Toplumların Eğitim ve Kültür Seviyesinin Demokrasiye etkisi Sosyal Sözleşme
"Bilindiği gibi modern tolumbilimler, insanın toplum hayatının anlaşılabilir ve açıklanabilir olduğu, dolayısıyla da planlabilir ve öngörülebilir olduğu anlaşışı yaygınlaştığı ve egemen duruma geçtiği ölçüde, 19. yüzyılın ilk yarısında Batı Avrupa toplumlarına damgasını vuran sanayi ve ticaret faaliyetlerinin, köy ve kasabanın yerine büyük kentleri, küçük üretimin yerine büyük kütle üretimini, küçük atelyelerin yerine de büyük ve bürokratik örgütlenmelerin geçirmesinin bir ürünü olmuştur. Bu yeni ortam içinde çok sayıda insanlar, ortak ve benzer sorunlar karşısında olduklarını, toplumsal hayatın ve kendilerinin bu toplumsal hayat içindeki yerlerinin bir ilahi takdir sonucu olmadığını, tam tersine anlaşılabilir, açıklanabilir, dolayısıyla da bilinçli insan müdahalesi ile düzenlenebilir etkenlerin sonucu olduğunu kavramaya başlamışlardır. Bu geniş kütleler ihtiyaç duydukları toplumsal güvenlik ve refah tedbirlerinin alınmasına ve bu tedbirlerin üzerine dayanacağı toplumbilimsel araştırma ve incelemelerin yapılmasına, gittikçe artan ölçüde güçlü bir destek olmuşlar , toplumu anlayıp açıklamaya çalışan bilimsel inceleme ve araştırmalara muhtaç oldukları güvenceyi sağlamaya başlamışlardır.
Denilebilir ki toplumsal hayatın anlaşılması ve açıklanmasında, öngörülüp düzenlenmesinde çıkarı olan geniş toplum çevreleri güçlendiği ve bu yoldaki bilimsel çalışmaları destekleyen bir kamuoyu oluşturduğu ölçüde toplumbilimler gelişmiş ve ilerlemiştir.
Bu destek ve güvence ortamı olmasaydı, toplum hayatının anlaşılabilir ve bilgili olarak düzenlebilir olduğu anlayışının sahipleri, büyük bir etkinlik gösteremezlerdi.
Batı avrupa toplumlarındaki bu bilimsel çalışmalar toplumu anlaşılır kıldıkça, kütleler toplumun yönetimine etkili bir biçimde takılmanın imkan ve yollarını öğrenmeye başlamış ve böylece demokratik bir siyasal kültür oluşup yaygınlaşma yoluna girmiştir.
Demokratik siyasal ortam, bu düzenin kurumlarını, değerlerini, ilkelerini, özellikle meşruluk ölçüleri ve otorite sembollerini aydınlığa çıkaran bu bilimsel çalışmaların sonuçları geniş kütlelerce öğrenilip benimsendiği ölçüde güçlenmiştir.
Bu nedenle yeni kuşakların siyasal öğretiminde, resmi öğretim kurumlarındaki toplumbilimler öğretimi çok önemli bir yer tutagelmiştir.
Bilindiği gibi bir toplumda yeni kuşakları toplum kültürüne ve bu arada siyasal kültüre hazırlayan kurumların yalnız resmi öğretim kurumları değildir. Ailenin, kitle haberleşme araçlarının, siyasal partilerin ve daha bir çok örgütlerin bu alanda oynadıkları rol büyüktür. Nedenleri şunlardır"
Cevap: Toplumların Eğitim ve Kültür Seviyesinin Demokrasiye etkisi Sosyal Sözleşme
Forumun konusundan anlaşılacağı üzere toplumlardaki kültür ve eğitim seviyesinin demokrasiye etkisi üzerinde aklı başında bir tartışma başlatmak istiyorum.
Söz konusu tartışmanın da seviyesini belirlemek üzere yukarıda iletide bahsettiğim makaleden ve başkaca örnekler toplum ve politika bilimi üzerinde basılı eserlerden alıntılar ekleyeceğim.
Cevap: Toplumların Eğitim ve Kültür Seviyesinin Demokrasiye etkisi Sosyal Sözleşme
"A) Resmi eğitim bilinçli olarak örgütlenmesi ve eşgüdümlü bir biçimde yürütülmesi bakımından öbür toplumsal kurumlardan ayrılı ve topluma hazırlayıcı kurumarın en etkinidir.
B) Siyasi partiler üyelerini birer bağımsız düşünceli yurttaş olarak değil birer bağımlı taraftar olarak yetiştirme eğilimi gösterirler. Çünkü parti örgütleri hiyerarşik ve donmuş bir yapı halinde gelişmektedirler. Bundan başka siyasal partilerin verecekleri siyasal eğitimin tarafsız olmayacağı açıktır bu bakımdan öğretim kurumlarının yaptıkları siyasal eğitimin yerini tutamaz
C) Basın ve öbür kitle haberleşme araçlarının yaptıkları siyasal eğitimin de başka gelen özelliği örgütlenmemiş belirsiz ve taraflı olmasıdır.
D) Resmi eğitim kurumları ise toplumun bireylerini, hayatlarının etkilenmeye en uygun olan döneminde, yani çocukluk döneminde eğitilmektedirler. Modern sanayi toplumlarında ail ekurumunun çocuk üzerindeki etkisinin sürekli olarak azalmasına karşılık, okullarda geçirilen yıl sayısı durmadan arttığı göz önüne bulundurulursa resmi eğitim kurumlarının önemi daha iyi belirlenmiş olur."
Cevap: Toplumların Eğitim ve Kültür Seviyesinin Demokrasiye etkisi Sosyal Sözleşme
Bilindiği üzere Anayasa Hukukunun, siyaset biliminin gelişiminde önemli etkileri olan özellikle de Türk Anayasalarını da önemli ölçüde etkilemiş olan
Rousseau görüşlerini zamanında bir hayli münakaşalara yol açan, hatta bazen de kendisinin cezai takibine sebep olan eserleri ile ortaya koymuştur.
Rousseau'nun 1750 yılında Dijon Akademisinin, "Bilim ve sanatta ilerleme insanları olumlu yönde etkilemiş midir?" konulu yarışmasına katılıp, "Bilim ve san'atlar üzerine söylev" çalışması ile bilim ve sanattaki ilerlemenin insanları bozduğunu savunmuştur. 1755'te yine Dijon Akademisinin açtığı bir yarışmaya "İnsanlar arasında eşitsizliğin kökü" adlı eseri ile katılmıştır. 1761'de "Emile" ve "Nouvelle Heloise" adlı eserlerini veren Rousseau, 1762'de Amsterdam'da "Contrat Social" adlı ünlü eserini yazmıştır. Rousseau'yu ölmezler arasında bir isim sahibi yapan da "Dünyayı altüst eden" bu eseridir. Bu eserinde Devletin meydana gelmesini sağlayan "sosyal sözleşmeyi" ve inkılaptan sonra kurulmasını hayal ettiği demokratik siyasi mekanizmayı ortaya koyar. Eserin Fransa'ya girmesi yasaklanmış ve "Emile" (hayalindeki demokratik siyasi hayata vatandaşların hazırlanması için bir eğitim planı verir) ve "Contrat Social" eserleri gerek Fransa'da, gerek İsviçre'de mahkum edilerek yakılmıştır.
Cevap: Toplumların Eğitim ve Kültür Seviyesinin Demokrasiye etkisi Sosyal Sözleşme
"Rousseau’nun “egemenlik devredilemez” ilkesiyle çelişkili bu düşüncelerini, Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Devrimi’nde uygulamasını görüyoruz. Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesinden, devrim boyunca yapılan reformlara kadar her aşamada aydın bir zümre, halka yol göstericilik yapmıştır. Mustafa Kemal, savaştan bıkmış, fakir ve zor durumdaki Türk halkını “ikaz edip harekete geçirmenin” gerekliliğine inanmıştı. Onun, “Fertler düşünür olmadıkça kitleler istenilen istikametlere sevk olunabilirler... Şüphe yok ki her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukarıdan aşağıya olması zarureti vardır” l3 sözleri devrimin ancak halka empoze edilerek yapılabileceği inancının ifadesidir. “Ona göre, toplumun bilgi ve eğitim düzeyi (maşeri fikri) belli bir düzeye yükseldiği vakit “hâkimiyet bilâkaydüşart millete” ait olacaktır. l4 Mustafa Kemal, bu nedenle de, reformlar boyunca devrimin seçkinlerinin görevinin toplumu yönlendirmek, aydınlatmak ve onun çağdaşlaşma yolunda ilerlemesini sağlamak olduğuna inanmıştır. O, halkın çeşitli kesimlerinden gelen istemlere hizmet etmeyi değil halkın ortak çıkarına ulaşmayı hedeflemişti. Peki, bu ortak çıkar neydi? Yukarıdan dayatmacı reformların esas amacı Aydınlanma çağının hedefi olan “aklın egemenliğini kurmaktı.” Bu hedefe de ancak, Mustafa Kemal’in “hayatta en hakiki yol gösterici” olarak tanımladığı bilimle ulaşılabilirdi. İşte, halkın ortak çıkarını çağdaşlaşma olarak değerlendiren Mustafa Kemal ekonomik çöküntü içinde olan, Ortaçağ kurumlarına (saltanat, hilafet) körü körüne bağlı ve eğitim düzeyi oldukça düşük (genel nüfusun sadece %1’i yüksek öğrenim yapmıştı) Türk milletinin bu hedefe yukarıdan bir dayatma olmadığı sürece ulaşamayacağını biliyordu. Türk Devrimi boyunca “Egemenlik Devredilemez” ilkesinin ihlâl edildiği ve bu sınırsız gücün bir grubun hatta Tek Adamın elinde toplandığı değerlendirmesi doğrudur, fakat unutulmamalıdır ki devrimin reformları - dil devriminden hukukî reformlara, eğitimin birleştirilmesinden halkevlerine kadar - çağdaş ve özgür bireyi yaratıp, onun hür iradesiyle millî egemenliğe sahip çıkmasını hedeflemiştir. Mustafa Kemal’in bu otoriter yönetiminin nihaî hedefi, devrimi takip edecek evrimde yeni kuşakların “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” sözünü uygulayacak sosyal, kültürel ve ekonomik düzeye ulaşmalarıydı"
(Mustafa Kemal Atatürk ve J. J. Rousseau'nun Düşüncelerinin Karşılaştırılması
Uzman Burak Erdenir
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 40, Cilt: XIV, Mart 1998)
Cevap: Toplumların Eğitim ve Kültür Seviyesinin Demokrasiye etkisi Sosyal Sözleşme
"12 Eylül Pazar günü saat 18.42’de, CNN-Türk ekranlarından yaptığı sandık çıkış anketiyle Türkiye’ye referandum sonucunu “Katılım % 77.5 ? Evet % 57.8 ? Hayır % 42.2” şeklinde duyuran A&G Araştırma Şirketi’nin Başkanı Adil Gür, Hürriyet için, aynı seçmenlere sandıkta oyunu verdikten sonra sordu: Niçin ‘EVET’ dediniz, niçin ‘HAYIR’ dediniz?
Seviye arttıkça hayır yükseliyor
Yukarıdakİ eğitim seviyesi tablosuna göre, 12 Eylül referandumunda oy veren seçmenin eğitim seviyesi arttıkça ‘hayır’ oyları yükselmektedir. İlkokul mezunlarında yüzde 71’e yakın olan evetler, ortaokul ve liselerde düşme eğilimine girip üniversite mezunlarında yüzde 38’in altına inmektedir"
Sömürünün algılanması engelleniyor
Suzan Aykaç Çeşitli alanlardan bir grup aydınla birlikte ‘Emperyalist Kültür Kuşatmasına Karşıyız’ bildirgesini hazırlayan Prof. Dr. İzzettin Önder, kültür emperyalizminin üniversitelerdeki etkisini aktarırken en önemli etkisinin bilimleri, özellikle de sosyal bilimleri, tekdüze bir dokuya dönüştürerek, toplumlar özelindeki farklılıkların ve sorunların algılanmasını önlemek olduğunu ifade etti. Önder, üniversitelerin tarihin hiçbir döneminde bağımsız olmadığını da aktardı. Prof Dr. İzzettin Önder ile, kültürel emperyalizme karşı üniversiterde yapılabilecek mücadeleler ve başlattıkları mücadelelerin diğer alanlarda devam eden antiemperyalist mücadeleler ile bağlarını konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde, bir grup aydınla birlikte ‘Emperyalist Kültür Kuşatmasına Karşıyız’ başlığıyla bir bildiri yayınlayarak topladığınız imzalarları kamuoyuna duyurdunuz. Böyle bir müdahaleye neden gerek duyuldu?
Emperyalist kültür kuşatması; kültürler arasında yaşanan etkileşim ve yakınlaşmadan çok farklı, kültür zenginliklerini ortadan kaldıran ve günümüzde giderek yükselen bir eğilim halinde gelişen tehlikeli bir doku deformasyonu olarak görülebilir. Bu yayılım zengin kapitalist merkezlerden çevre dokulara doğru gelişmekte ve ekonomik emperyalizmin alt dokusu işlevini yüklenmektedir. Bu nedenle, mesele bir kültür etkileşimi olarak değil, emperyalist emeller uğruna merkez kültürlerin çevre kültürleri eritmesi biçiminde görülmeli ve ele alınmalıdır. Bu yönü ile kültür emperyalizminin nihai amacı; ekonomik sömürü mekanizmasının çevreye sızmasını ve böylece işlemesini kolaştırmaktır. Çevre insanlarının zevkleri, tüketim kalıpları, tercih doğrultuları gibi davranışsal özellikleri etkilenerek ve denetlenerek, merkez kapitalizmin sömürü mekanizmasının işleyişi kolaylaştırmaktadır. Kültür emperyalizmi ile, çevre halkının kültürü ve bilinci paralize edilerek, ekonomik kararlarda merkeze teslim olması amaçlanmaktadır. İnsanları kültürsüzleştirme, kişiliksizleştirme ve böcekleştirme sömürücü kapitalizmin temel amacıdır. Bu amaca hizmet edebilmek için, demokratik bir görüntü altında “bireyselcilik” söylemi ile önce bireysel fiziksel olarak atomize edilerek parçalanmakta, ikinci aşamada ise, yapıbozuculuk ya da post-modernizm yöntemi ile fikir karmaşasına atılmaktadır. Bireyselleştirilen ve atomize hale getirilen bireyin zihinsel algılama mekanizmasının parçalanması kolaylaşmaktadır. Böyle bir süreç ve etkileşim nedeni ile, günümüzde hakim ekonominin etkisi ile merkezden çevreye doğru yayılan kültür (ya da kültürsüzleştirme) yayılışının kapitalist sömürünün bir alt mekanizması olarak görülmesi gerekmektedir. Emperyalist etkileşime ve sömürüye karşı çıkmanın ilk amacı ve aracı kültür emperyalizmine karşı çıkmaktır. Çünkü bu süreç, çevreyi kültürsüzleştirme, kişiliksizleştirme, atomize etme ve merkezin fikirsel ve davranışsal baskısı altına alma çabasından başka bir şey değildir.
Emperyalist kültür kuşatmasının bilimsel alandaki görünümleri nelerdir? Üniversiteler, bu saldırılar karşısında ne durumda?
Kültür emperyalizminin bilimsel alandaki yansımasının birinci aşaması, bilimleri, özellikle de sosyal bilimleri, tekdüze bir dokuya dönüştürerek, toplumlar özelindeki farklılıkların ve sorunların algılanmasını önlemektir. Bu yöntemle, bilimsel yaklaşımlar ve araçlar çevre dokulara yabancılaştırılmakta ve çevrenin merkezden kendisine doğru yayılan sömürünün algılanması engellenmektedir. Kültür emperyalizminin bilimler alanına yansımasının ikinci aşamasında ise, bilimlerin merkezden ve sermaye tarafından denetlenmesi yolu ile, merkezin sorunları algılayış ve kendine göre geliştirdiği çözüm önerilerinin çevre dokularına yayılması ve bunun kabul ettirilmesi yoluyla çevrenin merkez tarafından gerçekleştirilen sömürüye karşı çıkışının önlenmesidir.
Bu kuşatmaya karşı, sizin alanınızda neler yapılabilir? Bilim insanları emperyalist kültür kuşatmasına karşı neler yapmayı planlıyor? Bilimin özgürce gelişmesinin koşulları nelerdir?
Bilim alanındaki kuşatmaya karşı ilk savaş bilim kurumlarının ticarileşmesine ve bilimin metalaştırılmasına karşı çıkmaktır. Sermayeden bağımsız, ülke ve yöre sorunlarını merkeze koyan bilimsel inceleme ve araştırma geleneğinin oluşturulması çabaları bu alandaki mücadele çizgisinin anahatlarını belirler. Böyle bir mücadelede gerçekçi bir çizgi izlenmelidir. Bilim ve temel bilim üretim merkezleri olarak bilinen kurumlar tarihin hiçbir döneminde tam anlamı ile bağımsız olamamıştır. Ortaçağın karanlığında dinsel taassubun altında kalan bilim alanı, aydınlanma hareketi ile de özgürlüğüne kavuşmuş sayılamaz. Zira, ekonomik gücün kilise hakimiyetinden alınması ile bilim de kilise taassubundan kurtulmuştur, ancak bu kez de sermayenin taassubu altına girmiştir. Gerçi ilk dönemlerde, henüz sermaye bu denli gelişmemişken ve aralarında teknoloji savaşı başlamamışken, bilimsel faaliyetler görece özgürleştirilmiş gibi algılandı. Ancak, bu da sermayenin yararı doğrultusunda bir gelişmedir. O dönemlerde bilimsel gelişmelerin yapılması, yeni olanaklar yarattığından ve toplumsal ufukları geliştirip genişlettiğinden dolayı, sermayenin işine geliyordu. Ne zaman ki sermaye sıkıştı ve kendi arasında inanılmaz bir mücadele başladı, o zaman sermaye bilimi, hem teknoloji üretim boyutu, hem de ideoloji yayma gücü nedeni ile etki ve baskı alanı içine aldı. Günümüzde bilimin metalaştırılması ve üniversitelerin özelleştirilmesi, öğretim üyelerinin yarım gün çalışma düzenine itilmesi arası bir mücadelenin sonucudur. Tarih bilinci içinde bakacak olursak, bilimin kilise hakimiyetinden kurtarılarak özgürleştirilmesi olarak algılanan gelişme ile, günümüzde yaşanan bilimin metalaştırılması operasyonunun, bilim adı verilen ve beşeri sermaye ve ideoloji üreten ve yayan güçlü dokunun sermaye tarafından, farklı dönemlerde farklı gerekçe ve gereksinimlerle, farklı biçimde manüple edilmesinden başka bir şey olmadığını açıkça görürüz. Bu nedenle, bilimin özgürleştirilmesi mücadelesi, özünde sistem mücadelesidir. Sistemden yeterince beslenerek kendisini ve yaptığı bilimsel çalışmaları özerk ve özgür zanneden sözde bilim insanı ise, bu bağlamda büyük bir yanılgı içindedir.
Emperyalist kuşatmaya karşı çeşitli üretim alanlarından (Bergama, Aliağa çiftçi mitingleri) sesler yükseliyor. Kültür alanında başlattığınız mücadeleyi bu alanlarla ilişkilendirebilir miyiz?
Kültür ve bilim alanlarındaki antiemperyalist mücadelenin, kaçınılmaz ve gereği biçimde, diğer mücadele alanları ve kesimleri ile birleştirilmesi gerekmektedir. Bu gereklilik sadece güç ve taban kazanma amacı ile sınırlı olmayıp, aynı zamanda sermayenin tüm karşıtlarını bölüp parçalama politikasının etkisizleştirilmesi için de gereklidir. Günümüzün üretim teknolojisi bağlamında, eskiden olduğu gibi fabrikalarda, makineler karşısında kütle üretimi söz konusu olmadığından dolayı, emek ve sermaye karşıtı tüm kesimlerin yeniden tanımlanması ve bu bileşenlerin yapay bölünmesinin önlenmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle, sermayeye karşı yükseltilen tüm mücadelelerde, sermaye karşıtı bütün kesimlerin, kendi özgün ayrılıklarını koruyarak, amaç ve güç birliği yapmanın bilinci içinde hareket etmelerinin gerekliliği ortadadır.
Niğde`de yerel bir kanal, üniversite öğrencilerine referandumla ilgili sorular sordu. Verilen cevaplar utanç verici... Niğde`de yerel bir kanal, üniversite öğrencilerine referandumla ilgili sorular sordu. Üniversite öğrencilerinin, "İsmet İnönü referandumda `evet` diyeceğini açıkladığı için CHP`den ihraç edilecek. Sizce bu demokratik bir hareket mi?" sorusuna verdiği yanıtlar şaşırttı. Yerel televizyondaki programın sunucusu Yakup Sağlam, referandumla ilgili halka görüşlerini sordu.
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİ TEST ETTİ
Yapılan tüm kampanya ve programlara rağmen halkın büyük çoğunluğunun referanduma olan ilgisizliğini gözleyen Sağlam, üniversite öğrencilerini de test etmek istedi.
İSMET İNÖNÜ SORUSU
Sokağa çıkan Sağlam, 5 üniversite öğrencisine, "Mustafa Kemal Atatürk`ün silah arkadaşı İsmet İnönü, referandumda `evet` diyeceğini açıkladığı için Kemal Kılıçdaroğlu tarafından partiden ihraç edilecek. Sizce bu demokratik bir hareket mi?" sorusunu sordu.
ŞAŞIRTAN CEVAP
Aralarında Hukuk Fakültesi`nden öğrencilerin de bulunduğu 4 kişi, "İsmet İnönü`nün `evet` diyeceği için partiden ihracı yanlış, demokratik bir ülkede yaşıyoruz düşüncelerini söylemekte özgür" ve "İhraç edilmesi bana göre yanlış" dedi.
İstanbul`da Hukuk Fakültesi öğrencisi olduğunu söyleyen bir genç, "CHP ihraç ederse oy kaybeder mi?" şeklindeki soruyu ise "Sanmıyorum kaybetmez" diye yanıtladı. Diğer öğrenci ise önce tereddüt yaşadı sonra da sorunun farkına vardı.
Daha önce de ilginç sorularıyla öğrencilerin bilgilerini test eden Sağlam, "Televizyonlarda yayına katılan herkes kendi görüşünü anlatıyor ve halkı yönlendirmeye çalışıyor. Anayasa değişikliğine oy verecek gençlerin bu referanduma ne kadar ilgili olduklarını göstermek istedim. Referanduma dair fazla bilgi sahibi olmadıklarını görünce, böyle bir soru geldi aklıma. Gördük ki, durum içler acısı" dedi.
Gelişmiş Ülkelerde Okuma Alışkanlığı Bir Yaşam Biçimine Dönüşmüştür.
Sık sık batı ülkelerini ziyaret eden öğrenciler ve yetkililerin hayran kaldıkları bir olgu, bindikleri toplu taşıma araçlarında gördükleri okuyucu kitlesinin çokluğudur. Otobüs veya trene bindiğinizde bizler hariç herkesin elinde bir kitap iki durak arasını bile değerlendirmesidir. Parkta bahçede, tatilde, deniz kenarında, yemekhanede boş anda kitaplar açılıyor ve bir sayfada olsa okunuyor.
Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde halen kitapçıların önünde sepetleri ile kitap satın almak için kuyrukta bekleyen insanlara sıkça rastlamaktayız. Temmuz 2005’in başında Portekiz’de Lizbon üniversitesinde düzenlenen bir kursa eğitmen olarak bulunduğum dönemde ilgimi çeken en önemli olgu insanların her fırsatta kitap okuması olmuştu. Kursun yapıldığı mekan ile konakladığımız yer arasında hatırı sayılır nitelikte bir mesafeyi her gün bir tren, bir metro ve otobüs ile sağlamaktaydık. Tren istasyonuna girer girmez insanların işine yetişmek için acelesi yanında her köşede insanların ellerine bedava gazete tutuşturmaya çalışan kişilerin çabası hayatımda okumaya verilen önemin en büyük işareti olmuştu. Metroda yine aynı heyecan. İçimden keşke benim ülkemde de belediyeler böylesi bir etkinlik düzenleseler. Lizbon biraz da İstanbul’a benzemesi nedeniyle keşke bizde de herkese sabahları okunacak birkaç sayfalık bir gazete verilse belki bir kaç insanımız boş zamanının değerlendirir diye düşündüm. Merak ettim Portekizce bilmememe rağmen genel içerik ve hedefledikleri anlayışı öğrenmek için yerel arkadaşlara sordum. Dağıtılan 15 sayfalık tabloid türü gazete, yerel yönetimin faaliyetleri, genel haberler, sağlık, reklamlar, hava durumu vs. her şeyden önce insanların trende ve metroda bir durakta olsa otururken genel bir bilgi sahibi yapmaktır. Hep yurt dışına çıkanlarımız sık sık belediye otobüslerinde kitap okuyan insanların davranışlarını gıpta ile izlediklerini söylerler. Nedense hep söyleriz ancak kendimiz okumayız. Bu konuda biraz kötü bir örnek olduğumuzu söyleyebilirim. Sanırım biraz “mış” gibi yaşıyoruz. Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu “Mış Gibi Yaşamak” adlı kitabında dünyadaki gelişimlerin tersine bizde okumuşların olayların farkına varılabilirlik konusunda sıradan insandan daha geri olduğunu ve güven vermediğini belirtiyor.
Görüldüğü gibi, 'iddialı' bir başlık.
Ama bu iddia, birkaç yazıda ele alacağım durumun 'vahameti' ile ne yazık ki doğru orantılı!
Başlarken, 2 Şubat Pazartesi tarihli "Radikal"de, sayın İskender Aruoba'nın "200'üncü Yazı, Kitap ve Hamas" başlıklı köşe yazısından bir alıntı yapmak istiyorum; alıntı, yazarın sunduğu bir istatistiği içeriyor:
"İngiltere ve Fransa'da toplumun yüzde 21'i, Japonya'da yüzde 14'ü, Amerika'da yüzde 12'si düzenli kitap okurken, Türkiye'de on binde bir kişi kitap okuyor! Vatandaşların ihtiyaç listesinde 235'inci sırada kitap var. (Hemen belirteyim: On yıl kadar önce yapılan başka bir istatistikte, 'kültürel ihtiyaçlar'ın, Türk halkının ilk 200 kalem ihtiyacından sonra geldiği saptanmıştı; yani halkımız, bu bağlamda on yıldır çok tutarlı bir çizgi izlemekte! A.C.) Necip
Türk Milleti günde ortalama 5 saat televizyon izliyor; (O da Discovery Channel veya İz TV falan değil; dizi!) öte yandan kitap okumaya yılda 6 saat ayırıyor.
Bir Japon bir yılda ortalama 25, bir İsviçreli 10, bir Fransız 7, bir Türk ise 10 yılda ancak 1 kitap okuyor. Türkiye'de, -pembe dizi ve dini kitap dışı- okuma alışkanlığına sahip 70 bin kişi bulunuyor. 7 milyonluk Azerbaycan'da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken, 71 milyon nüfuslu Türkiye'de 2-3 bin adet basılıyor.
Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'nda kitap okuma sıralamasında Türkiye; Libya, Tanzanya, Kongo ve Ermenistan gibi ülkelerin arkasında, 86. sırada yer alıyor..."
Şimdi bu korkunç istatistik karşısında, ilk tepki olarak şöyle diyebilirsiniz:
"Hadi canım! Bu rakamlar aslında belki de kasıtlı! Doğru olamaz yani!" Ama o zaman ben de şöyle derim: Peki, isterseniz bir gün, birkaç gün, hatta birkaç hafta boyunca içinde yaşadığınız topluma ve o toplumun insanlarına biraz 'eleştirel' bakın! Bu toplumun, okuyan, dolayısıyla da sürekli bilgilenen ve düşünen toplumlarla herhangi bir benzerliği var mı sizce?
En önemli sorunlar söz konusu olduğunda bile kendini düşüncenin rehberliğine değil, tepkisel dürtülerin sürükleyiciliğine bırakan, siyahın ve beyazın dışında renk ve ton tanımayan, en şiddetli tepkilerini düşünmesine engel olanlara karşı değil, fakat kökleşmiş ezberlerini bozmak isteyenlere karşı sergileyen bir toplumun okumayla nasıl bir ilintisi olabilir?
Sayın İskender Aruoba'nın verdiği rakamları başka bir açıdan da yorumlayabiliriz.
Örneğin, bir kişinin ortalama 10 yılda ancak 1 kitap okuduğu saptamasına ek olarak, 10 yılda 1 kez yıkanan birine nasıl 'temiz' diyemez isek, 10 yılda 1 kitap okuyan insanlardan oluşma bir topluma da 'okuyan toplum' diyemeyeceğimizi söyleyebiliriz!
Bu sayılar, neresinden bakarsanız bakın korkunçtur, ve böyle bir durum karşısında, her şeyden önce bu sayılar değişmediği sürece, ülkemizde hiçbir olumsuzluğun ortadan kaldırılamayacağını söylemek, temelsiz bir kehanet sayılmamalıdır!
Türk toplumunda cehaletin yükselişinin nedenlerini birkaç yazıda ele alacağım.
Bu ilk yazının sonunda, bir noktayı -kim bilir kaçıncı kez!- tekrar vurgulamak istiyorum. Bugüne kadar bana, ne zaman Köy Enstitüleri'nin kapatılışından yakınsam:
"Sen de bu toplumdaki bütün olumsuzlukların kaynağını hep o olayda arıyorsun!" diyenleri, bir defa daha düşünmeye davet ediyorum. Çünkü Köy Enstitüleri, tam da toplumumuzu böyle sayılardan korumak için kurulmuş ocaklardı, ve Mustafa Kemal Atatürk'ün toplumuna gösterdiği "çağdaş uygarlık düzeyine erişme" hedefinden anladığı da, hiç kuşkusuz böyle sayılar değildi!
Türk Toplumunda Cehaletin Yükselişi (2)
Anadolu Üniversitesi'nde hocalığa yeni başladığım sıralarda, yani bundan yaklaşık 16 - 17 yıl önce, oradaki bir öğretim görevlisinden ibretlik bir olay dinlemiştim.
Bu öğretim görevlisinin hanımı, civar ilçelerden birinin resmi kütüphanesinde görevlidir. Bir sabah işe geldiğinde, kütüphane müdürünün bahçeye balyalar halinde kitap yığdırmakta olduğunu görür. Kitaplar, kırklı yıllarda, o zamanki Tercüme Bürosu tarafından çevrilip Milli Eğitim Bakanlığı -o zamanki adıyla: Maarif Vekâleti- tarafından bastırılmış olan 'Doğu ve Batı Klasikleri'dir.
Bu durumu gören -adına A diyelim- A adındaki hanım görevli, müdüre kitapların neden bahçeye çıkartıldığını sorar. Aldığı cevap, aynen şöyledir:
"İçerde raflarda yer kalmadı. Hem bunları artık kim ne yapsın? Yeni kitaplara yer açmak için hepsini attırıyorum!"
Dehşete düşen görevli A, kitapları evine götürüp götüremeyeceğini sorar. Müdürden, halinden memnun olduğunu gösteren bir cevap gelir: "Aman al, ne yaparsan yap!"
Bu, kanımca Türkiye'de cehaletin ellili yıllardan hemen sonra başlayarak nasıl ve hangi nedenlerle yükseldiğini gösteren en tipik olaylardan biridir. Ama sanırım burada, -"hangi nedenlerle yeniden yükseldiğini" demek, çok daha doğru olur.
Çünkü Milli Mücadele'nin kazanılmasından ve Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra bu ülkede başlatılan ikinci topyekûn savaş, cehalete karşı savaştır.
Çünkü Osmanlı'nın altı yüz yılı boyunca Rönesans'ın, Aydınlanma Çağı'nın, Fransız İhtilâli'nin ilke ve fikirlerinin, sınıflı toplumun, sanayileşmenin yanından bile geçmemiş bir topluma 20. yüzyılda, yani Batı'da 'Bilimsel Çağ' diye adlandırılan bir çağda uygar toplumlar arasında bir yer bulabilmek, ancak böyle bir mücadele ve onun yaratacağı bir kültür devrimi ile erişilebilecek bir hedefti.
Darülfünun'un üniversiteye dönüştürülmesi ile birlikte Batı'nın üniversite kavramının Türkiye'ye gelmesi, Latin harflerine geçilmesi, eğitim birliği ilkesinin kabulü, Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte Almanya'yı terk etmek zorunda kalan dünya çapında bilim adamlarının bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye'deki üniversitelerde çalışmak ve Batılı anlamda üniversite kuruluşuna, yine Batılı anlamda 'akademisyen' yetiştirilmesine katkıda bulunmak üzere ülkemize davet edilmeleri, nihayet Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu gibi -Atatürk tarafından oluşturulan özgün yapıları, 12 Eylül faşizminin Atatürk'ün adını ağızlarından düşürmeyen temsilcilerince ortadan kaldırılan- iki kurumun oluşturulması, planlanan kültür devriminin ve bir 'yeni toplum yaratma' amacının Atatürk'ün sağlığında gerçekleştirilmiş aşamalarıdır.
Hazırlıklarına Atatürk'ün son yıllarında başlanan ve 1940 yılında, İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı ve Hasan Âli Yücel'in de Milli Eğitim Bakanlığı dönemlerinde açılan Köy Enstitüleri ile, yine aynı yıl Ankara'da, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde oluşturulan 'Tercüme Bürosu', amaçlanan kültür devriminin sonraki örgütlü girişimleridir. Bu arada, Köy Enstitüleri ile Tercüme Bürosu arasında kurulmuş bir tür organik bağın da önemle vurgulanmasında yarar vardır.
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Kripto Transferi Nedeniyle 7258...
18-06-2025, 09:12:38 in Ceza Hukuku