"Amerika’nın ne istediğini biliyoruz. Hür, eşit ve egemen milletlerin ortaklaşa güvenine dayanan, harpsiz, saldırısız, sadece ahlak ve kanun bağlarının ve anlaşmalarının hüküm sürdüğü bir dünya…
Böyle bir dünyada yaşamak isteyen herkes Amerikan bayrağında kendi talih yıldızını da görür…
Amerika’nın azmi saldırıları önlemek, milletleri hürriyet içinde barış ve güvenliğe kavuşturmak içindir…"
FALİH RIFKI ATAY
OCAK 1946
ULUS GAZETESİ
////////
Bakın Falih Rıfkı dalkavuğu neler döktürmüş...
Hık demiş de sanki "dede" BUSH'un şeyinden çıkmış...
Falih .alkavuğu NUTUK hakkında madem öyle birşey zırvalamış, DOĞRUDUR belki doğrudur.
Sayın Horasan "hiç birşey görüldüğü gibi değildir" sözüne katılıyorum. Senin imzanı yerim...!! sayın horosan (senin tabirinle). oku da gerçeklerin nasıl olduğunu gör...
“MÜSLÜMAN OLARAK UTANIYORUM”
Mütedeyyin insanlara hitap eden gazetelerdeki bazı yazarlarında Ermenilerin özür dilediği süreçte M Şevket Eygi de bir özür yazısı yazdı. Ama onun özür dilediği kişinin, ermeni muhiplerininkilerle ilgisi yok. O,esas ismi bile bilinmeyen bir kadından özür diliyor. Birlikte okuyalım: yıl 1926…Yer Erzurum… Şehirde gizli bir heyecan var… Bir kadın asılacak… Osmanlılar zamanında kadınlar idam edilmezmiş… Bir meydanda bir sehpa kurulmuş… Jandarmalar kadını götürüyorlar… Kadın çarşaflıydı… Kadının suçu ne? Yeni çıkarılan Şapka kanunu’nu Tenkit etmiş… Kadın bohçacılık yapan ve “Şalcı Bacı ”adıyla tanınan bir vatandaş… İdam edilmeye götürülürken Erzurum ağzıyla “Kadın şapka giye ki asıla…”diye söyleniyor. Kadın söyleniyor, kadın sürükleniyor, Kadın asılacak… Jandarmalar ite kalka Kadını sehpanın yanına götürüyorlar. Kara yüzlü cellât orada… Kadının boynuna yağlı ilmeği geçiriyor, ayaklarının altından sandalyeyi çekiyor. Kadının vücudu titriyor, sallanıyor… Şalcı Bacının gırtlağından ölüm hırıltıları çıkıyor.
Acaba o son dakika ve saniyelerinde Kelime-i Şahadet getirebildi mi? İnşallah getirmiştir. Cellât kadının bacaklarından hızla çekiyor, boyun kemiğini kırıyor. Kadın ölüyor. Cesedi sehpada sabah rüzgârı ile sallanıyor. Titrek bir ezan sesi duyuluyor…
bu kadının idam hükmünü Çetin Altan’ ın dedesi Tatar Hasan Paşa vermiştir./../
Şalcı Bacı’nın asıldığı gün bütün /../ Erzurumlular kıyıya, kenara çekilmişler ve sessiz sedasız ağlamışlardı. Şalcı Balcı şehit olmuştu. Şalcı Bacı’yı şehit etmişlerdi.
(..) Şalcı Bacı’yı astılar, sehpada sallanan cesedini bir iki gün, halkı korkutmak, dehşete düşürmek için teşhir ettiler, sonra kaldırıp bir çukura gömdüler. Acaba cenazesi yıkandı, kefenlendi mi, namazı kılındı mı, kendisine rahmet okundu mu?
(..) Şalcı Bacı, Şalcı Bacı… Asıl ismi neydi acaba? Ardından bir fatiha üç ihlas kaç kişi çıktı. Yasin okuyan oldu mu acaba? (..) Ah Şalcı Bacı…
Bir Müslüman olarak senden utanıyorum…
M.Şevket Eygi / MİLLİ GAZETE
Sayın av. Abbas Bilgili: Doğrusu yazılarınızı seviyeli çok yönlü düşünülmüş araştırılmış buluyorum. Bulunduğunuz yerde bir belirginlik var, siz çok rahat yazabiliyorsunuz. Avukat olduğunuz için de bazı imtiyazlarınız var daha iyi bir anlatımla söyleyecek olursak (avantaj) li konumunuz var şöyle ki, bahis edilen konu Mustafa kim…?derseniz bende ben derim yalan demiş olmam ,gel gör ki doğru söylemiş de olmam.Ancak resmi ideolojinin bir takim var sayımlarını konuşurken, avntajlı tarafınızı artık biraz anlayın bereket versin hakaret mizaçlı birisi değilim ben sayın “Horasan”ın yerine o da benim yerimde olsa, benden iyi biliyorsun ki,yasalarımızda idam olmadığı halde beni asarlar. Sayın bilgili; benim gibi insan çok olmasına rağmen, ülkede meseleleri rasyonel bir biçimde çok boyutlu empati yaparak ortaya koyan kaç kişi görebiliyoruz ki sizi kast etmiyorum. En büyük çamuru bana atmana rağmen üslubuna hayranım. Efendim… Hem avantajlı tarafın var hem bana hakaret ediyorsun bu sizce de insani olmadığını anladığınızı anlıyorum”.Görünen köy klavuz istemez ”buna da inşallah yalaka demezler, deseler de yanılmış olacaklar kimseden hiçbir menfaat dilemiyorum. Ben hiç takım, taraf, yanlı, partili, guruplu olmadığım için olanlarında ne ruh halinde olduğunu anlamıyorum, ancak tarihimizde bazı mazlum bırakılmış, mağdur edilmiş, her ne sebeple olursa olsun katledilmiş insan varsa ki var, işte o ben olmuşum başkası olmuş ne fark eder Sayın Bilgili
Anlaşılan size adam beğendiremeyeceğiz. Gerçi siz M. Esat Bozkurt'un ırkçı söylemini beğenmiştiniz, ama sıkı Kemalist olarak bilinen Falih Rıfkı'yı beğendirmek şöyle dursun, adamı bir de herzamanki hakaret edici üslubunuzla "dalkavuk" ilan etmişsiniz. Ben Falih Rıfkı'nın şöyle ya da böyle olduğundan bahsetmeden şunu söyleyebilirim ki;
- yıllarca Atatürk'ün en yakınında bulunanlardandır,
- Atatürk hakkındaki en önemli kitaplardan biri ve başucu kaynağı olarak bu adamın yazdığı "Çankaya" isimli kitap gösterilir,
- Daha bir kaç gün önce sıkı Kemalist Özdemir İnce, Hürriyet'teki yazısında Falih Rıfkı'yı ve Çankaya'yı övüyorduve tavsiye ediyordu,
- Nutuk hakkındaki yazısı önce Dünya gazetesinde çıkmış, sonra da aynı yazı Çankaya isimli kitabına da alınmıştır.
Dalkavuk mudur, Kemalist midir, değerlendirmesini okuyanlara ve size bırakıyorum.
Sayın abdulmecid;
Ben eleştiriyi çok severim, eleştirel düşüncenin demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünürüm, fakat eleştirirken mümkün olduğunca seviyeli olmaya çalışırım, hakaret ve çamur atma yolunu tercih etmem. Size verdiğim cevapta da hakaret ve çamur atma kastım ve niyetim yoktur. Sizin Nutuk'tan bahsederken "sorhoşken yazıldığını" belirtmenizi "çirkin ve yakışıksız" bulduğumu söylüyorum. Sizin, gerçekle ilgisi olmayan bu desteksiz atışınızı başka türlü değerlendiremedim. Benimki hakaret ve çamur atmak değil, sadece bir tespittir. Bence bu konudaki bilgilerinizi daha ciddi kaynaklardan yeniden gözden geçirmeniz doğru olur. Mustafa Müftüoğlu'ndan ve Rıza Nur'dan okuduklarınızı bence başka kaynaklardan test etmeden piyasaya sürmeyin. Sadece kendi yandaşlarımızı değil, karşı görüşleri de okumak insana çok şey kazandırır.
Anlaşılan size adam beğendiremeyeceğiz. Gerçi siz M. Esat Bozkurt'un ırkçı söylemini beğenmiştiniz, ama sıkı Kemalist olarak bilinen Falih Rıfkı'yı beğendirmek şöyle dursun, adamı bir de herzamanki hakaret edici üslubunuzla "dalkavuk" ilan etmişsiniz. Ben Falih Rıfkı'nın şöyle ya da böyle olduğundan bahsetmeden şunu söyleyebilirim ki;
- yıllarca Atatürk'ün en yakınında bulunanlardandır,
- Atatürk hakkındaki en önemli kitaplardan biri ve başucu kaynağı olarak bu adamın yazdığı "Çankaya" isimli kitap gösterilir,
- Daha bir kaç gün önce sıkı Kemalist Özdemir İnce, Hürriyet'teki yazısında Falih Rıfkı'yı ve Çankaya'yı övüyorduve tavsiye ediyordu,
- Nutuk hakkındaki yazısı önce Dünya gazetesinde çıkmış, sonra da aynı yazı Çankaya isimli kitabına da alınmıştır.
Dalkavuk mudur, Kemalist midir, değerlendirmesini okuyanlara ve size bırakıyorum.
Sayın abdulmecid;
Ben eleştiriyi çok severim, eleştirel düşüncenin demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünürüm, fakat eleştirirken mümkün olduğunca seviyeli olmaya çalışırım, hakaret ve çamur atma yolunu tercih etmem. Size verdiğim cevapta da hakaret ve çamur atma kastım ve niyetim yoktur. Sizin Nutuk'tan bahsederken "sorhoşken yazıldığını" belirtmenizi "çirkin ve yakışıksız" bulduğumu söylüyorum. Sizin, gerçekle ilgisi olmayan bu desteksiz atışınızı başka türlü değerlendiremedim. Benimki hakaret ve çamur atmak değil, sadece bir tespittir. Bence bu konudaki bilgilerinizi daha ciddi kaynaklardan yeniden gözden geçirmeniz doğru olur. Mustafa Müftüoğlu'ndan ve Rıza Nur'dan okuduklarınızı bence başka kaynaklardan test etmeden piyasaya sürmeyin. Sadece kendi yandaşlarımızı değil, karşı görüşleri de okumak insana çok şey kazandırır.
Sayın bilgiliBenim için araştırmadığımı anlasanızda, ben sizin o düşüncenize katılmamakla beraber üslübünüzü beğeniyorum."Hiç kimse satmakta olduğu ayranın kara olduğunu söylemez"Sayın bilgili;söylemek istediğim o ki kişileri sadece kendi yazdığı kitaplardan değil icraatlarından ve de arkadaşlarından öğrenmeliyiz diye düşünüyorum.Amacım bitarafı yıkmak kişilerin değerlerine hakaret etmek asla değil.Herkesin inancına saygım sonsuzdur.Kimsenin değerlerine karşı bir savaşımda yoktur.Ancak bazı meselelere daha ince, rasyonel açılardan bakarsak.Önce kişilerin arkadaşlarına sorarım.Mesela arkadaşlarının durumuna bakarım.Birde söylediğiniz gibi tarih tekniklerini kullanırım.Sonuca öyle ulaşırım.Sana ithaf olunur
İSTİKLAL MAHKEMELERİ
Yakın tarihimizin en önemli hukuk dışı organlarından biri olan İstiklal Mahkemelerinin arşivi henüz açılmamıştır ve bu mahkemelerle ilgili bilgiler, dönemin gazete haberleri ve bu mahkemelere değinen hatıratlardan oluştuğundan, bilgilerimiz ikinci el ve sınırlıdır, bu nedenle yakın tarihimizin önemli bir bölümünü karanlıkta bırakılmaktadır.
İstiklal Mahkemeleri çok masum bir gerekçeyle gündeme gelir: Asker kaçaklığını önleme.
Osmanlı Ordusunun savaştaki en büyük handikaplarından birini asker kaçakları oluşturuyordu, bu sorun “milli mücadele” önderleri içinde önemli bir sorundur. Silah altına çağrılanlar İstanbul Hükümetinin fetvasını ve padişahın askerliği kaldırdığına dair fermanını dikkate alarak ya askere gelmiyor veya şubelerden ve kıtalardan kaçarken kendilerine verilen silah ve cephaneleri de beraberinde götürüyorlardı.
Bu durumu M.Kemal Nutuk’ta Filhakika, birçok yerlerde, bazı nizamiye efradı, usatla musademe etmeksizin bilakis silahlarını bırakarak köylerine, memleketlerine savuşuyorlardı diye ifade eder [1]. Zaten “Birinci Dünya Savaşı yıllarında her sekiz firariden birisi idam edilerek cephelerin çökmesi önlenmiştir. Buna rağmen firarilerin sayısı gittikçe artar ve 300.000’ni bulur” [2]. (genellikle bu üçyüz bin sayısı verilmekle birlikte bu sayının her cephedeki kaçak sayısı olmalı)
1920 Eylül’ünde Meclis kürsüsüne çıkan Mustafa Fevzi Çakmak; “Efendiler biz askeri değil, milleti giydiriyoruz. Elbiseyi alan üç gün sonra firar ediyor.”diye ifade etmektedir. Bunlar elde silah istikrarı bozan unsurlar oldukları gibi aynı zamanda Ankara’nın otoritesini tanımayanların da insan kaynağını oluşturmaktadır. Hatta bu firarilerin Ankara’ya karşı İstanbul hükümeti yanlısı güçlere katılması Ankara’yı sarsmaktadır.
“Rahmi Apak’ın anılarında belirttiği üzere, 1919 yılında Batı Anadolu’nun birçok bölgesinde köylüler, Askeri birlikleri örgütlemeye gelen subayları köye sokmuyorlardı. Onlara yiyecek vermiyor, bazı yerlerde üstlerine ateş açıyorlardı”. [3]
Ankara kontrol bölgesindeki istikrarı bozabilecek her türlü unsuru askere alarak sorunu çözümleme kararındadır, hatta gayrimüslimleri de askere alarak bunlardan gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek için Osmanlı gibi yeniden Amele taburları oluşturmuştur.
Ankara’nın celp çağrısına uyanlar da düzenli ordu yerine çetelere katılmaktadırlar. “Alayın birinci taburu bin mevcutla Bilecik’ten hareket etmiş olmasına rağmen Bursa’ya ancak elli mevcutla gidebilmişti. Neferler, Bilecik-Bursa arasında firar etmişlerdi. İkinci taburda aynı akibete uğramıştı.” [4]Ankara Hükümetinin ilk celbiyle Kütahya’dan katılanlar topluca Ethem Bey’in Kuvayi Seyyaresine katılmışlardır. Batı Anadolu’nun seferberlik ilan edilen öteki yerlerinde de buna benzer olaylar görülmektedir. [5]
M. Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı genelgesinde, vatanın çıkarlarına aykırı, memleketin huzur ve asayişini bozanların din ve millet farkı gözetilmeksizin kanunen şiddetle cezalandırılmalarını ister.
Kuvay-i Milliye komutanlarınca bunlara karşı idama varan cezalar uygulanıyor, asker kaçaklarının evleri yakılıyor mallarına el konuluyordu. Kaçaklar için 1914’te çıkarılmış olan Esrar-ı Askeriyeyi İfşa ve Casusluk, Hıyanet-i Harbiye Hakkındaki Kanun uygulanmaktaydı. Ancak bu kanunun bir Osmanlı Kanunu olması İstanbul Hükümeti ve Padişah aleyhine davrananların da vatan haini olacağı anlamı çıkmasından dolayı kanunun uygulanması sorunluydu [6]. devamı var...
Şu Ermeni soykırımında?!!! öldürülenler ha bire arttığı gibi (en son 1,5 milyon olmuştu, yok mu arttıran) İstiklal Mahkemeleri de bu bizim dincilere göre, utanmasalar (utanma falan yok onlarda, hatta Allah'tan korkma da yok) memleketin 1/4'ünü asmış olacak. Bu durumda her aileden neredeyse birer fert asılmış ve Cumhuriyet bugün itibarıyla 85 yıl devam etmiş... Afferin Cumhuriyete... Oysa 2500'ü geçmez asılanlar , muhalifler onda biri bile değildir.
Allahtan korkun da Şalcı Bacı Şöhret ne yapmış da asılmış diye bir araştırın? İnternetten bakmayın sakın
Allah iyiliğinizi versin emi...
Konu Harun Gür tarafından (23-12-2008 Saat 19:46:01 ) de değiştirilmiştir.
Sebep: isim tashihi
İ.M 2. SAYFA
Birinci Dönem İstiklal Mahkemeleri
Firariler Hakkında Kanun tasarısı tam da bu günlerde tartışmaya açılır. Tasarının birinci maddesine göre firarilerin evleri yıkılacak, mala mülke, hayvana; arpa, buğday, soğana el konulacaktı. Milli Savunma Komisyonu şu gerekçe ile karşı çıkar: Ev yıkılması memleketimizin esaslı servetini yıkacağı için uygun görülmez ve zaten harap bir halde bulunan köylerin bu suretle yıkılması yerinde bulunmaz. İşgal bölgelerinden kaçarak gelenlerin yerleştirilmesi için zorluklar içinde çırpınan bakanlar kurulu, Firarilerden alınacak evleri göçmenlere tahsis etmekle daha iyi bir hareket yolu takip etmiş olacağından, kanun maddesinin bu suretle değiştirilmesini uygun görür ve maddenin tesir bakımından şiddetini artırmak için, birlikte oturduğu ailesi fertlerinin başka yere sürülmesini’ eklemeyi uygun bulur [7]
25 Nisan 1920'de Mehmet Şükrü Bey tarafından BMM’nin otoritesinin sağlanmasına yönelik bir önerge verilir. Önergede, Meclis kararları aleyhinde bulunan veya uymayanları vatan haini olarak nitelendiriliyor ve bu gibiler de vatana ihanetle suçlanıyordu. Mecliste karşı konulmasına rağmen 29 Nisan 1920'de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu kabul edilir:
Madde 1-Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatı ve memalik-i mahrusa-i şahaneyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def-i maksadına m'atuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisi'nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur.
Madde 2-Bil-fiil hiyanet-i vataniyye'de bulunanlar salben idam olunur.
Kanunun uygulamasında, olağan mahkemeler yetkilendirilir, Mahkemeler olağan koşullarda çalışır itiraz, temyiz gibi yollar mevcuttur. Ancak bu yasayla istenilen sonuca ulaşılamaz ve asker kaçakları sorunu çözülemez. Asker kaçaklarına hapis cezası verilmesi sebebiyle, birçok kişi cephede çarpışmaktansa, hapis yatmayı göze alarak firarı yeğlemektedir. Yeni kanun uygulandığı gibi, önceki kanuna göre Kuvayi Milliye’nin uygulamaları da devam eder. Kitle halindeki idamlar da Meclise karşı tepki uyandırır.
Kanundan istenilen sonucun elde edilmediğinden şikayet edenler ve bu mahkemelerin olağan koşullarda çalışan mahkemeler olmasının, cezanın ibret verici etkisini kaldırdığını iddia edip yeni formüller geliştirirler. 18 Ağustos 1920'de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler tarafından Meclis'e Telkin ve Tedhiş Kanunu adıyla çok ağır hükümler taşıyan bir önerge verilir:
Seferberlik emrine icabet etmeyenlerin emvali müsadere, hanesi ihrak (yakılır), ailesi tehcir (göç) edilir ve tevrüd (karşı koyma) edenler de derdestlerinde (ele geçirildiklerinde) idam olunur hükümlerini taşımaktadır. Çok ağır cezalar taşıyan önerge tartışma sırasında reddedilir, Tevfik Rüştü çok ağır ve olağanüstü dönemlerden geçildiğini savunarak önergesini İhtilal Mahkemeleri şeklinde değiştirerek olağanüstü mahkemelerin kurulmasında ısrar eder.
2 Eylül 1920'de, Milli müdafaa Vekâletince hazırlanan Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı Meclis tarafından Millî Müdafaa Encümenine gönderilir, 8 Eylül'de M. Kemal'in önerisiyle gündeme alınır.
Fevzi (Çakmak) Paşa, olağanüstü ihtiyaca dayanarak, savaş zamanına ait olmak üzere Firariler Hakkında Kanun’un kabulünü ister. Asker kaçakları olaylarının çokluğunun vatanın kurtuluş ve bağımsızlığını tehlikeye düşürecek duruma geldiğini, bunun önüne ancak sert önlemlerle geçilebileceğini, eski kanunun etkili olmadığını belirten Paşa’nın önergesi ile konu tartışmaya açılır. Önergeye kişi hakları açısından karşı çıkıldığı gibi, memleketi ve halkı korkuya düşüreceği, milli mücadeleyi arkadan vuracak kuvvetleri çoğaltacağı ve halkta panik yaratacağı gibi yönlerinden karşı çıkılmasına rağmen, Tevfik Rüştü’nün reddedilen İhtilal Mahkemeleri Kanunu teklifinin ismi İstiklal Mahkemeleri olarak değiştirilerek olağanüstü mahkemelerin de ilavesiyle Firariler Hakkında Kanun’ 11 Eylül'de kanun oy çokluğu ile kabul edilir.
FİRARİLER HAKKINDA KANUN
Kanun No :21, 11 Eylül 1924
Madde 1- Muvazzaf ve gönlü ile hizmet-i askeriyeye dahil olup da firar edenler veya her ne suretle olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari derdest ve sevkinde tekasül (kayıtsızlık) gösterenler ve firarileri ihfa (saklayan) ilbas (giydiren) edenler hakkında mülki ve askeri kavaninde (kanunlar) mevcut ahkam ve indel-icap (gerektiğinde) diğer guna (benzer) mukarrerat-ı cezaiyeyi müstakilen hüküm ve tevfiz (hükmü uygulamak) etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından oluşan İstiklal Mahkemeleri teşkil olunmuştur.
Madde 2- Bu mahkemeler a'zasının adedi üç olup Büyük Millet Meclisi'nin ekseriyet-i arasile intihap ve içlerinden birini kendileri tarafından reis addolunur.
Madde 3- İş bu mahkemelerin adedini ve mıntıkalarını Heyet-i Vekile'nin teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi tayin eder.
Madde 4- İstiklal Mahkemeleri'nin kararları kat'i olup infazına bilumum kuva-yı müsellaha ve gayr-i müsallaha-i devlet (devletin bütün silahlı ve silahsız kuvvetleri) memurdur.
Madde 5- İstiklal Mahkemeleri'nin evamir ve mukarreratını(emir ve kararlarını) infaz etmeyenler veya infazda taallül (yalan bahane ile işten kaçma) gösterenler işbu mahkemeler tarafından taht-ı mahkemeye alınır.
Madde 6- Her İstiklal Mahkemesi ketebe ve müstahdeminin maaşatı şehri yüz lirayı geçmeyecektir.
Madde 7- Her İstiklal Mahkemesi vazifeye mübadereti (işe başlama) anında firari ve bakaya erfadının bir müddet-i muayyene zarfında (belli süre içinde) icabetini (kabul edilme) teminen her türlü vesait-i tebliğiyeye müracaat eder.
Madde 8- İşbu kanun tarih-i neşrinden muteberdir.
Madde 9- İşbu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi memurdur.
Kanunun kabulünden sonra Erkanı Harbiye başkanı İsmet Bey (İnönü) 14 İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulunur. Meclis 7 mahkeme bölgesi saptar, Üyelerin ve bölgelerin seçimi 26 Eylül'de gerçekleşir. Bölgeler; Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Pozantı, Kastamonu, Sivas olarak tespit edilir
Bölge ve üye seçiminin devam ettiği bir sırada, İstiklal Mahkemeleri kuruluşunu sağlayan Firariler Hakkında Kanun’un birinci maddesine bir ek madde kabul edilerek Komutanların askeri rütbeler arasında itaat ve inzibat sağlanmasına dayanan hukuk ve yetkileri saklı kalmak üzere vatanın ve hilafetin kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadele eden Büyük Millet Meclisi'nin çalışmasına ve amacına aykırı olarak düşman amaç ve çıkarlarını güçlendirme yollu teşkilat ve tahrikat ve kargaşalık yaratanlar ve memleketin maddi ve manevi kuvvetlerini her ne surette olursa olsun bozup, yıkmaya çalışanlar ve düşman hesabına askeri ve siyasi casusluk edenlerle, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun kapsadığı hükümlerden dolayı tutuklu bulunanların mahkemelerinin yapılacağı ve hükümlerin infaz etme yetkisi İstiklal Mahkemeleri'nin kurulduğu bölgelerde adı geçen mahkemelere verilmiştir hükmüyle, İstiklal Mahkemeleri'nin yalnız asker kaçaklarına ait olan yetkileri olağanüstü genişletilir.
Bir ay sonra Diyarbakır'da da bir mahkeme kurulması kabul edilince mahkeme sayısı 8'e yükselecektir. İstiklal Mahkemelerinin verecekleri kararlar, idam dahil, kesindir ve derhal uygulanacaktır. Karar verilirken vicdani kanaatleri yeterlidir. Kararlara itiraz ve temyiz yoktur. Kararlarını ve emirlerini bütün asker ve sivil memurlar uygulamak zorundadır. Kısaca mahkemeler sınırsız bir güce sahiptirler.
İstiklal Mahkemeleri heyetleri 27 Eylül’de toplanarak çalışma programlarını hazırlarlar:
“Refik Şevket Bey’in [İnce] hazırladığı beyanname okunup kabul edildi. Beyanname basıldı ve mahkeme heyetleri yola çıkmadan mahkeme bölgelerine gönderildi. Beyannameyi, isim yeri boş bırakıldığı için, her İstiklal Mah¬kemesi adını yazarak yayınladı. Beyanname metni şöyle idi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Namına (...............)
Mıntıkası İstiklal Mahkemesinin Beyannamesi
Üç yüz milyon müslümanın ümid bağladığı vatanımızda Hi¬lafet makamı aleyhine zalim hükümetler tarafından tertib edi¬len su-i kasd, İzmir, Adana ve İstanbul işgaliyle pek açık suret-de tahakkuk etdi. Bunun üzerine milletimiz bir defa daha ha¬rekete geldi ve istiklâliyle varlığını muhafaza için her fedakâr¬lığı göze alarak talihini kendisinin intihab etdiği vekillerden mürekkeb Büyük Millet Meclisi'ne teslim etdi.
Filhakika vatanın fedakâr evladı, yer yer, cephe cephe hare¬ket ve istiklâlimizin harici ve dahili düşmanlarıyla arslanlar gi¬bi çarpıştılar ve çarpışıyorlar. Büyük Millet Meclisi de öldürül¬mek istenilen şu mazlum, fakat büyük milletimizi kurtarmağa çalışıyor ve bu maksatla bir taraftan memlekette halk idaresini kuracak en emin esaslara müstenid kanunlar vaz ve tesisine uğraşıyorken; bir taraftan da düşmanlarla el ele vermek fenalı¬ğını irtikap eden alçakları ve düşman karşısında firar eden ha¬inleri kahr ve te'dip etmek üzere fevkalade selahiyeti haiz (İstik¬lal Mahkemeleri) teşkil etmiş ve mıntıkalarına gönderilmiştir
Bu münasebetle Büyük Millet Meclisi'nin 11 ve 26 Eylül 336 tarihlerinde kabul etmiş olduğu kanunun mevad-ı asliye¬sini aynen derc ediyoruz …
Kardeşler!
İşte bizler bu kanunu tatbik için bu mıntıkaya geldik. Şim¬di de bu cihetleri biraz izah edelim: İstiklâl Mahkemeleri zirde münderic mevadı takib ve muhakeme edeceklerdir:
1. Milletle hilafet makamını düşmanlar elinde esir bırakan muahedenameyi kabul ve terviç edenlerle bu gibilere uyanlar.
2. Gerek gönüllü ve gerek muvazzaf olsun askerliğe dahil olan bilcümle efrad ve zabıtandan firar edenler.
3. Ahali ve efrad ve zabıtandan firara sebebiyet verenler, ya¬ni askerin kaçmasını kolaylaştıracak bir suretde söz söyle¬yen, yazı yazan, iltimas eden veya rüşvet alan vesair her tür¬lü harekâtda bulunanlar.
4. Firarileri derdest ve sevkde tekasül ve iltimas gösteren bi-l-umum mülkî ve askeri jandarma memurin ve efrad ve zabıtam.
5. Firari efrad ve zabıtanı saklayanlar, besleyenler, elbise verib giydirenler.
6. Büyük Millet Meclisi'nin ve Meclis dolayisiyle millet hâkimiyetinin düşmanlarını takdir veya onları ister yollu, teşvikat ve ifsâdâtta bulunanlar.
7. Memleketde yekdiğeri aleyhine nifak çıkararak devlet ve milletin işini bozanlar, kuvvetini azaltanlar.
8. Milletin zihnini yalan, yanlış havadisle çelenler.
9. Büyük Millet Meclisi'nin haberi olmaksızın millet namı¬na düşmanlarla görüşenler.
10. Düşmanlarımıza milletimizin ahvali hakkında her ne su¬retle olursa olsun malumat verenler.
Bunlardan mâ-adâ herkes bilmelidir ki;
a) İstiklâl Mahkemeleri nokta-i nazarında bütün efrad-ı mil¬let, her ne rütbe ve derecede memuriyet ve meslek.de bulunur¬sa bulunsun müsavidir.
b) İstiklâl Mahkemelerinin karan kat'idir. Verilir verilmez derhal icra olunur.
c) İstiklâl Mahkemelerinin verdiği emirleri yapmayanlar bu mahkemeler tarafından derhal taht-ı muhakemeye alınır. Ve azl, tard, haps, nefy, kal'ebendlik, kürek ve icabında idam cezala¬rına mahkûm edilir.
d) İstiklâl Mahkemeleri seyyardır. Lüzum gördüğünde ka¬zaları, nahiyeleri, köyleri dolaşarak muhakemesini yapar ve ic¬ra eder. Hülasa İstiklâl Mahkemeleri vatanı bugünkü ağlatıcı vaziyetden kurtarıb evvelki şerefli mevkiine çıkarmak için eli¬ni vicdanının üzerine koyarak Allah'ın inayetine sığınır, vatan hainleri hakkında ceza verir ve vatan ve millet istiklali kaygu-sundan başka bir şeyi düşünmez, yalnız Allah'tan korkar, iç¬tihadında fevkalade müstakil bir hey'ettir.
Vatandaşlar! Size son bir defa daha ilan ediyoruz, işbu beyannamenin tebliğinden itibaren on gün zarfında hemen askerliğinize koşunuz. Mücahede kuvvetimizi zaafa uğratacak yolsuzluklardan, tecavüzlerden ictinâb ediniz, boş boğazların sözlerine inanmayınız, sizi fesada sevkedenlere uymayınız, vatanî vazifenizi takdir ediniz ve daima biliniz ki başınızda vatanı ve sizi düşünen Büyük Millet Meclisi ve o Meclis’in maksadını temine çalışan İstiklal Mahkemeleri vardır.” [8]
Kanunun ve yayınlanan ortak beyannamenin dilinden de anlaşılacağı gibi, Kanun ve Mahkemelerin amacı, Ankara’nın otoritesinin tesisine yöneliktir.
Kılıç Ali, Gazetelerin birgün önceden, yapılacak duruşmalar hakkında bilgi verdiğini ve halkın ilgisini artırdığını. Ve verilen kararların, Mahkemelerin kendi bölgelerine ve diğer İstiklal Mahkemeleriyle, Meclis, Dahiliye vekaleti ve Diğer ilgili yerlere bildirildiğini, gazetelerin bunları yayınlamakta zorunlu tutulduğunu da ekler [9]
Kılıç Ali mahkemelerin azametini ifade ederken: “Her Mahkemenin kapısında büyük bir levha ile mahkemenin adı yazılı bulunurdu. Mahkeme heyetinin oturduğu yerin arkasında yine büyük bir levha ile İstiklal Mahkemesi, mücadelesinde, yalnız Allah’tan korkar yazısı asılıydı.” [10]Demekten kendini alamaz.
Ankara İstiklal Mahkemesi, çalışmaya başlar başlamaz ilk iş olarak, Sadrazam Damat Ferit Paşa'yı gıyabında vatana ihanet suçuyla yargılar. Ferit Paşa ile Hadi, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler, Ankara İstiklal Mahkemesi'nin bir numaralı kararı ile Sevr Anlaşması'nı imzaladıkları, ulusu bölmeye çalıştıkları, cinayetlere sebep oldukları için vatana ihanet suçuyla gıyaben idama mahkûm edilirler. Ancak Hiyanet-i Vataniye Kanunu'nun amacında bile, yapılan savaşın amacının Halife-Padişahı kurtarılması olarak belirtildiğinden Vahdettin’e karşı bir işlem yapamaz.
En sert çalışan mahkeme efsane eğitimci Mustafa Necati’nin başkan olduğu Kastamonu İstiklal Mahkemesidir. Asker kaçaklarının önünü almak için başvurduğu yöntem çok serttir. On gün içinde teslim olmayan asker kaçağının yerine sırayla babası, biraderleri, amcası, dayısı, amcaoğlu, eniştesi ve eniştesinin oğlu alınır. Kaçak teslim olursa, yerine askere alınan yakını bırakılır. Ayrıca köyünden 200 lira ceza alınarak, kaçakların evi yakılıp yıkılır. Bu yöntem Meclis'te çok sert tartışmalara yol açar ve İstiklal Mahkemeleri'nin görevlerine 17 Şubat 1921’de son verilmesinde önemli bir etken olur [11].
İstiklal Mahkemeleri bu dönemde 17 Şubat 1921'e kadar yaklaşık 5 ay kadar çalışırlar. Ankara dışında, diğerlerinin görevlerine 17 Şubat'ta son verilir. Yalnız Ankara İstiklal Mahkemesi'nin görevi sürer.
Yukarıda Kastamonu Mahkemesinden söz ederken değindiğimiz gibi Mahkemelerin verdiği idam ve çeşitli cezaların yanında tuhaf cezalara da hükmetmektedir: Firariler başka suç işlememişlerse dayak cezası verilerek kıtasına gönderiliyor. 1-2 kez kaçmış ve başka suç suçları işlememiş olanlar ceza verilmeden, (3-4-5-6-7 8-9-10) kez kaçmış olanlar, kaçtıkları sayı onla çarpılıp, değnek vurularak cezalandırılıp ve kıtalarına sevk ediliyordu. Bazılarına idam cezası verilse bile, bir daha kaçtığı takdirde uygulanmak üzere (müeccelen idam) cepheye gönderiliyorlardı [12]. Özellikle Kastamonu İstiklal Mahkemesinin sertliği bölge halkının Ermeni Soykırımına katılmamaları ve bu kırımı onaylamadıklarını bir dilekçe ile Mutasarrıfa iletmelerinin bir tesiri olup olmadığı da ayrıca incelenecek bir konu olsa gerekir.
İkinci Grubun İstiklal Mahkemelerine karşı tavrı
Faaliyeti devam eden Ankara İstiklal Mahkemesi dışında 1921 yılında tekrar İstiklal Mahkemelerine ihtiyaç hissedilerek, “24 Temmuz 1921’de Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat’ta yeni İstiklal Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin zamanla görev alanı genişletilmek istenir. Ancak İkinci Grup, meclis üstünlüğü ve yetkilerin kullanış biçimi konusundaki hassasiyeti dahilinde, İstiklal Mahkemeleri kurulması konusunda oldukça gönülsüz davranır. Konuyla ilgili Birinci Gruba sert eleştiriler yöneltir” [13]. Mahkemelerin yetkilerinin ve sınırlarının genişletilmesinin istenmesiyle Mustafa Kemal’in Başkomutanlığa getirilmesinin aynı tarihlere gelmesi ilginç bir tesadüftür.
5 Ağustos 1921 tarihinde Mustafa Kemal Paşanın başkumandanlığa getirilmesi üzerine İstiklal Mahkemeleri doğrudan Başkumandan olan Mustafa Kemal’e bağlanır. İkinci Grup bunu Hakimiyet-i Milliye açısından büyük bir problem olarak görür. 14 Ocak 1922 tarihli gizli oturumda Hüseyin Avni (Ulaş) Bey geniş yetkilerle donatılan bu mahkemelere karşı çıkarak, hukukun üstünlüğünü ön plana taşıyan bir konuşma yapar. Konuşmasında şunları söyler:
“Olağanüstü önlem almak için İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Fakat zaman oldu ki, hükümet bütün icraatı İstiklal Mahkemelerine verir bir şekilde, bize bir kanun kabul ettirdi. Artık İstiklal Mahkemelerinin el uzatmadığı, el koymadığı şey kalmadı ve bütün hükümetin icraatını eline aldı [Olağanüstü yetkili savaş komisyonunun görevini Başkumandana bağlı istiklal Mahkemeleri yürütür] ve Meclis adına hükümler verdi.
Efendiler, siz memleketi kurtarmak istiyorsanız, siz mahkemeleri yaşatmak istiyorsanız, işte burada 350 mahkememiz var. Onun kudretini artırın, beş mahkeme, devletin bütün teşkilatını yü¬rütemez ihtilâlin de hukuku var. Fakat böyle kendi oyuyla hüküm sürecek maddî ve manevî suç, zarar takdiriyle hüküm sürecek bir kuruluş dünyada mevcut değildir. Bu, dünyanın adaletine sığacak şeylerden değildir. Asker kaçakları için gerekli ise, yalnız onunla sınırlayalım. Böyle maddî, manevî zarar takdirine yetkili; genel cümlelerle, sınırsız yorum ve ters düz etmeye müsait cümlelerle verilen yetkiyle ve kendi oyuyla her şeyi hüküm altına al¬mak, her şeye hüküm vermek yetkisini artık ortadan kaldırmak, üzerimize farzdır.
İkinci Grup üyelerinden Sinop mebusu Hakkı Hami (Ulukan) Bey de konuyla ilgili olarak görüşlerini dile getirir: Memlekette vâzıı kanun (kanun koyucu) çoğaldıkça memleket fela¬kete, izmihlale gider. Bugün Meclis-i Âlîniz kanun vazeder ve haddi za¬tında vazıı kanun selahiyyetine haizdir. Kendisini Meclisi Âlînin fevkin¬de görenler Meclisin vücudunu inkâr etmiş olurlar. Bunlar hain-i vatan¬dır. Hareketleri Meclise taarruzdur... Bunların önüne geçmek lâzımdır. Yoksa Efendiler! Emin olunuz İstiklal Mahkemeleriyle, Hıyanet Kanu¬nuyla, adam asmakla biz gayemize vasıl olacaksak emin olunuz ki bu, hayaldir... Efendiler, bendeniz eminim ve katiyen kaniim ki bugün pek masum olarak asılan vardır... Köyleri baykuş yuvası yapmak için mi yoksa mesut ve müreffeh bir devre açmak için mi çalışıyoruz? istiklâl Mahkemelerine de ve hiçbir kimseye de adam as¬mak selahiyyetini vermeyiniz, idam cezası tavuk öldürmek değildir. Bunlar tavuk değildir, hayat çok yüksektir.” [14]
Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri'ne başından beri karşı olduğunu, Meclise bile verilmeyen kişisel görüşe da¬yanarak adam asma yetkisini, Meclisin bu mahkemelere vermesinin kendisini hayrete düşürdüğünü söyler.
Burada Kemalist tarihçiler tarafından gerici olarak nitelenen İkinci Grup hakkında bir fikir oluşması bakımından grup sözcüleri Hüseyin Avni Bey’in İstiklal Mahkemelerinin görüşülmesi sırasında ve Ali Şükrü Bey’in [15] Hürriyet-i Şahsi Kanunu’nun görüşülmesi sırasında yaptıkları konuşmalardan yapacağımız kısa bir alıntı hem İstiklal Mahkemelerinin niteliğini, hem de İkinci Grubun niteliğini ve İkinci Grubun hukukun üstünlüğüne verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir. Bu gün yetmiş beş yıl sonra 2006 yılında Terörle Mücadele Yasası meclisten geçerken aynı nitelikte bir hatibe rastlanmamasını herhalde talihsizlikle açıklayamayız.
Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mah¬kemeleri hakkındaki eleştirilerini şöyle sürdürür: “Efendim, birinci gün¬den beri İstiklâl Mahkemelerinin aleyhindeyim. Bir kere TBMM'ne Allah'ın vermediği salahiyeti kendisi başkasına verdiğine hayretteyim... Memleketi¬miz üç İstiklâl Mahkemesiyle mi idare ediliyor? Efendiler, her kazada bi¬dayet mahkemeleriniz vardır. Cinayet mahkemeleriniz vardır. Memleketin bir tarafında kanaati vicdaniyesiyle üç adamı idam eder, diğer tarafında hayatını idame eder. Ne güzel müsavat, ne güzel adalet (!)...
Şimdi Efendi¬ler; bendeniz kanaatime göre bu suretle kendi hukuku adlimizin olmadığı¬nı iddia etmektir. Bu millet umuri adliyesi için iki buçuk milyon lira sarf ediyor. Mekteplere para veriyor. Mektepte okutuyor ve yetiştiriyor. Mebus olmakla her türlü evsafı aliyesi, her türlü ilmi iktisap mı eder, rica ederim. Lalettayin üç kişiye "kanaati zatiyenizle siz hükmü verin" deyip salâhiyyet vermek, ilmi inkâr etmek milletin hukukunu tepelemek demektir. ihtilâlin de bir hukuku vardır. Her milletin her zaman bir hukuku vardır. Hüner is¬yan ettirmemektir...
Kanun hakim olmalı. Şahısların hakimiyeti payidar olamaz... Samsun ve havalisinde 30-40 mahkememiz vardır. Bu mahkeme¬ler ilimle mücehhezdir. Bu mahkemeler hakim hakkına bihakkın haizdir ve bu meslekte çalışan adamlardır. Bu vazifeyi meslek edinmişlerdir. Herhan¬gi bir şahıs sanat yapamazsa, mahkemeyi de yapamaz. Bu daha incedir, da¬ha dakiktir, daha mantıkîdir...
Elinizde bir kanun vardır. Bunu seyyanen tatbikle mükellefsiniz, içinizde hususi emel taşıyan, hükümetimizi yıkmak isteyen bu gibi kimselere kanunu cezamız gayet vasi cezalar tayin etmiştir. Bunları ehline tevdi ile mütehassisini adaletle muvafık bir şekilde tatbikata muvaffak olursanız, hükümet manası çıkar. Yoksa onlara karşı muamele yaparsak hükümet sisteminden ayrılmış oluruz ki, millet onu bizden iste¬mez Millet hükümetten adalet ister. O zaman meşru vekil olduğumuzu is¬pat ederiz... Artık memlekette İstiklâl Mahkemelerinin vazifelerine hitam verilmelidir. Memlekette kanunu hâkim kılmalıyız…
Efendiler, İstiklâl Mahkemesi deyince onu memleketin içinde bir cellat mı yapmak istiyoruz. Bir mahkeme kuruyoruz ve biz bir devletiz. Biz ada¬let dağıtmak için mahkeme kuruyoruz, yoksa engizisyon zulmü yapmak için heyetler göndermeyeceğiz. Onlar yanılmaz insan değildir. Onun içindir ki, savcıların şikayet hakları, hiçbir zaman dünyanın hiçbir yerinde iptal edilemez, savcıların gördükleri her türlü haksızlıklar için itiraz kapıları açıktır. Onlar için itiraz kapılarının kapanması imkânı yoktur, İstiklâl Mahkemeleri şiddet gösterecek engizisyon mahkemeleri değildir. Biz bu mahkemeleri işlerinin hızlı ve daha güvenle sonuçlandırılabilmesi için ku¬ruyoruz. Dolayısıyla, savcılar itiraz mercii olan Büyük Millet Meclisine karşı; yani o güç ve yetkiye sahip olan makama karşı ‘mahkeme şu nokta¬dan adaleti uygulayamamıştır. ‘Şu kanunun ruhuna uygun şekilde hüküm vermediler ve benim iddiam şu oldu’ diye bize bildirilmesin mi? Yoksa is¬tiklâl Mahkemeleri'nin yanılmaz olduğunu mu kabul ediyorsunuz Savcılar kanun dairesinde milletin hürriyet hakkını, yaşama hakkını koruyacaktı. Kendilerine güvenebilmek için kanun gücümüzün korunmasına memur olan savcılarımıza şikayet hakkı verilmelidir. Onlar gördüklerini söylemelidir¬ler. Sonra bunun manasına hükümet denmez, iyi düşünüyor musunuz, efen¬diler!” [16]
İkinci Grubun hukukun üstünlüğü konusundaki görüş ve kanaatleri Birinci Meclis'in önemli tartışma konularından birisini oluşturur ve hukukun üstünlüğü her vesile ile gündeme getirilir. Bu tartışmalar bilhassa İstiklâl Mahkemeleri'yle ilgili olarak sıklıkla öne çıkar.
Hukukun üstünlüğü konusunda asıl yoğun tartışmalar "Hürriyet-i Şahsi Kanunu"nun kabulü sıra¬sında yaşanır. Kişi hak ve özgürlülerini güvence altına alan askerî ve sivil memurları kanunî sınırlar içinde davranmaya zorlayan Hürriyet-i Şahsi Kanunu’nun 12 Şubat 1923'te İkinci Grubun oylarıyla kabul edilmesiyle, o dönem için çok önemli olan bir yasal adım atılmış olur.
İkinci Grup mensuplarına göre kişi hakları ve bunları güvence altına alan hukukî düzenleme oldukça önemli ve zorunludur. Bunun gerekçesini Ali Şükrü Bey şöyle açıklar:
“Bendeniz zannediyorum ki; madem ki hakimiyet-i milliye vardır diyoruz ve esas üzerine yürüyoruz, hakimiyet-i milliyenin esası kişi hakimiyeti, kişi dokunulmazlığıdır. Bunu sağlayacak şu kanun buradan çıkmadıkça bendenizce diğer kanunların hiçbirinin değeri yoktur. Çünkü hepsinin temelini bu kanun oluşturur. Bir halk hakkını muhafaza edeceğini bilmezse ve saldırganların saldırısına karşı kendini savunacak bir kuvvet ve kudret görmezse, yani o halk, hürriyet ve serbestisine sahip olmazsa, mutlaka müstebitlerin, mütegallibenin esiri olacaktır. Efendiler; biz halka benliğini vermeliyiz, halk hür olduğunu bilmeli ki kendi vicdanı doğrultusunda iş görsün. Hakimiyet-i milliye tecellisini göstermek için önce halkın hürriyetini sağlamak gerekir.” [17]
İkinci grubun yoğun ısrarı sonucu İstiklal Mahkemeleri Meclis denetimine alınmış ve İstiklal Mehakimi Kanunu’nun kabul edildiği 31 Temmuz 1922 tarihinden sonra sadece Elcezire’de o da görevi sadece asker kaçaklarını cezalandırmakla sınırlanan bir İstiklal Mahkemesi kurulabilmiştir. [18]
Yine bu mahkemelerin niteliği hakkında Mustafa Kemal’in Diyarbakır’daki görevi sırasındaki şifre katibi, Ekrem Cemil Paşa’nın gözlemleri de ilginçtir.
1922 yılında Ankara İstiklal Mahkemelerinde yargılanan Ekrem Cemil Paşa o günlere dair; “1922 kışını, 1500 kadar siyasi mahkumu [19] barındıran bir taş bina içinde geçirdim. Mahkemem Ankara İstiklal Mahkemesinde yapılıyordu. Mahkeme dört aydan fazla sürdü. Diyarbekir’den gönderilen tavsiyeler, dilekçeler, Mustafa Kemal’in beni sağ salim, serbest bırakmaya icbar etti. Mahkeme beraatime, fakat meselenin hüsnü hitamına kadar Ankara’da ikametime karar verdi. Üç ay kadar Ankara’da kaldım. Cephelerde Mustafa Kemal’in karargahında tanıdığım kumandanlar, zabitler her gün bana sorarlardı: Çankaya'ya gittin mi? Gazi'yi ziyaret ettin mi?. Ben üç ay devam eden bu ısrarlara ehemmiyet vermedim. Tenezzül edip Gazi’lerini ziyaret etmedim. Nihayet benim sert kafalılığım Gazi Paşa'nın kuvvet ve kudretine galebe etti. Diyarbekir'e gitmem için emir verdi. Ermeni yetimhanelerini teftişe memur olan bir Amerikan müfettişinin refaketinde, lüks otomobiline binerek 1922 yaz bidayetinde salimen Diyarbekir'e vardım.” [20]O tarihte Ankara’da 1500 siyasi tutuklunun olmasını, dönemin nüfusuna oranladığımız zaman siyasi mücadelenin derecesini açıklamaya yardımcı olabilir.
İkinci Dönem İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn Kanunu Dönemi
İstiklal Mahkemelerinin ikinci devresi ikinci meclis dönemine denk gelir. İkinci Meclis, Mustafa Kemalin “her şeyden önce kız gibi bir Meclis yapalım” [21] düşüncesine uygun olarak şekillendirilmiş bir Meclistir. İkinci meclisin “karakterini, siyasal işlevini, toplumsal misyonunu Tek Şef yaratan hükmeden” [22] belirlemiştir.
Bu muhalefetsiz ortamda İstiklal Mahkemeleri artık çok rahattırlar. Bu dönemin Ankara İstiklal Mahkemesi, üyeleri Ali’lerden oluştuğu için üç Aliler divanı olarak da anılır. Samet Ağaoğlu tarafından “Devletin dördüncü kuvveti” [23] olarak nitelenen Mahkeme reisi, Kel Ali’nin (Çetinkaya), İnkılap tarifi mahkeme başkanının zihniyetini göstermesi bakımından ilginç olduğu gibi önyargılarının kararlarını nasıl etkileyeceği konusunda da açıklayıcıdır: “İnkılap yalnız suçluların, hainlerin değil, suç’a istidadı olanların, hıyanet edebileceklerin, hatta şu veya bu sebeple vücudu zararlı olanların kısacık mahkemelerden sonra öldürüldükleri zaman oluyor!” [24]
Yeni Meclis’in ilk kararlarından biri hilafet konusundaki Emir Ali ve Ağa Han’ın ortak mektubunun İstanbul basınında yayınlanması dolayısıyla İstanbul basını üzerine Topçu İhsan (Eryavuz) başkanlığında bir İstiklal Mahkemesi göndermek olur.
Soyak bu süreci şöyle nakleder:
“8/9 Aralık 1923 gecesi Başvekilin teklifi üzerine gizli bir oturum yapan Bü¬yük Millet Meclisi de büyük çoğunluğu ile bu lüzumu kabul etmiş ve Cebelibe¬reket Mebusu İhsan Bey'in başkanlığında bir İstiklal Mahkemesi kurarak der¬hal İstanbul'a hareket etmesini tensip etmişti.
Sonradan öğrendiğimize göre, bu gizli oturumda ilk olarak kürsüye çıkan Başvekil İsmet Paşa İstanbul'un son zamanlardaki ahvalinden ve bu hallerin zi¬hinlerde yarattığı şüphelerden söz açmış, arada iç ve dış siyasetimize de temas et¬miş ve Meclisin dikkatini bilhassa Ağa Han ve Emir Ali'nin müşterek mektubu ile bunun neşir tarzı üzerine çekerek sonunda İstanbul'a bir İstiklal Mahkemesi yol¬lamayı Hükümet adına teklif etmişti. İsmet Paşa'dan sonra İstanbul Mebusu Yu¬suf Akçora Bey, teklifi tasvip eder tarzda konuşmuştu. Üçüncü olarak konuşan, yine İstanbul Mebusu ve eski Başvekil Hüseyin Rauf Bey (Orbay) ise İstiklal Mahkemesi göndermenin lüzumsuzluğundan bahsederek -bir me¬sele olduğu takdirde- bu gibi şeylerin adi mahkemelerde halledilebileceği esasını müdafaa etmişti.
Bu sırada verilip kabul edilen müzakerenin yeterliği hakkındaki bir takrir üzerine, evvelce söz almış olan daha on beş mebusun konuşmalarına imkân kal¬mamış ve derhal Mahkeme Heyetinin seçilmesine” [25] geçilir. Üç hatibin konuşmasıyla önemli bir kanunun kabulü İkinci Meclisteki tartışmaların düzeyi açısından fikir vericidir.
Mahkemeye geniş yetkiler verilmiştir; yalnız idam hükümleri Büyük Millet Meclisi'nin tasdikine sunulacaktır. Mahkemenin savcılığına Saruhan (Manisa) Mebusu Vasıf (Çınar), üyelikleri¬ne de Hakkâri Mebusu Asaf, Konya Mebusu Refik (Koraltan) ve Kütahya Mebu¬su Cevdet beyler seçilirler.
Mahkeme, ilk iş olarak İkdam ga¬zetesi sahip ve başyazarı Ahmet Cevdet, Tanin gazetesi sahip ve başyazarı Hüse¬yin Cahit, Tevhidi Efkâr gazetesi sahip ve başyazarı Velit beylerle bu gazetenin mesul müdürlerinin nezaret altına alınmalarını kararlaştırır, gece yarısı İçişle¬ri Bakanlığı’ndan İstanbul Valiliğine telgrafla bildirilen bu karara uyularak başyazarlar ile Tevhidi Efkâr gazetesi mesul müdürü Hayri Muhiddin Bey nezaret altına alınırlar. İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 pazartesi sabahı İstanbul'a gelir, aynı gün mahkeme reisi aşağıdaki beyannameyi yayınlar. Beyanname bizim için yabancı olmayacaktır, aynı mealdeki beyannameler Türkiye Cumhuriyetinde bir gelenek oluşturmuştur:
“İstihbarat müdürlüğünden tebliğ olunmuştur:
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin karar ve emriyle bugünden itiba¬ren vazifesine başlayan mahkememiz matemli ve kara günlerde samimî tezahürat ve fedakârlıklar ibraz eden muhterem İstanbul halkına bazı hususatı izah etmeyi faydalı bulmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi milli davamızın muvaffakiyetine maniler ihdas etmek İsteyen dahili, ve harici düşmanların hain emellerine set çekmek arzusuyla İstiklal Mah¬kemeleri Kanunu'nu vazetmiş ve tarihimizde mutlak adalet ve büyük hizmetleri ile ebedi bir nam bırakacak olan bu mahkemeleri muhtelif ma¬hallere göndermişti.
Milletimizin umumi fedakârlık ve gayreti neticesi olarak elde edilen zafer ve salah üzerine, bu mahkemelerin devamı faaliyetine sebep kal¬mamıştı. Son zamanlarda bazı tahrikatın yine eskisi gibi ikaı fesada baş¬ladığı anlaşıldığından Cumhuriyetimizi her ne pahasına olursa olsun mu¬hakkak muvaffak etmeye azmeden Büyük Millet Meclisi mevcut kanunu mahsusa istinaden ve bu gibi teşebbüsatı ima etmek maksadiyle mahke¬memizi teşkil ve izam etti. Bu tarzdaki tahrikatın milletimiz için mucip ol¬duğu elem ve felaketleri daima hatırlayacak olan mahkememiz yüzbinlerce Türk'ün kanı pahasına elde edilen Cumhuriyetimizin mevcudiyet ve esasatı hilafında hareket ve teşebbüsata cüret edenleri mevcut ve mevzu olan kanunları tatbik ederek şiddetle tecziye ve bu suretle muhterem İs¬tanbul halkına çok muhtaç olduğu sükûn ve refahı temin edecektir.
Kararlarımıza yalnız selameti vatan endişesi, mefkuremizin lâyetezelzil aşkı ve vicdanlarımız hakim olacaktır. Tevfik Allah'tandır.
10 Aralık 1339 (1923)
Türkiye Büyük Millet Meclisi İstiklal Mahkemesi Heyeti Namına Reis Cebelibereket Mebusu İHSAN” [26]
Mahkeme Savcısı sanıkların Hıyaneti Vataniye Kanunun birinci maddesine göre cezalandırılmasını talep eder, sanıklardan Velit, müfrit milliyetperver olduğunu Hüseyin Cahit, radikal laik cumhuriyet taraflısı olduğunu mektubu bir belge olarak yayınladığını bunun bir suç sayılıp İstiklal Mahkemesi huzuruna çıkarılacağını asla aklına getirmediğini, Ahmet Cevdet mesleğinin cumhuriyetçilik olduğunu söyleyerek savunmalarını yaparlar. Başkan İhsan (Eryavuz) sanıklara “ Şurasını hatırlatmak isterim ki İstiklal Mahkemeleri fikir hürriyetlerini tahdit etmek için değil düşünce ve duygu serbestliğini tesis etmek için teşekkül etmişlerdir” [27] şeklindeki veciz uyarısını yapmaktan kendini alamaz. Mahkeme sonucunda sanıklar beraat ederler ve o günlerin tanığı olarak Soyak durumu şöyle tasvir eder: “[G]erek hakimler ve gerek beraat edip serbest bırakılan gazeteciler, Yaşasın Cumhuriyet sesleri ve alkışları arasında Fındıklı Sarayı’nı terk [ederler].” [28]
Mahkeme 19 Aralık 1923 günü İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri (Düşünsel) ile Akşam gazetesi başyazarı Necmettin Sadık Bey(Sadak) arasında ki polemiğini konu alır, Lütfi Fikri Bey’in konunun akademik bir tartışma olduğuna dair savunmasına karşılık savcının Lütfi Fikri’ye yönelik sözleri düşünce ve ifade özgürlüğü açısından bugün için de günceldir ve bunca yıl ne kadar yol aldığımızın ifadesidir:
“Akademik münazaradan bahsediyorlar, Necmettin Sadak Beyi devlethanelerine davetle bu münakaşayı yapabilirlerdi. Takdir ederler ki gazete makaleleri Kasımpaşa’da, Aksaray’da, yahut başka bir yerde, herhalde bir tesir yapar ve halkın şuuru, bir imanı vardır: onlar bu mektubu okumayacaklar mı?” [29şeklindeki savcının veciz ifadesine Lütfi Fikri: “Zaten Bütün mesele oradan geliyor. Bunu evimde yapmış olsaydım, bir cürüm olup olmaması hatır bile gelmezdi … Bu aleniyeti inkar etmiyorum. Yalnız aleni şekilde olsa bile bu bir cürüm teşkil edemez ve bir ilmi mübahase mahiyetinde kalır diyorum. Neticede yazılarımda defalarca bir Darülfünun hocasına hitap etmekte olduğumu belirtmiş bulunuyorum” [30] Şeklinde savunmasıyla netice alamaz ve beş yıl kürek cezasına çarptırılır.
Mahkemenin baktığı bir diğer dava da Eski Teşkilat-ı Mahsusa çetelerine ait bir davadır ki daha sonra ki muhalif İttihatçıların kanlı bir şekilde tasfiyesinin ilk işareti olarak da okunabilir. Bu davada Dayı Mesut (Gürbüz), eski sandalcılar kahyası Ali Osman, Rizeli Hasan Kahya, Eski Ankara Valisi Abdülkadir, Yeni Bahçeli Şükrü, Komünist Mehmet (Ziya Hurşit’in Dayısı) ve daha başkalarının bulunduğu bir grubu yargılar, Şükrü ve Abdülkadir beyler yakalanamamıştır savcı bunların firarının, suçluluklarından kaynaklandığını vurgulamaktan çekinmez. Davada Savcı ilk iddianamesinde:
"Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine ve Cumhuriyete suikast yapmak üzere çalıştıkları ve muhtelif zamanlarda muhtelif şahısları sırren (gizlice) ve kavlen (sözle) vatani hıyanete tahrik ettikleri haber alınması üzerine nezaret altına alınan Ali Osman, İlyas Sami, İbrahim, Dayı Mesut ve Komünist Mehmet efendi¬lerin ilk ifadelerini muhtevi olan evrakı takdim ediyorum. Muhtelif şahitlerin ifadele¬rinden Ali Osman'ın böyle bir teşkilat için çalıştığı ve bazı şahitlerin ifadelerinden Kâhya Hasan'ın da bu teşkilat ile alâkadar olduğu anlaşılmaktadır. Hiyanet-i Vatani¬ye Kanunu'nun üçüncü maddesine tevfikan bu ikisinin mevkufen muhakemelerinin icrasını ve diğerlerinin gayri mevkuf olarak muhakeme edilmelerini ve nezaret altın¬da bulunduklarından kefaletle tahliyelerini ve aynı teşkilat ile alakalı oldukları hakkında ki malumat üzerine haklarında kanuni takibatta bulunulan ve firar eden sabık Ankara Valisi Abdülkadir ve Sabık İstanbul Mebusu Şükrü Beyler hakkında da gıyaben muhakeme icrasını talep”( 31) eder.
Sanıklar savunmalarını Milli mücadele sırasındaki yararlılıkları ve fedakarlıkları üzerine kurarlar, mahkeme de bunları dikkate alır. Mahkeme sonucunda Ali Osman Kahya’nın bir yıl hapsine, Dayı Mesut’tan böyle bir hareket katiyen umulamayacağı ve beklenemeyeceğinden ve diğerleri için de delil yetersizliğinden beraat kararı verilir.
Mahkemede beraat eden gazetecilerin İzmir seyahati ise kara mizahın konusuna girmesi gerekir:
“İstiklal Mahkemesinde beraat edenlerle beraber diğer İstanbul gazetelerinin baş yazarları, Mahkeme Reisi İhsan Bey vasıtasıyla, İzmir'de bulunan Atatürk'e müracaat ederek kendilerini ziyaret etmek arzusunda olduklarını arz etmiş ve is¬teklerinin kabul buyurulması üzerine 2 Şubat 1924 günü Altay vapuruyla Bandırma'ya hareket etmişlerdi. Seyahate iştirak edenler:Tanin'den Hüseyin Cahit Bey, Tevhidi Efkâr’dan Velit Bey, Vakit'ten Asım Bey, Akşam'dan Necmeddin Sadak Bey, Vatan'dan Ahmet Emin Bey, Tercüman'dan Hüseyin Şükrü Bey, İleri'den Suphi Nuri Bey, İkdam'dan Ahmet Cevdet Bey. Başyazarlar Bandırma'dan demiryolu kumpanyasının hazırladığı bir husus vagonla İzmir'e yollanmışlar, yoldaki istasyonlarda kendilerine mahalli memur ve halk kitleleri tarafından samimi gösterilerde bulunulmuştu. İzmir'de, o zamanın hemen hemen biricik derli, toplu oteli olan Naim Palas’ta misafir edilmişlerdi. Bu Türk matbuatının ileri gelen temsilcileri, Reisicumhur tarafından, Göztepe'de istirahat etmekte olduğu kayınpederine ait köşkte 4 Şubat 1924 Pazartesi günü saat 15.00'te kabul edilmişlerdi; yalnız Tevhidi Ef¬kâr gazetesi sahip ve başmuharriri Velit Bey l Şubat 1924 tarihli gazetesinde, ger¬çeğe aykırı olarak, ziyaretin, başka yerden izhar olunan arzu üzerine yapılacağı¬nı yazmış olmasından dolayı kabul olunmamıştı… [B]aşyazarlar Büyük Adam'ın yanından pek memnun ve müteşekkir ayrılmışlardı.” [32]
Topçu İhsan başkanlığındaki bu mahkemenin verdiği kararlar, iktidarın pek hoşuna gitmez ve eleştiri konusu olur. Ancak daha sonra kurulacak istiklal mahkemeleri bu yumuşaklıkta olmayacaklardır.
İkinci dönem İstiklal Mahkemeleri Doğuda meydana gelen bir isyan bahane edilerek Takriri Sükün Kanunu koşullarında kurularak, muhalefetin susturulma ve rejimi yerleştirme aracı olarak kullanılmıştır. Gezici Ankara İstiklal Mahkemesi başkanı Kel Ali Bey, (Çetinkaya) artık devletin dördüncü kuvveti olarak daha da güçlenmiştir.
Dönemin iklimi ve yönelimini belirtmesi açısından, Kurtarıcı Belirleyenin tavrı ve sözleri önemlidir: Mustafa Kemal’in döneme ilişkin 1925 yılı Ocak ayının ilk haftasındaki Konya seyahatinde tuttuğu günlük parçalarında Takrir-i Sükûn Döneminin arifesinde söyle yazıyor:
“Biz hedefimizin ulviyetine, yolumuzun doğruluğuna eminiz... fikri ve fiil kusur ve noksanlarımızı görüp hayırhane ihtar edilmesine memnun oluruz. Ama kötüye yormak ve yorumlamak yoluyla bizi engellemek isteyenler ya hain ya da gafildir… Biz keyfi hareket etmeyiz. Müstebit asla değiliz hayatımız müstebitlere karşı mücadele ile geçmiştir… Akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek şiarımızdır. Haksız ve insafsız eleştirilere karşı hoşgörülü değilsek, sert davranıyorsak; bunun nedeni ülke ve ulus çıkarını her şeyin üstünde görmemizdir. Pozitivistçe bir düşünüş biçimini yansıtan bu sözlerde açık bir amaç bilinci ve kendine güven duygusu ile kesin bir kararlılık göze çarpmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ayrıca, kamuoyu ve genel eğilime uymayı ilke edindiklerini de söylüyor. Fakat bunun hakikî ve samimî olmasını, ülkenin - en iyi kendilerinin bildiği- gereksinmelerinden kaynaklanması koşuluna bağlıyor. Onun gözünde, muhalefeti destekleyen İstanbul basını, ulusun gereksinmelerini anlamadığı ve kötü niyetle hareket ettiği yalnızca yapay bir kamuoyu oluşturmaktadır. Böylelikle de, muhalefetin tümü, gerçekleri göremediği ölçüde gafil, görüp doğru politika çizgisini engellemeye çalıştığı ölçüde ise haindir, işte, bu gaflet ve hıyaneti temizleme fırsatı Takrir-i Sükûn Kanunu ile doğacaktır” [33]
3 Mart tarihinde, meclisin ikinci oturumunda Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilir. Kanunla, 2 adet İstiklal Mahkemesi kurulur, isyan mıntıkasındaki mahkeme üyeliklerine, Başkan: Mahzar Müfit (Kansu), Üyeler: Ali Saip (Ursavaş), Lütfi Müfit, Yedek, Avni Doğan, Savcılığa da Süreyya (Özgeevren) getirilirler. Zaman içinde Başkanlık görevini Teşkilat-ı Mahsusacı, eski polis şefi Hacım Muhittin (Çarıklı) ve Milli Mücadele’de kimin için çalıştığı muğlak olan, Teşkilat-ı Mahsusa elemanı Ali Saip [34] de yürüteceklerdir.
Gezici Mahkeme olarak kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi ise Başkan: Ali (Çetinkaya), Üyeler: Kılıç Ali, Ali (Zırh) Yedek, Reşit Galip ve Savcılığa da Necip Ali (Küçüka) getirilirler. Üç Aliler Divanı olarak adlandırılan Ankara İstiklal Mahkemesi artık ülkedeki her olaya yetişecek, Kemalist rejimi yerleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır.
Zekeriya Sertel bu mahkemeleri şöyle tanımlar:“Bu mahkemeler olağanüstü yetkilere sahipti. Faaliyetleri yürürlük¬te olan kanunlara dayanmakla beraber, mahkeme¬nin takdir hakkı genişti. Mahkeme usulleri bir ke¬nara atılmıştı, kararlar sür'atle veriliyordu, çok defa da keyfî oluyordu. Hattâ bu yüzden haksız yere ceza görenler de olmuştu” [35]
M. Kemal’de bir bildiri yayınlar, “8 Mart 1925 tarihli gazetelerde neşredilen bu uzun beyannamede Atatürk, halka, Mem¬lekette huzur ve emniyeti bozacak her türlü hareketlere karşı uyanık bulunmayı tavsiye ediyor ve Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği kanunun bütün devlet me¬murlarına herhangi bir hadiseyi vukuundan sonra bastırmaktan ziyade hadise¬lerin vukuunu önlemek vazifesini yüklediğini beyan ederek mülki ve askerî devlet memurlarını, hiç tereddüde kapılmadan, yüksek vazifelerini ifaya davet ediyordu.” [36]
Takrir-i Sükun kanununun ilk uygulaması Tevhid-i Efkar Gazetesinin kapatılmasıyla başlar ve bu kapatmayı diğer gazeteler izler. Şark İstiklal Mahkemesinin ilk icraatlarından biri de basını yola getirilmesi operasyonudur. Ülkenin birçok yerinde gazeteler kapatılır. 7 haziran tarihli bir ara kararla ayaklanmayı dolaylı kışkırttıkları iddiasıyla önde gelen gazetecileri tutuklar. İstanbul’dan Elazığ’a yola çıkarılan gazeteciler ulaştıkları her menzilde Gazi Mustafa Kemal’e telgraf çekerek bağlılıklarını dile getirirler. Aşağıya bu telgraflardan iki örnek alınmıştır. Diyarbakır'dan çekilen telgraf:
“Yüksek dehanızla vücuda getirdiğiniz inkılâpta hakiki ve samimi birer fikir amelesi sıfatıyla çalıştığımızı ve Cumhuriyetin zafer ve istikrarına fay¬dalı olmaktan başka emel beslemediğimizi, İstiklal Mahkemesinin huzuru adaletinde de ispat etmek için, Şark vilayetlerinden Elaziz'e doğru giderken isyan ve irticaın pençesinden bir defa daha kurtarmış olduğunuz bu Vatan parçasında gördüklerimiz ve duyduklarımız, bize şu kanaati verdi ki, eski İdarelerin ihmal ettiği memleketimizde, yazı masası başında, görülemeyen birtakım vaziyetler mevcuttur. Bu vaziyet içinde Vatanın süratli bir inkişafa mazhar olmasını temin edebilmek ve Türk Milletini işaret ettiğiniz inkılâp yolu üzerinde gayeye doğru sarsıntısız yürütebilmek için, şahsi münakaşalardan ziyade, birlik ve dayanışma halinde bir sükûnete muhtaç olduğumuza kanaat ge¬tirdik. Türk aile topluluğu içinde, bundan sonra, işgal edeceğimiz mevki, her ne olursa olsun, mesleğimizi bu kanaate göre düzenlemeye ve çevremi¬ze aynı kanaati samimiyetle telkin etmeye çalışacağımızı arz eder ve kurta¬rıcımıza, irticadan huzur ve refaha kavuşan bu muhitten, en derin tazimleri¬mizi bir daha tekrar ederek feyizli nazarlarınızın üzerimizden eksik edilme¬mesini istirham eyleriz muhterem Cumhurreisimiz Hazretleri.
imzalar: Ahmet Şükrü, Ahmet Emin, Müştak, Suphi Nuri, Gündüz Nadir.
Gazeteciler, Mahkemedeki soruşturmalar sırasında da, hatalarını itiraf etmişler, fakat yazılarının iyi niyetle yazıldığını, inkılâpçı Cumhuriyete daima sadık oldukları¬nı, vuku bulan olaylardan müteessir bulunduklarını ilave eylemişlerdi. Soruşturmalar sona erince de bu sefer toplu olarak Cumhurbaşkanına şu telgrafı çekmişlerdi: Şark İstiklal Mahkemesi karşısında isticvaplarımız icra ve ikmal olun¬duğu şu günlerde, nimete karşı şükran kabilinden bir hareketle, büyüklüğü¬nüzün manevi huzuruna çıkmayı vecibeden addettik. Cumhuriyetin sadık birer amelesi, inkılâbın samimî birer hizmetçisi olduğumuzu ispat etmiş ol¬mak kanaatiyle sonsuz bir fahır ve gurur duyarak zatı riyaset penahilerine, bir kere daha arz ederiz ki bu kanaat şu dakikada vicdanlarımızı müsterih etmekle beraber bundan daha çok güvendiğimiz nokta, asil kalbinizin, hata¬ları örten lütfudur. Bu lütfün minnetini yâd ile ve bitmez tükenmez kalbi bağlılık ile bundan sonra vazifemize devam edebilmek, vicdanlarımızda ha¬sıl olan uyanıklığı gelecekteki hareketlerimizde rehber edinerek yüksek ga¬yemize doğru, temiz alın ile yürüyebilmek için itimadınızın feyzini bizler¬den esirgememenize pek muhtacız. Mahkeme huzurunda meydana çıkan masumiyetimiz ancak Büyük Kurtarıcının yüksek vicdanından duyacağımız af ve müsamaha müjdesiyledir ki, bizim için kıymettar olur. Bu lütfü bizden esirgemeyeceğinizi, kalbinizin yüceliğinden ümit ederek, en derin tazimleri¬mizi arz ve takdim ederiz muhterem Cumhurreisi Hazretleri.
On gazetecinin imzaları.” [37]
Gazi bu bağlılık telgraflarına duyarsız kalmaz ve görüşünü Şark İstiklal Mahkemesine bildirir:
Şark İstiklal Mahkemesi Müddeiumumiliğine;
Gazetecilerin mahkemeye celbinden sonra, Anadolu'da ve isyan saha¬sındaki meşhudatları üzerinde hata ettikleri ve nadim oldukları hakkındaki telgrafnamelerini evvelce Mahkemenin nazarı adaletine takdim etmiştim. Yine müştereken yukarıdaki telgrafla müracaat ediyorlar; bunu da nazarı in¬safa almak muvafıktır efendim.
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal [38]
Abdülkadir Kemali dışındaki gazeteciler mahkemenin adaletinden emin bulunduklarını ifade ederek ayrıca savunma yapmazlar.
Savcı iddianamesinde: “… İsyanla ilgili olduklarına dair vicdanları temine kafi deliller ve vesikalar görülmediği ve fakat kasta makrun olmasa bile yazılarının bu çevrede fena tesir yaptığına kendileri de kail ve bu halin neticede, ibret ve intibahını mucip olduğu anlaşılmış ve Cumhurreisi Hazretlerine takdim ettikleri aynen okunan, telgraflar dahi bunu teyit etmiş bulunmasına binaen beraatlerine” [39] karar verilmesini ister.
Abdülkadir Kemali Bey’in Tok Söz Gazetesi kapatılır kendisi de Ankara İstiklal Mahkemesine gönderilir ve diğer gazeteciler toptan salıverilirler. Abdülkadir Kemali’de dort buçuk ay sonra Ankara’da beraat edecektir [40].
Amaca ulaşılmış gazetecilere gözdağı verilmiştir. Artık basın cephesinden bir muhalefet gelmeyecektir.
O günlerin tanığı olan ve daha sonra kendisi de İstiklal Mahkemesinden geçecek olan Zekeriya Sertel olayı şöyle nakleder:
“İstanbul'un bellibaşlı gazete başyazarları Di¬yarbakır'daki İstiklâl Mahkemesine gönderilmişler¬di. Bunlar arasında Tasviri Efkâr gazetesi sahip ve başyazarı Velit Ebuzziya, Vatan gazetesi sa¬hip ve başyazarı Ahmet Emin Yalman, aynı gaze¬tenin yazarlarından Ahmet Şükrü Esmer, gene baş¬yazarlardan İsmail Müştak ve başkaları vardı. Ah¬met Emin, daha yoldayken, Adana'dan, Mustafa Kemal'e telgraflar göndererek yalvarmaya başla¬mıştı. Affedilirse, bir daha gazetecilik etmiyeceğine söz veriyordu. Biryandan da Diyarbakır'da bunla¬ra yapılan muamele hakkında meraklı ve korkunç haberler geliyordu. Bunları istasyonda karşılayan İstiklâl Mahkemesi üyeleri onları önce bir camiye yerleştirmek istemişler. Caminin içi hıncahınç tu¬tuklanan Kürtlerle doluydu, leş gibi kokuyordu, nefes almak bile zordu. Gazeteciler bunu görünce ürkmüşler. İstiklâl Mahkemesi üyeleri renk verme¬mişler. Burada yer yok diye gazetecileri alıp yü¬rümüşler. Yolda Velit Ebuzziya'yı ayaklarında zin¬cir, ellerinde kovalarla su taşırken görmüşler. O vakit kendi akıbetlerini anlar gibi olmuşlar. Fakat mahkeme üyeleri bunları başkanın evine götürmüş, onları içki sofrasına davet etmişler ve yolda gördüklerini kendilerine bir gözdağı vermek için yap¬tıklarını söyleyerek kahkahalarla gülmeye başlamış¬lar. Kısacası şaka yapmışlar...” [41]Görüldüğü gibi mahkeme heyeti aynı zamanda şakadan da geri durmaz.
Bir hukuksuzluğun sembolü olarak tarihe geçen İstiklal Mahkemelerine ilişkin aşağıda ki belge ibret vericidir ve bu mahkemelerin içyüzünü ortaya koymaktadır:
“Türkiye Cumhuriyeti Dahiliye Vekâleti
Kalem-ı Mahsus Müdiriyeti - aded
Elâziz Mühim ve
9.9.341 Zata mahsustur
Dahiliye Vekili Cemil Beyefendiye,
[1 —] Süreyya Bey vazifeye dönmekten çok korktuğu(m) için (?), vukuf ve takdirine çok hürmetkar olduğum Cemil Beye şu satırları yazmayı lü¬zum gördüm. Gazetecilerin memlekete ika ettikleri zararı en çok idrak edenlerden birisiyim. Ahmet Emin ve rüfekasını buraya celp ve tevkif et¬tirirken bu hususta hiçbir tereddüt hissetmedim.
2 - Gazi Paşa Hazretlerinin gazetecilerin kurtulmaları şayan-ı arzuları (?) tarzındaki şifreli emirleri gelinceye kadar muhakemenin tarz-ı cereyanı da çok iyiydi. Bu emir geldikten sonra, hepimizden (içimizden!) bir arkadaş gazetecilere ve Gazi hazretlerinin ulüvv-ü cenaplarına mazhar olarak be¬raat edecekleri ve beraatten sonra Fırka lehine sarf-ı mesaî için Ankara'ya gidilerek Reisicumhur hazretleriyle kendilerinin mülakatına delâlet olunacağı ihsas olunmuştur.
3 — Bu ihsastan sonra tekrar eski vazifeye (vaziyete !) rücu ile mahkû¬miyetleri cihetine gitmeyi mübeccel Gazi hazretleriyle İsmet Paşa hazret¬lerinin şeref-i zâtileri için tehlikeli görmekteyim. Müşarüleyh hazeratına rüfekamızla [arkadaşlarla] müştereken yazdığımız bir şifrede sarahatan değilse de buna yakın maruzatta bulundum.
4 — Semahat-ı ruhiye ve teyamulat-ı asilanesini çok iyi tanıdığım zat-i âlilerinden bana yürüyecek doğru yolun iraesini hürmetle rica ederim, İrae buyuracakları tariki bilâ kaydüşart kabul ettiğimi şimdiden arz ede¬rim efendim.
İstiklâl Mahkemesi Müddeiumumi vekili
Bozok mebusu Avni
Açtım gece 9” [42]
İktidarın bir organı olarak hareket eden mahkemelere her derecede iktidarın etkisi vardır. Ankara istiklal Mahkemesinde nasıl adilane karar verildiğine ilişkin bir idam kararına ilişkin anekdot her şeyi açıklayıcıdır: “Dr. Nazım'ın akibeti hakkında müzakereye başladık. Aramızda anlaşmazlık çıktı. Ben, Necip Ali… idamın aleyhindeydik. Bunu Gazi'ye haber verdik. Bizi yanına çağırdı, dinledikten sonra üzerinde konuştuğumuz kimsenin politikacılığı, fikirleri, yeni kurulmakta olan bir rejime karşı cephe aldığı takdirde yaratabileceği tehlikeler hakkında uzun izahat vere¬rek bizi kararımızda serbest bıraktı.” [43]Zekeriya Sertel O günleri naklederken, “Memlekette bir terör havası esiyordu” [44] diye nakleder.
İstiklal Mahkemelerinin hukuksuzlukları saymakla bitmez:
“Sanık yerinde Do¬ğu vilayetlerinde bir ilçenin telgraf memuru var.
Suç delili isyan sahnesindeki bir arkadaşına çektiği şu telgraf: Din uğrunda büyük şehit Hazreti Hamza’nın yanına gitmeğe hazırım!
Babamın arkadaşı [Ali Çetinkaya] gözlüklerini burnunun ucuna kadar indirdi. Dudaklarının arasından ıslık gibi çıkan sesi, gözle¬rinin saklayan bir kamçının ışığı sayılabilecek bakışlarıyla birleşti :
Demek Hazreti Hamza'nın yanına gitmeğe hazırsın! Peki, yarın sabah orada olacaksın!” [45]
“Ankara İstiklâl Mahkemesinde de TpCF’nın polisçe aranmasını baskın başlığıyla haber yerdiği bahane edilerek, Tanin başyazarı Hüseyin Cahit Bey ve gazetenin sorumlu, yöneticileri hakkında dava açılmıştır. Savunmasında, böyle adalete aykırı bir mahkemede mahkûm olmayı hâkim olmaya yeğ tuttuğunu belirten Hüseyin Cahit, Çorum'da süresiz (sonsuz) sürgün cezasına çarptırılmıştır.” [46]
Hapse düşenler İstiklal Mahkemelerinin tavrından bir şeyler çıkarmaya çalışırlar: “İstiklâl Mahkemesine getirilenlerin yüz¬de doksanı öldürülür. Duruşmalara hızlı bakılır, uzun uzadıya hukuk kurallarına, kanun hükümle¬rine bakılmaz. Şimdiye kadar kurulan geleneğe gö¬re, sanıklar hapishaneye geldiklerinin hemen ertesi günü mahkemeye götürülür, ilk sorguları ayaküs¬tü, kısaca yapılır. Sonra, savunma için bir gün bil¬dirilir. Eğer mahkeme, sizi savunma için bildirilen günden önce çağırırsa, hakkınızda idam hükmü ve¬rilmiş demek. Süreyi uzatmakta fayda yoktur. Yok gününde çağrılırsanız, durumunuz şüpheli demek¬tir. Mahkeme daha bir karara varmamıştır. Sa¬vunma günü sonraya bırakılmışsa, kurtulduğunuza işarettir. Çünkü mahkeme aceleye lüzum görmü¬yor demek...” [47]
Ölüm cezasından kurtulanlar sevinmekte, yakınlarına aldıkları cezayı müjde telgrafları çekmektedirler: “Kollarımızı sallaya sallaya mahkemeden çık¬tık. Bir arabaya bindik. Sevine sevine hapisaneye döndük. Hüseyin Cahit'le, Ata Çelebi bizi kapı¬da merakla bekliyorlardı.
-Ne oldu, nasıl geçti? dediler.
-Darısı sizin başınıza, dedik.
-Ne o beraat mı ettiniz?
-Hayır, üç sene kalebent cezası verdiler. Ölüm beklerken üç sene kalebent cezası bize öyle hafif gelmişti ki, onlara da ayni cezanın ve¬rilmesini diler olmuştuk.” [48]
“Müjde... Üç sene Sinop'ta kalebentliğe mahkûm ol¬dum. Trenle geliyorum, beni Haydarpaşa'da filan saatte karşıla. Oradan doğru Sinop'a gideceğim.
Müjde!.. Üç yıl Sinop'ta kalebentliğin müjdesi... Ne sevinilecek şey... Zekeriya'nın ne demek istediğini anla¬mıyorum. Fakat önümde güçlüklerle geçecek üç yıl yatı¬yor...
Bu müjdenin manasını sonra anladım. Zekeriya'yı ha¬pishanenin izbesinde kanlı katillerle, idam mahkûmları ile bir yerde yatırmışlar. En aziz dostu, İstiklâl Mahkemesi üyesi, mebus Nabizade Hamdi, hapishane içerisine gire¬memiş. Uzaktan, «idam kararı verseler de korkma, de¬miş, bir çaresi bulunur. Bunun için üç yıl Sinop'ta kale¬bentliğe mahkûm olunca sevinmiş, bunu bana müjdeliyormuş.” [49]
Muhalefet etmek suçtur, TpCF reisi Kazım Karabekir’in İstiklal Mahkemesindeki sorgusundan bir bölüm:
“- Zatıâliniz inkılâbın büyük bir şahsiyetisiniz. Tarih, bunu böyle kaydediyor. Memleketin savunul¬masında nasıl bir arada dağılmadan kaldı isek, vata¬nın yükselmesi emrinde de öyle olması gerektiğini elbette takdir buyurursunuz. Bu sebeple zatıâliniz, nasıl olur da muhalefete geçersiniz? Lütfen izah eder misiniz?
Kâzım Karabekir Paşa, bu soruyu söyle cevap¬landırdı:
-Mütareke sırasında elîm durumlara karsı el¬birliğiyle göğüs gererek çalışıp Gazi'yi kendimize reis yaptığımız sırada, memleketin istinad ettiği ye¬gâne kuvvet bendim.” [50]
Cafer Tayyar Paşa’nın sorgusu da ilginçtir: “ -Sizin... Memleketin siyasî idaresi hakkında bugünkü idareye dair kanaatiniz nedir?
-Hükümetin muvaffakiyetine duacıyım.
- O halde, muhalifliğin nerede kaldı?
-Takriri Sükûn Kanunundan sonra muhalefet susmaya mecbur olmuştur.
- Demekki, Takriri Sükûn Kanunu olmasay¬dı, bombayı koyacaktınız, değil mi?
-Asla... Ben bomba kullanmış bir adam de¬ğilim...
-Senin koyamıyacağını bilirim, ama fırkan koydu.
-Yemin ederim ki...
- Maznuna yemin düşmez. Siz yalnız, arkadaşlarınızım yapmağı düşündüğü suikast hakkında ne biliyorsanız onları söyleyiniz!” [51]
İstiklal Mahkemeleri Adalet Bakanlığının da üstündedir. Bakanlık, Mecliste çıkan yeni Ceza Yasasının İstiklal Mahkemelerinde uygulanıp uygulanmayacağını mahkemeden sormaktadır. İsyan Bölgesindeki Mahkeme yeni kanunu uygulamayacağını bakanlığa bildirir, bir suretini de bilgi için Başbakan’a yollar. Mahkemeler Meclisçe kabul edilen yasayı uygulamayıp kendi iradesini meclisten üstün gördüğünü ifade edebiliriz. “Adalet Bakanlığının böyle bir soru sorması ve mahkemenin böyle bir yanıt vermesi bile insana tuhaf geliyor” [52]
İstiklal Mahkemelerinde sanıkların avukat tutma hakları da yoktur: “İzmit mebusu Şükrü Bey avukat tutmak istediğini belirtince Mahkeme Reisi Ali (Çetinkaya) İstiklal Mahkemeleri dava vekillerinin cambazlığına gelmez diyerek bu isteği reddetmiştir.” [53]
Kemal Tahir’in İstiklal Mahkemesi değerlendirmesinde, roman kahramanı eski bir ittihatçı yöneticinin ağzından şu sözler dökülür: “Bizim ömrümüz, bütün suçlarımızı muhaliflerimize yüklemekle geçmiştir. Büyük politika sandık bunu... Yatkınmışız, alıştık. Daha beteri, en suçlularımıza, en utanmazlarımıza uyarak, doğru söy¬leyenlere, hiç bir suçu olmayanlara diş biledik yıllar¬ca... Giderek muhaliflerimizle aramızdaki ilintileri hırsız¬larımız, alçaklarımız, manyaklarımız belirleyip denetler hale geldi. Bu heriflerin ne kadar rezil, ne kadar işe yaramaz olduklarını... Ne demek işe yaramaz! Tersine, kancıklıklarını... Aptallıklarını... Çalıp çırptıklarını bile bile, muhaliflerimizi en alçak iftiralarla karalamalarını beğe¬niyorduk, sırtlarını sıvazlayarak kışkırtıyorduk, mükâfat olarak da çalmalarına, namussuzluklarına göz yumuyorduk.
İstiklâl Mahkemelerinin, çoğunlukla, bizim ikinci takım döküntülerinden kurulması rastlantı değildir, böyle işlere yatkınlığımız, sınavlara vurulmuş, ölçüp biçildikten sonra iyi değerlendirilmiştir. Biz her çeşit savunuyu suç saymışızdır. Bu yol, muhaliflerini gerçek suça itelemek yoludur. Varılmak istenen yer de, muhalifsiz hükümet et¬mek...
Çok düşündüm, muhalefetsiz hükümet etmek isteği, Devleti alet ederek, hiçbir ceza korkusu duymadan bol bol suç işleme zevkinden geliyor. Ceza görmemek güvenini sağlayıp keyfince en namussuz suçları işleyeceksin… İşte insanoğlunun düşebileceği en sefil çirkef çukuru... Bir kez bu yokuştan teker meker kaymaya başladın mı, olduğundan yüz kat, bin kat kıyıcı kesilirsin. Canavarlaşırsın. Her an alçaklık etmekten artık kendini çekemezsin! Önüne çıkanları, bir korkulu rüyada, kara¬koncolostan kurtulmana biricik engel görürsün. Ezmeden geçemeyeceğine inanırsın. Kızarsın. Kızmaktan da öte bişeydir bu... Kızmak insancıl bir duygudur. Oysa artık sen insanlıktan çıkmışdırsın! Bir toplum düşün ki, orda adam öldürmeye, hem de, çoğu, suçsuz adam öldürme¬ye SİYASET deniyor.” [54]
Taktir-i Sükun Kanunu’nun bahşettiği müstesna ortamda İstiklal Mahkemeleri eliyle muhalefet sindirilir, Yok edilir. Her türlü eleştiri yasaklanarak ülke uzun yıllar sürecek zihinsel karanlığa gömülür. İstiklal Mahkemeleri Kemalist rejimi yerleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır, özellikle seyyar Ankara İstiklal Mahkemesi her olaya el koyar.
Mete Tuncay, Şark istiklal Mahkemesinin 420 idam cezası verdiğini, Ankara İstiklal Mahkemesinin de 240 kadar idam cezası verdiğini kaydeder [55]. Şark istiklal Mahkemesinin idam sayısında Sıkıyönetim mahkemelerinin verdiği idam cezalarının sayısı ve infazlar dahil değildir. "Şeyh Sait îsyanı'nda 206 köyün yerle bir edildiği, 8.785 evin yakıldığı ve 15.200 insanın öldürüldüğü hatırlanırsa, böylesine kapsamlı bir hareketin dini nedenlerle ve Hilâfet'i restore etmek amacıyla yapıldığını savunmak zordur." [56]
İzmir Suikastı bahane edilerek muhalefet ve muhalefet potansiyeli yok edilmiş, Şeyh Said İsyanı da bahane edilerek Doğu'da terör estirilmiştir. Bu gün dahi bu mahkemelerde ne kadar insanın canına kıyıldığını bilmiyoruz. "Bütün bu siyasi-adli terör hükümlerinin haksızlığı ortadadır. Daha sonraki yıllarda, sanıklardan biri için açıklanan rehabilitasyon belgesinde şöyle denilmektedir: Rauf Orbay hakkında evvelce İzmir İstiklal Mahkemesi tarafından verilmiş olan mahkûmiyet kararının refi için vaki olan müracaatı üzerine yapılan hukuki[!] tetkikte araya girmiş olan umumi af kanunları isnat olunan fiili bertaraf ettiği gibi, muhakemenin tekrarım da gayri mümkün kılmış ve muhakeme edilseydi beraatinin muhakkak olacağı kanaatine varılmış olduğu görülmüştür.” [57]
Uygulayıcılar bu hukuksuzluk örneği mahkemeleri her fırsatta olumlamaktan çekinmezler:
“Başbakan İsmet Paşa'nın bir parti toplantısında dediği gi¬bi, "Kaçınılması mümkün olmayan hatalara düşmüşlerse bu¬nu samimi kanaatlerinden başka bir şeye affetmemelidir. Ak¬sine kanaatleri ve ülküleri uğrunda yapılması gereken bazı ek¬siklikler de vardır.
Başbakan İsmet Paşa, İstiklal Mahkemelerinin kaldırıl¬ması nedeniyle yine bir parti toplantısında yaptığı konuşma¬da şunları söylemişti:
Biz Takrir-i Sükûn Kanununu koyduktan ve İstiklal Mahkemeleri'ni kurduktan sonra karşısında bulunduğumuz durum¬ları, önceden tahmin ettiğimiz durumdan daha önemli bulduk. Elde açık deliller olmaksızın tecrübenin ve görgünün verdiği birtakım kanıt ve uzmanlaşma yoluyla duyduğumuz tehlikeden daha ağır tehlikeler karşısında bulunduğumuzu bilfiil tecrübe ettik. Memleketin dört köşesinde, içte ve dışta nice teşkilat, ni¬ce dal budak salmış cemiyet bulunduğu ortaya çıktı. Mahkeme¬ler gerek batıda, gerek doğuda fesat unsurlarını izlemek için bü¬tün gayretlerini harcamışlardır. Benim kanaatim şudur ki, mahkemeler görevlerinde başarılı olmuşlardır. Onların bu ba¬şarılarından her zaman söz edebiliriz." [58] Son İttihatçı Paşa’nın sözlerinde kullandığı dil, gerek Takrir-i Sükûn Kanunu gerekse İstiklal Mahkemelerinin gerçekte muhalefeti ortadan kaldırma aracı olduğunu doğrulamaktadır
Her iki mahkemenin görevi 7 Mart 1927 tarihinde sona ermiştir. Ancak dayandığı yasa 4 Mayıs 1949 da kaldırılabilmiştir. Geçen 22 yılda kullanılmamakla birlikte bu olanağın her zaman açık tutulduğunu söyleyebiliriz.
[1] Şamsutdinov, A.M. Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı, çev Ataol Behramoğlu Doğan Y. 1999, s 138
[2] Ertunç Ahmet Cemil, Cumhuriyet Tarihi, Pınar Y. 2004 s 35
[3] Apak Rahmi, İstiklal Savasında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s.155-156, Zikreden A.M.Şamsutdinov,Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı, çev Ataol Behramoğlu Doğan Y. 1999 s133
[4] Cebesoy Ali Fuat Milli Mücadele Hatıraları,Temel Y. 2000, s 390
[5] Şamsutdinov, A.M. Mondrostan Lozan’a… s 153
[6] Buca Tarih Tarih ve Bilgi Bankası, İstiklal Mahkemeleri, www.bucatarih.com
[7] Bozkurt Mehmet, Asker Firariler Sorunu www.sol.org
[8] Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları Der. Hulusi Turgut, İş Bankası Kültür Y. 2005 s 363-367
[9] Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları. s 367
[10] Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları. s 370
[11] http://www.kurtulussavasi.org/asphtm...ahkemeleri.php
[12] http://www.kurtulussavasi.org/asphtm...ahkemeleri.php
[13] Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 36
[14]Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 36 -37
[15] Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman tarafından 27 Mart 1923 tarihinde öldürülmüştür, Meclis İttihat ve Terakki’nin öldürülen şeflerinin ailesine maaş bağlarken, Ali Şükrü Bey’in geride kalan ailesine bir maaş bağlamadığını ve Hüseyin Avni Bey’inde ikinci dönemde Mecliste yer alamadığını da burada ekleyelim
[16] Aktaran, Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 38
[17] Aktaran, Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 39
[18] Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 39
[19] Altını ben çizdim
[20] Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybun Yayıları, 1992
[21] İ. Habib Sevük, Atatürk İçin Remzi K. 1976 c 1 s 274 aktaran: Göldaş İsmail, Takrir-i Sükun Kanunu Görüşmeleri, 1923 “Seçim”leri, Atama Meclis ve Sonrası Belge Y. 1997 s 35
[22] Göldaş İsmail, Takrir-i Sükun Kanunu Görüşmeleri, 1923 “Seçim”leri, Atama Meclis ve Sonrası Belge Y. 1997 s
[23] Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları, Baha Matbaası 1969 s 93
[24] Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları, Baha Matbaası 1969 s 91
[25] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten Hatıralar Yapı Kredi Y.2005 s 208-209
[26] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 209-210
[27] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 213
[28] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 218
[29] Aktaran Soyak s 227
[30] Aktaran Soyak … s 227
[31] Aktaran Soyak s 230-231
[32] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 234-235
[33] Tunçay Mete Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931) Yurt Y. 1981 s 126
[34] Osman Tufan Paşa, Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Arma Y. 1998 s 23-29
[35] Sertel M. Zekeriya Hatırladıklarım s 131-132
[36] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 321
[37] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 333-334
[38] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 335
[39] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 337
abdulmecid
İ.M 2. SAYFA
Birinci Dönem İstiklal Mahkemeleri
Firariler Hakkında Kanun tasarısı tam da bu günlerde tartışmaya açılır. Tasarının birinci maddesine göre firarilerin evleri yıkılacak, mala mülke, hayvana; arpa, buğday, soğana el konulacaktı. Milli Savunma Komisyonu şu gerekçe ile karşı çıkar: Ev yıkılması memleketimizin esaslı servetini yıkacağı için uygun görülmez ve zaten harap bir halde bulunan köylerin bu suretle yıkılması yerinde bulunmaz. İşgal bölgelerinden kaçarak gelenlerin yerleştirilmesi için zorluklar içinde çırpınan bakanlar kurulu, Firarilerden alınacak evleri göçmenlere tahsis etmekle daha iyi bir hareket yolu takip etmiş olacağından, kanun maddesinin bu suretle değiştirilmesini uygun görür ve maddenin tesir bakımından şiddetini artırmak için, birlikte oturduğu ailesi fertlerinin başka yere sürülmesini’ eklemeyi uygun bulur [7]
25 Nisan 1920'de Mehmet Şükrü Bey tarafından BMM’nin otoritesinin sağlanmasına yönelik bir önerge verilir. Önergede, Meclis kararları aleyhinde bulunan veya uymayanları vatan haini olarak nitelendiriliyor ve bu gibiler de vatana ihanetle suçlanıyordu. Mecliste karşı konulmasına rağmen 29 Nisan 1920'de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu kabul edilir:
Madde 1-Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatı ve memalik-i mahrusa-i şahaneyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def-i maksadına m'atuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisi'nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur.
Madde 2-Bil-fiil hiyanet-i vataniyye'de bulunanlar salben idam olunur.
Kanunun uygulamasında, olağan mahkemeler yetkilendirilir, Mahkemeler olağan koşullarda çalışır itiraz, temyiz gibi yollar mevcuttur. Ancak bu yasayla istenilen sonuca ulaşılamaz ve asker kaçakları sorunu çözülemez. Asker kaçaklarına hapis cezası verilmesi sebebiyle, birçok kişi cephede çarpışmaktansa, hapis yatmayı göze alarak firarı yeğlemektedir. Yeni kanun uygulandığı gibi, önceki kanuna göre Kuvayi Milliye’nin uygulamaları da devam eder. Kitle halindeki idamlar da Meclise karşı tepki uyandırır.
Kanundan istenilen sonucun elde edilmediğinden şikayet edenler ve bu mahkemelerin olağan koşullarda çalışan mahkemeler olmasının, cezanın ibret verici etkisini kaldırdığını iddia edip yeni formüller geliştirirler. 18 Ağustos 1920'de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler tarafından Meclis'e Telkin ve Tedhiş Kanunu adıyla çok ağır hükümler taşıyan bir önerge verilir:
Seferberlik emrine icabet etmeyenlerin emvali müsadere, hanesi ihrak (yakılır), ailesi tehcir (göç) edilir ve tevrüd (karşı koyma) edenler de derdestlerinde (ele geçirildiklerinde) idam olunur hükümlerini taşımaktadır. Çok ağır cezalar taşıyan önerge tartışma sırasında reddedilir, Tevfik Rüştü çok ağır ve olağanüstü dönemlerden geçildiğini savunarak önergesini İhtilal Mahkemeleri şeklinde değiştirerek olağanüstü mahkemelerin kurulmasında ısrar eder.
2 Eylül 1920'de, Milli müdafaa Vekâletince hazırlanan Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı Meclis tarafından Millî Müdafaa Encümenine gönderilir, 8 Eylül'de M. Kemal'in önerisiyle gündeme alınır.
Fevzi (Çakmak) Paşa, olağanüstü ihtiyaca dayanarak, savaş zamanına ait olmak üzere Firariler Hakkında Kanun’un kabulünü ister. Asker kaçakları olaylarının çokluğunun vatanın kurtuluş ve bağımsızlığını tehlikeye düşürecek duruma geldiğini, bunun önüne ancak sert önlemlerle geçilebileceğini, eski kanunun etkili olmadığını belirten Paşa’nın önergesi ile konu tartışmaya açılır. Önergeye kişi hakları açısından karşı çıkıldığı gibi, memleketi ve halkı korkuya düşüreceği, milli mücadeleyi arkadan vuracak kuvvetleri çoğaltacağı ve halkta panik yaratacağı gibi yönlerinden karşı çıkılmasına rağmen, Tevfik Rüştü’nün reddedilen İhtilal Mahkemeleri Kanunu teklifinin ismi İstiklal Mahkemeleri olarak değiştirilerek olağanüstü mahkemelerin de ilavesiyle Firariler Hakkında Kanun’ 11 Eylül'de kanun oy çokluğu ile kabul edilir.
FİRARİLER HAKKINDA KANUN
Kanun No :21, 11 Eylül 1924
Madde 1- Muvazzaf ve gönlü ile hizmet-i askeriyeye dahil olup da firar edenler veya her ne suretle olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari derdest ve sevkinde tekasül (kayıtsızlık) gösterenler ve firarileri ihfa (saklayan) ilbas (giydiren) edenler hakkında mülki ve askeri kavaninde (kanunlar) mevcut ahkam ve indel-icap (gerektiğinde) diğer guna (benzer) mukarrerat-ı cezaiyeyi müstakilen hüküm ve tevfiz (hükmü uygulamak) etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından oluşan İstiklal Mahkemeleri teşkil olunmuştur.
Madde 2- Bu mahkemeler a'zasının adedi üç olup Büyük Millet Meclisi'nin ekseriyet-i arasile intihap ve içlerinden birini kendileri tarafından reis addolunur.
Madde 3- İş bu mahkemelerin adedini ve mıntıkalarını Heyet-i Vekile'nin teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi tayin eder.
Madde 4- İstiklal Mahkemeleri'nin kararları kat'i olup infazına bilumum kuva-yı müsellaha ve gayr-i müsallaha-i devlet (devletin bütün silahlı ve silahsız kuvvetleri) memurdur.
Madde 5- İstiklal Mahkemeleri'nin evamir ve mukarreratını(emir ve kararlarını) infaz etmeyenler veya infazda taallül (yalan bahane ile işten kaçma) gösterenler işbu mahkemeler tarafından taht-ı mahkemeye alınır.
Madde 6- Her İstiklal Mahkemesi ketebe ve müstahdeminin maaşatı şehri yüz lirayı geçmeyecektir.
Madde 7- Her İstiklal Mahkemesi vazifeye mübadereti (işe başlama) anında firari ve bakaya erfadının bir müddet-i muayyene zarfında (belli süre içinde) icabetini (kabul edilme) teminen her türlü vesait-i tebliğiyeye müracaat eder.
Madde 8- İşbu kanun tarih-i neşrinden muteberdir.
Madde 9- İşbu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi memurdur.
Kanunun kabulünden sonra Erkanı Harbiye başkanı İsmet Bey (İnönü) 14 İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulunur. Meclis 7 mahkeme bölgesi saptar, Üyelerin ve bölgelerin seçimi 26 Eylül'de gerçekleşir. Bölgeler; Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Pozantı, Kastamonu, Sivas olarak tespit edilir
Bölge ve üye seçiminin devam ettiği bir sırada, İstiklal Mahkemeleri kuruluşunu sağlayan Firariler Hakkında Kanun’un birinci maddesine bir ek madde kabul edilerek Komutanların askeri rütbeler arasında itaat ve inzibat sağlanmasına dayanan hukuk ve yetkileri saklı kalmak üzere vatanın ve hilafetin kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadele eden Büyük Millet Meclisi'nin çalışmasına ve amacına aykırı olarak düşman amaç ve çıkarlarını güçlendirme yollu teşkilat ve tahrikat ve kargaşalık yaratanlar ve memleketin maddi ve manevi kuvvetlerini her ne surette olursa olsun bozup, yıkmaya çalışanlar ve düşman hesabına askeri ve siyasi casusluk edenlerle, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun kapsadığı hükümlerden dolayı tutuklu bulunanların mahkemelerinin yapılacağı ve hükümlerin infaz etme yetkisi İstiklal Mahkemeleri'nin kurulduğu bölgelerde adı geçen mahkemelere verilmiştir hükmüyle, İstiklal Mahkemeleri'nin yalnız asker kaçaklarına ait olan yetkileri olağanüstü genişletilir.
Bir ay sonra Diyarbakır'da da bir mahkeme kurulması kabul edilince mahkeme sayısı 8'e yükselecektir. İstiklal Mahkemelerinin verecekleri kararlar, idam dahil, kesindir ve derhal uygulanacaktır. Karar verilirken vicdani kanaatleri yeterlidir. Kararlara itiraz ve temyiz yoktur. Kararlarını ve emirlerini bütün asker ve sivil memurlar uygulamak zorundadır. Kısaca mahkemeler sınırsız bir güce sahiptirler.
İstiklal Mahkemeleri heyetleri 27 Eylül’de toplanarak çalışma programlarını hazırlarlar:
“Refik Şevket Bey’in [İnce] hazırladığı beyanname okunup kabul edildi. Beyanname basıldı ve mahkeme heyetleri yola çıkmadan mahkeme bölgelerine gönderildi. Beyannameyi, isim yeri boş bırakıldığı için, her İstiklal Mah¬kemesi adını yazarak yayınladı. Beyanname metni şöyle idi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Namına (...............)
Mıntıkası İstiklal Mahkemesinin Beyannamesi
Üç yüz milyon müslümanın ümid bağladığı vatanımızda Hi¬lafet makamı aleyhine zalim hükümetler tarafından tertib edi¬len su-i kasd, İzmir, Adana ve İstanbul işgaliyle pek açık suret-de tahakkuk etdi. Bunun üzerine milletimiz bir defa daha ha¬rekete geldi ve istiklâliyle varlığını muhafaza için her fedakâr¬lığı göze alarak talihini kendisinin intihab etdiği vekillerden mürekkeb Büyük Millet Meclisi'ne teslim etdi.
Filhakika vatanın fedakâr evladı, yer yer, cephe cephe hare¬ket ve istiklâlimizin harici ve dahili düşmanlarıyla arslanlar gi¬bi çarpıştılar ve çarpışıyorlar. Büyük Millet Meclisi de öldürül¬mek istenilen şu mazlum, fakat büyük milletimizi kurtarmağa çalışıyor ve bu maksatla bir taraftan memlekette halk idaresini kuracak en emin esaslara müstenid kanunlar vaz ve tesisine uğraşıyorken; bir taraftan da düşmanlarla el ele vermek fenalı¬ğını irtikap eden alçakları ve düşman karşısında firar eden ha¬inleri kahr ve te'dip etmek üzere fevkalade selahiyeti haiz (İstik¬lal Mahkemeleri) teşkil etmiş ve mıntıkalarına gönderilmiştir
Bu münasebetle Büyük Millet Meclisi'nin 11 ve 26 Eylül 336 tarihlerinde kabul etmiş olduğu kanunun mevad-ı asliye¬sini aynen derc ediyoruz …
Kardeşler!
İşte bizler bu kanunu tatbik için bu mıntıkaya geldik. Şim¬di de bu cihetleri biraz izah edelim: İstiklâl Mahkemeleri zirde münderic mevadı takib ve muhakeme edeceklerdir:
1. Milletle hilafet makamını düşmanlar elinde esir bırakan muahedenameyi kabul ve terviç edenlerle bu gibilere uyanlar.
2. Gerek gönüllü ve gerek muvazzaf olsun askerliğe dahil olan bilcümle efrad ve zabıtandan firar edenler.
3. Ahali ve efrad ve zabıtandan firara sebebiyet verenler, ya¬ni askerin kaçmasını kolaylaştıracak bir suretde söz söyle¬yen, yazı yazan, iltimas eden veya rüşvet alan vesair her tür¬lü harekâtda bulunanlar.
4. Firarileri derdest ve sevkde tekasül ve iltimas gösteren bi-l-umum mülkî ve askeri jandarma memurin ve efrad ve zabıtam.
5. Firari efrad ve zabıtanı saklayanlar, besleyenler, elbise verib giydirenler.
6. Büyük Millet Meclisi'nin ve Meclis dolayisiyle millet hâkimiyetinin düşmanlarını takdir veya onları ister yollu, teşvikat ve ifsâdâtta bulunanlar.
7. Memleketde yekdiğeri aleyhine nifak çıkararak devlet ve milletin işini bozanlar, kuvvetini azaltanlar.
8. Milletin zihnini yalan, yanlış havadisle çelenler.
9. Büyük Millet Meclisi'nin haberi olmaksızın millet namı¬na düşmanlarla görüşenler.
10. Düşmanlarımıza milletimizin ahvali hakkında her ne su¬retle olursa olsun malumat verenler.
Bunlardan mâ-adâ herkes bilmelidir ki;
a) İstiklâl Mahkemeleri nokta-i nazarında bütün efrad-ı mil¬let, her ne rütbe ve derecede memuriyet ve meslek.de bulunur¬sa bulunsun müsavidir.
b) İstiklâl Mahkemelerinin karan kat'idir. Verilir verilmez derhal icra olunur.
c) İstiklâl Mahkemelerinin verdiği emirleri yapmayanlar bu mahkemeler tarafından derhal taht-ı muhakemeye alınır. Ve azl, tard, haps, nefy, kal'ebendlik, kürek ve icabında idam cezala¬rına mahkûm edilir.
d) İstiklâl Mahkemeleri seyyardır. Lüzum gördüğünde ka¬zaları, nahiyeleri, köyleri dolaşarak muhakemesini yapar ve ic¬ra eder. Hülasa İstiklâl Mahkemeleri vatanı bugünkü ağlatıcı vaziyetden kurtarıb evvelki şerefli mevkiine çıkarmak için eli¬ni vicdanının üzerine koyarak Allah'ın inayetine sığınır, vatan hainleri hakkında ceza verir ve vatan ve millet istiklali kaygu-sundan başka bir şeyi düşünmez, yalnız Allah'tan korkar, iç¬tihadında fevkalade müstakil bir hey'ettir.
Vatandaşlar! Size son bir defa daha ilan ediyoruz, işbu beyannamenin tebliğinden itibaren on gün zarfında hemen askerliğinize koşunuz. Mücahede kuvvetimizi zaafa uğratacak yolsuzluklardan, tecavüzlerden ictinâb ediniz, boş boğazların sözlerine inanmayınız, sizi fesada sevkedenlere uymayınız, vatanî vazifenizi takdir ediniz ve daima biliniz ki başınızda vatanı ve sizi düşünen Büyük Millet Meclisi ve o Meclis’in maksadını temine çalışan İstiklal Mahkemeleri vardır.” [8]
Kanunun ve yayınlanan ortak beyannamenin dilinden de anlaşılacağı gibi, Kanun ve Mahkemelerin amacı, Ankara’nın otoritesinin tesisine yöneliktir.
Kılıç Ali, Gazetelerin birgün önceden, yapılacak duruşmalar hakkında bilgi verdiğini ve halkın ilgisini artırdığını. Ve verilen kararların, Mahkemelerin kendi bölgelerine ve diğer İstiklal Mahkemeleriyle, Meclis, Dahiliye vekaleti ve Diğer ilgili yerlere bildirildiğini, gazetelerin bunları yayınlamakta zorunlu tutulduğunu da ekler [9]
Kılıç Ali mahkemelerin azametini ifade ederken: “Her Mahkemenin kapısında büyük bir levha ile mahkemenin adı yazılı bulunurdu. Mahkeme heyetinin oturduğu yerin arkasında yine büyük bir levha ile İstiklal Mahkemesi, mücadelesinde, yalnız Allah’tan korkar yazısı asılıydı.” [10]Demekten kendini alamaz.
Ankara İstiklal Mahkemesi, çalışmaya başlar başlamaz ilk iş olarak, Sadrazam Damat Ferit Paşa'yı gıyabında vatana ihanet suçuyla yargılar. Ferit Paşa ile Hadi, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler, Ankara İstiklal Mahkemesi'nin bir numaralı kararı ile Sevr Anlaşması'nı imzaladıkları, ulusu bölmeye çalıştıkları, cinayetlere sebep oldukları için vatana ihanet suçuyla gıyaben idama mahkûm edilirler. Ancak Hiyanet-i Vataniye Kanunu'nun amacında bile, yapılan savaşın amacının Halife-Padişahı kurtarılması olarak belirtildiğinden Vahdettin’e karşı bir işlem yapamaz.
En sert çalışan mahkeme efsane eğitimci Mustafa Necati’nin başkan olduğu Kastamonu İstiklal Mahkemesidir. Asker kaçaklarının önünü almak için başvurduğu yöntem çok serttir. On gün içinde teslim olmayan asker kaçağının yerine sırayla babası, biraderleri, amcası, dayısı, amcaoğlu, eniştesi ve eniştesinin oğlu alınır. Kaçak teslim olursa, yerine askere alınan yakını bırakılır. Ayrıca köyünden 200 lira ceza alınarak, kaçakların evi yakılıp yıkılır. Bu yöntem Meclis'te çok sert tartışmalara yol açar ve İstiklal Mahkemeleri'nin görevlerine 17 Şubat 1921’de son verilmesinde önemli bir etken olur [11].
İstiklal Mahkemeleri bu dönemde 17 Şubat 1921'e kadar yaklaşık 5 ay kadar çalışırlar. Ankara dışında, diğerlerinin görevlerine 17 Şubat'ta son verilir. Yalnız Ankara İstiklal Mahkemesi'nin görevi sürer.
Yukarıda Kastamonu Mahkemesinden söz ederken değindiğimiz gibi Mahkemelerin verdiği idam ve çeşitli cezaların yanında tuhaf cezalara da hükmetmektedir: Firariler başka suç işlememişlerse dayak cezası verilerek kıtasına gönderiliyor. 1-2 kez kaçmış ve başka suç suçları işlememiş olanlar ceza verilmeden, (3-4-5-6-7 8-9-10) kez kaçmış olanlar, kaçtıkları sayı onla çarpılıp, değnek vurularak cezalandırılıp ve kıtalarına sevk ediliyordu. Bazılarına idam cezası verilse bile, bir daha kaçtığı takdirde uygulanmak üzere (müeccelen idam) cepheye gönderiliyorlardı [12]. Özellikle Kastamonu İstiklal Mahkemesinin sertliği bölge halkının Ermeni Soykırımına katılmamaları ve bu kırımı onaylamadıklarını bir dilekçe ile Mutasarrıfa iletmelerinin bir tesiri olup olmadığı da ayrıca incelenecek bir konu olsa gerekir.
İkinci Grubun İstiklal Mahkemelerine karşı tavrı
Faaliyeti devam eden Ankara İstiklal Mahkemesi dışında 1921 yılında tekrar İstiklal Mahkemelerine ihtiyaç hissedilerek, “24 Temmuz 1921’de Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat’ta yeni İstiklal Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin zamanla görev alanı genişletilmek istenir. Ancak İkinci Grup, meclis üstünlüğü ve yetkilerin kullanış biçimi konusundaki hassasiyeti dahilinde, İstiklal Mahkemeleri kurulması konusunda oldukça gönülsüz davranır. Konuyla ilgili Birinci Gruba sert eleştiriler yöneltir” [13]. Mahkemelerin yetkilerinin ve sınırlarının genişletilmesinin istenmesiyle Mustafa Kemal’in Başkomutanlığa getirilmesinin aynı tarihlere gelmesi ilginç bir tesadüftür.
5 Ağustos 1921 tarihinde Mustafa Kemal Paşanın başkumandanlığa getirilmesi üzerine İstiklal Mahkemeleri doğrudan Başkumandan olan Mustafa Kemal’e bağlanır. İkinci Grup bunu Hakimiyet-i Milliye açısından büyük bir problem olarak görür. 14 Ocak 1922 tarihli gizli oturumda Hüseyin Avni (Ulaş) Bey geniş yetkilerle donatılan bu mahkemelere karşı çıkarak, hukukun üstünlüğünü ön plana taşıyan bir konuşma yapar. Konuşmasında şunları söyler:
“Olağanüstü önlem almak için İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Fakat zaman oldu ki, hükümet bütün icraatı İstiklal Mahkemelerine verir bir şekilde, bize bir kanun kabul ettirdi. Artık İstiklal Mahkemelerinin el uzatmadığı, el koymadığı şey kalmadı ve bütün hükümetin icraatını eline aldı [Olağanüstü yetkili savaş komisyonunun görevini Başkumandana bağlı istiklal Mahkemeleri yürütür] ve Meclis adına hükümler verdi.
Efendiler, siz memleketi kurtarmak istiyorsanız, siz mahkemeleri yaşatmak istiyorsanız, işte burada 350 mahkememiz var. Onun kudretini artırın, beş mahkeme, devletin bütün teşkilatını yü¬rütemez ihtilâlin de hukuku var. Fakat böyle kendi oyuyla hüküm sürecek maddî ve manevî suç, zarar takdiriyle hüküm sürecek bir kuruluş dünyada mevcut değildir. Bu, dünyanın adaletine sığacak şeylerden değildir. Asker kaçakları için gerekli ise, yalnız onunla sınırlayalım. Böyle maddî, manevî zarar takdirine yetkili; genel cümlelerle, sınırsız yorum ve ters düz etmeye müsait cümlelerle verilen yetkiyle ve kendi oyuyla her şeyi hüküm altına al¬mak, her şeye hüküm vermek yetkisini artık ortadan kaldırmak, üzerimize farzdır.
İkinci Grup üyelerinden Sinop mebusu Hakkı Hami (Ulukan) Bey de konuyla ilgili olarak görüşlerini dile getirir: Memlekette vâzıı kanun (kanun koyucu) çoğaldıkça memleket fela¬kete, izmihlale gider. Bugün Meclis-i Âlîniz kanun vazeder ve haddi za¬tında vazıı kanun selahiyyetine haizdir. Kendisini Meclisi Âlînin fevkin¬de görenler Meclisin vücudunu inkâr etmiş olurlar. Bunlar hain-i vatan¬dır. Hareketleri Meclise taarruzdur... Bunların önüne geçmek lâzımdır. Yoksa Efendiler! Emin olunuz İstiklal Mahkemeleriyle, Hıyanet Kanu¬nuyla, adam asmakla biz gayemize vasıl olacaksak emin olunuz ki bu, hayaldir... Efendiler, bendeniz eminim ve katiyen kaniim ki bugün pek masum olarak asılan vardır... Köyleri baykuş yuvası yapmak için mi yoksa mesut ve müreffeh bir devre açmak için mi çalışıyoruz? istiklâl Mahkemelerine de ve hiçbir kimseye de adam as¬mak selahiyyetini vermeyiniz, idam cezası tavuk öldürmek değildir. Bunlar tavuk değildir, hayat çok yüksektir.” [14]
Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri'ne başından beri karşı olduğunu, Meclise bile verilmeyen kişisel görüşe da¬yanarak adam asma yetkisini, Meclisin bu mahkemelere vermesinin kendisini hayrete düşürdüğünü söyler.
Burada Kemalist tarihçiler tarafından gerici olarak nitelenen İkinci Grup hakkında bir fikir oluşması bakımından grup sözcüleri Hüseyin Avni Bey’in İstiklal Mahkemelerinin görüşülmesi sırasında ve Ali Şükrü Bey’in [15] Hürriyet-i Şahsi Kanunu’nun görüşülmesi sırasında yaptıkları konuşmalardan yapacağımız kısa bir alıntı hem İstiklal Mahkemelerinin niteliğini, hem de İkinci Grubun niteliğini ve İkinci Grubun hukukun üstünlüğüne verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir. Bu gün yetmiş beş yıl sonra 2006 yılında Terörle Mücadele Yasası meclisten geçerken aynı nitelikte bir hatibe rastlanmamasını herhalde talihsizlikle açıklayamayız.
Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mah¬kemeleri hakkındaki eleştirilerini şöyle sürdürür: “Efendim, birinci gün¬den beri İstiklâl Mahkemelerinin aleyhindeyim. Bir kere TBMM'ne Allah'ın vermediği salahiyeti kendisi başkasına verdiğine hayretteyim... Memleketi¬miz üç İstiklâl Mahkemesiyle mi idare ediliyor? Efendiler, her kazada bi¬dayet mahkemeleriniz vardır. Cinayet mahkemeleriniz vardır. Memleketin bir tarafında kanaati vicdaniyesiyle üç adamı idam eder, diğer tarafında hayatını idame eder. Ne güzel müsavat, ne güzel adalet (!)...
Şimdi Efendi¬ler; bendeniz kanaatime göre bu suretle kendi hukuku adlimizin olmadığı¬nı iddia etmektir. Bu millet umuri adliyesi için iki buçuk milyon lira sarf ediyor. Mekteplere para veriyor. Mektepte okutuyor ve yetiştiriyor. Mebus olmakla her türlü evsafı aliyesi, her türlü ilmi iktisap mı eder, rica ederim. Lalettayin üç kişiye "kanaati zatiyenizle siz hükmü verin" deyip salâhiyyet vermek, ilmi inkâr etmek milletin hukukunu tepelemek demektir. ihtilâlin de bir hukuku vardır. Her milletin her zaman bir hukuku vardır. Hüner is¬yan ettirmemektir...
Kanun hakim olmalı. Şahısların hakimiyeti payidar olamaz... Samsun ve havalisinde 30-40 mahkememiz vardır. Bu mahkeme¬ler ilimle mücehhezdir. Bu mahkemeler hakim hakkına bihakkın haizdir ve bu meslekte çalışan adamlardır. Bu vazifeyi meslek edinmişlerdir. Herhan¬gi bir şahıs sanat yapamazsa, mahkemeyi de yapamaz. Bu daha incedir, da¬ha dakiktir, daha mantıkîdir...
Elinizde bir kanun vardır. Bunu seyyanen tatbikle mükellefsiniz, içinizde hususi emel taşıyan, hükümetimizi yıkmak isteyen bu gibi kimselere kanunu cezamız gayet vasi cezalar tayin etmiştir. Bunları ehline tevdi ile mütehassisini adaletle muvafık bir şekilde tatbikata muvaffak olursanız, hükümet manası çıkar. Yoksa onlara karşı muamele yaparsak hükümet sisteminden ayrılmış oluruz ki, millet onu bizden iste¬mez Millet hükümetten adalet ister. O zaman meşru vekil olduğumuzu is¬pat ederiz... Artık memlekette İstiklâl Mahkemelerinin vazifelerine hitam verilmelidir. Memlekette kanunu hâkim kılmalıyız…
Efendiler, İstiklâl Mahkemesi deyince onu memleketin içinde bir cellat mı yapmak istiyoruz. Bir mahkeme kuruyoruz ve biz bir devletiz. Biz ada¬let dağıtmak için mahkeme kuruyoruz, yoksa engizisyon zulmü yapmak için heyetler göndermeyeceğiz. Onlar yanılmaz insan değildir. Onun içindir ki, savcıların şikayet hakları, hiçbir zaman dünyanın hiçbir yerinde iptal edilemez, savcıların gördükleri her türlü haksızlıklar için itiraz kapıları açıktır. Onlar için itiraz kapılarının kapanması imkânı yoktur, İstiklâl Mahkemeleri şiddet gösterecek engizisyon mahkemeleri değildir. Biz bu mahkemeleri işlerinin hızlı ve daha güvenle sonuçlandırılabilmesi için ku¬ruyoruz. Dolayısıyla, savcılar itiraz mercii olan Büyük Millet Meclisine karşı; yani o güç ve yetkiye sahip olan makama karşı ‘mahkeme şu nokta¬dan adaleti uygulayamamıştır. ‘Şu kanunun ruhuna uygun şekilde hüküm vermediler ve benim iddiam şu oldu’ diye bize bildirilmesin mi? Yoksa is¬tiklâl Mahkemeleri'nin yanılmaz olduğunu mu kabul ediyorsunuz Savcılar kanun dairesinde milletin hürriyet hakkını, yaşama hakkını koruyacaktı. Kendilerine güvenebilmek için kanun gücümüzün korunmasına memur olan savcılarımıza şikayet hakkı verilmelidir. Onlar gördüklerini söylemelidir¬ler. Sonra bunun manasına hükümet denmez, iyi düşünüyor musunuz, efen¬diler!” [16]
İkinci Grubun hukukun üstünlüğü konusundaki görüş ve kanaatleri Birinci Meclis'in önemli tartışma konularından birisini oluşturur ve hukukun üstünlüğü her vesile ile gündeme getirilir. Bu tartışmalar bilhassa İstiklâl Mahkemeleri'yle ilgili olarak sıklıkla öne çıkar.
Hukukun üstünlüğü konusunda asıl yoğun tartışmalar "Hürriyet-i Şahsi Kanunu"nun kabulü sıra¬sında yaşanır. Kişi hak ve özgürlülerini güvence altına alan askerî ve sivil memurları kanunî sınırlar içinde davranmaya zorlayan Hürriyet-i Şahsi Kanunu’nun 12 Şubat 1923'te İkinci Grubun oylarıyla kabul edilmesiyle, o dönem için çok önemli olan bir yasal adım atılmış olur.
İkinci Grup mensuplarına göre kişi hakları ve bunları güvence altına alan hukukî düzenleme oldukça önemli ve zorunludur. Bunun gerekçesini Ali Şükrü Bey şöyle açıklar:
“Bendeniz zannediyorum ki; madem ki hakimiyet-i milliye vardır diyoruz ve esas üzerine yürüyoruz, hakimiyet-i milliyenin esası kişi hakimiyeti, kişi dokunulmazlığıdır. Bunu sağlayacak şu kanun buradan çıkmadıkça bendenizce diğer kanunların hiçbirinin değeri yoktur. Çünkü hepsinin temelini bu kanun oluşturur. Bir halk hakkını muhafaza edeceğini bilmezse ve saldırganların saldırısına karşı kendini savunacak bir kuvvet ve kudret görmezse, yani o halk, hürriyet ve serbestisine sahip olmazsa, mutlaka müstebitlerin, mütegallibenin esiri olacaktır. Efendiler; biz halka benliğini vermeliyiz, halk hür olduğunu bilmeli ki kendi vicdanı doğrultusunda iş görsün. Hakimiyet-i milliye tecellisini göstermek için önce halkın hürriyetini sağlamak gerekir.” [17]
İkinci grubun yoğun ısrarı sonucu İstiklal Mahkemeleri Meclis denetimine alınmış ve İstiklal Mehakimi Kanunu’nun kabul edildiği 31 Temmuz 1922 tarihinden sonra sadece Elcezire’de o da görevi sadece asker kaçaklarını cezalandırmakla sınırlanan bir İstiklal Mahkemesi kurulabilmiştir. [18]
Yine bu mahkemelerin niteliği hakkında Mustafa Kemal’in Diyarbakır’daki görevi sırasındaki şifre katibi, Ekrem Cemil Paşa’nın gözlemleri de ilginçtir.
1922 yılında Ankara İstiklal Mahkemelerinde yargılanan Ekrem Cemil Paşa o günlere dair; “1922 kışını, 1500 kadar siyasi mahkumu [19] barındıran bir taş bina içinde geçirdim. Mahkemem Ankara İstiklal Mahkemesinde yapılıyordu. Mahkeme dört aydan fazla sürdü. Diyarbekir’den gönderilen tavsiyeler, dilekçeler, Mustafa Kemal’in beni sağ salim, serbest bırakmaya icbar etti. Mahkeme beraatime, fakat meselenin hüsnü hitamına kadar Ankara’da ikametime karar verdi. Üç ay kadar Ankara’da kaldım. Cephelerde Mustafa Kemal’in karargahında tanıdığım kumandanlar, zabitler her gün bana sorarlardı: Çankaya'ya gittin mi? Gazi'yi ziyaret ettin mi?. Ben üç ay devam eden bu ısrarlara ehemmiyet vermedim. Tenezzül edip Gazi’lerini ziyaret etmedim. Nihayet benim sert kafalılığım Gazi Paşa'nın kuvvet ve kudretine galebe etti. Diyarbekir'e gitmem için emir verdi. Ermeni yetimhanelerini teftişe memur olan bir Amerikan müfettişinin refaketinde, lüks otomobiline binerek 1922 yaz bidayetinde salimen Diyarbekir'e vardım.” [20]O tarihte Ankara’da 1500 siyasi tutuklunun olmasını, dönemin nüfusuna oranladığımız zaman siyasi mücadelenin derecesini açıklamaya yardımcı olabilir.
İkinci Dönem İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn Kanunu Dönemi
İstiklal Mahkemelerinin ikinci devresi ikinci meclis dönemine denk gelir. İkinci Meclis, Mustafa Kemalin “her şeyden önce kız gibi bir Meclis yapalım” [21] düşüncesine uygun olarak şekillendirilmiş bir Meclistir. İkinci meclisin “karakterini, siyasal işlevini, toplumsal misyonunu Tek Şef yaratan hükmeden” [22] belirlemiştir.
Bu muhalefetsiz ortamda İstiklal Mahkemeleri artık çok rahattırlar. Bu dönemin Ankara İstiklal Mahkemesi, üyeleri Ali’lerden oluştuğu için üç Aliler divanı olarak da anılır. Samet Ağaoğlu tarafından “Devletin dördüncü kuvveti” [23] olarak nitelenen Mahkeme reisi, Kel Ali’nin (Çetinkaya), İnkılap tarifi mahkeme başkanının zihniyetini göstermesi bakımından ilginç olduğu gibi önyargılarının kararlarını nasıl etkileyeceği konusunda da açıklayıcıdır: “İnkılap yalnız suçluların, hainlerin değil, suç’a istidadı olanların, hıyanet edebileceklerin, hatta şu veya bu sebeple vücudu zararlı olanların kısacık mahkemelerden sonra öldürüldükleri zaman oluyor!” [24]
Yeni Meclis’in ilk kararlarından biri hilafet konusundaki Emir Ali ve Ağa Han’ın ortak mektubunun İstanbul basınında yayınlanması dolayısıyla İstanbul basını üzerine Topçu İhsan (Eryavuz) başkanlığında bir İstiklal Mahkemesi göndermek olur.
Soyak bu süreci şöyle nakleder:
“8/9 Aralık 1923 gecesi Başvekilin teklifi üzerine gizli bir oturum yapan Bü¬yük Millet Meclisi de büyük çoğunluğu ile bu lüzumu kabul etmiş ve Cebelibe¬reket Mebusu İhsan Bey'in başkanlığında bir İstiklal Mahkemesi kurarak der¬hal İstanbul'a hareket etmesini tensip etmişti.
Sonradan öğrendiğimize göre, bu gizli oturumda ilk olarak kürsüye çıkan Başvekil İsmet Paşa İstanbul'un son zamanlardaki ahvalinden ve bu hallerin zi¬hinlerde yarattığı şüphelerden söz açmış, arada iç ve dış siyasetimize de temas et¬miş ve Meclisin dikkatini bilhassa Ağa Han ve Emir Ali'nin müşterek mektubu ile bunun neşir tarzı üzerine çekerek sonunda İstanbul'a bir İstiklal Mahkemesi yol¬lamayı Hükümet adına teklif etmişti. İsmet Paşa'dan sonra İstanbul Mebusu Yu¬suf Akçora Bey, teklifi tasvip eder tarzda konuşmuştu. Üçüncü olarak konuşan, yine İstanbul Mebusu ve eski Başvekil Hüseyin Rauf Bey (Orbay) ise İstiklal Mahkemesi göndermenin lüzumsuzluğundan bahsederek -bir me¬sele olduğu takdirde- bu gibi şeylerin adi mahkemelerde halledilebileceği esasını müdafaa etmişti.
Bu sırada verilip kabul edilen müzakerenin yeterliği hakkındaki bir takrir üzerine, evvelce söz almış olan daha on beş mebusun konuşmalarına imkân kal¬mamış ve derhal Mahkeme Heyetinin seçilmesine” [25] geçilir. Üç hatibin konuşmasıyla önemli bir kanunun kabulü İkinci Meclisteki tartışmaların düzeyi açısından fikir vericidir.
Mahkemeye geniş yetkiler verilmiştir; yalnız idam hükümleri Büyük Millet Meclisi'nin tasdikine sunulacaktır. Mahkemenin savcılığına Saruhan (Manisa) Mebusu Vasıf (Çınar), üyelikleri¬ne de Hakkâri Mebusu Asaf, Konya Mebusu Refik (Koraltan) ve Kütahya Mebu¬su Cevdet beyler seçilirler.
Mahkeme, ilk iş olarak İkdam ga¬zetesi sahip ve başyazarı Ahmet Cevdet, Tanin gazetesi sahip ve başyazarı Hüse¬yin Cahit, Tevhidi Efkâr gazetesi sahip ve başyazarı Velit beylerle bu gazetenin mesul müdürlerinin nezaret altına alınmalarını kararlaştırır, gece yarısı İçişle¬ri Bakanlığı’ndan İstanbul Valiliğine telgrafla bildirilen bu karara uyularak başyazarlar ile Tevhidi Efkâr gazetesi mesul müdürü Hayri Muhiddin Bey nezaret altına alınırlar. İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 pazartesi sabahı İstanbul'a gelir, aynı gün mahkeme reisi aşağıdaki beyannameyi yayınlar. Beyanname bizim için yabancı olmayacaktır, aynı mealdeki beyannameler Türkiye Cumhuriyetinde bir gelenek oluşturmuştur:
“İstihbarat müdürlüğünden tebliğ olunmuştur:
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin karar ve emriyle bugünden itiba¬ren vazifesine başlayan mahkememiz matemli ve kara günlerde samimî tezahürat ve fedakârlıklar ibraz eden muhterem İstanbul halkına bazı hususatı izah etmeyi faydalı bulmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi milli davamızın muvaffakiyetine maniler ihdas etmek İsteyen dahili, ve harici düşmanların hain emellerine set çekmek arzusuyla İstiklal Mah¬kemeleri Kanunu'nu vazetmiş ve tarihimizde mutlak adalet ve büyük hizmetleri ile ebedi bir nam bırakacak olan bu mahkemeleri muhtelif ma¬hallere göndermişti.
Milletimizin umumi fedakârlık ve gayreti neticesi olarak elde edilen zafer ve salah üzerine, bu mahkemelerin devamı faaliyetine sebep kal¬mamıştı. Son zamanlarda bazı tahrikatın yine eskisi gibi ikaı fesada baş¬ladığı anlaşıldığından Cumhuriyetimizi her ne pahasına olursa olsun mu¬hakkak muvaffak etmeye azmeden Büyük Millet Meclisi mevcut kanunu mahsusa istinaden ve bu gibi teşebbüsatı ima etmek maksadiyle mahke¬memizi teşkil ve izam etti. Bu tarzdaki tahrikatın milletimiz için mucip ol¬duğu elem ve felaketleri daima hatırlayacak olan mahkememiz yüzbinlerce Türk'ün kanı pahasına elde edilen Cumhuriyetimizin mevcudiyet ve esasatı hilafında hareket ve teşebbüsata cüret edenleri mevcut ve mevzu olan kanunları tatbik ederek şiddetle tecziye ve bu suretle muhterem İs¬tanbul halkına çok muhtaç olduğu sükûn ve refahı temin edecektir.
Kararlarımıza yalnız selameti vatan endişesi, mefkuremizin lâyetezelzil aşkı ve vicdanlarımız hakim olacaktır. Tevfik Allah'tandır.
10 Aralık 1339 (1923)
Türkiye Büyük Millet Meclisi İstiklal Mahkemesi Heyeti Namına Reis Cebelibereket Mebusu İHSAN” [26]
Mahkeme Savcısı sanıkların Hıyaneti Vataniye Kanunun birinci maddesine göre cezalandırılmasını talep eder, sanıklardan Velit, müfrit milliyetperver olduğunu Hüseyin Cahit, radikal laik cumhuriyet taraflısı olduğunu mektubu bir belge olarak yayınladığını bunun bir suç sayılıp İstiklal Mahkemesi huzuruna çıkarılacağını asla aklına getirmediğini, Ahmet Cevdet mesleğinin cumhuriyetçilik olduğunu söyleyerek savunmalarını yaparlar. Başkan İhsan (Eryavuz) sanıklara “ Şurasını hatırlatmak isterim ki İstiklal Mahkemeleri fikir hürriyetlerini tahdit etmek için değil düşünce ve duygu serbestliğini tesis etmek için teşekkül etmişlerdir” [27] şeklindeki veciz uyarısını yapmaktan kendini alamaz. Mahkeme sonucunda sanıklar beraat ederler ve o günlerin tanığı olarak Soyak durumu şöyle tasvir eder: “[G]erek hakimler ve gerek beraat edip serbest bırakılan gazeteciler, Yaşasın Cumhuriyet sesleri ve alkışları arasında Fındıklı Sarayı’nı terk [ederler].” [28]
Mahkeme 19 Aralık 1923 günü İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri (Düşünsel) ile Akşam gazetesi başyazarı Necmettin Sadık Bey(Sadak) arasında ki polemiğini konu alır, Lütfi Fikri Bey’in konunun akademik bir tartışma olduğuna dair savunmasına karşılık savcının Lütfi Fikri’ye yönelik sözleri düşünce ve ifade özgürlüğü açısından bugün için de günceldir ve bunca yıl ne kadar yol aldığımızın ifadesidir:
“Akademik münazaradan bahsediyorlar, Necmettin Sadak Beyi devlethanelerine davetle bu münakaşayı yapabilirlerdi. Takdir ederler ki gazete makaleleri Kasımpaşa’da, Aksaray’da, yahut başka bir yerde, herhalde bir tesir yapar ve halkın şuuru, bir imanı vardır: onlar bu mektubu okumayacaklar mı?” [29şeklindeki savcının veciz ifadesine Lütfi Fikri: “Zaten Bütün mesele oradan geliyor. Bunu evimde yapmış olsaydım, bir cürüm olup olmaması hatır bile gelmezdi … Bu aleniyeti inkar etmiyorum. Yalnız aleni şekilde olsa bile bu bir cürüm teşkil edemez ve bir ilmi mübahase mahiyetinde kalır diyorum. Neticede yazılarımda defalarca bir Darülfünun hocasına hitap etmekte olduğumu belirtmiş bulunuyorum” [30] Şeklinde savunmasıyla netice alamaz ve beş yıl kürek cezasına çarptırılır.
Mahkemenin baktığı bir diğer dava da Eski Teşkilat-ı Mahsusa çetelerine ait bir davadır ki daha sonra ki muhalif İttihatçıların kanlı bir şekilde tasfiyesinin ilk işareti olarak da okunabilir. Bu davada Dayı Mesut (Gürbüz), eski sandalcılar kahyası Ali Osman, Rizeli Hasan Kahya, Eski Ankara Valisi Abdülkadir, Yeni Bahçeli Şükrü, Komünist Mehmet (Ziya Hurşit’in Dayısı) ve daha başkalarının bulunduğu bir grubu yargılar, Şükrü ve Abdülkadir beyler yakalanamamıştır savcı bunların firarının, suçluluklarından kaynaklandığını vurgulamaktan çekinmez. Davada Savcı ilk iddianamesinde:
"Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine ve Cumhuriyete suikast yapmak üzere çalıştıkları ve muhtelif zamanlarda muhtelif şahısları sırren (gizlice) ve kavlen (sözle) vatani hıyanete tahrik ettikleri haber alınması üzerine nezaret altına alınan Ali Osman, İlyas Sami, İbrahim, Dayı Mesut ve Komünist Mehmet efendi¬lerin ilk ifadelerini muhtevi olan evrakı takdim ediyorum. Muhtelif şahitlerin ifadele¬rinden Ali Osman'ın böyle bir teşkilat için çalıştığı ve bazı şahitlerin ifadelerinden Kâhya Hasan'ın da bu teşkilat ile alâkadar olduğu anlaşılmaktadır. Hiyanet-i Vatani¬ye Kanunu'nun üçüncü maddesine tevfikan bu ikisinin mevkufen muhakemelerinin icrasını ve diğerlerinin gayri mevkuf olarak muhakeme edilmelerini ve nezaret altın¬da bulunduklarından kefaletle tahliyelerini ve aynı teşkilat ile alakalı oldukları hakkında ki malumat üzerine haklarında kanuni takibatta bulunulan ve firar eden sabık Ankara Valisi Abdülkadir ve Sabık İstanbul Mebusu Şükrü Beyler hakkında da gıyaben muhakeme icrasını talep”( 31) eder.
Sanıklar savunmalarını Milli mücadele sırasındaki yararlılıkları ve fedakarlıkları üzerine kurarlar, mahkeme de bunları dikkate alır. Mahkeme sonucunda Ali Osman Kahya’nın bir yıl hapsine, Dayı Mesut’tan böyle bir hareket katiyen umulamayacağı ve beklenemeyeceğinden ve diğerleri için de delil yetersizliğinden beraat kararı verilir.
Mahkemede beraat eden gazetecilerin İzmir seyahati ise kara mizahın konusuna girmesi gerekir:
“İstiklal Mahkemesinde beraat edenlerle beraber diğer İstanbul gazetelerinin baş yazarları, Mahkeme Reisi İhsan Bey vasıtasıyla, İzmir'de bulunan Atatürk'e müracaat ederek kendilerini ziyaret etmek arzusunda olduklarını arz etmiş ve is¬teklerinin kabul buyurulması üzerine 2 Şubat 1924 günü Altay vapuruyla Bandırma'ya hareket etmişlerdi. Seyahate iştirak edenler:Tanin'den Hüseyin Cahit Bey, Tevhidi Efkâr’dan Velit Bey, Vakit'ten Asım Bey, Akşam'dan Necmeddin Sadak Bey, Vatan'dan Ahmet Emin Bey, Tercüman'dan Hüseyin Şükrü Bey, İleri'den Suphi Nuri Bey, İkdam'dan Ahmet Cevdet Bey. Başyazarlar Bandırma'dan demiryolu kumpanyasının hazırladığı bir husus vagonla İzmir'e yollanmışlar, yoldaki istasyonlarda kendilerine mahalli memur ve halk kitleleri tarafından samimi gösterilerde bulunulmuştu. İzmir'de, o zamanın hemen hemen biricik derli, toplu oteli olan Naim Palas’ta misafir edilmişlerdi. Bu Türk matbuatının ileri gelen temsilcileri, Reisicumhur tarafından, Göztepe'de istirahat etmekte olduğu kayınpederine ait köşkte 4 Şubat 1924 Pazartesi günü saat 15.00'te kabul edilmişlerdi; yalnız Tevhidi Ef¬kâr gazetesi sahip ve başmuharriri Velit Bey l Şubat 1924 tarihli gazetesinde, ger¬çeğe aykırı olarak, ziyaretin, başka yerden izhar olunan arzu üzerine yapılacağı¬nı yazmış olmasından dolayı kabul olunmamıştı… [B]aşyazarlar Büyük Adam'ın yanından pek memnun ve müteşekkir ayrılmışlardı.” [32]
Topçu İhsan başkanlığındaki bu mahkemenin verdiği kararlar, iktidarın pek hoşuna gitmez ve eleştiri konusu olur. Ancak daha sonra kurulacak istiklal mahkemeleri bu yumuşaklıkta olmayacaklardır.
İkinci dönem İstiklal Mahkemeleri Doğuda meydana gelen bir isyan bahane edilerek Takriri Sükün Kanunu koşullarında kurularak, muhalefetin susturulma ve rejimi yerleştirme aracı olarak kullanılmıştır. Gezici Ankara İstiklal Mahkemesi başkanı Kel Ali Bey, (Çetinkaya) artık devletin dördüncü kuvveti olarak daha da güçlenmiştir.
Dönemin iklimi ve yönelimini belirtmesi açısından, Kurtarıcı Belirleyenin tavrı ve sözleri önemlidir: Mustafa Kemal’in döneme ilişkin 1925 yılı Ocak ayının ilk haftasındaki Konya seyahatinde tuttuğu günlük parçalarında Takrir-i Sükûn Döneminin arifesinde söyle yazıyor:
“Biz hedefimizin ulviyetine, yolumuzun doğruluğuna eminiz... fikri ve fiil kusur ve noksanlarımızı görüp hayırhane ihtar edilmesine memnun oluruz. Ama kötüye yormak ve yorumlamak yoluyla bizi engellemek isteyenler ya hain ya da gafildir… Biz keyfi hareket etmeyiz. Müstebit asla değiliz hayatımız müstebitlere karşı mücadele ile geçmiştir… Akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek şiarımızdır. Haksız ve insafsız eleştirilere karşı hoşgörülü değilsek, sert davranıyorsak; bunun nedeni ülke ve ulus çıkarını her şeyin üstünde görmemizdir. Pozitivistçe bir düşünüş biçimini yansıtan bu sözlerde açık bir amaç bilinci ve kendine güven duygusu ile kesin bir kararlılık göze çarpmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ayrıca, kamuoyu ve genel eğilime uymayı ilke edindiklerini de söylüyor. Fakat bunun hakikî ve samimî olmasını, ülkenin - en iyi kendilerinin bildiği- gereksinmelerinden kaynaklanması koşuluna bağlıyor. Onun gözünde, muhalefeti destekleyen İstanbul basını, ulusun gereksinmelerini anlamadığı ve kötü niyetle hareket ettiği yalnızca yapay bir kamuoyu oluşturmaktadır. Böylelikle de, muhalefetin tümü, gerçekleri göremediği ölçüde gafil, görüp doğru politika çizgisini engellemeye çalıştığı ölçüde ise haindir, işte, bu gaflet ve hıyaneti temizleme fırsatı Takrir-i Sükûn Kanunu ile doğacaktır” [33]
3 Mart tarihinde, meclisin ikinci oturumunda Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilir. Kanunla, 2 adet İstiklal Mahkemesi kurulur, isyan mıntıkasındaki mahkeme üyeliklerine, Başkan: Mahzar Müfit (Kansu), Üyeler: Ali Saip (Ursavaş), Lütfi Müfit, Yedek, Avni Doğan, Savcılığa da Süreyya (Özgeevren) getirilirler. Zaman içinde Başkanlık görevini Teşkilat-ı Mahsusacı, eski polis şefi Hacım Muhittin (Çarıklı) ve Milli Mücadele’de kimin için çalıştığı muğlak olan, Teşkilat-ı Mahsusa elemanı Ali Saip [34] de yürüteceklerdir.
Gezici Mahkeme olarak kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi ise Başkan: Ali (Çetinkaya), Üyeler: Kılıç Ali, Ali (Zırh) Yedek, Reşit Galip ve Savcılığa da Necip Ali (Küçüka) getirilirler. Üç Aliler Divanı olarak adlandırılan Ankara İstiklal Mahkemesi artık ülkedeki her olaya yetişecek, Kemalist rejimi yerleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır.
Zekeriya Sertel bu mahkemeleri şöyle tanımlar:“Bu mahkemeler olağanüstü yetkilere sahipti. Faaliyetleri yürürlük¬te olan kanunlara dayanmakla beraber, mahkeme¬nin takdir hakkı genişti. Mahkeme usulleri bir ke¬nara atılmıştı, kararlar sür'atle veriliyordu, çok defa da keyfî oluyordu. Hattâ bu yüzden haksız yere ceza görenler de olmuştu” [35]
M. Kemal’de bir bildiri yayınlar, “8 Mart 1925 tarihli gazetelerde neşredilen bu uzun beyannamede Atatürk, halka, Mem¬lekette huzur ve emniyeti bozacak her türlü hareketlere karşı uyanık bulunmayı tavsiye ediyor ve Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği kanunun bütün devlet me¬murlarına herhangi bir hadiseyi vukuundan sonra bastırmaktan ziyade hadise¬lerin vukuunu önlemek vazifesini yüklediğini beyan ederek mülki ve askerî devlet memurlarını, hiç tereddüde kapılmadan, yüksek vazifelerini ifaya davet ediyordu.” [36]
Takrir-i Sükun kanununun ilk uygulaması Tevhid-i Efkar Gazetesinin kapatılmasıyla başlar ve bu kapatmayı diğer gazeteler izler. Şark İstiklal Mahkemesinin ilk icraatlarından biri de basını yola getirilmesi operasyonudur. Ülkenin birçok yerinde gazeteler kapatılır. 7 haziran tarihli bir ara kararla ayaklanmayı dolaylı kışkırttıkları iddiasıyla önde gelen gazetecileri tutuklar. İstanbul’dan Elazığ’a yola çıkarılan gazeteciler ulaştıkları her menzilde Gazi Mustafa Kemal’e telgraf çekerek bağlılıklarını dile getirirler. Aşağıya bu telgraflardan iki örnek alınmıştır. Diyarbakır'dan çekilen telgraf:
“Yüksek dehanızla vücuda getirdiğiniz inkılâpta hakiki ve samimi birer fikir amelesi sıfatıyla çalıştığımızı ve Cumhuriyetin zafer ve istikrarına fay¬dalı olmaktan başka emel beslemediğimizi, İstiklal Mahkemesinin huzuru adaletinde de ispat etmek için, Şark vilayetlerinden Elaziz'e doğru giderken isyan ve irticaın pençesinden bir defa daha kurtarmış olduğunuz bu Vatan parçasında gördüklerimiz ve duyduklarımız, bize şu kanaati verdi ki, eski İdarelerin ihmal ettiği memleketimizde, yazı masası başında, görülemeyen birtakım vaziyetler mevcuttur. Bu vaziyet içinde Vatanın süratli bir inkişafa mazhar olmasını temin edebilmek ve Türk Milletini işaret ettiğiniz inkılâp yolu üzerinde gayeye doğru sarsıntısız yürütebilmek için, şahsi münakaşalardan ziyade, birlik ve dayanışma halinde bir sükûnete muhtaç olduğumuza kanaat ge¬tirdik. Türk aile topluluğu içinde, bundan sonra, işgal edeceğimiz mevki, her ne olursa olsun, mesleğimizi bu kanaate göre düzenlemeye ve çevremi¬ze aynı kanaati samimiyetle telkin etmeye çalışacağımızı arz eder ve kurta¬rıcımıza, irticadan huzur ve refaha kavuşan bu muhitten, en derin tazimleri¬mizi bir daha tekrar ederek feyizli nazarlarınızın üzerimizden eksik edilme¬mesini istirham eyleriz muhterem Cumhurreisimiz Hazretleri.
imzalar: Ahmet Şükrü, Ahmet Emin, Müştak, Suphi Nuri, Gündüz Nadir.
Gazeteciler, Mahkemedeki soruşturmalar sırasında da, hatalarını itiraf etmişler, fakat yazılarının iyi niyetle yazıldığını, inkılâpçı Cumhuriyete daima sadık oldukları¬nı, vuku bulan olaylardan müteessir bulunduklarını ilave eylemişlerdi. Soruşturmalar sona erince de bu sefer toplu olarak Cumhurbaşkanına şu telgrafı çekmişlerdi: Şark İstiklal Mahkemesi karşısında isticvaplarımız icra ve ikmal olun¬duğu şu günlerde, nimete karşı şükran kabilinden bir hareketle, büyüklüğü¬nüzün manevi huzuruna çıkmayı vecibeden addettik. Cumhuriyetin sadık birer amelesi, inkılâbın samimî birer hizmetçisi olduğumuzu ispat etmiş ol¬mak kanaatiyle sonsuz bir fahır ve gurur duyarak zatı riyaset penahilerine, bir kere daha arz ederiz ki bu kanaat şu dakikada vicdanlarımızı müsterih etmekle beraber bundan daha çok güvendiğimiz nokta, asil kalbinizin, hata¬ları örten lütfudur. Bu lütfün minnetini yâd ile ve bitmez tükenmez kalbi bağlılık ile bundan sonra vazifemize devam edebilmek, vicdanlarımızda ha¬sıl olan uyanıklığı gelecekteki hareketlerimizde rehber edinerek yüksek ga¬yemize doğru, temiz alın ile yürüyebilmek için itimadınızın feyzini bizler¬den esirgememenize pek muhtacız. Mahkeme huzurunda meydana çıkan masumiyetimiz ancak Büyük Kurtarıcının yüksek vicdanından duyacağımız af ve müsamaha müjdesiyledir ki, bizim için kıymettar olur. Bu lütfü bizden esirgemeyeceğinizi, kalbinizin yüceliğinden ümit ederek, en derin tazimleri¬mizi arz ve takdim ederiz muhterem Cumhurreisi Hazretleri.
On gazetecinin imzaları.” [37]
Gazi bu bağlılık telgraflarına duyarsız kalmaz ve görüşünü Şark İstiklal Mahkemesine bildirir:
Şark İstiklal Mahkemesi Müddeiumumiliğine;
Gazetecilerin mahkemeye celbinden sonra, Anadolu'da ve isyan saha¬sındaki meşhudatları üzerinde hata ettikleri ve nadim oldukları hakkındaki telgrafnamelerini evvelce Mahkemenin nazarı adaletine takdim etmiştim. Yine müştereken yukarıdaki telgrafla müracaat ediyorlar; bunu da nazarı in¬safa almak muvafıktır efendim.
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal [38]
Abdülkadir Kemali dışındaki gazeteciler mahkemenin adaletinden emin bulunduklarını ifade ederek ayrıca savunma yapmazlar.
Savcı iddianamesinde: “… İsyanla ilgili olduklarına dair vicdanları temine kafi deliller ve vesikalar görülmediği ve fakat kasta makrun olmasa bile yazılarının bu çevrede fena tesir yaptığına kendileri de kail ve bu halin neticede, ibret ve intibahını mucip olduğu anlaşılmış ve Cumhurreisi Hazretlerine takdim ettikleri aynen okunan, telgraflar dahi bunu teyit etmiş bulunmasına binaen beraatlerine” [39] karar verilmesini ister.
Abdülkadir Kemali Bey’in Tok Söz Gazetesi kapatılır kendisi de Ankara İstiklal Mahkemesine gönderilir ve diğer gazeteciler toptan salıverilirler. Abdülkadir Kemali’de dort buçuk ay sonra Ankara’da beraat edecektir [40].
Amaca ulaşılmış gazetecilere gözdağı verilmiştir. Artık basın cephesinden bir muhalefet gelmeyecektir.
O günlerin tanığı olan ve daha sonra kendisi de İstiklal Mahkemesinden geçecek olan Zekeriya Sertel olayı şöyle nakleder:
“İstanbul'un bellibaşlı gazete başyazarları Di¬yarbakır'daki İstiklâl Mahkemesine gönderilmişler¬di. Bunlar arasında Tasviri Efkâr gazetesi sahip ve başyazarı Velit Ebuzziya, Vatan gazetesi sa¬hip ve başyazarı Ahmet Emin Yalman, aynı gaze¬tenin yazarlarından Ahmet Şükrü Esmer, gene baş¬yazarlardan İsmail Müştak ve başkaları vardı. Ah¬met Emin, daha yoldayken, Adana'dan, Mustafa Kemal'e telgraflar göndererek yalvarmaya başla¬mıştı. Affedilirse, bir daha gazetecilik etmiyeceğine söz veriyordu. Biryandan da Diyarbakır'da bunla¬ra yapılan muamele hakkında meraklı ve korkunç haberler geliyordu. Bunları istasyonda karşılayan İstiklâl Mahkemesi üyeleri onları önce bir camiye yerleştirmek istemişler. Caminin içi hıncahınç tu¬tuklanan Kürtlerle doluydu, leş gibi kokuyordu, nefes almak bile zordu. Gazeteciler bunu görünce ürkmüşler. İstiklâl Mahkemesi üyeleri renk verme¬mişler. Burada yer yok diye gazetecileri alıp yü¬rümüşler. Yolda Velit Ebuzziya'yı ayaklarında zin¬cir, ellerinde kovalarla su taşırken görmüşler. O vakit kendi akıbetlerini anlar gibi olmuşlar. Fakat mahkeme üyeleri bunları başkanın evine götürmüş, onları içki sofrasına davet etmişler ve yolda gördüklerini kendilerine bir gözdağı vermek için yap¬tıklarını söyleyerek kahkahalarla gülmeye başlamış¬lar. Kısacası şaka yapmışlar...” [41]Görüldüğü gibi mahkeme heyeti aynı zamanda şakadan da geri durmaz.
Bir hukuksuzluğun sembolü olarak tarihe geçen İstiklal Mahkemelerine ilişkin aşağıda ki belge ibret vericidir ve bu mahkemelerin içyüzünü ortaya koymaktadır:
“Türkiye Cumhuriyeti Dahiliye Vekâleti
Kalem-ı Mahsus Müdiriyeti - aded
Elâziz Mühim ve
9.9.341 Zata mahsustur
Dahiliye Vekili Cemil Beyefendiye,
[1 —] Süreyya Bey vazifeye dönmekten çok korktuğu(m) için (?), vukuf ve takdirine çok hürmetkar olduğum Cemil Beye şu satırları yazmayı lü¬zum gördüm. Gazetecilerin memlekete ika ettikleri zararı en çok idrak edenlerden birisiyim. Ahmet Emin ve rüfekasını buraya celp ve tevkif et¬tirirken bu hususta hiçbir tereddüt hissetmedim.
2 - Gazi Paşa Hazretlerinin gazetecilerin kurtulmaları şayan-ı arzuları (?) tarzındaki şifreli emirleri gelinceye kadar muhakemenin tarz-ı cereyanı da çok iyiydi. Bu emir geldikten sonra, hepimizden (içimizden!) bir arkadaş gazetecilere ve Gazi hazretlerinin ulüvv-ü cenaplarına mazhar olarak be¬raat edecekleri ve beraatten sonra Fırka lehine sarf-ı mesaî için Ankara'ya gidilerek Reisicumhur hazretleriyle kendilerinin mülakatına delâlet olunacağı ihsas olunmuştur.
3 — Bu ihsastan sonra tekrar eski vazifeye (vaziyete !) rücu ile mahkû¬miyetleri cihetine gitmeyi mübeccel Gazi hazretleriyle İsmet Paşa hazret¬lerinin şeref-i zâtileri için tehlikeli görmekteyim. Müşarüleyh hazeratına rüfekamızla [arkadaşlarla] müştereken yazdığımız bir şifrede sarahatan değilse de buna yakın maruzatta bulundum.
4 — Semahat-ı ruhiye ve teyamulat-ı asilanesini çok iyi tanıdığım zat-i âlilerinden bana yürüyecek doğru yolun iraesini hürmetle rica ederim, İrae buyuracakları tariki bilâ kaydüşart kabul ettiğimi şimdiden arz ede¬rim efendim.
İstiklâl Mahkemesi Müddeiumumi vekili
Bozok mebusu Avni
Açtım gece 9” [42]
İktidarın bir organı olarak hareket eden mahkemelere her derecede iktidarın etkisi vardır. Ankara istiklal Mahkemesinde nasıl adilane karar verildiğine ilişkin bir idam kararına ilişkin anekdot her şeyi açıklayıcıdır: “Dr. Nazım'ın akibeti hakkında müzakereye başladık. Aramızda anlaşmazlık çıktı. Ben, Necip Ali… idamın aleyhindeydik. Bunu Gazi'ye haber verdik. Bizi yanına çağırdı, dinledikten sonra üzerinde konuştuğumuz kimsenin politikacılığı, fikirleri, yeni kurulmakta olan bir rejime karşı cephe aldığı takdirde yaratabileceği tehlikeler hakkında uzun izahat vere¬rek bizi kararımızda serbest bıraktı.” [43]Zekeriya Sertel O günleri naklederken, “Memlekette bir terör havası esiyordu” [44] diye nakleder.
İstiklal Mahkemelerinin hukuksuzlukları saymakla bitmez:
“Sanık yerinde Do¬ğu vilayetlerinde bir ilçenin telgraf memuru var.
Suç delili isyan sahnesindeki bir arkadaşına çektiği şu telgraf: Din uğrunda büyük şehit Hazreti Hamza’nın yanına gitmeğe hazırım!
Babamın arkadaşı [Ali Çetinkaya] gözlüklerini burnunun ucuna kadar indirdi. Dudaklarının arasından ıslık gibi çıkan sesi, gözle¬rinin saklayan bir kamçının ışığı sayılabilecek bakışlarıyla birleşti :
Demek Hazreti Hamza'nın yanına gitmeğe hazırsın! Peki, yarın sabah orada olacaksın!” [45]
“Ankara İstiklâl Mahkemesinde de TpCF’nın polisçe aranmasını baskın başlığıyla haber yerdiği bahane edilerek, Tanin başyazarı Hüseyin Cahit Bey ve gazetenin sorumlu, yöneticileri hakkında dava açılmıştır. Savunmasında, böyle adalete aykırı bir mahkemede mahkûm olmayı hâkim olmaya yeğ tuttuğunu belirten Hüseyin Cahit, Çorum'da süresiz (sonsuz) sürgün cezasına çarptırılmıştır.” [46]
Hapse düşenler İstiklal Mahkemelerinin tavrından bir şeyler çıkarmaya çalışırlar: “İstiklâl Mahkemesine getirilenlerin yüz¬de doksanı öldürülür. Duruşmalara hızlı bakılır, uzun uzadıya hukuk kurallarına, kanun hükümle¬rine bakılmaz. Şimdiye kadar kurulan geleneğe gö¬re, sanıklar hapishaneye geldiklerinin hemen ertesi günü mahkemeye götürülür, ilk sorguları ayaküs¬tü, kısaca yapılır. Sonra, savunma için bir gün bil¬dirilir. Eğer mahkeme, sizi savunma için bildirilen günden önce çağırırsa, hakkınızda idam hükmü ve¬rilmiş demek. Süreyi uzatmakta fayda yoktur. Yok gününde çağrılırsanız, durumunuz şüpheli demek¬tir. Mahkeme daha bir karara varmamıştır. Sa¬vunma günü sonraya bırakılmışsa, kurtulduğunuza işarettir. Çünkü mahkeme aceleye lüzum görmü¬yor demek...” [47]
Ölüm cezasından kurtulanlar sevinmekte, yakınlarına aldıkları cezayı müjde telgrafları çekmektedirler: “Kollarımızı sallaya sallaya mahkemeden çık¬tık. Bir arabaya bindik. Sevine sevine hapisaneye döndük. Hüseyin Cahit'le, Ata Çelebi bizi kapı¬da merakla bekliyorlardı.
-Ne oldu, nasıl geçti? dediler.
-Darısı sizin başınıza, dedik.
-Ne o beraat mı ettiniz?
-Hayır, üç sene kalebent cezası verdiler. Ölüm beklerken üç sene kalebent cezası bize öyle hafif gelmişti ki, onlara da ayni cezanın ve¬rilmesini diler olmuştuk.” [48]
“Müjde... Üç sene Sinop'ta kalebentliğe mahkûm ol¬dum. Trenle geliyorum, beni Haydarpaşa'da filan saatte karşıla. Oradan doğru Sinop'a gideceğim.
Müjde!.. Üç yıl Sinop'ta kalebentliğin müjdesi... Ne sevinilecek şey... Zekeriya'nın ne demek istediğini anla¬mıyorum. Fakat önümde güçlüklerle geçecek üç yıl yatı¬yor...
Bu müjdenin manasını sonra anladım. Zekeriya'yı ha¬pishanenin izbesinde kanlı katillerle, idam mahkûmları ile bir yerde yatırmışlar. En aziz dostu, İstiklâl Mahkemesi üyesi, mebus Nabizade Hamdi, hapishane içerisine gire¬memiş. Uzaktan, «idam kararı verseler de korkma, de¬miş, bir çaresi bulunur. Bunun için üç yıl Sinop'ta kale¬bentliğe mahkûm olunca sevinmiş, bunu bana müjdeliyormuş.” [49]
Muhalefet etmek suçtur, TpCF reisi Kazım Karabekir’in İstiklal Mahkemesindeki sorgusundan bir bölüm:
“- Zatıâliniz inkılâbın büyük bir şahsiyetisiniz. Tarih, bunu böyle kaydediyor. Memleketin savunul¬masında nasıl bir arada dağılmadan kaldı isek, vata¬nın yükselmesi emrinde de öyle olması gerektiğini elbette takdir buyurursunuz. Bu sebeple zatıâliniz, nasıl olur da muhalefete geçersiniz? Lütfen izah eder misiniz?
Kâzım Karabekir Paşa, bu soruyu söyle cevap¬landırdı:
-Mütareke sırasında elîm durumlara karsı el¬birliğiyle göğüs gererek çalışıp Gazi'yi kendimize reis yaptığımız sırada, memleketin istinad ettiği ye¬gâne kuvvet bendim.” [50]
Cafer Tayyar Paşa’nın sorgusu da ilginçtir: “ -Sizin... Memleketin siyasî idaresi hakkında bugünkü idareye dair kanaatiniz nedir?
-Hükümetin muvaffakiyetine duacıyım.
- O halde, muhalifliğin nerede kaldı?
-Takriri Sükûn Kanunundan sonra muhalefet susmaya mecbur olmuştur.
- Demekki, Takriri Sükûn Kanunu olmasay¬dı, bombayı koyacaktınız, değil mi?
-Asla... Ben bomba kullanmış bir adam de¬ğilim...
-Senin koyamıyacağını bilirim, ama fırkan koydu.
-Yemin ederim ki...
- Maznuna yemin düşmez. Siz yalnız, arkadaşlarınızım yapmağı düşündüğü suikast hakkında ne biliyorsanız onları söyleyiniz!” [51]
İstiklal Mahkemeleri Adalet Bakanlığının da üstündedir. Bakanlık, Mecliste çıkan yeni Ceza Yasasının İstiklal Mahkemelerinde uygulanıp uygulanmayacağını mahkemeden sormaktadır. İsyan Bölgesindeki Mahkeme yeni kanunu uygulamayacağını bakanlığa bildirir, bir suretini de bilgi için Başbakan’a yollar. Mahkemeler Meclisçe kabul edilen yasayı uygulamayıp kendi iradesini meclisten üstün gördüğünü ifade edebiliriz. “Adalet Bakanlığının böyle bir soru sorması ve mahkemenin böyle bir yanıt vermesi bile insana tuhaf geliyor” [52]
İstiklal Mahkemelerinde sanıkların avukat tutma hakları da yoktur: “İzmit mebusu Şükrü Bey avukat tutmak istediğini belirtince Mahkeme Reisi Ali (Çetinkaya) İstiklal Mahkemeleri dava vekillerinin cambazlığına gelmez diyerek bu isteği reddetmiştir.” [53]
Kemal Tahir’in İstiklal Mahkemesi değerlendirmesinde, roman kahramanı eski bir ittihatçı yöneticinin ağzından şu sözler dökülür: “Bizim ömrümüz, bütün suçlarımızı muhaliflerimize yüklemekle geçmiştir. Büyük politika sandık bunu... Yatkınmışız, alıştık. Daha beteri, en suçlularımıza, en utanmazlarımıza uyarak, doğru söy¬leyenlere, hiç bir suçu olmayanlara diş biledik yıllar¬ca... Giderek muhaliflerimizle aramızdaki ilintileri hırsız¬larımız, alçaklarımız, manyaklarımız belirleyip denetler hale geldi. Bu heriflerin ne kadar rezil, ne kadar işe yaramaz olduklarını... Ne demek işe yaramaz! Tersine, kancıklıklarını... Aptallıklarını... Çalıp çırptıklarını bile bile, muhaliflerimizi en alçak iftiralarla karalamalarını beğe¬niyorduk, sırtlarını sıvazlayarak kışkırtıyorduk, mükâfat olarak da çalmalarına, namussuzluklarına göz yumuyorduk.
İstiklâl Mahkemelerinin, çoğunlukla, bizim ikinci takım döküntülerinden kurulması rastlantı değildir, böyle işlere yatkınlığımız, sınavlara vurulmuş, ölçüp biçildikten sonra iyi değerlendirilmiştir. Biz her çeşit savunuyu suç saymışızdır. Bu yol, muhaliflerini gerçek suça itelemek yoludur. Varılmak istenen yer de, muhalifsiz hükümet et¬mek...
Çok düşündüm, muhalefetsiz hükümet etmek isteği, Devleti alet ederek, hiçbir ceza korkusu duymadan bol bol suç işleme zevkinden geliyor. Ceza görmemek güvenini sağlayıp keyfince en namussuz suçları işleyeceksin… İşte insanoğlunun düşebileceği en sefil çirkef çukuru... Bir kez bu yokuştan teker meker kaymaya başladın mı, olduğundan yüz kat, bin kat kıyıcı kesilirsin. Canavarlaşırsın. Her an alçaklık etmekten artık kendini çekemezsin! Önüne çıkanları, bir korkulu rüyada, kara¬koncolostan kurtulmana biricik engel görürsün. Ezmeden geçemeyeceğine inanırsın. Kızarsın. Kızmaktan da öte bişeydir bu... Kızmak insancıl bir duygudur. Oysa artık sen insanlıktan çıkmışdırsın! Bir toplum düşün ki, orda adam öldürmeye, hem de, çoğu, suçsuz adam öldürme¬ye SİYASET deniyor.” [54]
Taktir-i Sükun Kanunu’nun bahşettiği müstesna ortamda İstiklal Mahkemeleri eliyle muhalefet sindirilir, Yok edilir. Her türlü eleştiri yasaklanarak ülke uzun yıllar sürecek zihinsel karanlığa gömülür. İstiklal Mahkemeleri Kemalist rejimi yerleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır, özellikle seyyar Ankara İstiklal Mahkemesi her olaya el koyar.
Mete Tuncay, Şark istiklal Mahkemesinin 420 idam cezası verdiğini, Ankara İstiklal Mahkemesinin de 240 kadar idam cezası verdiğini kaydeder [55]. Şark istiklal Mahkemesinin idam sayısında Sıkıyönetim mahkemelerinin verdiği idam cezalarının sayısı ve infazlar dahil değildir. "Şeyh Sait îsyanı'nda 206 köyün yerle bir edildiği, 8.785 evin yakıldığı ve 15.200 insanın öldürüldüğü hatırlanırsa, böylesine kapsamlı bir hareketin dini nedenlerle ve Hilâfet'i restore etmek amacıyla yapıldığını savunmak zordur." [56]
İzmir Suikastı bahane edilerek muhalefet ve muhalefet potansiyeli yok edilmiş, Şeyh Said İsyanı da bahane edilerek Doğu'da terör estirilmiştir. Bu gün dahi bu mahkemelerde ne kadar insanın canına kıyıldığını bilmiyoruz. "Bütün bu siyasi-adli terör hükümlerinin haksızlığı ortadadır. Daha sonraki yıllarda, sanıklardan biri için açıklanan rehabilitasyon belgesinde şöyle denilmektedir: Rauf Orbay hakkında evvelce İzmir İstiklal Mahkemesi tarafından verilmiş olan mahkûmiyet kararının refi için vaki olan müracaatı üzerine yapılan hukuki[!] tetkikte araya girmiş olan umumi af kanunları isnat olunan fiili bertaraf ettiği gibi, muhakemenin tekrarım da gayri mümkün kılmış ve muhakeme edilseydi beraatinin muhakkak olacağı kanaatine varılmış olduğu görülmüştür.” [57]
Uygulayıcılar bu hukuksuzluk örneği mahkemeleri her fırsatta olumlamaktan çekinmezler:
“Başbakan İsmet Paşa'nın bir parti toplantısında dediği gi¬bi, "Kaçınılması mümkün olmayan hatalara düşmüşlerse bu¬nu samimi kanaatlerinden başka bir şeye affetmemelidir. Ak¬sine kanaatleri ve ülküleri uğrunda yapılması gereken bazı ek¬siklikler de vardır.
Başbakan İsmet Paşa, İstiklal Mahkemelerinin kaldırıl¬ması nedeniyle yine bir parti toplantısında yaptığı konuşma¬da şunları söylemişti:
Biz Takrir-i Sükûn Kanununu koyduktan ve İstiklal Mahkemeleri'ni kurduktan sonra karşısında bulunduğumuz durum¬ları, önceden tahmin ettiğimiz durumdan daha önemli bulduk. Elde açık deliller olmaksızın tecrübenin ve görgünün verdiği birtakım kanıt ve uzmanlaşma yoluyla duyduğumuz tehlikeden daha ağır tehlikeler karşısında bulunduğumuzu bilfiil tecrübe ettik. Memleketin dört köşesinde, içte ve dışta nice teşkilat, ni¬ce dal budak salmış cemiyet bulunduğu ortaya çıktı. Mahkeme¬ler gerek batıda, gerek doğuda fesat unsurlarını izlemek için bü¬tün gayretlerini harcamışlardır. Benim kanaatim şudur ki, mahkemeler görevlerinde başarılı olmuşlardır. Onların bu ba¬şarılarından her zaman söz edebiliriz." [58] Son İttihatçı Paşa’nın sözlerinde kullandığı dil, gerek Takrir-i Sükûn Kanunu gerekse İstiklal Mahkemelerinin gerçekte muhalefeti ortadan kaldırma aracı olduğunu doğrulamaktadır
Her iki mahkemenin görevi 7 Mart 1927 tarihinde sona ermiştir. Ancak dayandığı yasa 4 Mayıs 1949 da kaldırılabilmiştir. Geçen 22 yılda kullanılmamakla birlikte bu olanağın her zaman açık tutulduğunu söyleyebiliriz.
[1] Şamsutdinov, A.M. Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı, çev Ataol Behramoğlu Doğan Y. 1999, s 138
[2] Ertunç Ahmet Cemil, Cumhuriyet Tarihi, Pınar Y. 2004 s 35
[3] Apak Rahmi, İstiklal Savasında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s.155-156, Zikreden A.M.Şamsutdinov,Mondrostan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı, çev Ataol Behramoğlu Doğan Y. 1999 s133
[4] Cebesoy Ali Fuat Milli Mücadele Hatıraları,Temel Y. 2000, s 390
[5] Şamsutdinov, A.M. Mondrostan Lozan’a… s 153
[6] Buca Tarih Tarih ve Bilgi Bankası, İstiklal Mahkemeleri, www.bucatarih.com
[7] Bozkurt Mehmet, Asker Firariler Sorunu www.sol.org
[8] Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları Der. Hulusi Turgut, İş Bankası Kültür Y. 2005 s 363-367
[9] Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları. s 367
[10] Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları. s 370
[11] http://www.kurtulussavasi.org/asphtm...ahkemeleri.php
[12] http://www.kurtulussavasi.org/asphtm...ahkemeleri.php
[13] Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 36
[14]Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 36 -37
[15] Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman tarafından 27 Mart 1923 tarihinde öldürülmüştür, Meclis İttihat ve Terakki’nin öldürülen şeflerinin ailesine maaş bağlarken, Ali Şükrü Bey’in geride kalan ailesine bir maaş bağlamadığını ve Hüseyin Avni Bey’inde ikinci dönemde Mecliste yer alamadığını da burada ekleyelim
[16] Aktaran, Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 38
[17] Aktaran, Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 39
[18] Ertunç, Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi s 39
[19] Altını ben çizdim
[20] Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybun Yayıları, 1992
[21] İ. Habib Sevük, Atatürk İçin Remzi K. 1976 c 1 s 274 aktaran: Göldaş İsmail, Takrir-i Sükun Kanunu Görüşmeleri, 1923 “Seçim”leri, Atama Meclis ve Sonrası Belge Y. 1997 s 35
[22] Göldaş İsmail, Takrir-i Sükun Kanunu Görüşmeleri, 1923 “Seçim”leri, Atama Meclis ve Sonrası Belge Y. 1997 s
[23] Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları, Baha Matbaası 1969 s 93
[24] Ağaoğlu Samet Babamın Arkadaşları, Baha Matbaası 1969 s 91
[25] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten Hatıralar Yapı Kredi Y.2005 s 208-209
[26] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 209-210
[27] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 213
[28] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 218
[29] Aktaran Soyak s 227
[30] Aktaran Soyak … s 227
[31] Aktaran Soyak s 230-231
[32] Soyak Hasan Rıza Atatürk’ten…. s 234-235
[33] Tunçay Mete Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931) Yurt Y. 1981 s 126
[34] Osman Tufan Paşa, Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Arma Y. 1998 s 23-29
[35] Sertel M. Zekeriya Hatırladıklarım s 131-132
[36] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 321
[37] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 333-334
[38] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 335
[39] Soyak Hasan Rıza, Atatürk’ten… s 337
abdulmecid
merhabalar , arkadaşım mustafanın şöyle bir sorunu var: uzun bir flört döneminden sonra eşiyle evlendi, evlilikleri şöyle oldu.bu bayanın bazı yanlış...
Yapabileceğiniz / yapılması gereken, dediğim gibi kız kardeşinizin gelen ödeme emrine bu adreste ilgili kişi yaşamamaktadır , adres hatalıdır, borçla...
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Yanlış veraset ilamı
11-09-2025, 02:20:06 in Miras Hukuku