Hukuki Net Hukuki NET | Forum | Mevzuat Anasayfa | Kaynaklar | Yazarlar | Dizin | Arama | Uyarlama | Giriş | Üye Ol
Bekletici Mesele tazminat ve ceza davaları
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 31-01-2007 | Kategori: İçtihat | Okunma : 16995 | Not:
Av.tayfun Eyilik

Hakkımdaki bilgilere http://www.tayfuneyilik.av.tr sitesinden ulaşabilirsiniz


Profil >

 YARGITAY  HUKUK GENEL KURULU  E. 2005/4-733  K. 2005/727 T. 14.12.2005

ÖZET : Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece yapılacak iş, tarafların dayandıkları maddi olgulara ilişkin boşanma dosyasının getirtilmesi, Ceza Mahkemesinde saptanan maddi olguların Hukuk Hakimini bağlayacağı düşünülerek ceza davasının sonuçlanmasının bekletici sorun yapılması; bu iki dosyada belirlenen maddi olgularla dava konusu yayında yer alan unsurlar karşılaştırılmak suretiyle sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.

Hukuk Hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedefi olmayacaktır. Ancak Ceza Hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde bir Ceza Mahkemesinin uyuşmazlık konusu olayın tespitine; diğer bir söyleyişle maddi olgulara ilişkin kesinleşmiş saptamasının, aynı konudaki Hukuk Mahkemesinde de kesin delil oluşturacağı açıktır.

Özellikle tarafların iddia ve savunmalarını ispat için, Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasına dayanmış olmaları ve ceza kararının Hukuk Mahkemesini bağlaması ihtimali mevcut ise; Hukuk Mahkemesinin, ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.

DAVA : Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; K. 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.11.2002 gün ve 2000/148 E. 2002/352 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26.6.2003 gün ve 2003/3798 E. 851 K. sayılı ilamı ile,

( ...Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıda bulunulmasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı 15.03.2000 tarihli G. Gazetesinde "şeriatçı doktorun film gibi hayatını yirmi bir yıllık eşi anlatıyor; Benden altı, sekreterinden üç çocuğu var" başlıklı yayınla kişilik haklarına saldırıldığı için eşi E., G. Gazetesi sahibi ve sorumlu yazı işleri müdüründen manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Tarafların sunduğu delillerden, davacı ile davalı E. arasında boşanma davası görüldüğü ve yine davalı E. ve G. Gazetesi haber müdürü M.nin davacıya basın yoluyla hakarette bulunduklarından A. 2. Asliye Ceza Mahkemesi 2000/738 esas sayılı ceza dosyasında yargılandıkları anlaşılmaktadır. Şu durumda yayının gerçeği yansıtıp yansıtmadığının ve hukuka aykırı olup olmadığının belirlenmesi için taraflar arasında görülen boşanma davasının getirtilmesi ve ayrıca her ne kadar hukuk hakimi ceza hakiminin beraat kararı ile bağlı değilse de, ceza mahkemesindeki olgularla bağlı bulunduğundan ceza dosyasının sonucu beklenerek, bu iki dosyadaki bulgularla yayındaki unsurları karşılaştırılarak kişilik haklarına saldırıda bulunulup bulunulmadığının belirlenerek varılacak sonuca göre bir hüküm kurmak gerekirken, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın bozulması gerekmiştir... )

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.

A- DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ:

Davacı vekili, G. gazetesinin 15 Mart 2000 tarihli nüshasında yayınlanan "Şeriatçı doktorun film gibi hayatını 21 yıllık eşi anlatıyor; benden altı sekreterinden üç çocuğu var" başlıklı haberde, müvekkilinin "kadın düşkünü, psikopat, şeriatçı doktor, iki kadınla nikahsız yaşıyor ayrıca bir de avukat sevgilisi var, gavur..." gibi nitelendirmelerle kamuoyunda küçük düşürüldüğünü; aydın, başarılı ve çalışkan bir doktor olarak yıllarca ülkeye hizmet eden müvekkili hakkında, davalı eski eşin öfke ve hezeyanla sarf ettiği gerçek dışı sözlerin haber yapılması sonucu müvekkilinin manevi yönden ağır zarara uğradığını ileri sürerek, 5.000.000.000 TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren kanuni faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B- DAVALININ CEVABININ ÖZETİ:

Davalı E., evli bulundukları süre içerisinde davacının birçok kadınla birlikte olduğunu, çocuklarına bakmayıp kendisini dövdüğünü, sekreteri ile birlikteliğinden üç çocuğunun dünyaya geldiğini; boşanma davası devam ederken tüm bu olayların basının ilgisini çekmesi nedeniyle, davacı tarafından yapılan haksızlıkları dava konusu yayında dile getirdiğini savunmuştur.

Davalılar G. A.Ş ve Sorumlu Yazı işleri Müdürü vekili; dava konusu yazıda yer alan iddiaların, davacının eşi E.nin verdiği bilgiler doğrultusunda ve abartılı ifadeye yer verilmeden haber yayına hazırlandığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:

Yerel Mahkeme, "dava konusu yayın gerçek olaylara dayanmadığı gibi; doktor olan davacıyı küçük düşürücü ve kamuoyunda tepkilere yol açacak bir üslupla yazıldığı ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği" gerekçesiyle "davanın kısmen kabulü ile 2.500.000.000 TL. manevi tazminatın 06.06.2000 dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline" karar vermiştir.

D- TEMYİZ EVRESİ BOZMA VE DİRENME:

Davalılar tarafından temyiz edilen karar, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, Yerel Mahkeme önceki kararında direnmiştir.

E- GEREKÇE:

Taraflarca ibraz edilen delillerden, davacı ile davalı E. G. arasında boşanma davasının görüldüğü; dava konusu yayın nedeniyle, davalı E. G. ve gazete haber müdürü aleyhine basın yoluyla hakaret suçundan cezalandırılmaları istemiyle ceza davası açıldığı anlaşılmaktadır.

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; dava konusu yayının gerçeği yansıtıp yansıtmadığının ve hukuka aykırı olup olmadığının belirlenmesi bakımından, boşanma davası ve ceza davasında tespit edilen maddi olgularla yayındaki unsurların karşılaştırılması, bu bağlamda ceza davasının sonucunun beklenilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, Ceza Mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi üzerinde durulmasında yarar vardır.

Ceza Mahkemesi kararlarının Hukuk Mahkemesine ( Davasına ) etkisi, hukukumuzda Borçlar Kanununun 53. maddesinde düzenlenmiş olup, Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında esas hukuku bakımından ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımı, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının da, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi, özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.

Borçlar Kanununun 53. maddesinde, "Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için Ceza Hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, Ceza Mahkemesinde verilen beraat kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka Ceza Mahkemesinin kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi Hukuk Hakimini takyit etmez." Hükmü öngörülmüştür.

Bu açık hüküm karşısında, Ceza Mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların Hukuk Hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

Ne var ki, Hukuk Hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, Ceza Hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle "fiilin hukuka aykırılığı" konusu ile Hukuk Hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan Ceza Mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.

Ceza Mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun Hukuk Mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir ( Y.H.G.K. 11.10.1989 gün ve E. 1989/11-373, K. 472 sayılı ilamı ). Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından Ceza Hakiminin Hukuk Hakiminden çok daha elverişli konumda bulunmasıdır.

Bilindiği üzere, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, Hukuk Hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedefi olmayacaktır. Ancak Ceza Hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır.

O halde bir Ceza Mahkemesinin uyuşmazlık konusu olayın tespitine; diğer bir söyleyişle maddi olgulara ilişkin kesinleşmiş saptamasının, aynı konudaki Hukuk Mahkemesinde de kesin delil oluşturacağı açıktır.

Özellikle tarafların iddia ve savunmalarını ispat için, Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasına dayanmış olmaları ve ceza kararının Hukuk Mahkemesini bağlaması ihtimali mevcut ise; Hukuk Mahkemesinin, ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.

Bundan ayrı, bir davanın çözümünü etkileyebilecek olan vakıalar için gösterilen delillerin inceleme konusu yapılması gerektiği kuşkusuzdur.

Tüm açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde; davacı A., dava konusu yayında yer alan iddia ve nitelendirmelerin gerçeği yansıtmadığını ileri sürmüş, davalılardan E. yayında evliliği süresince davacı tarafından yapılan haksızlıkları dile getirdiğini savunmuştur. O halde, iddia ve savunma çerçevesinde bu davada öncelikle çözümlenmesi gereken yön, dava konusu yayının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı noktasında düğümlenmektedir.

Davanın ve savunmanın esasını oluşturan maddi olgularla ilgili, taraflarca delil olarak gösterilen ve davacı ile davalılardan E. arasında görülen boşanma davasına ilişkin dosya Mahkemece getirtilerek incelenmediği gibi; davalı E. ile gazete haber müdürünün, uyuşmazlık konusu olay nedeniyle yargılandıkları Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davanın sonucu, eldeki Hukuk davası için bekletici sorun yapılmamıştır.

Şu durumda Mahkemece yapılacak iş, tarafların dayandıkları maddi olgulara ilişkin boşanma dosyasının getirtilmesi, Ceza Mahkemesinde saptanan maddi olguların Hukuk Hakimini bağlayacağı düşünülerek ceza davasının sonuçlanmasının bekletici sorun yapılması; bu iki dosyada belirlenen maddi olgularla dava konusu yayında yer alan unsurlar karşılaştırılmak suretiyle sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.

Hal böyle olunca Yerel mahkemece aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, eksik inceleme ve araştırma sonucu yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalılar G. A.Ş. ve..U. vekili ile davalı E.nin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın iadesine 14.12.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/11-115 K. 2004/108 T. 25.2.2004

ÖZET :BK.nun 53. maddesine göre ceza mahkemesinin kararı kusurun takdirinde ve zarar miktarının tayininde hukuk hakimini bağlamaz. Yasanın bu düzenlemesi Yargıtay'ın yerleşmiş inançlarına göre maddi olayı belirleyen ceza mahkemesi kararları açısından kabul görmemektedir. Ancak, mahkemenin hükme esas aldığı ceza mahkemesi kararının kesinleştiği belli olmadığına ve kararda sanık sürücüye izafe edilen kusurun derecesini hukuk hakiminin ayrıca tayin etmesi yasa hükmü gereği olduğundan, hukuk davası açısından davalı sürücünün kusurunun uzman bilirkişi aracılığı ile belirlenmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki "icra takibine vaki itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 13.Hukuk Mahkemesince davanın kabulü ile itirazın iptaline dair verilen 4.7.2002 gün ve 2001/63-2002/718 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 22.5.2003 gün ve 12801-5285 sayılı ilamı ile, ( ...Davacı vekili TTK.nun 1301 maddesine dayanarak müvekkilinin kasko sigortasını yaptığı aracın, davalılarca işletilen aracın çarpması sonucu sigortalıya ödediği 24.462.550.000.TL'nin tahsili amacıyla davalılar aleyhine giriştiği icra takibine vaki itirazın iptalini istemiştir.

Davalılar vekili, kazada sürücülerinin kusurunun olmadığını, istenen tazminatın da abartıldığını savunmuştur.

Mahkemece, hasar raporu ile ceza davasında alınan kusur raporuna itibar edilerek, itirazın iptaline, faize faiz yürütülmemesine karar verilmiştir.

Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.

1-Dava, TTK.nun 1301 maddesine dayalı olarak sigortalının halefi sıfatıyla ona ödenen tazminatın rücuen tahsili için davalılar aleyhine girişilen icra takibine vaki itirazın iptali davasıdır. Mahkemece, kesinleştiği belli olmayan ceza mahkemesi kararına ve bu karara dayanak rapora itibar edilerek davalı sürücünün tam kusurlu olduğu kabul edilerek dava kabul edilmiştir.

BK.nun 53.maddesine göre ceza mahkemesinin kararı kusurun takdirinde ve zarar miktarının tayininde hukuk hakimini bağlamaz. Yasanın bu düzenlemesi Yargıtay'ın yerleşmiş inançlarına göre maddi olayı belirleyen ceza mahkemesi kararları açısından kabul görmemektedir. Ancak, mahkemenin hükme esas aldığı ceza mahkemesi kararının kesinleştiği belli olmadığına ve kararda sanık sürücüye izafe edilen kusurun derecesini hukuk hakimi ayrıca tayin etmesi yasa hükmü gereği olduğundan, hukuk davası açısından davalı sürücünün kusurunun uzman bilirkişi aracılığı ile belirlenmesi gerekmektedir.Nitekim davalıların kusura itirazları üzerine davacı vekili delil listesinde keşif ve bilirkişi raporuna da dayandığı gibi 15.3.2001 havale tarihli dilekçesinin 2.sayfasının 4.paragrafında da ceza davasının sonucu beklenmeksizin kusur ve hasar tespiti açısından bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiştir. O halde mahkemece, tarafların talepleri gözetilerek kusur oranının uzman bilirkişi aracılığı ile belirlenmesi gerekir iken eksik incelemeye dayanılarak karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; TTK.nun 1301.maddesine dayalı olarak, sigortalının halefi sıfatıyla, ona ödenen tazminatın rücuen tahsili için davalılar aleyhine girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkili sigorta şirketinin kasko sigortasını yaptığı 35 PK 170 plaka sayılı araca, davalılarca işletilen 35 HMM 60 plaka sayılı aracın çarpması sonucu oluşan zarardan dolayı sigortalıya ödediği 24.462.550.000.TL.nin, Türk Ticaret Kanununun 1301.maddesi uyarınca rücuen tahsili için davalılar aleyhine giriştiği icra takibine itiraz edildiğini, ancak davalı sürücünün olayda tam kusurlu olması nedeniyle itirazın yerinde olmadığını ileri sürerek, bilirkişi aracılığıyla kusur oranının yeniden belirlenmesi ile icra takibine vaki itirazın iptaline, takibin devamına ve alacağın %40'ndan az olmamak üzere icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar vekili; Olayda müvekkillerinin kusuru bulunmadığını, kusur oranı yönünden yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasını talep ettiklerini ve davacı tarafça istenilen tazminat miktarının fahiş olduğunu savunmuştur.

Mahkemenin; "Ceza dosyasında bulunan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi'nce düzenlenen rapora göre, davalı sürücünün tam kusurlu olduğunun anlaşıldığı" gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme "hükme esas alınan Ceza dosyasındaki rapor üst kurulca düzenlendiğinden Hukuk Hakiminin sürücüye izafe edilen kusurun derecesini ayrıca tayin etmesinin gerekmediği" gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; Hukuk Hakiminin, kesinleşmemiş ceza davasında alınan kusur raporuna dayanarak karar verip veremeyeceği; Bu bağlamda somut olayda tarafların talepleri de gözetilerek, davalı sürücünün kusurunun bilirkişi aracılığı ile ayrıca belirlenmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.

Öncelikle, Ceza Mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş deyişle, Ceza Mahkemesinin hangi kararlarının Hukuk Mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır.

Ceza Mahkemesi kararlarının Hukuk Mahkemesine ( Davasına ) etkisi, hukukumuzda Borçlar Kanununun 53.maddesinde düzenlenmiş olup, Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında esas hukuku bakımından ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımı, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının da, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi, özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.

Borçlar Kanununun 53.maddesine göre "Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için Ceza Hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, Ceza Mahkemesinde verilen beraat kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka Ceza Mahkemesinin kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi Hukuk Hakimini takyit etmez."

Bu açık hüküm karşısında, Ceza Mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların Hukuk Hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, Hukuk Hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, Ceza Hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle "fiilin hukuka aykırılığı" konusu ile Hukuk Hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan Ceza Mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.

Bundan ayrı, Hukuk Mahkemesinin, Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması halinde, Ceza Mahkemesinin bu konuda vereceği kararı peşinen kabul etmiş olacağından, bekletici sorun yapılan ceza davası hakkında verilen karar, Hukuk davasında kesin delil teşkil eder. ( Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı 2001, cilt:V, s:5153 )

Görüldüğü üzere Hukuk Mahkemesi, az yukarıda bağlayıcılık yönü belirtilen ayrık durumlar dışında, Ceza Mahkemesi kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

Bu noktada, Ceza Mahkemesi kararının Hukuk Mahkemesini bağladığı hallerde, kesin delilin etkisi nedeniyle, Ceza Mahkemesi kararında dayanılmış olan bilirkişi raporunun Hukuk Mahkemesini bağlayacağı; Buna karşılık, Ceza Mahkemesi kararının Hukuk Mahkemesini bağlamadığı hallerde, Ceza Mahkemesinde alınmış olan bilirkişi raporunun, Hukuk Mahkemesini bağlamayacağı, eş deyişle Hukuk Mahkemesinin yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği, kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın kabul edilmektedir. ( Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı 2001, cilt:V, s:5154-5155 )

Özellikle tarafların, iddia ve savunmalarını ispat için, mahkemeden bilirkişi incelemesi yapılmasını istemeleri halinde; Hukuk Hakiminin, uyuşmazlığı kendi tespit ve takdirine, Medeni Hukuk alanı kurallarına göre çözümlemesi gerekir.

Tüm açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde; Davacı sigorta şirketinin kasko sigortasını yaptığı aracın, davalı şirketin işleteni, diğer davalının sürücüsü olduğu araçla çarpışması sonucu meydana gelen zarardan dolayı davacının sigortalıya ödediği tazminatın tahsili için TTK.nun 1301 inci maddesine dayanarak, sigortalının halefi sıfatıyla davalılar aleyhine icra takibine giriştiği, davalıların borca ve kusur oranına itirazı üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Kesinleştiği belli olmayan Ceza Mahkemesi kararında, sanık sürücüyü tam kusurlu kabul eden Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi raporu esas alınarak sanığın mahkumiyetine karar verilmiş; Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bu davanın sonucu, eldeki Hukuk davası için bekletici sorun yapılmamıştır.

Esasen, davalıların kusura itirazı üzerine davacı vekili aşamalarda, Ceza davasının sonucu beklenmeksizin kusur tespiti açısından bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiştir.

Bu durumda, mahkemece Ceza Mahkemesinin kesinleşmemiş mahkumiyet kararına esas alınan bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm verilemeyeceğinden, tarafların talepleri de gözetilerek uyuşmazlığın Medeni Hukuk kurallarına göre çözümlenmesi gerekir.

O halde yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak, davalı sürücüye izafe edilen kusur oranının uzman bilirkişi aracılığı ile ayrıca tespit edilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının temyiz edenlere iadesine, 25.2.2004 oybirliğiyle karar verildi.


 

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ

E. 2005/2682 K. 2006/4542 T. 18.4.2006

ÖZET : Dava, televizyon ve gazetelerde yayınlanan açıklamalarla davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası ile manevi tazminat istemine ilişkindir.

Borçlar Kanununun 53. maddesine göre, ceza mahkemesinden verilen beraat kararları bağlayıcı değil ise de maddi olguların saptanmasına ilişkin ceza mahkemesi kararları hukuk hakimi yönünden bağlayıcıdır.

Olayda, davacının şikayeti üzerine davalı hakkında ceza davaları açılmış olduğundan bu davaların sonucu beklenerek, ondan sonra tüm kanıtlar değerlendirilerek bir karar verilmelidir.

DAVA : Davacı E.Ç. vekili Av. A.T. tarafından, davalı E.Ş.A. aleyhine 08/07/2002 gününde verilen dilekçe ile ve birleşen davada manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 26/10/2004 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili Av. N.A. tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 18/04/2006 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Av. M.Ö. ile karşı taraftan davalı vekili Av. M.E. geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Davacı, davalının üç televizyon kanalında ve iki gazetede yayınlanan açıklamalarında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı ise, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece istemin reddine karar verilmiştir.

Borçlar Yasası'nın 53. maddesi gereğince, ceza mahkemesinden verilen beraat kararları bağlayıcı değil ise de maddi olguların saptanmasına ilişkin ceza mahkemesi kararları hukuk hakimi yönünden bağlayıcıdır. Davaya konu edilen 16/09/2002 tarihli V... Gazetesi'ndeki açıklama nedeniyle davacının şikayeti üzerine davalı hakkında Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2002/1563 esas sayılı dosyasında kamu davası bulunduğu, yine dava konusu 18/06/2002 günlü C... kanalında yayımlanan açıklaması nedeniyle davacının şikayeti üzerine davalı hakkında Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 21/11/2002 tarih ve 2002/36168 hazırlık sayısı ile Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.

Şu durumda, davalıya yöneltilen eylemin niteliği ve somut olayın gösterdiği özellikler itibariyle, dava konusu yayın ile ilgili olarak davalı hakkındaki ceza davalarının sonucu beklenilmek ve ondan sonra tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmek üzere karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve temyiz eden davacı yararına takdir olunan 450.00 YTL duruşma ve avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 18.04.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyorum.

Mehmet Uyumaz

Üye 

YARGITAY  13. HUKUK DAİRESİ E. 2005/13856 K. 2006/747 T. 26.1.2006

ÖZET : Taraflar arasındaki menfi tesbit davasının yapılan yargılaması sonunda mahkemece davalı hakkında açılan dolandırıcılık ceza davasının sonucu beklenerek, davacı ve davalının tüm delilleri toplandıktan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki menfi tesbit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı Sulhiye Tanrıverdi gelmiş, diğer taraftan gelen olmadığından onun yokluğunda duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, davalı ile aralarında taşınmaz satımına yönelik harici sözleşme düzenlendiğini, taşınmazın yapılıp teslim edilmediği halde satım bedeli karşılığı verilen bononun icra takibine konduğunu, davalı hakkında dolandırıcılıktan dava açıldığını, senetten dolayı borcu olmadığını ileri sürerek senedin ve icra takibinin iptaline, %40 tazminat ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davacıya kooperatif hissesini devrettiğini savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece verilen kesin süre içerisinde ara kararı gereği yerine getirilmediğinden kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının edimini yerine getirmediğini, bedelsiz senedi icra takibine koyduğunu, takibe itirazın İcra Tetkik Merciinde yargılamayı gerektirdiğinden reddedildiğini, Cumhuriyet Savcılığına davalı hakkında dolandırıcılık suçundan dava açıldığını iddia etmiştir. Söke Cumhuriyet Savcılığının 20.10.2003 tarihli iddianamesi ile dava konusu olay nedeniyle davalı hakkında TCK.nun 503/1 maddesi uyarınca dava açılmış, Söke 2. Asliye Ceza Mahkemesi 2004/782 esas da yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır. Ceza davasında verilecek karar bu davanın sonucunu etkileyecek niteliktedir. Mahkemece ceza davasının sonucu beklenerek, davacı ve davalının tüm delilleri toplandıktan sonra işin esası incelenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanlış değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 26.1.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

Forum