Hukuki Net Hukuki NET | Forum | Mevzuat Anasayfa | Kaynaklar | Yazarlar | Dizin | Arama | Uyarlama | Giriş | Üye Ol
İş Hukukunda İbra Sözleşmeleri
Ekleyen: Av.fırat Bayındır | Tarih: 19-09-2006 | Kategori: Makale | Okunma : 13211 | Not:
Av.fırat Bayındır




Profil >
İŞ HUKUKUNDA İBRA SÖZLEŞMESİ

Adalet Bakanlığınca yayınlanan "ADALET DERGİSİ"nin 18. sayısından alıntıdır.

















Şahin ÇİL
Yargıtay Tetkik Hâkimi


I. Genel olarak

İbra sözleşmesi İsviçre Borçlar Kanununun 115’inci maddesinde düzen­lendiği halde Türk Borçlar Kanununa bu madde alınmamıştır.[140] Bir kanunun ana kuralları ve kurumları oluşturulurken ibra gibi önemli kuruma yer verilme­yişi­nin ancak hata sonucu olabileceği ileri sürülmüştür.[141]

Cumhuriyetten önceki dönem kanunlarımızdan Mecelle’nin 1536 ile 1564’üncü maddeleri arasında ibra düzenlenmiştir. Mecelle, ibrayı, ibra-i iskat ile ibra-i istiyfa olmak üzere iki türe ayırarak incelemiştir. İbra-i iskat; bir kim­senin diğer kimsede olan hakkının tamamından veya bir kısmından vazgeçme­sidir. Yani borçluyu borcundan kurtarmasıdır, kısaca bunun düşmesidir. İbra-i istiyfa ise, alacaklının alacağından tek yanlı kayıtsız şartsız vazgeçmesidir.[142]

Borçlar Kanununa alınmamış olan ibra sözleşmesi, 3008, 931 ve 1475 sayılı iş kanunlarında da düzenlenmemiştir.

Türk Ticaret Kanununun bazı maddelerinin “ibra” kenar başlığını taşıdığı ve ibraya ilişkin bazı hükümlerin bulunduğu görülmekte ise de, anılan Kanunda da ibra sözleşmesi düzenlenmemiştir. Türk Ticaret Kanununun ibraya ilişkin hükümleri menfi borç ikrarı mahiyetindedir.[143]

İş hukuku açısından gerçek bir ihtiyaca cevap verdiği tartışmasız olan ibra sözleşmesinin kanunlarda düzenlenmeyişi önemli bir eksikliktir. Bu eksik­lik zorunlu olarak içtihatlarla doldurulmaya çalışılmıştır.[144] İş hukuku uygulama­sında ibranın yaygın olarak başvurulan bir yol olduğu söylenebilir. Daha çok ibraname olarak adlandırılmakta ve işçinin tek taraflı olarak imzalayıp işverene verdiği bir belge şeklinde düzenlenmektedir.

Öğretide, borçlar hukuku yönünden borçların sukutu sebeplerinden biri olarak ibra sözleşmesi ayrıntılı biçimde incelenmiş[145] ve iş hukuku bakımından ibraname üzerinde durulmuştur.[146] Ancak uygulamada çoğu kez bir başka hukuki işlem ibra olarak adlandırılmakta, zaman zaman ifanın kanıtı belge ile eşdeğer kabul edilmektedir.

Bu çalışma ile ibra sözleşmesinin tanımı, çeşitleri, şekli, unsurları, yapıl­ması ve sonuçları üzerinde durularak, ağırlıklı olarak iş hukuku uygulamala­rında geçen ibra belgeleri değerlendirilecektir. Amacım, ibra belgelerinin ge­çerliliği ve sonuçları ile ilgili bazı tereddütlerden yola çıkarak, bir sistem içinde Yargıtayın uygulamasını ortaya koymaktır.
II. İbranın tanımı

İbra, Arapça kökenli bir kelime olup “hastayı iyi etme”, “aklama, temize çıkarma” anlamına gelir.[147] Borçlar hukukunda değişik anlamı olduğunu bildiği­miz ibra, Borçlar Kanununda düzenlenmediği için yasal bir tanıma sahip değil­dir.

Öğretide en kapsamlı tanımı yapan Berki’ye göre ibra; alacaklının ivazlı veya ivazsız olarak alacağının tamamından veya bir kısmından borçlu lehine feragat etmesi, daha doğrusu itfa edilmiş gibi kabul eylemesidir.[148] Bu tanıma göre ibra sözleşmesini borcun ifa edildiğinin ispat vesikası olarak görmek doğru olmaz. İbra, ifanın dışında borcu kısmen veya tamamen sona erdiren nedenlerden biridir. Nitekim Berki ibrayı, alacaklıyı tatmin etmeyen sukut se­beplerinden biri olarak saymıştır.[149]

Yine Von Tuhr’a göre ibra, alacaklının alacağını elde etmeksizin borcun ortadan kaldırılmasıdır.[150]

Yargıtayca ibranın tam bir tanımı yapılmaksızın daha çok hakkı ortadan kaldıran bir belge olduğu üzerinde durulmuştur.[151] Uygulamada ibraname, ibra belgesi, ibra senedi, ibra sözleşmesi gibi çeşitli adlarla düzenlenmekte ancak içerik olarak bazen bir başka sözleşme, feragat, sulh sözleşmesi, menfi borç ikrarı veya bir ödeme makbuzu niteliğini taşımaktadır. Hâl böyle olunca, bütün bu farklı müesseseleri tek bir müessese (ibra senedi) içinde toplayan Yargıtay içtihatlarını isabetli saymak güç olur.[152]
III. İbranın çeşitleri

İbrayı türlerine göre, ivazlı ve ivazsız olarak ikiye ayırmak mümkündür.

İvazlı ibra, mukabil bir eda veya bedel karşılığında yapılan bir ibra söz­leşmesidir.[153] Burada dikkat edilmesi gereken husus, şayet borcun tamamının ödenmesi veya tamamına karşılık gelen edimde bulunulması halinde bunun ibra değil ifa sayılması gerektiğidir. Gerçekten borcun tamamına hatta fazlasına karşılık gelen bir edim karşılığı verilen ibra belgesi, ibra değil ifa yerine geç­mektedir.[154] Buna göre ivazlı ibraya örnek olarak, 1 milyar TL. borcun yarısının ödenmesi karşılığında kalanı için alacaklının alacağından vazgeçmesi olarak gösterilebilir.

İvazsız ibra, karşılık bir edim olmaksızın kayıtsız şartsız yapılan ibra sözleşmesidir.[155] Bu halde alacaklının hiçbir karşılık olmaksızın alacağından vazgeçmesi söz konusudur. İvazsız ibranın feragat ile karıştırılması mümkün­dür. Feragat borcu sona erdiren nedenlerden değildir. Sadece talep hakkını or­tadan kaldırır. Gerçekten feragat, borçlar hukukunda öngörülen bir müessese olmayıp, HUMK’da düzenlenen hakkın talep ve dava edilebilirliği ile ilgilidir.

Berki tarafından ivazsız ibraya şu örnek verilmiştir: A’nın B’de bir ala­cağı olsa ve B’nin C’ye evini daha az bedelle kiralaması için bu alacağından tamamen vazgeçse, bunun ivazsız ibra olduğu ileri sürülmüştür.[156] Ancak, ka­nımca bu örnekte A, C’ye temin edilen bir ivaz karşılığında ibra yoluna gitmiş­tir ki, alacaklının kendisi ya da üçüncü şahıs lehine bir edim için ibra etmesi de ivazlı ibra niteliğindedir.

Kapsamına göre ibra ise, kısmi ve tam ibra olarak iki şekilde değerlendi­rilebilir.

Kısmi ibra da alacağın bir kısmından ivazlı ya da ivazsız olarak vazgeçil­mesi ve bu miktar bakımından borçlunun borçtan kurtulması söz konusu iken, tam ibrada borcun tamamını ortadan kaldıran ibra yönünde tasarrufi bir işlem yapılmaktadır.
IV. İbranın hukuki niteliği

Türk borçlar hukuku alanında ibra kurumu, borcu sona erdiren bir hu­kuki işlem olarak gerek öğretide, gerek mahkeme kararlarında kabul edilmek­tedir. Bu kurumun hukuki mahiyetinin bir sözleşme niteliği taşıyıp taşımadığı İsviçre Borçlar Kanununun 115’inci maddesinin gerek Almanca, Fran­sızca ve İtal­yanca metinlerinin yorumundan, ibranın, bir sözleşme niteliği taşıdığı açıkça anlaşılmaktadır. Her üç dilde kullanılan ibareler “anlaşma yo­luyla kal­dırma” olarak Türkçe’ye çevrilebilir.[157]

İbranın iki taraflar bir akit olduğu öğretide de kabul görmektedir.[158] Yargı­tay da bir kararında; ibranın hakları düşürücü bir irade açıklaması ve bunu ka­bul şeklinde gerçekleşen sözleşme olduğunu kabul etmiştir. Diğer bir kararda ise; ibra, hukuki mahiyetçe varolan bir hakkı yitirme sonucunu doğuran tasarrufi işlemlerdendir, denilmektedir.[159]

İbra, alacaklıya ait malvarlığının aktifinde yer alan bir hakka doğrudan doğruya etki yaptığı ve bu hakkı sona erdirdiği için bir tasarruf işlemidir. Gerek Alman, gerekse İsviçre hukukunda baskın olan görüş, bu işlemin soyut (mücer­ret) mahiyette olduğunu, yani sebebe bağlı bulunmadığını kabul etmektedir. Bu görüş esas alınırsa, ibranın dayandığı sebebe ait işlem batıl olsa bile, ibra hü­küm ifade eder; fakat böyle hallerde alacaklı sebepsiz iktisap kurallarına göre, ortadan kalkan alacağının yeniden kurulmasını dava edebilir. İsviçre’de temsil edilen daha yeni bir fikre göre ise, ibra sebebe bağlı bir işlemdir. Bu son görüş esas alınırsa, sebebi geçersiz olan ibra sözleşmesi de geçersiz kalacaktır.





V. İbra sözleşmesinin benzer kurumlarla karşılaştırılması

A. Alacağı talep etmeme taahhüdü (Pactum de non petendo)

Alacağı talep etmeme taahhüdü, öğretide ileri sürülen bir görüşe göre “Pactum de non petendo in perpetuum” (davadan feragat) ve “Pactum de non petendo in tempus” (erteleme anlaşması, tecil) olmak üzere ikiye ayrılır.[160]

Davadan feragat tek taraflı bir irade beyanı açıklamasına dayanır. Erte­leme ise, sözleşmenin kurulmasından sonra yapılan bir anlaşma ile tarafların ifa tarihini daha ileri bir tarih olarak değiştirmeleridir.[161]

Alacağı talep etmeme taahhüdü borç ilişkisini sona erdirmez. Alacağın belli bir süre talep edilememesi ya da hiç dava edilememesi sonucunu doğurur. Alacağı talep etmeme taahhüdünde borç ilişkisi devam etmektedir. Öncelikle erteleme sözleşmesinde sadece geçici feragat söz konusu olabilir. İbrada ise münferit borç veya borç ilişkisi tamamen ortadan kalkmaktadır.[162]

Bazı yazarlar dava hakkından feragatin, edimin ifa edilebilirliğini tama­men ortadan kaldırdığını, buna göre sürekli talep etmeme taahhüdünün ibradan farklı bir şey olmadığını savunmuşlardır.[163] Von Tuhr ise, ibra ile alacağı talep etmeme taahhüdü ve feragatin farklı olduğunu şu örnekle açıklamaktadır. Ala­caklı üzerinde rehin kurulmuş alacağını talep ve dava etmeyeceğini taahhüt ederken, rehnini muhafaza etmek isteyebilir. Yine, talep ve dava hakkından vazgeçen alacaklı, borçluya karşı takas hakkını kaybetmek istemeyebilir. Ay­rıca alacağı talep etmeme taahhüdü faize ilişkin değilse, alacaklı ana parayı talep hakkından vazgeçmekle birlikte faizi isteyebilir.[164] Yargıtay, emre muhar­rer senedin geri verilmeksizin yapılan ibranın sadece buna muvafakat eden ala­caklıya karşı hüküm ifade ettiğini, sonraki hamiller yönünden bir defi hakkının bulunmadığını kabul etmiştir.[165]

Alacağı belli bir süre ya da sürekli talep etmeme taahhüdü borçluya def’i hakkı sağlar. İbra, borcu ortadan kaldırdığı için itiraz mahiyetindedir.[166]
B. Menfi borç ikrarı

Menfi borç ikrarı sözleşmesi ile taraflar bir alacak bulunmadığını tespit ederler. Şu halde, ibra sözleşmesinde tarafların varolduğundan şüphe etmedik­leri bir alacağı ortadan kaldırmaları söz konusu iken, menfi borç ikrarında, ta­raflar arasında çekişmeli veya kuşkulu bir ya da birden çok alacağın ortadan kaldırılması söz konusudur. Menfi borç ikrarında alacaklı (işçi) bir karşılık alırsa bu bir sulh sözleşmesi olur.[167]

Menfi borç ikrarı, bir borcun veya borç ilişkisinin mevcut olmadığına ait irade açıklamalarıyla meydana gelen bir sözleşme olup[168] bu yönüyle ibradan farklıdır.
C. Sulh sözleşmesi

Sulh sözleşmesi, tarafların birbirlerine karşılıklı ödünlerde bulunarak aralarındaki mevcut ilişki üzerindeki bir anlaşmazlığa veya tereddüde son ver­mek amacıyla yaptıkları bir sözleşmedir.[169]

Sulh sözleşmesi, şüpheli veya üzerinde uyuşmazlık (çekişme) olan bir hukuki ilişkinin tarafları arasında kurulur. Taraflar bu şüpheli veya çekişmeli konu üzerinde birlikte tasarruf ederler. Tarafların sulh sözleşmesini kurmakta iki önemli menfaati vardır. İlk olarak, taraflar aralarındaki hukuki ilişkide tar­tışmalı veya şüpheli bir durum görüyorlarsa, bunun giderilmesini usul hukuku­nun rizikolarına maruz bırakmak istemeyebilirler. Bunun yanında tereddütlü veya çekişmeli konu üzerinde sulh yaparak ileride kendileri için yeni bir güven ilişkisi yaratırlar.[170]

Sulh sözleşmesi, konu edildiği hukuki ilişkiye ait bir borcu sona erdir­mekte ise esasen ibrayı içerir.[171] Ancak, her mahkeme dışı sulh sözleşmesinin ibra işlemi olduğunu söylemek doğru değildir. Sulh sözleşmesi yerine getirdiği fonksiyona göre, borcun kabulü, yenileme, değiştirme, hatta erteleme niteliğini de taşıyabilir. Hatta sulh sözleşmesinin çizdiği çerçeve bunların hepsini ya da bir kısmını birlikte içerebilir.[172]

Türk öğretisinde de sulh sözleşmesinin kapsamı geniş tutulmuş ve ibra­nın tür olarak en çok sulh sözleşmesine benzediği ileri sürülmüştür.[173]

Sulh sözleşmesi ile ibra sözleşmesi arasındaki farkın, birinde mutlaka şüpheli ve çekişmeli bir alacağın olması, yine sulh sözleşmesinde karşılıklı tavizlerde bulunulması olarak belirtilmesi gerekir.
D. İkale sözleşmesi

İkale sözleşmesi (bozma sözleşmesi) tarafların mevcut borç ilişkisinin sona ermesinde anlaşarak bu yolda yeni bir sözleşme yapmış olmaları ile borç ilişkisini bütünüyle ortadan kaldırmasıdır.[174]

Görülüyor ki, ibra sözleşmesi sadece münferit borçları sona erdirirken, ikale sözleşmesi borç ilişkisini tamamen veya kısmen sona erdirmektedir.[175]
E. Konkordato

İcra ve İflas Kanununda düzenlenmiş olan konkordato, dürüst borçlunun ta­lebinin kanunda öngörülen nitelikli çoğunlukla kabul edilmesi ve yetkili ma­kamlarca tasdik edilmesi ile oluşan ve borçluya süre verilmesini ya da kararlaş­tırılan oranda bütün adi borçlarında indirim yapılmasını öngören bir hukuki kurumdur.[176]

Buna göre konkordatonun türleri itibarıyla bu kurumun sulh sözleşmesi, ibra sözleşmesi, bazen feragat, hatta bazen konkordatoyu kabul etmeyenler için cebri anlaşma biçimlerinde ortaya çıkması mümkündür.

VI. İbra sözleşmesinin yapılabilmesi için gerekli koşullar
A. Alacak/borç ilişkisinin varlığı

İbra sözleşmesi yapılabilmesi için öncelikle bir alacak/borç ilişkisi olma­lıdır. Varlığı şüpheli bir alacakta tarafların karşılıklı anlaşma ile borcu sona erdirmeleri sulh sözleşmesi olarak adlandırılmalıdır.

Alacağı talep etmeme taahhüdü (davadan feragat ve erteleme anlaşması) bulunması halinde de tarafların bu alacakla ilgili ibra sözleşmesi yapmaları mümkündür. Gerçekten alacağı talep etmeme taahhüdü, borcu ortadan kaldır­maz, sadece geçici ya da kesin olarak talep edilememe sonucunu doğurur.

Menfi borç ikrarından sonra tarafların ibra sözleşmesi yapmaları da mümkün değildir. Menfi borç ikrarında taraflar, borcun mevcut olmadığı şek­linde irade açıklamasında bulunduklarından, daha sonra, olmayan bir borcun ortadan kaldırılması düşünülemez.

Son olarak, taraflar arasında borcun tamamen ifasından sonra ibra söz­leşmesinin yapılamayacağını belirtmek gerekir. İfa ile borç ilişkisi sona erer. O halde özellikle iş hukuku uygulamasında sıkça ortaya çıkan işverence tüm taz­minat ve işçilik haklarının ödenmesinden sonra bu ifayı açıklayan ve baş­kaca alacağının kalmadığını gösteren belge makbuz hükmünde olup, ibraname de­ğildir. Ancak varlığı kesin olan alacağın bir kısmının ödenmesi karşılığında kalan kısım için tarafların anlaşarak borcu sona erdirmeleri ivazlı ibra olarak değerlendirilmelidir.
B. Tarafları

İbra sözleşmesinin tarafları alacaklı ve borçlu, iş hukukunda ise işçi ve işveren olmalıdır.

İbra sözleşmesi yapma yetkisi, önce bizzat alacaklınındır (işçinindir). Sonra alacaklı (işçi) adına ve onun yetki verdiği kimseler de (BK md. 388/III) ibra sözleşmesi yapabilirler. Böyle bir yetki bulunmadan yapılmış ibra, alacak sahi­binin (işçinin) sonradan icazet vermesiyle geçerlilik kazanabilir.[177]

Taraflardan birinin hükmi şahıs olması halinde ibra sözleşmesi, tüzel ki­şiliği temsile yetkili gerçek kişiler tarafından yapılır.
C. Yetki

İbra sözleşmesi taraflarının tam ehliyetli olması şarttır. Aksi halde ibra sözleşmesi hüküm ifade etmez. Yargıtayın bir kararında 17 yaşında bir işçinin vermiş olduğu ibranamenin geçerli olmadığını kabul etmiştir.[178] Tunçomağ bu kararı isabetli bulmadığını belirtmiştir. Zira velisinin izni ya da icazeti ile hiz­met sözleşmesi yapan küçüğün, ibra sözleşmesi de yapabileceği görüşündedir.[179] Doğan ise, çalışmak için verilmiş olan iznin, ibra sözleşmesi yapmayı kapsa­madığı görüşündedir.[180] Kanımca bu son görüş daha isabetlidir. Gerçekten sözleş­menin tarafı olan küçük, bu ibra sözleşmesiyle alacağından kısmen ya da tamamen vazgeçmektedir ki bunun için velisinin izin ya da icazeti gerekir.[181]

Mümeyyiz kısıtlı yönünden de durum aynıdır. Vasinin izin ya da icazeti ile ibra sözleşmesi yapabilir.

İbra sözleşmesine konu olacak alacak üzerinde birden fazla kişinin müş­terek hakkı mevcutsa her ikisinin de birlikte ibrası gerekir. Örneğin, ailenin mal birliğine girecek olan bir alacağı eşlerden yalnız biri ibra edemez.[182]

Yine alacak üzerinde üçüncü bir şahıs yararına fer’i bir hak varsa (rehin, intifa gibi), alacaklının iradesi ibra sözleşmesi için yeterli olmaz. Üçüncü şah­sın da rızası ya da icazeti lazımdır. Bu, ibranın borcun sukutu sebeplerinden oluşu ve sukutun fer’i hakları da ortadan kaldırması kuralının bir sonucudur.[183]

Vekaletnamenin ibra konusunda özel yetkiyi içermesi halinde vekil de müvekkili adına ibra sözleşmesi yapabilir.[184]
D. İbra sözleşmesinin düzenlenme zamanı

İbra sözleşmesinin etki alanı geçmişteki bir döneme aittir. Diğer bir de­yişle bu belgeler hukuki nitelikleri yönünden geçmişe yönelmişlerdir. Gele­cekteki bir hak ibra sözleşmesinin konusuna girmemektedir.[185] Buna göre ilerde ortaya çıkacak olan bir alacakla ilgili olarak şimdiden bir ibra sözleşmesi dü­zenlenmesi olanaksızdır.

İş hukukunda işçiyi koruma ilkesinin bir yansıması olarak, hizmet akdi­nin devamı sırasında alınan ibranamelerin geçersiz olduğu kabul edilmektedir.[186]

Yargıtayın yerleşmiş içtihadına göre, hizmetin devamı sırasında alınmış bulunan ibra belgesi sonradan doğmuş olan işçilik haklarını hükümden düşür­mez. Bu bakımdan tarafların bu yönle ilgili delilleri üzerinde durmak, delilleri karşılaştırmak ve değerlendirmekle varılacak sonuca göre karar vermek gere­kir.[187] Yine Yargıtay bir başka kararında, ibranamenin tarihinin 15.2.1980 olma­sına rağmen 28.2.1980 tarihine kadar tüm hakların ibra edildiğinden söz edil­miş olmasına göre, önceki hizmet dönemi için de geçersiz olduğu sonucuna varmıştır.[188]

İş hukuku uygulamasında ibranamenin en çok işe girerken alınan, açığa imzanın üst kısmının doldurulması şeklinde ortaya çıktığı söylenebilir. İşçi tarafından böyle bir iddianın ortaya atılması durumunda bunu ispat etmesi ge­rekir. İbranamenin işe girerken beyaza imza ya da matbu şekilde imzalanıp ve­rilmiş olduğu hususu ibranamenin geçerliliğini doğrudan etkileyeceğinden ta­nıkla ispatı mümkündür.

Saymen’e göre; işe girdiği zaman veya işin devamı sırasında beyaza imza attırılan ibranamenin hiçbir geçerliliği yoktur, çünkü ibranamenin konusunu teşkil eden alacaklar ya hiç veya tamamen doğmamıştır.[189]

İşçinin işveren karşısında güçsüz olması, her an iş aktinin feshi olgusuyla karşı karşıya olması sebebiyle hizmet akdinin devamı sırasında düzenlenmiş olan ibra sözleşmesinin geçersiz olduğundan söz edilmesi, kanımca ibraname­nin dar yorumlanması prensibinin çok aşırıya kaçmış halidir. Gerçekten iş ak­dinin devamı sırasında da feshe bağlı olan ihbar, kıdem tazminatları dışında kalan fazla mesai, hafta tatili gibi alacakların geçmiş dönem için bir kısmının ödenmesi ve bakiyesi için ibra sözleşmesi (ivazlı ibra) düzenlenmesi veya ta­mamını ortadan kaldıracak şekilde ivazsız ibra sözleşmesi düzenlenmesi müm­kündür. Tarafların iradesinin bu şekilde oluşması durumunda, salt hizmet akdi içinde düzenlendiği için geçersiz olduğundan söz edilemez. İşçinin bu konuda iradesinin fesada uğratıldığını (hizmet akdinin feshi, baskısı ve tehdidine maruz kaldığını) çok açık bir şekilde ileri sürmesi ve kanıtlaması gerekir. Nitekim Yargıtay son yıllarda vermiş olduğu bazı kararlarında hizmet akdinin devam ettiği bir dönemde alınan ibranameleri geçerli saymıştır.[190]
E. İbra sözleşmesinin şekli

İsviçre hukukunda ibra sözleşmesi herhangi bir şekle tabi değildir. İbra edilen alacağı doğuran temel borç ilişkisi kanun veya taraf iradelerine göre bir şekle tabi olsa dahi durum aynıdır.[191]

Türk hukukunda durum tartışmalıdır. Bir görüşe göre, BK’nin 12’nci maddesi uyarınca şekle tabi bir sözleşmenin içeriğinin değiştirilmesinde aynı şekil şartına tabi olmasından hareket edilerek ibra sözleşmesinin de borç doğu­ran asıl ilişkide olduğu gibi şekle tabi olmalıdır.[192] Buna karşılık öğretide hakim görüşe göre ibra, akdin değiştirilmesi değil, borcun sona erdirilmesidir. Borç ister tamamen, ister kısmen ibra edilsin durum aynıdır.[193] Eren, bu görüşünü daha sonra değiştirmiş, her iki tarafı korumak için konulan bir şeklin, sözleş­mede değişiklik anlamına gelen ibrada da aranması gerektiğini belirtmiştir.[194]

İspat hukuku açısından HUMK’un 288-290’ncı maddeleri arasında yazılı olan kuralların geçerli olduğunu, buna göre geçerlilik koşulu olmasa da en azından ispat şartı olarak yazılı şeklin gerektiği belirtilmelidir.[195]

Yargıtay bir kararında, köy ihtiyar heyetince tasdik olunmuş belgede ibra edenlerin parmak izlerinin bulunmaması ve yine Cumhuriyet savcılığına hita­ben yazılan yazıda kimin hangi borçtan ibra edildiğinin belli olmaması sebe­biyle ibranın geçersiz olduğunu kabul etmiştir.[196] Yine Yargıtay imza ya da par­mak izi içermeyen ibra belgelerinin geçersiz olduğu ve usulen onanmış parmak izi taşımayan ibranamenin tanıkla ispat edilemeyeceğini kabul etmiştir.[197] Yargı­tayın yeni bir kararında ise, ibranamenin hakkı ortadan kaldıran bir belge nite­liğinde olduğu, buna göre iş hukuku uygulamasında yorum yapılırken özen gösterilmesi gerektiği, ibraya konu tazminat ya da alacağın kuşkuya yer verme­yecek şekilde metin içinde yazılmış olmasının gerektiği sonucuna varılmıştır.[198]

Yargıtayın en azından ispat yönünden yazılı şekil şartını aradığı söylene­bilir. Ancak ibra sözleşmesinin varlığı ve geçerliliğinin tartışmalı olduğu hal­lere söz konusu kararlar verilmiştir ki, kanımca içeriği tam olarak belirli olan sözlü ibranameye geçerlilik tanınmalıdır. Salt yazılı olarak yapılmamış olması sebebiyle geçersiz sayılması doğru olmaz.
VII. İbra sözleşmesinin kuruluşu

Her sözleşme gibi ibra sözleşmesi de tarafların birbirine uygun irade be­yanları ile oluşur. Buna göre alacaklının tek taraflı vazgeçme beyanı ibra söz­leşmesi olarak adlandırılamaz. Bu, olsa olsa alacağı talep etmeme taahhüdüdür.

Çenberci ise; iş hukuku uygulamasına göre ibra belgesinin mutlaka bir sözleşme şeklinde yapılmasının gerekmediği, işçinin tek yanlı işlemi ile ibranın söz konusu olabileceğini ileri sürmüştür.[199] Ancak ibranın geçerli olabilmesi için ibra belgesinin işçi tarafından düzenlenmesinin yetmeyeceğini, aynı zamanda işverene tesliminin gerekeceğini de kabul etmiştir.[200] Gerçekten Yargıtay da, ibra yazısının işverene verilmiş olmadıkça hukuki sonuç meydana getirmeye­ceği görüşündedir.[201]

İbra belgesinin işverene (borçluya) sunulması gerekliliği dahi bizi, ibra­nın bir sözleşme olduğuna yaklaştırmaktadır. İbra belgesinin işverene tesli­minde bunu kabul etmeyen işverene (borçluya) karşı hüküm ifade etmesi düşü­nülemez. Gerçekten Berki’ye göre ibra; (borçlunun) reddetmemesiyle tamam­lanmış olur.[202]
A. İcap

Sözleşmenin yapılması tebliğini kapsayan ve bu amaçla zaman itibarıyla daha önce yapılan, karşı tarafa (muhataba) vermesi gerekli, tek taraflı kesin ve bağlayıcı nitelik taşıyan, muhatabın kabulü ile sözleşmenin kurulması sonucunu doğuran irade açıklamasına icap adı verilir.[203]

İcabın sözleşmenin esaslı noktalarını ihtiva etmesi, kesin ve belirli olması gerekir. Ancak şarta ya da süreye bağlı olarak da yapılabilir.

Borçlar Kanununun 9’uncu maddesi uyarınca icapçı, geri alma beyanını icaptan önce ya da en geç icap ile birlikte ulaştırırsa veya icaptan daha sonra ulaşmasına rağmen muhatap önce geri alma beyanını öğrenmişse icaptan dön­mek mümkündür.

İcabın alacaklı (işçi) ya da borçlu (işveren) tarafından yapılabilmesi de mümkündür. Gerçekten borçlunun (işverenin) hazırlanıp alacaklıya (işçiye) sunduğu ibraname metni bir icap sayılmalıdır. Aynı şekilde, işçinin işverene yönelttiği alacağından vazgeçtiğine dair açık ve kesin irade beyanı icap olarak değerlendirilmelidir.

Öğretide ibra iradesinin örtülü olarak ortaya konulabileceği de belirtil­miştir[204] Eren’e göre; alacaklının bir edim olmadan makbuz vermesi ya da borç senedini iade etmesi niteliği itibarıyla ibradır.[205]

Turanboy ise; alacaklının ana parayı dava edip, gecikme faizlerini talep etmemesi halinde faize ilişkin alacağı üzerinde bir ibra sözleşmesi yapmak üzere zımni bir iradesinin varlığını belirtmiştir.[206] Kanımca bu örneklerde, örtülü bir ibradan söz edebilmek için alacaklı (özellikle iş hukukunun işçiyi koruyucu ilkesi uyarınca işçinin) iradesinin alacaktan vazgeçmek konusunda kesin oldu­ğunun ortaya çıkarılması gerekir. İspat hukuku kurallarına göre bunun kesin olarak belirlenememesi durumunda, ibra olarak değerlendirilmelerinin yerinde olmayacağı kanısındayım. İşçinin henüz alacağına kavuşmadığı bir anda ver­diği makbuz ya da iade ettiği senedin alacağı ortadan kaldırması, iş hukukunda geçerli olan “ibranamenin dar yorumu” ilkesine de aykırılık oluşturur. Öte yan­dan hukuk usulü yargılama kurallarına göre alacağın tahsili sırasında faiz is­tenmemişse sonradan açılabilecek ek dava ya da asıl davada ıslah suretiyle faiz talep edilebilmektedir.
B. Kabul

Muhatapça yapılan ve sözleşmenin icaba uygun olarak kurulmasına mu­vafakati kapsayan irade açıklamasına kabul denir.[207] Kabul beyanında açık ya da örtülü biçimde yapılması mümkündür.

Borçlar Kanununun 6’ncı maddesinde öngörülen “münasip bir müddet içinde ret beyanının açıklanması zorunluluğu” ilkesinin zımni kabule etkisi tartışılmalıdır. İsviçre öğretisinde susmanın kabul beyanı yerine geçtiğini ileri sürenler olduğu gibi,[208] aksini savunanlar bunun, borçluyu zorla borcundan kur­tarmak şeklinde değerlendirmişlerdir.[209]

Susmanın kabul beyanı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği bir yorum sorunudur. Taraflar arasındaki hukuki ilişki buna imkan veriyorsa ve ibraya ilişkin icap tamamen borçlu yararınaysa susma, kabul anlamına gelebi­lir.[210] Örneğin; bir işçinin masasına ibra belgesi bırakarak işyerinden ayrılması durumunda bunun, yırtılıp atılması veya işçiye iade edilmesi halinde icabın kabul edilmediği, ancak işyeri kayıtları arasında muhafaza edilmesi halinde örtülü olarak kabul edildiği şeklinde değerlendirilmesi mümkündür.
C. İrade fesadı halleri

İbra bir sözleşme olunca, sözleşme yapma iradesini sakatlayan sebepler ibrayı da geçersiz kılmaktadır. Bunlar, hata (BK md. 23-27), hile (BK md. 28), ikrah (BK md. 29-30) ve gabin (BK md. 21) olarak karşımıza çıkar.



1. Hata

Dar anlamda hata, bir durum veya olay, kısaca gerçek hakkında bilinçli olmayan yanlış veya eksik bilgidir. Hatada, tasavvur edilen şey, gerçeğe uy­mamaktadır. Geniş anlamda hata, bir olay veya durum hakkında bilgisizliği de içerir.[211]

Bir başka anlatımla, kişinin iradesi ile beyanı arasındaki uygunsuzluk hatayı oluşturur. Şayet gerçek durum bilinseydi bu sözleşme yapma iradesinin ortaya çıkmayacağı söylenebiliyorsa bu, esaslı hata olup, sözleşme geçersizdir. Örneğin, izin alacağında beş yıllık zamanaşımı olduğunu bilen ancak hizmet akdinin devamı sırasında bunun işlemeyeceğinden habersiz olan bir işçi, son beş yıl için yapılan bazı ödemeler karşısında, bu alacakla ilgili başkaca hiçbir hakkının kalmadığına, işvereni tamamen ibra ettiğine dair bir irade açıklama­sında bulunmuşsa esaslı hatanın varlığı kabul edilmelidir. Gerçekten, işçinin çalıştığı tüm süreye ait izinlerini talep edebileceğini bilseydi bu ibra sözleşme­sinin yapmayacağı söylenebiliyorsa irade beyanı ile bağlı olmadığı kabul edil­melidir.

Yine, yazılı hizmet akdinde işçi aleyhine tek taraflı cezai şart öngörülmüş olması karşısında, bunun iş hukuku uygulamasında geçersiz olduğunu bilmeyen bir işçi, cezai şart yükümlülüğünden kurtulmak için bazı işçilik haklarından vazgeçtiğine dair ibraname verdiğinde yine esaslı hatadan söz edilebilir.

Yargıtay, bu konuda ispat yükünü hata sebebiyle ibra sözleşmesinin ge­çersizliğini ileri süren işçiye yüklemiştir.[212]

Hatanın belirlenebilmesi bakımından objektif ölçütlerin yanında subjektif değerlendirmeler de yapılmalıdır. Muhasebe müdürü olarak çalışmış olan bir işçi tarafından tazminat ve diğer işçilik haklarının açıkça belirtilerek ibraname verilmesi durumunda, sadece kıdem tazminatı bakımından ibra sözleşmesi ya­pılmak istendiği, diğer hususlar bakımından yapılmış olduğunu söylemek pek mümkün olmaz.

Yargıtay bir kararında, hesabın doğru olduğunu zannederek ibra belgesi imzalanmış olduğu şeklindeki beyanın hata iddiası anlamına geldiğini ve bunun yargılama sırasında çözümlenmesi gerektiğini kabul etmiştir.[213]



2. Hile

Bir kimseyi bir irade beyanında bulunmaya veya sözleşme yapmaya yö­neltmek için o kimsede yanlış bir düşünüş uyandırma ya da yanlış düşünüşü devam ettirmek amacıyla yapılan hareketler hile olarak adlandırılabilir.[214]

Borçlar Kanununun 28/1’inci maddesine göre, taraflardan biri diğer tara­fın kasıtlı aldatmasıyla bir sözleşme yapmaya sevk edilmişse, sözleşme, hata esaslı olmasa dahi aldatılan taraf için bağlayıcı değildir. İş hukuku uygulaması bakımından hileye şu örnek verilebilir. İşveren tüm tazminatların işçiye öden­mesi vaadiyle işçiden fazla mesai alacaklarından vazgeçmeye dair ibra belgesi almış olsun, ancak sonradan çok az bir tazminat ödemesi yaptığında işçinin, işverence hataya düşürüldüğü söylenebilir.

Yine, yeniden işe alınacağı söylenerek önceki hizmetleri yönünden işçi tarafından ibraname verilmesinin sağlanması ve bu taahhüdün yerine getiril­memiş olması durumunda işverenin hilesi söz konusudur.

İşe girerken alınan beyaza imza ya da Sosyal Sigortalar Kurumuna yapıla­cak bildirim için gerektiği söylenerek boş belge imzalatılması halinde ise, hile­den söz edilemez. Bu gibi hallerde işçinin, ibra sözleşmesi yapması konu­sunda iradesi hiç oluşmamıştır.

Yargıtay, hileyi bir kimsenin bir irade beyanında bulunmaya veya söz­leşme yapmaya sevk etmek için o kimsede yanlış bir düşünüş uyandırma amacı ile yapılmış hareketler olarak tanımlamış, ancak işçinin az bir çaba ile öğrene­bilmesi mümkün bir olayda hile olamayacağını belirtmiştir.[215]

3. İkrah

Bir kimsenin, diğer tarafı sözleşme yapmaya sevk etmek amacıyla bilerek onda korku yaratmasına veya mevcut bir korkudan yararlanmasına ikrah de­nir.[216] Gerçekte hiç ortaya çıkmayacak olan sözleşme iradesi korku sonucu belir­mektedir. Her korku, iradeyi sakatlayan hallerden sayılmaz. Bunun için kendi­sine ya da yakınlarına yönelen ağır ve derhal meydana gelebilecek bir nitelikte olmalıdır. Yine tehdit, hukuka aykırı olmalıdır. Kanuni bir hakkın ya da yetki­nin kullanılacağının belirtilmesi ikrah sayılmaz. Ancak yine de, Borçlar Kanu­nunun 30/II’nci maddesi hükmüne göre bu noktada fahiş menfaatler sağlan­mışsa, bu korku na­zara alınır. Örneğin; işyerinde hırsızlık suçunu işleyen bir işçi hakkında şika­yette bulunulacağı belirtilerek tüm işçilik haklarından vaz­geçtiğine dair ibra belgesi düzenletilmesi ikrah olarak değerlendirilmelidir.

Yine iş hukuku uygulaması bakımından ikraha bir başka örnek; iş akdi feshedilen işçiye ibraname vermemesi durumunda, bir yakınının da işine son verileceği şeklinde korkutulması halinde kanımca bu da ikrah sayılmalıdır. Zira işsizliğin çok yoğun olduğu ülkemizde bir yakınının işini kaybedeceği korkut­ması ciddi ve ağır bir tehlikedir.

4. Gabin (aşırı yararlanma)

Borçlar Kanununda gabin, sözleşmenin içeriğine ilişkin hükümler (md. 19-20) ile iradeyi sakatlayan sebepler (md. 23 vd.) arasında düzenlenmiştir.

Edimler arasında bir oransızlık bulunduğu, çok düşük olan karşı edim için çok yüksek bir edim veya bunun aksine, çok yüksek olan bir karşı edim için düşük bir edim taahhüt olunduğu taktirde gabinden (aşırı yararlanma) söz edilir.[217]

Gabin, iş hukuku uygulamasında ibra sözleşmesini geçersiz kılan en önemli nedenlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İbranamenin makbuz hükmünde olduğuna dair çok sayıda Yargıtay kararının[218] temel noktası budur.

Gabinden söz edebilmek için edimler arasında aşırı oransızlık (objektif unsur) yeterli sayılmaz. Karşı tarafın özel durumundan yararlanma (subjektif unsur) durumunun da varlığı aranır.[219]

Yargıtayın bir kararında, işçinin, müzayaka halinde bulunduğu sırada kendisine imzalatılan ibra belgesine itirazın, gabin iddiasını kapsadığını kabul etmiştir. İşçinin boşta kaldığı süre zarfında geçimini temin bakımından çok zor durumda kalacağı dikkate alınırsa, edimler arasında aşırı bir oransızlık bulun­ması halinde ibranamenin geçersiz olduğu sonucuna varılmıştır.[220]
VIII. İbra sözleşmesinin sonuçları
A. Borcun sona ermesi

İbra, alacak ve borcu doğrudan doğruya ve kesin olarak ortadan kaldırır. Tam ibrada borcun tamamı, kısmi ibrada ise borcun ibra edilen kısmı sona erer. Bunun sonunda borçlu da borcundan kısmen ya da tamamen kurtulur.[221]

Yargıtay, ibranamenin şartlı olarak yapılmış olması halinde bu şart ger­çekleşmeden ibra sözleşmesine dayanılamayacağını kabul etmiştir.[222] Yargı­tayın miktar yazılı olan ibranameyi makbuz sayan çok sayıda kararına göre ise borç ancak yazılı miktar kadarıyla sona erecektir.[223] Kanımca bu husus, ibra olduğu ileri sürülen belgenin geçerliliği ile ilgilidir. Yoksa miktar içerse dahi, kesin biçimde kalan alacaklardan vazgeçilmesi halinde de borcun tamamen sona er­diği kabul edilmelidir. Gerçekten Yargıtayın son yıllarda vermiş olduğu karar­larında, ibranamenin içerdiği miktar bakımından makbuz olduğunu kabul et­memiş, borcun tamamen sona erdiğini belirtmektedir.[224] Yargıtayın giderek ibra sözleşmelerinin geçerli olduğu yönünde kararlar verdiğini, ibranamenin dar yorumu ilkesinden bir miktar uzaklaşıldığını söylemek kanımca yanlış olmaz. Bu, ibra kurumunun niteliğine uygun bir çözüm tarzıdır. Miktar içeren ibra­name, ivazlı ibra olarak değerlendirilmeli ve kalan alacaktan açık ve kesin bi­çimde vazgeçme halinde borcun sona erdiği kabul edilmelidir. Böyle bir ibra belgesinin geçersizliği, ancak irade fesadı hallerinin kanıtlanması durumunda söz konusudur.
B. Fer’i borçlara etkisi

İbra sözleşmesinde aksine hüküm yoksa asıl alacaklarla birlikte faiz, re­hin, cezai şart gibi fer’i haklar da sona erer. Ancak, alacaklı, işlemiş faiz veya gerçekleşmiş cezai şart alacağını saklı tutmuşsa, ibraya rağmen bunlar varlıkla­rını sürdürür.[225]

Asıl alacak varlığını devam ettirirken, fer’i bir hakkın, örneğin, kefalette kefilin ibra edilmesi asıl borcun sona ermesini sağlamaz. Aynı şekilde tarafların faiz borcunu ibra etmeleri asıl borcun ibrası anlamına gelmez.[226]
C. Müteselsil borçlarda durum

Birden ziyade kimse, alacaklıya karşı aynı sebepten dolayı ve her biri borcun tamamı için asıl borçlu sıfatıyla borçlu olur, müteselsil borçtan bahsedi­lir.[227] Müteselsil borcun alacaklısı, borçluların tamamından ya da birinden alaca­ğın tamamını talep edebilmektedir.

Alacaklının borçlulardan birini ya da bir kısmını ibra etmesi halinde ibra­nın diğer borçlulara etkisi kanunumuzda düzenlenmediği gibi, öğretide bu hu­sus tartışmalıdır. Von Tuhr’a göre aksi açıklanmadıkça, borçlulardan birinin ibrası yalnız onun hakkında etkili olur ve diğer borçlular eskisi gibi borçlu ol­maya devam ederler.[228] Buna karşılık öğretide hakim görüş ibra sözleşmesinde açıkça yazılı olmasa dahi, sözleşmenin yorumundan ya da halin icabından diğer müteselsil borçluların da ibra edildiği ortaya çıkarılabiliyorsa, ibradan diğer borçluların da yararlanabilecekleri şeklindedir.[229] Alacaklının, borcu doğuran işlemle en fazla ilgili olan borçluyu ibra etmesi ya da borç senedinin iade edil­mesi gibi hallerin, diğer borçluların da ibra edilmiş olduğuna delalet edebile­ceği ileri sürülmüştür.[230]

Öğretide müteselsil borçlarda ibra konusunda bir başka yaklaşım da, ibra edilen borçlunun iç ilişkideki sorumluluğu kadar borcun diğer müşterek borç­lular yönünden de sona ereceği görüşüdür.[231] Kanımca, borcun, diğer müteselsil borçlular yönünden ibra edilen borçlunun iç ilişkideki sorumluluğu nispetinde sona ermesi görüşü daha isabetlidir. Aksine çözümde, ibra sözleşmesi ile borç, alacaklı tarafından müteselsil borçlulardan biri lehine ortadan kaldırıldığı halde diğer müteselsil borçluların rücu taleplerine maruz kalabilmesi söz konusu olur. Bir başka anlatımla, borçlulardan birisinin ibra edilmiş olmasına rağmen bor­cun tamamını ödemek zorunda kalan diğer müteselsil borçlunun, ibranın tarafı olan borçluya rücu etmesi sonucu ortaya çıkar ki, oysa ibranın etkisi borcun tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Borç ibra ile son bulduğundan rücu mümkün kabul edilmez ise de, bu defa ibranın tarafı olmayan müteselsil borçlular yö­nünden hisselerine düşenden daha çok, sorumlu oldukları şeklinde sonuca ula­şılmış olur.

Yargıtay bir kararında,[232] alacaklıyı tatmin etmeyen (kusursuz imkansız­lık, ibra, tecdit, sulh, zamanaşımı) hallerde de borçlulardan birinin borçtan kurtulması sonucunu doğuran sebebin diğer borçlulara kısmen sirayet edeceğini kabul etmiştir.

Yine Yargıtay bir başka kararında,[233] trafik kazası sonucu yaralanan bir şah­sın açmış olduğu manevi tazminat davasında, 5/8 ve 3/8 oranlarında kusurlu olan müteselsil borçlulardan birinin ibra edilmesi halinde diğer borçlunun so­rumluluğunun ibra edilenin kusuru nispetinde azaltılacağı sonucuna varmıştır.

İş hukuku uygulaması bakımından müteselsil borçluluk daha çok işyeri devri halinde ortaya çıkar, 1475 sayılı İş Kanununun 14’üncü maddesi uyarınca kıdem tazminatından devralanın devredenle birlikte sorumluluğu öngörülmüş­tür. Yine, Borçlar Kanununun 179’uncu maddesi uyarınca işyeri devri halinde devreden ile devralanın birlikte sorumluluğu söz konusu olabilir. Katıldığım görüşe göre, devreden işverenin alacaklı (işçi) tarafından ibra edilmesi halinde, devreden işverenin sorumluluğu kadar devralanın borcu da sona erer. Devralan işverenle alacaklı işçi arasında ibra sözleşmesi yapılması halinde ise, borcu doğuran işlemle en fazla ilgili olan borçlunun ibra edilmiş olması sebebiyle devralanın da ibra edilmiş olduğu sonucuna varılabilir. Ancak bu ikinci örnekte borcun daha çok kimin döneminde oluştuğu belirlenmelidir. Gerçekten, devre­den nezdinde uzun yıllar çalıştıktan sonra devralana bağlı olarak kısa bir süre çalışan işçinin devralana ibraname vermesi halinde, önceki işverenin borcunun da ibra edilmiş sayılabilmesi, ibra sözleşmesinde bu yönde açık düzenleme olmasına bağlıdır. Ayrıca ibra sözleşmesinde çalışılan tüm süre açıklanmış ve buna göre ivazlı veya ivazsız bir ibra söz konusuysa, önceki işveren dönemiyle de ilgili olarak son işverenin ibra edildiği, buna göre devreden işveren açısın­dan da borcun son bulduğu söylenebilir. Yine asıl işveren ile alt işverenin bir­likte sorumluluğu bulunan hallerde, işçinin doğrudan bağlı bulunduğu alt işve­rene verilen ibraname, aksi açıkça öngörülmedikçe ve halin icabından anlaşıl­madığı sürece asıl işveren bakımından da sonuç doğurur.
IX. İş hukukunda ibra sözleşmesinin dar yorumu ilkesi
A. Öğreti görüşü

Şekil adaleti gerçek adalete yaklaştığı ölçüde toplumda huzursuzluklar azalacaktır. Bir hukuk kuralı yorumlanırken bu esastan hareket edilmelidir. Tek yanlı yorumlar daima toplumda hoşnutsuzluk yaratır. Burada her şeyden önce milli çıkarlarımızın doğrultusunda bir yorum yapılmalıdır.[234]

İş hukukunda işçi lehine yorum geniş bir şekilde uygulama alanı bul­maktadır. İşveren karşısında işe ihtiyacı olan işçi korunmaya muhtaçtır. İşsizli­ğin yüksek oranda olduğu ülkemizde yeniden iş bulmanın güçlüğünü dikkate alan ve geçinmesi için çalışması gereken bir işçi, işe girerken imzalı boş kağıt verebilmekte ya da matbu bir ibra belgesi imzalamayı göze almaktadır. Yine hizmet akdinin devamı sırasında işverence bu tür belgelerin imzalatılması söz konusu olabilmektedir. Hatta, akdin feshinden sonra hak kazanabileceği mik­tarların çok altında ödemelere rağmen ihtiyacı olan paraya bir an önce kavuşa­bilmek için bakiye haklarından vazgeçtiğine dair belge düzenlemesi de uygu­lamada sıkça karşımıza çıkmaktadır.

İbranın hakkı ortadan kaldıran bir belge oluşu, geçerliliği konusunda dar bir yoruma tabi tutulması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Öğretide bu tür yorum tarzı benimsenmiş, ibranamenin genel bir anlatım içermesi halinde ibranın söz konusu olmayacağı, vazgeçilen alacakların açık ve kesin olarak belirlenmesi gerektiği kabul edilmektedir.[235] Bununla birlikte Türk iş hukuku bakımından kendine özgü kuralları olan bir ibra ya da ibra sözleşmesi ortaya konulmuş de­ğildir. Daha çok Yargıtayın iş davalarının temyiz incelemesi yapılan daireleri­nin kararları üzerinde durularak yorum yoluna gidildiği görülmektedir.
B. Yargıtay uygulaması

İbra sözleşmesinin genel hatlarıyla incelendiği bu çalışmada pek çok başlık altında iş hukuku uygulamasını gösteren Yargıtay kararlarına yer veril­miştir. Ancak, bir yandan ibranamenin borcu sona erdiren etkisi, öte yandan işçiyi koruma borcunun buna yansıması, uygulamada başka ölçütlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu kriterlerin ayrı başlıklar halinde incelenmesinin, hangi ibranamenin geçerli olduğu konusunda bazı tereddütlerin ortadan kaldı­rılması için gerekli olduğu düşüncesiyle Yargıtay kararlarının belli bir sistem dahilinde incelenmesi gerekmiştir.

1. İbranamenin makbuz sayılması

Miktar içeren ibranamenin makbuz olarak değerlendirilmesi gerektiğine dair çok sayıda Yargıtay kararı vardır. Belgede, belli bir miktar ödemenin gös­terildiği ve işverenin hiçbir borcunun kalmadığına dair açıklamanın yer aldığı bir durumda, buna, ibraname olarak değer verilmemiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.4.1983 tarihinde vermiş olduğu ka­rar şu şekilde­dir: “... işçinin, işverene verdiği ibranamenin, kural olarak, işçiye yapılmış olan ödemeyle sınırlı olmak üzere bağlayıcılığı asıldır. İş hukukunun işçiyi koru­yucu amacı göz önünde tutulduğunda, bu konuda dar yorum esasının benim­senmesi ve yine kural olarak bir işçinin işvereni karşılıksız olarak ibra etmesi­nin ihtimal dışı olması da bu kabul tarzını destekleyici bir nitelik taşır (YHGK’nın 16.6.1971 gün ve E.1215, K.378). Yine yargısal kararlarda işçiye yapılmış ödemelerin miktarını belirleyen ve ibraname adı altında düzenlenmiş olan belgelerin makbuz niteliği taşıdığı kabul edilmiştir (YHGK’nın 17.3.1978 gün ve E.1977/10-26, K.1978/250). Hâl böyle olunca, davacının makbuz nite­liğindeki bu ibraname dışında kalan haklarını ve bu arada noksan ödeme varsa bu kesin alacağını istemesini engelleyici bir sebep bulunmamaktadır...”[236]

Yine Yargıtayın bir başka kararında, ibraname ile birlikte yapılan ödeme belgeleri de mahkemeye sunulduğuna göre, bütün bunların göz önüne alınarak ibranamenin makbuz niteliğinde sayılması gerektiği kabul edilmiştir.[237]

Yargıtayın 1973 yılında verdiği bir başka kararında; “... iş kazasının ge­rektirdiği tazminat miktarı, belgede yazılı olandan daha önemli bir meblağı teşkil ediyorsa, o taktirde bu belgeye, zararın tümünü kapsayan ibraname gö­züyle bakmak isabetli olmaz. Böyle bir belge ancak bir makbuz niteliği taşır ve ihtiva ettiği miktar için geçerli olur. Aksi düşünce iş hukukunun işçiyi koruma borcu ile bağdaşmaz. İş kazası sonucu beden gücünü 2/3 oranında kaybeden ve henüz çalışabilecek çağda olan davacının bu maluliyeti karşılığındaki zararları­nın... liradan daha fazla olacağının muhtemel görülmesi böyle bir incelemeyi gerekli kılmaktadır...”[238]

Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesinin 1978 yılında vermiş olduğu bir kara­rında “... bir işçinin zararının karşılığını almadan zarardan sorumlu olanı ibra etmesi hayatın olağan akışı ile bağdaşmaz. İbranameden söz edebilmek için tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık bir oran­sızlık bu­lunmaması gerekir. Açık oransızlık bulunduğu durumlarda ise, bu belge ibra­name değil, makbuz niteliğindedir...”[239] şeklindedir. Yine, Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesinin bir kararında; “... Gerçek anlamda ibranameden söz edebilmek için, tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ ara­sında açık oransızlık bulunmaması koşuldur. Başka bir anlatımla, açık oransız­lığın bulunduğu du­rumlarda, anılan belge makbuz niteliğindedir...”[240] denil­mekle, Yargıtayda iş davalarının temyiz incelemesinin yapıldığı her üç dairede de ibranamenin dar yorumu ilkesinin kabul görüldüğü söylenebilir. Yargıtayın bu görüşü, ibra sözleşmelerinin bazı sakıncalarını gidermeye yöneliktir ve öğ­retide kabul gör­mektedir.[241]

Yargıtayın son yıllarda verdiği kararların yukarıda belirtilen kararlardan farklı olduğu, ibranameye daha fazla geçerlilik tanındığını söylemek yanlış olmaz. 1997 yılında verilmiş olan bir YHGK kararında, miktar içeren ibra bel­gesinin makbuz niteliğinde kabul edilmesinin hatalı olduğu, diğer alacak ve haklardan açıkça feragat ettiği yazılı olduğuna göre isteklerin reddi­nin gereke­ceği sonucuna varılmıştır.[242]

1998 yılına ait bir başka YHGK kararında da, işçinin ücret farkı alacağı hesaplandığı halde, çalıştığı süre boyunca, ücret, sosyal haklar, bildirim öde­mesi, kıdem ödencesini tamamen aldığını, başkaca hak ve alacağı­nın bulunma­dığını belirtmiş olması sebebiyle, ücret farkı isteğinin reddinin gerekeceği ka­bul edilmiştir.[243]

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1999 yılında verdiği bir kararından ise, önce Yargıtayın özel dairesince ibranamenin hakkı ortadan kaldıran itiraz nite­liğinde olması sebebiyle dar yoruma muhtaç olduğu, belgenin ekli hesapla­ma­larla ilgili olduğu içerikleri ile sınırlı bulunduğu noktasından yerel mahkeme kararının bozulduğu, ancak yerel mahkemenin direnme kararı üzerine anılan kurul tarafından direnme kararının onandığı anlaşılmaktadır.[244]

Ancak Yargıtayın ibranameyi miktarla sınırlı makbuz sayan görüşünden tamamen ayrıldığı da söylenemez. 2000 ve 2001 yıllarında vermiş olduğu bazı kararlarında miktar içeren ibranamenin makbuz hükmünde olduğu, hesaplana­cak olan farkının hüküm altına alınması gerektiği kabul edilmiştir.[245]

İşte bu noktada miktar içeren ibranamenin makbuz sayılması ya da ivazlı ibra kabul edilmesi ayrımının kriterinin sübjektif olduğu söylenebilir. Bunda, yapılan ödemenin gerçekte hak kazanılandan çok uzak oluşu, işçinin eğitim durumu, ifa ettiği görevin özellikleri, müzayaka halinde olup olmadığı önem kazanmaktadır. Öte yandan ibranamenin düzenlenme şekli de belirleyici ol­maktadır. Örneğin; tazminat ve alacakların tahakkuk belgeleri ile birlikte im­zalatılan ve “başkaca hak ve alacağının bulunmadığını” belirten bir ibra belgesi ödemeyi ispata yarayan bir belgeden başka bir anlam ifade etmez. Ancak, işye­rinde muhasebe müdürü ya da personel müdürü olarak çalışmış olan bir işçinin, iş akdinin feshinde düzenlenmiş olduğu “... yukarıda yazılı miktarlardan faz­laya dair haklarından vazgeçtiğini...” bildiren ibraname ivazlı ibra olarak nite­lendi­rilmelidir.

Bu bahisle son alarak Yargıtayın ibraname metninde geçen “feragat” söz­cüğüne önem verdiği belirtilmelidir. Yukarıda belirtilen (101, 102 ve 103 no’lu dipnotta yazılı) kararlar ile 2001 yılında verilen bir başka kararın[246] temel nok­tası, feragat sözcüklerine yer verilmiş oluşudur. Yargıtaya göre “fazlaya dair haklardan feragat ettiği” şeklinde ibare belgeye ibra değeri kazandırmakta­dır. Kanımca ibranamede yer alan “vazgeçme” sözcüğü de aynı şekilde değer­lendi­rilmelidir. Zira her iki sözcük arasında anlam farkı bulunmamaktadır. Fe­ragat ya da vazgeçme sözcüklerine yer verilmiş oluşu ibra belgesinin unsurları bakı­mından gereklidir. Kanımca bu şekilde, ibranamede yazılı miktarlar dışında açıkça bir vazgeçme söz konusu ise ibra gerçekleşmiş demektir. Ancak, “... yukarıda yazılı miktarların ödendiği, işverenin ibra edildiği ...” şeklinde ifade tarzı, ibranamenin makbuz hükmünde sayılmasını gerektirir.

2. İbranameye dayanılmakla birlikte hak kazanılmadığı savunması

Yargılamaya konu olan işçilik hakkının gerçekleşmediği bu nedenle ödenmesinin gerekmediği savunması ile birlikte ibra edildiğinin ileri sürülmesi çelişkili bir durumdur. İbraya konu olabilecek kesin bir alacağın varlığı ibra sözleşmesinin unsurlarındandır. Böyle bir çelişkili savunma halinde ibra belge­sinin hüküm ifade etmeyeceği görüşü, Yargıtay tarafından istikrarlı biçimde benimsenmektedir.[247]

Yargıtay 2002 yılında vermiş olduğu bir kararında da “... davalı işveren cevap dilekçesinde davacının ihbar ve kıdem tazminatlarına hak kazanmadığını savunmuştur ki, bu durum ibraname ile ödendiği itirazı ile çelişki oluşturmak­tadır ...” denmek suretiyle görüşünün aynı çizgide olduğu görülmektedir.

Yargıtayın 1969 yılında vermiş olduğu bir karar bu konuda istisnaların belirlenmesi bakımından önemlidir. Anılan kararda “... Davalı, anılan ibrana­meye dayanmakla beraber, istek konusu hakların ödenmemesi gerektiğini de savunmaktadır. Davalı, kural olarak, davaya esas olan alacağın ödenmesinin gerekmediğini ileri sürmüşse, artık ibra savunmasında bulunamaz. Çünkü, ibra­namenin verilmesi için aslolan, bir hakkın varlığıdır. Öbür yandan, davalı ödeme mecburiyeti bulunmamasına rağmen insani bir düşünce, ya da bir çe­kişmeye yer vermemek gibi nedenlerle ödemede bulunduğunu iddia etmiş de­ğildir...” denilmek suretiyle iki halde çelişkinin söz konusu olmayacağı açık­lanmıştır.[248] Bu durumda işveren, gerçekte işçinin hak kazanmadığını ileri sür­düğü bir alacakla ilgili olarak, insani nedenlerle ya da icra takibi veya dava ile karşılaşmamak için ödeme yapmışsa, bu konuda ibra belgesine dayanabilecek­tir.

3. İbra sözleşmesinde ihtirazı kaydın etkisi

Bir ibra sözleşmesinde alacaklının alacağından vazgeçtiği hususu açık ve seçik olarak belirtilmelidir. Aynı sözleşme içinde bu yönde tereddüt uyandıra­bilecek bir başka beyanın bulunması, iradenin gerçek olmadığını gösterir. Bu noktada yazılı olan ihtirazı kaydın içeriği önemlidir. Uygulamada sıkça rastlan­dığı üzere fazlaya dair hakların saklı tutulması, belgede öngörülen miktarlar ve aynı zamanda yazılı olmayan alacak kalemleri bakımından vazgeçme iradesinin olmadığını gösterir. Ya da ibranamede belli bir alacağın ödenmemiş olduğunun bildirilmesi, bu alacakla ilgili ibra etmeme beyanıdır. Miktar içermeyen bir ibranamede işçinin, “kıdem tazminatı ..... TL. aldım” şeklindeki yazısı, ibrana­menin bu miktarla sınırlı makbuz etkisini gösterir.

Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi bir kararında, “... ihtirazı kayıt dermeyan edilmeden imzalanan ibranameler geçerlidir...” denilmek suretiyle, ihtirazı kaydın ibra belgesini geçersiz kıldığı kabul edilmiştir.[249] Yine Yargıtayın aynı dairesinin iki ayrı kararında, “... her türlü kanuni haklar saklı...” tutulduğundan bunun dava konusu istekleri kapsamayacağı belirtilmiştir.[250]

İhtirazı kayıt içeren ibraname konusunda Yargıtay’ın yeni kararları da aynı doğrultudadır. Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesinin 1998 yılında verdiği bir kararında, kıdem tazminatının tamamen ödendiği ancak kanundan doğan hakların saklı olduğu şeklindeki ihtirazı kaydın faizi kapsadığı ve faiz istenebi­leceği sonucuna varılmıştır.[251]

4. İbranamenin düzenlenme zamanının sonuca etkisi

Bu konuda öğreti görüşleri yukarıda incelenmişti. Burada Yargıtayın bazı kararları üzerinde durulacaktır.

Yargıtaya göre işe girerken alınan bir ibraname geçerli değildir, çünkü henüz doğmamış bir haktan feragat edilemez.[252]

Yargıtayın anılan dairesinin bir başka kararında “... iş akdinin de­vamı sı­rasında alınan ibranameye geçerlilik izafe edilemez...”[253] denmek sure­tiyle, ibranamenin düzenlenme zamanının fesihten sonraki bir zaman olması gerek­tiği belirlenmiştir. Kanımca hizmet akdinin devamı sırasında alınan ibra­namele­rin hiçbir şekilde geçerli olmadığını söylemek doğru olmaz. Gerçekten akdin feshinde ortaya çıkan tazminat ve işçilik hakları dışında kalan ve çalışır­ken ödenmesi gereken işçilik alacakları için ibra sözleşmesi düzenlenmesi müm­kündür. Ancak, bu halde irade fesadı ile ilgili ileri sürülebilecek bir iddia­nın işçi lehine yorumlanmak suretiyle değerlendirilmesi gerekir. Yargıtayın bir kararında, iş sözleşmesinin devamı sırasında doğmuş olan hakların ibrasına ilişkin belgenin, fesih sonucu gerçekleşebilecek istekleri kapsamadığı belirtil­miştir.[254] Bu kararın içeriğinden, iş sözleşmesi sırasında doğmuş olan alacakla­rın akdin devam ettiği bir sırada ibrasının mümkün olabileceği ortaya çıkmak­tadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2001 yılında verdiği bir kararında[255] 1.10.1999 tarihini taşıyan ve ihbar tazminatının ödendiğine dair ibranamenin, akdin 15.2.2000 tarihinde son bulmuş olması sebebiyle geçersiz olduğu sonu­cuna varılmıştır.

İşe girerken beyaza imza ya da belli bir metin imzalatılmak suretiyle alı­nan ibranamenin geçersizliği konusunda öğreti ve Yargıtay kararları arasında tam bir uyum vardır.[256]

5- Miktar içermeyen ibraname

Yargıtayın miktar içermeyen ibranamelerle ilgili farklı çözümlere ulaş­tığı görülmektedir. Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesinin 1996 yılında vermiş olduğu bir kara­rında[257] ibranamede alındığı ileri sürülen işçilik hakları ile ilgili olarak diğer delillerin de araştırılacak sonuca gidilmesi gerektiği sonucuna va­rılmıştır. Böyle olunca, miktar içermeyen ibraname ibra konusunda yeterli ka­bul edil­memiş, ayrıca araştırma yapılması gerektiği belirtilmiştir.

Anılan dairenin bir başka kararında ise,[258] “... ibranameye itibar edilerek ih­bar ve kıdem tazminatı istekleri reddedilmiş ise de anılan ibranamede bu taz­minatların davacıya ödendiğine dair bir kayda yer verilmemiştir. İbraname gibi hakkı ortadan kaldıran bir belgenin iş hukuku uygulamasında yorumlanırken özen gösterilmesi gerekir. Bu bakımdan bir alacak ya da tazminatın ödenmesi söz konusu ise bunun metin bölümünde kuşkuya yer vermeyecek biçimde açık­lanması gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından zorunludur. Dosyadaki belge bu niteliği taşımadığından hükme esas alınamaz...” denmek suretiyle ödeme olgusunun ortaya konulamadığı hallerde bu tür ibranamelerin geçersiz olduğu sonucuna varılmıştır.

Yargıtayın son yıllarda vermiş olduğu çok sayıda kararı ise miktar içer­mese de tazminat ve alacak kalemlerinin açıkça belirtilmesi durumunda ibra­namenin geçerli olduğu şeklindedir. Örneğin; 1998 yılında verilmiş olan bir kararda,[259] “... bu ibranamede davacı, çalıştığı süre boyunca ücret, sosyal hak­ları, bildirim ödencesi ve kıdem ödencesi gibi İş Kanunu ve toplu iş sözleşme­sinden doğan tüm haklarını tamamen aldığını bildirmiştir. Bu ibranamede da­vacı davalıyı tam anlamıyla ibra etmiş ve herhangi bir alacağı bulunmadığını ihtirazı kayıt öne sürmeden açıklamış ve imzalamıştır. Bu durumda davanın reddi gerekirken...” denilmek suretiyle miktar yazılı olmayan ibranameye ge­çerlilik tanınmıştır.

Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesinin 25.4.2000 tarihinde vermiş ol­duğu kararda ise, “... Davacı iş akdinin feshinden sonra verdiği ibranamede ikramiye, fazla mesai ücreti ile diğer işçilik alacaklarını tek tek zikrederek ta­mamen aldı­ğını ifade etmiştir. Bu durumda sözü edilen ibranameye itibar edile­rek, burada sözü geçen alacaklarla ilgili isteklerin reddine karar vermek gere­kirken kabulü doğru de­ğildir...” denilmiştir.[260] Yargıtayın “... hizmet akdinin feshini mütea­kip verdiği ve kaydi itirazı koymadığı ibranamede rakam zikret­meksizin dava konusu ala­cakları ayrı ayrı sayarak kabul etmiş ve davalı işve­reni ibra etmiştir. Bu ibra­namedeki imza inkar edilmediği gibi ibranamenin davacının el yazısı ile yazıl­dığı anlaşılmaktadır. Bu ibranameye itibar edilerek davanın reddi gerekir­ken yazılı şekilde isteğin kabulü bozmayı gerektirmiş­tir.”[261] kararı ile, “davacı hiz­met akdinin feshinden sonra, el yazısı ile yazıp ihtirazı kayıt koymaksızın im­zaladığı ibranamede tüm işçilik haklarını tek tek sayıp göstermek suretiyle al­dığını, başka bir hak ve alacağı kalmadığını belirt­miştir. İbraname hakkı sonlandıran bir belgedir. Bu nedenle davanın reddi ge­rekirken kabulü hatalı­dır”[262] kararı, anılan Dairenin ibranameyi daha geniş şe­kilde yorumladı­ğını göstermektedir. Yargıtayın bu son kararlarında, “fesihten sonra” denmek sure­tiyle ibranamenin verilme zamanının önemi vurgulanmış, “el yazısı” söz­cükleri ile iradenin net bir şekilde ortaya koyulmuş olduğu belir­tildikten sonra, “tüm işçilik haklarının tek tek sayılması” ibaresine yer verilerek de kapsamı belir­lenmiştir. Kanımca bu kararda belirleyici olan el yazısı ile ya­zılmış olması de­ğildir. Daktilo ya da bilgisayar çıkışlı belgelerin de aynı şekilde değerlendi­rilmesi gerekir. Ancak, matbu ibranamelere daha fazla şüphe ile yaklaşmak gerektiği görüşündeyim.

Bu konuda Yargıtayın bir başka kararında,[263] “... ibranamede miktar belir­tilmek suretiyle ihbar ve kıdem tazminatlarının ödendiği yazılıdır. Öte yandan ibranamenin son paragrafında, ihbar ve kıdem tazminatı ile birlikte üc­ret, ikramiye, hafta tatili, ulusal bayram, genel tatil, fazla çalışma, yıllık izin, prim, giyim ve sosyal yardımlarla ilgili alacağının olmadığı da belirtilmiştir. Davaya konu olan diğer işçilik haklarının bir kısmı ibranamede belirtilmiş de­ğildir. Böyle olunca ibranamede yer almayan dava konusu işçilik hakları bakı­mından toplu iş sözleşmesi, işyeri kayıtları ve ödeme belgeleri getirtilerek bir inceleme yapılmak suretiyle sonuca gidilmelidir.” şeklinde sonuca varıldığı, kararın oy çokluğuyla alındığı, buna, “... ibranamede davacıya ihbar ve kıdem tazminatı olarak ödenen miktarlar açıkça yazılmış ve davacı bu miktarları aldı­ğını kabul etmiştir. Davacı ayrıca fazlaya ilişkin ihbar ve kıdem tazminat ala­caklarından feragat ettiğini bildirmemiştir. Bu nedenle dayanılan belge sulhname ve feragatname niteliğinde değildir. Bu tür belgeler Dairemizin istik­rar kazanmış uygulamasına göre ödenen miktarları açıklanan ihbar ve kıdem tazminatları yönünden makbuz niteliğinde kabul edilmektedir. Somut olayda Dairemizin bu görüşünden dönülmesini gerektiren bir düzenleme de mevcut değildir.” ve “ibraname bir sözleşmedir. Özellikle iş hukukunda ibraname söz­leşmesi içeriği, işveren kayıtları ve diğer belgelerle doğrulanmadan ona iti­bar edilmesi adaletsiz sonuçlar doğurur. İbranamenin denetimi işçi ve işverence de bir güvence oluşturur. Somut olayda davacı işçinin toplu iş sözleşmesine göre haklarının tam olarak ödenmediği, eksik hak ve alacakların irdelenmesi gere­kir.” şeklinde iki ayrı karşı oy yazılmıştır.
X. Sonuç

Türk Borçlar ve İş Kanununda düzenlenmemiş olan ibra, öğretide İs­viçre hukukuna paralel bir çerçevede benimsenmiş,[264] çok sayıda Yargıtay kararına konu olmuştur. Gerek borçlar hukuku ve gerek iş hukuku bakımından ibranın gerçek bir ihtiyaca cevap verdiği söylenebilir.

Uygulamadaki ihtiyaç, bu belgeleri özellikle iş hukukunda oldukça sık kullanılır hale getirmiştir. Zira, hizmet sözleşmelerinin sona ermesinde özel­likle işverenler ilerde herhangi bir hukuki yükümlülük altına girmemek ama­cıyla yaygın bir şekilde hizmet sözleşmesi sona eren işçinin elinden bu tür bel­geler almak yolunu seçmektedirler.[265]

Bir ibra sözleşmesi ile işverenin de bazı hak ve alacaklarından vazgeç­mesi mümkündür. Hizmet sözleşmesinin feshi sırasında işverenden daha önce almış olduğu avansları kapatan bir işçi ya da hizmet sözleşmesi hükmü gereği cezai şart yükümlüsü olan işçinin, işverenden ibra belgesi alması da, ilerde or­taya çıkabilecek bazı ihtilaflarda önemli bir imkan sağlayabilir.

Çalışma hayatında çok sık başvurulan ve iş yargısını bu denli meşgul eden bir kurumun yasal düzenlemeye kavuşturulması bir zorunluluktur. Konu­nun, Borçlar Kanununda yer alması gerekliliğinin ötesinde, İş Kanununda mutlaka ayrıca ele alınması ve işçi lehine yorum ilkesinin sağladığı korumanın sınırlarının belirlenmesi yerinde olur. 10.6.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanununda da bu konuda bir düzenlemeye gidilmemiş olması, ka­nımca önemli bir eksikliktir. Oysa bir ibra sözleşmesinin şeklinin ve unsurla­rının belirlenmesi, asıl önemlisi hangi hallerde geçerli olduğunun hem işçi hem de işveren tarafından önceden bilinmesi, hukukun etkinliği ve güvenirliği ba­kımından çok önemlidir.


K A Y N A K Ç A







Akıntürk, Turgut, Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971.

Arsebük, Esat, Borçlar Hukuku, Ankara 1943.

Becker, H. , İsviçre Medeni Kanun Şerhi, VI. Cilt, Borçlar Kanunu, I. Kı­sım, Genel Hükümler, Fasikül IV (Çeviren, Dr. Saim Özkök).

Berki, Şakir, Borçların Sukutu, AÜHF., Cilt XII.

Centec, Tankut, İş Hukukunda Ücret, İstanbul 1968.

Çelik, Nuri, İbranamenin Niteliği ve Kapsamı, İHU İş Kanunu Md. 26, No:1, İst. 1982.

Çenberci, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1972.

Çenberci, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1976.

Çenberci, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978.

Doğan, Mürsel, Türk İş Hukukunda İbra Sözleşmesi, Yargıtay Dergisi, Cilt 5, Sayı 1.

Eren, Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 3. Baskı, Cilt III., Ankara 1991.

Eren, Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 2001.

Feyzioğlu, F. N., Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, Cilt II, İstanbul 1969.

Günay, C. İlhan, Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, Cilt 2.

İnan, A. Naim, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 3. Baskı, Ankara 1984.

Keser, Hakan, İş Hukukunda İbraname Uygulamaları, Kamu-İş, C. 5, 1999, Sayı 1.

Kılıçoğlu, M.Ahmet, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt 2, Ankara 2001.

Kılıçoğlu, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1999.

Oğuzman, M. Kemal, Hizmet Akdinin Feshi, İstanbul 1955.

Oğuzman, M. Kemal, Borçlar Hukuk Dersleri, Cilt 1, 4.Baskı, İstanbul 1987.

Saymen / Elbir, Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1958.

Saymen, F. H., Türk İş Hukuku, İstanbul 1954.

Tandoğan, Haluk, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Cilt 1, 3. Bası.

Tanrıver, Süha, Konkordato Komiseri, Ankara 1993.

Tekinalp / Çamoğlu, Türk Ticaret Kanunu, İstanbul 1969.

Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7. Baskı.

Tekinay, S. Sulhi, Borçlar Hukuku, 5. Bası, İstanbul 1985, Cilt 2.

Tunçomağ, Kenan, Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt 1, 6. Bası, İst. 1976.

Tunçomağ, Kenan, Türk İş Hukuku, İstanbul 1971.

Turanboy, K. Nuri, İbra Sözleşmesi, Ankara 1998.

Uygur, Turgut, Açıklamalı - İçtihatlı Borçlar Kanunu, Ankara 1990, Cilt 2.

Yargıtay Kararlar Dergisi, Cilt IX, Sayı 6 – 11.

[140] İsviçre Medeni Kanununun 115’inci maddesi şu şekildedir.

Anlaşma yoluyla kalkma:

Mükellefiyetin doğması bir şekle bağlı veya taraflarca bir şekil şartı kabul edilmesi ha­linde dahi, alacak tamamen veya kısmen tarafların anlaşması ile hiçbir şekle tabi olmak­sızın ortadan kaldırılabilir. İsviçre Borçlar Kanunu Şerhi, Dr. H. Becker; Çeviren Dr. Saim, Özkök; Ankara 1972, s. 72.

[141] Berki, Şakir; Borçların Sukutu, AÜHF, C. XII, s. 237.

[142] Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1972, s. 522.

[143] Tekinalp, Çamoğlu; Türk Ticaret Kanunu, İstanbul 1969, s. 177.

[144] Doğan, Mürsel; Türk İş Hukukunda İbra Sözleşmesi, Yargıtay Der., C. 5, S. 1, s.166.

[145] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; Borçlar Hukuku Genel Hüküm­ler, 7. Baskı, s. 985. Arsebük, Esat; Borçlar Hukuku, Ankara 1943, s. 467. Kılıçoğlu, M. Ahmet; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C. 2, Ankara 2001 s. 554. Tekinay, S. Sulhi; Borçlar Hukuku, 5. Bası, İstanbul 1985, C. II, s. 1319. Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, 6. bası, İstanbul 1976, s. 1171. Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hü­kümler, C. III, 3. bası, Ankara 1991, s. 468. Berki, Şakir; Borçların Sukutu, AÜHF, C. 12, S. 1, s. 237.

[146] Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, İstanbul 1971, s. 285. Çenberci, Mustafa; İş Ka­nunu Şerhi, Ankara 1976, s. 537. Kılıçoğlu, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1999, s. 751. Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, C. 2, s. 1361.

[147] Türk Dil Kurumu Sözlüğü ve Türk Hukuk Lügati (THK yayını), s. 357.

[148] Berki, Şakir; agm., s. 237.

[149] Berki, Şakir; agm., s. 237.

[150] Nakleden Turanboy, K. Nuri; İbra Sözleşmesi, Ankara 1998, s. 29.

[151] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 24.11.1999 gün, 1999/9-968 E., 1999/983 K. ve Yargı­tay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 26.2.2001 gün ve 2000/19872 E., 2001/3451 K.

[152] Tunçomağ, Kenan; İş Hukuku, s. 277.

[153] Doğan, Mürsel; age., s. 170.

[154] Berki, Şakir; agm., s. 238.

[155] Doğan, Mürsel; age., s. 170.

[156] Berki, Şakir; agm., s. 237.

[157] Turanboy, K. Nuri; age., s. 55.

[158] Eren, Fikret; age., s. 470. Kılıçoğlu, M. Ahmet; age., s. 554. Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku, s. 1172. Berki, Şakir; agm., s. 240.

[159] Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 13.4.1963 T., 2939/3710 ve Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 6.7.1967 T., 7072/6175. Çenberci, Mustafa, age., 1976, s. 545.

[160] Bucher, Eguen; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 30.

[161] Turanboy, K. Nuri; age., s. 30.

[162] Gernhuber, Joochim; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 32.

[163] Wolf Ernst, Bloyemer Arwed; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 32.

[164] Von, Tuhr; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 32.

[165] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi., 17.6.1974 gün, E.1974/1916. K. 1976/1983

[166] Blomeyer, Arşed; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 34. Becker, H.; Nakle­den Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku, s. 1177. Aynı konuda YHGK, 26.6.1971 gün, 1971/9-58 E., 1971/418 K.

[167] Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, s. 278.

[168] Turanboy, K. Nuri; age., s. 50-51.

[169] Tandoğan, Haluk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. 1, 3. Bası, s. 13.

[170] Schleup, Walter R.’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 43.

[171] Oser / Schönenberger’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 45.

[172] Schleup’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 45.

[173] Kılıçoğlu, Mustafa; age., s. 751. Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, s. 278 vd.

[174] Turanboy, K. Nuri; age., s. 35.

[175] Happek K.’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 38.

[176] Tanrıver, Süha; Konkordato Komiseri, Ankara 1993, s. 3.

[177] Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku, C.1, Genel Hükümler, 4. Bası, İst. 1969, s. 685.

[178] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 6.8.1964 T., 5288-5147, (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 574).

[179] Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, s. 280.

[180] Dogan, Mürsel; age., s. 170.

[181] Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi, 25.2.1977 T., 5466-1351, (Uygur, Turgut; Borçlar Kanunu, 2. C., 1990, s. 523).

[182] Berki, Şakir; agm., s. 239.

[183] Berki, Şakir; agm., s. 240.

[184] Dogan, Mürsel; agm., s.171 - Berki, Şakir; age., s. 240.

[185] Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 579.

[186] Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, C. 2, s. 1362. Saymen, F. H.; Türk İş Hukuku, İstanbul 1954, s. 614. Oğuzman, M.K., Hizmet Akdinin Feshi, İstan­bul 1955, s. 287. Doğan, Mürsel; agm., s. 173.

[187] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 11.6.1970 T., 1600-6202.

[188] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 21.6.1983 T., 1983/3591 E. – 5670 K. (Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, s. 1535).

[189] Saymen, F.H.; age., s. 614.

[190] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 21.5.2002 T., 2002/2872 E. – 2002/8664 K.

[191] Von Tuhr / Escher, Keller / Schobi, Gauch / Schleup; Nakleden Eren, Fikret; age, 3. Baskı, s. 572.

[192] İnan, A. Naim; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Bası, Ankara 1984, s. 494. Aynı Görüşte Saymen / Elbir; Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1958, s. 855. Do­ğan, Mürsel; agm, s. 175.

[193] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 989. Eren, Fikret; 3. Baskı, s. 472. Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, s. 1173. Oğuzman, M. Kemal; Borçlar Hu­kuku Dersleri, C. 1, 4. Baskı, İstanbul 1987, s. 338. Kılıçoğlu, M. Ahmet; age, s. 556, Berki, Şakir; agm., s. 238.

[194] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 989.

[195] Eren, Fikret; age., s. 473.

[196] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 15.2.1973 T., 14413 E.–2233 K. Çenberci, Mus­tafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 1236.

[197] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 16.1.1969 T., 11473-231 ve Yargıtay 3. H.D., 23.2.1961 T., 1815-1397. Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 1227.

[198] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 26.2.2001 gün, 2000/19872 E., 2001/3451 K.

[199] Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 573.

[200] Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 575.

[201] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 25.2.1964 T., 1139-974. (Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, An­kara 1978, s. 575).

[202] Berki, Şakir; agm., s. 239.

[203] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 2001, s. 226.

[204] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, C. 3, s. 471. Turanboy, K. Nuri; age., s. 58.

[205] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, C. 3., s. 471.

[206] Turanboy, K. Nuri; age., s. 58.

[207] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; Borçlar Hukuku, 7. Baskı, s. 93.

[208] Hırt, Gonzenbach, Gernhüber, W.; nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 68.

[209] Cohn, Nakleden; Turanboy, K. Nuri; age., s. 68.

[210] Turanboy, K. Nuri; age., s. 68.

[211] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 350.

[212] Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi, 18.6.1975 T., 1858-3884 – Yargıtay Dokuzuncu Hu­kuk Dairesi, 25.4.1974 T., 23857 E., 7828 K. (Çenberci, Mustafa; age., s. 1224).

[213] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 21.3.1962 T., 10 E., 11 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1225, 106 no’lu karar).

[214] Doğan, Mürsel; age., s. 177.

[215] Yargıtay 9. H.D., 2.7.1973 T., 1943 E., 24868 K., (Çenberci, Mustafa; age., 1224).

[216] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 373.

[217] Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1976, s. 380.

[218] Yargıtay 9. H.D., 28.2.2001 gün, 2000/19969 E., 2001/3616 K. ve Yargıtay 9. H.D., 29.3.2000 gün, 2000/707 E., 2001/ 4090 K.

[219] Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1976, s. 380 vd.

[220] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 27.3.1971 T., 21133 E., 32476 K., (Çenberci, Mus­tafa; İş Ka­nunu Şerhi, Ankara 1978, s. 1224, 103 no’lu karar).

[221] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 1261.

[222] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 11195 E., 936 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1218, 90 no’lu karar).

[223] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 17.3.1978 T., 10-26 E., 250 K., ve Yargıtay Doku­zuncu Hukuk Dairesi, 29.3.2000 gün, 2000/707 E., 2000/4090 K.

[224] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 16.4.1997 T., 1997/86 E., 1997/339 K. ve 24.11.1999 T., 1999/9-968 E., 1999/983 K.

[225] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 1261.

[226] Turanboy, K. Nuri; age., s. 119.

[227] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 285.

[228] Von, Tuhr / Escher; Nakleden Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age.,s. 302.

[229] Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, 1976, s.1052. Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 302. Eren, Fikret; age., 7. Baskı, s. 1202. Turanboy, K. Nuri; age., s. 121.

[230] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 302 ve Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, 1976, s. 1052.

[231] Feyzioğlu, F. N.; Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, C. II, İstanbul 1969, s. 271; Akıntürk, Turgut; Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 180; Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 303.

[232] Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 16.2.1999 T., 1978/8214 E., 1979/2031 K.; Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 303. 22/a’da yazılı karar.

[233] Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 15.2.1983 T., 1983/189 E., 1983/152 K., Yargıtay Kararlar Dergisi, C. IX, S. 6, s. 836.

[234] Doğan, Mürsel; agm., s. 185’de Anayasa Mahkemesinin 26/27.9.1967 T., 336/29; R.G. 19.10.1968, s. 13031 sayılı kararını yorumlayan görüşü.

[235] Kılıçoğlu, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1999, s. 751. Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, C. 2, s. 1362. Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, İstanbul 1971, s. 282. Doğan, Mürsel; agm., s. 185. Oğuzman, Kemal; Hizmet Akdinin Feshi, İstanbul 1955, s. 288. Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, s. 540.

[236] Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.4.1983 T., 1980/9-3055 E., 1983/427 K., (Yargı­tay Kararlar Dergisi, S. 11, s. 1581-1583).

[237] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 1.11.1996 T., 1996/16706 E., 1996/20407 K. (Kılıçoğlu, Mus­tafa; age., s. 758, 707 no’lu karar).

[238] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 16.4.1973 T., 696 E., 22365 K. (Çenberci, Mus­tafa; age., 1978, s. 1211, Karar no: 76).

[239] Çelik, Nuri; İbranamenin Niteliği ve Kapsamı, İHU., İş Kanunu, m. 26, No:1, İstan­bul 1982/1.

[240] Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesi, 24.4.1994 T., 1994/2055 E., 1994/1799 K.

[241] Çelik, Nuri; İbranamenin Niteliği ve Kapsamı, İHU, İş Kanunu, m. 26, No:1, İstan­bul 1982/1 - Çelik, Nuri; İbraname Kapsamı Dışında Kalan Miktarın Talebi, İHU., İş Ka­nunu, m. 26.

[242] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 16.4.1997 T., 1997/86 E., 1997/339 K.

[243] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 7.10.1998 T., 1998/9-648 E., 1998/683 K.

[244] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 24.11.1999 T., 1999/9-968 E., 1999/983 K.

[245] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 28.2.2001 T., 2000/19969 E., 2001/3616 K. - 29.3.2000 T., 2000/707 E., 2000/4090 K. - 7.6.2001 T., 2001/5963 E., 2001/9793 K. sa­yılı kararları.

[246] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 3.5.2001 tarih 2001/5118 E., 2001/7737 K.

[247] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 12.3.1974 T., 8132 E., 5005 K. (Çenberci, Mus­tafa; age., 1978, s. 1228, 113 no’lu karar), 3.11.1982 T., 7305 E.8681 K. ,5.2.1982 T., 125-1044 K. (Günay, C. İlhan; age., s.1538, 370 no’lu ve s. 1540, 378 no’lu kararlar).

[248] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 28.3.1969 T., 17204 E., 3513 K. (Çenberci, Mus­tafa; age., 1978, s. 1229, 114 no’lu karar).

[249] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 18.2.1976 T., 33775 E., 6467 K.(Çenberci, Mus­tafa; age., 1978, s. 1219, 88/e no’lu karar).

[250] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 9.7.1972 T., 21475 E., 23828 K. ve 18.2.1976 T., 33727 E., 6447 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1220, 92-a,b’deki kararlar).

[251] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 16.3.1998 T., 1998 / 511 E., 1998 / 4801 K.

[252] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 26.2.1971 T., 644 E., 2561 K. (Çenberci, Mus­tafa; age., 1978, s. 1216, 8/b no’lu karar).

[253] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 25.2.1977 T., 2119 E., 3817 K. (Çenberci, Mus­tafa; age., 1978, s. 1216, 81/d no’lu karar).

[254] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 9.5.1969 T., 2348 E., 5197 K. (Çenberci, Mus­tafa; age., 1978, s. 1216, 82 no’lu karar).

[255] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 19.9.2001 T., 2001/9-570 E., 2001/592 K.

[256] Çenberci, Mustafa; age., 1976, s. 552. Centel, Tankut; İş Hukukunda Ücret, İstan­bul 1986, s. 395 – Keser, Hakan; İş Hukukunda İbraname Uygulamaları, Kamu-İş, C. 5, Temmuz 1999, S. 1, s. 108, dipnot 111’deki karar.

[257] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 28.5.1996 T., 1995/38219 E., 1996/12005 K.

[258] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 26.6.2001 T., 2000/19872 E., 2001/3451 K. ve 4.2.1992 gün ve 1991/12667 E., 1992/929 K. sayılı kararı da aynı doğrul­tuda olup, ödeme yapılan hak türleri için ne miktar ödeme yapıldığının belirtilmemiş olması halinde ibrana­menin geçersiz olduğu sonucuna varılmıştır.

[259] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 23.3.1998 T., 1998/2326 E., 1998/5614 K.

[260] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 25.4.2001 T., 2001/4006 E., 2001/7055 K.

[261] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 19.12.2002 T., 2002/8475 E., 2002/24475 K.

[262] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 20.3.2003 T., 2002/18729 E., 2003/4524 K.

[263] Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 10.12.2002 T., 2002/10816 E., 2002/23501 K.

[264] Becker, H.; İsviçre Medeni Kanun Şerhi, C. VI, Borçlar Kanunu, I. Kısım, Genel Hü­kümler, s.72, (Çeviren, Dr. Saim Özkök).

[265] Keser, Hakan; agm., s. 102-103.

Forum