Bankacılıkta Risk Yönetimi Yrd. Doç. Dr. Güran Yahyaoğlu
1. GİRİŞ
Bilindiği gibi bankacılık, bir ülkede yürürlükteki mevzuata uygun olarak, mali kaynakların birikim ve akışkanlığını sağlayan temel mekanizmadır. Bu kadar önemli bir fonksiyon icra eden sistemin büyük bir risk altında olması sektörün doğası gereğidir. Sektörün doğumundan beri var olan bu faktör, gelişen ticari ilişkiler karşısında sürekli değişmektedir. Küreselleşme sebebiyle ise artık bankacılığın terminolojisi dahi değişmekte ve yaşanan ağır mali krizler karşısında bankacılıkta riskin anlamı, kapsamı ve riski önleyici tedbirlerin neler olabileceği yeni baştan tartışılmaktadır. Bankacılıkta risk, eskiden olduğu gibi tek bir temel üzerine oturtulamamakta, aksine çok çeşitli, karmaşık ve birbirleriyle etkileşim içinde olan konuları ifade etmektedir. Risk konusu artık yöneticilerin tecrübe ve kişisel yargılarına bırakılamayacak kadar karmaşık bir hal almış ve bilimsel yöntemlerle ölçülmek zorunluluğu doğmuştur. Küreselleşme ile artan rekabet, bankacılıkta kar marjlarını da düşürmüş ve risk adeta, yönetilmesi ve yönlendirilmesi gerekli bir ateşten top olarak camiaya düşmüştür. Artık, meslek olarak risk yönetim uzmanlığından, söz edilmektedir. Uzmanlarca yönetilmeyen risklerden doğabilecek zararların, yüksek kar marjı içinde eriyeceğini söyleme imkânı da kalmamiştir. Özetle risk,
günümüz bankacılığında sürekli çeşitlenip, karmaşık bir hal almakta olup, özel ve verimli bir şekillde yönetilmesi gerekli bir konu olarak karşımızda durmaktadır.
2. RİSK VE BELİRSİZLİK KAVRAMLARI
Risk, mevcut bir duruma kıyasla, gelecekte gerçekleşmesi beklenen durum ile gerçekleşen durumun farklı olması ihtimalidir. Risk, zarar etme olasılığı veya zararın derecesini artıran bir durum olarak da tanımlanabilir. Bir istatistikçi için risk, beklenmedik kâr veya zarar (standart sapma) dır. Bu tanıma göre bankacılıkta risk–getiri ilişkisini, “ortalama varyans” olarak ifade etmek de mümkündür. Sapma ne kadar yüksekse, getirinin bilinmezliği, yani riski de o kadar yüksektir1. Bu mantıkla bakarsak, piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmanın çok küçük bir risk olduğunu söyleyebiliriz. Risk, beklenmeyen sonuçların dalgalanırlıklarıdır2. Herhangi bir insan için risk, işini, sağlığını, sevdiğini kaybetme olasılığı vb. iken, bankalar için risk, müşterisinin yükümlüğünü yerine getirmemesi,
yahut istenmeyen sair durumların ortaya çıkması sonucu zarar edilmesi (veya istenilen karın elde edilememesi) ihtimalidir3. Risk ile belirsizlik kavramları, çoğu zaman karıştırılmakla birlikte
farklı durumları ifade ederler. Risk, sonucun değil ama, bazı ihtimallerin tahmin edilebilmesi, bazılarının ise hiç bilinememesidir. Belirsizlik ise, hiçbir ihtimalin bilinememesi, bilinse bile hesap edilememesidir. Risk, yalın riskle, spekülatif riski içine alan geniş bir kavramdır. Yalın risk, kaza
veya beklenmedik bir durum sonucu doğabilecek zarar; spekülatif risk ise beklenti ve analizler üzerine taşınan ve sonucunda kâr veya zarar do- ğurabilecek olan risktir. Yalın risk sonucu yalnızca zarar oluşma olasılı- ğı varken, spekülatif risk sonucu kâr da zarar da oluşabilmektedir.
Bankacılıkta risk yönetimi, riskleri her zaman yok etmek veya en aza indirmek anlamına gelmez. Riski yönetmek, riske hakim olup, vadesine, türüne ve etkisine yön verebilmektir. Bu nedenle, bankacılıkta risk doğ- ru tanımlanıp ölçülmeli ve neticede sayısallaştırıp yönetilebilmelidir. Buna bağlı olarak her bankanın, kendi risk yönetim kültürünü oluşturması gerektiğini söyleyebiliriz.
A) Risk Yönetimi
Türk bankacılık sektöründe Finansal Risk Yönetiminin henüz emekleme döneminde olduğunu söyleyebiliriz. Basel II yaklaşımı doğrultusunda bilinçlenen bankalar konu hakkında muhtelif çalışmalar yapmakta, uygulama ve anlayışın nasıl olması gerektiği konusunda fikir teatilerinde bulunmaktadırlar.
a) Bankacılıkta Risk Sınışandırılması
Riskleri değişik bakış açılarına göre gruplandırmak mümkündür. Esasen, her bir riskin kendine has özellikleri (değişkenleri) bulunmakla, ayrı inceleme konusu yapılmaları gerekmektedir. Bankacılık enstrümanlarının sürekli gelişip çeşitlenmesi karşısında, yapılacak net bir sınışandırmanın gelişmelere kapalı kalması veya başarısız olma ihtimali vardır. Ancak yine de, ortak özellikleri dikkate alınarak bir ayrıma gidilmesinde de zorunluk bulunmaktadır.
84 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 83 • Sayı: 1 • Yıl 2009
___________________________________________________
(1) Smith L., Risk Management & Financial Derivatives: Risk-reward Relationships – Foundation of Derivatives
NY McGraw Hill, 1998, s.3
(2) Jorion P., Value at Risk NY McGraw Hill, 2000, s.3
(3) Uğur İ., Bankalarda Uluslararası Standartlara Uygun Risk Yönetimi ve Kontrolü, İktisadi Araştırmalar
Vakfı Seminer Tebliğleri, Haziran 2000, s.41
Riskleri, genel olarak sistematik olan ve sistematik olmayan riskler şeklinde ayırabiliriz. Buna bağlı olarak da bankacılıkta, kredi riski, operasyonel risk ve piyasa riski olmak üzere üç temel riskten söz edebiliriz. Bunlardan piyasa riskini, algoritmik modellerle sayılara dökmek, “kredi ve operasyonel” risklere kıyasen daha kolaydır. Hatta, artık bu konuda bir standart oluştuğunu söylemek de mümkündür. Kredi kullanan kişi veya firmanın kredinin faiz ve/veya anaparasını vadesinde ödememesi kredi riskidir4. Bu risk, ödemelerin kısmen dahi olsa gecikmeli yapılma ihtimalini de kapsar. Yani kredi riski, borçlunun akdi yükümlülüklerini yerine getirememesi veya getirmek istememesi durumunda
ortaya çıkar. Böyle bir durum bankada nakit akışı problemlerine neden olacağından, risk gerçekleşmiş ve belirsizlik doğmuş olur. Kredi riski yalnızca nakdi kredi kullanımında değil, teminat mektubu, kefalet, garanti, akreditif ve benzeri bilanço dışı taahhütler, döviz alım satım işlemleri, menkul kıymet işlemleri, vadeli işlemler ve türev enstrümanlara bağlı olarak da doğabilir. Kredinin ne sebeple olursa olsun batık hale gelmesi, bankanın aktifini de donuk hale getirir; kısa vadeli alacaklarını uzun vadeli alacak haline döndürürek nakit akışını aksatır ve bankanın likiditesini negatif yönde etkiler. Batık kredinin miktarı yüksekse, bankanın kredibilitesini de azaltarak likidite açısından ikinci bir negatif etki daha yapar. Kötü krediler protokole bağlanıp, vadesi uzatılarak yapısı sabit faizliden değişken faizliye çevrildiğinde faiz oranı riski müşteriye transfer edilmiş olur. Banka faiz oranı riskinden kurtulmuş olur. Bu durum müşterinin kredibilitesini daha da kötüleştirebilir ve nakit akışını daha da belirsizleştirir. Bir kredi battığında karşılaşılan maliyetin boyutu, kredi tutarı kadar değildir. Bu tutardan nakde dönüştürülebilecek garanti ve teminatlar ile batan firmanın eğer yaparsa kısmi ödemelerini düşülür. Yani kredi riskinin büyüklüğü, firmanın batma olasılığına, firma battığında ne kadar risk taşınmakta olduğuna ve batan tutarın ne kadarının tahsil edilebileceğine bağlıdır. Kredi riski yalnızca mevcut kredilerden kaynaklanmayabilir. Bilanço dışı yükümlülükler de kredi riski yaratabilir. Akreditif
vadesi geldiğinde müşterinin kredibilitesi bozulmuş ve bu taahhüt doğrudan bankanın taahhüdü haline dönüşmüş olması buna bir örnektir. Türev enstrümanların yarattığı kredi riski ise, enstrümanın nominal
değeri değildir. Örneğin $1 milyonluk futures veya swap işleminin bankaya yarattığı kredi riski $1 milyon olmayacaktır. Türev enstrümanların değeri, üzerinde yazılı olan varlığın veya başka bir türevin değerine bağlıdır. Bu nedenle taşınan kredi riski nominal değere değil, o işlemi, kontratı veya enstrümanı yeniden yerine koyma değerine bağlıdır. Bu değer ise enstrümanın vadesine, faiz oranlarına, cari fiyatına ve piyasa kobullarına
___________________________________________________
(4) Onur S., Enşasyonla Mücadele Ortamında Kredi Riski Yönetimi Sürecinin Artan Önemi, İktisadi Araştı
rmalar Vakfı Seminer Tebliğleri, Haziran 2000, s.78
(5) Jorion P., age s.16
bağlı olarak sürekli değişir. Kredi riski, firmanın kredi derecesinin (rating) değişmesiyle de ortaya çıkar6. Bu durum daha çok fiyat riskini ilgilendirir. Kredi verilen firmaya mevcut ratingi ile belli bir spread uygulanır. Sonradan firmanın ratingi düşürülürse, uygulanmiş olan spread düşük kalmiş olacak, kredinin değeri düşecek ve bankanın kredi portföyü belli bir zarar yazacaktır7.
Kredi riskinin sayısallaştırılması, batma olasılığının hesaplanmasını da içerir. Kredinin batma olasılığını belirlerken “batmanın” ne olduğunun tanımlanması gerekir. Kredi derecelendirme kuruluşlarına göre bir ödemenin üç ay gecikmesi kredinin batmiş olduğu anlamına gelmektedir.
Kredinin batma ihtimali doğrudan ölçülemez. Tahminde bulunulurken firmanın kredi derecesi yahut geçmiş batma verilerine refere etmek uygun olabilir. Kredibilite ile, batma ihtimali arasında sıkı bir korelasyon vardır. Bu tür bilgileri bankanın kendisi de hesaplayabileceği gibi, derecelendirme
kuruluşlarından da alabilir. Ancak, hem kredi batmasına yönelik güvenilir dataların bulunmaması, hem de beher firmayı ayrı derecelendirilmeye tabi tutmanın zorluğu, kredi riskini sayısallaştırmada karşı-
laşılan önemli sorunlardır. Bankacılıkta bir diğer önemli risk kalemi olan operasyonel riskin sayı
sallaştırılıp ölçülmesi hakkında yeknesak bir görüş yoktur. Genel anlamda operasyonel risk, piyasa riski veya kredi riski olarak kategorize edilemeyen tüm diğer riskler ile insan hataları ve teknik hatadan kaynaklanan riskler olarak kabul edilmektedir. Bankanın operasyonundan, kullanılan sistemin ve bankanın kendi yapısından, kullanılan yöntemlerden ve uygulanan modellerden kaynaklanan risktir. Operasyonel risk genel anlamda insan ve/veya teknoloji hatası veya kazalar olarak tanımlanabilir.
Bu tanım suistimal, yönetim hatası, uygun olmayan yöntemler ve yetersiz kontrolleri de kapsar8. Operasyonel risk, “kurum politikalarının, yöntemlerinin ve güvenilirliğinin yetersizliğinden ve kanunların, mevzuatı n, politik durumun ve iş ortamının değişmelerinden kaynaklanan risk”,
olarak tanımlanmiştır. Bankacılıkta işlem adet ve montanların sürekli artması ve yeni ürün, yöntem ve teknolojinin uygulanması nedeniyle etkin bir entegre risk yönetiminin uygulanmasında operasyonel riskin yönetilmesi çok önem kazanmiştir. Operasyonel riskin en önemli kaynağı iç kontrolün eksik, yanlış veya hiç uygulanmamasıdır. İç kontroldeki zayıflk, hatanın, suistimalin veya hizmet aksamalarının önlenememesine neden olur. Operasyonel riskin azaltılması için başvurulan en temel faktörler iç ve dış denetimdir. Belirli risklerin azaltılması, hatta yok edilmesi için sigorta imkanından da faydalanmak gerekir. Operasyonel riskin yö-
___________________________________________________
(6) Buttler C., Mastering Value at Risk, Pearson Education, 1999, s. 172-173
Michel Crouhy, Dan Galai, Robert Mark, Risk Management NY McGraw Hill, 2001, s. 275-282
(7) Joel B., Risk Management in Banking, NY Wiley, 1998
(8) Jorion P., age s.18
netilmesinde görev tanımları ile iş akış şeması çok net tanımlanarak, icra ve denetim fonksiyonlarının birbirinden bütünüyle ayrılması ve etkin bir dahili raporlama sisteminin kurulması gereklidir9. Piyasa (Pazar) riski ise, faiz oranları, döviz kurları ve hisse senedi endekslerindeki beklenmeyen değişiklikler olması ve takas işlemlerinin öngörülen şekillde gerçekleşmemesi nedeniyle zarara maruz kalınması ihtimalidir. Benzer bir tanımla, portföydeki varlıkların gelecekteki değerlerinin taşınacağına ve bu riskin nasıl yönetileceğine ilişkin politikalar, bankanın sermaye gücüne göre değerlendirilmelidir. Riskleri, faiz oranı, likidite, kur, bilgi işlem veya insan hataları açısından da ayrıma tabi tutmak mümkündür. Bu risk türlerine başka eklemeler yapmak da mümkündür. Faiz oranlarındaki değişmeler ise, bilanço içi ve dışı işlemlerin mevcut değerini etkileyerek, nakit akışları üzerinde etkili olabilmektedir. Aktif ve pasif kalemlerin hem faiz oranları hem de faiz şartları birbirinden farklıdır. Bu fark, bankaya faiz oranı riski yaratacaktır. Faiz oranlarındaki değişmelerin, aktif getirileri ve kaynak maliyetlerini değiştirmektedir.
Zaten finans yöneticileri de beklentileri doğrultusunda bu farkı kasıtlı olarak yaratmaya çalışırlar. Örneğin, yöneticiler faiz oranlarında bir artış bekliyorlarsa, aktişerinin faize duyarlılığını artırmaya yani aktişerinin vadesini kısaltmaya çalışırlar. Aynı anda da pasişerinin faize duyarlılığı- nı azaltmaya yani pasişerinin vadesini uzatmaya çalışırlar. Kısacası, uzun vadeli borçlanıp kısa vadeli yatırım yaparlar. Bu tür bilançolarda pozitif boşluk olduğu kabul edilir. Sahip olunan bir kıymetin, istenildiğinde paraya (nakde) çevrilememesini veya bu işlem gerçekleştirilirken bazı zorluklarla karşılaşılması sonucu kıymetin cari piyasa değerinin altında elden çıkarılması bir başka riskdir. Buna likidite riski denilmektedir. Gerek ortaklık sağlayan, gerekse borçluluk veya alacaklılık ifade eden yatırım araçlarında var olabilen likidite riski, sahip olunan kıymet ve bunun işlem gördüğü ikinci el piyasa ile
yakından ilişkidir. Benzer veya standart özelliklere sahip kıymetlerin işlem gördüğü, hem alıcı, hem de satıcı sayısının fazla olduğu sürekli ve aktif piyasalarda likidite riskinin üzerinde genellikle pek durulmaz. Likidite riski, yatırımcının elindeki kıymet sayısı, bunların toplam piyasa değeri ve mülkiyet hakkı devir işlemlerinin masraşı veya zahmetli olması ile de yakından ilgilidir. Kısa vadeli kıymetlerde likidite riski uzun vadelilere göre genellikle daha azdır. Bankaların yeterli likit varlıklara sahip olmamaları ya da aktif kalemlerindeki artışı karşılayacak ölçüde yeterli özkaynak bulundurmamaları nedeniyle talep edilen yükümlülüklerini zamanında yerine getirememeleri riski likidite riskidir10.
Bankacılıkta Risk Yönetimi • Yrd. Doç. Dr. Güran Yahyaoğlu 87
___________________________________________________
(9) Uğur İ. agm s. 67
(10) Uğur İ., agm s.62
Likidite riski, “piyasa likiditesi riski” ve “fonlama likiditesi riski”11, şeklinde ikiye ayrılabilir. Piyasa likiditesi riski, ürünün, varlığın veya menkul kıymetin ikincil piyasasının ne kadar derin olduğu ile ilgilidir. Piyasa likiditesi riski için işlem fiyatlarının alım-satım farkları iyi bir gösterge oluşturur. Fonlama likiditesi riski ise bankanın ödemelerini yapacak, taahhütlerini yerine getirecek likiditesini kaybetme riskidir. Piyasa likiditesi riski kurumun likidite yaratırken uğrayacağı kaybın boyutları ile ilgiliyken, fonlama likiditesi riski ise kurumun mevcudiyetini devam ettirip ettirememesiyle ilgilidir. Gerek vadesi dolan ve yenilenmeyen, gerekse başka bir nedenle oluşan fon çıkışlarını yenileme ihtiyacı; beklenen fon girişinin gerçekleşmemesi halinde ortaya çıkan finans ihtiyacı; bilanço dışı yükümlülüklerin
bankanın kendi yükümlülüğü haline gelmesi durumunda ihtiyaç duyaca- ğı yeni fonlar; istenildiğinde yeni kredi veya yatırımlara girebilme gücünü sağlama ihtiyaçlarının her biri banka için likidite riskidir.
Bankalar mevduat tabanını yaygınlaştırarak, yani çok müşteriden az mevduat toplayarak likidite riskini azaltırlar. Atıl rezerv tutmadan likidite riskini düşük tutmanın bir diğer yolu, diğer bankalarla ve merkez bankası ile olan işlem limitlerini (line’larını) yüksek ve açık tutmaktır. Aktif tarafında likiditesi yüksek, her an nakde tahvili mümkün değerler bulundurmak da likidite riskine yardımcı olur. Yatırımların farklı para birimleri üzerinden gerçekleştirilmesi halinde doğan risk ise, kur riskidir. Döviz kuru riski, milli para veya kaynaklarla, döviz alım veya satımı karşılığında zarar etme ihtimalidir12. Günümüzde, sermaye ve para piyasalarında artan globalleşme karşısında, ülkelerarası fon hareketlerinin hızlanması sonucu, kur riskinin önemi daha da belirginleşmiştir.13 Yukarda verilen örnekler, piyasa risklerinden bazılarıdır. Piyasa riskleri grubu dışında, örneğin operasyonel riskler grubu içinde, bilgi işlem hatası ve bilgisayar saldırısı risklerinden de söz edilebilir.
b) Risklerin Yeniden Düzenlenmesi
Son 20 yılda uluslararası bankacılık sistemi önemli yapısal değişiklikler göstermiştir. Büyük küçük pek çok banka devir, birleşme veya tasfiye sürecine girmiş14, birçok finansal kurum globalleşerek15 dünyaya ya- yılmiştir.
___________________________________________________
(11) Jorion P, age s.17
(12) Uğur İ., agm s.47
(13) Yabancı para birimlerini esas alan kıymetler için alım veya satım kararı/tavsiyesi verenlerin, kurlar arası
ndaki değişimleri veYabancı para birimlerini esas alan kıymetler için alım veya satım kararı/tavsiyesi
verenlerin, kurlar arasındaki değişimleri ve dalgalanmaları dikkate almaları gerekir.
(14) Örneğin 1993 yılında Chemical Bank ile Chase Manhattan Bank, Chase Manhattan Bank olarak birleştiler;
HongKong ve Shanghai Bank, Amerikan bankası Marine Midland Bank ve İngiliz bankası Midland
Bank’ı satın aldı ve ortaya dünya devi HongKong and Shanghai Bank Corporation (HSBC) çıkmiştir.
(15) Örnek olarak yine HSBC verilebilir.
Kurumlar hacim olarak büyümüş, fazla büyüyenler bölünmüş veya ortaklık yapılarında değişiklikler meydana gelmiştir. Bu durum, rekabeti artırmiştir. Deregülasyon (serbestlik), yeni enstrüman ve piyasa giriş çıkış sürecini hızlandırmiştir. 1999’da çıkarılan Finansal Servisler Yasası 16 Amerika’dan Başlayarak tutarlı makroekonomik politikalar izleyen diğer ülkelere yayılmiş ve dünya genelinde finansal sistemin yapısını de- ğiştirmiştir.17 Neticede, bankaların finansal hizmet üretim kapasiteleri ve
ürün gamları artarak, internet ortamında yayılmaya Başlamiştir. Artık aracı kurumlar ve sigorta şirketleri, bazı hizmetler açısından aynı mevzuata bağlanmiştir. Hemen her aktivitede rekabet dünya çapında izlenmeye Başlamiştir. Şirketler ise son yıllarda, finansman maliyetlerini düşürmek için kredi yerine finansman bonosu veya tahvil ihraç etmeyi tercih eder hale gelmişlerdir. Bankacılık risklerine ilişkin olarak, BIS’in 1988 ’de ihdas etmeye Başladığı düzenlemeler, halen, üstelik yoğun bir şekillde güncelleştirilip ticari hayatın gelişmesine ve ihtiyaçlara paralel olarak geliştirilmektedir. Temel argüman, bankanın taşıdığı risk ile sermayenin ilişkilendirilmesidir. Bu argümana göre, banka çok risk taşıyorsa sermayesinin yüksek olması gerekir. Çünkü sermaye, bu anlamda, taşınan riskler sonucu ortaya çı- kabilecek zararların yıkıcı etkisini emerek bankanın faaliyetlerini aksatmadan sürdürmesini sağlayacaktır. BIS, sermayenin üstlendiği bu göreve yönelik düzenlemelerinde, hep SYR tebliğini baz almaktadır. Getirilen her düzenlemede sonradan açık noktalar görülmüş ve eleştirilmiştir. Sermaye yeterlik rasyosuna göre bulundurulması gerekli sermayeye “yönetmelik sermayesi” denilmektedir. Bankanın taşıdığı pozisyonlar için banka yönetimince uygun görülen, yani bankanın sektördeki
mevcut konumunu sürdürebilmesi ve yatırımlarını gerçekleştirebilmesi için gerektiği düşünülen sermaye ise “ekonomik sermaye” dir. Mevzuat değişikliği, ne sistemi güvence altına almak için bankalara çok yüksek sermaye gereksinimleri yaratmak, ne de artık risk yönetim sistemlerinin
doyurucu düzeyde olduğunu düşünerek, sermaye yeterlik rasyosunu “düşük” tayin etmek amacındadır. Önemli olan, ekonomik sermayeyle, yönetmelik sermayesi birbirlerine yaklaştırmaktır. İki tutarın birbirine yakın olması, kanun koyucunun öngördüğü sermaye tutarı ile banka sahibinin kafasındaki yeterli sermaye tutarının birbirlerine yakın olması demektir ki, bu durum kamunun parasını yöneten bankalarla kamu çıkarı adına bu bankaları denetleyenler ve düzenleyenler arasındaki mutabakatı
___________________________________________________
(16) The Financial Services Act of 1999; bu yasa Büyük Durgunluk döneminin Glass-Steagall Yasası’nın
önemli kısıtlayıcı maddelerini (özellikle de ticari bankacılık ile yatırım bankacılığını birbirinden ayıran
maddelerini) yürürlükten kaldırmiştir. Daha da önemlisi 1956’da Banka Kurumları Yasası’nın (Bank
Holdings Act of 1956) yasakladığı, bankaların, aracı kurumların ve sigorta şirketlerinin birbirleriyle birleşmelerini
artık mümkün kılmiştir.
(17) Örneğin, Citicorp, 1999 kanununu doğru olarak algılamiş ve kanun öncesinde Travelers şirketi ile birleşerek
bir finansal hipermarket olan yani her türlü finansal ürün ve hizmetin sunulduğu Citigroup’u
oluşturmuştur.
göstermektedir. Eğer kanun koyucu, sermaye şartlarını çok ağırlaştırır ve yönetmelik sermayesiyle ekonomik sermaye arasındaki makas çok açı- lırsa sistem bir açık nokta bulmaya, kısıtlamaları muvazaalı yollarla aşmaya yönelebilecektir. BIS, yönetmelikleri hazırlarken yalnızca açık nokta bırakmamanın peşinde değildir; aynı zamanda tüm ülkelere yayılmasına da çalışmakta ve böylece uluslararası rekabette bazı bankaların daha az kısıtlama ve düzenlemeyle karşılaşması sonucunda haksız rekabete neden olunması- nı ve yüksek risk taşınmasını engellemeyi amaçlamaktadır.
Tüm bu gelişmeler, banka denetleyici ve düzenleyicilerine mevcut yapı nın yeterli olmadığını, yeni bir sermaye yeterliği yaklaşımına gereksinim duyulduğunu gösteriyordu. Sonuçta 1999’un Haziran ayında BIS, yeni bir sermaye yeterlik yapısı önerisi sundu. Dikkat edileceği üzere, bu mevcut yapıda değişiklik veya ekleme önerisi değildir; yepyeni bir sistem önerilmektedir. Bu nedenle de piyasada genellikle adına BIS II veya Basle II denmektedir.
B) Basel - II Standartları
Bankacılık mevzuat ve düzenlemeleri konusunda önemli bir kurum olan BIS’ın (Bank for International Settlements) yasal bir yaptırım gücü olmasa da, aldığı her tavsiye kararı ile tüm dünya bankacılığını çok etkilemekte olduğundan, detaylı ve özel biçimde incelenen ayrı bir konudur. BIS-II Düzenlemelerinin Amacı ve Yapısı sağlıklı ve sağlam bir finansal sistemin mevcudiyeti için verimli banka yönetiminin, piyasa disiplininin ve gözetim-denetim fonksiyonlarının üçünün birden aynı anda, entegre bir şekillde oluşturulması gerekir. 1988 tebliği, bankanın taşıdığı kredi riskinin zararla sonuçlanması sonucunda bankanın batmamasını teminen gereken sermaye miktarına odaklanmiş idi. Yeni önerilen yapı ise, bankanın iç kontrol ve yönetimine, denetleme fonksiyonlarına ve piyasa
disiplinine çok daha fazla önem vererek sistemin sağlamlığına ve sağlıklı olmasına odaklanmiştır. 1988 tebliğinin yayınlanmasından sonra bankacı lık, risk yönetimi uygulamaları, gözetim ve denetim fonksiyonları ve finansal piyasalar çok önemli gelişmeler kaydetmiştir. Sağlam ve güvenilir bir finansal sistem oluşturmak ve sürdürmek, yalnızca minimum sermaye yeterliği kuralları ile mümkün olmayıp, etkin bir denetim ve gözetim sistemi oluşturulup uygulanması ve piyasa disiplininin sağlanması da gerekmektedir. Bu nedenle BIS, riske daha sağlıklı bir şekillde duyarlı bir yapıyı içeren tebliğ taslağını Haziran 199918’da yayınlamiş ve Mart 2000’e kadar sektörden, denetim kurumlarından, merkez bankalarından ve akademisyenlerden yorumları, eleştirileri ve önerileri toplamiştır19. BIS, bu
___________________________________________________
(18) BIS; “1999 Proposed Reforms to the Basle Accord” Haziran 1999; [CD23]
(19) GARP; “Response to Basle’s Credit Risk Modelling” Eylül, 1999; [CD24]
dönem boyunca gelen 250’den fazla yorumu ve sektörle yaptığı görüşmeleri gözönüne alarak Ocak 2001’de ikinci taslağı çıkarmiş ve karşı görüşler için 31 Mayıs 2001’e kadar süre tanımiştir20. Sahibi tarafından gizli tutulması istenmeyen görüş, yorum, eleştiri ve önerilerin hepsi, BIS’ın web
sitesinde yayınlanmiştir. BIS, tebliği 2001 sonunda yayınlayıp 2004’ün başında uygulamaya geçilmesini hedeşemekteydi. Ancak piyasanın beklentisi, tebliğin 2003 sonlarında yayınlanması ve 2006 sonunda G-10 ülkelerinde 2007 sonrasında ise diğer ülkelerde uygulamaya geçilmesidir.
1988 tebliği bankalara, uygun sermaye düzeyini ölçmek için tek bir yöntem sunuyordu. Aslında riskleri aynı şekillde ölçmek ve yönetmek, her bankanın özgün yapısına uymayacaktır. 1996 değişikliği ile, yalnızca piyasa riski için olsa da, bankalara ilk kez kendi yöntemlerini geliştirip kullanma
esnekliği getirilmiştir. Yeni düzenleme ise bankalara, hem kredi riski hem de operasyonel risk için basit düzeyden çok daha kapsamlı düzeye kadar geniş bir risk ölçme ve yönetme esnekliği sunmaktadır. Böylece bankalar, kendi ülkelerindeki gözetim ve denetim kurumlarının onayını almak kaydıyla, risk profillerine ve kendi yapılarına uygun risk ölçme ve yönetme yöntemleri geliştirip uygulayabileceklerdir. Tebliğin amacı, sermaye yeterliğini ölçerken rakamsal oranı değiştirmemekle beraber 1988 tebliğine göre daha kapsamlı ve mevcut duruma daha duyarlı bir risk düzeyi ölçmektir. Taşınan risklere uygun bir sermaye düzeyi bulundurma zorunluluğ u bankaları daha verimli bir yönetime zorlayacaktır. BIS, sermayenin gerçek risklilik yapısıyla uyumlu hale getirilmesinin yararlarının, harcanan emek ve maliyetten daha fazla olacağına ve bankacılık sisteminin daha güvenilir, daha sağlam ve daha verimli olacağına inanmaktadır. Tebliğ, finansal sistemin güvenirliğini ve sağlamlığını daha da artırmak ve
bunu sağlarken de mevcut sermaye düzeyinin korunmasını sağlamak21; fırsat eşitliğini bozmadan rekabetçi ortamı geliştirmek22; yeni yapıyı, operasyonel risk ve bankacılık portföyünün faiz riski gibi diğer riskleri de tam olarak kapsayacak ve 1988 Yönetmeliğine getirilen eleştirileri yok edecek
şekillde oluşturmak ve nihayet, bu yapıyı, özellikle uluslararası piyasalarda yoğun aktif olan bankalara, iştirakleriyle birlikte ve de varsa ana şirketi bazında konsolide bir şekillde uygulamayı amaçlamaktadır.
a) Sermaye Yeterliği, Denetim ve Disiplin
Bis-II, minimum sermaye yeterliği; gözetim ve denetim süreci ile piyasa disiplini olmak üzere üç temel üzerine düzenlenmiştir23.
___________________________________________________
(21) Rasyonun 8%’in üzerine çıkarılması kastedilmemektedir. Kastedilen, gerçekten taşınan riskin gerektirdiğ
i sermayeyi güvenilir bir şekillde hesaplamak, yani yönetmelik sermayesi ile ekonomik sermayenin
birbirine yaklaştırılmasıdır.
(22) Yeni tebliğ, bazı ülkelerin düzenleyicilerinin bankacılık yatırımlarını kendi ülkesine çekmek amacıyla
düzenlemeleri ve kısıtlamaları daha esnek uygulamalarına engel olmalıdır. Yani, aynı portföye sahip
iki bankahangi ülkelerde olursa olsun aynı sermaye yeterliliğine sahip olmalıdırlar.
(23) BIS, “A New Capital Adequacy Framework: Consultative Paper issued by the Basel Committee on Banking
Minimum Sermaye Yeterliği, sermaye yeterlik rasyosunun minimum 8 %’de tutulması yeterli görülmektedir. Tutulan sermaye miktarını artırmak ya da azaltmak amaçlanmamaktadır. Amaç, tutulan sermaye düzeyinin riske daha duyarlı olmasını sağlamak için daha gelişmiş risk yönetimi
sistemlerinin kullanılmasını desteklemektir. Buna göre, sermaye tabanı nın hesaplanmasında bir değişiklik olmayıp, bankalar kredi riskini üç farklı yöntemden birini seçerek ölçeceklerdir. Operasyonel risk ve bankacı lık portföyündeki faiz oranı riski de ölçülecektir. Likidite riski, hukuksal risk ve itibar riski gibi diğer riskler için bir miktar karşılık ayrılacak ve kredi riskini devretme teknikleri, garantiler, sözleşmeler ve teminatlar daha kapsamlı kabul edilecektir. BIS, sermaye tutarının standart yöntemle ölçülmesini yeterli bulmakla birlikte, içsel yöntemlerin kullanılmasını da teşvik etmektedir. Bunun sebebi, yönetmelik sermayesi ile ekonomik sermayenin birbirine yakınlaşması yönündeki çabalarının ve isteğinin bir göstergesidir. Gözetim ve Denetim Süreciyle amaçlanan şey, bankanın sermaye yapı ve yatırımlarının, taşıdığı risk profiline uygunluğunun sağlandığı- nı gözetim ve denetim otoritelerinin değerlendirmesini sağlamaktır. Tebliğde, banka ile denetçileri arasında yakın bir ilişki olması da önerilmektedir. Bankalar tarafından geliştirilen, risklerini kontrol etmek ve yönetmek için kullanılan ve her geçen gün daha da karmaşık hal alan işlem yöntemleri hakkında denetçilerin bilgi sahibi olması gerekecektir. Hatta tebliğ, bu tür yöntemleri geliştirme aşamasında banka ile denetçilerin
ortak çalışmalarını da önermektedir. Basle Komitesi, sermaye yeterliğinin daha iyi yönetilebilmesi amacı yla piyasada şeffaşığı artırmaya niyetli görülmektedir. Denetleme ve Düzenleme Kurumu ne kadar kendisini ve yönetmeliklerini güncellerse güncellesin, yönetmelik çıkarma işi mutlaka piyasadaki gelişmelerin arkası ndan gelecektir. Öyleyse, yönetmeliklerin sürekli olarak geri kalması, noksan olması ve açık noktalar içeriyor olması mümkündür. Bu nedenle, yeni tebliğde BIS, piyasanın (kreditörler, mevduat sahipleri, yatı- rımcılar, müşteriler ve ortakların kendileri) bankaların risk yapıları ve sermaye yeterliği pozisyonları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını sağlayarak denetleme fonksiyonunu denetim ve gözetim otoritesinin yanı nda piyasanın kendisine de bırakmayı hedeflemektedir. Bankalar için kredibilite çok önemlidir. Kredibiliteleri sayesinde müşterilerinden
mevduat, yurtiçi ve yurtdışı bankalardan da limit alırlar. Bankanın sermayesi ile taşıdığı risk arasındaki ilişki kötüye giderse, bunu bilen müşterileri de diğer bankalar da bu bankaya kaynak bağlamayacaklardır. Bütün sistem şeffaşaşırsa yani bankalar birbirlerinin finansal durumlarını ve risklilik durumunu bilirse, karşılıklı işlemlerde limit ve risk primlerini sağlıklı şekillde belirleyebilirler. BIS, 1998 Eylül ayında Banka şeffaşığını Artırma24 adlı raporu yayınlamiş ve bu doğrultuda sağlıklı işleyen bir sistemin oturtulabilmesi için bankaların, sermaye yapısı, risk profili ve sermaye yeterliği olmak üzere, üç temel konuda kamuya periyodik olarak bilgi açıklaması gerektiğini belirtmiştir.
Tüm bu açıklamalara göre, bankaların yasal sermaye gereklikleri ile ekonomik sermaye gereksinimleri arasındaki ilişkinin daha rasyonel bazda kurulması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda, bankaların kredi portföylerinin gerçek riski ile sermayeleri arasında daha sağlıklı bir ilişkilendirme
yapılabilecektir. Böylelikle, daha doğru kredi fiyatlaması sağlanabilecektir. Bankaların risk profillerine göre farklı yöntemler uygulanması önerilerek, düzenlemenin yalnızca uluslararası faaliyet gösteren karmaşık yapılı bankalara değil, gelişmekte olan ülkelerdeki bankalara da hitap etmesi de sağlanmaktadır. Risk ölçüm ve yönetimi konularında içsel yöntemlerin kullanımına esneklik getirilmekle beraber, yöntemlerin güvenirliğinin ve sağlamlığının denetlenmesi ile şeffaşık zorunlu tutulmaktadır. Artı k her bir risk kategorisini ölçmek, yönetmek ve entegre etmek için teknik
bir altyapı kurulması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
b) BIS-II’ye Getirilen Eleştiriler
Sektörden çok farklı konularda tepkiler gelmiş olup, bunların tam olarak analizi henüz yapılmamiştir. Eleştirilen konuların başında, kredi riskinin tespitinde, portföy çeşitlendirmesinin dikkate alınmamış olması gelmektedir25. Risklerin borçlunun kredi derecesine ve kredibilitesine bağlı olmaksızın tespiti de yoğun eleştirilen konulardan birisidir. Finansal yapısı güçlü bir şirkete verilen kredi ile zayıf bir şirkete verilen kredinin gerektireceği sermaye yükünün aynı olmaması gerekir. Eleştiriler neticesi, herhangi bir şirkete verilen kredinin, bir OECD ülkesinin bankasına verilen kredinin 5 katı sermaye yükü doğurması
na neden olan26 ayrım terk edilmiştir. Artık, kredi hesaplamalarında üyelerin OECD üyesi olup olmadığına bakılmayacaktır. BIS yetkilileri eleştirileri anket çalışmaları da düzenleyerek karşılamaya çalışırken, halen pek çok sorunun aydınlanmadığı anlaşılmaktadır27. Bunlar, yasal sermaye gereksinimi ile ekonomik sermayenin sonuç aşamasında birbirinden çok farklılaşabilmesi; operasyonel riskin ölçülmesine yönelik
___________________________________________________
[CD34]
(25) $100 milyon luk kurumsal kredisi bulunan bankanın sermaye yükü, farklı endüstrilere, farklı sektörlere
ve farklı coğrafyalardaki şirketlere verilmiş 100 adet $1 milyonluk kurumsal kredisi bulunan bankanı
n sermaye yüküne eşit olmaktadır.
(26) Çünkü şirketlere verilen kredilerin risk ağırlığı (100%), OECD bankalarının risk ağırlığının (20%) 5 katı
dır.
(27) McNee, Alan; “Key Problems With The Basle Proposals” ERisk.com, Nisan 2001, ss.1-4
http://www.erisk.com/news/features/devils.pdf [CD39]
yöntemlerde standartların ve katsayıların henüz tam belirgin olmaması; bireysel kredilerin değerlemeye alınma şeklinin sağlıklı olmadığı düşünülmesi; Kredi türevlerinin risk hesaplamasında sağlıklı biçimde kullanılmaması; Kredi portföyleri için önerilen vade katsayıları ile temel ve basit yöntemlerden daha kapsamlı yöntemlere geçişte isteksizlik duyulması dır. En çok sorduğu soru, daha fazla sermaye tutmak zorunda kalıp kalmayacaklarıdır. Bankalar, önerilen yöntemleri kendilerine uygulayarak mevcut durumdan ne kadar farklı düzeylerde sermaye gereksinimi ile karşılaşacaklarını analiz etmektedirler. Yeni önerilen yöntemler arası nda karşılaştırmalar yapılmadan önce mevcut sermaye yükümlüğünün taşınan riske göre fazla mı az mı olduğu tartışılmaktadır. BIS yetkilileri, mevcut sermaye yükümlüğünün doğru miktarda sermayeye karşılık geldiğini, yani bankaların mevcut durumda gereğinden fazla sermaye tutup tutmadıklarını ölçecek bilimsel bir yöntem olmadı-
ğını çok açık bir dille kabul etmektedirler. Ancak 1997 Asya krizinden Başlayarak bankaların karşılaştıkları durum göz önüne alındığında, BIS yetkilileri, bankaların ileri sürdükleri gibi gereğinden fazla sermaye tutmadıklarını düşünmektedir. Gerçekten bankacılık sektörü çökme sınırından kıl payı kurtulduğuna göre fazladan sermaye bulundurulduğunu söylemek de pek mümkün olmasa gerektir. Diğer taraftan sermayenin yeterli olup olmadığı konusundaki tartışmalar içinse BIS, yeni tebliğ ile sermaye yeterlik rasyosunu artırmaya niyetli olmadığını bir kaç kez dile getirmiş, yeni düzenlemelerle riskin daha sağlıklı ölçülebileceğini ve dolayısıyla da taşınan risk ile sermayeyi ilişkilendirmenin
daha sağlıklı bir yapıya kavuşacağını belirtmiştir. Kredi riskini transfer etme gibi çok teknik bir konu, yeni düzenlemeyle ihdas edilmiş olup, yoğun eleştiri almaktadır. Daha çok yeni ve halen gelişmekte olmasına karşın yakın gelecekte çok önem kazanacağı düşünülen kredi türevleri piyasasının yeni düzenlemedeki bazı konulardan dolayı olumsuz yönde etkileneceği söylenmektedir. Kredi riskini
yok etmek veya başka bir kuruma devretmek amacıyla alınan teminat ve garantiler, kredi türevlerine tercih edilecekse, bu türevlerin piyasa oyuncuları tarafından garanti ve teminatmiş gibi yeniden dizayn edilmesine ve asıl karakterlerinden uzaklaştırılmasına neden olabilecektir. Kredi riskini başka bir kuruma devretme hususuna, kobilerle ilgili olarak özellikle Almanya’nın itirazı vardır. İtirazının temelinde, riski devir tekniklerinin (teminatlandırma, garantiler, kredi sigortaları ve kredi riski üzerine türev enstrümanlar gibi) kredi riskini azaltıcı etkileri, yalnızca gelişmiş içsel derecelendirme tabanlı yöntemde tanımlanmiş olup, standart yöntem ve temel içsel derecelendirme tabanlı yöntemde etkin
bir şekillde kabul edilmeyişi vardır. Standart yöntemde kabul edilen teminatlar nakit, altın, belli bir kredi derecesinin üzerindeki bonolar ve belli hisse senetleridir. Gelişmiş yöntemde ise kabul edilen teminatlar çok daha kapsamlıdır. Almanya, KOBİ’lerin kobilerle ilgili bu durumdan olumsuz yönde etkilenecek olmaları nedeniyle, yeni düzenlemede yer alan kredi devretme tekniklerinin standart yöntemde de kapsamlı kabul edilmesine yönelik baskı yapmaktadır. Çünkü Almanya’da KOBİ’ler genellikle yerel ve ufak bankalarla kredi ilişkisi içersinde olup bu bankalar içsel derecelendirme tabanlı yöntemler uygulayabilecek bankalar değillerdir. Almanya bu bankaların rekabette zorlanmaları ve KOBİ’lere uygun maliyetlerle finansman sağlayamamaları endişesi taşımaktadır. Ayrıca, operasyonel riskin sayısallaştırılması için önerilen üç yöntemin de geleceğe dönük olmayıp, geçmişe bakmaları ve risk ağırlıklarının çok sağlıklı olmayışı yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Üç yöntemin ilk ikisinde operasyonel risk, bankanın veya birimlerin belli büyüklüklerine bir çarpan ile ilişkilendirilmektedir. Böyle bir ilişkinin doğrusal olması konusunda soru işaretleri vardır. Yine, içsel ölçümlere dayalı yöntem gereği, beher işlem için beklenen kayıpların ölçülüp, beklenmeyen kayıplar için standart bir karşılık
ayrılması gerektiğine dair düzenleme (beklenen ve beklenmeyen kayıplar arasında zorunlu olarak sabit bir ilişkinin kabul edilmesi) sektör tarafından Kuşkuyla karşılanmaktadır.
C) Türk Bankalarının Alabilecekleri Önlemler28
Gözetim ve Denetim otoritesinin, BIS kuralları çerçevesinde Türkiye’de uygulanabilir risk ağırlıklarına dayalı minimum sermaye yeterliğini belirleme çalışmalarına, Türk bankaların ciddi çalışmalarla katkıda
bulunması gerekmektedir. Zira, her ülkedeki bankacılık sisteminin gelişmesine mesnet teşkil eden tarihsel bir süreç vardır. Bu nedenle, genel kabul edilmiş prensiplerin ihdası aşamasında ülkemize has yapısal özelliklerin dikkate alınmaması, uygulama aşamasında sorunlara sebep olabilecektir. Bankaların risklerini, uluslararası kabul görmüş, mukayeseli hukuka dayanarak ölçüp ölçmedikleri, önümüzdeki dönemde bankaların derecelendirilmelerinde daha büyük önem taşıyacaktır. Bu
nedenle Türk bankalarının kendi iç risk değerleme modellerini geliştirip uygulayarak, uluslararası standartlara yaklaşma yönünde çaba göstermesi gerekmektedir. Bankaların, risk ölçümü için gerekli veri tabanını doğru tanımlayarak oluşturmaları gerekmektedir. Bu bağlamda, BDDK’nın böyle bir veri tabanının sağlaması gereken en az kobulları belirlemesi yararlı olacaktır. Her bankanın risk değerleme modelini seçme özgürlüğü olmalıdır. Ancak, kullanılan modelin BIS çerçevesi içinde sağlaması gereken kobulların da BDDK tarafından belirlenmesi uygun olacaktır. Ayrıca BDDK’nın, banka modellerini bu amaçla sınama yet-
Bankacılıkta Risk Yönetimi • Yrd. Doç. Dr. Güran Yahyaoğlu 95
___________________________________________________
(28) Bu öneriler T. Bankalar Birliği bünyesinde oluşturulan Çalışma Grubu ile IIF (International Institute of
kisini etkin bir şekillde kullanması gerekir. Gerek risk değerleme modelinin geliştirilmesi, gerek veri tabanının oluşturulması, gerekse uygulamanı n başarılı olabilmesi yönündeki çalışmalar, bankalar için önemli bir maliyet oluşturacaktır. Bu konuda bankaların kendi aralarında yapabilecekleri işbirliğinin yanında, ortak bir eğitim programı ile bu alanda çalışacak nitelikli eleman yetiştirilmesi yararlı olacaktır.
3) SONUÇ
Bankacılık sektörü gelişen teknoloji, deregülasyon ve uluslararası rekabet ile çok çeşitli ürün ve hizmet sunan bir sektör haline gelmiştir. Dolayısıyla sektördeki riskler çok çeşitlenmiş ve karmaşık bir hale gelmiştir. Bu risklerin yönetiminin ve sektörün gözetim ve denetiminin verimli ve etkin bir şekillde yapılması gerekmektedir. Bu nedenle BIS ve uluslararası etkin finansal kurumların önderliğinde risk yönetim sistemleri, metodolojileri ve teknolojileri geliştirilmeye Başlanmiştır. Bir ülkede iktisadi
kalkınmayı gerçekleştirmek ve sürekli kılmak için sağlıklı işleyen mali bir sistemin varlığı zorunludur. Böyle bir sistemin en önemli faktörü olan bankacılık sektörüne çok önemli işler düşmektedir. Bankacılık, en genel anlamıyla, tasarruf fazlasının kaynak gereksinimi olan kesime aktarılması
na aracılık eden bir sektördür. Bu konuda banka ortak, yönetici ve denetim otoritelerinin önemli sorumlulukları vardır. Artık, şirket yönetimlerinde de hedefi kâr maksimizasyonuna odaklamak yanlış sonuçlara ulaşılmasına neden olmaktadır. Mevzuat içinde beklenen kâr ve taşınan riski aynı anda değerlendirip kâr-risk optimizasyonunu gözetmek gerekir. Eğer söz konusu olan, halkın tasarruşarı
nı toplayarak, büyük bir ekonomik kaldıraç işlevi gören bir banka ise, kâr-risk bunun önemi daha da artmaktadır. Bu nedenle banka sahipleri yatırımlarından yüksek kâr elde etmeyi hedeşerken taşınan riskler neticesinde bankalarını kaybetme olasılığını, banka yöneticileri bankaları nı kâr ettirip istihdamlarının kalıcı olmasını, terfilerini ve jestiyonları nı düşünürken taşınan riskler neticesinde kariyerlerinin sona erme olasılığını, denetim otoriteleri ise, mevzuat ve düzenlemelerle bankaları
n risklerini artırmalarını kısıtlamaya ve sistemin güvencesini sağlamaya çalışırken eli kolu bağlı, verimsiz çalışan, yeniliklere ve gelişmelere ayak uyduramayan bir sektör oluşmasına neden olabileceklerini unutmamalıdır. BIS’ın 1988 yılında yayınladığı sermaye yeterliğinin ölçülmesi
hakkındaki tebliğ, bu konuda bir Başlangıç noktası oluşturmaktadır. Tebliğin revizyonu yine BIS tarafından ve sektördeki gelişmeler göz önüne alınarak gerçekleştirilmektedir. Böylece hem piyasa riskinin de ölçülerek sermaye yeterliğine katılmasına, hem de bankaların kendi risk ölçüm metodolojilerini geliştirip uygulayabilmelerine olanak sağlanmiştır. Ancak teknolojide ve finansal piyasalarda sürekli gelişmeler yaşanması neticesinde ilk tebliğ, yayınlanmasının üzerinden 10 yıl
geçtikten sonra çok yetersiz kalmaya Başlamiş, yeni bir yapıya ve yeni bir yaklaşıma gereksinim doğmuştur. Bu nedenle BIS, merkez bankaları, bankalar ve akademisyenler 1999 yılından itibaren yeni düzenlemeleri oluşturmak için sürekli çalışmakta ve birbirleriyle görüş alışverişinde
bulunmaktadırlar. Özellikle Avrupa ile, dolayısıyla da dünya ile entegre olmaya çalışan Türkiye’yi ve Türk Bankacılığını yakından ilgilendiren bu düzenlemelerin 2009 yılında uygulanmaya geçilmesi beklenmektedir. Türk bankacılığının maalesef bu süreç içerisinde ne yazık ki çok aktif bir rol aldığını söylemek mümkün değildir. Sektör daha ziyade kendi iç sorunlarıyla ilgilenmektedir.
Bankacılıkta Risk Yönetimi • Yrd. Doç. Dr. Güran Yahyaoğlu