YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E: 2008/21-140 K: 2008/205 T: 27.02.2008
SSK ALACAKLARI • CEBRİ İCRA • HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE • DAVADA GÖREV • HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN KORUNMASI*
(506 SY m. 80/7)
Özet: SSK’nın prim ve diğer alacakları-
nın cebri icra yoluyla tahsil edilebileceği, bu
konuda doğacak uyuşmazlığın çözümünde İş
Mahkemesi’nin görevli olduğu ve İş Mahkemesi’ne
7 günlük hak düşürücü süre içinde
başvurulabileceği yasada öngörülmüştür.
Buradaki 7 günlük süre mutlak bir hak
düşümü süresi olup, borçlunun bu konuda
ayrıca menfi tespit davası açabimesi yetkisi
yoktur. Zira bu konuda yasada özel bir düzenleme
bulunmamaktadır.
Hukuk mahkemesinde açılması gereken
davanın görevsiz idari yargıda açılması halinde;
davanın hukuk mahkemesindeki hak
düşürücü süre içinde açılmış olması, idari
yargının görevsizlik kararından sonra 10 gün
içinde görevli adli yargıda dava açılması gerçekleştirilmiş
ise, hak düşürücü süre korunmuş
olacaktır.
Taraflar arasındaki "MenFi Tespit- Ödeme Emrinin İptali" davasından
dolayı yapılan yargılama sonunda; Tokat 1. İş Mahkemesi’nce davanı
n kabulüne dair verilen 23.05.2006 gün ve 1180-428 sayılı kararın incelenmesi
davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.
Hukuk Dairesinin
24.05.2007 gün ve 10563-8581 sayılı ilamı ile,
(…Dava, davalı kurumca prim borcu nedeniyle yapılan takip sonucu davacı
ya çıkarılan 07.12.2004 tarihli 46950 sayılı 10991 takip nolu ödeme
emrinin iptali istemine ilişkindir,
Mahkemece istemin kabulüne karar verilmiştir.
Süresinde ödenmeyen prim ve diğer kurum alacaklarının bizzat Kurumca
cebren takip ve tahsil edilebileceği 506 Sayılı Yasa'nın açık hükmü
gereğidir. Cebren tahsil ve takip esasları 6183 Sayılı Yasa'da gösterilmiştir.
506 Sayılı Yasa'nın 80/7.maddesinde kurum alacaklarının tahsilinde
6183 Sayılı Yasa'nın uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözüm-
Yargıtay Kararları 2567
___________________________________________________
(*) Gönderen: Ali GÜNEREN, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi Başkanı
lenmesinde alacaklı sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesinin
yetkili olduğu, 6183 Sayılı Yasa'nın 58/1. maddesinde de kendisine
ödeme emri tebliğ olunan şahsın ödeme emrine karsı tebliğ tarihinden itibaren
7 gün içinde itiraz edebileceğ bildirilmiştir. Bu 7 günlük itiraz süresi
hak düşürücü süre olup süreyi geçiren borçlunun artık menfi tesbit, istirdat
gibi aynı konuda hiçbir mahkemede dava açması mümkün değildir. Çünkü
6183 Sayılı Yasa'da İİK'in 72. maddesine koşut bir hüküm yer almamaktadı
r. 6183 Sayılı Yasa İİK'e nazaran özel bir yasa olup uygulama önceli-
ğine sahiptir.
Diğer yandan hukuk mahkemeleri ile idari mahkemeler arasındaki ilişki
yargı yolu ilişkisi olup bir hukuk davası idare mahkemesinde açılırsa
idare mahkemesi kendisine açılmış olan davanın adli yargının görev alanı-
na girdiği gerekçesiyle dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine
karar vermekle yetinmek zorunda olup, kararda davanın belli bir hukuk
mahkemesine gönderilmesine karar veremez. Davacı, bundan sonra hukuk
mahkemesine yeni bir dava açabilir, ancak bu dava artık idare mahkemesine
açılmış olan davanın devamı niteliğinde değildir. Bu nedenle idari
mahkemesinde dava açılması ile meydana gelen hak düşürücü sürenin kesilmesi
idare mahkemesinde açılan davada veriler kararın kesinleşmesi ile
hükümsüz hale gelir. Daha açık bir anlatımla hukuk mahkemesinde açılması
gereken bir davanın yanlış yargı yoluna başvurularak idari yargıda
açılmış olması hak düşürücü süreyi kesmez.
Somut olayda ödeme emri davacıya 16.12.2004 tarihinde tebliğ edilmiş
davacı yanlış yargı yoluna başvurarak Sivas İdare Mahkemesinde dava
açarak ödeme emrinin iptalini istemişse de; idare mahkemesince yargı
yolu bakımından dava dilekçesinin reddine karar verilmiş ve bu karar kesinleşmiştir.
Bu durumda ödeme emrinin tebliğinden itibaren görevli ve yetkili
Tokat İş Mahkemesine 7 günlük hak düşürücü süre dolduktan sonra
18.8.2005 tarihinde bu davanın açıldığı görülmektedir.
Hal böyle olunca mahkemece davanın 7 günlük hak düşürücü sürenin
dolması nedeniyle süre aşımından reddine karar verilmesi gerekirken isin
esası incelenmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve
yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul
edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri
çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki
kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
2568 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 82 • Sayı: 5 • Yıl 2008
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde
temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereğ
i görüşüldü:
Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemece; davaya konu borcun dava dışı bir şirkete ait oldu-
ğu, davacının anılan şirketin hissedarı, üst düzey yöneticisi olmadığı, şirketi
temsil ve ilzam yetkisi bulunmadığı belirtilerek, davanın kabulü ile
ödeme emrinin iptaline karar verilmiştir.
Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçelerle karar bozulmuş, yerel mahkemece;
"menfi tespit davasının her zaman açılabileceği, 6183 Sayılı
Kanunda menfi tespit davasıyla ilgili bir düzenleme yapılmamış olması-
nın menfi tespit davası açma hakkı bulunmadığı şeklinde yorumlanamayacağı,
6183 Sayılı Kanunda idareye itiraz için öngörülen 7 günlük sürenin
menfi tespit davası açma süresi olarak kabul edilemeyeceği" gerekçeleriyle
önceki kararda direnilmiştir.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ödeme emrinin iptaline
ilişkin davanın içeriğinin belirlenmesi; adli yargıda açılması gereken
bir davanın (yanlış yargı yoluna başvurularak) idari yargıda açılmış olması
nın hak düşürücü süreye etkisi noktalarında toplanmaktadır.
1- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 80. maddesi; prim borçları
ndan dolayı tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkililerinin Kuruma
karşı işverenleriyle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluklarını
düzenlemiş, 3917 Sayılı Kanunun 1. maddesi ile yapılan düzenleme sonrası
nda ise, Kurum alacaklarının takibinde 6183 Sayılı
Kanun hükümlerinin
uygulanacağı belirtilmiştir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 Sayılı Kanunun 58. maddesi,
Kurum alacakları yönünden tebliğ edilen ödeme emrine karşı dava
açma hakkını 7 gün ile sınırlandırmıştır. İtiraz davası için öngörülen 7
günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadı
r (Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 10.4.2001 gün ve 2002/21-201-297;
24.3.2004 gün ve 2004/10164-170 sayılı Kararları).
Ödeme emrinin iptaline yönelik dava "menfi tespit" niteliğinde olup,
maddede belirtilen; "böyle bir borcu olmadığı", "kısmen ödendiği" veya
"zamanaşımına uğradığı" yönündeki iddialar dışında yeni ve ayrı bir itiraz
nedeni ileri sürülemeyecektir. İcra ve İşas Kanunu’nun 72. maddesine
koşut bir düzenlemeye 6183 Sayılı Kanunda yer verilmemiş olması
karşısında, 7 günlük hak düşürücü süreyi geçiren borçlunun, aynı konuda
yeni bir menfi tespit davası açma olanağı bulunmamaktadır (Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu’nun 03.10.2007 gün ve 2007/21-623- 717; 26.04.2006 gün ve
2006/21-198-249 sayılı Kararları).
Yargıtay Kararları 2569
"Üçüncü Şahıslardaki Menkul Malların, Alacak ve Hakların Haczi"ni
düzenleyen 6183 Sayılı Kanunun 5479 Sayılı
Kanun ile değişik 79. maddesi
sadece üçüncü şahıslar yönünden menfi tesbit davasına yer vermiş,
bu olanak Kamu alacağı borçluları yönünden tanınmamıştır.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular dikkate alındığında; ödeme
emrinin iptaline yönelik eldeki davanın hak düşürücü sürede olup olmadığı
nın öncelikle belirlenmesi, süre aşımının saptanması halinde davanı
n anılan nedenle reddine karar verilmesi, aksi durumda ise; 6183
Sayılı Kanunun 58. maddesinde belirtilen sınırlı itiraz nedenleri dikkate
alınarak yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucunda karar verilmesi
gerekir.
2- Yargı yolu yanlışlığının hak düşürücü süreye etkisi konusunda yapı
lan değerlendirmede ise aşağıdaki sonuca ulaşılmıştır:
Dava hakkı, bir çok uyuşmazlıkta belirli bir süreyle sınırlandırılmıştı
r.
Zamanın haklar üzerinde iki tür etkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki
hakkı düşüren, diğeri ise hakkı engelleyen etkilerdir. İlkinde, belli bir
zamanın geçmesiyle hak ortadan kalkar. Diğerinde ise, hak düşmez; ancak
hak sahibinin bunu ileri sürmesi halinde, hak engellenebilir.
Dava açılmasının maddi ve usul hukuku bakımından bir takım sonuçları
bulunmaktadır. Davanın açılması ile dava konusu alacak veya
hak için söz konusu olan zamanaşımı kesilirken, hak düşürücü süreler
de korunmuş olacaktır.
Davacı vekilince, idare mahkemesinde açılan davanın yapılan yargı-
laması sonucunda; "davanın, prim borcundan kaynaklanan kurum alacağı
nın 6183 Sayılı Yasa uyarınca ödeme emri gönderilmek suretiyle tahsili
yoluna gidilmesi üzerine açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, ödeme
emrine karşı açılan davanın, yürürlükteki mevzuata göre adli yargı yerinde
görülmesi gerektiği; bu itibarla, iş mahkemelerinin görevine giren
uyuşmazlığın idare mahkemesince esastan incelenerek sonuçlandırılması
na hukuken olanak bulunmadığı" gerekçesiyle; "2577 Sayılı
Kanun'un
15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine, kararın tebliğ
ini izleyen 30 gün içinde Danıştay'a temyiz yolu açık olmak üzere..."
karar verilmesi üzerine, bu kez görevli iş mahkemesinde eldeki dava açılmı
ş, Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda esastan karara bağ-
lanmıştır.
Özel Dairece; hatalı (idari) yargı yoluna başvurulması halinde, hukuk
mahkemesinde dava için öngörülen hak düşürücü sürenin korunmayacağı
belirtilerek bozma kararı verilmiştir.
Bir uyuşmazlığın hangi yargı düzeni içerisindeki mahkemelerde çözümlenmesi
gerektiği hususi kimi kez yanılgılara yol açabilmektedir.
2570 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 82 • Sayı: 5 • Yıl 2008
Bu nedenle, diğer yargı yollarına ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenerek,
Hukuk Muhakemeleri Usul Kanunu’nda bir düzenleme boşluğu
olup olmadığının belirlenmesi sorunun çözümünde önem taşımaktadır.
a) İdari yargının görev alanına giren davalarda:
İdari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması halinde izlenecek
sürece ilişkin 1086 sayılı
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
(HUMK) ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu (İYUK)'nda birbirini
tamamlayan düzenlemeler bulunmaktadır.
Davalı idare, hatalı yargı yolu nedeniyle yargılamanın bitimine kadar
yargı yolu itirazında bulunabilir. HUMK m. 7, yargı yolu itirazı halinde verilecek
kararı "görevsizlik kararı" olarak nitelendirmi: olup, burada ifade
edilen görevsizlik kararı yargı yolunu değiştirici niteliktedir.
2577 sayılı İYUK 3 ve devamı maddeler dikkate alındığında;
Hukuk
mahkemesince ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli
olduğuna ve dava dosyasının o mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi
ise mümkün değildir. Anılan maddelerde bir idari davanın nasıl açı-
lacağı belirtilmiş olup, bu yönteme uyulması zorunludur. Bir davanın
idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine
gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmı
ş olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz.
İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye
bağlanmıştır. İYUK'daki düzenlemelere bakıldığında; davanın süresinde
açılmamasının yaptırımı, usul yönünden "reddine" karar verilmesidir
(2577 sayılı İYUK m. 14/3-e, 15/1-b).
Ne var ki, "Görevli Olmayan Yerlere Başvurma" başlıklı 9. madde
hükmü ile; "Çözümlenmesi Danıştay'ın, idare ve vergi mahkemelerinin
görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmı: bulunan davaları
n görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini
izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava
açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştay'a, idare ve
vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir."
Anılan düzenleme; Danıştay'ın, idare mahkemelerinin veya vergi
mahkemelerinin görevine giren bir davanın, genel idari yargı düzeni dı-
şındaki bir mahkemede açılması durumunda, mahkemece verilecek görevsizlik
kararı üzerine genel idari yargıda açılacak davada, davanın süre
aşımı nedeniyle reddinin önlenebilmesi için 30 günlük ek süre tanınmı
ştır.
Hukuk mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler
İYUK m. 9'da düzenlendiğinden, HUMK m. 193 hükmü burada uygulanmayacaktı
r.
b) Askeri yargının (Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin) görev alanına
giren davalarda:
Yargıtay Kararları 2571
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde
yazılı bildirim tarihinden itibaren, kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen
hallerde altmış gün olarak belirtilmiştir.
İYUK'da olduğu gibi, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun
"Görevli Olmayan Yerlere Başvurma" başlıklı 41. maddesinde
de; "Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevine giren uyuşmazlıklarda,
askeri, idari ve adli yargı mercilerine açılan davaların görev noktasından
reddi halinde, bu husustaki kararların ve bunlara karşı kanun yolları
varsa süresi içinde olmak şartıyla bu yollara başvurulması üzerine, verilen
kararların tebliği tarihinden itibaren otuz gün içinde Askeri Yüksek
İdare Mahkemesine dava açılabilir. Bu mercilere başvurma tarihi, Askeri
Yüksek İdare Mahkemesine müracaat tarihi olarak kabul edilir." hükmü
yer almaktadır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Genel Kurulu’nun 02.06.2006 gün
ve 2006/1 Esas, 2006/1 Karar sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında;
41. maddede belirtilen sürenin AYİM’in görevine giren uyuşmazlıklarda
askeri, idari ve adli yargı mercilerine açılan davalarda verilen görevsizlik
kararlarının kesinleşmesinden itibaren başlayacağı karara bağlanmıştır.
c) Adli yargının görev alanına giren davalarda:
Bir hukuk davasının idari yargıda açılması halinde, resen ya da yargı
yolu itirazı üzerine, davanın her safhasında (görevsizlik nedeniyle) dava
dilekçesinin reddine karar verilebilir (İYUK m. 14/3-a, 15/l-a).
İdari yargıya mensup bir diğer mahkemenin görevli olması hali dışında,
dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi durumunda,
davanın belli bir hukuk mahkemesine gönderilmesine karar verilemeyeceğ
i maddede açıkça ifade edilmiştir (İYUK m. 15/1-a).
İdare mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılması gereken işlemler
önem taşımaktadır.
Hatalı yargı yolunda (idari yargıda) görevsizlik kararı ile sonuçlanan
davanın ne şekilde ve hangi sürede adli yargıda (hukuk mahkemesinde)
ikame edileceği konusunda HUMK'ta bir düzenleme bulunmamaktadır.
Ortada bir hukuki düzenleme eksikliğinin mi (kanun boşluğu), yoksa
yasa koyucunun bilinçli bir susmasının mı bulunduğunun belirlenmesi
önem taşımaktadır.
Kanun boşluğu; en yalın anlatımıyla, sorunun çözümüne katkı sağ-
layacak bir kuralın bulunmaması, yürürlükte olan hukuk düzeni dikkate
alındığında, pozitif hukukun sınırları içerisinde sorunu çözecek bir düzenleme
eksikliği şeklinde ifade edilebilir.
Düzenleme yapılmamış olması her zaman kanun boşluğu anlamına
gelmeyebilir. Bir sorun hukuk dışı alanda düzenlenmiş ya da bilerek, isteyerek
susma yoluyla yasa koyucu tarafından bilinçli olarak düzenlenmemiş
de olabilir. Ne var ki, hukuk düzeninin bir kuralın varlığını gerek-
2572 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 82 • Sayı: 5 • Yıl 2008
tirmesine karşın, kanun dışında örf-adet hukuku da bunu düzenlememiş
ise bir kanun boşluğundan söz edilmelidir.
Hukukun görevi toplumsal yaşamı düzenlemek ve ilişkilerden doğacak
sorunları gidermektir. Yasanın bir düzenleme öngörmediği davranış
biçiminin çözümsüz bırakılması düşünülemez.
İdari ve askeri yargıda özel kurallar çerçevesinde düzenlenen, hak
arama özgürlüğü kapsamında önemli bulunan bu yöne HUMK hükümleri
arasında yer verilmemiş olmasında, kanun koyucunun bilinçli susması,
olumsuz düzenleme yapmak istemesi şeklindeki düşünceyi haklı gösterecek
bir gerekçeye rastlanılmamıştır. Bu durumda, ortada bir kanun
boşluğu bulunduğunun kabulü ile sorunun çözümlenmesi yasanın amacı
na uygun düşecektir.
Hakimin, hukuk yaratma alanına girebilmesi için çözümü gereken
olaya uygulanabilir kanun hükmü veya örf ve adet kuralının bulunmaması
aranır. Hakim, kanun boşluğunu doldururken takip edeceği yol;
Medeni Kanunun 1. maddesinde açıklandığı üzere kanun koyucu gibi hareket
etmekten ibarettir. Bu aşamada hakim, kanun koyucunun yapaca-
ğı gibi, taraşarın karşılıklı menfaatlerini tespit ederek, bunları adalet süzgecinden
geçirip hayat ihtiyaçlarını karşılayan ve aynı zamanda mevcut
hukuk düzeni ve hukuki güvenlikle bağdaşan bir kural bulacaktır.
Bu yönde en önemli araç kıyastır. Boşlukların kıyas yoluyla doldurulması,
adaletin bir gereği olan eşitlik ilkesi, benzer olana benzer şekilde
davranma ilkesinin de bir gereğidir.
Adli yargı mahkemeleri arasındaki göreve ilişkin uyuşmazlıklarda
başvurulan; görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine, davacı-
nın, kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe
vermesinin gerektiği, aksi takdirde davanın açılmamış sayılmasına
karar verileceğine ilişkin HUMK m. 193 hükmünün, somut olaya kıyasen
uygulanması gerekir.
Bu durumda, sonradan görevli mahkemede açılan dava, görevsiz
mahkemede açılmış olan davanın devamı niteliğinde kabul edilerek, görevsiz
mahkemede dava açılması ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş
olacağından, hak düşürücü süre de, hatalı yargı düzenine bağlı mahkemede
davanın açıldığı tarihe göre belirlenecektir.
Sonuç olarak; idari yargı kararını takiben adli yargıda (hukuk mahkemesinde)
yeni bir dava açabilmenin koşulları şu şekilde belirlenmelidir:
Davanın görevsiz yargı yerinde açılmış olması;
Görevsiz yargı yerinde açılan davanın, adli yargı düzeni içinde öngörülen
hak düşürücü süre içerisinde açılmış olması;
İdari yargı yerince verilen görevsizlik kararının temyiz edilmeyerek ya
da temyiz edildiği takdirde onanmak suretiyle kesinleşmiş olması, kesin-
Yargıtay Kararları 2573
leşen kararı takiben 10 günlük süre içerisinde görevli adi yargı yerinde
yeni bir davanın açılmış olması;
İdari yargıda açılan dava ile adli yargıda açılan davanın aynı nitelikte
olması.
Belirtilen bu koşulların varlığı halinde, adli yargıda açılmış dava, hatalı
yargı yolunda açılmış davanın devamı niteliğinde bulunacak, hak düşürücü
süre de korunmuş olacaktır.
Böylece, görevsizliğe ilişkin bir kararın, iş bölümü esasına göre veya
yargı yolu bakımından verilmiş olmasının, yargı kollarına göre farklı sonuçlar
doğurmasının önüne geçilerek, anayasal nitelikteki hak arama özgürlüğ
ü zedelenmemiş olacaktır.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alındığında; belirtilen
koşulların varlığı halinde, açılan davanın süresinde olduğunun kabulü
ile yasal dayanağını oluşturan 6183 Sayılı Kanunun 58. maddesinde
belirtilen sınırlı sayılı haller doğrultusunda inceleme yapılarak sonucuna
göre karar verilmesi gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve
yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararı
nın yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. maddesi
gereğince BOZULMASINA, 27.02.2008 gününde yapılan ikinci görüşmede
oybirliğiyle karar verildi.