İŞ HUKUKUNDA İBRA SÖZLEŞMESİ
Adalet Bakanlığınca yayınlanan "ADALET DERGİSİ"nin 18. sayısından alıntıdır.
Şahin ÇİL
Yargıtay Tetkik Hâkimi
I. Genel olarak
İbra sözleşmesi İsviçre Borçlar Kanununun 115’inci maddesinde düzenlendiği halde Türk Borçlar Kanununa bu madde alınmamıştır.[140] Bir kanunun ana kuralları ve kurumları oluşturulurken ibra gibi önemli kuruma yer verilmeyişinin ancak hata sonucu olabileceği ileri sürülmüştür.[141]
Cumhuriyetten önceki dönem kanunlarımızdan Mecelle’nin 1536 ile 1564’üncü maddeleri arasında ibra düzenlenmiştir. Mecelle, ibrayı, ibra-i iskat ile ibra-i istiyfa olmak üzere iki türe ayırarak incelemiştir. İbra-i iskat; bir kimsenin diğer kimsede olan hakkının tamamından veya bir kısmından vazgeçmesidir. Yani borçluyu borcundan kurtarmasıdır, kısaca bunun düşmesidir. İbra-i istiyfa ise, alacaklının alacağından tek yanlı kayıtsız şartsız vazgeçmesidir.[142]
Borçlar Kanununa alınmamış olan ibra sözleşmesi, 3008, 931 ve 1475 sayılı iş kanunlarında da düzenlenmemiştir.
Türk Ticaret Kanununun bazı maddelerinin “ibra” kenar başlığını taşıdığı ve ibraya ilişkin bazı hükümlerin bulunduğu görülmekte ise de, anılan Kanunda da ibra sözleşmesi düzenlenmemiştir. Türk Ticaret Kanununun ibraya ilişkin hükümleri menfi borç ikrarı mahiyetindedir.[143]
İş hukuku açısından gerçek bir ihtiyaca cevap verdiği tartışmasız olan ibra sözleşmesinin kanunlarda düzenlenmeyişi önemli bir eksikliktir. Bu eksiklik zorunlu olarak içtihatlarla doldurulmaya çalışılmıştır.[144] İş hukuku uygulamasında ibranın yaygın olarak başvurulan bir yol olduğu söylenebilir. Daha çok ibraname olarak adlandırılmakta ve işçinin tek taraflı olarak imzalayıp işverene verdiği bir belge şeklinde düzenlenmektedir.
Öğretide, borçlar hukuku yönünden borçların sukutu sebeplerinden biri olarak ibra sözleşmesi ayrıntılı biçimde incelenmiş[145] ve iş hukuku bakımından ibraname üzerinde durulmuştur.[146] Ancak uygulamada çoğu kez bir başka hukuki işlem ibra olarak adlandırılmakta, zaman zaman ifanın kanıtı belge ile eşdeğer kabul edilmektedir.
Bu çalışma ile ibra sözleşmesinin tanımı, çeşitleri, şekli, unsurları, yapılması ve sonuçları üzerinde durularak, ağırlıklı olarak iş hukuku uygulamalarında geçen ibra belgeleri değerlendirilecektir. Amacım, ibra belgelerinin geçerliliği ve sonuçları ile ilgili bazı tereddütlerden yola çıkarak, bir sistem içinde Yargıtayın uygulamasını ortaya koymaktır.
II. İbranın tanımı
İbra, Arapça kökenli bir kelime olup “hastayı iyi etme”, “aklama, temize çıkarma” anlamına gelir.[147] Borçlar hukukunda değişik anlamı olduğunu bildiğimiz ibra, Borçlar Kanununda düzenlenmediği için yasal bir tanıma sahip değildir.
Öğretide en kapsamlı tanımı yapan Berki’ye göre ibra; alacaklının ivazlı veya ivazsız olarak alacağının tamamından veya bir kısmından borçlu lehine feragat etmesi, daha doğrusu itfa edilmiş gibi kabul eylemesidir.[148] Bu tanıma göre ibra sözleşmesini borcun ifa edildiğinin ispat vesikası olarak görmek doğru olmaz. İbra, ifanın dışında borcu kısmen veya tamamen sona erdiren nedenlerden biridir. Nitekim Berki ibrayı, alacaklıyı tatmin etmeyen sukut sebeplerinden biri olarak saymıştır.[149]
Yine Von Tuhr’a göre ibra, alacaklının alacağını elde etmeksizin borcun ortadan kaldırılmasıdır.[150]
Yargıtayca ibranın tam bir tanımı yapılmaksızın daha çok hakkı ortadan kaldıran bir belge olduğu üzerinde durulmuştur.[151] Uygulamada ibraname, ibra belgesi, ibra senedi, ibra sözleşmesi gibi çeşitli adlarla düzenlenmekte ancak içerik olarak bazen bir başka sözleşme, feragat, sulh sözleşmesi, menfi borç ikrarı veya bir ödeme makbuzu niteliğini taşımaktadır. Hâl böyle olunca, bütün bu farklı müesseseleri tek bir müessese (ibra senedi) içinde toplayan Yargıtay içtihatlarını isabetli saymak güç olur.[152]
III. İbranın çeşitleri
İbrayı türlerine göre, ivazlı ve ivazsız olarak ikiye ayırmak mümkündür.
İvazlı ibra, mukabil bir eda veya bedel karşılığında yapılan bir ibra sözleşmesidir.[153] Burada dikkat edilmesi gereken husus, şayet borcun tamamının ödenmesi veya tamamına karşılık gelen edimde bulunulması halinde bunun ibra değil ifa sayılması gerektiğidir. Gerçekten borcun tamamına hatta fazlasına karşılık gelen bir edim karşılığı verilen ibra belgesi, ibra değil ifa yerine geçmektedir.[154] Buna göre ivazlı ibraya örnek olarak, 1 milyar TL. borcun yarısının ödenmesi karşılığında kalanı için alacaklının alacağından vazgeçmesi olarak gösterilebilir.
İvazsız ibra, karşılık bir edim olmaksızın kayıtsız şartsız yapılan ibra sözleşmesidir.[155] Bu halde alacaklının hiçbir karşılık olmaksızın alacağından vazgeçmesi söz konusudur. İvazsız ibranın feragat ile karıştırılması mümkündür. Feragat borcu sona erdiren nedenlerden değildir. Sadece talep hakkını ortadan kaldırır. Gerçekten feragat, borçlar hukukunda öngörülen bir müessese olmayıp, HUMK’da düzenlenen hakkın talep ve dava edilebilirliği ile ilgilidir.
Berki tarafından ivazsız ibraya şu örnek verilmiştir: A’nın B’de bir alacağı olsa ve B’nin C’ye evini daha az bedelle kiralaması için bu alacağından tamamen vazgeçse, bunun ivazsız ibra olduğu ileri sürülmüştür.[156] Ancak, kanımca bu örnekte A, C’ye temin edilen bir ivaz karşılığında ibra yoluna gitmiştir ki, alacaklının kendisi ya da üçüncü şahıs lehine bir edim için ibra etmesi de ivazlı ibra niteliğindedir.
Kapsamına göre ibra ise, kısmi ve tam ibra olarak iki şekilde değerlendirilebilir.
Kısmi ibra da alacağın bir kısmından ivazlı ya da ivazsız olarak vazgeçilmesi ve bu miktar bakımından borçlunun borçtan kurtulması söz konusu iken, tam ibrada borcun tamamını ortadan kaldıran ibra yönünde tasarrufi bir işlem yapılmaktadır.
IV. İbranın hukuki niteliği
Türk borçlar hukuku alanında ibra kurumu, borcu sona erdiren bir hukuki işlem olarak gerek öğretide, gerek mahkeme kararlarında kabul edilmektedir. Bu kurumun hukuki mahiyetinin bir sözleşme niteliği taşıyıp taşımadığı İsviçre Borçlar Kanununun 115’inci maddesinin gerek Almanca, Fransızca ve İtalyanca metinlerinin yorumundan, ibranın, bir sözleşme niteliği taşıdığı açıkça anlaşılmaktadır. Her üç dilde kullanılan ibareler “anlaşma yoluyla kaldırma” olarak Türkçe’ye çevrilebilir.[157]
İbranın iki taraflar bir akit olduğu öğretide de kabul görmektedir.[158] Yargıtay da bir kararında; ibranın hakları düşürücü bir irade açıklaması ve bunu kabul şeklinde gerçekleşen sözleşme olduğunu kabul etmiştir. Diğer bir kararda ise; ibra, hukuki mahiyetçe varolan bir hakkı yitirme sonucunu doğuran tasarrufi işlemlerdendir, denilmektedir.[159]
İbra, alacaklıya ait malvarlığının aktifinde yer alan bir hakka doğrudan doğruya etki yaptığı ve bu hakkı sona erdirdiği için bir tasarruf işlemidir. Gerek Alman, gerekse İsviçre hukukunda baskın olan görüş, bu işlemin soyut (mücerret) mahiyette olduğunu, yani sebebe bağlı bulunmadığını kabul etmektedir. Bu görüş esas alınırsa, ibranın dayandığı sebebe ait işlem batıl olsa bile, ibra hüküm ifade eder; fakat böyle hallerde alacaklı sebepsiz iktisap kurallarına göre, ortadan kalkan alacağının yeniden kurulmasını dava edebilir. İsviçre’de temsil edilen daha yeni bir fikre göre ise, ibra sebebe bağlı bir işlemdir. Bu son görüş esas alınırsa, sebebi geçersiz olan ibra sözleşmesi de geçersiz kalacaktır.
V. İbra sözleşmesinin benzer kurumlarla karşılaştırılması
A. Alacağı talep etmeme taahhüdü (Pactum de non petendo)
Alacağı talep etmeme taahhüdü, öğretide ileri sürülen bir görüşe göre “Pactum de non petendo in perpetuum” (davadan feragat) ve “Pactum de non petendo in tempus” (erteleme anlaşması, tecil) olmak üzere ikiye ayrılır.[160]
Davadan feragat tek taraflı bir irade beyanı açıklamasına dayanır. Erteleme ise, sözleşmenin kurulmasından sonra yapılan bir anlaşma ile tarafların ifa tarihini daha ileri bir tarih olarak değiştirmeleridir.[161]
Alacağı talep etmeme taahhüdü borç ilişkisini sona erdirmez. Alacağın belli bir süre talep edilememesi ya da hiç dava edilememesi sonucunu doğurur. Alacağı talep etmeme taahhüdünde borç ilişkisi devam etmektedir. Öncelikle erteleme sözleşmesinde sadece geçici feragat söz konusu olabilir. İbrada ise münferit borç veya borç ilişkisi tamamen ortadan kalkmaktadır.[162]
Bazı yazarlar dava hakkından feragatin, edimin ifa edilebilirliğini tamamen ortadan kaldırdığını, buna göre sürekli talep etmeme taahhüdünün ibradan farklı bir şey olmadığını savunmuşlardır.[163] Von Tuhr ise, ibra ile alacağı talep etmeme taahhüdü ve feragatin farklı olduğunu şu örnekle açıklamaktadır. Alacaklı üzerinde rehin kurulmuş alacağını talep ve dava etmeyeceğini taahhüt ederken, rehnini muhafaza etmek isteyebilir. Yine, talep ve dava hakkından vazgeçen alacaklı, borçluya karşı takas hakkını kaybetmek istemeyebilir. Ayrıca alacağı talep etmeme taahhüdü faize ilişkin değilse, alacaklı ana parayı talep hakkından vazgeçmekle birlikte faizi isteyebilir.[164] Yargıtay, emre muharrer senedin geri verilmeksizin yapılan ibranın sadece buna muvafakat eden alacaklıya karşı hüküm ifade ettiğini, sonraki hamiller yönünden bir defi hakkının bulunmadığını kabul etmiştir.[165]
Alacağı belli bir süre ya da sürekli talep etmeme taahhüdü borçluya def’i hakkı sağlar. İbra, borcu ortadan kaldırdığı için itiraz mahiyetindedir.[166]
B. Menfi borç ikrarı
Menfi borç ikrarı sözleşmesi ile taraflar bir alacak bulunmadığını tespit ederler. Şu halde, ibra sözleşmesinde tarafların varolduğundan şüphe etmedikleri bir alacağı ortadan kaldırmaları söz konusu iken, menfi borç ikrarında, taraflar arasında çekişmeli veya kuşkulu bir ya da birden çok alacağın ortadan kaldırılması söz konusudur. Menfi borç ikrarında alacaklı (işçi) bir karşılık alırsa bu bir sulh sözleşmesi olur.[167]
Menfi borç ikrarı, bir borcun veya borç ilişkisinin mevcut olmadığına ait irade açıklamalarıyla meydana gelen bir sözleşme olup[168] bu yönüyle ibradan farklıdır.
C. Sulh sözleşmesi
Sulh sözleşmesi, tarafların birbirlerine karşılıklı ödünlerde bulunarak aralarındaki mevcut ilişki üzerindeki bir anlaşmazlığa veya tereddüde son vermek amacıyla yaptıkları bir sözleşmedir.[169]
Sulh sözleşmesi, şüpheli veya üzerinde uyuşmazlık (çekişme) olan bir hukuki ilişkinin tarafları arasında kurulur. Taraflar bu şüpheli veya çekişmeli konu üzerinde birlikte tasarruf ederler. Tarafların sulh sözleşmesini kurmakta iki önemli menfaati vardır. İlk olarak, taraflar aralarındaki hukuki ilişkide tartışmalı veya şüpheli bir durum görüyorlarsa, bunun giderilmesini usul hukukunun rizikolarına maruz bırakmak istemeyebilirler. Bunun yanında tereddütlü veya çekişmeli konu üzerinde sulh yaparak ileride kendileri için yeni bir güven ilişkisi yaratırlar.[170]
Sulh sözleşmesi, konu edildiği hukuki ilişkiye ait bir borcu sona erdirmekte ise esasen ibrayı içerir.[171] Ancak, her mahkeme dışı sulh sözleşmesinin ibra işlemi olduğunu söylemek doğru değildir. Sulh sözleşmesi yerine getirdiği fonksiyona göre, borcun kabulü, yenileme, değiştirme, hatta erteleme niteliğini de taşıyabilir. Hatta sulh sözleşmesinin çizdiği çerçeve bunların hepsini ya da bir kısmını birlikte içerebilir.[172]
Türk öğretisinde de sulh sözleşmesinin kapsamı geniş tutulmuş ve ibranın tür olarak en çok sulh sözleşmesine benzediği ileri sürülmüştür.[173]
Sulh sözleşmesi ile ibra sözleşmesi arasındaki farkın, birinde mutlaka şüpheli ve çekişmeli bir alacağın olması, yine sulh sözleşmesinde karşılıklı tavizlerde bulunulması olarak belirtilmesi gerekir.
D. İkale sözleşmesi
İkale sözleşmesi (bozma sözleşmesi) tarafların mevcut borç ilişkisinin sona ermesinde anlaşarak bu yolda yeni bir sözleşme yapmış olmaları ile borç ilişkisini bütünüyle ortadan kaldırmasıdır.[174]
Görülüyor ki, ibra sözleşmesi sadece münferit borçları sona erdirirken, ikale sözleşmesi borç ilişkisini tamamen veya kısmen sona erdirmektedir.[175]
E. Konkordato
İcra ve İflas Kanununda düzenlenmiş olan konkordato, dürüst borçlunun talebinin kanunda öngörülen nitelikli çoğunlukla kabul edilmesi ve yetkili makamlarca tasdik edilmesi ile oluşan ve borçluya süre verilmesini ya da kararlaştırılan oranda bütün adi borçlarında indirim yapılmasını öngören bir hukuki kurumdur.[176]
Buna göre konkordatonun türleri itibarıyla bu kurumun sulh sözleşmesi, ibra sözleşmesi, bazen feragat, hatta bazen konkordatoyu kabul etmeyenler için cebri anlaşma biçimlerinde ortaya çıkması mümkündür.
VI. İbra sözleşmesinin yapılabilmesi için gerekli koşullar
A. Alacak/borç ilişkisinin varlığı
İbra sözleşmesi yapılabilmesi için öncelikle bir alacak/borç ilişkisi olmalıdır. Varlığı şüpheli bir alacakta tarafların karşılıklı anlaşma ile borcu sona erdirmeleri sulh sözleşmesi olarak adlandırılmalıdır.
Alacağı talep etmeme taahhüdü (davadan feragat ve erteleme anlaşması) bulunması halinde de tarafların bu alacakla ilgili ibra sözleşmesi yapmaları mümkündür. Gerçekten alacağı talep etmeme taahhüdü, borcu ortadan kaldırmaz, sadece geçici ya da kesin olarak talep edilememe sonucunu doğurur.
Menfi borç ikrarından sonra tarafların ibra sözleşmesi yapmaları da mümkün değildir. Menfi borç ikrarında taraflar, borcun mevcut olmadığı şeklinde irade açıklamasında bulunduklarından, daha sonra, olmayan bir borcun ortadan kaldırılması düşünülemez.
Son olarak, taraflar arasında borcun tamamen ifasından sonra ibra sözleşmesinin yapılamayacağını belirtmek gerekir. İfa ile borç ilişkisi sona erer. O halde özellikle iş hukuku uygulamasında sıkça ortaya çıkan işverence tüm tazminat ve işçilik haklarının ödenmesinden sonra bu ifayı açıklayan ve başkaca alacağının kalmadığını gösteren belge makbuz hükmünde olup, ibraname değildir. Ancak varlığı kesin olan alacağın bir kısmının ödenmesi karşılığında kalan kısım için tarafların anlaşarak borcu sona erdirmeleri ivazlı ibra olarak değerlendirilmelidir.
B. Tarafları
İbra sözleşmesinin tarafları alacaklı ve borçlu, iş hukukunda ise işçi ve işveren olmalıdır.
İbra sözleşmesi yapma yetkisi, önce bizzat alacaklınındır (işçinindir). Sonra alacaklı (işçi) adına ve onun yetki verdiği kimseler de (BK md. 388/III) ibra sözleşmesi yapabilirler. Böyle bir yetki bulunmadan yapılmış ibra, alacak sahibinin (işçinin) sonradan icazet vermesiyle geçerlilik kazanabilir.[177]
Taraflardan birinin hükmi şahıs olması halinde ibra sözleşmesi, tüzel kişiliği temsile yetkili gerçek kişiler tarafından yapılır.
C. Yetki
İbra sözleşmesi taraflarının tam ehliyetli olması şarttır. Aksi halde ibra sözleşmesi hüküm ifade etmez. Yargıtayın bir kararında 17 yaşında bir işçinin vermiş olduğu ibranamenin geçerli olmadığını kabul etmiştir.[178] Tunçomağ bu kararı isabetli bulmadığını belirtmiştir. Zira velisinin izni ya da icazeti ile hizmet sözleşmesi yapan küçüğün, ibra sözleşmesi de yapabileceği görüşündedir.[179] Doğan ise, çalışmak için verilmiş olan iznin, ibra sözleşmesi yapmayı kapsamadığı görüşündedir.[180] Kanımca bu son görüş daha isabetlidir. Gerçekten sözleşmenin tarafı olan küçük, bu ibra sözleşmesiyle alacağından kısmen ya da tamamen vazgeçmektedir ki bunun için velisinin izin ya da icazeti gerekir.[181]
Mümeyyiz kısıtlı yönünden de durum aynıdır. Vasinin izin ya da icazeti ile ibra sözleşmesi yapabilir.
İbra sözleşmesine konu olacak alacak üzerinde birden fazla kişinin müşterek hakkı mevcutsa her ikisinin de birlikte ibrası gerekir. Örneğin, ailenin mal birliğine girecek olan bir alacağı eşlerden yalnız biri ibra edemez.[182]
Yine alacak üzerinde üçüncü bir şahıs yararına fer’i bir hak varsa (rehin, intifa gibi), alacaklının iradesi ibra sözleşmesi için yeterli olmaz. Üçüncü şahsın da rızası ya da icazeti lazımdır. Bu, ibranın borcun sukutu sebeplerinden oluşu ve sukutun fer’i hakları da ortadan kaldırması kuralının bir sonucudur.[183]
Vekaletnamenin ibra konusunda özel yetkiyi içermesi halinde vekil de müvekkili adına ibra sözleşmesi yapabilir.[184]
D. İbra sözleşmesinin düzenlenme zamanı
İbra sözleşmesinin etki alanı geçmişteki bir döneme aittir. Diğer bir deyişle bu belgeler hukuki nitelikleri yönünden geçmişe yönelmişlerdir. Gelecekteki bir hak ibra sözleşmesinin konusuna girmemektedir.[185] Buna göre ilerde ortaya çıkacak olan bir alacakla ilgili olarak şimdiden bir ibra sözleşmesi düzenlenmesi olanaksızdır.
İş hukukunda işçiyi koruma ilkesinin bir yansıması olarak, hizmet akdinin devamı sırasında alınan ibranamelerin geçersiz olduğu kabul edilmektedir.[186]
Yargıtayın yerleşmiş içtihadına göre, hizmetin devamı sırasında alınmış bulunan ibra belgesi sonradan doğmuş olan işçilik haklarını hükümden düşürmez. Bu bakımdan tarafların bu yönle ilgili delilleri üzerinde durmak, delilleri karşılaştırmak ve değerlendirmekle varılacak sonuca göre karar vermek gerekir.[187] Yine Yargıtay bir başka kararında, ibranamenin tarihinin 15.2.1980 olmasına rağmen 28.2.1980 tarihine kadar tüm hakların ibra edildiğinden söz edilmiş olmasına göre, önceki hizmet dönemi için de geçersiz olduğu sonucuna varmıştır.[188]
İş hukuku uygulamasında ibranamenin en çok işe girerken alınan, açığa imzanın üst kısmının doldurulması şeklinde ortaya çıktığı söylenebilir. İşçi tarafından böyle bir iddianın ortaya atılması durumunda bunu ispat etmesi gerekir. İbranamenin işe girerken beyaza imza ya da matbu şekilde imzalanıp verilmiş olduğu hususu ibranamenin geçerliliğini doğrudan etkileyeceğinden tanıkla ispatı mümkündür.
Saymen’e göre; işe girdiği zaman veya işin devamı sırasında beyaza imza attırılan ibranamenin hiçbir geçerliliği yoktur, çünkü ibranamenin konusunu teşkil eden alacaklar ya hiç veya tamamen doğmamıştır.[189]
İşçinin işveren karşısında güçsüz olması, her an iş aktinin feshi olgusuyla karşı karşıya olması sebebiyle hizmet akdinin devamı sırasında düzenlenmiş olan ibra sözleşmesinin geçersiz olduğundan söz edilmesi, kanımca ibranamenin dar yorumlanması prensibinin çok aşırıya kaçmış halidir. Gerçekten iş akdinin devamı sırasında da feshe bağlı olan ihbar, kıdem tazminatları dışında kalan fazla mesai, hafta tatili gibi alacakların geçmiş dönem için bir kısmının ödenmesi ve bakiyesi için ibra sözleşmesi (ivazlı ibra) düzenlenmesi veya tamamını ortadan kaldıracak şekilde ivazsız ibra sözleşmesi düzenlenmesi mümkündür. Tarafların iradesinin bu şekilde oluşması durumunda, salt hizmet akdi içinde düzenlendiği için geçersiz olduğundan söz edilemez. İşçinin bu konuda iradesinin fesada uğratıldığını (hizmet akdinin feshi, baskısı ve tehdidine maruz kaldığını) çok açık bir şekilde ileri sürmesi ve kanıtlaması gerekir. Nitekim Yargıtay son yıllarda vermiş olduğu bazı kararlarında hizmet akdinin devam ettiği bir dönemde alınan ibranameleri geçerli saymıştır.[190]
E. İbra sözleşmesinin şekli
İsviçre hukukunda ibra sözleşmesi herhangi bir şekle tabi değildir. İbra edilen alacağı doğuran temel borç ilişkisi kanun veya taraf iradelerine göre bir şekle tabi olsa dahi durum aynıdır.[191]
Türk hukukunda durum tartışmalıdır. Bir görüşe göre, BK’nin 12’nci maddesi uyarınca şekle tabi bir sözleşmenin içeriğinin değiştirilmesinde aynı şekil şartına tabi olmasından hareket edilerek ibra sözleşmesinin de borç doğuran asıl ilişkide olduğu gibi şekle tabi olmalıdır.[192] Buna karşılık öğretide hakim görüşe göre ibra, akdin değiştirilmesi değil, borcun sona erdirilmesidir. Borç ister tamamen, ister kısmen ibra edilsin durum aynıdır.[193] Eren, bu görüşünü daha sonra değiştirmiş, her iki tarafı korumak için konulan bir şeklin, sözleşmede değişiklik anlamına gelen ibrada da aranması gerektiğini belirtmiştir.[194]
İspat hukuku açısından HUMK’un 288-290’ncı maddeleri arasında yazılı olan kuralların geçerli olduğunu, buna göre geçerlilik koşulu olmasa da en azından ispat şartı olarak yazılı şeklin gerektiği belirtilmelidir.[195]
Yargıtay bir kararında, köy ihtiyar heyetince tasdik olunmuş belgede ibra edenlerin parmak izlerinin bulunmaması ve yine Cumhuriyet savcılığına hitaben yazılan yazıda kimin hangi borçtan ibra edildiğinin belli olmaması sebebiyle ibranın geçersiz olduğunu kabul etmiştir.[196] Yine Yargıtay imza ya da parmak izi içermeyen ibra belgelerinin geçersiz olduğu ve usulen onanmış parmak izi taşımayan ibranamenin tanıkla ispat edilemeyeceğini kabul etmiştir.[197] Yargıtayın yeni bir kararında ise, ibranamenin hakkı ortadan kaldıran bir belge niteliğinde olduğu, buna göre iş hukuku uygulamasında yorum yapılırken özen gösterilmesi gerektiği, ibraya konu tazminat ya da alacağın kuşkuya yer vermeyecek şekilde metin içinde yazılmış olmasının gerektiği sonucuna varılmıştır.[198]
Yargıtayın en azından ispat yönünden yazılı şekil şartını aradığı söylenebilir. Ancak ibra sözleşmesinin varlığı ve geçerliliğinin tartışmalı olduğu hallere söz konusu kararlar verilmiştir ki, kanımca içeriği tam olarak belirli olan sözlü ibranameye geçerlilik tanınmalıdır. Salt yazılı olarak yapılmamış olması sebebiyle geçersiz sayılması doğru olmaz.
VII. İbra sözleşmesinin kuruluşu
Her sözleşme gibi ibra sözleşmesi de tarafların birbirine uygun irade beyanları ile oluşur. Buna göre alacaklının tek taraflı vazgeçme beyanı ibra sözleşmesi olarak adlandırılamaz. Bu, olsa olsa alacağı talep etmeme taahhüdüdür.
Çenberci ise; iş hukuku uygulamasına göre ibra belgesinin mutlaka bir sözleşme şeklinde yapılmasının gerekmediği, işçinin tek yanlı işlemi ile ibranın söz konusu olabileceğini ileri sürmüştür.[199] Ancak ibranın geçerli olabilmesi için ibra belgesinin işçi tarafından düzenlenmesinin yetmeyeceğini, aynı zamanda işverene tesliminin gerekeceğini de kabul etmiştir.[200] Gerçekten Yargıtay da, ibra yazısının işverene verilmiş olmadıkça hukuki sonuç meydana getirmeyeceği görüşündedir.[201]
İbra belgesinin işverene (borçluya) sunulması gerekliliği dahi bizi, ibranın bir sözleşme olduğuna yaklaştırmaktadır. İbra belgesinin işverene tesliminde bunu kabul etmeyen işverene (borçluya) karşı hüküm ifade etmesi düşünülemez. Gerçekten Berki’ye göre ibra; (borçlunun) reddetmemesiyle tamamlanmış olur.[202]
A. İcap
Sözleşmenin yapılması tebliğini kapsayan ve bu amaçla zaman itibarıyla daha önce yapılan, karşı tarafa (muhataba) vermesi gerekli, tek taraflı kesin ve bağlayıcı nitelik taşıyan, muhatabın kabulü ile sözleşmenin kurulması sonucunu doğuran irade açıklamasına icap adı verilir.[203]
İcabın sözleşmenin esaslı noktalarını ihtiva etmesi, kesin ve belirli olması gerekir. Ancak şarta ya da süreye bağlı olarak da yapılabilir.
Borçlar Kanununun 9’uncu maddesi uyarınca icapçı, geri alma beyanını icaptan önce ya da en geç icap ile birlikte ulaştırırsa veya icaptan daha sonra ulaşmasına rağmen muhatap önce geri alma beyanını öğrenmişse icaptan dönmek mümkündür.
İcabın alacaklı (işçi) ya da borçlu (işveren) tarafından yapılabilmesi de mümkündür. Gerçekten borçlunun (işverenin) hazırlanıp alacaklıya (işçiye) sunduğu ibraname metni bir icap sayılmalıdır. Aynı şekilde, işçinin işverene yönelttiği alacağından vazgeçtiğine dair açık ve kesin irade beyanı icap olarak değerlendirilmelidir.
Öğretide ibra iradesinin örtülü olarak ortaya konulabileceği de belirtilmiştir[204] Eren’e göre; alacaklının bir edim olmadan makbuz vermesi ya da borç senedini iade etmesi niteliği itibarıyla ibradır.[205]
Turanboy ise; alacaklının ana parayı dava edip, gecikme faizlerini talep etmemesi halinde faize ilişkin alacağı üzerinde bir ibra sözleşmesi yapmak üzere zımni bir iradesinin varlığını belirtmiştir.[206] Kanımca bu örneklerde, örtülü bir ibradan söz edebilmek için alacaklı (özellikle iş hukukunun işçiyi koruyucu ilkesi uyarınca işçinin) iradesinin alacaktan vazgeçmek konusunda kesin olduğunun ortaya çıkarılması gerekir. İspat hukuku kurallarına göre bunun kesin olarak belirlenememesi durumunda, ibra olarak değerlendirilmelerinin yerinde olmayacağı kanısındayım. İşçinin henüz alacağına kavuşmadığı bir anda verdiği makbuz ya da iade ettiği senedin alacağı ortadan kaldırması, iş hukukunda geçerli olan “ibranamenin dar yorumu” ilkesine de aykırılık oluşturur. Öte yandan hukuk usulü yargılama kurallarına göre alacağın tahsili sırasında faiz istenmemişse sonradan açılabilecek ek dava ya da asıl davada ıslah suretiyle faiz talep edilebilmektedir.
B. Kabul
Muhatapça yapılan ve sözleşmenin icaba uygun olarak kurulmasına muvafakati kapsayan irade açıklamasına kabul denir.[207] Kabul beyanında açık ya da örtülü biçimde yapılması mümkündür.
Borçlar Kanununun 6’ncı maddesinde öngörülen “münasip bir müddet içinde ret beyanının açıklanması zorunluluğu” ilkesinin zımni kabule etkisi tartışılmalıdır. İsviçre öğretisinde susmanın kabul beyanı yerine geçtiğini ileri sürenler olduğu gibi,[208] aksini savunanlar bunun, borçluyu zorla borcundan kurtarmak şeklinde değerlendirmişlerdir.[209]
Susmanın kabul beyanı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği bir yorum sorunudur. Taraflar arasındaki hukuki ilişki buna imkan veriyorsa ve ibraya ilişkin icap tamamen borçlu yararınaysa susma, kabul anlamına gelebilir.[210] Örneğin; bir işçinin masasına ibra belgesi bırakarak işyerinden ayrılması durumunda bunun, yırtılıp atılması veya işçiye iade edilmesi halinde icabın kabul edilmediği, ancak işyeri kayıtları arasında muhafaza edilmesi halinde örtülü olarak kabul edildiği şeklinde değerlendirilmesi mümkündür.
C. İrade fesadı halleri
İbra bir sözleşme olunca, sözleşme yapma iradesini sakatlayan sebepler ibrayı da geçersiz kılmaktadır. Bunlar, hata (BK md. 23-27), hile (BK md. 28), ikrah (BK md. 29-30) ve gabin (BK md. 21) olarak karşımıza çıkar.
1. Hata
Dar anlamda hata, bir durum veya olay, kısaca gerçek hakkında bilinçli olmayan yanlış veya eksik bilgidir. Hatada, tasavvur edilen şey, gerçeğe uymamaktadır. Geniş anlamda hata, bir olay veya durum hakkında bilgisizliği de içerir.[211]
Bir başka anlatımla, kişinin iradesi ile beyanı arasındaki uygunsuzluk hatayı oluşturur. Şayet gerçek durum bilinseydi bu sözleşme yapma iradesinin ortaya çıkmayacağı söylenebiliyorsa bu, esaslı hata olup, sözleşme geçersizdir. Örneğin, izin alacağında beş yıllık zamanaşımı olduğunu bilen ancak hizmet akdinin devamı sırasında bunun işlemeyeceğinden habersiz olan bir işçi, son beş yıl için yapılan bazı ödemeler karşısında, bu alacakla ilgili başkaca hiçbir hakkının kalmadığına, işvereni tamamen ibra ettiğine dair bir irade açıklamasında bulunmuşsa esaslı hatanın varlığı kabul edilmelidir. Gerçekten, işçinin çalıştığı tüm süreye ait izinlerini talep edebileceğini bilseydi bu ibra sözleşmesinin yapmayacağı söylenebiliyorsa irade beyanı ile bağlı olmadığı kabul edilmelidir.
Yine, yazılı hizmet akdinde işçi aleyhine tek taraflı cezai şart öngörülmüş olması karşısında, bunun iş hukuku uygulamasında geçersiz olduğunu bilmeyen bir işçi, cezai şart yükümlülüğünden kurtulmak için bazı işçilik haklarından vazgeçtiğine dair ibraname verdiğinde yine esaslı hatadan söz edilebilir.
Yargıtay, bu konuda ispat yükünü hata sebebiyle ibra sözleşmesinin geçersizliğini ileri süren işçiye yüklemiştir.[212]
Hatanın belirlenebilmesi bakımından objektif ölçütlerin yanında subjektif değerlendirmeler de yapılmalıdır. Muhasebe müdürü olarak çalışmış olan bir işçi tarafından tazminat ve diğer işçilik haklarının açıkça belirtilerek ibraname verilmesi durumunda, sadece kıdem tazminatı bakımından ibra sözleşmesi yapılmak istendiği, diğer hususlar bakımından yapılmış olduğunu söylemek pek mümkün olmaz.
Yargıtay bir kararında, hesabın doğru olduğunu zannederek ibra belgesi imzalanmış olduğu şeklindeki beyanın hata iddiası anlamına geldiğini ve bunun yargılama sırasında çözümlenmesi gerektiğini kabul etmiştir.[213]
2. Hile
Bir kimseyi bir irade beyanında bulunmaya veya sözleşme yapmaya yöneltmek için o kimsede yanlış bir düşünüş uyandırma ya da yanlış düşünüşü devam ettirmek amacıyla yapılan hareketler hile olarak adlandırılabilir.[214]
Borçlar Kanununun 28/1’inci maddesine göre, taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla bir sözleşme yapmaya sevk edilmişse, sözleşme, hata esaslı olmasa dahi aldatılan taraf için bağlayıcı değildir. İş hukuku uygulaması bakımından hileye şu örnek verilebilir. İşveren tüm tazminatların işçiye ödenmesi vaadiyle işçiden fazla mesai alacaklarından vazgeçmeye dair ibra belgesi almış olsun, ancak sonradan çok az bir tazminat ödemesi yaptığında işçinin, işverence hataya düşürüldüğü söylenebilir.
Yine, yeniden işe alınacağı söylenerek önceki hizmetleri yönünden işçi tarafından ibraname verilmesinin sağlanması ve bu taahhüdün yerine getirilmemiş olması durumunda işverenin hilesi söz konusudur.
İşe girerken alınan beyaza imza ya da Sosyal Sigortalar Kurumuna yapılacak bildirim için gerektiği söylenerek boş belge imzalatılması halinde ise, hileden söz edilemez. Bu gibi hallerde işçinin, ibra sözleşmesi yapması konusunda iradesi hiç oluşmamıştır.
Yargıtay, hileyi bir kimsenin bir irade beyanında bulunmaya veya sözleşme yapmaya sevk etmek için o kimsede yanlış bir düşünüş uyandırma amacı ile yapılmış hareketler olarak tanımlamış, ancak işçinin az bir çaba ile öğrenebilmesi mümkün bir olayda hile olamayacağını belirtmiştir.[215]
3. İkrah
Bir kimsenin, diğer tarafı sözleşme yapmaya sevk etmek amacıyla bilerek onda korku yaratmasına veya mevcut bir korkudan yararlanmasına ikrah denir.[216] Gerçekte hiç ortaya çıkmayacak olan sözleşme iradesi korku sonucu belirmektedir. Her korku, iradeyi sakatlayan hallerden sayılmaz. Bunun için kendisine ya da yakınlarına yönelen ağır ve derhal meydana gelebilecek bir nitelikte olmalıdır. Yine tehdit, hukuka aykırı olmalıdır. Kanuni bir hakkın ya da yetkinin kullanılacağının belirtilmesi ikrah sayılmaz. Ancak yine de, Borçlar Kanununun 30/II’nci maddesi hükmüne göre bu noktada fahiş menfaatler sağlanmışsa, bu korku nazara alınır. Örneğin; işyerinde hırsızlık suçunu işleyen bir işçi hakkında şikayette bulunulacağı belirtilerek tüm işçilik haklarından vazgeçtiğine dair ibra belgesi düzenletilmesi ikrah olarak değerlendirilmelidir.
Yine iş hukuku uygulaması bakımından ikraha bir başka örnek; iş akdi feshedilen işçiye ibraname vermemesi durumunda, bir yakınının da işine son verileceği şeklinde korkutulması halinde kanımca bu da ikrah sayılmalıdır. Zira işsizliğin çok yoğun olduğu ülkemizde bir yakınının işini kaybedeceği korkutması ciddi ve ağır bir tehlikedir.
4. Gabin (aşırı yararlanma)
Borçlar Kanununda gabin, sözleşmenin içeriğine ilişkin hükümler (md. 19-20) ile iradeyi sakatlayan sebepler (md. 23 vd.) arasında düzenlenmiştir.
Edimler arasında bir oransızlık bulunduğu, çok düşük olan karşı edim için çok yüksek bir edim veya bunun aksine, çok yüksek olan bir karşı edim için düşük bir edim taahhüt olunduğu taktirde gabinden (aşırı yararlanma) söz edilir.[217]
Gabin, iş hukuku uygulamasında ibra sözleşmesini geçersiz kılan en önemli nedenlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İbranamenin makbuz hükmünde olduğuna dair çok sayıda Yargıtay kararının[218] temel noktası budur.
Gabinden söz edebilmek için edimler arasında aşırı oransızlık (objektif unsur) yeterli sayılmaz. Karşı tarafın özel durumundan yararlanma (subjektif unsur) durumunun da varlığı aranır.[219]
Yargıtayın bir kararında, işçinin, müzayaka halinde bulunduğu sırada kendisine imzalatılan ibra belgesine itirazın, gabin iddiasını kapsadığını kabul etmiştir. İşçinin boşta kaldığı süre zarfında geçimini temin bakımından çok zor durumda kalacağı dikkate alınırsa, edimler arasında aşırı bir oransızlık bulunması halinde ibranamenin geçersiz olduğu sonucuna varılmıştır.[220]
VIII. İbra sözleşmesinin sonuçları
A. Borcun sona ermesi
İbra, alacak ve borcu doğrudan doğruya ve kesin olarak ortadan kaldırır. Tam ibrada borcun tamamı, kısmi ibrada ise borcun ibra edilen kısmı sona erer. Bunun sonunda borçlu da borcundan kısmen ya da tamamen kurtulur.[221]
Yargıtay, ibranamenin şartlı olarak yapılmış olması halinde bu şart gerçekleşmeden ibra sözleşmesine dayanılamayacağını kabul etmiştir.[222] Yargıtayın miktar yazılı olan ibranameyi makbuz sayan çok sayıda kararına göre ise borç ancak yazılı miktar kadarıyla sona erecektir.[223] Kanımca bu husus, ibra olduğu ileri sürülen belgenin geçerliliği ile ilgilidir. Yoksa miktar içerse dahi, kesin biçimde kalan alacaklardan vazgeçilmesi halinde de borcun tamamen sona erdiği kabul edilmelidir. Gerçekten Yargıtayın son yıllarda vermiş olduğu kararlarında, ibranamenin içerdiği miktar bakımından makbuz olduğunu kabul etmemiş, borcun tamamen sona erdiğini belirtmektedir.[224] Yargıtayın giderek ibra sözleşmelerinin geçerli olduğu yönünde kararlar verdiğini, ibranamenin dar yorumu ilkesinden bir miktar uzaklaşıldığını söylemek kanımca yanlış olmaz. Bu, ibra kurumunun niteliğine uygun bir çözüm tarzıdır. Miktar içeren ibraname, ivazlı ibra olarak değerlendirilmeli ve kalan alacaktan açık ve kesin biçimde vazgeçme halinde borcun sona erdiği kabul edilmelidir. Böyle bir ibra belgesinin geçersizliği, ancak irade fesadı hallerinin kanıtlanması durumunda söz konusudur.
B. Fer’i borçlara etkisi
İbra sözleşmesinde aksine hüküm yoksa asıl alacaklarla birlikte faiz, rehin, cezai şart gibi fer’i haklar da sona erer. Ancak, alacaklı, işlemiş faiz veya gerçekleşmiş cezai şart alacağını saklı tutmuşsa, ibraya rağmen bunlar varlıklarını sürdürür.[225]
Asıl alacak varlığını devam ettirirken, fer’i bir hakkın, örneğin, kefalette kefilin ibra edilmesi asıl borcun sona ermesini sağlamaz. Aynı şekilde tarafların faiz borcunu ibra etmeleri asıl borcun ibrası anlamına gelmez.[226]
C. Müteselsil borçlarda durum
Birden ziyade kimse, alacaklıya karşı aynı sebepten dolayı ve her biri borcun tamamı için asıl borçlu sıfatıyla borçlu olur, müteselsil borçtan bahsedilir.[227] Müteselsil borcun alacaklısı, borçluların tamamından ya da birinden alacağın tamamını talep edebilmektedir.
Alacaklının borçlulardan birini ya da bir kısmını ibra etmesi halinde ibranın diğer borçlulara etkisi kanunumuzda düzenlenmediği gibi, öğretide bu husus tartışmalıdır. Von Tuhr’a göre aksi açıklanmadıkça, borçlulardan birinin ibrası yalnız onun hakkında etkili olur ve diğer borçlular eskisi gibi borçlu olmaya devam ederler.[228] Buna karşılık öğretide hakim görüş ibra sözleşmesinde açıkça yazılı olmasa dahi, sözleşmenin yorumundan ya da halin icabından diğer müteselsil borçluların da ibra edildiği ortaya çıkarılabiliyorsa, ibradan diğer borçluların da yararlanabilecekleri şeklindedir.[229] Alacaklının, borcu doğuran işlemle en fazla ilgili olan borçluyu ibra etmesi ya da borç senedinin iade edilmesi gibi hallerin, diğer borçluların da ibra edilmiş olduğuna delalet edebileceği ileri sürülmüştür.[230]
Öğretide müteselsil borçlarda ibra konusunda bir başka yaklaşım da, ibra edilen borçlunun iç ilişkideki sorumluluğu kadar borcun diğer müşterek borçlular yönünden de sona ereceği görüşüdür.[231] Kanımca, borcun, diğer müteselsil borçlular yönünden ibra edilen borçlunun iç ilişkideki sorumluluğu nispetinde sona ermesi görüşü daha isabetlidir. Aksine çözümde, ibra sözleşmesi ile borç, alacaklı tarafından müteselsil borçlulardan biri lehine ortadan kaldırıldığı halde diğer müteselsil borçluların rücu taleplerine maruz kalabilmesi söz konusu olur. Bir başka anlatımla, borçlulardan birisinin ibra edilmiş olmasına rağmen borcun tamamını ödemek zorunda kalan diğer müteselsil borçlunun, ibranın tarafı olan borçluya rücu etmesi sonucu ortaya çıkar ki, oysa ibranın etkisi borcun tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Borç ibra ile son bulduğundan rücu mümkün kabul edilmez ise de, bu defa ibranın tarafı olmayan müteselsil borçlular yönünden hisselerine düşenden daha çok, sorumlu oldukları şeklinde sonuca ulaşılmış olur.
Yargıtay bir kararında,[232] alacaklıyı tatmin etmeyen (kusursuz imkansızlık, ibra, tecdit, sulh, zamanaşımı) hallerde de borçlulardan birinin borçtan kurtulması sonucunu doğuran sebebin diğer borçlulara kısmen sirayet edeceğini kabul etmiştir.
Yine Yargıtay bir başka kararında,[233] trafik kazası sonucu yaralanan bir şahsın açmış olduğu manevi tazminat davasında, 5/8 ve 3/8 oranlarında kusurlu olan müteselsil borçlulardan birinin ibra edilmesi halinde diğer borçlunun sorumluluğunun ibra edilenin kusuru nispetinde azaltılacağı sonucuna varmıştır.
İş hukuku uygulaması bakımından müteselsil borçluluk daha çok işyeri devri halinde ortaya çıkar, 1475 sayılı İş Kanununun 14’üncü maddesi uyarınca kıdem tazminatından devralanın devredenle birlikte sorumluluğu öngörülmüştür. Yine, Borçlar Kanununun 179’uncu maddesi uyarınca işyeri devri halinde devreden ile devralanın birlikte sorumluluğu söz konusu olabilir. Katıldığım görüşe göre, devreden işverenin alacaklı (işçi) tarafından ibra edilmesi halinde, devreden işverenin sorumluluğu kadar devralanın borcu da sona erer. Devralan işverenle alacaklı işçi arasında ibra sözleşmesi yapılması halinde ise, borcu doğuran işlemle en fazla ilgili olan borçlunun ibra edilmiş olması sebebiyle devralanın da ibra edilmiş olduğu sonucuna varılabilir. Ancak bu ikinci örnekte borcun daha çok kimin döneminde oluştuğu belirlenmelidir. Gerçekten, devreden nezdinde uzun yıllar çalıştıktan sonra devralana bağlı olarak kısa bir süre çalışan işçinin devralana ibraname vermesi halinde, önceki işverenin borcunun da ibra edilmiş sayılabilmesi, ibra sözleşmesinde bu yönde açık düzenleme olmasına bağlıdır. Ayrıca ibra sözleşmesinde çalışılan tüm süre açıklanmış ve buna göre ivazlı veya ivazsız bir ibra söz konusuysa, önceki işveren dönemiyle de ilgili olarak son işverenin ibra edildiği, buna göre devreden işveren açısından da borcun son bulduğu söylenebilir. Yine asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu bulunan hallerde, işçinin doğrudan bağlı bulunduğu alt işverene verilen ibraname, aksi açıkça öngörülmedikçe ve halin icabından anlaşılmadığı sürece asıl işveren bakımından da sonuç doğurur.
IX. İş hukukunda ibra sözleşmesinin dar yorumu ilkesi
A. Öğreti görüşü
Şekil adaleti gerçek adalete yaklaştığı ölçüde toplumda huzursuzluklar azalacaktır. Bir hukuk kuralı yorumlanırken bu esastan hareket edilmelidir. Tek yanlı yorumlar daima toplumda hoşnutsuzluk yaratır. Burada her şeyden önce milli çıkarlarımızın doğrultusunda bir yorum yapılmalıdır.[234]
İş hukukunda işçi lehine yorum geniş bir şekilde uygulama alanı bulmaktadır. İşveren karşısında işe ihtiyacı olan işçi korunmaya muhtaçtır. İşsizliğin yüksek oranda olduğu ülkemizde yeniden iş bulmanın güçlüğünü dikkate alan ve geçinmesi için çalışması gereken bir işçi, işe girerken imzalı boş kağıt verebilmekte ya da matbu bir ibra belgesi imzalamayı göze almaktadır. Yine hizmet akdinin devamı sırasında işverence bu tür belgelerin imzalatılması söz konusu olabilmektedir. Hatta, akdin feshinden sonra hak kazanabileceği miktarların çok altında ödemelere rağmen ihtiyacı olan paraya bir an önce kavuşabilmek için bakiye haklarından vazgeçtiğine dair belge düzenlemesi de uygulamada sıkça karşımıza çıkmaktadır.
İbranın hakkı ortadan kaldıran bir belge oluşu, geçerliliği konusunda dar bir yoruma tabi tutulması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Öğretide bu tür yorum tarzı benimsenmiş, ibranamenin genel bir anlatım içermesi halinde ibranın söz konusu olmayacağı, vazgeçilen alacakların açık ve kesin olarak belirlenmesi gerektiği kabul edilmektedir.[235] Bununla birlikte Türk iş hukuku bakımından kendine özgü kuralları olan bir ibra ya da ibra sözleşmesi ortaya konulmuş değildir. Daha çok Yargıtayın iş davalarının temyiz incelemesi yapılan dairelerinin kararları üzerinde durularak yorum yoluna gidildiği görülmektedir.
B. Yargıtay uygulaması
İbra sözleşmesinin genel hatlarıyla incelendiği bu çalışmada pek çok başlık altında iş hukuku uygulamasını gösteren Yargıtay kararlarına yer verilmiştir. Ancak, bir yandan ibranamenin borcu sona erdiren etkisi, öte yandan işçiyi koruma borcunun buna yansıması, uygulamada başka ölçütlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu kriterlerin ayrı başlıklar halinde incelenmesinin, hangi ibranamenin geçerli olduğu konusunda bazı tereddütlerin ortadan kaldırılması için gerekli olduğu düşüncesiyle Yargıtay kararlarının belli bir sistem dahilinde incelenmesi gerekmiştir.
1. İbranamenin makbuz sayılması
Miktar içeren ibranamenin makbuz olarak değerlendirilmesi gerektiğine dair çok sayıda Yargıtay kararı vardır. Belgede, belli bir miktar ödemenin gösterildiği ve işverenin hiçbir borcunun kalmadığına dair açıklamanın yer aldığı bir durumda, buna, ibraname olarak değer verilmemiştir.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 27.4.1983 tarihinde vermiş olduğu karar şu şekildedir: “... işçinin, işverene verdiği ibranamenin, kural olarak, işçiye yapılmış olan ödemeyle sınırlı olmak üzere bağlayıcılığı asıldır. İş hukukunun işçiyi koruyucu amacı göz önünde tutulduğunda, bu konuda dar yorum esasının benimsenmesi ve yine kural olarak bir işçinin işvereni karşılıksız olarak ibra etmesinin ihtimal dışı olması da bu kabul tarzını destekleyici bir nitelik taşır (YHGK’nın 16.6.1971 gün ve E.1215, K.378). Yine yargısal kararlarda işçiye yapılmış ödemelerin miktarını belirleyen ve ibraname adı altında düzenlenmiş olan belgelerin makbuz niteliği taşıdığı kabul edilmiştir (YHGK’nın 17.3.1978 gün ve E.1977/10-26, K.1978/250). Hâl böyle olunca, davacının makbuz niteliğindeki bu ibraname dışında kalan haklarını ve bu arada noksan ödeme varsa bu kesin alacağını istemesini engelleyici bir sebep bulunmamaktadır...”[236]
Yine Yargıtayın bir başka kararında, ibraname ile birlikte yapılan ödeme belgeleri de mahkemeye sunulduğuna göre, bütün bunların göz önüne alınarak ibranamenin makbuz niteliğinde sayılması gerektiği kabul edilmiştir.[237]
Yargıtayın 1973 yılında verdiği bir başka kararında; “... iş kazasının gerektirdiği tazminat miktarı, belgede yazılı olandan daha önemli bir meblağı teşkil ediyorsa, o taktirde bu belgeye, zararın tümünü kapsayan ibraname gözüyle bakmak isabetli olmaz. Böyle bir belge ancak bir makbuz niteliği taşır ve ihtiva ettiği miktar için geçerli olur. Aksi düşünce iş hukukunun işçiyi koruma borcu ile bağdaşmaz. İş kazası sonucu beden gücünü 2/3 oranında kaybeden ve henüz çalışabilecek çağda olan davacının bu maluliyeti karşılığındaki zararlarının... liradan daha fazla olacağının muhtemel görülmesi böyle bir incelemeyi gerekli kılmaktadır...”[238]
Yargıtay Onuncu
Hukuk Dairesinin 1978 yılında vermiş olduğu bir kararında “... bir işçinin zararının karşılığını almadan zarardan sorumlu olanı ibra etmesi hayatın olağan akışı ile bağdaşmaz. İbranameden söz edebilmek için tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık bir oransızlık bulunmaması gerekir. Açık oransızlık bulunduğu durumlarda ise, bu belge ibraname değil, makbuz niteliğindedir...”[239] şeklindedir. Yine, Yargıtay Yirmibirinci
Hukuk Dairesinin bir kararında; “... Gerçek anlamda ibranameden söz edebilmek için, tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık oransızlık bulunmaması koşuldur. Başka bir anlatımla, açık oransızlığın bulunduğu durumlarda, anılan belge makbuz niteliğindedir...”[240] denilmekle, Yargıtayda iş davalarının temyiz incelemesinin yapıldığı her üç dairede de ibranamenin dar yorumu ilkesinin kabul görüldüğü söylenebilir. Yargıtayın bu görüşü, ibra sözleşmelerinin bazı sakıncalarını gidermeye yöneliktir ve öğretide kabul görmektedir.[241]
Yargıtayın son yıllarda verdiği kararların yukarıda belirtilen kararlardan farklı olduğu, ibranameye daha fazla geçerlilik tanındığını söylemek yanlış olmaz. 1997 yılında verilmiş olan bir YHGK kararında, miktar içeren ibra belgesinin makbuz niteliğinde kabul edilmesinin hatalı olduğu, diğer alacak ve haklardan açıkça feragat ettiği yazılı olduğuna göre isteklerin reddinin gerekeceği sonucuna varılmıştır.[242]
1998 yılına ait bir başka YHGK kararında da, işçinin ücret farkı alacağı hesaplandığı halde, çalıştığı süre boyunca, ücret, sosyal haklar, bildirim ödemesi, kıdem ödencesini tamamen aldığını, başkaca hak ve alacağının bulunmadığını belirtmiş olması sebebiyle, ücret farkı isteğinin reddinin gerekeceği kabul edilmiştir.[243]
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 1999 yılında verdiği bir kararından ise, önce Yargıtayın özel dairesince ibranamenin hakkı ortadan kaldıran itiraz niteliğinde olması sebebiyle dar yoruma muhtaç olduğu, belgenin ekli hesaplamalarla ilgili olduğu içerikleri ile sınırlı bulunduğu noktasından yerel mahkeme kararının bozulduğu, ancak yerel mahkemenin direnme kararı üzerine anılan kurul tarafından direnme kararının onandığı anlaşılmaktadır.[244]
Ancak Yargıtayın ibranameyi miktarla sınırlı makbuz sayan görüşünden tamamen ayrıldığı da söylenemez. 2000 ve 2001 yıllarında vermiş olduğu bazı kararlarında miktar içeren ibranamenin makbuz hükmünde olduğu, hesaplanacak olan farkının hüküm altına alınması gerektiği kabul edilmiştir.[245]
İşte bu noktada miktar içeren ibranamenin makbuz sayılması ya da ivazlı ibra kabul edilmesi ayrımının kriterinin sübjektif olduğu söylenebilir. Bunda, yapılan ödemenin gerçekte hak kazanılandan çok uzak oluşu, işçinin eğitim durumu, ifa ettiği görevin özellikleri, müzayaka halinde olup olmadığı önem kazanmaktadır. Öte yandan ibranamenin düzenlenme şekli de belirleyici olmaktadır. Örneğin; tazminat ve alacakların tahakkuk belgeleri ile birlikte imzalatılan ve “başkaca hak ve alacağının bulunmadığını” belirten bir ibra belgesi ödemeyi ispata yarayan bir belgeden başka bir anlam ifade etmez. Ancak, işyerinde muhasebe müdürü ya da personel müdürü olarak çalışmış olan bir işçinin, iş akdinin feshinde düzenlenmiş olduğu “... yukarıda yazılı miktarlardan fazlaya dair haklarından vazgeçtiğini...” bildiren ibraname ivazlı ibra olarak nitelendirilmelidir.
Bu bahisle son alarak Yargıtayın ibraname metninde geçen “feragat” sözcüğüne önem verdiği belirtilmelidir. Yukarıda belirtilen (101, 102 ve 103 no’lu dipnotta yazılı) kararlar ile 2001 yılında verilen bir başka kararın[246] temel noktası, feragat sözcüklerine yer verilmiş oluşudur. Yargıtaya göre “fazlaya dair haklardan feragat ettiği” şeklinde ibare belgeye ibra değeri kazandırmaktadır. Kanımca ibranamede yer alan “vazgeçme” sözcüğü de aynı şekilde değerlendirilmelidir. Zira her iki sözcük arasında anlam farkı bulunmamaktadır. Feragat ya da vazgeçme sözcüklerine yer verilmiş oluşu ibra belgesinin unsurları bakımından gereklidir. Kanımca bu şekilde, ibranamede yazılı miktarlar dışında açıkça bir vazgeçme söz konusu ise ibra gerçekleşmiş demektir. Ancak, “... yukarıda yazılı miktarların ödendiği, işverenin ibra edildiği ...” şeklinde ifade tarzı, ibranamenin makbuz hükmünde sayılmasını gerektirir.
2. İbranameye dayanılmakla birlikte hak kazanılmadığı savunması
Yargılamaya konu olan işçilik hakkının gerçekleşmediği bu nedenle ödenmesinin gerekmediği savunması ile birlikte ibra edildiğinin ileri sürülmesi çelişkili bir durumdur. İbraya konu olabilecek kesin bir alacağın varlığı ibra sözleşmesinin unsurlarındandır. Böyle bir çelişkili savunma halinde ibra belgesinin hüküm ifade etmeyeceği görüşü, Yargıtay tarafından istikrarlı biçimde benimsenmektedir.[247]
Yargıtay 2002 yılında vermiş olduğu bir kararında da “... davalı işveren cevap dilekçesinde davacının ihbar ve kıdem tazminatlarına hak kazanmadığını savunmuştur ki, bu durum ibraname ile ödendiği itirazı ile çelişki oluşturmaktadır ...” denmek suretiyle görüşünün aynı çizgide olduğu görülmektedir.
Yargıtayın 1969 yılında vermiş olduğu bir karar bu konuda istisnaların belirlenmesi bakımından önemlidir. Anılan kararda “... Davalı, anılan ibranameye dayanmakla beraber, istek konusu hakların ödenmemesi gerektiğini de savunmaktadır. Davalı, kural olarak, davaya esas olan alacağın ödenmesinin gerekmediğini ileri sürmüşse, artık ibra savunmasında bulunamaz. Çünkü, ibranamenin verilmesi için aslolan, bir hakkın varlığıdır. Öbür yandan, davalı ödeme mecburiyeti bulunmamasına rağmen insani bir düşünce, ya da bir çekişmeye yer vermemek gibi nedenlerle ödemede bulunduğunu iddia etmiş değildir...” denilmek suretiyle iki halde çelişkinin söz konusu olmayacağı açıklanmıştır.[248] Bu durumda işveren, gerçekte işçinin hak kazanmadığını ileri sürdüğü bir alacakla ilgili olarak, insani nedenlerle ya da icra takibi veya dava ile karşılaşmamak için ödeme yapmışsa, bu konuda ibra belgesine dayanabilecektir.
3. İbra sözleşmesinde ihtirazı kaydın etkisi
Bir ibra sözleşmesinde alacaklının alacağından vazgeçtiği hususu açık ve seçik olarak belirtilmelidir. Aynı sözleşme içinde bu yönde tereddüt uyandırabilecek bir başka beyanın bulunması, iradenin gerçek olmadığını gösterir. Bu noktada yazılı olan ihtirazı kaydın içeriği önemlidir. Uygulamada sıkça rastlandığı üzere fazlaya dair hakların saklı tutulması, belgede öngörülen miktarlar ve aynı zamanda yazılı olmayan alacak kalemleri bakımından vazgeçme iradesinin olmadığını gösterir. Ya da ibranamede belli bir alacağın ödenmemiş olduğunun bildirilmesi, bu alacakla ilgili ibra etmeme beyanıdır. Miktar içermeyen bir ibranamede işçinin, “kıdem tazminatı ..... TL. aldım” şeklindeki yazısı, ibranamenin bu miktarla sınırlı makbuz etkisini gösterir.
Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi bir kararında, “... ihtirazı kayıt dermeyan edilmeden imzalanan ibranameler geçerlidir...” denilmek suretiyle, ihtirazı kaydın ibra belgesini geçersiz kıldığı kabul edilmiştir.[249] Yine Yargıtayın aynı dairesinin iki ayrı kararında, “... her türlü kanuni haklar saklı...” tutulduğundan bunun dava konusu istekleri kapsamayacağı belirtilmiştir.[250]
İhtirazı kayıt içeren ibraname konusunda Yargıtay’ın yeni kararları da aynı doğrultudadır. Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesinin 1998 yılında verdiği bir kararında, kıdem tazminatının tamamen ödendiği ancak kanundan doğan hakların saklı olduğu şeklindeki ihtirazı kaydın faizi kapsadığı ve faiz istenebileceği sonucuna varılmıştır.[251]
4. İbranamenin düzenlenme zamanının sonuca etkisi
Bu konuda öğreti görüşleri yukarıda incelenmişti. Burada Yargıtayın bazı kararları üzerinde durulacaktır.
Yargıtaya göre işe girerken alınan bir ibraname geçerli değildir, çünkü henüz doğmamış bir haktan feragat edilemez.[252]
Yargıtayın anılan dairesinin bir başka kararında “... iş akdinin devamı sırasında alınan ibranameye geçerlilik izafe edilemez...”[253] denmek suretiyle, ibranamenin düzenlenme zamanının fesihten sonraki bir zaman olması gerektiği belirlenmiştir. Kanımca hizmet akdinin devamı sırasında alınan ibranamelerin hiçbir şekilde geçerli olmadığını söylemek doğru olmaz. Gerçekten akdin feshinde ortaya çıkan tazminat ve işçilik hakları dışında kalan ve çalışırken ödenmesi gereken işçilik alacakları için ibra sözleşmesi düzenlenmesi mümkündür. Ancak, bu halde irade fesadı ile ilgili ileri sürülebilecek bir iddianın işçi lehine yorumlanmak suretiyle değerlendirilmesi gerekir. Yargıtayın bir kararında, iş sözleşmesinin devamı sırasında doğmuş olan hakların ibrasına ilişkin belgenin, fesih sonucu gerçekleşebilecek istekleri kapsamadığı belirtilmiştir.[254] Bu kararın içeriğinden, iş sözleşmesi sırasında doğmuş olan alacakların akdin devam ettiği bir sırada ibrasının mümkün olabileceği ortaya çıkmaktadır.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 2001 yılında verdiği bir kararında[255] 1.10.1999 tarihini taşıyan ve ihbar tazminatının ödendiğine dair ibranamenin, akdin 15.2.2000 tarihinde son bulmuş olması sebebiyle geçersiz olduğu sonucuna varılmıştır.
İşe girerken beyaza imza ya da belli bir metin imzalatılmak suretiyle alınan ibranamenin geçersizliği konusunda öğreti ve Yargıtay kararları arasında tam bir uyum vardır.[256]
5- Miktar içermeyen ibraname
Yargıtayın miktar içermeyen ibranamelerle ilgili farklı çözümlere ulaştığı görülmektedir. Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesinin 1996 yılında vermiş olduğu bir kararında[257] ibranamede alındığı ileri sürülen işçilik hakları ile ilgili olarak diğer delillerin de araştırılacak sonuca gidilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Böyle olunca, miktar içermeyen ibraname ibra konusunda yeterli kabul edilmemiş, ayrıca araştırma yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Anılan dairenin bir başka kararında ise,[258] “... ibranameye itibar edilerek ihbar ve kıdem tazminatı istekleri reddedilmiş ise de anılan ibranamede bu tazminatların davacıya ödendiğine dair bir kayda yer verilmemiştir. İbraname gibi hakkı ortadan kaldıran bir belgenin iş hukuku uygulamasında yorumlanırken özen gösterilmesi gerekir. Bu bakımdan bir alacak ya da tazminatın ödenmesi söz konusu ise bunun metin bölümünde kuşkuya yer vermeyecek biçimde açıklanması gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından zorunludur. Dosyadaki belge bu niteliği taşımadığından hükme esas alınamaz...” denmek suretiyle ödeme olgusunun ortaya konulamadığı hallerde bu tür ibranamelerin geçersiz olduğu sonucuna varılmıştır.
Yargıtayın son yıllarda vermiş olduğu çok sayıda kararı ise miktar içermese de tazminat ve alacak kalemlerinin açıkça belirtilmesi durumunda ibranamenin geçerli olduğu şeklindedir. Örneğin; 1998 yılında verilmiş olan bir kararda,[259] “... bu ibranamede davacı, çalıştığı süre boyunca ücret, sosyal hakları, bildirim ödencesi ve kıdem ödencesi gibi İş Kanunu ve toplu iş sözleşmesinden doğan tüm haklarını tamamen aldığını bildirmiştir. Bu ibranamede davacı davalıyı tam anlamıyla ibra etmiş ve herhangi bir alacağı bulunmadığını ihtirazı kayıt öne sürmeden açıklamış ve imzalamıştır. Bu durumda davanın reddi gerekirken...” denilmek suretiyle miktar yazılı olmayan ibranameye geçerlilik tanınmıştır.
Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesinin 25.4.2000 tarihinde vermiş olduğu kararda ise, “... Davacı iş akdinin feshinden sonra verdiği ibranamede ikramiye, fazla mesai ücreti ile diğer işçilik alacaklarını tek tek zikrederek tamamen aldığını ifade etmiştir. Bu durumda sözü edilen ibranameye itibar edilerek, burada sözü geçen alacaklarla ilgili isteklerin reddine karar vermek gerekirken kabulü doğru değildir...” denilmiştir.[260] Yargıtayın “... hizmet akdinin feshini müteakip verdiği ve kaydi itirazı koymadığı ibranamede rakam zikretmeksizin dava konusu alacakları ayrı ayrı sayarak kabul etmiş ve davalı işvereni ibra etmiştir. Bu ibranamedeki imza inkar edilmediği gibi ibranamenin davacının el yazısı ile yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu ibranameye itibar edilerek davanın reddi gerekirken yazılı şekilde isteğin kabulü bozmayı gerektirmiştir.”[261] kararı ile, “davacı hizmet akdinin feshinden sonra, el yazısı ile yazıp ihtirazı kayıt koymaksızın imzaladığı ibranamede tüm işçilik haklarını tek tek sayıp göstermek suretiyle aldığını, başka bir hak ve alacağı kalmadığını belirtmiştir. İbraname hakkı sonlandıran bir belgedir. Bu nedenle davanın reddi gerekirken kabulü hatalıdır”[262] kararı, anılan Dairenin ibranameyi daha geniş şekilde yorumladığını göstermektedir. Yargıtayın bu son kararlarında, “fesihten sonra” denmek suretiyle ibranamenin verilme zamanının önemi vurgulanmış, “el yazısı” sözcükleri ile iradenin net bir şekilde ortaya koyulmuş olduğu belirtildikten sonra, “tüm işçilik haklarının tek tek sayılması” ibaresine yer verilerek de kapsamı belirlenmiştir. Kanımca bu kararda belirleyici olan el yazısı ile yazılmış olması değildir. Daktilo ya da bilgisayar çıkışlı belgelerin de aynı şekilde değerlendirilmesi gerekir. Ancak, matbu ibranamelere daha fazla şüphe ile yaklaşmak gerektiği görüşündeyim.
Bu konuda Yargıtayın bir başka kararında,[263] “... ibranamede miktar belirtilmek suretiyle ihbar ve kıdem tazminatlarının ödendiği yazılıdır. Öte yandan ibranamenin son paragrafında, ihbar ve kıdem tazminatı ile birlikte ücret, ikramiye, hafta tatili, ulusal bayram, genel tatil, fazla çalışma, yıllık izin, prim, giyim ve sosyal yardımlarla ilgili alacağının olmadığı da belirtilmiştir. Davaya konu olan diğer işçilik haklarının bir kısmı ibranamede belirtilmiş değildir. Böyle olunca ibranamede yer almayan dava konusu işçilik hakları bakımından toplu iş sözleşmesi, işyeri kayıtları ve ödeme belgeleri getirtilerek bir inceleme yapılmak suretiyle sonuca gidilmelidir.” şeklinde sonuca varıldığı, kararın oy çokluğuyla alındığı, buna, “... ibranamede davacıya ihbar ve kıdem tazminatı olarak ödenen miktarlar açıkça yazılmış ve davacı bu miktarları aldığını kabul etmiştir. Davacı ayrıca fazlaya ilişkin ihbar ve kıdem tazminat alacaklarından feragat ettiğini bildirmemiştir. Bu nedenle dayanılan belge sulhname ve feragatname niteliğinde değildir. Bu tür belgeler Dairemizin istikrar kazanmış uygulamasına göre ödenen miktarları açıklanan ihbar ve kıdem tazminatları yönünden makbuz niteliğinde kabul edilmektedir. Somut olayda Dairemizin bu görüşünden dönülmesini gerektiren bir düzenleme de mevcut değildir.” ve “ibraname bir sözleşmedir. Özellikle iş hukukunda ibraname sözleşmesi içeriği, işveren kayıtları ve diğer belgelerle doğrulanmadan ona itibar edilmesi adaletsiz sonuçlar doğurur. İbranamenin denetimi işçi ve işverence de bir güvence oluşturur. Somut olayda davacı işçinin toplu iş sözleşmesine göre haklarının tam olarak ödenmediği, eksik hak ve alacakların irdelenmesi gerekir.” şeklinde iki ayrı karşı oy yazılmıştır.
X. Sonuç
Türk Borçlar ve İş Kanununda düzenlenmemiş olan ibra, öğretide İsviçre hukukuna paralel bir çerçevede benimsenmiş,[264] çok sayıda Yargıtay kararına konu olmuştur. Gerek borçlar hukuku ve gerek iş hukuku bakımından ibranın gerçek bir ihtiyaca cevap verdiği söylenebilir.
Uygulamadaki ihtiyaç, bu belgeleri özellikle iş hukukunda oldukça sık kullanılır hale getirmiştir. Zira, hizmet sözleşmelerinin sona ermesinde özellikle işverenler ilerde herhangi bir hukuki yükümlülük altına girmemek amacıyla yaygın bir şekilde hizmet sözleşmesi sona eren işçinin elinden bu tür belgeler almak yolunu seçmektedirler.[265]
Bir ibra sözleşmesi ile işverenin de bazı hak ve alacaklarından vazgeçmesi mümkündür. Hizmet sözleşmesinin feshi sırasında işverenden daha önce almış olduğu avansları kapatan bir işçi ya da hizmet sözleşmesi hükmü gereği cezai şart yükümlüsü olan işçinin, işverenden ibra belgesi alması da, ilerde ortaya çıkabilecek bazı ihtilaflarda önemli bir imkan sağlayabilir.
Çalışma hayatında çok sık başvurulan ve iş yargısını bu denli meşgul eden bir kurumun yasal düzenlemeye kavuşturulması bir zorunluluktur. Konunun, Borçlar Kanununda yer alması gerekliliğinin ötesinde, İş Kanununda mutlaka ayrıca ele alınması ve işçi lehine yorum ilkesinin sağladığı korumanın sınırlarının belirlenmesi yerinde olur. 10.6.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanununda da bu konuda bir düzenlemeye gidilmemiş olması, kanımca önemli bir eksikliktir. Oysa bir ibra sözleşmesinin şeklinin ve unsurlarının belirlenmesi, asıl önemlisi hangi hallerde geçerli olduğunun hem işçi hem de işveren tarafından önceden bilinmesi, hukukun etkinliği ve güvenirliği bakımından çok önemlidir.
K A Y N A K Ç A
Akıntürk, Turgut, Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971.
Arsebük, Esat, Borçlar Hukuku, Ankara 1943.
Becker, H. , İsviçre Medeni
Kanun Şerhi, VI. Cilt, Borçlar Kanunu, I. Kısım, Genel Hükümler, Fasikül IV (Çeviren, Dr. Saim Özkök).
Berki, Şakir, Borçların Sukutu, AÜHF., Cilt XII.
Centec, Tankut, İş Hukukunda Ücret, İstanbul 1968.
Çelik, Nuri, İbranamenin Niteliği ve Kapsamı, İHU İş Kanunu Md. 26, No:1, İst. 1982.
Çenberci, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1972.
Çenberci, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1976.
Çenberci, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978.
Doğan, Mürsel, Türk İş Hukukunda İbra Sözleşmesi, Yargıtay Dergisi, Cilt 5, Sayı 1.
Eren, Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 3. Baskı, Cilt III., Ankara 1991.
Eren, Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 2001.
Feyzioğlu, F. N., Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, Cilt II, İstanbul 1969.
Günay, C. İlhan, Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, Cilt 2.
İnan, A. Naim, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 3. Baskı, Ankara 1984.
Keser, Hakan, İş Hukukunda İbraname Uygulamaları, Kamu-İş, C. 5, 1999, Sayı 1.
Kılıçoğlu, M.Ahmet, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt 2, Ankara 2001.
Kılıçoğlu, Mustafa, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1999.
Oğuzman, M. Kemal, Hizmet Akdinin Feshi, İstanbul 1955.
Oğuzman, M. Kemal, Borçlar
Hukuk Dersleri, Cilt 1, 4.Baskı, İstanbul 1987.
Saymen / Elbir, Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1958.
Saymen, F. H., Türk İş Hukuku, İstanbul 1954.
Tandoğan, Haluk, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Cilt 1, 3. Bası.
Tanrıver, Süha, Konkordato Komiseri, Ankara 1993.
Tekinalp / Çamoğlu, Türk Ticaret Kanunu, İstanbul 1969.
Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7. Baskı.
Tekinay, S. Sulhi, Borçlar Hukuku, 5. Bası, İstanbul 1985, Cilt 2.
Tunçomağ, Kenan, Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt 1, 6. Bası, İst. 1976.
Tunçomağ, Kenan, Türk İş Hukuku, İstanbul 1971.
Turanboy, K. Nuri, İbra Sözleşmesi, Ankara 1998.
Uygur, Turgut, Açıklamalı - İçtihatlı Borçlar Kanunu, Ankara 1990, Cilt 2.
Yargıtay Kararlar Dergisi, Cilt IX, Sayı 6 – 11.
[140] İsviçre Medeni Kanununun 115’inci maddesi şu şekildedir.
Anlaşma yoluyla kalkma:
Mükellefiyetin doğması bir şekle bağlı veya taraflarca bir şekil şartı kabul edilmesi halinde dahi, alacak tamamen veya kısmen tarafların anlaşması ile hiçbir şekle tabi olmaksızın ortadan kaldırılabilir. İsviçre Borçlar Kanunu Şerhi, Dr. H. Becker; Çeviren Dr. Saim, Özkök; Ankara 1972, s. 72.
[141] Berki, Şakir; Borçların Sukutu, AÜHF, C. XII, s. 237.
[142] Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1972, s. 522.
[143] Tekinalp, Çamoğlu; Türk Ticaret Kanunu, İstanbul 1969, s. 177.
[144] Doğan, Mürsel; Türk İş Hukukunda İbra Sözleşmesi, Yargıtay Der., C. 5, S. 1, s.166.
[145] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 985. Arsebük, Esat; Borçlar Hukuku, Ankara 1943, s. 467. Kılıçoğlu, M. Ahmet; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C. 2, Ankara 2001 s. 554. Tekinay, S. Sulhi; Borçlar Hukuku, 5. Bası, İstanbul 1985, C. II, s. 1319. Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, 6. bası, İstanbul 1976, s. 1171. Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. III, 3. bası, Ankara 1991, s. 468. Berki, Şakir; Borçların Sukutu, AÜHF, C. 12, S. 1, s. 237.
[146] Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, İstanbul 1971, s. 285. Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1976, s. 537. Kılıçoğlu, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1999, s. 751. Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, C. 2, s. 1361.
[147] Türk Dil Kurumu Sözlüğü ve Türk
Hukuk Lügati (THK yayını), s. 357.
[148] Berki, Şakir; agm., s. 237.
[149] Berki, Şakir; agm., s. 237.
[150] Nakleden Turanboy, K. Nuri; İbra Sözleşmesi, Ankara 1998, s. 29.
[151] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 24.11.1999 gün, 1999/9-968 E., 1999/983 K. ve Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 26.2.2001 gün ve 2000/19872 E., 2001/3451 K.
[152] Tunçomağ, Kenan; İş Hukuku, s. 277.
[153] Doğan, Mürsel; age., s. 170.
[154] Berki, Şakir; agm., s. 238.
[155] Doğan, Mürsel; age., s. 170.
[156] Berki, Şakir; agm., s. 237.
[157] Turanboy, K. Nuri; age., s. 55.
[158] Eren, Fikret; age., s. 470. Kılıçoğlu, M. Ahmet; age., s. 554. Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku, s. 1172. Berki, Şakir; agm., s. 240.
[159] Yargıtay Dördüncü
Hukuk Dairesi, 13.4.1963 T., 2939/3710 ve Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 6.7.1967 T., 7072/6175. Çenberci, Mustafa, age., 1976, s. 545.
[160] Bucher, Eguen; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 30.
[161] Turanboy, K. Nuri; age., s. 30.
[162] Gernhuber, Joochim; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 32.
[163] Wolf Ernst, Bloyemer Arwed; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 32.
[164] Von, Tuhr; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 32.
[165] Yargıtay Onbirinci
Hukuk Dairesi., 17.6.1974 gün, E.1974/1916. K. 1976/1983
[166] Blomeyer, Arşed; Nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 34. Becker, H.; Nakleden Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku, s. 1177. Aynı konuda YHGK, 26.6.1971 gün, 1971/9-58 E., 1971/418 K.
[167] Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, s. 278.
[168] Turanboy, K. Nuri; age., s. 50-51.
[169] Tandoğan, Haluk; Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C. 1, 3. Bası, s. 13.
[170] Schleup, Walter R.’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 43.
[171] Oser / Schönenberger’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 45.
[172] Schleup’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 45.
[173] Kılıçoğlu, Mustafa; age., s. 751. Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, s. 278 vd.
[174] Turanboy, K. Nuri; age., s. 35.
[175] Happek K.’den nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 38.
[176] Tanrıver, Süha; Konkordato Komiseri, Ankara 1993, s. 3.
[177] Tunçomağ, Kenan; Borçlar Hukuku, C.1, Genel Hükümler, 4. Bası, İst. 1969, s. 685.
[178] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 6.8.1964 T., 5288-5147, (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 574).
[179] Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, s. 280.
[180] Dogan, Mürsel; age., s. 170.
[181] Yargıtay Onuncu
Hukuk Dairesi, 25.2.1977 T., 5466-1351, (Uygur, Turgut; Borçlar Kanunu, 2. C., 1990, s. 523).
[182] Berki, Şakir; agm., s. 239.
[183] Berki, Şakir; agm., s. 240.
[184] Dogan, Mürsel; agm., s.171 - Berki, Şakir; age., s. 240.
[185] Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 579.
[186] Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, C. 2, s. 1362. Saymen, F. H.; Türk İş Hukuku, İstanbul 1954, s. 614. Oğuzman, M.K., Hizmet Akdinin Feshi, İstanbul 1955, s. 287. Doğan, Mürsel; agm., s. 173.
[187] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 11.6.1970 T., 1600-6202.
[188] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 21.6.1983 T., 1983/3591 E. – 5670 K. (Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, s. 1535).
[189] Saymen, F.H.; age., s. 614.
[190] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 21.5.2002 T., 2002/2872 E. – 2002/8664 K.
[191] Von Tuhr / Escher, Keller / Schobi, Gauch / Schleup; Nakleden Eren, Fikret; age, 3. Baskı, s. 572.
[192] İnan, A. Naim; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Bası, Ankara 1984, s. 494. Aynı Görüşte Saymen / Elbir; Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1958, s. 855. Doğan, Mürsel; agm, s. 175.
[193] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 989. Eren, Fikret; 3. Baskı, s. 472. Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, s. 1173. Oğuzman, M. Kemal; Borçlar Hukuku Dersleri, C. 1, 4. Baskı, İstanbul 1987, s. 338. Kılıçoğlu, M. Ahmet; age, s. 556, Berki, Şakir; agm., s. 238.
[194] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 989.
[195] Eren, Fikret; age., s. 473.
[196] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 15.2.1973 T., 14413 E.–2233 K. Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 1236.
[197] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 16.1.1969 T., 11473-231 ve Yargıtay 3. H.D., 23.2.1961 T., 1815-1397. Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 1227.
[198] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 26.2.2001 gün, 2000/19872 E., 2001/3451 K.
[199] Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 573.
[200] Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 575.
[201] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 25.2.1964 T., 1139-974. (Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 575).
[202] Berki, Şakir; agm., s. 239.
[203] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, İstanbul 2001, s. 226.
[204] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, C. 3, s. 471. Turanboy, K. Nuri; age., s. 58.
[205] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 3. Baskı, C. 3., s. 471.
[206] Turanboy, K. Nuri; age., s. 58.
[207] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; Borçlar Hukuku, 7. Baskı, s. 93.
[208] Hırt, Gonzenbach, Gernhüber, W.; nakleden Turanboy, K. Nuri; age., s. 68.
[209] Cohn, Nakleden; Turanboy, K. Nuri; age., s. 68.
[210] Turanboy, K. Nuri; age., s. 68.
[211] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 350.
[212] Yargıtay Onuncu
Hukuk Dairesi, 18.6.1975 T., 1858-3884 – Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi, 25.4.1974 T., 23857 E., 7828 K. (Çenberci, Mustafa; age., s. 1224).
[213] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 21.3.1962 T., 10 E., 11 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1225, 106 no’lu karar).
[214] Doğan, Mürsel; age., s. 177.
[215] Yargıtay 9. H.D., 2.7.1973 T., 1943 E., 24868 K., (Çenberci, Mustafa; age., 1224).
[216] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 373.
[217] Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1976, s. 380.
[218] Yargıtay 9. H.D., 28.2.2001 gün, 2000/19969 E., 2001/3616 K. ve Yargıtay 9. H.D., 29.3.2000 gün, 2000/707 E., 2001/ 4090 K.
[219] Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, İstanbul 1976, s. 380 vd.
[220] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 27.3.1971 T., 21133 E., 32476 K., (Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1978, s. 1224, 103 no’lu karar).
[221] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 1261.
[222] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 11195 E., 936 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1218, 90 no’lu karar).
[223] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 17.3.1978 T., 10-26 E., 250 K., ve Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 29.3.2000 gün, 2000/707 E., 2000/4090 K.
[224] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 16.4.1997 T., 1997/86 E., 1997/339 K. ve 24.11.1999 T., 1999/9-968 E., 1999/983 K.
[225] Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 1261.
[226] Turanboy, K. Nuri; age., s. 119.
[227] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 285.
[228] Von, Tuhr / Escher; Nakleden Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age.,s. 302.
[229] Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, 1976, s.1052. Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 302. Eren, Fikret; age., 7. Baskı, s. 1202. Turanboy, K. Nuri; age., s. 121.
[230] Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 302 ve Tunçomağ, Kenan; Türk Borçlar Hukuku, 1976, s. 1052.
[231] Feyzioğlu, F. N.; Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, C. II, İstanbul 1969, s. 271; Akıntürk, Turgut; Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 180; Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 303.
[232] Yargıtay Dördüncü
Hukuk Dairesi, 16.2.1999 T., 1978/8214 E., 1979/2031 K.; Tekinay / Akman / Burcuoğlu / Altop; age., s. 303. 22/a’da yazılı karar.
[233] Yargıtay Dördüncü
Hukuk Dairesi, 15.2.1983 T., 1983/189 E., 1983/152 K., Yargıtay Kararlar Dergisi, C. IX, S. 6, s. 836.
[234] Doğan, Mürsel; agm., s. 185’de Anayasa Mahkemesinin 26/27.9.1967 T., 336/29; R.G. 19.10.1968, s. 13031 sayılı kararını yorumlayan görüşü.
[235] Kılıçoğlu, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, Ankara 1999, s. 751. Günay, C. İlhan; Şerhli İş Kanunu, Ankara 1998, C. 2, s. 1362. Tunçomağ, Kenan; Türk İş Hukuku, İstanbul 1971, s. 282. Doğan, Mürsel; agm., s. 185. Oğuzman, Kemal; Hizmet Akdinin Feshi, İstanbul 1955, s. 288. Çenberci, Mustafa; İş Kanunu Şerhi, s. 540.
[236] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 27.4.1983 T., 1980/9-3055 E., 1983/427 K., (Yargıtay Kararlar Dergisi, S. 11, s. 1581-1583).
[237] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 1.11.1996 T., 1996/16706 E., 1996/20407 K. (Kılıçoğlu, Mustafa; age., s. 758, 707 no’lu karar).
[238] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 16.4.1973 T., 696 E., 22365 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1211, Karar no: 76).
[239] Çelik, Nuri; İbranamenin Niteliği ve Kapsamı, İHU., İş Kanunu, m. 26, No:1, İstanbul 1982/1.
[240] Yargıtay Yirmibirinci
Hukuk Dairesi, 24.4.1994 T., 1994/2055 E., 1994/1799 K.
[241] Çelik, Nuri; İbranamenin Niteliği ve Kapsamı, İHU, İş Kanunu, m. 26, No:1, İstanbul 1982/1 - Çelik, Nuri; İbraname Kapsamı Dışında Kalan Miktarın Talebi, İHU., İş Kanunu, m. 26.
[242] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 16.4.1997 T., 1997/86 E., 1997/339 K.
[243] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 7.10.1998 T., 1998/9-648 E., 1998/683 K.
[244] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 24.11.1999 T., 1999/9-968 E., 1999/983 K.
[245] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 28.2.2001 T., 2000/19969 E., 2001/3616 K. - 29.3.2000 T., 2000/707 E., 2000/4090 K. - 7.6.2001 T., 2001/5963 E., 2001/9793 K. sayılı kararları.
[246] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 3.5.2001 tarih 2001/5118 E., 2001/7737 K.
[247] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 12.3.1974 T., 8132 E., 5005 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1228, 113 no’lu karar), 3.11.1982 T., 7305 E.8681 K. ,5.2.1982 T., 125-1044 K. (Günay, C. İlhan; age., s.1538, 370 no’lu ve s. 1540, 378 no’lu kararlar).
[248] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 28.3.1969 T., 17204 E., 3513 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1229, 114 no’lu karar).
[249] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 18.2.1976 T., 33775 E., 6467 K.(Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1219, 88/e no’lu karar).
[250] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 9.7.1972 T., 21475 E., 23828 K. ve 18.2.1976 T., 33727 E., 6447 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1220, 92-a,b’deki kararlar).
[251] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 16.3.1998 T., 1998 / 511 E., 1998 / 4801 K.
[252] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 26.2.1971 T., 644 E., 2561 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1216, 8/b no’lu karar).
[253] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 25.2.1977 T., 2119 E., 3817 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1216, 81/d no’lu karar).
[254] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 9.5.1969 T., 2348 E., 5197 K. (Çenberci, Mustafa; age., 1978, s. 1216, 82 no’lu karar).
[255] Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, 19.9.2001 T., 2001/9-570 E., 2001/592 K.
[256] Çenberci, Mustafa; age., 1976, s. 552. Centel, Tankut; İş Hukukunda Ücret, İstanbul 1986, s. 395 – Keser, Hakan; İş Hukukunda İbraname Uygulamaları, Kamu-İş, C. 5, Temmuz 1999, S. 1, s. 108, dipnot 111’deki karar.
[257] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 28.5.1996 T., 1995/38219 E., 1996/12005 K.
[258] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 26.6.2001 T., 2000/19872 E., 2001/3451 K. ve 4.2.1992 gün ve 1991/12667 E., 1992/929 K. sayılı kararı da aynı doğrultuda olup, ödeme yapılan hak türleri için ne miktar ödeme yapıldığının belirtilmemiş olması halinde ibranamenin geçersiz olduğu sonucuna varılmıştır.
[259] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 23.3.1998 T., 1998/2326 E., 1998/5614 K.
[260] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 25.4.2001 T., 2001/4006 E., 2001/7055 K.
[261] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 19.12.2002 T., 2002/8475 E., 2002/24475 K.
[262] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 20.3.2003 T., 2002/18729 E., 2003/4524 K.
[263] Yargıtay Dokuzuncu
Hukuk Dairesi, 10.12.2002 T., 2002/10816 E., 2002/23501 K.
[264] Becker, H.; İsviçre Medeni
Kanun Şerhi, C. VI, Borçlar Kanunu, I. Kısım, Genel Hükümler, s.72, (Çeviren, Dr. Saim Özkök).
[265] Keser, Hakan; agm., s. 102-103.