilmiş bir perdedir. Esas çeteler perdenin arkasında cirit atan, devletin yönetiminde ve tüm kurumlarında kadrolaşmış küreselci ve tarikatçı kadrolardır. Bizleri sizlerin önüne oradan buradan toplayarak getiren, suçu ve delilleri masa başında yaratan, ülkenin rejimini ve anayasal düzenini tasfiye eden esas bu büyük çetedir. Türkiye’nin bu akıl tutulmasından bir an önce çıkıp Ergenekon oyununu sona erdirmesi gerekecektir.”
Savcının iddianamesini “siyasi bir belge” olarak niteleyen Tekin, “Maalesef bu savcıların yaptıkları hukuk ihtilaline Anayasal Kurumların tamamı seyirci kalmaktadır” diye konuştu.
Tekin, Danıştay saldırısını düzenleyen Alparslan Aslan’ın ifadelerinin savcıların anlatımlarını tamamen yalanladığını iddia ederek savcıların ilgisiz beyanlardan cımbızla çektikleri sözcükleri bir araya getirerek kağıttan bir şato kurma yoluna gittiklerini ileri sürdü.
----
Tekin, savunmasında "sözde Ergenekon Örgütü soruşturmasında, bürosunda çıkan içi boş iki adet kalemlik olarak kullandığı el bombasının sözde örgüt silahı olarak değerlendirildiğini" belirterek şunları söyledi:
“Kalemlik olarak kullanılan el bombası dökümleri bana Danıştay soruşturmasıyla ilgili emniyetteki ifadem sırasında da sorulmuştu. Bu el bombalarının fünye ve tahrip maddelerinin iptal edildiğini, yalnızca süs malzemesi olarak kullanıldığını, emekli olurken hatıra olarak aldığımı ifade etmeme rağmen, iddianamede bu süs bombalarına sözde örgütün silahı olarak yer verilmesine anlam vermek mümkün değildir.
Her nedense iddianame savcıları Danıştay dosyasına bir bütünlük içerisinde bakmaktan imtina etmişler, işlerine gelen bölümleri parça parça alarak kendi tezlerine dayanak yapmak istemişlerdir. Erhan Timuroğlu’nun Danıştay soruşturmasındaki ifadeleri, olayı büyük ölçüde aydınlatırken, iddianamenin 413’üncü sayfasında çok ilgisiz kısımlarından küçük üç cümlenin aktarılması aslında gerçekleri gizlemek amacıyla iddianameyi hazırlayan İstanbul Savcılarının maksatlı bir karartma uyguladıklarını ortaya koymaktadır.”
Osman Yıldırım’a ‘verdirilen’ ifadelerin adeta daha önce çizilen mizansene uydurulduğunu iddia eden Tekin, şöyle devam etti: “Çünkü, Osman Yıldırım’ın ifade verdiği dönemde Veli Küçük ile çekilen bir fotoğrafta bulunan kişinin Alparslan Arslan olmadığı meselesi aydınlanmamıştı. Bu kişinin Arslan olmadığı ortaya çıkınca savcı aylarca yayını yapılan bu fotoğrafı iddianameye koymaktan dahi imtina etmiştir.”
“HABLEMİTOLĞU’NU ÖLDÜRMESİ İÇİN 1 MİLYON DOLARLIK TEKLİF”
Osman Yıldırım’ın yapılan bir toplantıda Osman Gürbüz’ün Necip Hablemitoğlu’nu öldürmesi konusunda 1 milyon dolarlık teklifini reddetmesinin bir ‘garabet’ olduğunu savunan Tekin, “Çünkü 2002 yılında 1 milyon doları kabul etmeyen Yıldırım, 2006 yılında 500 bin doları kabul ederek Cumhuriyet Gazetesi’ni bombalama işini kabul ediyor. Buradaki beyanda normal hayat kurallarına uygun düşmemektedir” diye konuştu.
“Sözde örgütün gizliliğinden bahsedilmekte. Hiyerarşide yöneticilerle üyelerin birbirini tanımadığından bahsedilmektedir. Savcılar bu çelişmeyi nasıl izah edeceklerdir. Yanımda gezen korumam olduğu iddia edilen şahıs ile bir tek telefon konuşmamı acaba savcı bey delillendirebilir mi? Soruşturmanın son derece yüzeysel ve eksik yürütüldüğünü çalakalem alınan atfı cürüm içeren beyanlarla onlarca kişi mağdur edildi.”
Savcının Osman Yıldırım’ın beyanlarından başka ciddi bir delili olmadığını da iddia eden Tekin, şunları söyledi:
“Kaldı ki bu beyanlarla birlikte iddianamede belirttiği tüm deliller Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından değerlendirilmiş ve söz konusu kişilerle sözde örgüt arasında hiçbir bağlantı olmadığına karar verilmiştir. Buna rağmen aynı delillerin iddianameye konularak bu defa, ek failler yoluyla Ankara’daki davanın İstanbul’a taşınmasında başarılı olunmuştur.”
BOMBALARIN BAĞLANTISI
“Savcılık; bomba bilgi merkezine gönderilen bilgiye göre Ümraniye’de bulunan MKE 169-5-85 kafile numaralı bomba ile Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan patlamamış el bombasının üzerine yazılı 173-9-85 numaralı el bombasının benzer olduğunun tespit edildiğini, Ümraniye’de ele geçirilen 27 adet el bombasıyla Cumhuriyet gazetesine atılan el bombasının Oktay Yıldırım ile maddi bağlantısının maddi delili bulunduğunu belirterek büyük bir hataya düşmüştür. Ümraniye’de ele geçirilen 27 adet el bombası 1985 yılının beşinci ayında 15 bin 260 adet olarak üretilmiş olup, MKE tarafından Kara Kuvvetlerine teslim edilmiştir, kafile numarası 169’dur. Oysa Cumhuriyet Gazetesine atılan bomba 1985 yılının dokuzuncu ayında üretilmiş olup, kafile numarası 173’tür.Kafile numaraları aynı olsa bile aynı kafileden bombaların kullandığı olayların aynı fail ya da failler tarafından işlendiği anlamına gelmez. Çünkü aynı kafileden binlerce bomba üretmekte ve çeşitli kurumlara MKE tarafından dağıtılmaktadır. Yani, Ümraniye’de ele geçirilen 27 adet el bombasıyla Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar arasında hiçbir maddi bağlantı bulunmamaktadır.”
HİÇ KİMSE GÖRMEK İSTEMEYEN BİRİ KADAR KÖR OLAMAZ!
Bu satırlar daha önce haberden alınarak konuya eklenmiştir. Bu ifadeleri okumayan aklını mantığını bir kenara koyan birileri savcılara saldırmak diye olayı basitleştirerek çarpıtmaktadır.
Biz mahkeme heyeti değiliz. BU yargılama halen yapılıyor. Görmek isteselerde istemeselerde gerçekler ortaya dökülüyor zaten. Tuncay Güney in MİT elemanı olduğunu, nedense hakkında bu kadar süre sonra soruşturma yapıldığı (Mahkemenin hukuki durumunu sormasından sonra) açıklandı. Sayın hanım efendi engin bilgi ve deneyimi ile şu Tuncay Güney konusunda da biraz ahkam kesse bizde aydınlansak diye düşünüyorum.
Alper Görmüş'ün yazısı: “Ergenekon, Tuncay Güney değil Veli Küçük’tür, tıpkı 9 Mart 1971’in Mahir Kaynak değil Cemal Madanoğlu olması gibi!”
9 Mart 1971’deki “ulusalcı-devrimci” (siz “Baasçı” diye okuyun) darbe girişiminin akim kalmasının ardından gerçekleştirilen 12 Mart 1971 darbesiyle ilgili gerçekler açığa çıkmaya başladığında ben politik olarak “tıfıl” bir üniversite öğrencisiydim.
9 Mart 1971’in ben ve benim gibi “sol sempatizanı” tıfılların gözündeki imajı MİT ajanı Mahir Kaynak üzerinden kuruluyordu ve bu nedenle bu imaj son derece olumluydu. 9 Mart’çıların ne yapmak istediğini tartışmıyorduk bile; mademki olay “alçak bir MİT ajanı” tarafından ortaya çıkarılmıştı, mademki muhbirlik dünyanın en alçak faaliyetiydi, o halde 9 Mart “iyi bir şey” olmalıydı.
Buna ilaveten 12 Mart’çıların 9 Mart’çıların ordu içindeki kolunu tasfiye etmekle yetinmeyip hem sivil hem asker kanadını işkencelerden geçirmesi, 9 Mart’ın gerçek anlamı üzerinde düşünebilmemizi neredeyse on yıllar boyunca engelledi. Türkiye solu, bu uzun yıllar boyunca 9 Mart’ın sembolik resmi olarak hep Mahir Kaynak’ı hatırladı; Cemal Madanoğlu’nu, Faruk Gürler’i, Muhsin Batur’u değil...
Şimdilerde benzer bir imaj operasyonunun Tuncay Güney üzerinden Ergenekon davasıyla ilgili olarak yürütülmeye çalışıldığına şahit oluyoruz. Zaman gazetesinden Mustafa Ünal, 30 kasım tarihli yazısının son paragrafında bu durumu gayet veciz bir biçimde ortaya koyuyordu (ki, göreceğiniz gibi, o paragraftan küçük bir değişiklikle ben de bir başlık türetmiş durumdayım): “Bugünlerde Ergenekon’u sulandırmak ve farklı yönlere çekmek isteyenler Güney’e sarılıyor. Oysa niyetleri ve ne yapmak istedikleri çok sırıtıyor. Ergenekon, Tuncay Güney değil Şener Eruygur’dur...”
Güney’in “MİT’ik adam”lığının anlamı?
Sabah gazetesi, Tuncay Güney’in MİT’le bağlantısını ortaya koyan belgeyi yayımladığında, aklıma hemen “Ergenekon’u sulandırmak ve farklı yönlere çekmek isteyenler”in basındaki temsilcileri geldi. İsterseniz bana “sen de amma safmışsın be kardeşim” deyin, itiraf ediyorum ki, bu meslektaşların kendilerini “açık pozisyon”a düşmüş gibi hissettiklerine vehmettim. Öyle ya, o âna kadar, kendilerinin deyişiyle “ne idüğü belirsiz bir adamın laflarıyla yürütülen operasyon ve dava” birden bire devletin en önemli istihbarat kurumunun “dava”sı haline gelivermişti işte.
Oysa bakın mesela Milliyet yazarı Melih Aşık buradan nasıl bir sonuç çıkarıyordu: “MİT’e Ergenekon’la ilgili belgeler ‘2002’de postayla 6 adet CD ve 2 sayfalık isimsiz mektup” olarak ulaşıyor. Demek ki o yıllarda da hizmetini sürdürüyor! Hiçbir ciddiyeti olmayan şemalarla, raporla devletin en hassas kurumunu yönlendiriyor. Devletin böyle adamlarla iş tutması insanı hüzünlendiriyor...”
Operasyonun ve davanın “isimsiz bir ihbar mektubu”na değil de MİT’in görevlendirdiği bir muhbire dayandığının ortaya çıkması bu davayı zayıflatır mı, güçlendirir mi? Hiç kuşkusuz güçlendirir. Fakat benim “açık pozisyon” tahminimin tersine, “sulandırma” heveslileri bu gerçeğin ortaya çıkmasından sonra, faaliyetlerini daha da hızlandırdılar. Bu zevattan ikisi, “Hahamın lüleleri” üzerinden gitmeyi tercih etmişti: Hürriyet’ten Bekir Coşkun, Milliyet’ten Ece Temelkuran...
Bekir Coşkun (29 kasım): “Ve bizim haham yüzünden Türkiye’nin yarısı hapiste, iyi mi?.. Generaller, profesörler, yazarlar, hukukçular...”
Ece Temelkuran yazısında asıl olarak, gazetesinin muhabirlerinden İpek Yezdani’nin Tuncay Güney’in hahamlığının gerçek olmadığına dair haberini hatırlatarak Türk basınının “ağaca çıkmışlığı”yla dalga geçiyor. Güney’in hahamlık iddiasının neden şimdiye kadar sorgulanmadığı hakikaten bir zül sayılmalı basın için. Fakat Güney’le (dolayısıyla Ergenekon’la) ilgili çok önemli bir gelişmenin olduğu bir gün, bu gelişmeyi hiçbir şekilde yorumlamayıp espri denemelerine girişmek de hayli anlamlı bir tavır olarak göründü bana.
Şimdi, üç yazıdaki ortak duyguya (ortak rahatsızlığa) bakınca, ilk tespitimin (kendilerini “açık pozisyonda” hissetme) aslında doğru olduğunu yeniden düşünmeye başlıyorum. İlk şaşkınlıkla durumu kurtarmaya, kuyruğu dik tutmaya çalışıyorlar galiba...
Muhbiri beğenmemek!
Üç temsilcisini buraya aldığım bu zevatın bizim de inanmamızı istedikleri ortak propagandalarına göre, Tuncay Güney gibi bir adamın muhbirliğine asla güvenilemez! Milliyet, Güney’in güvenilmezliğini yalnız yazarlarıyla değil haber sayfalarıyla da kanıtlamaya çalışan gazetelerin başında geliyor. En son, 2001’de onu bizzat sorgulayan polis müdürlerinden Ahmet İhtiyaroğlu’nun izlenimlerini iki gün boyunca uzun uzun verdiler. İhtiyaroğlu’nun, Güney’e neden güvenmediğine ilişkin sözleri de kayda değer aslında: “Güney’in hem gay olması, hem genç hem de çok kolay anlatan olması sebebiyle kendisine inandırıcı gelmediğini...”
Fakat Milliyet’çiler, İhtiyaroğlu’nun “Tuncay Güney, Fethullah Gülen’le ilgili sorular karşısında terledi” tanıklığını epeyce inandırıcı bulmuş olacaklar ki, bunu seve seve başlığa çekmişler. (Bu arada Milliyet’e gene bir şeyler oluyor galiba... Ahmet İhtiyaroğlu haberinin hemen altındaki haberin başlığı ve spotu aynen şöyle: “Mahkemeden Savcı Öz’e sert yanıt / Savcı Öz, Tolon’un Adli Tıp’a sevkine itiraz etti. Mahkeme ‘hiçbir yasal dayanağı olmayan itirazın reddine’ dedi. Ben, bu haberi veren gazetelerden hiçbirinde böyle öforik bir ruh hali görmedim. Haberin iki ara başlığından biri de şöyleydi: “Mahkeme hukuk dersi verdi...” Hadi hayırlısı...)
Dikkat ediyor musunuz, bu iş biraz Darbe Günlükleri’ne benzemeye başladı... Nasıl ki orada “malzeme”nin içeriğine bakmayıp “kim sızdırdı, nasıl sızdırdı” makamından şarkılar söyleyen meslektaşlarımız vardı, bugün de Tuncay Güney’in bir yerlere sızıp toparladığı bilgilerin içeriğine bakmayıp “o zaten meczup” türküsünü söylemeyi tercih edenler var. Sanki adam oturup kendisi düzenlemiş bu belgeleri, sanki ortada fabrikasyon bir vaziyet var! Diyelim adam karakter zaafları olan güvenilmez biri; peki öyle biri bir yerden bilgi ve belge sızdırdığında o bilgi ve belgelere dudak bükmemiz mi gerekiyor?
Bu garip bakış açısına en nükteli cevabı Murat Belge vermişti:
“Böyle işlere bulaşan insanlar pek öyle ciddi ve güvenilir kişilikleriyle tanınmazlar. Ayrıca, bir de istihbaratı toplayacağı zevatın kişilik özelliklerini şöyle bir düşünelim. Her birinin birer Tuncay Güney davranış kalıbı sergilediği şimdiye kadarki durumlarından belli. Hemen ‘bu da bizden’ demişlerdir.”
DEMOKRASİ, HUKUK VE ERGENEKON (*)
Suay Karaman
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Sekreteri
Değerli dostlar, Atatürkçü Düşünce Derneği'nin düzenlediği panelde sizlerle buluştuk, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'de adalet nasıl işliyor? Bunu açıklamadan önce Ergenekon olayına bir bakalım ama önce işe sağlık yönünden başlayalım:
Ergenekon'un kasası denilen Kuddusi Okkır, cezaevinde kanser oldu, tahliye edildi ve beş gün sonra öldü. Cenazesi belediye tarafından kaldırıldı.. Asuman Özdemir siroz oldu ve tahliye edildi, şimdi karaciğer nakli için bekliyor. Ferit İlsever de cezaevinden hasta çıktı ve ameliyat oldu... İlhan Selçuk 4 gün içeride kaldı, çıktıktan sonra ağır bir ameliyat geçirdi. Prof. Dr. Uçkun Geray, böbreklerinden rahatsızlanarak diyalize girmeye başladı. ADD Genel Başkanı Şener Eruygur, yüksek tansiyona bağlı düşme sonucunda komaya girdi. Yaklaşık bir ay yoğun bakımda kaldı ve halen hastanede yatıyor. Bunların dışında Hurşit Tolon'un da aralarında bulunduğu bazı tutukluların sağlık durumu bozuldu ancak tahliye edilmediler..
Bütün bunlar yaşanırken bazı gazetelerin manşetlerini hayretler içinde izledik: "Hapisten çıkmak için hastalanıyorlar." Dinci ve taraflı basın, onurlu bir hayat geçirmiş, emeklilik çağına gelmiş, onurlu insanların hapiste öldürülmesinden adeta zevk alıyor. Adına "Ergenekon" denilen soruşturmada, ilgili-ilgisiz şekilde adı geçen birçok kişi hakkında, bırakın davanın sonuçlanmasını, daha dava başlamadan ağır şekilde suçlayıcı yayınlar yapıldı ve halen yapılmaktadır. Üstelik ADD Genel Başkanı Sayın Eruygur hakkında, tutuklandığı günden beri bir iddianame bile yok ortada... Hapisle cezalandırılmalarını ne adına savunabilirsiniz? Düzmece darbe günlükleri adına mı? Yoksa anti emperyalizm temelinde, Kemalist düşünceyi savunan insanların bir araya gelerek otuz gün içinde üç büyük kentte on milyonun üzerinde insanın katılımıyla yapılan Cumhuriyet mitinglerinin intikamı mı alınmak isteniyor?
Yaklaşık on üç ay sonra Ergenekon soruşturmasının 2455 sayfa ve 442 klasör olmak üzere yaklaşık 200 bin sayfadan oluşan iddianamesi hazırlandı ve 14 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin tarafından açıklandı. Başsavcının şu sözleri çok tartışılacaktır: "Bugüne kadar yapılan haberlerin çok büyük bölümü yalandır, kafa karıştırmaktadır. Bu yayınlardan dolayı çok üzgünüm.. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olduğu ileri sürülen 'Darbe Günlükleri' bu iddianamede yer almamıştır. Ek iddianamede de yer almayacaktır."
Başsavcı ne kadar üzülürse üzülsün, işbirlikçi medya aynı seviyesizlikle, aynı bayağılıkla ve aynı çarpıtmacılıkla, yine bildiğini okuyor. Aylardır iktidarın işbirlikçisi olan medyada bu günlükler üzerinden yapılan suçlamalar, haksızca saldırılar ve soruşturmanın gizliliği ilkesini ayaklar altına alanlar hakkında yasal işlem başlatılamadı. Başsavcı, en yetkili kişi olarak bu aşağılık çarpıtmaların ve bu ahlaksızlığın gereğini yapamadı. Hukuk bir gün herkese gerekecektir; hukuku ayaklar altına alanlara da, hukuktan sapanlara da. Herkesin bunu çok iyi analiz etmesi gerekir. Şimdi Ergenekon olayında neler yaşandı onlara bakalım:
Patlak Ampul, Musa'nın Çocukları, Musa'nın Gülü gibi kitapların yazarı Ergün Poyraz, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden önce tutuklandı.. 22 Temmuz seçimlerinde elektronik hile yapıldığını ilk açıklayan Doç. Dr. Ümit Sayın tutuklandı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP hakkında "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu" gerekçesiyle 14 Mart 2008 tarihinde dava açtı...
Aylardır unuttukları Ergenekon soruşturmasında 21 Mart 2008 tarihinde İlhan Selçuk, Doğu Perinçek, Ferit İlsever, Kemal Alemdaroğlu'nun da içinde bulunduğu 12 kişi gözaltına alındı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı 1 Temmuz 2008 tarihinde AKP hakkında yaptığı suçlamaları Anayasa Mahkemesi'nde sözlü olarak anlattı...
Aynı günün sabahında ADD Genel Başkanı Şener Eruygur, emekli orgeneral Hurşit Tolon, Mustafa Balbay ve ATO Başkanı Sinan Aygün gözaltına alındı... Böylece Ergenekon bir anda kapatma davasının önüne geçti.
Temmuz ayı içinde AKP'nin kapatma davası görüşülürken, 23 Temmuz 2008 tarihinde aralarında Prof. Dr. Uçkun Geray'ın da bulunduğu 26 kişi gözaltına alındı.
17 Eylül 2008 tarihinde Almanya Deniz Feneri davasında sanıklar dolandırıcılık suçundan mahkûm oldu. Alman savcılığı bu olay için yüzyılın soygunu demişti.
Bir gün sonra 18 Eylül 2008 tarihinde hırsızların mahkûm olduğu, Alman hâkimin isimlerini de vererek "asıl failler Türkiye'de" dediği gazete manşetlerine taşındığı gün Ergenekon'da yeni gözaltılar gerçekleşti... Beş teğmen, bir askeri öğrenci ve sanatçı Nurseli İdiz gözaltına alındı...
İzleyen günlerde RTÜK Başkanı Aykut Zahid Akman'ın ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman'ın Deniz Feneri ile ilişkileri manşetlerden inmedi. Kooperatif dolandırıcılığı, evrakta sahtecilik, Armada iş merkezinden tatlı paylar, mal bildiriminde sahtekarlık ve daha neler neler...
23 Eylül 2008 tarihinde Ergenekon soruşturmasında bu kez Tuncay Özkan, Gürbüz Çapan ve Adil Serdar Saçan gözaltına alındı. Son olarak Ergenekon davasının başladığı 20 Ekim 2008 tarihinden önce ve sonra da gene gözaltına almalar yaşandı.
Bu tarihlere bakınca aklımıza ne geliyor, bir düşünelim? Ergenekon operasyonları hangi 'çok önemli' ve de AKP'yi çok fazla rahatsız edecek olayların peşinde gidiyor.. İsimlere iyi bakalım; ortak özellikleri Türkiye'nin karanlığa sürüklenmesine karşı çıkan, yurtsever, emperyalizm karşıtı ve üzerlerinde en ufak leke bulunmayan onurlu insanlar olmaları...
Hangisinin üzerinde hırsızlıktan, yolsuzluktan açılmış bir dava var? Hangisi dolandırıcılık, kalpazanlık, tehdit gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmış? Hangisi orman alanına tecavüz etmiş, sahte fatura kesmiş? Hangisi dindaşını, yurttaşını, zavallı işçileri soymakla suçlanmış? Hiçbirisi evet hiçbirisi..
Şimdi Türkiye'de adaletin nasıl işlediğini açıklayabiliriz. Bunu beş kelime ile anlatmak gerekirse; Ergenekon, ama Deniz Fenerine konma! Ergenekon'da iyi olan, Deniz Fenerinde kötü olamaz. Orada yapılan yargısız infaza göz yumanlar, kendileri hakkında yapılan yargısız infaza kapı açmış olurlar. "Hukuk bir gün herkese lazım olur" derken söylenen budur. İşte Ergenekon olayında yaşananlar özetle bu şekilde gelişti.
Bu arada iddianame okundukça ortaya çıkan saçma ve komik olayları anlamakta herkes zorlanmaktadır. Halen devam eden yargılamada da birçok yanlış uygulamanın yapıldığı görülmektedir ve "adil yargılanma" ilkesine uyulmamaktadır.
Siyasal ve ekonomik mafya ile ulusalcılığın iç içe olduğu yönünde bir izlenim uyandırmak gibi bir görevi olan Ergenekon operasyonu, emperyalist güçler tarafından planlanmış ve Türkiye'deki uzantılarına yaptırılmıştır.
Sayın Başbakan, "ben Ergenekon davasının savcısıyım" dediğine göre bu dava siyasi bir davadır. Ergenekon, devletin Cumhuriyetçi geleneklerini hedef almış bir sivil darbedir. Türk Silahlı Kuvvetlerine, Cumhuriyet kurumlarına ve ulusal güçlere karşı yapılan bir sivil darbedir. CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal da başbakana karşılık "ben Ergenekon davasının avukatıyım" diyerek, hükümetin yaptığı sivil darbeye karşı çıkmış ve ulusalcıların yanında olmuştur.
Buna benzer süreç, ülkemizde daha önce de yaşandı; 12 Mart muhtırasının öncesinde "darbe yapacaklar" denilerek emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu, Tümgeneral Celil Gürkan'ın yanı sıra bazı genç subaylar ile zamanın iktidarına karşı olan İlhami Soysal, İlhan Selçuk gibi gazetecileri, yazarları ve bazı bilim insanlarını göz altına aldılar. Daha sonra Ziverbey Köşkünde sorgulamalar, işkenceler ve suçlamalar sürüp gitti. Ancak zaten hayal ürünü olan bu senaryoların sonucunda dava düştü ve tutuklananlar serbest bırakıldı.
Ergenekon adı verilen bu soruşturma ve yapılan tutuklamalar emperyalist güçlerin Türkiye'de yapmaya çalıştıkları oyunun yeni bir parçasıdır. Emperyalist güçler 1919 yılında da, işbirlikçi dincilerle anlaşarak Mustafa Kemal'e karşı fetva çıkarmışlardı. Emperyalist güçlerle anlaşan dünkü şeriatçılar, Mustafa Kemal'e ve ulusalcılığa karşı hain saldırılarda bulunmuşlardı.
Bugün yaşananlar da yine Atatürk'e ve ulusalcılığa karşı, emperyalist güçlerin planladığı saldırıların bir devamıdır. Bu yapılanlara başta ordu direnç gösteriyor. Cumhuriyetçi, Atatürkçü, laik, sosyal bir hukuk devletini ve demokrasiyi savunan ulusalcı olarak adlandırılan çok geniş bir kesim direnç gösteriyor. Devlet kurumlarında, üniversitelerde, sendikalarda, iş çevrelerinde, köyde, kentte, sokaklarda, alanlarda 85 yıldır oluşmuş cumhuriyet ilkelerini benimseyen, laik bir yaşam tarzı var. Bütün bunlar ulusalcılara destek veriyorlar ve hep bir ağızdan sesleniyorlar: Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye..
Ülkemizde yaşanan tüm bu olumsuzluklar siyasi iktidarın sivil darbe girişiminden kaynaklanmaktadır. Ancak bugünkü durum ne kadar kötü olursa olsun, Atatürk'ün kurduğu laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza dek yaşatmak için, tüm ulusalcı demokratik kitle örgütlerinin, ulusalcı siyasi partilerin ve halkımızın güçlerini birleştirmeleri gerekmektedir. Demokrasinin işlemesini istiyorsak, tüm kurum ve kuruluşların laik cumhuriyette, ulusal kimlikte bütünleşmesi gerekmektedir. Örgütlü olmak, bilinçli hareket etmek, ülkemizde yaşanan sivil darbe girişimini sona erdirecek ve aydınlığa ulaşmamızı sağlayacaktır.
Mustafa Kemal; "söz konusu vatansa, gerisi teferruattır" demişti. Bizler teferruatlarda boğuşurken, vatanımız elden gidecek. Bizlere, bizlerden başka yardım edecek kimse yok, artık Selanik'ten yeni bir Hareket Ordusu'nun gelmesini ya da Samsun'a çıkacak yeni bir Mustafa Kemal'i beklemenin anlamı yoktur.
Bu salonu dolduran değerli Atatürkçüler, cumhuriyetçiler, biz kimiz? Biz, Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyetin bekçileriyiz, bizler Atatürk'ün gençleriyiz.. Evet Mustafa Kemal Atatürk dün emperyalizme karşı zaferler kazandı. Atatürk'ün çocukları, torunları, Atatürk'ün gençleri el ele vererek, bugün de, yarın da, daima emperyalizme karşı zaferler kazanacaklardır.
Örgütsüz toplumların yapabileceği hiçbir şey yoktur. Bu yüzden dağınık ulusal güçlerin, tüm demokratik kitle örgütlerinin toparlanarak, birlikte hareket etmesi, ülkemizin bu sıkıntıları aşmasını kolaylaştıracaktır. Çünkü bu örgütlü eylem, Atatürk'ün aydınlığında tam bağımsız Türkiye yolunda ilerlememize olanak sağlayacaktır. Çünkü bu örgütlü bilinç, yarım bırakılan Kemalist Devrimlerin sürdürülmesine olanak sağlayacaktır.. Çünkü bu örgütlü eylem, laik cumhuriyetimizin korunmasını sağlayacaktır. Unutmayalım ki, karanlıklar aydınlığa, aydınlıklar mutluluğa, örgütlü toplumların özverili ve bilinçli gayretleriyle ulaşacaktır...
Sözlerime son verirken, hepinizi saygıyla selamlıyor ve teşekkür ediyorum.
Ulus Gazetesi, 8 Aralık 2008.
(*) : Atatürkçü Düşünce Derneği'nin 29 Kasım 2008 Cumartesi günü düzenlediği "Demokrasi, Hukuk ve Ergenekon" adlı panel konuşması.
"Sanıklar savunmak yerine saldırıda bulunuyorlar" saptamanızın ne kadar boş ve havada olduğunu bir görebilseniz herşey daha kolay olacaktı. Ben savunmaları baştan sona izliyorum. Mesela Meşhur bombalar la ilgili savunma sizin ilginizi çekmedi galiba. Bu daha ilk savunma idi. Bomba işinin yani işin başının ne kadar hukuki dayanaksız olduğunu ben gördüm. Bombaların bulunmasına şaitlik eden, babası ihbar etti denilen şahsın ifadesi size ne kadar inandırıcı geldi? Hurşit Tolon un adli tıp a sevkine Sayın Savcımızın yaptığı çok hukuki itiraza mahkemenin verdiği yanıtı okuyabildiniz mi mesela. Sayın Savcımızın olaylara bakış açısını bu itiraz bile biraz anlatmıyor mu? Hukuk bütün kuralları ile vardır. Bazı kurallarını göz ardı edebilen bir zihniyete ben inanmıyorum. Sayın Mahkemenin Savcılığın bu hukuksuz itirazına verdiği hukuki yanıt sizi huzursuz etmedi mi? O zaman tüm olay ve davada bazı hukuki gerçeklerin göz ardı edildiğini de düşünürüm ki buna işaret eden pek çok emare savunmalar ile ortaya çıkmakta. Savcılık sadece iddia etmez. Şüphelinin yasal haklarını kollamak ve korumak da, gereğini yapmakta savcılığın görevi değilmidir?
Çömez dönmüyormuş. Bu ortamda dönmemesi kadar doğal ne var ki? Bende olsam olayları izler, konu dava aşamasına gelince olaylar netleşince dönerdim. Ben olsam gelir teslim olurdum iddianızın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü siz aynı konumda değilsiniz. Aynı konumda ne yapacağınızı o gün yaşanınca öğrenebiliriz. Buna bizde "Bekara karı boşamak" diyorlar.
Bilinen malum birilerinden alıntılar yapmak bence kaçamaktır. Ben kendi aklım ve kendi vicdanım ile sorguluyorum. Saçma sapan hiçbir mantığı ve maddi dayanağı olmayan bir saptama yazacaksınız sonrada biryerlerden alıntılayarak başka yerlere gideceksiniz. Aynı konu dilekçe başlığı ile başka bir forum izleyicisi tarafından da kaleme alınmıştır. Ne dersiniz bu davanın savcısı hukuk kurallarını dilediği gibi çarpıtmamakta mı sizce? Mahkemeye yaptığı itiraz ortada. Alıntıları başkalarının fikirlerini boşverin. Kendi vicdanınız ne diyor ondan bahsedin.
COMMODORE 1 TR adlı üyenin başka konusu:
Bir Dilekçe Örneği Daha
Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'ne
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 144’üncü maddesinde hâkim ve savcıların denetimini ;
2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 6’ncı maddesinde; hâkim ve savcılar hakkında denetim, inceleme, soruşturma ve kovuşturmanın bu Kanuna göre yapılacağı, altıncı kısmında ise disiplin cezaları ve görevden uzaklaştırma usulü,
2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 9’uncu maddesinde ise; Ceza İşleri Genel Müdürlüğümüzün görevlerini düzenleyerek Müdürlüğünüze vermiştir.
Bu bağlamda Türkiye'de görev yapan savcıların denetimi ve cezalandırılması öncelikle sizin sonra da Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun ve Adalet Bakanlığı'nın direk sorumluluğundadır.
Kamuoyunda Ergenekon soruşturması diye adlandırılan saçma sapan ucu bucağı belli olmayan vede git gide çıkmaza gireceği belli olan soruşturma savcısı Zekeriya Öz hukuk dışı eyleme yol açmaktadır.
Uzun süre bekledim haberin gazete ve televizyonlarda yayınlanması üzerine bir yalanlama gelecek mi diye. Çünkü inanamadım. Ancak hiç bir yalanlama gelmemesi olayın doğru olduğu anlamına gelmektedir. Bu ise çok ciddi bir suça yol açmaktadır. Hukukun üstünlüğüne inanan birisi olarak savcının hukuk dışı taleplerinin yasal konumlarda değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Olay özetle şudur.
Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları yerleşkesinde tutuklu olan emekli Orgeneral Tolon’un avukatları, müvekkillerinin tansiyon ve aşırı kilo kaybı sorununun olduğunu belirterek, mahkemeden tahliye talebinde bulunması, Nöbetçi İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 14 Ekim 2008 tarihli kararda, tahliye talebinin “Adli Tıp’tan rapor alınarak söz konusu itiraz dilekçesindeki eksiklikler giderildikten sonra bir bütün olarak değerlendirilmesi” gerektiğini belirtmesi üzerine Cumhuriyet Savcısı sıfatına haiz Zekeriya Öz'ün bu karara ''TCK ve CMK’da tahliye sebepleri açıkça yazılmıştır. Burada hastalık sebebiyle tahliye olgusu bulunmamaktadır” diyerek Adli Tıp Kurumu’ndan bu yönde bir karar alınamayacağını savunarak Tolon’un tutukluğunun devamı yönünde karar verilmesini'' istemiştir.
Bu talep üzerine mahkeme 20 Kasım 2008 de tarihe geçecek bir hukuk dersi verirken suç duyurusunun da temelini teşkil etmektedir. Bu kararda
''Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 16. maddesinde hapis cezasının infazının hastalık nedeniyle ertelenmesi konusu açıkça düzenlenmiş, 81. maddede infazı engelleyecek hastalık halinde kurum hekimi veya görevli hekimin bu hususu yönetime bildireceği hükmü yer almıştır” dedi.
Kararda, bu düzenlemenin hükümlülere ilişkin olduğunu, aynı yasanın 116. maddesine göre tutuklulara da uygulanacağı yönünde hüküm bulunduğuna dikkat çekilerek, “Yukarıda bahsedilen kanun maddelerindeki düzenlemelere göre, iddia makamının itirazında ikinci paragrafta belirttiği hususların söz konusu yasal düzenlemeler yok sayılarak talep edilmiş olduğu anlaşılmakla, yasal hiçbir dayanağı olmayan bu yöndeki itirazın reddine karar vermek gerekmiştir” denildi.
Kararda hâkimin tutuklamadaki takdir yetkisini, tahliye hususunda da kullanabileceği belirtilerek, “Hâkim bu kararı verirken, takdir hakkını kullanmada yazılı hukuk kuralları, hak ve adalet duygusu ve vicdani kanaati ile hareket etmek durumundadır. Gerekirse tutukluyu dinleyebilir ve gelen raporların doğruluğu için tutukluyu Adli Tıp Kurumu’na sevk edebilir” ifadesi yer aldı.
Bu kararda özellikle ''iddia makamının itirazında ikinci paragrafta belirttiği hususların söz konusu yasal düzenlemeler yok sayılarak talep edilmiş olduğu anlaşılmakla, yasal hiçbir dayanağı olmayan bu yöndeki itirazın reddine karar vermek gerekmiştir.'' Cümlesi savcının suçunun sabir olmasını gerektirmektedir.
Ülkemiz kanunları özellikle Ceza kanunu ve bunları düzenleyen kanunları okuma yazma bilmeyen yani UMNİ olan kişilere bile '' Kanunları bilmemek mazeret teşkil etmez'' derken BİZZAT KANUNLARI UYGULAYICI VE SAVUNUCUSU KONUMUNDA BİLİNEN KİŞİLERİN BU TİP HATALARI YAPMASININ HİÇ AFFEDİLMEMESİ GEREKTİĞİ İZLENİMİNİ DOĞURMAKTADIR.
Bahse konu savcı KANUNLARI BİLMEDİĞİNİ AÇIKÇA İLAN ETTİĞİ GİBİ İNCELEMEDEN YAPTIĞI İTİRAZLA MEMURİYET GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANMIŞ HAKİMLİK GÖREVİNİ YERİNE GETİREMEMİŞTİR. Nereden ve kimden talimat aldığı belli olmadan hazırladığı akla zarar ve içinden çıkılamaz hale gelmekte olduğu açık olan iddianamesinde de külli hukuk hataları, diğer yetkili kurumları yok sayması, hukuku ayaklar altına alması, daha da önemlisi İNSAN HAKLARI kanunlarını bile açıkça ihlal ettiği açıktır. İddianamede yer alan isimler ve isnat olan suçlar dışında özel yaşamın açıkça ihlali, hiç bir pornoda bile bulunamayacak bir ters ilişki tarifi yanı sıra hiç bir hukuki kaynaktan güç almadan kişilerin yaşamına müdahale etmesi affedilemez bir suçtur.
Kuddusi Okkır ın da ölümünden direk sorumlu olan bahse konu savcının hukuku bilmemesi görevini ve yetkisini kötüye kullanması suçları sabit olduğundan hakkında kanuni işlemlerin yapılmasını ...
____Sayın Hanımefendi buyrun bu açık sabit hukuksuzluğa yada hukuk bilmezliğe yanıt bekliyorum.______________
buyrun bu açık sabit hukuksuzluğa yada hukuk bilmezliğe yanıt bekliyorum.
Ergenekon sanıklarının suçlu olup olmadıkları ayrı konu, gözaltı ve tutukluluk sürelerinde karşı karşıya oldukları muamele ayrı konu.
Elbette ki, suçu ispatlanana kadar herkes masum sayılır. Ancak savcılığın elinde sanıkların suçlu olduğuna dair kuvvetli deliller olduğu için tutuklu yargılanmalarına karar verildi. Davanın en kısa sürede ve adil bir şekilde sonuçlanması ve suçluların cezalandırılması hepimizin ortak temennisi olmalı. Sanıkların mahkeme sürecini provoke edecek eylemleri olmasa dava daha da hızlı ilerleyeceğini de unutmamalı.
"Şu sanık haksız yere tutuklandı." diyebilecek biri var mı? Savcının görevi diğer tutuklu sanıklar hakkındaki iddianameyi de hızla tamamlayıp açıklamak olmalı.
Bu sanıklara sunulan cezaevi şartlarının iyi olmadığını iddia etmek bence haksızlık olur. Abdullah Öcalan'dan sonra en iyi cezaevi koşulları Ergenekon sanıklarına sunuluyor.
Şener Eruygur'un cezaevindeyken komaya girmesine neden olan olay ciddi bir şekilde araştırılmalıdır. Gerçeğin aydınlatılmasını herkesten çok istiyorum.
Ancak "Cezaevi koşulları yüzünden sağlıkları bozuldu." veya "Sağlık durumları elverişsiz olduğu için tahliye edilmelidirler." savlarını doğru bulmuyorum.
3 kasım 1996. Susurluk’ta bir Mercedes’in kamyona çarpması Türkiye için bir milattı. Tüm kamuoyu bu olayla ortaya çıkan karanlık ilişkilerin tamamen...
Yazan: sdt23 Forum: Güncel - Siyaset - Tarih - Tartışma
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
why not try these out toast wallet...
10-09-2025, 14:08:27 in Kredi Kartları ve Bankacılık Hukuku