Daha önceki bir yazımda Falih Rıfkı Atay'ın "keşke Nutuk yazılmasaydı" dediğini kaynak gösstermeden yazmıştım. Siz de bunun Mustafa Armağan'ın "Yakın Tarihin Karadelikleri" isimli kitabında 22 Haziran 1951 tarihli Dünya Gazetesi'nden alıntılanmış gibi gösterildiğini, aslında Dünya Gazetesi 1953 yılında kurulmuş olduğundan, Mustafa Armağan isimli yazarı yanlış ya da yalan yazdığını ima etmiştiniz.
Bu uyarınız üzerine ben de Mustafa Armağan'ın bir başka kitabında aradığımı buldum. Timaş Yayınlarından çokan kitabın adı; "Küller Altında Yakın Tarih". Kitabın içerisinde "Bir resmi tarih metni olarak Nutuk" başlıklı bir makale var ve bu makale içerisinde Falih Rıfkı Atay'dan bir alınıt var. Bu alıntıya göre Falih Fırkı Atay şöyle yazmış;
"Benim samimi düşüncem (Atatürk'ün Nutuk'u) hiç yazmaması idi. Bütün o vesikalar, tutanaklar dosyalarda kalacağı için tarihçiyi hükümlerinde daha serbest bırakmalı idi."
Mustafa Armağan, bu yazıyı doğrudan Falih Fıfkı'dan almamış, bir başka yazar (İsmail Arar) almış ve Mustafa Armağan da oradan almış. İsmail Arar; 22 Haziran 1957 tarihli Dünya Gazetesi'ndeki Falih Fıfkı'nın "Atatürk Devrinden Hatıralar: Nutuk" başlıklı yazısından alarak "Büyük Nutuk'un kapsamı, amacı, niteliği" başlıklı bir seminer bildirisi hazırlamış ve İsmail Arar'ın bu araştırması da "Atatürk'ün Büyük Söylevi'nin 50. Yılı Semineri; Bildiriler ve Tartışmalar, sh. 163) içinde yayınlanmış. Bendeki kaynak böyle. Yani 1951 değil, 1957 imiş.
Ayrıca yazar Mustafa Armağan'a e-maille bunu sordum ve verdiği cevap aşağıdadır;
"ya belirttiğiniz yerde yanlış çıkmış veya yanlış not almış olmalısınız.
doğrusu dünya gazetesi, 22 haziran 1957 olacaktır."
’Şulebaş türban’ tasarımından kara çarşafa uzanan sıradışı bir hayat
Hayrünnisa Gül’den Emine Erdoğan’a kadar birçok kadının başlarını bağlama şekline "Şulebaş" deniyor.
Bu başörtüsüne adını veren Şule Yüksel Şenler kimdi? Nasıl ve neden örtündü? Bu türban modelini nasıl buldu? Terzilik öğrendiği Ermeni ustasının etkisi oldu mu? Türbandan sonra neden kara çarşafa büründü? Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım birlikteliğinin arabulucusu Şule Yüksel Şenler, neden iki kez evlenip boşandı? Türban konusunda Türkiye’de "çığır açan" bir gazeteci-yazarın işte yaşam hikáyesi.
KIBRISLIYDILAR. Babası Hasan Tahsin ile annesi Mihriban Ümran Hanım, teyze çocuklarıydı. Altı kardeştiler: Özer, Örsel, Şule Yüksel, Gonca Gülsel, Tuncer ve Çiğdem.
Tarih 29 Mayıs 1938. Kayseri. Şule Yüksel dünyaya geldi. Babası, Sümer Fabrikası’nda görevliydi. 6 yıl sonra görevinden ayrıldı. İstanbul’a yerleştiler. Bütün aile; anneanneler, babaanneler tüm akraba kadınları modern kıyafetler içinde, zarif ve şık giyiniyorlardı.
Şule Yüksel, Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na giderken ailenin ekonomik düzeni bozuldu. Şenler çiftinin çocuklarına okul aile birlikleri yardım etti. Şule Yüksel, ortaokula kadar okuyabildi. Annesi kalp krizi geçirip yatağa bağlanınca okuldan alındı.
Artık evden çıkmıyor; temizlik yapıyor, yemek pişiriyordu. Arta kalan zamanlarında hep kitap okudu; ne bulursa onu okudu. Öyküler yazmaya başladı. Bunları Safa Önal’ın çıkardığı "Yelpaze" Dergisi’ne gönderdi. İlk yazarlığa burada adım attı.
Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu "Yeni İstanbul" Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı.
Bu arada gazetenin ilanlarını hazırlayan Yüksel Bey’den resim dersi aldı. Resim derslerini müzik dersleri takip etti. Ney ve kanun çalmayı öğrendi.
AĞABEY BASKISI
Ağabeyi Özer Şenler,Said-i Nursi’nin yakın çevresi içine girmişti. Ailesinin modern yaşamına; annesi ve kız kardeşlerinin örtünmemesine ve hele hele evde bile olsa kız kardeşlerinin erkek musiki hocalarından ders almasına çok kızıyordu. Bir gün evi terk etti.
Artık ağabeyi Özer’in yeni bir hayatı vardı. Dizinin dibinden ayrılmadığı Said-i Nursi,"Özer" adını da değiştirip "Üzeyir" koymuştu! Ağabey Özer Şenler’i, Said-i Nursi ile tanıştıran kişi ise, "Milliyetçiler Derneği"nden arkadaşı Nevzat Yalçıntaş’tı.
Şule Yüksel o günlerde áşık oldu. Lise öğrencisi mahalleli bir gence tutuldu. Aşk karşılıklıydı. Dört yıl flört ettiler.
18 yaşına bastığı gün iki aile yan yana geldi. Ancak bu söz kesme merasimi tatsızlıkla sonuçlandı. Müstakbel kaynanasının, oğlu ve geliniyle aynı evde yaşamak istemesi bu birlikteliğin sonunu getirdi.
Baba Hasan Tahsin Şenler bu teklifi kabul etmedi. Bu acı sonucu mutfakta öğrenen Şule Yüksel bayılıp kaldı.
Ve yıllar geçse de bu acı dünür olayını hiç unutamadı. Hatta çocuk sahibi olamamasını da bu olaya bağladı...
ERMENİ TERZİ
Annesi, aşkını unutması için Şule Yüksel’i Bakırköy’de bir Ermeni terzinin yanına çırak verdi. Gencecik yaşında her türlü elbiseyi dikebilecek düzeye geldi. Zamanla kalfalığa kadar yükseldi.
Ermeni ustasının Avrupa’dan getirdiği moda dergilerini elinden düşürmedi. Bu dergilerde gördüklerinden etkilenip ileride "Şulebaş Türban" tasarımı ortaya çıkaracağını kuşkusuz tahmin bile edemezdi...
Moda magazin dergilerini elinden hiç düşürmedi ama siyasi olaylara da ilgisiz kalmadı. 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs mitinglerine katıldı. Ata yurdunu unutmamıştı. Mitinglerde kürsüye çıkıp ağlayarak şiirler okudu.
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Adalet Partisi’ne katıldı. AP Bakırköy Gençlik Kolları, Edebiyat ve Kültür Kolu Başkanı oldu.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in çıkardığı "Kadın Gazetesi"nde köşe yazmaya başladı. Asıl adı "Yüksel" idi. Ama kadın olduğunun anlaşılması için adının önüne "Şule" ekledi. O artık "Şule Yüksel Şenler" idi. O dönem siyasal görüş olarak aşırı milliyetçi Nihat Atsız’a yakınlaştı. Ama ağabeyi Özer’in (Üzeyir) hastalığı yaşamını değiştirdi.
OJELİ TIRNAKLAR
Ağabeyi sarılıktı. Annesi, kız kardeşleri hastanede başında beklediler günlerce. Ağabeyi kendine gelince onlardan son bir istekte bulundu: "Örtünün!"
Şule Yüksel sinirlendi: "Ağabey, neden bizden yapamayacağımız şeyler istiyorsun?"
Ağabeyi, "O halde Risale-i Nur toplantılarına katılın" dedi. Ağabeyin ölüm döşeğinde morale ihtiyacı vardı. Kabul ettiler. Risale-i Nur toplantılarına aileden ilk olarak Şule Yüksel Şenler gitti.
Bir evde beyaz örtüler içindeki on kadın, karşılarında başı açık, modern kıyafetli ve üstelik kendilerine göre hayli dekolte bir elbise içinde onu görünce çok şaşırdı.
Şule Yüksel eteğini çekiştirip, manikürlü ojeli parmaklarını saklayarak bir köşeye çekilip oturdu. Risaleleri dinlemeye başladı. Hiçbir şey anlamadı. Sıkıldı. Birkaç toplantıdan sonra kadınlardan biri, ojeli tırnaklarını "orangutan maymunlarına" benzetince çok utandı. Kendini "düzeltmeye" önce tırnaklarından başladı, artık oje yoktu.
Sonra kadınlar başını örtmesini istedi. O da, "ayıp olmasın" diye başını yarım örtmeye başladı.
"Ağabeyin çok iyi okuyor, bakalım sen nasıl okuyacaksın" diye eline risaleleri verdiler. Çok güzel okudu; kadınlar hayran kaldı.
Takdir edilmek, kabul görmek çok hoşuna gitti.
O günden sonra namaza başladı.
’KÜRT KARISI DİYECEKLER’
Yıl 1965...
Bir gün aynanın karşısına geçti:
Besmeleyi çekip örtündü. İçinden, "Ne kadar çirkin oldum" dedi. Bu kez saçının ön tarafı görünecek şekilde başörtüsünü bağladı. "Ne kadar iradesizim" diye kızdı.
Aynanın karşısında başörtüsünü tekrar tekrar çeşitli şekillerde bağladı:
"Besleme kızlara benzedim!"
"Hizmetçi kız oldum!"
"Herkes bana gerici, yobaz gözüyle bakacak!"
Ve sonunda...
Bugün moda olan "Şulebaş tipi türban" o gün, o aynanın karşısında ortaya çıktı. "Öyle şık bir tarzda örtünmeliyim ki herkes çok beğensin!"
Beklediği olmadı. En büyük tepki, anneannesi İkbal Hanım’dan geldi. İlk sözü, "Kürt karılarına benzemişsin" oldu!
Ağabeyi dışında tüm ailesi örtünmesine karşı çıktı. Ne olduğunu soranlara "Başı ağrıyor" dediler.
Yolundan dönmedi. Kadınlara başörtüsünü sevdirmek için çok uğraş verdi; farklı şık eşarplar dikti; biyeli, atkılı, tokalı özel başörtüler taktı. Çevresi tepki gösterdikçe o örtüsüne sarındı. Örtüsü bayrağı oldu.
PAPA’NIN GELİŞİNE KARŞI
Örtünmesiyle birlikte çalıştığı yayın organı da değişti. Yeni yayın organıyla birlikte artık davalar süreci de başlayacaktı. 26 Ocak 1967 tarihinde Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı "Yeni İstiklal" Gazetesi, Pakistan’da üniversiteye, ellerinde kitapları kara çarşaf içinde giden üç genç kızın fotoğrafını basıp, yanına da Şule Yüksel Şenler’in, "Müslüman kadınların örtünmesi şarttır" diyen yazısını koyunca, Türk Kadınlar Birliği dava açtı.
Şule Yüksel Şenler ilk kez mahkemeyle tanıştı. Ama bu son olmayacak; iki kez de cezaevine girecekti. Anadolu’nun her yanında seminerler vermeye başladı. Şule Yüksel gibi İstanbul’da yaşayan modern bir kadının örtünmesi, "itilmişlik duygusu" içindeki çevrelerde memnuniyet yarattı.
Her gün bir yerde panele katıldı. "Başı açık kadınlara laf atılıyor; oysa kapalı kadınlara ana-bacı gözüyle bakılıyor" diyordu.
Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!
Said-i Nursi hayranıydı. "Bugün" Gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek, Said-i Nursi’nin evlenmeyişini ve sakal bırakmayışını eleştirince en sert tepkiyi o gösterdi.
Giderek radikalleşti. 1967 yılında Papa’nın Türkiye’ye gelmesine karşı çıkıp, "Ağlayın ey Müslüman kardeşlerim ağlayın" diye makale yazdı.
Ankara’da İmam Hatiplere ve İlahiyata Kız Yetiştirme Kursu açılmasını sağlayıp, müdür oldu.
Öğrencileri onun gibi "Şulebaş" türban takmaya başladı. Bu kurstan yetişen öğrencilerden biri de ünlü gazeteci Abdurrahman Dilipak’ın eşi Asiye Hanım’dı.
Tayyİp ErdoĞan İle Emİne HanIm’In evlİlİklerİnde arabulucu OLDU
Yaşadığı ilk aşk ve ilk hayal kırıklığının da etkisiyle yıllar sonra "Huzur Sokağı" adlı romanını yazdı. Bestseller oldu. Ünlendi.
Roman, "Birleşen Yollar" adıyla 1970’te sinemaya uyarlandı; yönetmen Yücel Çakmaklı’nın İslami içerikli ilk filmi oldu. Başrolde Türkan Şoray ile İzzet Günay vardı.
Başörtüsü sinemaya girmişti...
32 yaşındaki Yüksel Şule Şenler o yıl evlendi. Eşi, ilahiyat mezunu tiyatrocu Abdullah Kars idi. Şehir şehir dolayıp İslami tiyatro yapıyordu. Yani aynı zamanda dava arkadaşıydılar. Evlenmelerine Risale-i Nur talebelerinden Sait Özdemir vesile olmuştu.
Gelinliğin modelini Şule Yüksel Şenler çizdi. Kadın-erkek ayrı ayrı yapılan düğün, müziksiz ve danssız oldu. Davetiyelere ilk kez ayet ve hadis konmuştu. Konukların tesettüre uygun giyinmesi istenmişti.
Fakat:
Bu İslami düğün mutluluk getirmedi. Eşi, Şule Yüksel’i hep dövdü. Toplantılarda, "Eziyet gören kadının sabrettiği takdirde Allah katında büyük derecelere ulaşacağını" söyleyen Şule Yüksel’in dayanacak gücü kalmadı. Beş yıllık evlilik hüsranla bitti; boşandılar.
KOCA BASKISI
Hayat devam ediyordu. Koca baskısından kurtulmuştu. Tekrar panellere gitmeye; gazetelere, dergilere yazmaya başladı.
"İdealist Hanımlar Derneği"ni kurdu. Manevi başkanı oldu.
Derneğe gelen genç kızlar arasında, Emine Gülbaran (Erdoğan) da vardı. Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım’ın evliliklerinde arabulucu olan isim de Şule Yüksel Şenler’di.
Bu arada ikinci evliliğini yaptı. Eşi Kanada’da yaşamış bir maden mühendisiydi. Daha önce evlenmiş ama eşini kaybetmişti. Bir kızı vardı. (Şule Yüksel Şenler, üvey kızının yaşamına saygısından dolayı, eşinin adının yazılmasını istemedi.)
Şule Yüksel Şenler için damat adayının en önemli özelliği, namazında niyazında olmasıydı.
Evlendiler. Bakırköy’de dubleks bir apartman katına yerleştiler. Eşi dolayısıyla yeni çevre edindi. Yeni çevre, Nakşibendi İsmailağa Cemaati’ydi.
Burada tanıştığı kadınlardan; simsiyah çarşaf giyen Dr. Sevim Asımgil, yaşamında ikinci radikal değişime neden oldu.
"İslamiyet’ten soğutuyor", "Mümkün değil çarşaf giymem" diyen Şule Yüksel Şenler bir gün kara çarşafa giriverdi.
Modern başörtüsüyle başlayan süreç, kara çarşafa gelip dayanıvermişti. Tercih kendinindi kuşkusuz. Ama ortada bir reel durum da yok muydu?
Ağabeyinin isteğiyle Nurcu olup türban takan Şule Yüksel Şenler, bu kez eşinin isteğiyle Nakşibendi olup kara çarşafa girivermişti!
KARA ÇARŞAF GİYİYOR
Türban takarak modern hayat sürdüren çevresini şaşırtan Şule Yüksel Şenler, bu kez kara çarşafa girerek türbanlı arkadaşlarını hayretler içinde bıraktı. Türbanlı arkadaşlarından koptu. Eşiyle ve üvey kızıyla Fatih Çarşamba’ya yerleşti. Milli Gazete’deki yazılarına son verdi.
Bir gün Başbakan Erdoğan’ın dünürü, gazetenin başyazarı Sadık Albayrak İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Hoca’ya gelerek, Şenler’in tekrar Milli Gazete’de yazması için izin istedi.
Şeyh Mahmut Hoca, istiharede olan Şenler’in durumuna göre, belli konularda yazmamak üzere izin verebileceğini söyledi.
İki erkek Şule Yüksel Şenler hakkında karar verirken; o dönemde Şule Yüksel Şenler’in derdi başkaydı.
İkinci kocası da fiziki şiddet uyguluyordu. Her seferinde şeyhine koşuyor ama Mahmut Hoca, "Hele sabret" diyordu. 11 yıl sabretti. Boşandı. Boşanmasıyla birlikte, İsmailağa Cemaati kendisiyle tüm ilişkisini kesti! Yapayalnız kaldı.
AKIL HASTANESİNDE
Annesi Ümran Hanım vefat etmişti. Babasının yanına taşındı. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığına başladı. Sorunlar yakasını bırakmadı. Babası Hasan Tahsin ağır psikolojik hastaydı; hafızasını kaybetmişti. Bir gün evden çıktı ve geri dönmedi.
Akıl hastası Hasan Tahsin’i vatandaşlar, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne götürdü. Hastanede diğer hastalardan dayak yiyen Hasan Tahsin vefat etti.
Aynı hastalık Şule Yüksel Şenler’e de bela oldu. Hafızasını kaybetti. Kimseyi bilemedi ve tanıyamadı. Kıblenin nerede olduğunu, namazda hangi duaları hangi sırayla okuyacağını soruyordu hep.
Aynı zamanda uyuyamıyor; sabaha kadar ağlıyordu. Doktorlar sürekli uyuttular. Bu ağır yorucu hayat beynini, vücudunu yıpratmıştı. Kimbilir belki de akraba evliliği sonucuydu çektiği bu ıstıraplar? Tedavisi bugün hálá sürüyor...
Allah şifa ve uzun ömür versin...
SONUÇ
Şule Yüksel Şenler’in yaşamı, aslında toplumsal hayatımızın dönüşümüyle paralellik gösteriyor; yani Türkiye bugünlerde "ağabey" baskısı altında örtünüp örtünmemeyi tartışıyor.
Bundan sonra nelerin yaşanacağını Şule Yüksel Şenler’in yaşam hikáyesi anlatıyor zaten.
Şule Yüksel Şenler'in yaşantısındaki biyografik kesitlerin illa negatif anlaşılması gerektiğine,baba -abi-eş-mahalle baskısı gibi,inanmıyorum.Özelliklede entellektüel olarak tabir ettiğimiz kişiler sözkonusu ise.
Ne istediğini bilen,kendini öyle yada böyle geliştirmiş,inandığı ideolojileri sessiz kalmayarak destekleyen bir kişinin örnek gösterilmesi ve "baskı sonucu neler yaşanabilineceği" gibi köşe yazıları ve yayınlar kimseyi haklı çıkarmaz.Bu tür örneklerle çaba sarf edilmesi ("Control freak") ,çok zayıf,gereksiz bir dayanak.
Her konuda karşı çıkabilecek bir iradaye sahip,sabır sınırının aşılması sonucu evliliklerini noktalama kararından çekinmeyen insan,birilerinin baskısı sonucu dininin gereklerini yerine getirmeye başlar,dinine kimseye aldırış etmeden yürekten bağlanır.Olay bu kadar basit midir yani?İnsanlar kendi iradeleriyle bir seçim yapmış,bir yola başkoymuş,içindeki taa derinlerde bir yerde yatan gizli arzularını dışa vurmuş olamazlar,öyle değilmi?
Dikkatinizi çekim:baskı sonucu yapılmış seçimler bir süre sonra,bazı etkenlerin azalması veya yok olması nedeniyle,kişiyi aslına döndürür.Şule Yüksel hn örneğinde,kişi hayatta yalnız kalmasına rağmen inandığı ve benimsediği varoluş sebebimizi,hasta haliyle dahi sürdürme çabası içinde.
Allahtan başka kimseye hesap vermeyeceğini,verilmeceğini herkes gibi bildiğinden eminim.
Mutlaka başkalarının etkisindedirler.Yani "koyun" muamelesi yapılıyor.Ve mutlak surette kurtarılmalılar.Kurtarmak ,haklarını korumak çağdaş laik demokratik devlet bilincini taşıyanlara kalmıştır.
Oysa o kadar çok hayat hikayeleri varki.Çok farklı çevreye girmekle başlar,farklı ideoloji ve yaşam tarzı ile sürer,birilerinin "baskısı sonucu" dini örneklerin tam zıttı olan yolu seçer,yine evliliklerinde dayak yemekten kurtulmaz,sonuc hüsran olur.Bu durumda kişi kendimi bir seçim yapmıştır?Yoksa onun için seçim yapılmışmıdır?
Hukuk devleti konusuna gelince:din ve dini sembollerin özgürlüğü kılık kıyafet yasası ile çakışıyorsa,bunun yasal yollarını aramak ,yasallaştırmak tehlike arz etmez.Birilerinin özgürlüğü,diğerlerinin özgürlüğünü kısıtlamadığı süre özgürlüktür.Kompleks ve anksiyete ,gerçek dışı hayal kurma ve inanma psikiyatrik alanlarda geçerlidir.Hukuk için önce bireysel temel insan hakları,sonrada toplumun çıkarları geçerli olmalı değilmi?
Korkulan,beklenen ve öne sürülen iddialar doğru olsaydı,neden yasal yollarla uğraşılsınki?Tıpkı iran daki molla rejiminin ,bir zamanlar "şah"ı devirerek yönetimi ele geçirdiği gibi bir yol izlemesine engel varmı?Devletin başındaki siyasi bir parti ,bir tehlike olarak nitelendirecek derecede güce ve yandaşlara ve üstelik farklı hedeflere "saman altı "sahip olmasına rağmen,korkulanın aksine sadece "türban" konusunda - kapalı kızlarımızın eğitim ve din özğürlüğünün korunması için -ısrar ediyorsa,o zaman karşı çıkanların çok farklı amaçların peşinde olduğunu düşünmekten başka bir seçenek kalmıyor.
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, AKP ve MHP tarafından hazırlanan Anayasa değişikliği önerisinin üniversitelerde türbanı serbest bırakamayacağını belirterek, "Anayasanın temel ilkeleri bulunduğu sürece, isterseniz ‘Yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir’ diye bir hüküm koyun bu da yeterli ve türbanın serbest bırakıcı bir hüküm haline gelmez" dedi.
Bir televizyon programında konuyla ilgili açıklamalarda bulunun Kanadoğlu, Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili olarak, dinsel örtünmenin aynı zamanda eşitlik ilkesine de aykırı olduğu şeklinde bir karar verdiğini anımsattı.
Anayasa’nın 10. maddesinde yapılmak istenen değişikliğin türban serbestisini zaten getirmediğini belirten Kanadoğlu 42. maddenin 6. fıkrasına eklenecek olan, “Kanunda açıkça yazılı olmayan hiçbir sebeple kimse yüksek öğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir" hükmüne dair de şu değerlendirmede bulundu:
-"42. MADDENİN DİĞER HÜKÜMLERİ GÖZDEN KAÇIRILIYOR"-
“Bunu ekledikleri zaman 42. maddenin diğer fıkraların da önem kazandığını da görürüz. Göden kaçırılan iki fıkra var. Bu fıkralardan bir tanesi ’Eğitim ve öğretim Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır’ hükmünü düz enleyen 3. fıkra. 4. fıkra da ’Eğitim ve öğretim hürriyeti Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz’ diyor. ‘Anayasaya sadakat’ borcu dediğiniz zaman, Anayasa’nın temel ilkelerini düşündüğünüz zaman, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda eğitimin yapılacağını düşündüğünüz zaman eklenmek istenen fıkranın da güttükleri amaca uymayacağı açıktır.
Şimdi bunu şu amaçla getirebilirler: ‘Ben yüksek 17. maddesine belirli bir ekleme yaparım. 42. maddeye dayandırarak oradaki sınırlamayla bunu belirle hale getiririm ve bununla ben türbanı sağlarım.’ Amaç budur. Bu amacı gerçekleştirmek için bunları yapmanın da bir anlamı yok. Bu olsa da olmasa da siz 17. maddeye bu fıkrayı eklerdiniz. Eklerdiniz de ne olurdu? Gider Anayasa Mahkemesi’nde iptal edilirdi. Bunu getirdiniz koydunuz 6. fıkra olarak. Bu Anayasanın temel ilkeleri bulunduğu sürece, isterseniz bu fıkraya ‘Yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir’ diye bir hüküm koyun bu da yeterli ve türbanın serbest bırakıcı bir hüküm haline gelmez."
-"CUMHURBAŞKANI TARAFSIZ DEĞİL"-
Kanadoğlu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün türbanla ilgili düzenlemenin referanduma götürülebileceği açıklamalarını da Cumhurbaşkanının tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmadığını ileri sürdü. Kanadoğlu, “Her şeyden önce laik cumhuriyeti korumak görevi için yemin etmiştir. Görevi Türk milletini birliğini temsil etmek yönüyle bu birliğin bozulmaması sağlamaktır. Siz ‘Cumhurbaşkanı olarak böyle bir konu önüme geldiğinde ben bunu referanduma götürürüm’ dediğiniz anda bu tarafsızlık ilkesini bir tarafa bırakmış olursunuz. Temel hak ve özgürlükler referanduma götürülmez. Götürülemeyecek bir şeyi ‘ben götürürüm’ dediğiniz anda gerçek hukuk bilinci ve etiği olan herkes buna karşı çıkar böyle bir şey olmaz" dedi.
Konu ile ilgili yapmış olduğum yoruma devam etmek isterim.....
Önce eklemem gereken bir husus daha var:bir çok kişi örtünmek konusunda kuran-ı kerim ile ilgili açıklamalarda bulunuyor.
1.Konu müslüman dininde "başınızı "örtün yada örtmeyin var yada yok değil.
2.Herşeyden önce Nüfus Cüzdanının ,Din bölümünde "İslam" yazması =(eşittir) Kuran 'dan rastgele bir cümlenin mealini veya tefsirini yapma yetkisi vermez .Ayrıca dinimizde yalnız Kuran da yazan ayetler değil,aynı zamanda Peygamberimizin hadis'leride büyük önem taşıyor.Dinimizde ikiside birbirinden ayrılamaz iki değerlerdir.Hadisleri hiçe saymak,baz almamak,Peygamberi yani Dini tanımamak demektir.(Kelimeyi Şehadeti bilen bilir).
Bu mini din dersinden sonra,
3.Bunca asırlık dinin uygulaması yanlış olmuş,kimse anlamamış,ısrarla yanlış yapılmaya devam ediliyorda,sadece üstün zekalı bir kaç kişimi gerçekleri görmüştür?
4.Tartışmaların "din ile ilgisi yok,bende mülümanım,ailemde kapalı var",sadece siyasi görüş ve simgelere karşıyız,anayasaya aykırı gibi sözlerle devam etsede.
Asıl tartışmanın büyütülmesinin,rahatsızlığın nedeni İslamiyet.
Konunun etrafında dolanıp duruluyor.
Anayasada fikir özgürlüğü maddesi var unutmayın.Açık konuşmadıktan sonra çözüme varılamaz.
5.Tekrar belirtmekte fayda varen sözkonusu partiyi savunmak yada savunmamak derdinde değilim.
Çifte standartlara karşıyım.Bir TV proğramında izledim (bu konu ile ilgili her programı izliyorum,özellikle dinci olmayanları;tarafsız,kendi yorumlarımı yaparak):herkes eleştiri yapıyor,herkes tüm dindar-başı kapalı-"beyni kapalı" insanlarımızı bir yerlere (siyasi parti-faşizm-terör grupları-çağdışı-atatürk düşmanı-mollacı-gamalı haç-radikal-....)dilediği gibi ,genelleme yaparak,uydurmaya çalışıyor.Açıklamayapmak yada hakları savunmak isteyen kişilerin ,ya sözleri kesiliyor,ya genelleme yapılmasına itiraz ediliyor,yada tamamen çarpıtılıyor.
Bu mu laiklik,bu mu demokrasi,bu mu özgürlük,eşitlik ilkesinin öğrettikleri.
Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili olarak, dinsel örtünmenin aynı zamanda eşitlik ilkesine de aykırı olduğu şeklinde bir karar verdiğini anımsattı.
Buyrun burdan yakın.Şimdide dinsel örtünme eşitlik ilkesine aykırı .Anayasada hangi ilkeye , ülkemizin asıl ve en çok mensubu olan dinimizin gereğini yapmakla,aykırı düşmüyoruz?
6.Bu tartışmalardan asıl yararlanacak olanlar, ülkemizi bölmek için fırsat kollayanlar olacaktır.Kışkırtarak,işi yokuşa sürerek gerilime sebebiyet vermekle,daha sonra "bakın biz size demiştik,bunlar dini alet ederek farklı niyetler peşinde ...." diyebilme zevkine erişebileceğini zannedenler,yanlış hesabın kendilerine zarar vereceği ihtimalini göz ardı etmesinler.
Dış güçler PKK terörü ile bölemedikleri karıştıramadıkları ülkemizi Kürt Türk kavgasını Askerimizin kararlı tutumu sayesinde gerçeklestiremeyenler,Alevi Suni catışması çıkaramayanlar,Simdi durduk yerden ünüversitelerimizi karıştırıp ülkemizin huzurunu bozmaya halkı ikiye bölmeye çalısıyorlar.
Güzel bir soru."Sizinkide dertmi?"dedirtecek tarzda.
Ramazanda bu saydıklarınızı yapamanıza mani olan bir durum yok.Varsada bulunduğunuz ortamdan kaynaklanıyordur. Buna yasak değil,çevreye saygı denir.
Bugüne kadar hiristiyan arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını görmedim.:rolleyes:
Yoksa böyle bir yasamı çıktı?:o
Bu yazdıklarınızdan müslüman olup da namaz kılmayan ya da oruç tutmayanlara karşı ne kadar tahammülsüz olduğunuz anlaşılıyor,mademki inanç özgürlüğü; çevreye saygı diye bişey olamaz, isteyen ramazanda sokakta sigara da içer yemek de yer eğer çevrenin baskısı nedeniyle bu yapılamıyorsa bunun adı çevreye saygı değil, dinin yanlış olarak kullanılan toplumsal baskı işlevi olur.
Kaldı ki arkadaş yasak diye bi terim kullanmamış sadece izmir dışında bütün anadoluda olan ramazandaki fiili durumu belirtmiş,gerçekten de ramazanda tüm yurtta sokakta birşey yendiği ya da içildiği zaman insanlar kötü kötü bakıyorlar, laf atıyorlar (ben de daha orta 1 ya da 2 ye giderken , ramazanda , ben sokakta elimde birşeyler yiyerek akşam üzeri okuldan eve dönerken sakallı bir amca sen niye oruç tutmuyorsun demişti) kimi yerlerde de dayak atıyorlar bu da insanların sokakta yiyip içememesine neden oluyor, elbette saygı duyduğu için de sokakta yiyip içmeyenler de vardır ama çoğunluk baskıdan dolayı yiyip içmiyor, kimse de saygı duymak zorunda değil, ayrıca senin oruç tutmanı engellemiyor bu kişiler ya da orucunu zorla bozdurmuyorlar, o halde sana saygısızlık yapmıyorlar, o zaman sen de onlara saygısızlık yaparak sokakta yeme içme özgürlüğüne müdahale etmeyeceksin ya da senin anlayacağın şekilde başka bir dine inanma ya da inanmama özgürlüğüne ya da müslümansa da dinin gereğini yerine getirip getirmemekteki özgürlüğüne müdahale etmeyeceksin.
Bugüne kadar hiristiyan arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını görmedim.:
Bunun zıt anlamından müslüman arkadaşlarımın ramazanda oruç tutmak zorunda kaldığını gördüm sonucu çıkar ki ben de diğerlerinden baya ucuz ve üniversiteyi kazandırıyor, en iyisi diye fethullah gülenin dershanesine gitmiştim,ramazan boyunca kantin kapalıydı, hafta sonları ben de oruç tutmak zorunda kalıyordum.Madem ki demokrasi inançlara saygı o zaman bir eğitim kurumunda ramazanda kantin kapanmayacak kapanıyosa da kimse niye türban serbest bırakılmıyo diye ağlamayacak.
Konu unbelievable tarafından (04-02-2008 Saat 21:57:24 ) de değiştirilmiştir.
Emre Aköz`ü çok severim uzun süre önce yazılmış bir yazı inanca saygı demiş iken;
"Ikınmanın' bu kadarı
Genç, tecrübesiz, epeyce bilgisiz olup, iki satır yazabilmek için kanaat önderlerinden işaret bekleyenlerin ('liderini takip et'); düşünmeden, soruşturmada, bir kez dahi "acaba" demeden şu "mahalle baskısı" hokkabazlığının üstüne atlamasını olağan karşılıyorum.
Ama yaşını başını almış, epey mürekkep yalamış, tecrübe sahibi olanlar da aynı şeyi yapmıyor mu? İşte ona aklım pek ermiyor. Yoksa arkada bırakılan yıllar, onları zihinsel açıdan tembelleştiriyor mu?
"Bizim çocuklar ortaya bir laf atmış, bari ben de bir iki örnek vereyim, gündemin dışına düşmeyeyim" mi diyorlar?
Efendim beni böyle düşündüren Mehmet Ali Kışlalı oldu. Kışlalı 1961'den beri her yıl Mut'tan geçerek Mersin Taşucu'na gidermiş. (Radikal, 26 Eylül)
Sanırım temmuz ve ağustos aylarında güney illeri hayli sıcak olduğu için eylülü tercih ediyor Kışlalı.
Geçenlerde aynı seyahati yinelemiş. Bir cuma günü (14 ya da 21 Eylül olsa gerek) öğle saatlerinde Mut'ta mola vermiş. Çevresi namaza gelmiş insanların otomobilleriyle dolu olan caminin (Lal Ağa Camii olabilir mi?) hemen yakınındaki lokantada yemek yiyecek...
Lokantacı, mahcup bir şekilde, "Benim için önemli değil, yanlış anlamayın ama yemeğinizi dışarıda değil de içeride yeseniz, bir olay olup rahatsızlık duymanızı istemem..." demiş.
Kışlalı "Uyarısını anlamakta güçlük çektim" diye yazıyor, "Tam 46 yıldır, her sene geçtiğimi ama böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı söyledim."
Sonuçta yemeğini içeride yiyor.
Ve kıssadan hisse olarak, şeriatın, bir çiçeğin fark edilmeden büyümesi gibi, ağır ağır gelmekte olduğunu saptıyor.
Şeriat geliyor mu gerçekten? Ben bu yazıda onu tartışacak değilim.
Sadece Kışlalı'nın yazısındaki bir iki noktaya değinmek istiyorum. Aklıma takılan sorular var.
1) Şu anda kullandığımız takvime göre ramazan her yıl 10 gün geriden başlar ve yuvarlak hesap 36 yılda bir aynı döneme denk gelir. Eğer yukarıda değindiğim (tatil, sıcak) nedenlerden dolayı Kışlalı, Taşucu'na eylül aylarının başında ya da ortasında gidiyorsa... 36 yıldır ramazan ayında Mut'tan geçmemiş demektir.
En son 1971 ramazanında geçmiş olabilir ama bilemiyoruz: Belki de o tarihte Mut'ta durmadı. Ya da durdu da, yemek yemedi.
Ayrıca lokantacıya, "Ama geçen yıl (ya da 'evvelki') böyle bir uyarı yapmamıştınız, yine ramazandı ve ben yemeğimi dışarıda yemiştim" demediğine göre... Belli ki en azından iki yıldır böyle bir 'ramazan-yemek' çakışması olmamış. Dolayısıyla, eğer varsa, 'değişimi' anlayabilecek, 'karşılaştırma' yapacak konumda değil.
2) Anadolu kasabalarındaki lokantacıların çoğunluğu, ramazanda dükkanı kapatır. Bunun çeşitli nedenleri vardır: a) Kendileri de dindardır, b) Müşteri sayısı azalır, c) Fırsattan istifade biraz dinlenirler, d) Boya-badana gibi işleri ramazanda yaparlar.
Dolayısıyla Kışlalı'nın ramazanda Mut'ta açık lokanta bulması şanslı olduğunu gösterir. Tek şanssızlığı dışarıda değil de içeride yemesidir.
3) Adabımuaşeret, yani görgü kuralları, mesela bir erkeğin kadının solunda yürümesinden ya da otobüste-uçakta bağıra çağıra konuşmamaktan ibaret olmasa gerek.
İlkokulu bitirdiğimden beri oruç tutmuyorum. Ancak Kışlalı'nın yerinde olsaydım, zaten "dışarıda" yemek istemezdim. Cuma namazına Müslümanlar ayrı bir önem verirler. Onların karşısında, ramazan günü, soğuk hoşafa kaşık çalmayı uygun bulmam.
Bir iftara davetliysem, nasıl olsa oruç tutmuyorum diye ezan okunmadan, niyetliler oruçlarını bozmadan iftariyeliklerden atıştırmam.
Davranışımın sebebi korku ya çekinme değildir. Tam tersine mutlu olurum. Benzeri bir özeni diğer dinlerden olan insanlara da (elbette bildiğim kadarıyla) göstermeye çalışırım.
Dedim ya, benim için bu bir adabımuaşeret meselesidir. Ama belli ki Kışlalı ile aynı frekansta buluşmuyoruz.
Yine de itiraf edeyim: 'Mahalle baskısı' illüzyonunu ispat edeceğim diye, böylesine azimli bir ıkınmayı anlayabilmiş değilim. En azından sağlığa zararlı...
Emre Aköz`ü çok severim uzun süre önce yazılmış bir yazı inanca saygı demiş iken;
"Ikınmanın' bu kadarı
Genç, tecrübesiz, epeyce bilgisiz olup, iki satır yazabilmek için kanaat önderlerinden işaret bekleyenlerin ('liderini takip et'); düşünmeden, soruşturmada, bir kez dahi "acaba" demeden şu "mahalle baskısı" hokkabazlığının üstüne atlamasını olağan karşılıyorum.
Ama yaşını başını almış, epey mürekkep yalamış, tecrübe sahibi olanlar da aynı şeyi yapmıyor mu? İşte ona aklım pek ermiyor. Yoksa arkada bırakılan yıllar, onları zihinsel açıdan tembelleştiriyor mu?
"Bizim çocuklar ortaya bir laf atmış, bari ben de bir iki örnek vereyim, gündemin dışına düşmeyeyim" mi diyorlar?
Efendim beni böyle düşündüren Mehmet Ali Kışlalı oldu. Kışlalı 1961'den beri her yıl Mut'tan geçerek Mersin Taşucu'na gidermiş. (Radikal, 26 Eylül)
Sanırım temmuz ve ağustos aylarında güney illeri hayli sıcak olduğu için eylülü tercih ediyor Kışlalı.
Geçenlerde aynı seyahati yinelemiş. Bir cuma günü (14 ya da 21 Eylül olsa gerek) öğle saatlerinde Mut'ta mola vermiş. Çevresi namaza gelmiş insanların otomobilleriyle dolu olan caminin (Lal Ağa Camii olabilir mi?) hemen yakınındaki lokantada yemek yiyecek...
Lokantacı, mahcup bir şekilde, "Benim için önemli değil, yanlış anlamayın ama yemeğinizi dışarıda değil de içeride yeseniz, bir olay olup rahatsızlık duymanızı istemem..." demiş.
Kışlalı "Uyarısını anlamakta güçlük çektim" diye yazıyor, "Tam 46 yıldır, her sene geçtiğimi ama böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı söyledim."
Sonuçta yemeğini içeride yiyor.
Ve kıssadan hisse olarak, şeriatın, bir çiçeğin fark edilmeden büyümesi gibi, ağır ağır gelmekte olduğunu saptıyor.
Şeriat geliyor mu gerçekten? Ben bu yazıda onu tartışacak değilim.
Sadece Kışlalı'nın yazısındaki bir iki noktaya değinmek istiyorum. Aklıma takılan sorular var.
1) Şu anda kullandığımız takvime göre ramazan her yıl 10 gün geriden başlar ve yuvarlak hesap 36 yılda bir aynı döneme denk gelir. Eğer yukarıda değindiğim (tatil, sıcak) nedenlerden dolayı Kışlalı, Taşucu'na eylül aylarının başında ya da ortasında gidiyorsa... 36 yıldır ramazan ayında Mut'tan geçmemiş demektir.
En son 1971 ramazanında geçmiş olabilir ama bilemiyoruz: Belki de o tarihte Mut'ta durmadı. Ya da durdu da, yemek yemedi.
Ayrıca lokantacıya, "Ama geçen yıl (ya da 'evvelki') böyle bir uyarı yapmamıştınız, yine ramazandı ve ben yemeğimi dışarıda yemiştim" demediğine göre... Belli ki en azından iki yıldır böyle bir 'ramazan-yemek' çakışması olmamış. Dolayısıyla, eğer varsa, 'değişimi' anlayabilecek, 'karşılaştırma' yapacak konumda değil.
2) Anadolu kasabalarındaki lokantacıların çoğunluğu, ramazanda dükkanı kapatır. Bunun çeşitli nedenleri vardır: a) Kendileri de dindardır, b) Müşteri sayısı azalır, c) Fırsattan istifade biraz dinlenirler, d) Boya-badana gibi işleri ramazanda yaparlar.
Dolayısıyla Kışlalı'nın ramazanda Mut'ta açık lokanta bulması şanslı olduğunu gösterir. Tek şanssızlığı dışarıda değil de içeride yemesidir.
3) Adabımuaşeret, yani görgü kuralları, mesela bir erkeğin kadının solunda yürümesinden ya da otobüste-uçakta bağıra çağıra konuşmamaktan ibaret olmasa gerek.
İlkokulu bitirdiğimden beri oruç tutmuyorum. Ancak Kışlalı'nın yerinde olsaydım, zaten "dışarıda" yemek istemezdim. Cuma namazına Müslümanlar ayrı bir önem verirler. Onların karşısında, ramazan günü, soğuk hoşafa kaşık çalmayı uygun bulmam.
Bir iftara davetliysem, nasıl olsa oruç tutmuyorum diye ezan okunmadan, niyetliler oruçlarını bozmadan iftariyeliklerden atıştırmam.
Davranışımın sebebi korku ya çekinme değildir. Tam tersine mutlu olurum. Benzeri bir özeni diğer dinlerden olan insanlara da (elbette bildiğim kadarıyla) göstermeye çalışırım.
Dedim ya, benim için bu bir adabımuaşeret meselesidir. Ama belli ki Kışlalı ile aynı frekansta buluşmuyoruz.
Yine de itiraf edeyim: 'Mahalle baskısı' illüzyonunu ispat edeceğim diye, böylesine azimli bir ıkınmayı anlayabilmiş değilim. En azından sağlığa zararlı...
Yargıtay'dan türban tepkisi"Yasama yetkisi laiklik ilkesine dokunmaya izin vermez"
04.02.2008 19:49
Yargıtay'da bugün gerçekleştirilen emeklilik töreninde türbana sert eleştiriler geldi. Yargıtay Başkanvekili Şirin: "Yasama yetkisi laiklik ilkesine dokunmaya izin vermez. Yasama laikliğe dokunamaz. Laiklik zayıflatılamaz" dedi...
Yargıtay Başkanvekili Osman Şirin, Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun 28 Eylül 2007'de yayımladığı bildiriyi anımsatarak, ''Başkanlar Kurulu, Cumhuriyetin temel ilkelerinin zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceğini, laiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilmez olduğunu belirtmiştir'' dedi.
Şirin, yaş haddinden emekliye ayrılan 2 Yargıtay üyesinin veda töreninde yaptığı konuşmada, emekli olan 2 arkadaşıyla İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde 1960 yılında birlikte okuduklarını söyledi.
Arkadaşlarına seslenen Şirin, şöyle konuştu:
''İstanbul Hukuk Fakültesi'nin içinde ne örtünme ihtiyacını duyan bir kızımız vardı, ne de kapıda 'örtünmeliyim', 'dini inancımın gereği budur' diye eyleme giden bir kişi vardı. Hiçbirisi mevcut değildi. Türkiye'de 3 üniversite vardı. Her birisi çağdaş görünümleriyle, o mükemmel tavırlarıyla, o coşkulu ve birbirini katiyetle ayırmayan giysileriyle eğitimlerini sürdürdüler. Ne oldu o bizim üniversitelerimize? Bugün kapılarında 'inancımın gereğidir' diye bar bar bağırılıyor ve 'inancı gereğidir' diye o bağırmalara kendi anlayışları doğrultusunda destek verenler, bugün Türkiye'nin gündemini sadece ve yalnız diğer gündemleri unutarak ya da gerilere öteleyerek, anayasa ve yasa değişikliklerini konu ediyorlar.''
-''SÖZLER DUYULMALI VE DİNLENMELİDİR''-
Anayasa'nın özünü teşkil eden başlangıç bölümündeki kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediğini ifade eden Şirin, ''Medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu hükmü bugün acaba ne durumda?'' diye konuştu.
Anayasa değişikliği hazırlıkları evresinde Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun 28 Eylül 2007 tarihinde yayımladığı bildiriden bölümler okuyan Şirin, şunları söyledi:
''Başkanlar Kurulu, orada, Anayasa'nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleri korunmuş gibi görünse bile, başka maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel ilkelerinin, zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceğini, Cumhuriyetin vazgeçilmez temel dayanağını oluşturan laiklik ilkesinin ve Yüksek Mahkeme kararlarıyla çerçevesi çizilmiş olan laiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle
kabul edilmez olduğunu belirtmiştir.
Bugün Yargıtay bu sözlerinin arkasındadır, hukuken arkasındadır, hukuki eylemlerle de arkasında olacaktır.''
Şirin'in bu sözleri, salonda uzun süre alkışlandı. Osman Şirin, yasama, yürütme ve yargının kalp, beyin ve akciğer olarak düşünülebileceğini belirterek, ''Bunların birbirine hasım olduğu düşünülebilir mi?'' diye sordu.
Anayasa'da uygar işbirliğinden bahsedildiğini ifade eden Şirin, ''Sözler duyulmalı ve dinlenmelidir'' dedi.
Hiçbir zaman Türkiye'de porno sitelerinin engellenmesini hangi hak ve hukuğa göre değerlendiriyorlar anlayamadım. Tüm gelişmiş ülkelerde legal porno...
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkan Vekili Ahmet Hamsici, HSYK'nın yapısında değişiklik öngören düzenleme ile ilgili olarak 66 sayfalık...
Merhabalar. halen yürürlükte olan ve pek çok üyesi bulunan bir internet sitesinde ''Laik ülke dinsiz ülkedir, müslümansan laik devlette yaşayamazsın,...
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
àâèàìàñòåğ îôèöèàëüíûé ñàéò - Èãğàéòå òîëüêî â ëèöåíçèîííóş âåğñèş
óäîáğåíèÿ äëÿ êëóáíèêè