+ Konuyu Yanıtla
5 / 7 Sayfa İlkİlk 1234567 SonSon
41 den 50´e kadar toplam 61 ileti bulundu.

Konu: İddianamenin Ardından

İddianamenin Ardından Hızlandırılmış Mobil Sayfa Sürümü (AMP)
  1. #41
    Kayıt Tarihi
    Nov 2007
    İletiler
    5.000
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    Alıntı mkocagul rumuzlu üyeden alıntı İletiyi Göster
    Sayın sdt23
    sadece iddianameden 57,58,59,60 sayfaları örnek vermiştim. Yazdığım bu sayfalar sizin alıntı yaptığınız bölümün bir kısmını açıklıyor ve bu sayfalarda ben suç emaresi dahi bulamadım. Bu sayfalarda tarif edilenleri her parti yada bu ülke için bir amaçla yola çıkan her sivil toplum örgütü yapabilir eğer yapmazsa yani bu ülke için yeni planları yoksa zaten olmasının anlamıda yoktur.
    57-60. sayfalar arasında yazanların büyük bir kısmı pek tabii ki çoğu parti veya sivil toplum örgütünün meşru hedefi olabilir. Ancak meşru bir örgütlenmede yine bu sayfalardan alıntı olan şu ifadelerin kullanılması şüphe oluşturmaz mı?

    "alt birim üye ve temsilcilerinin isimlerinin kesinlikle gizli olacağı, kod isim kullanacakları, toplantılarının gizli yapılacağı ve toplu seyahat etmemeleri gerektiği" (sayfa 60)

    İddianamede hemen sonraki sayfada (sayfa 61) yer alan şu ifadeye ne demeli?
    Sızma Stratejileri geliştirmek (Yargı, Emniyet, Eğitim, Sağlık, İstihbarat, Ordu, Sivil yer altı örgütleri (mafya), sivil toplum örgütleri ve meslek odaları, kooperatifler ve birlikler, medya, camiler ve tarikatlar) "

    Bu sayfalarda ortaya konan şu:
    Bir takım kişiler belli hedefler için bir araya gelmişler. Bunun için sık sık toplanıyor, yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Sürekli toplantılar yapıyorlar.

    Daha sonra bunların bir kısmı bombalama eylemine, bir kısmı cinayete karışıyor.
    Başka toplumun huzurunu bozacak karışıklıklar çıkarıyorlar.
    (Alpaslan Arslan, Muzaffer Tekin vs.)

    Aşırı gizlilik içinde faaliyet gösteren bir örgütün içinde yer alan şahıslardan bazıları da böyle terör faaliyetlerine karışınca "bunlar acaba örgütlü eylem mi, diğer örgüt üyeleri azmettirmiş olabilir mi? " kuşkusu oluşmaz mı?

    İşte 57-60. sayfaların iddianamede yer almasının nedeni bu.

    Yani bu iddianamede adı geçen şüpheliler belli şekillerde bir örgüt içinde toplanmışlar ve örgütün faaliyetleri gizli.
    İlerleyen bölümlerde bu şüphelilerden bazılarının bombalı saldırılar, cinayetler ve askeri mühimmatın çalınması gibi eylemlere karıştığı ispatlanacak. Bunun ardından diğer üyelerin de bu konuda birlikte hareket edip etmedikleri veya azmettirici olup olmadıkları sorgulanacak.

    2455 sayfadan sonra 420 tane de delil klasörü var. Daha film yeni başlıyor.



    Hukuki NET Güncel Haber

    İddianamenin Ardından konulu yargıtay kararı ara
    İddianamenin Ardından konulu hukuk haber

  2. # Nedir?
    Tavsiye Soru Cevap
    Kayıt Tarihi
    Bugün
    İletiler
    Ne kadar?
     
  3. #42
    Kayıt Tarihi
    Nov 2007
    İletiler
    5.000
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    Size son kez yazıyorum.
    Olayların gelişimini yanlış hatırlıyor, söylediklerinizi unutuyorsunuz. Alınma sözcüğünü ilk kullanan da sizsiniz. Levent Ersöz'ün 10 gün içinde döneceği şeklindeki açıklamaları onu savunmak için kullanan da. Benim çekip çıkardığınız "Al Capone" sözüm hariç hiçbir sözüm boşuna söylenmedi. Onunla da biraz ortamı yumuşatacak kendimce bir espri yapmıştım ama birbirimizin esprilerini anlayamıyoruz.

    Alıntı commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı İletiyi Göster
    Son not ''İki saygın isim, Levent Ersöz ile Turhan Çömez iki aydır firari!'' gibi yazılardan vaz geçin... Alınıyorum....
    Alıntı sdt23 rumuzlu üyeden alıntı İletiyi Göster
    Bu arada Levent Ersöz ile Turhan Çömez'i hatırlattığımda alındığınız için bir daha bu konuyu açmayacağım.
    Alıntı commodore1tr rumuzlu üyeden alıntı İletiyi Göster
    '' Bu arada Levent Ersöz ile Turhan Çömez'i hatırlattığımda alındığınız için bir daha bu konuyu açmayacağım'' alınmıyorum alınmam bana ne !! Sizin uslubunuz bu konuda bozuk.
    Levent Ersöz konusu da şöyle başlamıştı. (Uzatmamak için özet geçiyorum.)

    C: (Sabaha karşı yapılan baskınlardan sonra) Böyle saygın insanlar emniyete davet edilemez miydi? Sabaha karşı baskın yapılması şart mıydı?
    S: Tutuklanacaklarını haber alsalardı, Levent Ersöz ve Turhan Çömez gibi yurt dışına kaçarlardı.
    C: Levent Ersöz kaçmadı ki, iş için Rusya'da, 10 güne kadar döneceğini açıkladı.
    S: Oldu o zaman 10 gün bekleyelim.

    Zaman bakalım kimi haklı çıkaracak?

  4. #43
    mkocagul Misafir

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    Ben koca bir iddianameden minicik örnek yazdım. O örneğin içinde dahi yani 4 koca sayfadan 2 satır alıntı yapabilmişsiniz. Alıntı yaptığınız satırların şüphe oluşturacağını belirmişsiniz. Şüphe sanık lehinedir ve sadece şüphe var diye bir insan suçlanamaz. Şüphelerin Somut kanıtları olmak zorundadır.
    Sızma amacı sadece bu kişilere mi özeldir sizce? Mesela Feto nun amacı da bu değilmidir? Yıllardır gizli gizli bu amaç yerine getirilmiyor mu? Bu amaçla terörle mücedele kanunu değiştirilmedi mi? Bu değişiklik sayesinde sayın Hoca nın beraati sağlanmadı mı?
    Bu 2400 sayfanın çok fazla olduğunu sizde yazdınız ve bu iddianame çok daha sade ve anlaşılır olabilirdi. Pek çok idianame okudum ama bu şeklini emin olun ilk defa okudum. Elbette konu artık yargıdadır. Yargı karar verecektir. Benim endişem bu dava makul sürelerde bitmeyecektir. Hislerim, bazı çevrelerin asıl isteğinin bu olduğunu söylüyor. Bu iddianamenin tamamını okudum. Aklımda kalan araştırmaya değer bulduğum bölümlerini tekrar ekler ile birlikte okuyorum. Kendime göre notlar aldım ve sayfaları not ettim. Tek amacım sadece kendi ararımı verebilmek. Empoze edilmeye çalışılanlara inanmıyorum.
    Dediğim gibi suça karışmış insanlar olduğuna eminim ama bu insanlar kim onu arıyorum. Bazılarının suçlu olmadığına kendi adıma artık eminim.

  5. #44
    Kayıt Tarihi
    Nov 2007
    İletiler
    5.000
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    Alıntı mkocagul rumuzlu üyeden alıntı İletiyi Göster
    Bu iddianamenin tamamını okudum. Aklımda kalan araştırmaya değer bulduğum bölümlerini tekrar ekler ile birlikte okuyorum. Kendime göre notlar aldım ve sayfaları not ettim. Tek amacım sadece kendi ararımı verebilmek. Empoze edilmeye çalışılanlara inanmıyorum.
    Dediğim gibi suça karışmış insanlar olduğuna eminim ama bu insanlar kim onu arıyorum. Bazılarının suçlu olmadığına kendi adıma artık eminim.
    Bu konudaki değerlendirmelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim.
    Aslında imkan olsa da iddianameyi sayfa sayfa tartışsak, veya tek bir şüpheli üzerinden sunulan iddiaları değerlendirsek.

    420 ek klasörü de okudunuz mu bilmiyorum ama iddianameyi okuyup bazılarının suçlu olmadığına emin olduğunuzu ama aynı zamanda suça karışmış insanları bulamadığınızı söylemeniz -yanlış anlamazsanız- tuhaf geldi.

    Yani bazılarının suçlu olmadığından emin olacak kadar inceleyen birisi en azından bazılarının da suçlu olduğu konusunda kanaate sahip olabilir.

    Tabii ki suçu ispatlanana kadar herkes masumdur.

    O yüzden okuduğum kısımda suç teşkil edecek bir olgu bulamadım, inceliyorum demenizi anlarım. Bu şahsa iddianamede atfedilen suçlara yönelik kanıt bulgu yoktur, demenizi de anlarım. Ama birinin suçlu olmadığından eminim, demeniz bence pek objektif bir yaklaşım olmaz.

    Çünkü varlığı ispat için bir örnek yeterlidir, yokluğu ispat imkansıza yakındır.

  6. #45
    Kayıt Tarihi
    Sep 2004
    Nerede
    istanbul, Türkiye.
    İletiler
    769
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    ABD' nin suikasta kurban giden Başkanı JFK' nin 27 Nisan 1961' deki bir konuşmasını bu forumda ve ilgili diğer forumlarda yazan bazılarının ibretle okumasını dilerim.

    Mr. Chairman, ladies and gentlemen:
    I appreciate very much your generous invitation to be here tonight.
    You bear heavy responsibilities these days and an article I read some time ago reminded me of how particularly heavily the burdens of present day events bear upon your profession.
    You may remember that in 1851 the New York Herald Tribune under the sponsorship and publishing of Horace Greeley, employed as its London correspondent an obscure journalist by the name of Karl Marx.
    We are told that foreign correspondent Marx, stone broke, and with a family ill and undernourished, constantly appealed to Greeley and managing editor Charles Dana for an increase in his munificent salary of $5 per installment, a salary which he and Engels ungratefully labeled as the "lousiest petty bourgeois cheating."
    But when all his financial appeals were refused, Marx looked around for other means of livelihood and fame, eventually terminating his relationship with the Tribune and devoting his talents full time to the cause that would bequeath the world the seeds of Leninism, Stalinism, revolution and the cold war.
    If only this capitalistic New York newspaper had treated him more kindly; if only Marx had remained a foreign correspondent, history might have been different. And I hope all publishers will bear this lesson in mind the next time they receive a poverty-stricken appeal for a small increase in the expense account from an obscure newspaper man.
    I have selected as the title of my remarks tonight "The President and the Press." Some may suggest that this would be more naturally worded "The President Versus the Press." But those are not my sentiments tonight.
    It is true, however, that when a well-known diplomat from another country demanded recently that our State Department repudiate certain newspaper attacks on his colleague it was unnecessary for us to reply that this Administration was not responsible for the press, for the press had already made it clear that it was not responsible for this Administration.
    Nevertheless, my purpose here tonight is not to deliver the usual assault on the so-called one party press. On the contrary, in recent months I have rarely heard any complaints about political bias in the press except from a few Republicans. Nor is it my purpose tonight to discuss or defend the televising of Presidential press conferences. I think it is highly beneficial to have some 20,000,000 Americans regularly sit in on these conferences to observe, if I may say so, the incisive, the intelligent and the courteous qualities displayed by your Washington correspondents.
    Nor, finally, are these remarks intended to examine the proper degree of privacy which the press should allow to any President and his family.
    If in the last few months your White House reporters and photographers have been attending church services with regularity, that has surely done them no harm.
    On the other hand, I realize that your staff and wire service photographers may be complaining that they do not enjoy the same green privileges at the local golf courses that they once did.
    It is true that my predecessor did not object as I do to pictures of one's golfing skill in action. But neither on the other hand did he ever bean a Secret Service man.
    My topic tonight is a more sober one of concern to publishers as well as editors.
    I want to talk about our common responsibilities in the face of a common danger. The events of recent weeks may have helped to illuminate that challenge for some; but the dimensions of its threat have loomed large on the horizon for many years. Whatever our hopes may be for the future--for reducing this threat or living with it--there is no escaping either the gravity or the totality of its challenge to our survival and to our security--a challenge that confronts us in unaccustomed ways in every sphere of human activity.
    This deadly challenge imposes upon our society two requirements of direct concern both to the press and to the President--two requirements that may seem almost contradictory in tone, but which must be reconciled and fulfilled if we are to meet this national peril. I refer, first, to the need for a far greater public information; and, second, to the need for far greater official secrecy.
    I
    The very word "secrecy" is repugnant in a free and open society; and we are as a people inherently and historically opposed to secret societies, to secret oaths and to secret proceedings. We decided long ago that the dangers of excessive and unwarranted concealment of pertinent facts far outweighed the dangers which are cited to justify it. Even today, there is little value in opposing the threat of a closed society by imitating its arbitrary restrictions. Even today, there is little value in insuring the survival of our nation if our traditions do not survive with it. And there is very grave danger that an announced need for increased security will be seized upon by those anxious to expand its meaning to the very limits of official censorship and concealment. That I do not intend to permit to the extent that it is in my control. And no official of my Administration, whether his rank is high or low, civilian or military, should interpret my words here tonight as an excuse to censor the news, to stifle dissent, to cover up our mistakes or to withhold from the press and the public the facts they deserve to know.
    But I do ask every publisher, every editor, and every newsman in the nation to reexamine his own standards, and to recognize the nature of our country's peril. In time of war, the government and the press have customarily joined in an effort based largely on self-discipline, to prevent unauthorized disclosures to the enemy. In time of "clear and present danger," the courts have held that even the privileged rights of the First Amendment must yield to the public's need for national security.
    Today no war has been declared--and however fierce the struggle may be, it may never be declared in the traditional fashion. Our way of life is under attack. Those who make themselves our enemy are advancing around the globe. The survival of our friends is in danger. And yet no war has been declared, no borders have been crossed by marching troops, no missiles have been fired.
    If the press is awaiting a declaration of war before it imposes the self-discipline of combat conditions, then I can only say that no war ever posed a greater threat to our security. If you are awaiting a finding of "clear and present danger," then I can only say that the danger has never been more clear and its presence has never been more imminent.
    It requires a change in outlook, a change in tactics, a change in missions--by the government, by the people, by every businessman or labor leader, and by every newspaper. For we are opposed around the world by a monolithic and ruthless conspiracy that relies primarily on covert means for expanding its sphere of influence--on infiltration instead of invasion, on subversion instead of elections, on intimidation instead of free choice, on guerrillas by night instead of armies by day. It is a system which has conscripted vast human and material resources into the building of a tightly knit, highly efficient machine that combines military, diplomatic, intelligence, economic, scientific and political operations.
    Its preparations are concealed, not published. Its mistakes are buried, not headlined. Its dissenters are silenced, not praised. No expenditure is questioned, no rumor is printed, no secret is revealed. It conducts the Cold War, in short, with a war-time discipline no democracy would ever hope or wish to match.
    Nevertheless, every democracy recognizes the necessary restraints of national security--and the question remains whether those restraints need to be more strictly observed if we are to oppose this kind of attack as well as outright invasion.
    For the facts of the matter are that this nation's foes have openly boasted of acquiring through our newspapers information they would otherwise hire agents to acquire through theft, bribery or espionage; that details of this nation's covert preparations to counter the enemy's covert operations have been available to every newspaper reader, friend and foe alike; that the size, the strength, the location and the nature of our forces and weapons, and our plans and strategy for their use, have all been pinpointed in the press and other news media to a degree sufficient to satisfy any foreign power; and that, in at least in one case, the publication of details concerning a secret mechanism whereby satellites were followed required its alteration at the expense of considerable time and money.
    The newspapers which printed these stories were loyal, patriotic, responsible and well-meaning. Had we been engaged in open warfare, they undoubtedly would not have published such items. But in the absence of open warfare, they recognized only the tests of journalism and not the tests of national security. And my question tonight is whether additional tests should not now be adopted.
    The question is for you alone to answer. No public official should answer it for you. No governmental plan should impose its restraints against your will. But I would be failing in my duty to the nation, in considering all of the responsibilities that we now bear and all of the means at hand to meet those responsibilities, if I did not commend this problem to your attention, and urge its thoughtful consideration.
    On many earlier occasions, I have said--and your newspapers have constantly said--that these are times that appeal to every citizen's sense of sacrifice and self-discipline. They call out to every citizen to weigh his rights and comforts against his obligations to the common good. I cannot now believe that those citizens who serve in the newspaper business consider themselves exempt from that appeal.
    I have no intention of establishing a new Office of War Information to govern the flow of news. I am not suggesting any new forms of censorship or any new types of security classifications. I have no easy answer to the dilemma that I have posed, and would not seek to impose it if I had one. But I am asking the members of the newspaper profession and the industry in this country to reexamine their own responsibilities, to consider the degree and the nature of the present danger, and to heed the duty of self-restraint which that danger imposes upon us all.
    Every newspaper now asks itself, with respect to every story: "Is it news?" All I suggest is that you add the question: "Is it in the interest of the national security?" And I hope that every group in America--unions and businessmen and public officials at every level-- will ask the same question of their endeavors, and subject their actions to the same exacting tests.
    And should the press of America consider and recommend the voluntary assumption of specific new steps or machinery, I can assure you that we will cooperate whole-heartedly with those recommendations.
    Perhaps there will be no recommendations. Perhaps there is no answer to the dilemma faced by a free and open society in a cold and secret war. In times of peace, any discussion of this subject, and any action that results, are both painful and without precedent. But this is a time of peace and peril which knows no precedent in history.
    II
    It is the unprecedented nature of this challenge that also gives rise to your second obligation--an obligation which I share. And that is our obligation to inform and alert the American people--to make certain that they possess all the facts that they need, and understand them as well--the perils, the prospects, the purposes of our program and the choices that we face.
    No President should fear public scrutiny of his program. For from that scrutiny comes understanding; and from that understanding comes support or opposition. And both are necessary. I am not asking your newspapers to support the Administration, but I am asking your help in the tremendous task of informing and alerting the American people. For I have complete confidence in the response and dedication of our citizens whenever they are fully informed.
    I not only could not stifle controversy among your readers--I welcome it. This Administration intends to be candid about its errors; for as a wise man once said: "An error does not become a mistake until you refuse to correct it." We intend to accept full responsibility for our errors; and we expect you to point them out when we miss them.
    Without debate, without criticism, no Administration and no country can succeed--and no republic can survive. That is why the Athenian lawmaker Solon decreed it a crime for any citizen to shrink from controversy. And that is why our press was protected by the First Amendment-- the only business in America specifically protected by the Constitution- -not primarily to amuse and entertain, not to emphasize the trivial and the sentimental, not to simply "give the public what it wants"--but to inform, to arouse, to reflect, to state our dangers and our opportunities, to indicate our crises and our choices, to lead, mold, educate and sometimes even anger public opinion.
    This means greater coverage and analysis of international news--for it is no longer far away and foreign but close at hand and local. It means greater attention to improved understanding of the news as well as improved transmission. And it means, finally, that government at all levels, must meet its obligation to provide you with the fullest possible information outside the narrowest limits of national security--and we intend to do it.
    III
    It was early in the Seventeenth Century that Francis Bacon remarked on three recent inventions already transforming the world: the compass, gunpowder and the printing press. Now the links between the nations first forged by the compass have made us all citizens of the world, the hopes and threats of one becoming the hopes and threats of us all. In that one world's efforts to live together, the evolution of gunpowder to its ultimate limit has warned mankind of the terrible consequences of failure.
    And so it is to the printing press--to the recorder of man's deeds, the keeper of his conscience, the courier of his news--that we look for strength and assistance, confident that with your help man will be what he was born to be: free and independent.

  7. #46
    Kayıt Tarihi
    Nov 2007
    İletiler
    5.000
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    İddianame ile ilgili Sayın Av. Abbas Bilgili'nin 30 Temmuz 2008 tarihli Radikal gazetesi'nden yaptığı alıntıyı aşağıya tekrar yazıyorum. Abbas Bey bunun gazetenin değil iddianamenin görüşü olduğu notunu da düşmüş:

    "1- Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan’ın Ergenekon’un yöneticileri ve aktif elemanları ile arasındaki somut ilişkiler iddianamede bir bir sıralanıyor. Bu ilişkilerin yoğunluğu, aralarındaki telefon trafiği kadar, işyeri ve çay bahçelerindeki buluşmaları ile de dikkat çekici boyutta. Alparslan Arslan, 12 Mart 2008 tarihli ifadesinde, Muzaffer Tekin’le Ayhan Parlak aracılığı ile tanıştığını, daha sonra ofisine 4-5 kez gittiğini kabul ediyor. İfadesine göre Arslan’ın Ergenekon ile ilişkileri sadece Tekin’le tanışmakla sınırlı değil. Mehmet Fikri Karadağ, Hüseyin Görüm ve adını vermediği emekli askerlerle Tekin’in bürosunda tanışmış ve ilişkisini sürdürmüş. Bu ilişkileri Alparslan Arslan’ın telefon kayıtlarından anlamak mümkün. İddianamede yer alan belgelere göre telefon trafiği şöyle:
    Alparslan Arslan’ın kullandığı 0532 671 34 39 nolu GSM hattının; Muzaffer Tekin’in kullandığı 0532 291 92 93 telefon numarasıyla 35, Raif Görüm’ün kullandığı hatla 2, Osman Yıldırım’ın hattı ile 691, Osman Yıldırım’ın bir başka hattı ile 55, Ayhan Parlak’ın hattı ile 108, Yusuf Görüm’ün kullandığı hatla 11, Erhan Timuroğlu’nun hattı ile 10, Muzaffer Tekin ve Ertuğrul Yılmaz bağlantılı Ayhan Parlak ile 108, Sedat Peker’in liderliğini yaptığı suç örgütü üyesi İbrahim Cingi ile 94 kez konuştuğu belirlendi.

    İddianameye göre Muzaffer Tekin ile Alparslan Arslan arasındaki ilişki bilinen telefon trafiğinden ibaret değil. Bu iki şahıs, defalarca yüz yüze görüştüğü gibi bilinmeyen telefonlar aracılığıyla irtibatlarını sürdürdü.
    Kuvayı Milliye Derneği’nde yapılan aramada Alparslan Arslan’a ait iki kartvizit çıkması üzerine Ergenekon sanıklarından Hüseyin Görüm, Alparslan Arslan’ı tanıdığını, kartının kendisinde bulunduğunu söyledi.
    Alparslan Arslan’ın Kadıköy’deki bürosunda yapılan aramada 16 sayfalık Ergenekon ibareli bilgisayar çıktısı doküman bulundu. Dokümanın ‘Lobi’ ve ‘Ergenekon’ başlıklı temel Ergenekon belgeleriyle aynı içerikte olduğu belirlendi.
    Muzaffer Tekin’in hissedarı olduğu Doğuş Faktoring şirketi ile Alparslan Arslan’ın düzenli ilişkisi tespit edildi.
    Ergenekon sanıklarından Zekeriya Öztürk ve Muzaffer Tekin ifadelerinde, Alparslan Arslan’ı çok emin olmamakla birlikte Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi’nin bir toplantısında gördüğünü söylediler. Öztürk’e göre o çevrede ‘bizim avukat’ olarak anılan Arslan’ın siyasi görüşleri medyaya yansıdığı gibi değil.
    Ergenekon sanıklarından İbrahim Özcan 4 Temmuz 2008 tarihli ifadesinde geçmişte Hüseyin Görüm ile cezaevinde birlikte kaldıklarını belirttikten sonra, Alparslan Arslan’ı Hüseyin Görüm aracılığıyla tanıdığını, Kadıköy’deki bürosuna birlikte gittiklerini, Arslan’ın Görüm’ün avukatlığını yaptığını söyledi. Özcan, Görüm’ün Arslan’ı “milliyetçi, vatansever ve iyi bir avukat” olarak tanıttığını da belirtti. Özcan, Alparslan Arslan’ı daha sonra 3 - 4 kez Muzaffer Tekin’in bürosunda da görmüş.
    Görüm-Karadağ video kayıtları
    2- Ergenekon sanıklarından Hüseyin Görüm’ün, savcılığın elde ettiği 43 dakika 33 saniyelik 3 nolu CD’de bulunan video kaydında Ergenekon yöneticilerinden Fikri Karadağ’a söyledikleri de Danıştay baskınıyla ilişkili. Görüm söz konusu video kaydında, Karadağ’a şöyle yakınıyor: Sen de sattın beni, eğer ki bu Kuvayı Milliye bir iki tane, onu bunu yaptırsaydın, yine suçlu ben olacaktım. Danıştay davasına gittiğimde hepiniz beni sattınız, hepiniz buradan gittiniz, ne dediniz, Hüseyin gitti müebbet ceza alacak, Hrant Dink davası oldu, buraya gelmedin, Düzce - Hendek - Adapazarı’nda bilmem ne olmuşsa Hüseyin yaptı, yapan da kim biliyor musun, Allah şahidimdir, bütün millet şahidimdir, hep de yapan asker çıktı.

    Danıştay sanığı Osman Yıldırım’dan yeni itiraflar
    3- Ergenekon’u Danıştay ve Cumhuriyet gazetesi saldırılarına bağlayan en önemli köprü, Osman Yıldırım’ın ifadeleri. Yargılama sürecinde susan Yıldırım, kararın ardından tam beş kez kısa aralıklarla ifade verdi. Yıldırım’ın, 12 Mart, 13 Mart, 1 Nisan, 17 Nisan ve 29 Nisan 2008’deki
    ifadelerinde Ergenekon ilişkilerini destekleyen şu sözleri iddianamede:

    Veli Küçük’ü 1993’ten beri tanırım. Veli Küçük ile Alparslan Arslan’ın İstanbul Üsküdar’da bulunan Katibim Restoran’ın yanındaki çay bahçesinde buluştuklarını biliyorum, zaman zaman ben de yanlarında bulundum.
    29 Nisan 2006 tarihinden sonra Ümraniye semtinde Alparslan Arslan ile buluştuk. Alparslan Arslan, “Harekete geçeceğiz. Yarın buluşalım. Ataşehir’de Migros’un tam önüne gel, bir arkadaş gelip seni alacak” dedi. Bunun üzerine akşam vakti Ataşehir semtindeki Migros’un önüne gittim. Beni buradan Alparslan Arslan’ın arabasıyla ismini bilmediğim bir şahıs aldı, Ataşehir semtindeki Migros’a yaklaşık 500 metre mesafede bulunan dubleks villalardan oluşan bir site içerisindeki villaya gittik.
    Alparslan Arslan’ın bekar arkadaşlarının kaldığı bu evde Muzaffer Tekin, Alparslan Arslan, Oktay Yıldırım ile birlikte tanımadığım 10 - 15 şahıs vardı. (Not: Osman Yıldırım bir başka dilekçesinde, söz konusu toplantıda Mehmet Zekeriya Öztürk, Mehmet Fikri Karadağ, Kuddusi Okkır ve Oktay Yıldırım’ın da bulunduğunu öne sürüyor.) Muzaffer Tekin burada üç adet el bombasını yanında koruması gibi duran bir kişiye (Not: Yıldırım, bu kişinin Rasim Görüm olduğunu fotoğrafından teşhis etti.) yan odadan getirterek “Bunlar Cumhuriyet gazetesine atılacak.
    Rahat ol, kimse ölmeyecek. O şekilde olsun. İş bitince sana 500 bin dolar para vereceğiz. Senin attırdığın kişilere vereceğin paraya karışmayız” dedi. (Not: Yıldırım, 1 Nisan 2008 tarihli ifadesinde bombaların Veli Küçük tarafından verildiğini söyledi, ancak daha sonra bu ifadesini değiştirdi.) İki adet el bombasını alıp cebime koydum, bir tanesini de Alparslan Arslan çantasına koydu.
    Danıştay saldırısına katılmadım, bu konu hakkında bilgim yok. Alparslan Arslan olay hakkında üstü kapalı olarak bir şeyler anlattı. Cumhuriyet gazetesi saldırıları karşılığı vaat edilen 500 bin dolar paranın Ankara’da verileceğini düşündüğüm için Ankara’ya geldim. Ancak vaat edilen parayı da alamadım.
    Muzaffer Tekin tarafından 500 bin dolar verileceği vaat edildiği için duruşmalarda el bombalarının Muzaffer Tekin tarafından, Oktay Yıldırım’ın bulunduğu ortamda Ataşehir semtinde verildiğini söylemedim.
    İsmail Genç’i 1993’ten beri tanırım. Yanında Abdullah Çatlı, Aykut Sezer, Osman Gürbüz, Esen Türkyılmaz ile birçok itirafçı ve ismini hatırlayamadığım kişiler olurdu. Ziya Ayçan bu kişilere tahsilat yaptırdı.
    Danıştay saldırısını Ergenekon gerçekleştirdi. Danıştay saldırısı, Ergenekon örgütü üyeleri tarafından gerçekleştirilen hükümete yönelik planlı bir saldırıdır. Bu olaylar Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Yusuf Ziya Arpacık ile diğer kişiler tarafından organize edildi.
    Danıştay olayından bir süre önce Jitemci İsmail isminde bir yüzbaşı geldi. Bu yüzbaşı dokunulmazlık karşılığında hizmet etmemi istedi, bu teklifi kabul etmedim. Bu olayın hemen sonrasında Alparslan Arslan işyerime gelip gitmeye başladı.
    Eskişehir’de yakalanan bombalar önemli delil
    4- Eskişehir’de Ergenekon zanlılarından Fikret Emek’in annesine ait evde bulunan el bombalarıyla Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların aynı kafile numarası taşıyor oluşu savcının önemli delilleri arasında.

    Danıştay sanıkları ve yakınlarının banka hesaplarındaki hızlı artış
    5- Danıştay davası sürecinde, sanıklardan Alparslan Arslan’ın anne ve babası ile Osman Yıldırım’ın akrabalarının ve İlhan Parlak’ın banka hesaplarında toplam 300 bin YTL tutarında artış oldu. Savcı Öz iddianamede, yargılama sürecinde artan banka hesapları ile yapılan açıklamaların değişkenliği arasındaki ilginç paralelliğe dikkat çekti.

    Feride Gökçimen’in savcılık ifadesi
    6- Ergenekon sanıklarından TİT kurucusu Semih Tufan Gülaltay’ın yanında dört ay çalışmış olan Esra Feride Gökçimen’in 11 Temmuz 2006 tarihli ifadesinde Danıştay saldırısı sonrasında örgüt üyelerinin telaşını sergileyen ciddi iddialar var. Gökçimen ifadesinde, “Semih Tufan Gülaltay’a ait olan Küçükyalı semtindeki binaya sık sık gelen şahıslardan birinin Danıştay binasında yapılan silahlı saldırıda adı geçen Muzaffer Tekin olduğunu, bu şahsı Muzaffer olarak bildiğini, soyadını Danıştay saldırısından sonra gazetelerden öğrendiğini, bu şahsın geldiğinde sadece birinci katta bulunan parti kısmına çıktığını, orada Semih Tufan Gülaltay ile baş başa görüştüklerini, bu şahsın son olarak Danıştay’da yapılan silahlı saldırıdan iki gün önce 4-5 kişilik kalabalık bir grup ile geldiğini ve Semih Tufan Gülaltay ile saatlerce toplantı yaptığını” söyledi. Gökçimen, “Danıştay saldırısından sonra Veli Kılıç adlı şahsın aradığını ve www.ulusalbirlikkomitesi.com isimli siteden Muzaffer Tekin, Savaşan Tosunoğlu, Mahmut Aydın ve soyadını hatırlamadığı ama kurucu üye listesinde olan Mahmut isimli başka bir şahsın ismini silmesini istediğini” anlattı.

    Bomba kasasında bulunan parmak izi
    7- İddianamede Ümraniye’de bulunan el bombalarının kasasından elde edilen parmak izinin Ergenekon sanıklarından Oktay Yıldırım’a ait olduğunun saptandığı belirtilerek şu değerlendirme yapılıyor: Cumhuriyet gazetesinin İstanbul’daki binasına atılan el bombasının, şüpheli Oktay Yıldırım’ın kasasında parmak izlerinin bulunduğu Ümraniye ilçesinde ele geçen kasa içerisindeki el bombaları ile aynı kafile numarasından olması, tanık Osman Yıldırım’ın buna uygun şekilde söz konusu eylemin planlandığı toplantıda Oktay Yıldırım’ın da bulunduğunu beyan etmesi, Cumhuriyet gazetesi binasının bombalanması eyleminin tanık Osman Yıldırım’ın beyanındaki Muzaffer Tekin’in kendisine el bombaları verilirken “Bunlar Cumhuriyet gazetesine atılacak. Rahat ol, kimse ölmeyecek. O şekilde olsun” sözlerine uygun şekilde gerçekleştiğinin anlaşılması, şüphelinin, Muzaffer Tekin’i tanımadığını beyan etmesine karşılık örgütsel bir etkinlik olan Şile ve Maltepe toplantılarında Tekin ile aynı fotoğraf karesinde yer alması dikkate alındığında, tanık Osman Yıldırım’ın beyanları gerçekleşen maddi olaylar ile uyumludur. (Not: İddianamede bu olgu delil olarak yer alsa da, Cumhuriyet’e atılan bombalarla Ümraniye değil Eskişehir bombalarının aynı kafileden olduğu saptandı.)

    İki zanlının ilginç telefon görüşmesi
    8- Danıştay soruşturması kapsamında ifadesi alınarak serbest bırakılan ancak daha sonra Ergenekon üyeliği suçlamasıyla haklarında dava açılan Zeki Yurdakul Çağman ile Mahmut Öztürk arasındaki telefon görüşmesi de ipucu olarak değerlendirildi. Zanlıların serbest kalınca aralarındaki telefon görüşme çözümleri iddianamede yer aldı:
    - Zeki Yurdakul: Aydınlandı mı bazı şeyler aydınlığa kavuştu mu?
    - Mahmut: Abi bize kadar aydınlandı, bizden yukarısı daha belli değil, bize kadar aydınlandı yani, öyle söyleyeyim.
    - Zeki Yurdakul: Biz aydınlanalım da, öbürlerinin anasını avradını, yani orospu çocukları..
    - Mahmut: Bize kadar aydınlandı, yine de konuşuruz, anladın mı, yine boş ver, yarın geldin mi konuşuruz. Başkana selamımı söyle, kafanı yorma, gerisini konuşuruz.

    Danıştay için gizli tanığın verdiği ifade
    9- Savcılığa ifade veren bir gizli tanık, Alparslan Arslan’ı tanıdığını, Veli Küçük ile bizzat görüştüklerini gördüğünü, samimi ilişkiler içinde bulunduğunu bildiğini, Kuddusi Okkır’ın Alparslan Arslan’ın dostu olduğunu, Alparslan Arslan’ın 2003 yılından itibaren Veli Küçük ve Muzaffer Tekin’e danışmadan hareket etmediğini, Tekin’in azmettirmesi, para vaadi ve bombaları getirmesi ile Cumhuriyet gazetesine bombalı saldırıların yapıldığını, Alparslan Arslan’ın Danıştay saldırısı öncesinde Veli Küçük ve Muzaffer Tekin’den talimat aldığını bildiğini söyledi"

  8. #47
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    Sanırım birileri farkında değil ama ben iddianameden bahsederken hiç şahıslardan bahsetmiyorum. Bunun nedeni de elde yeterli belge yokken olasılıkları çoğaltmamak ne kendimi nede birisini yanıltmamak . Amma şu bir gerçek ki belirli kişilere isnad olan şuça inanmıyorum.

    Burada iddianamenin ardındanda ki asıl temel nosyonum bizzat savcı tarafından bir davanın nasıl sonuçsuz bırakıldığını göstermek ve ucu aşık bırakılan faşist bir tehtide dikkat çekmektir. Diiakt ederseniz iddianameni ucu bucağı yıktır bir düğüm noktasıda olmadığı gibi babadan kopmuş halat gibi dolanmaktadır.

    Anlaşılamayan bir iddianame ve eklerine hali hazırda ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan bir ek iddianame gelecektir. Sonra ekin eki gidecektir sonsuza dek anlaşılan budur. Bunun hukuk dışı bir norm olduğunu söylüyorum. Kaldıki mahkeme yayın yasağına karşın bazı paçavralar ve bir kısım medyanın inanılmaz yaylım ateşi devam etmektedir. Bu yasak acaba kimedir ? Muhtemelen yayın yasağının getirilmesinin nedeni eklerde ki resmen devlet belgeleridir. Doğru yanlış ortaya saçılan bir devletin yapı şeklidir. Buda çok rahatsız edici bir durumdur.

    Devam edeceğim ama kesin olan şudur ki bir iddianamenin yüzde doksanına yakını ipe sapa gelmez safsata ise yüzde on çok ciddi durum da arada kaynar gider yada bu bitmediğinden süreklki bir tehtit kalır . Görünen de çok ciddi bir tehtit olduğudur... Denmek istenilen ya biat et yada sürünebilirsin yok ederiz anlamında dinci faşist bir baskıdır.

  9. #48
    mkocagul Misafir

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    Sayın SDT 23
    Alıntı yaptığınız bölümü dahi doğru dürüst okumadığınız çok açık. Hemen üstteki alıntıyı lütfen bir daha okursanız, Suça karışmış bazı insanlar olduğuna eminim yazıyorum. Sizin yazdığınız mana o cümlenin neresinde var? Kendi yazımı bari bana çarpıtarak yazmayın.Aynı Hatayı Sayın Comodore1tr den alıntı yaptığınız Aydın Doğan bölümünde de yapmıştınız. (arama motoru)

    İddianameyi sayfa sayfa tartışmak ne benim nede sizin işiniz olamaz. Ben kendi adıma amacımı da yazarak en azından iddianameyi bilgisayaraıma indirdim ve tamamını okudum. Bu uzun ve anlaşılması kolay olmayan destanı daha iyi anlamak için şimdi not aldığım ve incelemeye değer bulduğum bölümleri ekleri ile yeniden okuyor ve tartıyorum. Bunu yapmamdaki tek amacım sadece kendi kanaatim içindir. Ne başkasını etkilemek ne başkasına anlatmak için bu işi yapmıyorum. Kendi vicdani kanaatim için bu konuya vakıf olmak istiyorum.

    Yargıçlar gerekeni zaten yapıyor.
    Sadece örnek olması amacı ile bu sayfalarda 57,58,59,60,61. sayfaları yazdım. Bu yazdığım bölüm ise "Devletin yeniden yapılanması üzerine başlıklar."(1999) isimli belgeyi anlatır. Önemi ise bu belgenin Ergenekon un kuruluş ve amaçlarını kanıtladığını anlatmasıdır. Bu belge üç kişide bulunduğu için örgüt bağlantısı denmektedir. Bir örgütün En önemli kuruluş belgesi beni tatmin etmedi. Tartışmak değil sadece örneklemek amacı ile yazdım.
    Hepsi bu. Aramızdaki asıl fark ise burada siz hükmü çoktan vermişsiniz bile, ben ise sadece sorguluyor ve kendi vicdan ve aklım ile karar vermeye çabalıyorum.

    Kalbur üstü ve hangi görüşte olursa olsun adı hukukçu olan pekçok insan bu iddianamede hayal kırıklığı yaşadı bu açık.
    İddianame işin özeti olmalıdır. Benim anlatmak istediğim şeyler sadece bunlar.

  10. #49
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    İddianame yi çok ciddi bulanlar için her ne kadar kişisel olarak konuşmuyorsamda sadece bir iki net olayı anımsatmak bazından yazayım. Sonra genel değerlendirmeye devam ederim. Ama gen şunu belirteyim BU İDDİANAME BİZZAT SAVCI TARAFINDAN SULANDIRILMIŞ VE SONUÇSUZ KALMASI İÇİN HER ŞEY YAPILMIŞTIR. ZIRT PIRT ORTAYA ÇIKAN KONUŞMALAR BUNUN DELİLİDİR. RTE NİN KONUŞMASI GÜNDEMİ EN AZ BİR AY KİTLEYECEKTİR.

    İddianameye göre en suçlu olanlar (şimdilik ) Em.Tuğgeneral Veli Küçük ve Doğu Perinçek... İkiside bir birinden karışık kişiler gibi lanse ediliyor. Küçük asker kökenli olması nedeniyle iyice girift oluyor ama Perinçek biraz daha açık. Bakalım...

    İddianameden...

    İstanbul’da Abdullah Öcalan’ın “Teslim olmak istiyorum” mesajını General Veli Küçük’e iletmiş
    İstanbul’da Veli Küçük ile görüşmüş
    İstanbul’da Tuncay Güney, Apo’nun Avukatı Doğan Erbaş ve Adnan Akfırat ile Apo’nun teslim şartları konusunda üç ayrı görüşme yapmış
    İstanbul’da sık sık Tuncay Güney’i aramış
    İstanbul’da Tuncay Güney’i Apo’nun avukatları ile görüşün diye sıkıştırmış

    Peki gene iddianameye göre bunları hangi sırayla gerçekleştirmiş. Gene iddianameye göre
    “Apo, Suriye’yi terk ettikten sonra ;Apo, İtalya’dayken ;Apo, dünyanın üzerinde turlarken ;Apo Kenya’da iken”

    Yani resmi kayıtlara göre APO'nun Suriye’den çıkarıldığı 10 Ekim 1998’den Kenya’dan Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat 1999 arasındaki dönemdir söz konusu olan.

    Başka bir deyişle hukuki olarak Perinçek çok ciddi bulunan iddianamedeki atılı suçları 10 Ekim 98 den sonra ile 15 Şubat 1999 dan önce ki süreçte işlemiş olması gerekmekterdir.

    Buraya kadar itiraz var mı? Olamaz zaten iddianame böyle diyor !!

    Ama iddianame bir şeyi unutuyor Doğu Perinçek bir insan !! Yaşamı resmi yada gayri resmi takip edilebilir. Bu suçları işlemiş olamaz!! Neden resmi belgeler böyle diyor da ondan ....

    Doğu Perinçek, 24 Eylül 1998 günü Ankara’da gözaltına alındı. Bir hafta Ankara Emniyeti’nde gözaltında tutulduktan sonra 30 Eylül 1998 günü Haymana Cezaevi’ne kondu ve 9 Temmuz 1999’a kadar Haymana Cezaevi’ndeydi.


    Çok iddalı ve inandırıcı olan iddianame keşke insanların yaşam sürecinede baksaydı....

    Halan daha bakışları gözümün önünden gitmeyen OKKIR ın suçlamasıda apayrı zaten... Ama ONA SAYGIMDAN YAZMIYORUM...

    Hadi genel değerlendirmeye devam etmeden bir örnek daha vereyim çok ciddi iddianameden doğu Perinçekle ilgili...

  11. #50
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: İddianamenin Ardından

    Bugünkü gazeteleri okuyunca Doğu Perinçek'i yazamayacağımı anladım. Yaklaşık bir saate kadar aklıma geldikçe güldüm durdum. Yazık dedim yazık bu ülkeye de insancıklarımıza da herkese....

    Haber neydi ? Şudur haber

    Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün evinde elde edilen örgüt dökümanları içerisinde “Arenadaki Sanat Gladio Sanatçıları” isimli dokümanın “İstihbarat Örgütlerinin Fuhuş ve Eğlence Sektörü Bağlantıları” başlığı altında Nükhet Duru, Nuri Sesigüzel, İbrahim Tatlıses, Sibel Can, Gülben Ergen, Sezen Aksu, Emel Sayın, Ayman Artun, Lüks Nermin, Terzi Mualla, Kenan Kalav, Turgut Demirağ, Leyla Sayar, Rüçhan Çamay gibi birçok kişinin özel hayatları, etnik kimlikleri ve ideolojik düşünceleri ile ilgili fişleme yapıldığı görülüyor.

    Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinde “İçinde MİT geçen belgeler” klasöründe dava ile alakası olmayan sayısız belge de yer aldı. Sanıkların evlerine yapılan baskınlarda her türlü doküman hiçbir elemeden geçirilmeden toplanınca, davayla alakası olmayan belgeler de klasörlerde yer aldı. Sempatik tavırlarıyla bilinen sanatçılar belgelerde azılı işkenceciler arasında gösteriliyor.

    “41 trilyon dolar aldılar, Rus hükümeti ile işbirliği yaptılar”
    404 nolu klasörde yer alan belge, “İnsanlık tarihinin en büyük vahşetini 7,5 yıldan bu yana aldıkları 41 trilyon dolar karşılığı tamamen suçsuz bir insana karşı Türk hükümeti ve MİT müsteşarı adına uygulayan ve uygulatan ve Rus hükümeti ile işbirliği yapanların listesi ve aldıkları vahşet ücretleri” başlığını taşıyor.
    Belgede sanatçısından işadamına, sporcusundan politikacısına ve avukatına kadar yüzlerce kişinin adı yer alıyor. Ölüm işkencesine ve vahşetine katılan MİT’çi sanatçılar listesinde göze ilk çarpan isim ise yılan dansıyla tanınan Fatih Ürek.

    Hülya Avşar, Müjde Ar, Sibel Can, Yıldız Tilbe, Emel Sayın...
    Avukat-yazar Gürkan Tanyeli imzasıyla delil klasörüne giren listede isimlerin yanında aldıkları vahşet ücretleri de yer alıyor. Avukatlar ve MİT görevlileriyle başlayan liste ilerledikçe ortaya atılan isimler de komikleşmeye başlıyor.
    Azılı işkenceciler listesinde birçok ismin yanı sıra Kadir İnanır, Lale Mansur, Hüner Coşkuner, Yeşim Salkım, Zuhal Olcay, Sibel Can, Hülya Avşar, Müjde Ar, Hande Ataizi, Emel Sayın, Ferhan Şensoy, Yıldız Tilbe, Ayşen Gruda, Tarık Tarcan, Göksel Arsoy gibi sanatçılar da bulunuyor.
    Listenin devam eden kısmında bir başka başlık ise “Azılının azılısının azılısı işkenceliler”. Futbolcu Oğuz Çetin, Fikri Sağlar, Halis Toprak, Fatma Girik, İlhan Cavcav, Özer Çiller ve merhum Osman Yağmurdereli de listede yer alan isimler arasında.

    Listede 1343 isim yer alıyor
    Kenan Evren, Çevik Bir, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Mesut Yılmaz gibi isimlerin bulunduğu listede bazı isimlerin yanına kaç diş kırdıkları da not edilmiş.
    Ölüm işkencesine ve vahşetine katılan MİT’çi sanatçılar listesinde Şener Şen gibi bir komedi üstadı da bulunuyor. Siyaset, politika, spor, iş dünyası ve akademisyenlerin olduğu listede 1343 isim yer alıyor.

    Erdoğan’a 20 milyar dolar, Baykal’a 100 milyon dolar
    Listede göze çarpan ilginç isimler ve aldıkları ileri sürülen ücretler şöyle:

    Yekta Güngör Özden 30 katrilyon, Şenkal Atasagun 2 kentrilyon lira, Emre Taner 20 kentrilyon lira, Sönmez Köksal 100 milyon dolar, Tayyip Erdoğan 20 milyar dolar, Abdullah Gül 20 milyar dolar, Mesut Yılmaz 100 milyon dolar, Bülent Ecevit 100 milyon dolar, Deniz Baykal 100 milyon dolar, Rus erkek işkenceci Aleksandr Kalaşnikof 10 kentrilyon lira, Mehmet Ali Şahin 100 katrilyon lira, Abdüllatif Şener 100 katrilyon lira.

    “Ben ne anlarım kırbaçtan?”
    Fatih Ürek
    Bana yönelik iddiaları öğrendiğimde evdeydim ve çok gülesim geldi. İki gün şaşırdım ne oluyor diye? İddialı bir şekilde nasıl işkence yapıyormuşuz? Ben de merak ediyorum.
    Benimle birlikte birçok sanatçının adı geçiyor. Bu rezillikten başka bir şey değil. Sanatçı arkadaşlarla toplu bir hareket yapılırsa ben de katılırım. Bunlar hayal mahsulü şeyler. Buna devlet büyükleri bile çok gülüyordur.
    Ergenekon olayının daha ne olduğunu anlamış değilim. Anlamak da istemiyorum. Çünkü ne diyeceğimi de bilemiyorum. Kısaca saçma sapan bir şey.
    Ergenekon’da ismi geçenlerin hiçbirini tanımıyorum. Benim ne işim olur öyle şeylerle? Sahneme çıkar, insanları eğlendiririm. Ne anlarım kırbaçtan...


    “Benim gibi işkenceden nefret eden bir insana bunu yakıştırmaları çok ayıp”
    Ayşen Gruda
    Benim böyle bir olaydan haberim bile yok. Adımın iddianamede geçtiğini şu an sizden duyuyorum. Benim Ergenekon’la ne ilişkim olabilir ki? Ben mi işkenceciymişim? Ben mi? İşkenceci mi? Bu bir şaka herhalde. Türkiye’nin çok sevdiği bir komedyen nasıl bir işkenceci olabilir? Bu olacak şey değil. Sizce ben kime işkence etmiş olabilirim? İşkenceden nefret eden, özgürlükten yana olan bir insana bunu nasıl yakıştırabilirler? Ayıptır, ayıp. Artık “suyu” çıktı diyelim ve kapatalım bu konuyu.
    Ergenekon’la ilgili genel olarak fikrim olamıyor. Kafam çok karışık, anlayamıyorum. Buralara kadar gelen bir şeyle ilgili bir fikir olabilir mi? Ne fikrim olabilir? Bu kadar suyu çıkan bir şeyi ciddiye bile almıyorum. Dinlemiyorum bile artık. Çok ayıp.

    “Deli saçması bir şey”
    Kadir İnanır
    Cumhuriyet gazetesinde çıkan haberde duydum ve avukatım aracılığıyla tekzip yolladık. Deli saçması bir şey... Herkese bok atıyorlar. Önüne gelene çamur atıyorlar ve deli saçması bir şey olduğu için hiç ciddiye almıyorum.
    Üstüne gidilecek resmi bir şey yok ortada. Ben de birine bir çamur atayım, başka bir gazetede çıksın bu da böyle bir şey. Yineliyorum, deli saçması bir şey...


    “Benim ismim geçmiyor”
    Hande Ataizi
    Hiç öyle bir şey hakında yorum yapmak istemiyorum. Ergenekon davasında benim ismim falan geçmiyor. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Herhalde dalga geçiyorsunuz benim hiç alakam yok.
    Saçma sapan bir şey, konuşmak istemiyorum. İyice araştırmanızı yapın ondan sonra arayın.


    “Ergenekon’da bir benim adım eksikti”
    İlhan Cavcav
    Ergenekon olayında bir benim adım eksikti. Ben de karıştım iyi oldu. Şu an benim adımın geçtiğini ilk defa sizden duyuyorum. İşkenceci olarak adım gösteriliyormuş hem de.
    Ben 58 yıldır ticaretle uğraşan, namusuyla, şerefiyle çalışan, devletin hiçbir kademesiyle iş yapmayan, değirmen sanayiiyle uğraşan Türkiye’nin en önemli işadamlarından biriyim, benim Ergenekon’la falan hiçbir ilgim yok, olamaz da.
    Her vatandaş gibi ben de Ergenekon olaylarının bir an önce sonuçlanmasını merakla bekliyorum.

    “Ergenekon’la işim olmaz”
    Nuri Sesigüzel
    İsmimin geçtiğini gazetede okudum. Ergenekon’la hiçbir şekilde işim olmaz. Memleketini seven vergisini ödeyen, sözüne sadık birisiyim.
    Devletle ilgili yıkıcı ve zarar verici bir şekilde hiç kimseyle tartışmadım, konuşmadım. Bunlar hayal ürünü şeyler... Devletle ilgili bir tek kötü bir telefon kaydımı bulsunlar her türlü cezaya razıyım.
    Bütün bu olayların ortaya çıkmasında fayda var. Yapanın yanında kalmaması lazım.


    “Adımın geçmesine hiçbir anlam veremiyorum”
    Lale Mansur
    Geçenlerde bir gazeteci arayıp “Ergenekon’a adınız karışmış” dedi ve bu şekilde duydum. Yurtdışındaydım. Benim dışımda Şener Şen, Zuhal Olcay, Fatih Ürek gibi isimler de varmış. Buna hiçbir anlam veremedim. Üstelik bir işkenceci olarak adımız geçiyormuş.
    Düşünce suçuyla ilgili DGM’ye gitmiştim bir kere, düşünce suçu konusunda aktiftim, acaba bundan dolayı mı diye düşündüm ilk başta ama bu da işkenceye girmez ki.
    Genel olarak Ergenekon olayı sayesinde aslında ülkede büyük adımlar atıldığını düşünüyorum. Yıllardır Veli Küçük adını duyuyoruz ve ilk kez birtakım tutuklanmalar oluyor. İlk kez bir general içeride ve yargılanıyor. Dokunulmazlığı olanlara dokunulmaya başlandı, bu açıdan bakarsak bence bu büyük bir adım Türkiye’de.
    Ergenekon çok köklü, çok eskiden kalma, insanların tamamen kendi çıkarları için çalıştığı, bayrak, milliyetçilik diyerek birtakım duyguları da sömürerek bazı işlerin yapıldığı bir yapılanma. Umarım bu işin derinine giderler, umarım bu iş böyle yüzeyde kalmaz.

+ Konuyu Yanıtla
5 / 7 Sayfa İlkİlk 1234567 SonSon

Bu sayfada bulunan kavramlar:

Benzer Konular :

  1. [Ceza davaları] İddianamenin Değerlendirilmesi Sonrası Açılış
    CEZA DAVA DOSYASI Bundan 1-1,5 yıl önce kadar bir oyun hesabı sattım. Aradı hesabının çalındığını söyledi, geri istedi. Almadığımı söyledim....
    Yazan: lolokokoza Forum: Ceza Hukuku
    Yanıt: 2
    Son İleti: 21-10-2021, 21:49:33
  2. "İddianamenin Değerlendirilmesi Sonrası Açılış" hakkında
    Öncelikle herkese iyi günler diliyorum. Müşteki olarak katılacağım bir dava söz konusu. İlk defa mahkeme karşısına çıkacağım. Bu adımda neler yapmam...
    Yazan: s55s55s Forum: Ceza Muhakemesi Hukuku
    Yanıt: 5
    Son İleti: 05-03-2020, 16:01:21
  3. İddianamenin İadesine CBS'nin İtirazının Üst Mahkemece Kabulü Üzerine Açılış nedemek
    2 ay önce savcılıktan çağrıldım ifade verdim.benim ip üzerinden online bir oyuna girerek. başka birinin hesap bilgilerini almışlar. ben herhangi bir...
    Yazan: ay_bulut Forum: Bilişim Hukuku
    Yanıt: 8
    Son İleti: 16-11-2013, 18:01:28
  4. İddianamenin Değerlendirilmesi Sonrası Açılış Nedir?
    Hakkımda yürütülen bir ceza soruşturması neticesinde bugün e-devlet üzerinden sorguladığımda "Dosya Durumu" kısmında "İddianamenin Değerlendirilmesi...
    Yazan: Abalı Zeybek Forum: Ceza Hukuku
    Yanıt: 2
    Son İleti: 24-12-2011, 12:08:45
  5. İddianamenin düzeltilmesini istemek
    Arkadaşlar, şirketimiz bünyesinde çalışan bilgi işlem görevlimiz, şirkete ait kredi kartlarının birer kopyalarını hazırlamış. Bu kartlar ile araba...
    Yazan: moda24 Forum: Ceza Hukuku
    Yanıt: 6
    Son İleti: 25-01-2010, 09:46:58

Yetkileriniz

  • Yeni konu açma yetkiniz yok
  • Konuya cevap verme yetkiniz yok
  • Dosya ekleme yetkisi yok
  • İleti düzenleme yetkisi yok
  •  


2022 tarihli Hukuk Blog |  Arabulucu |  Hukuk Kitapları |  Alman Hukuku |  Özel Güvenlik AŞ. |  İş İlanları |  Ankahukuk |  Psikolog |  Site Ekleme |  Sihirli Kadın |  Sağlık |  Satılık Düşecek Domainler |  Bayefendi |  Afternic Alanadı satış (Domain alımı) | 

™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨‍💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.