Hukuki Net Hukuki NET | Forum | Mevzuat Anasayfa | Kaynaklar | Yazarlar | Dizin | Arama | Uyarlama | Giriş | Üye Ol
“İCRA VE İFLAS KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”LARIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 21-09-2006 | Kategori: Makale | Okunma : 14901 | Not:
Av.tayfun Eyilik

Hakkımdaki bilgilere http://www.tayfuneyilik.av.tr sitesinden ulaşabilirsiniz


Profil >
    
3.07.2006
 
 
4949 SAYILI,  17.7.2003 TARİHLİ; 5092 SAYILI, 12.2.2004 TARİHLİ; 5311 SAYILI, 2.3.2005 TARİHLİ  ve 5358 SAYILI, 31.5.2005 TARİHLİ “İCRA VE İFLAS KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”LARIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER

 
                                                                                                                    Av. Talih Uyar                                                                                                                       http://www.talihuyar.com)
 
17.7.2003 tarih ve 4949 sayılı “İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 4, 13, 14, 18, 23, 24, 26, 30, 32, 44, 58, 62, 63, 67, 68, 68 a, 68 b, 79, 85, 88, 89, 91, 92, 94, 111, 114, 115, 116, 118, 119, 126, 128, 129, 130, 133, 134, 143, 150 b, 150 ı, 166, 168, 169 a, 170, 170 b, 179, 185, 206, 222, 223, 226, 239, 250, 251, 257, 258, 261, 264, 265, 268, 269 a, 280, 285, 286, 287, 288, 289, 290, 291, 292, 296, 297, 298, 300, 301, 302, 303, 309, 318, 323, 326, 331, 334, 337, 338, 341, 344, 345 b, 352, 352 b ve 363’üncü maddelerinde değişiklik yapılmış, kanuna; 25 b, 128 a, 142 a, 148 a, 179 a, 179 b, 298 a, 309 a ila 309 o, 329 a, 333 a, 334 a, 336 a ve 352 a maddeleri, 368’inci maddeden sonra gelmek üzere ek 1’inci madde ile geçici 3, 4 ve 5’inci maddeler eklenmiş; kanunun 62 ve 67’nci maddelerinin 4’üncü fıkrası, 128’inci maddesinin 2’nci fıkrasının son cümlesi, 134’üncü maddesinin son fıkrası, 280’inci maddesinin 2’nci fıkrası, 285’inci maddesinin son fıkrası, 354’üncü maddesinin 2’nci fıkrası ile 363’üncü maddesinin 12 numaralı bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
 
            Bu yapılırken, zaman darlığı nedeniyle -yeni Medeni Kanunda olduğu gibi- madde metinleri dil bakımından arılaştırılmamış ve kanuna eklenen yeni maddeler nedeniyle madde numaraları değiştirilmemiştir… Bu suretle, 107 maddeden oluşan 4949 sayılı kanunla, İcra ve İflas Kanununun 81 maddesinde değişiklik yapılmış, kanunun değişik maddelerine 17 fıkra eklenmiş, 27 madde de aynı madde numarasına (179 a, 179 b gibi) harfler eklenerek, kanunda yeni maddelere yer verilmiştir (KURU, B. / ARSLAN, R. / YILMAZ, E. En Son Değişikliklere Göre Notlu – Gerekçeli İcra ve İflas Kanunu, 2004, s:7).
  
Yargı reformu çalışmaları çerçevesinde İcra ve İflas Kanununun da ele alınması, dönemin Adalet Bakanı sayın Prof. Dr. Hikmet Sami Türk zamanında gündeme gelmiş ve İcra ve İflas Kanununda, uygulamadan kaynaklanan aksaklıkları gidermek, bu alandaki işlemlere etkinlik ve hız kazandırmakve “kurulması planlanan İstinaf (Bölge Adliye) Mahkemelerini düzenleyecek olan kanun ile İcra ve İflas Kanununu uyumlu hale getirmek amacı ile”  -karşılaştırmalı hukuktaki gelişmeler de göz önünde bulundurularak- bir Tasarı hazırlamak üzere 4.10.1999 tarihinde, Adalet Bakanlığında Marmara Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden sayın Prof. Dr. Selçuk Öztek’in başkanlığında bir komisyon kurulmuştur. 18 kişiden oluşan bu komisyona seçilen arkadaşlarımızdan birkaçı -işlerinin yoğunluğu nedeniyle- çalışmalara katılamamış, komisyonun çalışmaları sürerken de komisyon başkanının önerisiyle daha sonra birkaç arkadaşımız da komisyona katılmıştır… Bu suretle 1999/Kasım ayında çalışmalarına başlayan komisyon yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonucunda hazırladığı Tasarı’yı Adalet Bakanlığı’na sunmuştur. Tasarının gerek Adalet Bakanlığı ve gerekse TBMM.’ndeki görüşmeleri sırasında komisyon başkanı veya onun görevlendirdiği bir başka arkadaşımız o toplantılara da katılmıştır.      
 
Komisyon, Tasarının hazırlanması aşamasında, çeşitli kuruluşlar ve kurumlar tarafından Adalet Bakanlığına sunulmuş olan teklifleri ve Ağustos/1992 tarihinde dönemin Adalet Bakanı sayın M. Seyfi Oktay tarafından kurulmuş olan “İcra ve İflas Yasası Alt Komisyonu”nda arkadaşımız sayın Prof. Dr. Ramazan Arslan ile birlikte hazırladığımız ve daha sonra Büyük Komisyon tarafından son şekli verilerek 2.12.1993 tarihinde TBMM. Başkanlığı’na sunulan ve Adalet komisyonu tarafından da 21.2.1994 tarihinde kabul edilen ancak o dönemde kanunlaşamamış olan (49) maddeden oluşan “İcra ve İflas Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u (bknz: Demokratikleşme ve Yargı Reformu, 1994, C:2, s:483-513 “Adalet Bakanlığı yayınları”) da göz önünde bulundurmuştur. Tasarı’da yer alan kimi hükümler -örneğin; madde 4, 24, 30, 62, 68, 68a, 88, 118, 250, 269a, 344, 352- 4949 sayılı kanuna girerek hayatiyet kazanmıştır…
 
 
Komisyon tarafından hazırlanan Tasarı Adalet Bakanlığına sunulduktan sonra, Bakanlık tarafından çeşitli kurum ve kuruluşlara Tasarı hakkındaki görüş ve eleştirilerini bildirmeleri için başvuruda bulunulmuş, buralardan -örneğin; Kültür Bakanlığı’ndan, Çevre Bakanlığı’ndan, Maliye Bakanlığı’ndan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan, İçişleri Bakanlığı’ndan, Milli Savunma Bakanlığı’ndan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden, Yargıtay 1. Başkanlığı’ndan, Türkiye Barolar Birliği’nden, Türkiye Bankalar Birliği’nden, Noterler Birliği’nden, İzmir Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığı’ndan, Halk Bankası’ndan, Ziraat Bankası’ndan, Türkiye Kalkınma Bankası’ndan, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı’ndan,Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden, Sermaye Piyasası Kurulu’ndan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nden, Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü’nden, Sigortacılık Genel Müdürlüğü’nden vb.- gelen görüşler değerlendirildikten sonra, Tasarıya son şekli verilerek Adalet Bakanlığına sunulmuştur.
 
Hazırlanan Tasarı, TBMM Adalet Komisyonu’nda ufak tefek değişikliklere uğradıktan sonra TBMM tarafından da 17.7.2003 tarihinde kabul edilerek 30.7.2003 tarihinde 4949 sayılı Kanun olarak Resmi Gazete’de yayınlanıp aynı tarihte yürürlüğe girmiştir.
 
 
Bu kanunun niçin hazırlandığı (ya da bu kanuna neden gereksinim duyulduğu) TBMM.’ne sunulan Hükümet Gerekçesinin “Genel Gerekçe” bölümünde şu şekilde ifade edilmiştir:
 
“Sosyal ve ekonomik koşullardaki değişiklikler nedeniyle, aslında ekonomik hayatlarını devam ettirmesi mümkün olan bazı ticari işletmeler, borçlarını ödeyemedikleri veya malvarlıkları borçlarını karşılayamadığı için, ekonomik varlıklarını yitirmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu tehlike, borçluları olduğu kadar, alacağını tahsil edememek durumuyla karşı karşıya kalan alacaklıları ve işini kaybetmek riskine maruz kalan işçileri de tehdit etmekte; bu tehdit sonuçta bölgesel veya milli ekonomiyi de etkilemektedir. Bu gibi durumlarda ekonomik varlığını devam ettirebilme ihtimali olan işletmelerin malvarlığını koruyucu önlemler almak veya yeniden yapılanmalarını sağlamak, alacaklıların ve borçluların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini düzenlemek herkesin yararınadır. İşte, bu amaca ulaşmak, İcra ve İflas Kanunu’nun bu amaca ulaşılmasını zorlaştıran bazı yönlerini düzeltmek ve boşluklarını doldurmak, kötüniyetli kişilerin İcra ve İflas Kanunundaki bu boşluklardan yararlanma girişimlerini önlemek, uygulamadaki duraksamaları gidermek için bu kanun hazırlanmıştır.”
 
            Yeni kanun ile nelerin sağlanmak (gerçekleştirilmek) istendiği (nelerin öngörüldüğü) ise yine aynı “Genel Gerekçe” bölümünde;
 
-         Yeniden yapılandırmaya ilişkin hükümler getirilmek suretiyle borçlu işletmelerin mevcut malvarlığının öncelikle korunması, bilahare değerinin arttırılması,
-         Tasfiye ve yeniden yapılandırma arasındaki hassas dengeye ulaşılması,
-         Bir ayırım yapılmaksızın, benzer durumlarda bulunan bütün alacaklıları kapsayan adil bir çözümün gerçekleştirilmesi,
-         Borçlunun malvarlığının münferit alacaklılar tarafından zamanından önce tasfiyesinin önlenmesi ve dolayısıyla alacaklılar arasında eşitliğin sağlanması,
-         İflas ve konkordato prosedürlerinin zamanında etkili ve tarafsız bir şekilde sonuçlandırılması,
-         Takip sürecinin alacaklı ve borçlunun hak ve menfaatlerini zedelemeden, bunlar arasındaki hassas dengeyi bozmadan hızlandırılması,
-         Kanunda yer alan hakların suistimaline, özellikle kötüniyetli itirazların ve davaların önlenmesine yönelik tedbirlerin alınması,
-         Günümüz gereklerine uymayan, cüz’i ve külli icra sürecini yavaşlatan yöntemlerin değiştirilmesi
ş e k l i n d e  belirtilmiştir…
 
4949 sayılı Kanun ile 17.7.2003 tarihinde İcra ve İflas Kanununda gerçekleştirilen değişikliklerden sonra, özellikle kanunun 88. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinin “üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedilince, alacaklının muvafakati ve üçüncü şahsın kabulü halinde, üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır” şeklinde ve 128 a maddesinin ikinci fıkrasının da “kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren bir yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez” şeklinde -İcra ve İflas Kanununda yapılacak değişiklikleri tesbit ederek bir taslak halinde Adalet Bakanlığına sunmuş olan Komisyon’un görüşünün aksine- değiştirilmiş olmasının, kamuoyunda yoğun tepkilere neden olması üzerine (Bknz: PEKCANITEZ, H. “4949 Sayılı Kanun’la, İcra Hukukunda Yapılan Değişikliklerin Değerlendirilmesi”(Tür. Bar. Bir. Der. Kasım/Aralık 2003, s:147 vd., s.152 vd. – UYAR, T. “4949 Sayılı 17.07.2003 Tarihli İcra ve İflas Kanun’un Getirdiği Yenilikler (Tür. Bar. Bir. Der. Kasım/ Aralık 2003, s:172 vd., 180)  “bu maddeleri yeniden değiştirmek” ve bu arada “sermaye şirketleriyle kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmalarına” dair yeni hükümleri de kanuna ilave etmek amacıyla yeniden İcra ve İflas Kanununda değişiklik yapılması çalışmalarına başlanmıştır. Bu çalışmalar sonucunda Adalet Bakanlığı tarafından;
 
            “17.7.2003 tarihli ve 4949 sayılı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 30.7.2003 tarihli ve 25184 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözkonusu kanunla özellikle konkordatoya ilişkin pek çok maddede değişiklik yapılarak ve Türk hukukuna yeni kurum ve kavramlar getirilerek, ödeme güçlüğü içinde bulunmakla birlikte durumunu düzeltebilecek olan şirketlerin faaliyetlerine devam etmelerine imkan sağlanmak istenmiş; ancak bu yapılırken, alacaklı ile borçlunun menfaatleri arasındaki hassas dengenin korunmasına dikkat edilmiştir.
 
            Ekonominin etkin ve verimli olarak işleyebilmesi için, her şeyden önce, işletmelerin çalışmaları, borçlarını ödeyebilecek ve alacaklarını tahsil edebilecek durumda olmaları lazımdır. 4949 sayılı Kanun, ekonomideki dalgalanmalar nedeniyle zor duruma düşen borçluları korumak amacıyla yeni bazı imkanlar sağlamış ve mevcut imkanları işler hale getirmişse de, Dünyada son yıllarda bu konuda gerçekleşen gelişmeleri karşılayacak bir kurumsal düzenleme gerçekleştirilememiştir. Alacaklı ile borçlu arasındaki hassas dengeyi gözeten, öngörülebilir ve şeffaf bir icra ve iflas hukuku, zor durumda bulunan şirketler için etkili bir çıkış yolu sağlayarak veya onların yeniden yapılandırılmalarına olanak vererek ticari yükümlülüklerin yerine getirilmesindeki aksamalardan kaynaklanan sakıncaları en aza indirger ve böylece ticari ilişkilerin ve finansal sistemin istikrar içinde devam edip gelişmesinde yaşamsal bir rol oynar.
 
            Ekonomik koşullardaki beklenmedik değişiklikler nedeniyle, aslında ekonomik varlıklarını devam ettirmesi mümkün olan sermaye şirketleri, muaccel para borçlarını ödeyemedikleri için faaliyetlerini durdurmak tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Bu tehlike borçluları olduğu kadar alacağını tahsil edememe durumuyla karşı karşıya kalan alacaklıları ve işini kaybetme tehlikesine maruz kalan işçileri de tehdit etmekte, bu tehdit sonuçta bölgesel veya milli ekonomiyi etkilemektedir. Bu gibi durumlarda, ekonomik varlığını devam ettirebilme im-kanı olan sermaye şirketlerinin yeniden yapılandırılarak ekonomik hayatlarına devam etmelerini sağlamak herkesin yararınadır.
 
            Bu çerçevede sermaye şirketleri ile kooperatiflerin alacaklılarla uzlaşarak borçlarını ve gerekiyorsa buna bağlı olarak, yapısal organizasyonlarını koşullara adapte etmek suretiyle faaliyetlerine devam etmelerini sağlamak amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır” ş e k l i n d e-    k i  g e r e k ç e  ile -ikisi yürürlük maddesi olmak üzere- 8 maddelik bir değişiklik tasarısı TBMM.’ne -12.3.2003 tarihinde- sunulmuştur.
 
            Bu Tasarı, TBMM Adalet Komisyonu tarafından Tasarıya yeni başka maddeler de eklenerek -oyçokluğu ile- benimsenmiş ve TBMM’nce -ikisi yürürlük maddesi olmak üzere- 13 madde halinde 12.2.2004 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmış ve daha sonra 21.2.2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. 5092 kanun numarasını alan bu kanun ile; İcra ve İflas Kanununun 8 maddesinde (mad. 114, 128 a, 166, 179 b, 288, 302, 309/b, 334) değişiklik yapılmış ve ayrıca kanuna -ikisi geçici maddelere ilişkin olmak üzere- yeni 13 madde (mad. 309 m–309 ü, geçici 5/16,38; geçici 6) eklenmiştir
 
            Yapılan bu değişiklikle; icra ve iflas hukukumuza  -“yurt düzeyinde tirajı en yüksek beş büyük gazete” yerine- “tirajı elli binin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazete” kavramı girerken, “kıymet takdirinin geçerlilik süresi”  -eskiden olduğu gibi- yine iki yıl olarak belirlenmiştir. Yapılan bu değişiklikle; “sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması” hakkında ayrıntılı hükümler İcra ve İflas Kanunumuza  -madde 309 m-309 ü olarak- eklenmiştir. Ayrıca, İcra ve İflas Kanunumuzda yer alan “icra tetkik mercii”, “tetkik mercii” ve “mercii” ibareleri “icra mahkemesi”; “icra mercii hakimi” ve “mercii hakimi” ibareleri “icra hakimi” olarak değiştirilmiştir… İcra ve İflas Kanununda yapılan son değişikliğin bütün bu olumlu yanlarına “üçüncü kişinin elinde iken haczedilmiş olan menkul malların ancak alacaklının muvafakatı ile üçüncü kişiye yediemin olarak bırakılabileceği”ni öngören İİK. mad. 88/II ile ilgili değişiklik önerisinin  -bu öneri Hükümet Tasarısında yer aldığı ve Adalet Komisyonu tarafından (oyçokluğu ile de olsa) benimsenmiş olduğu halde- kabul edilmemiş olması, gölge düşürmüştür…           
 
12.2.2004 tarihinde 5092 sayılı Kanunla İcra ve İflas Kanunu’nda yapılan değişiklikten sonra, Adalet Bakanlığı’nın talimatı ile, İcra ve İflas Kanunu’nu -yaklaşık 2 yıl sonra yürürlüğe girecek olan- Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemeleri Kanunu ile uyumlu hale getirmek için üçüncü bir tasarının hazırlanmasına başlanmış ve yapılan çalışmalar sonucunda hazırlanan tasarı  2.3.2005 tarihinde 5311 nolu Kanun olarak kabul edilmiştir. 31 maddeden oluşan bu yeni kanun ile, İcra ve İflas Kanunu’nun 10a, 24, 32, 33, 36, 38, 40, 69, 97, 149a, 150a, 164, 169a, 182, 254, 258, 265, 299, 307, 320, 327, 328, 353, 363, 364, 365 ve 366’ncı maddelerinde değişiklik yapılmış, ayrıca İİK.’nun 227. maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
 
5311 sayılı Kanun’un genel gerekçe’sinde “İcra ve İflas Kanununun bazı maddelerinde önceki tarihlerde değişiklikler yapılmış ise de, günümüzün değişen sosyal ve ekonomik koşulları nedeniyle, adaletin hızlandırılmasına yönelik adli reform çalışmaları çerçevesinde, alacaklı ile borçlunun menfaatlerinin bağdaştırılması ve Kanunun aksayan yönlerinin düzeltilmesi, Kanundaki boşlukların doldurulması bazı kötüniyetli kişilerin bu boşluklardan yararlanma teşebbüslerinin önlenmesi, uygulamada tereddütlerin giderilmesi ve bazı konulara açıklık getirilmesi amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır. Ancak, Tasarıda İcra ve İflas Kanununun bütün hükümleri ele alınmamış, öncelik arz eden değişiklikler yapılmıştır. Öte yandan, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ile ilk derece mahkemelerince verilen kararların olaylara, maddi hukuka ve usul hükümlerine uygunluğunu denetlemek üzere bölge adliye mahkemeleri kurulmuş ve bu mahkemelerce verilmiş olup da temyiz olunan kararların yalnızca hukuka uygunluğunu denetleme ve içtihat mahkemesi olma görevi Yargıtay’a verilmiş olduğundan, icra tetkik mercii kararlarına karşı ‘istinaf yolu’na başvurma olanağı getirilmesine yönelik düzenlemeler yapılması zorunlu hale gelmiştir…
 
İcra ve İflas Kanununda köklü değişiklik yapılıncaya kadar, bu kanunda yer alan hukuki terimler bakımından bir karışıklığa sebep olmamak için Tasarıda da aynı terimlerin mümkün olduğunca kullanılması yoluna gidilmiştir. Öte yandan aynı düşünceyle, bölge adliye mahkemelerinin kuruluşunun gerektirdiği değişiklikler yapılmış, günümüzün ekonomik ve mali koşulları gözönünde tutularak parasal sınırlar arttırılmıştır…” ş e k l i n d e  açıklamada bulunulmuştur.      
 
2.3.2005 tarihinde, 5311 sayılı Kanun ile, İcra ve İflas Kanunu’nda yapılan değişiklikten sonra; yeni 5327 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe gi-recek olması üzerine, Adalet Bakanlığı yeni Türk Ceza Kanunu’nun g e n e l  h ü k ü m l e r i      karşısında “özel ceza kanunları ile ceza içeren kanunlarda gerekli değişikliklerin yapılmasının zorunlu hale geldiğini”  kabul ederek, 31.5.2005 tarihinde 5358 sayılı “İcra ve İflas Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un - yeni Türk Ceza Kanunu ile birlikte – yürürlüğe girmesini sağlamıştır. İkisi yürürlük maddesi olmak üzere (25) maddeden oluşan  bu  (son)  kanun  ile,   İcra  ve  İflas  Kanunu’nun “cezai hükümler”  başlığını taşıyan -“onaltıncı bab”ında yer alan –  331, 332, 333, 333a, 334, 336, 337, 337a, 338, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 345a, 345b, 346, 347, 348, 353 ve 354. maddelerinde değişiklik yapılmış, ayrıca kanunun 334a, 336a, 352a ve 352b maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır…
 
            Bu genel açıklamalardan sonra, şimdi 4949, 5092, 5311 ve 5358 sayılı yeni kanunlar ile, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda yapılan değişikliklere -kanunun hazırlık çalışmaları sırasında yapılan görüşmeler ve kanuna ait Genel Gerekçe ile Madde Gerekçeleri’nden yararlanarak- değinelim. Bu konudaki açıklamalarımızda; İcra ve İflas Kanununda ilk değişikliği gerçekleştiren 4949 sayılı Kanun ile getirilmiş olan yenilikler esas alınmış olup, daha sonra 5092, 5311 ve 5358 sayılı kanunlarla getirilmiş olan yeniliklere -ayrıca bu kanunlara da ismen atıfta bulunularak- değinilmiştir.
 
            A-“Teşkilat ve Muhtelif Hükümler” başlığını taşıyan ve kanunun 1-23’üncü maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
            I-Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
            -4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle; icra ve iflas dairelerinde çalışan personelin işlemlerinin daha etkin biçimde denetlenmesini sağlamak amacıyla, birden fazla icra hakimi olan yerlerde bulunan icra reisliği kurumu kaldırılmıştır… Ayrıca, iş durumu gereği icra mahkemesinin birden fazla dairesinin kurulmuş olduğu yerlerde her icra mahkemesi hakiminin kendisine Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığı’nca dönüşümlü olarak bağlanan icra ve iflas dairelerinin muamelelerine yönelik şikayet ve itirazları inceleyeceği, bu dairelerin gözetim ve denetimini yapacağı, bunların idari işlerine bakacağı öngörülmüştür. Böylece, icra ve iflas dairelerinin, bağlı bulundukları icra mahkemesi hakimliklerinin gözetim ve denetim altında tutulmaları sağlanmış, icra mahkemesi hakimlerinin icra dairelerinde çalışan personel üzerindeki etkinlikleri arttırılarak, icra işlemlerine karşı yapılan itiraz ve şikayetlerin azaltılması amaçlanmıştır.  
 
            İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığı’nca, icra mahkemesinin birden fazla dairesinin kurulabileceği, bu durumda bunların numaralandırılacağı belirtilmiştir…     
 
            -5092 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle; maddenin birinci fıkrasında geçen “tetkik mercii hakimi”, “icra mahkemesi hakimi” olarak değiştirilmiştir…           
 
            II-Kanunun 10a maddesinde -istinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla 5311 sayılı Kanun ile- yapılan değişiklikle;
 
            Red talebinin reddi hakkındaki karara karşı istinaf yoluna başvurulmasının, hakimin işe bakıp karar vermesine engel olmadığı, red talebinin reddi hakkındaki kararın kaldırılması halinde reddedilen hakimin verdiği kararın yerine getirilemeyeceği, bu durumda dosyanın bölge adliye mahkemesince icra mahkemesinin başka bir dairesine, o yerde icra mahkemesinin başka bir dairesi yoksa en yakın icra mahkemesine gönderileceği ve 40ıncı madde hükümlerinin kıyas yoluyla uygulanacağı belirtilmiştir.
 
            Bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanmaya başlayacaktır.  
 
            III-Kanunun 13’üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde 4949 sayılı Kanun ile  yapılan değişiklikle;
 
            İcra ve iflas dairelerinin “4’üncü maddedeki esaslara göre icra mahkemesi hakiminin daimi gözetim ve denetimi altında bulunduğu” öngörülerek, bu madde ile 4’üncü madde arasında paralellik sağlanmıştır.
 
            IV-Kanunun 14’üncü maddesine 4949 sayılı Kanun ile  eklenen yeni fıkra ile;
 
            Yargıtay’a “icra ve iflas işlerine ait kararların tamamını düzenli olarak yayınlama” görevi yüklenmiştir. Buna ait esasların yine “Yargıtay tarafından hazırlanacak yönetmelikle düzenleneceği” öngörülmüştür… Yargıtay kararlarının günümüzde yeterince yayınlanmadığını gözönüne alan Komisyon, bu konuda yasal bir düzenleme yapma zorunluluğunu hissederek, Yargıtay kararlarının uygulamada ilgililer tarafından bilinmemesi nedeniyle yanlış kararlar verilmesini önlemek ve ülkenin her yerinde kanunların istikrarlı ve adil bir biçimde uygulanmasını sağlamak istemiştir.
 
            Bu suretle, bu maddenin ikinci fıkrasında “icra ve iflas işlerine ait Yargıtay kararları, çıkarılacak resmi bir kararlar dergisinde muntazaman yayınlanır”  ş e k l i n d e  daha önce mevcutken, 3222 sayılı Kanunun 47 “a” bendi ile “icra ve iflas işlerine ait Yargıtay kararları, Yargıtay Kararları Dergisinde yayınlanmakta olduğundan, halen uygulanmayan 14’üncü maddenin ikinci fıkrası metinden çıkarılmıştır…”  ş e k l i n d e k i  gerekçe ile yürürlükten kaldırılmış olan hüküm, yeniden maddeye eklenmiştir…     
 
            V-Kanunun 18’inci maddesinin üçüncü fıkrasında 4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle;
 
            - İcra mahkemesi hakimine -kaynak İsviçre Kanununda olduğu gibi- “şikayete konu işlemi yapan icra dairesinin görüşünü alma” olanağı tanınarak, icra müdürünün/yardımcısının yaptığı işlemi -niçin o şekilde yaptığını- açıklaması ve böylece, hem onun işlemlerinde daha titiz davranması hem de şikayet konusu işlemin gerekçesini öğrenen hakimin daha isabetli karar vermesi sağlanmak istenmiştir.
 
            -Uygulamada, tebligat için gerekli olan süreden kaynaklanan sorunları gidermek amacı ile, daha gerçekçi bir yaklaşımla “duruşmaların ancak zorunluluk halinde otuz günü geçmemek üzere ertelenebileceği” hükme bağlanmıştır.
 
            VI-Kanunun 23’üncü maddesinin ikinci fıkrasında 4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle;
 
            (Taşınır rehni) tabirinin, “Türk Medeni Kanununun 940. maddesinde öngörülen rehinleri” ve “ticari işletme rehnini” de kapsadığı belirtilerek, 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 940. maddesinde “icra dairesinde tutulacak özel sicile yazılmak suretiyle hayvanlar ile bu kanun gereğince bir sicile tescili zorunlu olan taşınır malların kayıtlı bulunduğu sicile yazılarak, bu mallar üzerinde zilyetlik devredilmeden rehin kurulabileceği” hükmü yer aldığından, hem bu hükümle uyum sağlanmak istenmiş ve hem de 21.7.1971 tarihli ve 1447 sayılı Ticari İşletme Rehni Kanununa tabi ticari işletmeler, “taşınır rehni” kapsamına alınmıştır…    
 
*
 
            Bu bölümdeki değişiklikler “yenilikler” ile ilgili açıklamalarımıza son vermeden önce ayrıca belirtelim ki; bizim de çalışmalarına katıldığımız “İcra ve İflas Kanunu Değişiklik Tasarısı’nı Hazırlama Komisyonu” tarafından hazırlanan tasarının hemen hemen tümüne yakın maddeleri aynen benimsenerek kanunlaşmıştır. Buna karşın; Komisyon’un İcra ve İflas Kanununun 9’uncu maddesi ile ilgili önerisi ise, Hükümet Tasarısı’na aynen girdiği ve TBMM Adalet Komisyonu tarafından da benimsendiği halde, maddelerin TBMM.’de görüşülmesi sırasında milletvekilleri tarafından yapılan değişiklik teklifi kabul edilerek -adeta yeni kanunun inkılap maddesi niteliğini taşıyan- bu maddenin kanunlaşması -maalesef- önlenmiştir. Kanunlaşması önlenmiş olan 9’uncu maddeyle ilgili değişiklik önerisi neydi?
 
            Komisyon tarafından “icra ve iflas dairelerinin aldıkları para ve kıymetli şeyleri Adalet Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelik hükümleri çerçevesinde nemalandırmaları ve nemalarıyla birlikte hak sahiplerine ödemeleri hükme bağlanmıştır. Getirilen düzenlemeyle, icra ve iflas dosyalarına yatırılmış ve çeşitli nedenlerle ilgilisine hemen ödenememiş olan para, kıymetli evrak ve değerli şeylerin zaman içinde değer kaybına uğramaları önlenmiş olacaktır.
 
            Ayrıca, 492 sayılı Harçlar Kanununun 36’ncı maddesinin birinci fıkrası hükmünün bu paralar için uygulanmayacağı maddede öngörülmüştür”  ş e k l i n d e k i  gerekçe ile icra ve iflas daireleri, aldıkları paraları, kıymetli evrak ve değerli şeyleri nihayet ertesi işgünü çalışma saati sonuna kadar, Adalet Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelik hükümleri çerçevesinde nemâlandırılmak üzere, açtıkları banka hesaplarına yatırmaya, banka bulunmayan yerlerde icra veya mahkeme kasalarında muhafazaya mecburdur. İcra ve iflas dairelerince tahsil edilen paraların gerekli yasal kesintileri yapıldıktan sonra, kalanı paranın yatırılmış olduğu banka aracılığıyla hak sahiplerine ödenir. 2.7.1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 36’ncı maddesinin birinci fıkrası hükmü bu paralar için uygulanmaz”  ş e k l i n d e  hazırlanan değişiklik önerisinin kabule edilmesiyle “icra ve iflas dosyalarına yatırılmış ve çeşitli nedenlerle ilgilisine hemen ödenmemiş olan para, kıymetli evrak ve değerlerin zaman içinde değer kayıplarına maruz kalmaları önlenmiş” ve bu konuda adil bir çözüme ulaşılmış olacaktı… Bu maddeyle ilgili değişiklik önerisinin kanunlaşmasının önlenmesi o kadar aceleye getirilmiştir ki, kanunun diğer maddelerinde -örneğin; 143/VII’de- bu maddeye yapılmış olan atıfların da kanundan çıkarılması unutulmuş ve kanunun âhengi bozulmuştur…
 
            Bu bölüm ile ilgili olarak ayrıca şu hususu da belirtelim ki; İcra ve İflas Kanunu Değişiklik Tasarısı’nı Hazırlama Komisyonu’nda;
 
            -İcra ve İflas Kanununun 11’inci maddesinin birinci cümlesinde yer alan “tetkik” sözcüğünden sonra gelmek üzere “mercii sözcüğü eklenmesi uygun bulunurken,
 
            -İcra ve İflas Kanunun 16’ncı maddesinin ikinci fıkrasının;
 
            “Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından yahut işlemin kamu düzenine aykırı olmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir”    ş e k- l i n d e,
 
            -İcra ve İflas Kanununun 17’nci maddesinin birinci fıkrasının;
 
            “Şikayet icra mahkemesince kabul edilirse, şikayet olunan muamele iptal edilir veya düzeltilir” ş e k l i n d e,
 
            -İcra ve İflas Kanununun 21’inci maddesinin (57’inci madde yürürlükten kaldırılarak);
 
            İcraya ait tebliğler, yazı ile ve Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu tebliğler makbuz karşılığında doğrudan doğruya tevdi suretiyle de yapılabilir.(Birinci fıkra)
                                                            
Borçlu, kendilerine kanunen mümessil tayin olunması gereken şahıslardan ise icra müdürü kısa bir zamanda mümessil tayin edilmesini ait olduğu makamdan ister.(İkinci fıkra)
 
Tebliğ, Türk Kanunu Medenisinin 396’ncı (453’üncü) maddesine göre mezun olanların meslek veya sanatına ilişkin işlemlerden doğmuş bir borca ait ise kendilerine yapılır”(Üçüncü fıkra)
ş e k l i n d e  değiştirilmesi önerilmişse de, bu öneriler Adalet Bakanlığı tarafından benimsenmeyerek Tasarı’ya dahil edilmemiştir…
 
            B-“İlamların İcrası” başlığını taşıyan ve kanunun 24-41’inci maddelerinin yer aldığı bölümde değişiklik yapılmış olan maddeler:
 
            I-a) 4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 24’üncü maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
            Takip konusu taşınır malın değerinin ilamda yazılı olmaması veya taraflar arasında ihtilaflı bulunması halinde -konulacak (uygulanacak) haciz için- icra müdürü tarafından “takip tarihindeki değerinin esas alınacağı”na dair kural, para değerindeki düşüşler nedeniyle alacaklının zarar görmemesi için “haczin yapıldığı tarih” olarak değiştirilmiştir. Çok kez, “haciz tarihi”ndeki kıymet, “takip tarihi”ndeki kıymetten daha yüksek olduğundan ve alacaklının iki tarih arasındaki kıymet farkı için ayrıca takipte bulunma hakkı mevcut olduğundan, zaman ve emek kaybına neden olmamak için, icra müdürünün “haciz tarihindeki kıymeti tespit edip onun kadar haciz yapması” konusunda maddeye açıklık getirilmiştir. Bu suretle, “taşınır teslimine ilişkin” takip sonunda, takip konusu taşınır malı teslim alamayan alacaklının, “bu malın değerine eşit bir parayı alabilmesi” amaçlanmıştır.
 
            I-b)5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle; Kanunun 24’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “icra mahkemesinden” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya istinaf” ibaresi eklenmiştir.
 
            İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
 
            II- Kanunun 25 a maddesinden sonra gelmek üzere, 4949 sayılı Kanun ile kanuna eklenen 25 b maddesi hükmüyle;
 
            “Çocuğun -ülkemizin de taraf olduğu- Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de öngörülen yüksek yararının gözetilmesi ve ana-babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana-babanın ikisiyle de düzenli biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına, sözleşmenin 9’uncu maddesi uyarınca taraf devletlerinin saygı gösterecekleri” esasına uyum sağlanması amacıyla, “çocuk teslimine ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilamların icrasında” icra müdürünün yanında bir uzmanın hazır bulundurulması zorunluluğu  -çocuğun psikolojik ve rahatsız edici unsurlardan etkilenmemesi için- getirilmiştir…
 
            III-Kanunun 26’ncı maddesinin 4’üncü fıkrasının son cümlesinde 4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle;
 
            Uygulamada sağlam bir banka ibaresiyle ne kastedildiği konusunda ortaya çıkan duraksama ve uyuşmazlıkların önlenmesi amacıyla, maddenin son cümlesinde “Adalet Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelikte nitelikleri belirtilen bankalardan biri” ifadesine yer verilmiştir…
 
            IV-4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle; Kanunun 30’uncu maddesinin başlığı; “Bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olan ilamlar” şeklinde değiştirilirken, aynı maddeye eklenen son fıkra ile;
 
            -İcra ve İflas Kanununun 30’uncu maddesinde “bir işin yapılmasına dair olan ilamlar” ile “bir işin yapılmamasına dair olan ilamlar” düzenlendiği için, maddenin başlığı “Bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olan ilamlar”  şeklinde düzeltilmiştir.
 
-Ayrıca tahliye edilen taşınmaza borçlunun tekrar haklı bir sebep olmaksızın girmesi halinde “borçlunun ayrıca hükme hacet kalmadan zorla taşınmazdan çıkarılacağına dair” düzenlemeye benzer bir düzenleme bu maddede bulunmadığından, maddeye bu konuda açıklık getirilerek, yasal boşluk bu şekilde doldurulmuştur… Gerçekten, İcra ve İflas Kanununun değişiklikten önceki 30’uncu maddesinde  “alacaklıya teslim olunan gayrimenkule veya gemi siciline kayıtlı olan gemiye haklı bir sebep olmaksızın  tekrar giren borçlunun ayrıca hükme hacet kalmadan zorla çıkarılacağına” dair İcra ve İflas Kanununun  26’ncı maddesinin 3’üncü fıkrasındaki gibi bir hüküm bulunmadığından, “bir işin yapılmasına dair olan ilam hükmü” -örneğin; “kat maliklerinden birinin proje dışında, kendi katında yaptığı değişikliğin , eski hale getirilmesine” dair olan ilam hükmü- zorla yerine getirildikten bir süre sonra, borçlu tekrar eski durumu yaratırsa, önceki davacı, yerine getirilen ilam hükmünü tekrar nasıl uygulayacaktır? Yeniden borçluya karşı dava açıp ilam mı alacak, yoksa eski ilam hükmünü tekrar uygulatabilecek midir? Uygulamadaki -yasal boşluktan kaynaklanan- bu tereddüt, maddeye bu konuda “bir işin yapılmasına veya yapılmamasına dair olan ilam hükmü yerine getirildikten sonra borçlu, ilam hükmünü ortadan kaldıracak bir eylemde bulunursa, mahkemeden ayrıca hüküm almaya gerek kalmadan, önceki ilam hükmü zorla yerine getirilir  ş e k l i n d e  açıklık getirilerek giderilmek istenmiştir.
 
V-a)Kanunun 32’nci maddesinin ikinci cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
            “Borçlunun mal beyanında bulunmaması halinde hapis ile cezalandırılacağı” ihtarının “örnek:53 icra emri”nde açıkça yer alması zorunlu kılınarak, mal beyanında bulunmamakta ısrar eden borçlunun hapis cezası ile mahkum edilmesi olanağı getirilerek, İİK.60/II-4 (Genel Haciz Yolu İle Takiplerdeki “Örnek: 49 Ödeme Emri”), 168/VI (Kambiyo Senetlerine Mahsus Haciz Yolu İle Takiplerdeki “Örnek: 163 Ödeme Emri”) ile paralellik sağlanmıştır.
 
            V-b) 5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 32’nci maddesinin ikinci cümlesinde yer alan “temyiz yahut” ibaresi “istinaf veya temyiz yahut” şeklinde değiştirilmiştir.
 
            İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
            VI-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 33’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “temyiz süresi” ibaresi “istinaf veya temyiz yoluna başvurma süresi”, “temyiz yoluna gidebilir” ibaresi “istinaf veya temyiz yoluna başvurabilir” şeklinde değiştirilmiştir.
 
            İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
            VII-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 36’ncı maddesi -bölge adliye mahkemesinden de icranın geri bırakılması kararı alınabilmesi olanağını sağlamak amacıyla- başlığı ile birlikte değiştirilmiştir.
 
            Yapılan değişiklikle, “ilama karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlunun, hükmolunan para veya eşyanın resmi bir merciye depo edildiğini isbat etmesi yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilat veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malının haczedilmiş olması halinde, icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay’dan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verileceği, bu sürenin ancak zorunluluk halinde uzatılabileceği, ücreti ilgililer tarafından verilirse bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay’ca icranın geri bırakılması hakkındaki kararın icra dairesine en uygun vasıtalarla bildirileceği, bölge adliye mahkemesince başvurunun haklı görülmesi halinde, teminatın geri verilip verilemeyeceğine karar verileceği, Yargıtay’ca hükmün bozulması halinde borçlunun başvurusu üzerine, bozmanın niteliğine göre teminatın geri verilip verilmeyeceğine mahkemece kesin olarak karar verileceği, bölge adliye mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmesi veya Yargıtay’ca hükmün onanması halinde alacaklının istemi üzerine başkaca işleme gerek kalmaksızın teminata konu olan paranın alacaklıya ödeneceği …” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
VIII-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 38’inci maddesinde yer alan “noter senetleri ve” ibaresi “noter senetleri, istinaf ve” şeklinde değiştirilmiştir.
 
Yapılan değişiklikle; ilam niteliğini haiz belgeler arasına, istinaf yoluna başvurulurken alınan kefaletnameler de ilave edilmiştir.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
IX-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 40’ıncı maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yapılan değişiklikle;
 
Bir ilamın bölge adliye mahkemesince kaldırılması veya temyizen bozulmasının icra muamelelerini olduğu yerde durduracağı, bir ilam hükmünün icra edildikten sonra bölge adliye mahkemelerince kaldırılması veya yeniden esas hakkında karar verilmesi ya da Yargıtay’ca bozulup da aleyhine icra takibi yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığının kesin bir ilamla tahakkuk etmesi halinde, ayrıca hükme hacet kalmaksızın icranın tamamen veya kısmen eski haline iade olunacağı belirtilmiştir.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
            C-“İlamsız Takip” başlığını taşıyan ve kanunun 42-73’üncü maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
            I-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 44’üncü maddesinin beşinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
            İcra ve İflas Kanununun 44’üncü maddesi uyarınca mal beyanını alan merciin (makamın) önceden olduğu gibi durumu tapu ve gemi sicil daireleri yanında Türk Patent Enstitüsü ve Türkiye Bankalar Birliği’ne de bildirmesi esası getirilmiştir. Bu suretle Türk Patent Enstitüsünde kayıtlı sınai haklar üzerinde de, iki ay süre ile devir yapılmaması sağlanmış ve Türkiye Bankalar Birliği’ne yapılacak bildirim ile de bankaların ticareti terk eden kişileri yakından takip etme imkanına kavuşmaları sağlanmıştır.
 
            II-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 58’inci maddesinin ikinci fıkrasının (3) numaralı bendinde yapılan değişiklikle;
 
            -Alacak ve teminat aynı takip talebinde birlikte istenemeyeceğinden, maddede yer alan “ve” terimi “veya” olarak değiştirilmiş,
 
            -“Yabancı para alacaklarının takip talebinde nasıl istenebileceği” konusundaki tereddüt, alacaklının yabancı para alacağının Türk parası karşılığını takip talebinde gösterirken “bu alacağının hangi tarihteki kur üzerinde tahsilini istiyorsa bunu da açıkça göstermesi ve yine yabancı para ile ilgili faiz alacağına ilişkin talebini de belirtmesi” esası getirilerek giderilmiştir. Kanunda, takip talebinde “hangi kura göre takip yapacağı”nın ayrıca belirtilmesi öngörülmemişse de  gerek doktrinde (PEKCANITEZ, H. Yabancı Para Alacaklarının Tahsili, 1998, s:188) ve gerekse uygulamada bu kurun efektif satış kuru olduğu kabul edilmektedir… Ancak, kanımızca alacaklı yabancı uyruklu olup da, icra dairesinden tahsil edeceği parayı yabancı ülkedeki hesabına transfer edecekse, o zaman döviz satış kuru’nun esas alınması gerekir. (UYAR, T. Yabancı Para Alacaklarının Tahsilinde Ortaya Çıkan Sorunlar “İBD. 1993/8-9, s:579” )
 
            -Takip konusu yabancı para alacağına ayrıca “yabancı para faizi” isteniyorsa bu hususun da takip talebinde ayrıca belirtilmesi gerekecektir.
 
            III-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 62’nci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle ve ikinci fıkrasından sonra maddeye eklenen yeni fıkra ile;
 
            -Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan harç sözcüğü  -değişen Harçlar Kanunu karşısında bugün için anlamını yitirdiğinden- metinden çıkarılmıştır.
 
            -Madenin birinci fıkrasında, “takibi yapan icra dairesinden başka bir icra dairesine yapılan itirazlarda masrafların icra müdürü tarafından alınması, alınmaması halinde bundan icra müdürünün şahsen sorumlu olacağı” belirtilerek, sadece masraf alınmaması nedeniyle takibin sürüncemede kalmaması amaçlanmıştır.
 
            -İİK.nun 59’uncu maddesinde “alacaklının, itirazın kendisine tebliği masraflarını avans olarak peşinen ödemesi” öngörüldüğünden, bu maddenin ikinci fıkrasında aynı masrafı  “borçlunun da yatırmasına” dair hüküm, maddeden çıkarılmıştır.
 
            -Maddenin dördüncü fıkrası -bu fıkradaki kural İcra ve İflas Kanununun 63’üncü maddesine  konulduğundan- yürürlükten kaldırılmıştır.          
 
            -Ayrıca, borçlu veya vekiline, dava ve takip işlemlerine esas olmak üzere, “borçluya ait yurt içinde bir adresin itirazla birlikte bildirilmesi zorunluluğu” getirilerek, takiplerin sürüncemede kalmaması ve icra tebliğlerinin seri bir şekilde yapılabilmesi, böylece alacaklının etkin, verimli ve hızlı bir şekilde alacağına kavuşması amaçlanmıştır. 
 
            IV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 63’üncü maddesinde yapılan değişiklikle;
 
İcra ve İflas Kanununun değişiklikten önceki şeklinde, bu maddede atıf yapılan 62’nci maddesinin dördüncü fıkrası, değişiklik sonucunda yürürlükten kaldırıldığından; itirazın kaldırılması duruşmasında, itiraz eden borçlunun, itiraz sırasında sebep bildirmiş olup olmadığına bakılmaksızın, “alacaklının dayandığı senet metninden anlaşılan itiraz sebeplerini ileri sürebileceği” hükmüne yer verilmek suretiyle, uygulamada ortaya çıkabilecek sorunların giderilmesi amaçlanmıştır.
 
İcra ve İflas Kanununun 63’üncü maddesinin değişiklikten önceki şeklinde “Borçlu, 62’nci maddenin dördüncü fıkrasındaki istisnalar dışındaki itiraz sebeplerini değiştiremez ve genişletemez” denilmekte, bu maddede atıf yapılan 62’nci maddenin dördüncü fıkrasında da “Borçlu, itirazında sebep bildirmediği taktirde itirazın kaldırılması duruşmasında ancak alacaklının istinat ettiği senet metninden anlaşılan itiraz sebeplerini ileri sürebilir” denilmekteydi… Yargıtay “itirazında sebep bildirmiş olan borçlunun -örneğin; ‘borcun ödendiğini’ bildirmiş  olan borçlunun- bu itiraz sebepleri ile bağlı olduğunu ve artık icra mahkemesindeki duruşmada senet metninden anlaşılan itiraz sebeplerini -örneğin; ‘borcun zamanaşımına uğradığını’, ‘senedin vadesinin henüz gelmediğini’- ileri süremeyeceğini” (bknz:12 HD. 15.3.1995 T. E:3242 , K: 3542 “UYAR, T. Gerekçeli- İçtihatlı, İcra ve İflas Kanunu C:1 1996 s:980 vd”kabul etmekteydi. Yüksek mahkemenin bu görüşü doktrinde (KURU, B. İcra ve İflas Hukuku C:1, 1988 , s: 244 –KURU, B. İlamsız İcrada Zamanaşımının İleri Sürülmesi “BATİDER, 1986, C:13 S:3-4, s.94- BERKİN, N. İcra Hukuku Rehberi, 1980, s:408- UYAR, T. İcra Hukukunda İtiraz, 1990, s:93) “senet metninden anlaşılan -örneğin; ‘borcun zamanaşımına uğradığı’, ‘senette sahtekarlık yapılmış olduğu’na ilişkin- itirazların, itirazında sebep bildiren ve bildirmeyen tüm borçlular tarafından icra mahkemesinde ileri sürülebilmesi gerekir. Maddenin ruhu bunu gerektirmektedir. Çünkü, “itirazında sebep bildirmeyen” borçluyu “itiraz sebeplerini bildiren” borçludan daha fazla korumanın mantıklı bir açıklaması yapılamaz. Her ne kadar, İİK mad. 62/V’de  “itirazında sebep bildirmeyen borçlu”dan  bahsedilmişse de, yasa yapıcının bilinçli bir şekilde ‘itirazında sebep bildiren borçlu’ ile  ‘itirazında sebep bildirmeyen borçlu’ arasında fark yaratmak istediği için böyle bir düzenleme getirdiği kabul edilemez. Aynı senette borçlu olan iki kişi hakkında takip yapıldığını ve bunlardan birisinin ‘borcu ödediğini ve bu nedenle borçlu bulunmadığını’ bildirerek, diğerinin de hiç sebep bildirmeden borca itiraz ettiğini varsayalım. Alacaklının, itirazın kaldırılması için icra mahkemesine başvurması halinde,  bu borçlulardan ilki  ‘ödeme itirazı’nı icra mahkemesinde belgelendiremediği takdirde, duruşma sırasında senet metninden anlaşılan  ‘senetteki koşulun gerçekleşmediğini’ ya da ‘senedin zamanaşımına uğradığını’ bu nedenle de ‘senet tutarının esasen istenemeyeceğini’ ileri süremezken, icra dairesine sebep bildirmeden, sadece borca itiraz ettiğini bildirmekle yetinmiş olan diğer borçlu aynı hususu ileri sürebilecektir. Bu iki borçlu arasında yasa yapıcı niçin farklı bir düzenleme getirmiş olabilir? İtirazında sebep bildiren borçlu, itiraz sebeplerinin hepsini birlikte belirtecek yerde, kendisi için en önemli olanı bildirmekle yetinip, diğerlerini bildirmeye gerek görmemiş olabilir. Örneğin; borcu ödediğini bildiren borçlu ‘borcun aslında zamanaşımına uğradığını’ ‘senetteki koşulun gerçekleşmediğini’ bildirmeyi gereksiz görmüş olabilir. Bu düşünce ile hareket eden ve ileri sürdüğü itiraz sebeplerini icra mahkemesindeki duruşmada kanıtlayamayan -örneğin, alacaklıya takip konusu borcu ödediğini gösteren makbuzu kaybeden- borçlu, senet metninden anlaşılan diğer itiraz sebeplerini icra mahkemesindeki duruşmada ileri sürebilmelidir…” ş e k l i n d e eleştirilmişti… Madde, bu eleştiriler doğrultusunda değiştirilerek, farklı yorumlara neden olmayacak şekle getirilmiştir.
 
V-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 67’nci maddesinin üst kenar başlığı -konuyu daha iyi ifade etmesi bakımından- “itirazın hükümden düşürülmesi” şeklinde değiştirilmiş ve kenar başlığı “itirazın iptali” olarak düzeltilmiştir. Ayrıca “itirazın kaldırılması için merciye müracaat etmek istemeyen” ibaresi madde metnine alınmayarak, itirazın kaldırılması talebi reddedilen alacaklıya, itirazın iptali davası açma hakkı tanınmıştır.
 
Bu suretle, değişiklikten önce kimi Yargıtay Daireleri arasında “itirazın kaldırılması için önce icra mahkemesine gitmiş olan alacaklının -bu talebinin reddedilmesinden sonra- bir yıllık süre içinde olmak koşulu ile “itirazın iptali davası” açıp açamayacağı konusunda mevcut olan görüş ayrılığına -bu durumda; “itirazın iptali davası da açılabileceği” doğrultusunda- maddeye açıklık getirilerek son verilmiştir. Gerçekten, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (26.6.2003 T. 5764/8574; 23.6.2003 T. 3743/8165; 19.6.2003 T. 4629/8103; 12.5.2003 T. 5353/5856; 29.4.20003 T. E:571, K:5325 “Legal Huk. D. 2003/6 s:1484”; 3.2.2003  T E:200/12743, K:1002 “Yargı Düny. 2003/3, s:103 vd. ; 14..2.2002. T E: 11928 K:1587 “Yargı Düny. 2002/9 s:133 vd”; 11.10.2001 T E:7778, K:9046 “Hukukta Son Nokta D. 2002/107 s:179 vd.”) ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (6.6.1989 T. 972/348 “UYAR, T. İcra Hukukunda İtiraz, 1990, s:235 vd.”; 1.4.1987 T. E:1996/8126 K:1911 “UYAR, T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu C:1,s:1205 vd.”);Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (7.10.1988 T. 5294/8651 “UYAR, T., İtiraz, s:237”);Yargıtay 9. Hukuk Dairesi (5.6.1987 T. 4855/5970 “UYAR, T. İtiraz, s:237”) “önce icra mahkemesine başvurarak ‘itirazın kaldırılması’ isteminde bulunmuş olan alacaklının -bu isteminin reddedilmesinden sonra- bir yıllık süre içerisinde mahkemeden ‘itirazın iptali’ni isteyemeyeceğini” belirtmişken, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi (13.10.1994 T. E:1993/9259, K:9330 ; 10.10.1994 T. E:9293, K: 9164 “UYAR, T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu C:1, s:1205”) tamamen aksi görüşü benimseyerek “alacaklının bu durumda mahkemede itirazın iptali davası açabileceğini” belirtmiştir.
 
Bu madde  doktrinde de farklı şekilde yorumlanmıştı. Gerçekten “ilk önce itirazın kaldırılması yoluna başvuran ve fakat icra mahkemesince bu talebi reddedilen alacaklının da İİK.67/I’deki bir yıllık süre içinde mahkemede itirazın iptali davası açabileceği”(KURU, B. İcra ve İflas Hukuku C:1, 1988, s:281, dpn. 6 -UYAR, T. İtiraz, s:213) görüşü yanında “itirazın kaldırılmasını icra mahkemesinden isteyen ve fakat bu istemi reddedilen alacaklının artık İİK. 67 uyarınca itirazın iptalini isteyemeyeceği”(POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukuku Esasları, 1982, s:178, dpn.1; s:189 - BERKİN, N. İcra Hukuku Rehberi, 1980, s:420 –ÜSTÜNDAĞ, S. İcra Hukukunun Esasları, 1995, s:135) de ileri sürülmüştür…
 
Maddenin farklı yorumundan kaynaklanan bu görüş ayrılığına, bu konuda maddeye açıklık getirilerek son verilmek istenmiştir.
 
VI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 68’inci maddesinin kenar başlığında, dördüncü fıkrasında ve son fıkrasının ilk cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
-Konuyu daha iyi ifade edebilmesi bakımından maddenin kenar başlığı “itirazın kesin olarak kaldırılması” şeklinde değiştirilmiş,
 
-67’nci maddenin dördüncü fıkrasında yer alan “itirazın kesin olarak kaldırılmasını isteme süresinin altı ay olduğu”na ilişkin hüküm, bu maddenin birinci fıkrasına eklenmiş ve dördüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.
 
-Maddenin son fıkrasının ilk cümlesinde yapılan değişiklikle; İcra ve İflas Kanununun 169 a maddesinde yer alan “kambiyo senetlerine mahsus takipte itirazın kabulü veya reddi halinde borçlu veya alacaklı hakkında hükmedilecek tazminatın aynı nedenlerle genel haciz yoluyla takipte de uygulanması” imkanı getirilmiştir. Bu suretle “kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takiplerde, borçlunun ‘borca itirazının’ ancak esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde  borçlu lehine ve reddi halinde alacaklı lehine  -%20 ve %40’dan aşağı olmamak üzere- tazminata hükmedileceğine” ilişkin düzenleme  burada da benimsenerek, “alacaklının itirazın kaldırılması talebi, esasa ilişkin nedenlerle kabul edilirse, alacaklı, aynı nedenlerle red edilirse borçlu lehine -%40’dan aşağı olmamak üzere- tazminata hükmedileceği” kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak da “yetki, zamanaşımı, süre gibi nedenlerle  itirazın kaldırılması talebinin reddi halinde, icra mahkemesince ayrıca borçlu lehine tazminata hükmedilemeyeceği” esası kabul edilmiştir.
 
VII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 68 a maddesinin kenar başlığı “itirazın geçici olarak kaldırılması” şeklinde değiştirilmiş; ayrıca, 67’nci maddenin dördüncü fıkrasında yer alan “itirazın geçici olarak kaldırılmasını isteme süresi”ne ilişkin hüküm -“itirazın iptali davası” ile ilgili olan 67nci maddeden alınarak- bu maddenin birinci fıkrasına eklenmiştir.
 
VIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 68 b maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde, ikinci fıkrasında, üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle ve üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere eklenen yeni fıkra ile;
 
-Maddenin birinci fıkrasının son cümlesine eklenen yeni hükümle “sözleşmede gösterilen adresin değiştirilmesinin, yurt içinde bir adresin noter aracılığı ile kredi kullandıran  tarafa bildirilmesi halinde sonuç doğuracağı, aksi halde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarihin tebliğ tarihi sayılacağı” öngörülerek takibin sürüncemede kalması önlenmek istenmiş ve bu suretle alacağın daha hızlı tahsili amaçlanmıştır.
 
-Ayrıca maddenin ikinci fıkrasında geçen “aldığı” ibaresi “gönderilen” şeklinde değiştirilmek suretiyle uygulamada karşılaşılan ve özellikle tebliğden kaynaklanan duraksamaların giderilmesi amaçlanmıştır. Kanunun değişiklikten önceki metni uygulamada “hesap özetlerinin mutlaka borçlu tarafından alınması gerektiği” şeklinde anlaşılmakta olduğundan, kötüniyetli borçluların “bunu almadıkları sürece” hesap özetlerinin kesinleşmesi mümkün olmamakta idi. Bunu önlemek için yapılan değişiklik ile “hesap özetlerinin gönderilmesi”  bu maddenin uygulanması için yeterli kabul edilmiştir.
 
-İcra ve İflas Kanununun 68 b maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “hesap özetleri ile” ibaresinden sonra “ihtarnameler ve” ibaresi eklenmiştir. Faiz tahakkuk dönemlerinde gönderilen hesap özetlerinin muhtevasına itiraz etmemiş olan borçlunun, kredi hesabının kesilmesine veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarnameye itiraz etmek suretiyle ödemeyi ve takibi geciktirmesine engel olunmak istenmiş ve kredi hesabının kesilmesine veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarnamelerin de, bu kanunun 68’inci maddesinin birinci fıkrasında sayılan belgeler arasına girmesi sağlanmıştır.
 
Diğer taraftan, faiz tahakkuk dönemlerinde gönderilen hesap özetlerinin muhtevasına itiraz etmemiş olan borçlunun, kredi hesabının kesilmesine veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarnameye itiraz etmemek suretiyle ödemeyi ve takibi geciktirmesine engel olunmak istenmiş  ve  kredi hesabının kesilmesine veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarnamelerin de, bu kanunun 68. maddesinin birinci fıkrasında sayılan belgeler arasına girmesi sağlanmıştır.
 
Böylece, önceden tebliğ edilen ve itiraz edilmeden kesinleşmiş bulunan faiz tahakkuk dönemlerine ilişkin hesap özetlerinin muhtevasına itiraz edilmemiş olması halinde, krediyi kullanan tarafın kredi hesabının kesilmesine veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarname içeriğine itiraz etmiş olmasının, önceki dönemde doğan sonuçları ortadan kaldırmayacağı ve önceki dönemlere ilişkin kesinleşmiş hesap özetleri hakkında ikinci fıkra hükümlerinin uygulanacağı konusundaki tereddütler giderilerek, alacaklının hakkının zayi olması ve işlemlerin sürüncemede kalması engellenmek istenmiştir.      
 
IX-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 69’uncu maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “kararı temyiz eden” ibaresi “karara karşı istinaf yoluna başvuran” şeklinde değiştirilmiştir.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
D-“Haciz Yoluyla Takip” başlığını taşıyan ve kanunun 74-144’üncü maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
I-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümle ile;
 
Uygulamada ortaya çıkan sorunları gidermek amacıyla, Yargıtay kararlarına uygun olarak, resmi sicile kayıtlı malların haczinin; “takibin yapıldığı icra dairesince kaydına işlenmek suretiyle doğrudan doğruya da yapılabilmesi” hükmü kabul edilmiştir. Gerçekten, İcra ve İflas Kanununun değişiklikten önceki 79’uncu maddesinin değişiklikten önceki ikinci fıkrasında; “haczolunacak mallar başka yerde ise haciz yapılmasını malların bulunduğu yerin icra dairesine hemen yazar” denilmiş olmasına rağmen, Yargıtay 12 . Hukuk Dairesi uzun yıllardan beri ‘başka yerde bulunan taşınmazların kaydına talimat yazılmadan -yani istinabe yoluna başvurmadan- doğrudan doğruya takibin yapıldığı icra dairesince  haciz konulabileceğini” içtihat yoluyla kabul ettiğinden (Bknz:12 HD. 30.5.1988 T. E: 1987/9585 , K:7083; 15.4.1982 T. E:2692, K:2751 “UYAR, T. Gerekçeli- İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu, C:2, s:2155”) bu içtihatlar doğrultusunda maddede değişiklik yapılmıştır.
 
II-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 85’inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
Haciz konulan mallar üzerinde üçüncü şahıslar lehine haciz, mülkiyet, rehin veya benzeri hakların bulunduğu hallerde, beyan yükümlülüğünün sadece borçluya ait olmasının getirdiği sakıncaları önlemek ve bu yükümlülüğü “borçlu ile birlikte malı elinde bulunduranları” da kapsayacak hale getirmek, takibin ilerlemiş aşamalarında ortaya çıkabilecek istihkak iddialarının önceden yapılmasını sağlamak ve böylece rehin veya benzeri hak sahiplerini korumak amaçlanmıştır.
 
Bu amaçla maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “borçlu” kelimesinden sonra gelmek üzere “yahut borçlu ile malı elinde bulunduran şahıslar” ibaresi ve “borçluyu” kelimesinden sonra “yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahısları” ibaresi eklenmiştir.
 
III-Kanunun 88’inci maddesinin ikinci fıkrasının sonuna -4949 sayılı Kanun ile- eklenen yeni cümle ile üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yapılan değişiklikle;
 
-İcra ve İflas Kanununun 88’inci maddesinin ikinci fıkrasına eklenen hükümle “üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır malların haczedilmesi durumunda, alacaklının muvafakatı ve üçüncü şahsın kabulü halinde üçüncü kişiye yediemin olarak bırakılacağı” öngörülmüştür. Halbuki, bu maddeye ait 4949 sayılı Kanundaki değişiklik gerekçesinde “alacaklı muvafakat etmezse, üçüncü kişinin elinde bulunan taşınır malların da haczedilip, üçüncü kişinin elinde bırakılmayarak muhafaza altına alınacağı şeklindeki uygulamaya son verilmesinin amaçlandığı” belirtilmiştir. Bu nedenle; kanunun ikinci fıkrasına eklenen bu yeni hükmün yazılış (ifade ediliş) şekli, maalesef bu hükmün kanuna ekleniş amacına uygun olmamıştır. Çünkü, bu hükmün karşıt anlamından (mefhumu muhalifinden) “üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedilince, alacaklının muvafakat etmemesi halinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılamayacağı” anlamı çıkmaktadır ki, böyle bir yorum, maddenin gerekçesinde belirtilen açıklama ile bağdaşmamaktadır. Bu hüküm komisyonda “yalnız üçüncü kişinin elinde bulunan menkul mallar haczedilince, kabulü halinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır” şeklinde düzenlenmişken, her nasılsa Adalet Bakanlığı’nca TBMM.’ne sunulan Tasarıda (ve kabul edilen kanunda); “üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır malların haczedilmesi durumunda, alacaklının muvafakatı ve üçüncü şahsın kabulü halinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır” şeklinde ifade edilmiştir. 4949 sayılı Kanun ile 88. maddenin ikinci fıkrası bu şekilde değiştirildikten sonra, kamuoyunda yeni düzenleme şeklinin hatalı olduğunun yoğun biçimde ifade edilmesi üzerine, Adalet Bakanlığı hazırladığı İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair yeni Kanun Tasarısında “alacaklı muvafakat etmezse üçüncü kişinin elinde bulunan taşınır malların da haczedilip, üçüncü kişinin elinde bırakılmayarak muhafaza altına alınacağı şeklinde(ki) uygulamaya son verilmesi amaçlanmıştır” biçimindeki gerekçeyle, İİK.’nun 88. maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “alacaklının muvafakatı ve üçüncü şahsın” ibaresinin madde metninden çıkarılmasına dair maddede değişiklik yapılmasını önermiş, bu öneri TBMM Adalet Komisyonu tarafından da -oyçokluğu ile- kabul edilmişken, maalesef TBMM.’ndeki görüşmeler sırasında 88. maddeye ilişkin değişiklik teklifi benimsenmemiş ve böylece bu madde, 4949 sayılı Kanun ile değiştirilmiş şekliyle aynen yürürlükte bırakılmıştır. Kanımızca 88. maddenin -4949 sayılı Kanun ile- kavuştuğu yeni şeklini tasvip etmek mümkün değildir. Bu hüküm hayatın olağan akışına, eşyanın tabiatına aykırı bir düzenleme getirmiştir (Bu konuda bknz: ATALAY, O. Taşınırların Üçüncü Kişi Elinde Haczi ve Muhafaza Altına Alınması "İİK. m. 88/2 Üzerine Bir Eleştiri" (Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Dergisi, 2005/1, s:17 vd.). Üçüncü kişinin elinde bulunan malların “zilyetliğin mülkiyete karine olduğunu” belirten MK.’nun 985. maddesi uyarınca, üçüncü kişiye ait olması hayatın olağan akışına uygundur. Alacaklının bu kuralın tersini ileri sürerek, borçlunun borcundan dolayı, üçüncü kişideki malları da muhafaza altına aldırması, hem kendisinin hem de İİK. 5 uyarınca Devletin sorumluluğuna neden olabilecek bir davranıştır. Bakalım uygulama, bizim endişelerimizi haklı gösterecek mi? 
 
-Maddenin üçüncü fıkrasına eklenen hükümle “ticari işletme rehni kapsamındaki taşınırların haciz ve rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takiplerde, icra dairesince satılmasına karar verilmesinden önce muhafaza altına alınmaları” önlenmiş, ticari işletmenin bütünlülüğü korunarak, borçlunun ticari faaliyetine devam edebilmesi ve bu yolla borçlarını ödeyebilmesi imkanı sağlanmıştır.
 
-Maddenin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklikle “Adalet Bakanlığının haczedilmiş malların muhafazası için Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfına da depo ve garaj açtırabileceği de ya da işletme hakkını vakfa verebileceği” belirtilmiştir.
 
-Beşinci fıkrada yapılan değişiklikle; “yediemin olarak kendisine saklanmak üzere bırakılan hacizli mallarla ilgili olarak üçüncü kişiler hakkında da bu fıkra hükmünde yer alan usullerin uygulanması” amaçlanmıştır.  
 
- 5219 sayılı Kanunla (14.7.2004 tarihinde), 4. fıkraya eklenen hükümle “alınacak depo ve garaj ücretlerinin Adalet Bakanlığınca belirleneceği, bu yerlerin çalışma esas ve usullerinin yönetmelikte gösterileceği” öngörülmüştür.        
 
IV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 89’uncu maddesinin üçüncü fıkrası ile beşinci fıkrasının son cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
-Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle, birinci ve ikinci haciz ihbarnamelerine karşı müracaat haklarını, “süreyi geçirmek suretiyle kaçırmış” üçüncü şahıslara, üçüncü bir bildirim ile, menfi tesbit davası açma hakkı tanımıştır.
 
Alacaklının ve icra dairesinin, takip borçlusunun üçüncü şahıstaki hak ve alacaklarının haczini isterken, gerçekte böyle bir hak ve alacak bulunup bulunmadığını denetleme imkanı bulunmadığından, uygulamada bir kısım alacaklıların üçüncü şahıslara haciz ihbarnameleri tebliğ ettirmek ve böylece itiraz ve menfi tesbit davası açma hakkının kullanılmaması ihtimalinden yararlanmak amacını güttükleri bilinmektedir. Haciz ihbarnamelerini alan üçüncü şahısların süresinde birinci ve ikinci haciz ihbarnamelerine itiraz etmemek suretiyle bunlarda belirtilen borcu -gerçekte takip borçlusunun kendilerinde herhangi bir alacağı bulunmamasına rağmen- haksız olarak bu ihbarnameleri gönderen icra dosyalarına yatırmak durumunda kalmamaları için, kendilerine üçüncü kez bildirimde bulunma yoluna gidilmesi kabul edilmiştir.
 
-Ayrıca maddenin üçüncü fıkrası hükmüne göre açılacak menfi tesbit davalarını maktu harca tabi olması öngörülerek, iyiniyetli üçüncü şahısların kolaylıkla menfi tesbit davası açmak suretiyle iddialarını ispatlaması olanağı getirilmiştir.
 
-Nihayet maddenin beşinci fıkrasında yapılan değişiklikle üçüncü şahsa, “borçlu ile kötüniyetli alacaklılardan paranın veya malın iadesini isteme olanağı” getirilmiştir. Maddede yapılan bu değişiklikle, haciz ihbarnamesine itiraz etmediği için gerçekte borçlunun kendisinde mevcut olmayan parasını (malını) alacaklıya ödemek (ya da; teslim etmek) zorunda kalan üçüncü kişinin daha sonra hem “borçlu” hem de “kötüniyetli alacaklı” hakkında dava açarak  “ödemek zorunda kaldığı paranın veya teslim ettiği malın iadesini isteyebileceği” öngörülmüştür. Bu suretle     basında; “89 mafyası” adı verilen- bazı kötüniyetli kişilerin pek çok banka şubesine İcra ve İflas Kanununun 89’uncu maddesine göre haciz ihbarnamesi göndererek, süresi içinde bu ihbarnamelere itiraz etmeyi ihmal eden şubelerin bu ihmalinden yararlanarak ( ya da; banka şubelerinde görevli bazı personelin gönderilen ihbarnameleri bankanın yetkili temsilcisine vermemelerini sağlayarak) haksız kazanç temin etme konusundaki  çabalarının sonuçsuz kalması istenmiştir.
 
V-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 91’inci maddesinin sonuna eklenen fıkra ile;
 
“Hacizli taşınmazın el değiştirmesi halinde, İcra ve İflas Kanununun 148 a maddesinin uygulanacağı” öngörülerek “taşınmazını ipotek ettirenin ya da ipotekli taşınmazı daha sonra satın alanın ya da bunların haleflerinin tapu sicil müdürlüğüne yurt içinde bir tebligat adresi bildirme zorunda olduklarına” ilişkin İİK. 148 a hükmüyle uyum sağlamak ve böylece adres değişikliği halinde takiplerin sürüncemede kalması önlenmek istenmiştir.        
 
VI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 92’nci maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
Özellikle taşınmazların paraya çevrilmesinin zaman alması ve takip sürecinde kıymetli eklentilerin taşınmazdan çıkarılarak, yok edilerek ya da bozularak alacaklılardan kaçırılması ihtimali düşünülerek, icra dairesine taşınmazın idaresi ve işletilmesi yanında, “eklentilerinin korunması için” gerekli muhafaza tedbirlerini alma zorunluluğu getirilmiş ve böylece işletmenin ekonomik bütünlüğünün korunması amaçlanmıştır.
 
VII- 4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, Kanunun 94’üncü maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi metinden çıkarılmış ve ikinci cümlesinden sonra maddeye eklenen cümlelerle;
 
-Anonim şirketlerde hisseleri temsil eden pay senetlerinin veya pay ilmühaberlerinin çıkarılmamış olması halinde, “çıplak payın haczinin ne şekilde yapılacağı” konusunda uygulamada çıkan tereddütleri gidermek amacıyla gerekli düzenleme yapılmıştır. Borçlunun paydaşı bulunduğu anonim şirkette pay senedi veya  pay ilmühaberi çıkarılmamışsa, borçlunun payının anonim şirkete İcra ve İflas Kanununun 89’uncu maddesine göre haciz ihbarnamesi gönderilerek haczedileceği -genellikle- gerek doktrinde (DOMANİÇ, H. Kıymetli Evraka Bağlanması Mümkün Hakların Haciz Kabiliyeti “BATİDER, 1970, C:5 S:4 s:753- DOMANİÇ, H. Kıymetli Evrak Hukuku ve Uygulaması, 1990 s:1034 - DOMANİÇ, H. Borçlunun Ticaret Şirketlerinde Sahip Olduğu Hisseleri Haczi Usulü “Manisa Bar. Der. 1996/Temmuz S:58, s:5” – UYAR, T. Borçlunun Üçüncü Kişilerdeki – Kıymetli Evraka Bağlanmamış Olan- Mal, Hak ve Alacaklarının Haczi “Dokuz Eylül Ünv. Huk. Fak. D. 1981, S:2, s:225 vd.”) ve gerekse uygulamada icra dairelerince kabul edilmekteyken, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, bir olayda -talimat icra dairesi memurunun, borçlunun pay senedine (ve pay ilmühaberine) bağlanmamış olan hissesinin bulunduğu anonim şirkete giderek, şirket yetkilisi huzurunda haciz tutanağı düzenleyip, ‘borçlunun şirketteki hissesine haciz koyduğunu’ bildirerek -İcra ve İflas Kanununun 94’üncü maddesine göre- yaptığı haczi, borçlu tarafın  “pay senedi ve ya da pay ilmühaberi çıkarılmamış çıplak payın İcra ve İflas Kanununun 89’uncu maddesine göre haczedilebileceği” konusundaki temyiz talebi üzerine  “hisse senedi (pay) çıkarılmamış ise, borçlunun üçüncü kişi nezdinde bulunan ve henüz kıymetli evraka bağlanmamış hisse hakları, İcra ve İflas Kanununun 94’üncü maddesi gereğince, icra müdürü tarafından mahalline bizzat gidilerek ve pay defterine işlenmek suretiyle haciz işlemi yapılabilir…” gerekçesiyle, icra dairesinin haczini geçerli sayan yerel icra mahkemesinin kararını -oy çokluğu ile- bozması (bknz: 12 HD. 20.11.1996 T. E:124, K:14776 “Manisa Bar. Der. 1997/Nisan S:61, s:35 vd. – BATİDER, C:19 S:1 s:179 vd.”) üzerine, konu hukukçuların gündemine gelmiş ve bu karar -14.5.1999 tarihinde- sayın Prof. Dr. Yaşar KARAYALÇIN’ ın sunduğu bir bildiri ile bir sempozyumda enine boyuna tartışılmıştır (bknz: KARAYALÇIN, Y. Anonim Şirketlerde Çıplak Payın Haczedilmesi ve Paraya Çevrilmesi “Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, C:XVI s:149 vd.” - adı geçen kararın -Prof. S. ARKAN ile R. ARSLAN tarafından yapılan- tahlil ve eleştirisi için bknz: Manisa Bar. Der. 1997/Nisan S:61, s:41 vd)
 
İcra ve İflas Kanununun 94’üncü maddesi, bu gelişmeler sonucunda “çıplak payın haczinin ne şekilde yapılacağı” konusundaki tereddütleri gidermek ve uygulamada doğabilecek uyuşmazlıklara ışık tutmak amacıyla görüldüğü şekilde düzenlenmiştir.
 
-Ayrıca, “haczin ticaret siciline tescil edilmek üzere bildirilmesi” esası getirilmiş ve “haczedilen hisselerin, haczin tescilinden sonra başkasına devri halinde, bu devrin alacaklının haklarını ihlal ettiği oranda batıl olduğu” kabul edilmiştir.
 
VIII-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 97’nci maddesinin beşinci ve ondördüncü fıkralarında yapılan değişiklikle;
 
“Takibin devamına dair verilen icra mahkemesi kararının kesin olduğu, davanın reddi hakkındaki karara karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran istihkak davacısının icra dairesinden 36’ncı maddeye göre mühlet isteyebileceği” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
IX-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 111’inci maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
-Bazı hallerde şartlar değiştiği için alacaklıyla borçlu arasında zaman içinde birden fazla taksitle ödeme sözleşmesi yapılabildiği gözönüne alınarak, uygulamada ortaya çıkan duraksamaları gidermek ve borçların yeniden yapılandırılması suretiyle, borçluların ekonomik sürece kazandırılmalarını kolaylaştırmak amacıyla “sözleşmenin” kelimesi “sözleşme veya sözleşmelerin” olarak değiştirilmiş; “bu sözleşme veya sözleşmelerin yürürlükte olduğu sürece satış talebi ve paraya çevirmeye ilişkin sürelerin işlemeyeceği” hükme bağlanmıştır. Bu suretle, borçluyla alacaklının aktettiği taksitle ödeme sözleşmesi, ister 111’inci maddeye göre yapılmış olsun, ister alacaklının muvafakatıyla aktedilmiş bulunsun, sözleşme süresince 106 ve 150 e maddelerindeki süreler işlemeyecektir.
 
-Ayrıca, kötüniyetli kişilerin isbatı güç muvazaalı hacizler veya icra takipleri çerçevesinde bu tür taksitle ödeme sözleşmeleri yaparak avantaj sağlamalarının önüne geçilmesi amacıyla, “anılan sözleşme veya sözleşmelerin toplam süresinin on yılı aşması halinde, aştığı tarihten itibaren sürelerin kaldığı yerden işlemeye başlaması” öngörülmüştür.
 
X-Kanunun 114’üncü maddesinin birinci fıkrasında ve ikinci fıkrasına -4949 sayılı Kanun ile- eklenen cümle ile yapılan değişiklikle;
 
Kanunun 115 ve 116’ncı maddelerinde yapılan değişikliklere uygun olarak, “taşınırların satışı için yapılacak ilanda bulunması gereken hususlar” tekrar düzenlenmiştir.
 
Ö n c e; 4949 sayılı Kanunla yapılan yeni düzenlemeye göre “ilanın yurt düzeyinde yayınlanan bir gazete ile yapılmasına karar verilmesi halinde” bunun ne şekilde yapılacağı düzenlenmiştir. Bu bağlamda, uygulamada tirajın belirlenmesi bakımından sorunlar çıktığından, hangi tarihteki tirajın esas alınacağı, “bu ilanın satış talebi tarihinde yurt düzeyinde tirajı en yüksek beş gazeteden biriyle yapılacağı” şeklinde düzenlenerek durum açıklığa kavuşturulmuştur.
 
D a h a  s o n r a; 5092 sayılı Kanun ile 114’üncü maddenin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “yurt düzeyinde tirajı en yüksek beş gazeteden” ibaresi “tirajı elli binin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetelerden” şeklinde değiştirilmiştir.   
 
XI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 115’inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “%75’ini” ibaresi, “%60’ını” olarak  değiştirilmiştir;
 
“Satışa çıkarılan malın arttırma bedelinin tahmin edilen kıymetinin yüzde yetmişbeşini bulması…” yerine, Hükümet Tasarısında “yüzde ellisini bulması halinde ihale edilebileceği” düzenlenmişken, Adalet Komisyonunda “bu oran yüzde altmışa yükseltilerek” kabul edilmiştir. Bu suretle “malın ilk arttırmada satılabilmesi ve böylece ilan ve daha sonraki arttırmalar için yapılacak masraflar ve geçecek süreden tasarruf edilmesi, malın bir an önce satılması nedeniyle takibin sürüncemede kalmaması ve alacaklı ile borçlunun yararının gözetilmesi” amaçlanmıştır.
 
XII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 116’ncı maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
 İlk arttırmada yapılan teklifin, malın tahmin edilen kıymetinin yüzde altmışına ulaşmaması, rüçhanlı alacakların ve masrafların toplamını geçmemesi halinde yapılan ilanda, “ikinci arttırmanın ilk arttırmayı izleyen beşinci günü yapılacağı, bunun resmi tatil gününe rastlaması halinde ikinci arttırmanın resmi tatili izleyen ilk işgünü yapılacağı” hükme bağlanmıştır. Böylece ilgililerin ikinci arttırmanın hangi gün yapılacağını, önceden kesin bir şekilde bilmelerine imkan verilmiştir. Bu suretle, satış günleri icra müdürlüklerince saptanırken, ikinci satış gününün resmi tatile rastlaması halinde  -eskiden olduğu gibi yeniden birinci ve ikinci ihale günleri belirlenmeyecek (bknz: 12. HD. 26.11.1987 T. E:16363, K:12183; 26.11.1987 T. E:28, K:12207; 20.3.1978 T. E:2210, K:2529 “UYAR, T. İhale ve İhalenin Bozulması, C:1, 2002, s:376 vd.”)- ikinci arttırma günü olarak; “resmi tatili izleyen ilk işgünü” saptanacaktır…
 
XIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 118’inci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
Satılan malın teslimi, ihalenin kesinleşmesi koşuluna bağlanarak, “ihale edilen malın alıcıya ne zaman teslim edileceği” konusunda uygulamaya açıklık getirilmiş ve bu konuda ihalenin kesinleşmesi esas alınmıştır.
 
İcra ve İflas Kanununun 118’inci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yapılan değişiklikten önceki şeklinde; “satılan mal, bedeli bulunmadan teslim olunmaz” denilmekteydi. Kimi icra daireleri bu hükmü “satılan taşınır malın bedeli ödenince -ayrıca ihalenin kesinleşmesi beklenmeden- hemen alıcıya teslimi gerekir” şeklinde yorumlamaktaydılar. Böyle bir yorum; alıcısına teslim edilen ve onun tarafından da iyiniyetli üçüncü kişilere satılıp teslim edilen taşınır malların, ihalenin -ileride- bozulması halinde “ihalenin bozulması kararı”nın uygulanamaması sonucunu doğuracağından sakıncalı idi (UYAR, T. İhale ve İhalenin Bozulması, C:2, 2002, s:1485, dipnot 36 – UYAR, T. İhalenin ve İhalenin Bozulmasının Sonuçları “Prof. Dr. T. KALPSÜZ’e Armağan, 2003, S:960, dipnot 36”) Bu nedenle, her türlü hatalı yorumların önüne geçmek için, madde “satılan mal ihale kesinleşmeden teslim olunmaz” şeklinde değiştirilmiştir.
 
XIV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 119’uncu maddesinin (5) numaralı bendinde yapılan değişiklikle;
 
Pazarlık suretiyle satış yapılabilecek hallerdeki parasal miktar -“bir milyar lirayı geçmezse” şeklinde- günün koşullarına uygun hale getirilmiştir.
 
XV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 126’ncı maddesinin ikinci fıkrasının üç numaralı bendinde yapılan değişiklikle;
 
Maddenin ikinci fıkrasının üç numaralı bendinde yer alan “yüzde yetmişbeşini” ibaresi “yüzde altmışını” olarak; aynı bendin içinde yer alan parantez içindeki ifade de “onuncu günün resmi tatile rastlaması halinde, ikinci arttırma tarihi olarak tatilin bitimini izleyen ilk işgününün belirlenmesi ve bu ikinci ihalenin yapılacağı yer, gün ve saatin ilanda açıkça gösterilmesi zorunludur” şeklinde, İcra ve İflas Kanununun 129’uncu maddesinde yapılan değişikliğe paralel olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu suretle, satış günleri icra müdürlüklerince saptanırken, ikinci satış gününün resmi tatile rastlaması halinde -eskiden olduğu gibi yeniden birinci ve ikinci ihale günleri belirlenmeyecek (Bknz. 12. HD. 26.11.1987 T. E:16363, K:12183; 26.11.1987 T. E:28, K:12207; 20.3.1978 T. E: 2210, K.2529 “UYAR, T. İcra Hukukunda İhale ve İhalenin Bozulması, C:1, 2002, s:376 vd.”)- ikinci arttırma günü olarak “resmi tatili izleyen ilk işgünü” saptanacaktır.
 
 
XVI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 128’inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen cümle ve ikinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkra ile yapılan değişiklikle;
 
-Taşınmazın önceden takdir edilen kıymetini etkileyen yeni mükellefiyetlerin ortaya çıkması halinde, icra dairesinin satışa esas olmak üzere taşınmazın kıymetini yeniden takdir ettirmesi imkanı getirilmek suretiyle, malın gerçek değeri üzerinden satışa sunularak, daha çabuk satılması ve böylece ilan ve ihale masraflarından tasarruf edilerek, takibin sürüncemede kalmaması amaçlanmıştır.
 
Maddenin değişiklikten önceki ikinci fıkrasının birinci cümlesinden sonra, şimdi eklenen cümledeki gibi bir hüküm maddede yer almadığından, bu madde uygulamada kötüniyetle takibi uzatmak isteyen borçlular tarafından bir koz olarak kullanılmakta  ve satış aşamasında, taşınmaza satış günü konulup, satış ilanları yapıldıktan sonra, kötüniyetli borçlular “taşınmaza, İİK 128/II uyarınca yeniden kıymet takdiri yapılması gerektiğini” belirterek satışın durdurulmasını istemekteydiler. Halbuki satış aşamasına gelinince, yeniden taşınmaza kıymet takdir ettirilmesi ancak, taşınmaza daha  önce kıymet takdir ettirildikten sonra taşınmaz üzerinde yeni bir mükellefiyet kurulması halinde mümkündür. Aksi taktirde, satışa konu olan taşınmazlara hem takibin başında -takip kesinleştikten sonra- ve  hem de takibin sonunda -satış aşamasına gelindiğinde- yeniden kıymet takdir edilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkar ki, bu durumun satış aşamasında -takdir edilecek bu yeni kıymete  borçlular tarafından yapılacak itirazlar (şikayetler) gözönüne alındığında- taşınmaz satışlarını -İİK 106,110 ve yeni 128a /II hükümleri çerçevesinde- ne derecede imkansızlaştıracağı açıkça anlaşılır… İşte bu nedenlerle, tüm taşınmaz satışlarında değil, sadece “taşınmazın önceden takdir edilen kıymetini etkileyen mükellefiyetlerin -sonradan- ortaya çıkması halinde” satışa konu taşınmazlara  “yeniden kıymet takdir ettirileceği”  maddede açıkça vurgulanmıştır.
 
-Eklenen son fıkrayla, taşınmazda eklenti (teferruat) niteliğinde “teşvikli mal” bulunması halinde, bu malın paraya çevrilmesine ilişkin esaslara açıklık getirilmiştir.
 
XVII-Kanunun 128’inci maddesinden sonra gelmek üzere -4949 sayılı Kanun ile- eklenen yeni 128 a maddesiyle;
 
-“Kıymet takdirine ilişkin şikayetlerin nasıl inceleneceği” ve “şikayetin nereye yapılacağı” konusunda -hak ve zaman kaybının önlenmesi ve farklı uygulamaların ortadan kaldırılması için- özel bir düzenleme getirilmiştir. Getirilen bu özel düzenlemede  “şikayet tarihinden itibaren  yedi gün içinde gerekli masraf ve ücretin -raporu düzenleten icra dairesinin bağlı olduğu- icra mahkemesi veznesine” yatırılması, özellikle  kıymet takdirinin talimat icra dairesi tarafından yapılmış olması halinde - icra mahkemesine yatırılacak masraf ve ücret miktarını belirleme konusunda- sorun yaratabilir. Bu durumda, kıymet takdirine ilişkin şikayette bulunan borçlunun (ya da vekilinin)  ya bizzat bu şikayeti inceleyecek -talimat icra dairesinin bağlı bulunduğu yerdeki- icra mahkemesine başvurması ve ya bu icra mahkemesinin kaleminden yatırılması gereken masraf ve ücret miktarını öğrenerek, ona göre bu icra mahkemesine havale çıkarması gerekecektir.
 
-128’inci maddenin ikinci fıkrasının son cümlesinde “kesinleşen kıymet takdiri için iki yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez” şeklinde yer alan hüküm -4949 sayılı Kanun ile- kanuna yeni eklenen 128 a maddesine ikinci fıkra olarak -ve bu cümledeki ‘iki yıllık süre bir yıla indirilerek’- “kesinleşen kıymet taktirinin yapıldığı tarihten itibaren bir yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez” şeklinde ilave edilmiştir. Ancak hemen belirtelim ki “yeniden kıymet takdiri istenme süresi” nin “iki yıl”dan “bir yıl”a indirilmesi isabetli olmamıştır. Kamuoyunda yapılan yoğun eleştiriler karşısında, Adalet Bakanlığı hazırladığı yeni Tasarı’da, bu hükmün “yeniden kıymet takdirinin istenebilmesi için taşınır ve taşınmaz ayrımı yapılmadan 1 yıllık süre belirlenmiş olmasının isabetli olmadığını” ifade ederek, bu sürenin “taşınmazlar açısından yetersiz kaldığını ve takibin uzamasına neden olduğunu” belirterek, taşınırlar için bir yıllık, taşınmazlar için iki yıllık süre öngörerek 128 a maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinin değiştirilmesini önermişse de, Adalet Komisyonunda bu fark kaldırılarak, eskiden olduğu gibi “kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren iki yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemeyeceği” şeklinde 128 a maddesi 5092 sayılı Kanun ile yeni -daha doğrusu 4949 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki- şekline kavuşmuştur.  
 
 
- Kıymet taktirine ilişkin şikayetin yetkisiz icra mahkemesinde yapılması halinde, icra mahkemesinin şikayeti “evrak üzerinde” inceleyerek en geç 10 gün içinde -kesin olarak- “yetkisizlik kararı vereceği düzenlenerek, kötüniyetli borçluların zaman kazanmak amacıyla kıymet taktirine şikayet için yetkisiz icra mahkemesine başvurmalarının önüne geçilmek istenmiştir.
 
XVIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 129’uncu maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
Taşınırlarda olduğu gibi taşınmazların -birinci- ihalesinde de, arttırma bedeli için aranan oran; Hükümet Tasarısında yüzde yetmiş beşten yüzde elliye indirilmişken Adalet Komisyonunda bu oran yüzde altmışa indirilmiş ve Büyük Millet Meclisince de bu şekliyle kabul edilmiştir. Birinci arttırma ile ikinci arttırma oranları arasındaki farkın bu şekilde düşürülmesi suretiyle, taşınmazın birinci arttırmada daha kolaylıkla satılmasına imkan verilmek istenmiştir.
 
XIX-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 130’uncu maddesinin ikinci cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
Satılan malı alan kimsenin bedeli, yirmi gün yerine on günlük mehil içerisinde ödemesi zorunluluğu getirilerek, sürenin kısaltılması suretiyle takibin hızlandırılması ve alacaklının alacağına daha çabuk ulaşması amaçlanmıştır.  
 
XX-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 133’üncü maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
İcra ve İflas Kanununun 129’uncu maddesinde yapılan değişikliğe uyum sağlanması için; 133’üncü maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ilk fıkrasına” ibaresi “aradığı şartlara” ve beşinci cümlesinde yer alan “maddenin ikinci fıkrasındaki” ibaresi “maddedeki” şeklinde değiştirilmiştir.
 
Bu maddeye ait resmi gerekçede “maddenin niçin bu şekilde değiştirildiği” pek açık olarak belirtilmemiştir. Maddenin değiştiriliş nedeni; taşınmaz satışlarında ihale bedelinin alıcı tarafından süresinde ödenmemesi ve ihale kararının icra müdürünce kaldırılması (ihalenin feshi) üzerine, alıcıdan önce teklifte bulunana (pey sürene) teklif yapılamaması ya da bu kişinin taşınmazı satın almaması halinde, icra dairesince  -yedi gün önce ilan edilerek- ‘hemen’ yapılacak yeni (tamamlayıcı) ihalede hangi artırma koşullarının aranacağı konusun-da uygulamada duyulan tereddütlere son vermektir. Çünkü maddenin değişiklikten önceki birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan; “…….. Bu -yani; tamamlayıcı- artırmada, teklifin 129’uncu maddenin ikinci fıkrasındaki hükümlere uygun olması şartıyla gayrimenkul en çok artırana ihale olunur” ş e k l i n d e k i  ifade, “ikinci artırmada da  -ihale bedelinin alıcı tarafından ödenmemesi üzerine- tamamlayıcı ihale yapılıp yapılamayacağı” konusunda tereddüt yaratmıştı... Nitekim Yargıtay ö n c e l e r i (bknz:10.12.1979 T. E:8907, K.9394; 27.11.1979 T. E:9663, K.9106 “UYAR, T. İcra Hukukunda İhale ve İhalenin Bozulması C:I s:887 vd.”)  “birinci ihalede ihale bedelinin alıcı tarafından yatırılmaması halinde alıcıdan önce en yüksek teklifte bulunmuş olan müşteriye  -İİK mad. 133/I uyarınca- taşınmazı alıp almayacağı konusunda teklifte bulunulabileceğini, ikinci ihalede, ihale bedelinin alıcı tarafından yatırılmaması halinde ise, önceki müşteriye böyle bir teklifte bulunulmadan, taşınmazın tekrar artırmaya çıkarılması gerektiğini” bildirmişken, daha sonra bu içtihadını değiştirmiştir (bknz: 12 HD. 19.3.1981 T. E:1350, K: 2713 “UYAR, T. age.  s:887). Doktrinde (KURU, B. İcra ve İflas Hukuku C:II, 1990. s:1396 –UYAR, T. age. C:I s:804);yüksek mahkemenin ikinci görüşünün doğru olduğu” belirtilmişti. İşte yapılan bu değişiklikle,  birinci artırmada ihale bedeli ödenmeyerek sonuçta tamamlayıcı ihale yoluna gidilmişse, bu durumda ihalenin yapılabilmesi için birinci artırma koşullarının gerçekleşmesi   -yani; %60+rüçhanlı alacaklar+paraya çevirme ve paylaştırma masraflarının karşılanması- gerekecek, buna karşın ikinci artırmada ihale bedeli ödenmemiş ve sonuçta tamamlayıcı ihale yoluna gidilmişse, bu durumda ihalenin yapılabilmesi için, ikinci artırma koşullarının gerçekleşmesi -yani; %40+rüçhanlı alacaklar+paraya çevirme ve paylaştırma masraflarının karşılanması- gerekecektir (Aynı görüşte: ÖZEKES, M. İhale Bedelinin Ödenmemesi Sebebiyle Yapılan Artırma “Tamamlayıcı Artırma” “Dokuz Eylül Ünv. Huk. Fak. D. 2003, S:1, s:176”).
 
Bu vesileyle şu hususa da belirtelim ki; aynı konuyu “taşınır satışları”nda  düzenleyen 118’inci maddede, 133’üncü maddeye paralel bir düzenleme yapılmamış olduğundan, taşınır satışlarında; tamamlayıcı artırma ister birinci, ister ikinci artırmada olsun, en çok pey sürene ihalenin yapılabilmesi için -İİK118/I’deki, İİK. 116/II’ye yapılan atıf nedeniyle- ikinci artırma koşullarının gerçekleşmesi -yani; %40 + rüçhanlı alacaklar + paraya çevirme ve paylaştırma masraflarının karşılanması- gerekecektir (UYAR, T. age. C:I s:262- ÖZEKES, M. age. s:179).
 
 
XXI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 134’üncü maddesinin birinci fıkrasına ve ikinci fıkrasına eklenen cümleler ile ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen üçüncü ve dördüncü fıkralarla yapılan değişiklikle;
 
-“İhale kesinleşinceye kadar taşınmazın muhafaza ve idare şeklinin icra dairesi tarafından kararlaştırılacağı” belirtilmiştir. Doktrinde (ARSLAN, R. İcra ve İflas Hukukunda İhale ve İhalenin Feshi, 1984, s:203 – BERKİN, N. Tatbikatçılara İcra Hukuku Rehberi, 1980, s:339 vd. – POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukukunun Esasları, 1982, s:517, dipn. 88) ve uygulamada taşınmazların “ancak ihale kesinleştikten sonra alıcıya teslimi gerektiği” benimsenmektedir. Fakat bu görüşün son zamanlarda “sakıncalı olduğu” dile getirilmiştir. Bu sakınca, özellikle satılan taşınmazın bir fabrika, otel gibi işletildiği zaman sürekli gelir getirebilecek bir taşınmaz niteliğinde bulunması halinde ortaya çıkmakta, alıcısına ihalenin bozulması davası sonuçlanmadan bu tür taşınmazların teslim edilmemesi haklı olarak, onların sızlanmalarına neden olmuştur. İhale ile mülkiyeti (ve satılanın nef’i ve hasarını) kazanmış olan alıcı, çok kez fabrikayı, oteli çalıştıramama durumu yanında, bunların bir yangın tehlikesi karşısında gerekli önlemleri yeterince alamamasından dolayı yok olabilmesine de seyirci kalmaktadır. Yasada, “satılan taşınmazın alıcısına teslimi için ihalenin kesinleşmesi gerektiği” öngörülmemiştir. Sadece, satılan taşınmazın alıcı adına tapuya tescil edilebilmesi için, ihalenin kesinleşmesi gerekmektedir (İİK. mad. 134/V, 135/I). Satılan taşınırın  -ihale kesinleşmeden alıcısına tesliminden doğacak sakıncalar, satılan taşınmazların, ihale kesinleşmeden alıcısına tesliminde sözkonusu olmaz. Örneğin; satın aldığı taşınmazı teslim almış olan alıcı, bunu -henüz tapuda tescil işlemi yapılmadığı için- başkalarına satamaz. Bu nedenle, satılan taşınmazların -ihale kesinleşmemiş olsa dahi- istemde bulunmaları halinde, alıcıya teslim edilmesi daha isabetli olur (UYAR, T. İhale ve İhalenin Bozulması, C:2, s:1485 vd. – UYAR, T. İhalenin ve İhalenin Bozulmasının Sonuçları “Prof. Dr. Turgut Kalpsüz’e Armağan, 2003, s:960” - KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C:2, 1990, s:1343). Doktrindeki bu yeni görüşler doğrultusunda, 134. maddenin birinci fıkrasına eklenen “İhale kesinleşinceye kadar taşınmazın ne şekilde muhafaza ve idare edileceği icra dairesi tarafından kararlaştırılır” şeklindeki yeni hüküm nedeniyle, ihalede satılan taşınmazı satın alan alıcı, icra müdüründen “ihale kesinleşinceye kadar taşınmazı,- oteli, fabrikayı vs.- idare etmek (işletmek) üzere kendisine teslimini” isteyebilecek ve icra müdürünün bu konuda vereceği karar, taraflarca şikayet konusu yapılırsa, uyuşmazlık sonuçta icra mahkemesi tarafından çözümlenecektir…         
 
-Ayrıca “şikayet yoluyla ihalenin feshinin istenebilmesi için yurt içinde adres gösterme zorunluluğu” getirilerek, kötüniyetli fesih taleplerinin önlenmesi amaçlanmıştır.       
 
-“İhalenin feshi talebinin reddine” karar verilmesi halinde, icra mahkemesinin talep sahibini, feshi istenilen ihale bedelinin % 10’u oranında para cezasına mahkum etmesi, ancak “işin esasına girilmemesi nedeniyle talebin reddi halinde para cezasına hükmedilmemesi” kuralına yer verilmiştir. Bu yeni hükümle “ihalenin feshi talebinin reddi halinde para cezasına hükmedilmesi” esasının yasal düzenlemeye kavuştuğu 1988 yılını izleyen yıllarda Yargıtay’ın “ihalenin feshi talebinin husumet, sıfat yokluğu, süre aşımı gibi nedenlerle reddine karar verilmesi halinde, davacı aleyhine para cezasına hükmedilmemesi gerektiği” şeklindeki uygulaması, bu suretle yasal bir düzenlemeye kavuşmuştur.
 
-Zaman kazanmak amacıyla yetkisiz veya görevsiz mahkemede / icra mahkemesinde ihalenin feshi talebinde bulunulmasını önlemek amacıyla, “bu gibi yerlere yapılacak başvuruların, başvurulan mahkeme / icra mahkemesi tarafından evrak üzerinde inceleneceği”  ve “başvuru tarihinden itibaren en geç on gün içinde ‘görevsizlik’ veya ‘yetkisizlik’ kararı verileceği” ve “bu kararların kesin olacağı” konusunda maddeye açıklık getirilmiştir.   
 
-Ayrıca; “ihalenin feshinin talep edilmiş olması halinde bile, satış bedelinin nakden yatırılması” zorunluluğu getirilmek suretiyle, ihalenin feshi taleplerinin kötüniyetle yapılmasının önlenmesi amaçlanmıştır.
 
-Satış bedeli, ihalenin feshi davası süresince icra dairesi tarafından nemâlandırılacağından, eski uygulamadaki olumsuz sonuçlar da giderilmeye çalışılmıştır. İhalenin feshi talebinin kabulü halinde, nemâlandırılmış bu satış bedeli ihale alıcısına, reddi halinde ise alacaklıya ödenecektir.    
 
XXII-Kanunun 142’nci maddesinden sonra gelmek üzere -4949 sayılı Kanun ile- eklenen 142 a maddesinde;
 
Sıra cetveline karşı şikayet ya da itiraz yoluna gidildiğinde; sıra cetvelinde hak sahibi olarak görünen kişilerin, sıra cetveli kesinleşmeden, işleyecek faizleri de kapsayacak şekilde “bir bankanın kesin teminat mektubunu dosyaya ibraz etmek kaydıyla, paylarına düşen miktarı icra dosyasından tahsil etmeleri” imkanı getirilmiş ve 36’ncı maddenin burada da uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece, hak sahiplerinin sıra cetveline itiraz veya şikayet prosedürü devam ederken, teminat mektubu karşılığında alacaklarına kavuşması imkanı getirilmiştir. Ayrıca, teminat mektubunda, sıra cetveli kesinleşmeden tahsil edilen paranın iadesi gerekmesi halinde, “iade tarihine kadar geçecek süreye ait olan faizin ilk yazılı talebi üzerine dosyaya ödenmesinin taahhüt edilmesi gerektiği” hususu da maddede hükme bağlanmıştır.
 
XXIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 143’ncı maddesinin birinci ve altıncı fıkralarında yapılan değişiklikle ve maddeye eklenen yeni fıkra ile;
 
-Merkezi bir sicil mevcut olmadığı için uygulamada işlerliğini hemen hemen tamamen kaybetmiş olan aciz vesikası bazı yönleriyle yeniden düzenlenmiştir. Bu belgenin, özellikle bir kimsenin krediye layık olup olmadığını belirlemek bakımından büyük önemi olduğundan, bu maddeyle, her il merkezinde (merkez ilçede) Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirilecek bir icra dairesinde özel sicil kurulması öngörülmüştür. Bu sicilin ne şekilde tutulacağı, hangi hususların sicile kaydedileceği, terkininin ne şekilde yapılacağı gibi konular Adalet Bakanlığınca hazırlanacak yönetmelikle belirlenecektir. 
 
-Yapılan yeni düzenlemeyle; “aciz vesikasını sicilden terkin ettirmek isteyen borçlunun borcun tamamını, işlemiş faizleriyle birlikte ödemesi” zorunluluğu getirilmiştir.
 
-“Aciz vesikasına bağlanmış alacağın hiç zamanaşımına tâbi olmaması” kuralı ise, 19. asırdan kalma bir kural olduğu, hukukumuzda zamanaşımı sürelerinin belirli olması hususu ile bağdaşmadığı ve bu içerikte bir kural diğer Avrupa ülkelerinde mevcut bulunmadığı için kaldırılmış; ancak aciz vesikasına bağlanan alacağın varlığı, her zaman olmasa bile, kural olarak sabit olduğundan, zamanaşımı süresi nisbeten uzun -yirmi yıl- tutulmuştur.
 
-Türk icra hukukunun özellikleri nedeniyle, “aciz vesikasının sicile işlenmesinden sonra, icra takibinin batıl olduğunun veya iptal edildiğinin ya da borçlunun borçlu olmadığının bir mahkeme hükmüyle sabit olduğunun anlaşılması halinde, ilgili kaydın sicilden terkin edilmesine” imkan verilmiştir.
 
-Keza, alacaklı ile borçlu, örneğin daha düşük bir miktar üzerinde anlaştıkları takdirde, alacaklı icra takibini geri almak suretiyle, sicildeki kaydın terkinini sağlayabilecektir.
 
 
*
 
Bu bölüm’deki değişikliklerle ilgili olarak şu hususu da belirtelim ki; Komisyon’da;
 
-İcra ve İflas Kanununun 82’inci maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendinin birinci paragrafının;
 
Malulen emekli olanlar ile bunların dul ve yetimlerine verilen emekli maaşları ve tazminatlar ile ordu, zabıta ve diğer kamu hizmetlerinden birinin ifası nedeniyle ölenlerin ailelerine bağlanan maşlar ve ordunun hava ve denizaltı mensuplarına verilen uçuş ve dalış tazminat ve ikramiyeleri” ş e k l i n d e,
 
-İcra ve İflas Kanununun 97’nci maddesinin sekizinci fıkrasının;
 
Takibin ertelenmesine karar verilen durumlarda açılan istihkak davasında, 106’ncı maddedeki süreler işlemez” ş e k l i n d e,
 
-İcra ve İflas Kanununun 99’uncu maddesinin son cümlesinin:
 
“Dava ikame edilirse, icra mahkemesi davayı niteliğine uyduğu ölçüde 97. maddeye göre çözer” ş e k l i n d e,
 
-İcra ve İflas Kanununun 110’uncu maddesinin;
 
“Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da kalan müddet içinde yenilenmezse, o mal üzerindeki haciz kalkar” ş e k l i n d e,
 
-İcra ve İflas Kanununun 118’inci maddesinden sonra gelmek üzere kanuna eklenen 118 a maddesiyle;
 
“İhale edilen menkul mallar hakkında da 134’üncü maddeye göre ihalenin feshi istenebilir “ ş e k l i n d e,
 
-İcra ve İflas Kanununun 134’üncü maddesinin ikinci fıkrasının;
 
…talebin reddine karar verilmesi halinde icra mahkemesi davacıyı kötüniyetli bulursa, feshi istenilen ihale bedelinin % 10’u oranında para cezasına mahkum eder…”ş e k l i n d e,
değiştirilmesi önerilmişken, bu öneriler Bakanlık tarafından benimsenmeyerek Tasarı’ya dahil edilmemiştir.
 
            Adalet Bakanlığı, yukarıdaki hükümlerden 82, 97, 99, 110. maddeleri istinaf hükümlerinin işlendiği ikinci Tasarıya dahil ederek TBMM.’ne sunmayı uygun bulmuştur.
 
E-“Rehnin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takip” başlığını taşıyan ve kanunun 145-153’üncü maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
 
I-Kanunun 148’inci maddesinden sonra gelmek üzere -4949 sayılı Kanun ile-  eklenen 148 a maddesinde;
 
İpotek sözleşmesinin tarafları veya ipotekli taşınmazı daha sonra satın alan ya da bunların halefleri bakımından yurt içinde adres gösterme zorunluluğu getirilmiş ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 35’inci maddesi hükmüne göre tebligat yapılmasını sağlamak suretiyle, takiplerin sürüncemede kalmasının ve adalete duyulan inancın zedelenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
 
II-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 149a maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
“İcra mahkemesinin geri bırakılma isteminin reddine ilişkin kararına karşı istinaf yoluna başvuran borçlu veya üçüncü kişinin, takip konusu alacağın %15’i nisbetinde teminat yatırmadığı takdirde satışın durmayacağı, bölge adliye mahkemesince talebin reddi halinde bu teminatın ayrıca hükme gerek kalmaksızın alacaklıya tazminat olarak ödeneceği” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
III-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 150a maddesinin iki numaralı bendinde yapılan değişiklikle;
 
            “İtirazın kaldırılması kararına karşı istinaf yoluna başvurulması halinde 149a maddesinin ikinci fıkrası hükmünün kıyas yoluyla uygulanacağı” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
IV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 150 b maddesinin birinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen yeni cümle ile;
 
Kira bedelinin icra dairesine ödenmesi halinde, alacaklının 132 ve 135’inci maddelerden yararlanması esası getirilerek, uygulamadaki tereddütlerin kaldırılması amaçlanmıştır.    
 
V-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 150 ı maddesinde yapılan değişiklikle;
 
-Kötüniyetli borçluların “cari hesabın kesilmesine, hesap özetine ve tazmin talebi”ne ilişkin tebligatları almamak suretiyle, takibin başlatılmasını geciktirmeleri, maddede yapılan değişiklikle önlenmek istenmiştir.   
 
-Diğer taraftan, krediyi kullandıran taraf, gecikmiş kredi alacaklarının tasfiyesi için yaptığı ipotek takiplerinde, hesabın muaccel kılınmasına ilişkin hesap özetinin veya gayrinakdi kredinin ödenmiş olması nedeniyle tazmin talebinin, noter marifetiyle krediyi kullanan tarafa gönderildiğine dair noterden tasdikli sureti icra müdürüne ibraz ederse, icra müdürü bu kanunun 149’uncu maddesi uyarınca işlem yapmaktadır. Oysa, birçok defa kredi borçlusu adresinde bulunamamakta ya da adreste olmasına rağmen kendisine hesap özeti, tazmin talebi ve ihtar tebliğ edilememektedir. Maddeye yapılan ilave ile “hesap özetinin, tazmin talebinin ve ihtarın kredi borçlusunun kredi sözleşmesinde yazılı ya da 21’inci maddeye göre bildirilen adresine gönderilmesi” yeterli olacak ve böylece tebligatın yapılmaması nedeniyle, ipotekli takiplerdeki gecikmeler ortadan kaldırılacaktır…
 
-İcra mahkemesinin yaptığı inceleme sırasında, borçlu, “borcun sona erdiğine veya ertelendiğine ilişkin olup, yetkili mercilerce re’sen yapılmış veya usulüne göre onaylanmış yahut icra dairesinde veya icra mahkemesinde ya da mahkeme önünde ikrar edilmiş” senet sunmadıkça “takibin durdurulmasına karar verilemeyeceği” düzenlenmiştir.
 
F-“İflas Yoluyla Takip” başlığını taşıyan ve kanunun 154-183’üncü maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
I-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 164’üncü maddesinin başlığı “kanun yollarına başvurma” şeklinde değiştirilmiş ayrıca madde metni;
 
 “Ticaret mahkemesince verilen nihai kararları 160’ıncı maddenin son fıkrasına göre alınan masraftan karşılanmak suretiyle mahkemece re’sen taraflara tebliğ olunacağı, bu karara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği, bölge adliye mahkemesi kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği, istinaf ve temyiz incelemelerinin, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılacağı, iflas kararına karşı kanun yoluna başvurulmasının, iflasın ilanına ve masanın teşkiline engel teşkil etmeyeceği, bölge adliye mahkemesince iflas kararı kaldırılırsa, borçlunun malları üzerindeki tedbirlerin devam edeceği …” şeklinde değiştirilmiştir.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
II-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun  166’ncı maddesinin ikinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinde  yapılan değişiklikle;
 
-İflas kararının iflas dairesi tarafından yurt düzeyinde tirajı en yüksek beş gazeteden birinde yayınlanmasına” ilişkin hüküm, ilanın yayınlanacağı gün hangi gazetelerin tirajı en yüksek beş gazete olacağı önceden bilinmediğinden ve bilinmesi de mümkün olmadığından, uygulamada ciddi sorunlara neden olmaktadır. Onun için, -4949 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte- ilanın “karar tarihinde tirajı en yüksek beş gazeteden birinde yayınlanması” imkanı getirilerek, bu sorunların giderilmesi ve takiplerin uzamasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
 
5092 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle ise, 166’ncı maddenin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “yurt düzeyinde tirajı en yüksek beş gazeteden” ibaresi “tirajı ellibinin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetelerden” şeklinde ve üçüncü cümlesinde yer alan “en yüksek” ibaresi “ellibinin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan” şeklinde değiştirilmiştir.    
 
-Ayrıca maddede yer alan yazım hataları -“trajı” kelimeleri “tirajı” olarak- düzeltilmiştir.
 
III-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 168’inci maddesinin birinci fıkrasının altı numaralı bendinde yapılan değişiklikle;
 
Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takiplerde, “borçlunun ödeme emrine itirazının reddi” halinde, -İİK. 75’de olduğu gibi- üç gün içinde mal beyanında bulunması zorunluluğu getirilmiştir. Böylece, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takiplerde “borca” (ve “yetki”ye) veya “imza” ya, icra mahkemesine başvurarak, süresi -5 gün- içinde itiraz etmiş olan borçlunun mal beyanında bulunma zorunluluğunun b u l u n m a d ı ğ ı n ı (bknz: 8.CD. 12.3.1997 T. E: 3037, K:3295; 8.10.1996 T. E:4179, K:5207; 17.6.1996 T. E:8372, K.9101; 30.5.1996 T. E:6561, K:8083 vb. “UYAR, T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu, C:VI, s:8836 vd”) ve b u l u n d u ğ u n u (bknz: 8. CD. 13.11.1990 T. E:8702, K.9297; 2.7.2.1990 T. E:1278, K:2108; 31.3.1987 T. E: 2027, K:3000 vb. “UYAR, T. age. s:8838 vd”) belirten -birbiri ile çelişen- içtihatlardan son (yeni) tarihli olanlardaki görüş doğrultusunda, maddeye açıklık getirilerek, uygulamadaki tereddütler giderilmek istenmiştir….
 
 IV-a) 4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 169 a maddesinin birinci ve ikinci fıkraları ile altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
-Birinci fıkrada yapılan değişiklikle “itirazın incelenmesinde, icra mahkemesinin otuz gün içinde tarafları duruşmaya çağırması” zorunluluğu getirilmiş ve “yetki itirazının taraflar gelmese bile sonuçlandırılması” benimsenmiştir. Sürenin, onbeş günden otuz güne çıkarılmasına, tebligata ilişkin uygulama neden olmuştur.
 
-İkinci fıkrada yapılan değişiklikle; icra mahkemesinin, sunulan belgelerden borçlunun “borçlu olmadığı” kanısına varması haline ek olarak “takip konusu senede göre icra takibinin yapıldığı yerin yetkili olmadığını” saptaması halinde de, icra takibinin geçici olarak durdurulmasına karar verilebilmesi mümkün hale getirilmiştir.
 
-Altıncı fıkrada yapılan değişiklikle; ‘borçlunun itirazının ancak “esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde”, alacaklının kötüniyetli ve ağır kusurlu olması durumunda takip konusu alacağın %20’sinden az olmamak üzere, borçlu lehine ve “takip muvakkaten durdurulmuş ise” borçlunun bu talebinin reddi halinde alacaklı lehine, %40’dan aşağı olmamak üzere tazminata hükmedileceği öngörülmüştür. a)Altıncı fıkrada yapılan ilk önemli değişiklik; borçlunun tüm itirazlarının değil sadece esasa ilişkin itirazlarının  kabulü halinde, alacaklı aleyhine tazminata hükmedileceği konusu ile ilgilidir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 169a maddesinin altıncı fıkrasında değişiklik yapılmasından önceki içtihatlarında da  “borçlunun itirazının esasa ilişkin olmayan nedenlerle” reddi -örneğin; ‘borca itirazın süre yönünde reddi’ (bknz. 12 HD. 11.2.1999 T. E: 539, K:1248 “UYAR, T. Kambiyo Senetleri, C:II, s:1350 vd.”), ‘takibin mükerrer olduğu iddiasının kabul ya da reddi’ (bknz. 12 HD. 18.3.19996 T. E:3575, K:3583 “UYAR, T. age. sh:1603”), ‘borçlunun yetki itirazını  reddi ‘ (bknz.: 12. HD. 13.12.1999 T. E: 15553 , K.16359 “UYAR, T. age. s:1704”)- halinde “%40 tazminata hükmedilemeyeceğini” belirtmekteydi. Kanunun 169a maddesinin altıncı fıkrasında yapılan değişiklikle, yüksek mahkemenin oturmuş içtihatları yasal dayanağa kavuşturulmuştur. b)Altıncı fıkrada yapılan diğer değişiklikle; alacaklı aleyhine tazminata hükmedebilmesi için, onun kötüniyetli ve ağır kusurlu olduğunun kanıtlanması koşulu getirilmiştir. Buna paralel olarak da, borçlu aleyhine tazminata hükmedilebilmesi, takibin muvakkaten durdurulmuş olması koşuluna bağlanmıştır. c)Nihayet bu fıkrada yapılan son değişiklikle de; altıncı fıkradaki koşulların gerçekleşmesi halinde alacaklı aleyhine  hükmedilecek tazminatın, takip konusu alacağın %20’sinden az, borçlu aleyhine  hükmedilecek tazminatın ise %40’ından az olamayacağı kabul edilmiştir. Bu farklılığın isabetli olmadığını, alacaklı-borçlu arasında bulunması (korunması) gereken dengenin bu surette bozulduğunu ve böyle bir değişikliğin Komisyon tarafından öngörülmeyip, Bakanlık tarafından Tasarı’ya eklendiğini belirtelim….
 
IV-b)5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 169a maddesinin son fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
“İtirazın reddi kararına karşı istinaf yoluna başvurulmasının hiçbir icra muamelesini durdurmayacağı” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
V-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 170’inci maddesinin üçüncü fıkrası ile dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
-“ İcra mahkemesi hakiminin imza itirazını İcra ve İflas Kanununun 68 a maddesinin dördüncü fıkrasına göre inceleyeceği” belirtilerek, iki madde  -yani 170 ve 68 a maddeleri-arasında uyum sağlanmıştır.
 
-İcra ve İflas Kanununun 68a maddesinin beşinci fıkrasına paralel bir düzenleme ile “borçlunun takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum edileceği” belirtilmiştir.
 
-“Borçlunun icra inkar tazminatından ve para cezasından sorumlu tutulabilmesi için, takibin geçici olarak durdurulmuş olması” şartı getirilmiştir. Çünkü, takip geçici olarak durdurulmamışsa, alacaklının itiraz nedeniyle bir zarara uğraması sözkonusu olmayacaktır.
 
-Ayrıca, dördüncü fıkrada yapılan değişiklikle -üçüncü fıkrada yapılan değişikliğe paralel olarak ve taraflar arasında eşitliğin sağlanması amacıyla- icra mahkemesince ‘itirazın kabulüne’ karar verilmesi halinde senedi takibe koymada kötüniyeti ve ya ağır kusuru bulunduğu takdirde “alacaklı hakkında tazminat ve para cezasına hükmedilmesi” düzenlenmiştir.   
 
-İcra ve İflas Kanununun 170’inci maddesinin üç ve dördüncü fıkralarında yukarıda belirtildiği şekilde yapılan değişiklikler sonucunda borçlunun takip konusu alacağın %40’ından aşağı olmamak üzere, alacaklının  ise, takip konusu alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilebilmesi, alacaklı ile borçlu arasında bulunması gereken eşitliği (dengeyi) bozmuş olduğundan isabetli olmamıştır.
 
Ayrıca belirtelim ki icra mahkemesindeki duruşmada haklı çıkan alacaklı ve borçlu için farklı oranlarda tazminatın öngörülmüş olması, Komisyon’un hazırladığı Tasarıda mevcut değildi. Değişiklik, Bakanlık tarafından Tasarıya eklenmiştir.
 
VI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 170 b maddesinde yapılan değişiklikle;
 
Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takiplerde, “kanunun 61’inci maddesinin birinci fıkrası dışındaki hükümlerin bu takip yolunda da kıyasen uygulanması” kabul edilmiş; ayrıca “kanunun 62 ila 72’nci maddelerinin bu takip yolunda da kıyasen uygulanması” olanağı getirilerek maddenin  kapsamı genişletilmiştir.
 
İcra ve İflas Kanunu’nun 170b maddesinin değişiklikten önceki şeklinde;
 
-“Ödeme emrinin tebliği” kenar başlığını taşıyan İcra ve İflas Kanununun 61. maddesine yollama (atıf) yapılması unutulmuştu. Doktrinde (KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C:II, 1990, s:1774) “bu maddenin birinci fıkrası dışındaki hükümlerinin -İİK mad. 61/I’de düzenlenen husus, İİK mad. 168/I’de özel olarak ve farklı biçimde düzenlenmiş olduğu için- kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takiplerde de kıyasen uygulanması gerekeceği” belirtilmiş olduğundan, kanunun 170b maddesi bu doğrultuda değiştirilmiştir…
 
-Uygulanacağı belirtilen hükümler arasında 62’nci madde de belirtilmemiştir. Doktrinde (POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukuku Esasları, 1973, s:640 - BERKİN, N. İflas Hukuku, 1972, s:153 - ÖKTEMER, S. Kambiyo Senetleri Hakkında Takip ve İlamsız Haciz Yolu İle Takip Usulleri Arasındaki Farklar “Ad. D. 1969/10, s:629”) “bunun bir unutma sonucu olduğu” belirtildiği gibi, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi (bknz: 12 HD. 26.10.1999 T. E:12035, K:12905; 1.10.1998 T. E:12040, K:12350; 9.2.1998 T. E:444, K:1074 “UYAR T. Kambiyo Senetleri,C:II, s:2235 vd -2.12.1994 T. E:15339 K:15372; “UYAR, T. age. s:2241 vd.”; 4.5.1992 T. E:13067, K.6023;”) ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (bknz: HGK. 14.10.1987 T. E:12714, K:751; 1.4.1998 T. E.12-252, K:251 “UYAR, T. age. s:2242 vd.”)da “bu maddenin özellikle III ve IV. fıkralarının da kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takiplerde kıyasen uygulanabileceğini” kabul ettiğinden, kanunun 170b maddesi bu doğrultuda değiştirilmiştir.
 
VII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 179’uncu maddesinde yapılan değişiklikle;
 
-“Sermaye şirketleri ve kooperatiflerinin borçlarının aktiflerinden fazla olması” hali idare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya şirket ya da kooperatif tasfiye halinde ise tasfiye memurları veya bir alacaklı tarafından beyan ya da mahkemece tesbit edilirse, bunların önceden takibe gerek kalmadan iflasına karar verileceği hükme bağlanmıştır… Bir nevi maddi anlamda borca batıklık durumu içinde olan borçlunun, bu durumdayken normal faaliyetine devam etmesi halinde, özellikle alacaklarının vadesi daha sonra gelecek olan veya diğerlerinden daha sonra icra takibinde bulunan alacaklılar ile borçlunun borca batıklık durumunu bilmeden, ona bu dönemde yeniden borç verecek olanlar, haklarını tamamen veya kısmen alamama tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler. Getirilen yeni hükümle, bu tehlike ortadan kaldırılmak istenmiştir. Ancak, idare ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler ya da alacaklılardan biri, şirket veya kooperatifin mali durumunun iyileştirilmesinin mümkün olduğuna dair bir iyileştirme projesini mahkemeye sunarak iflasın ertelenmesini isteyebilirler. Böylece, mali durumunun düzeltilmesi mümkün olan şirket veya kooperatifin faaliyetlerine devam etmesi sağlanmaktadır.
 
-İflasın ertelenmesi istemi geri alınamaz.Yüksek Mahkeme ise “iflasın ertelenmesi talebinin içinde mahkemeye yapılacak zorunlu bildirim bulunduğundan, erteleme talebinden feragat edilse bile, şirket borca batık durumda ise, mahkemece şirketin iflasına karar verilmesi gerekeceğini, mahkemece ‘feragat nedeniyle davanın reddine’ karar verilemeyeceğini” belirtmiştir. (19.HD.16.12.2004 T. 11113/12672) Mahkeme, projeyi ve sunulan bilgi ve belgeleri ciddi ve inandırıcı bulursa ve gerektiğinde idare ve temsille görevlendirilmiş kimseleri ve alacaklıları da dinleyerek, iflasın ertelenmesine karar verebilir. Mahkemenin, bu yolun kötüniyetle kullanılmasını önlemek için incelemesini süratli bir şekilde yapması zorunluluğu getirilmiştir.
 
-İflasın ertelenmesi, konkordatodan esas itibariyle iki bakımdan farklıdır. Bir kere, iflasın ertelenmesi hakime ve ilgililere daha geniş bir hareket imkanı sağlayabilir. Nitekim maddede “mali durumunu düzeltmek için borçlunun başvurabileceği çareler” konusunda herhangi bir yönlendirme, sınırlama beyan edilmemiştir. İkinci olarak, iflasın ertelenmesi kurumu, mali durumun düzeltilmesine ilişkin tedbirlerin uygulamaya konulması bakımından, borçluya herhangi bir yardım veya destek sağlamamaktadır (Bu konuda ayrıntılı açıklamalar için bknz: BALCI, Ş. İflasın Ertelenmesi, 2005 - ATALAY, O. Borca Batıklık ve İflasın Ertelenmesi, 2006).
 
-Yüksek Mahkeme “iflasın ertelenmesi” talepleri konusunda;
 
√ “İflasın ertelenmesi talebinin İİK.’nun 166/II maddesinde öngörülen usulle ilan edilmesi gerektiğini, bu ilan üzerine borca batıklık durumu ve iyileştirme projesine itiraz edenler varsa, bu itirazların değerlendirilip, erteleme koşullarının bulunup bulunmadığının araştırılarak varılacak uygun sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekeceğini” (19. HD. 30.12.2004 T. 10530/13441, 30.12.2004 T. 4633/13435; 12.11.2004 T. 7679/11354)
 
√ “İflasın ertelenmesi talebinde de yetkili mahkemenin İİK. 154/son uyarınca borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer mahkemesi olduğunu” (19. HD. 16.12.2004 T. 11503/12674)
 
√ “Borca batıklık bildirimi üzerine düzenlenecek borca batıklık bilançosunun, anonim şirketin gerçek mal varlığı değerlerini yansıtması gerektiğini, bunun için tüm aktiflerin paraya çevrilme değerleri, yani, piyasadaki satış sırasında gerçekleşebilecek fiyattan bilançoya geçirilmesi gerektiğini, aktif bu şekilde saptandıktan sonra borca batıklık durumunun tesbit edilip şirket borca batık durumda değilse talebin reddedilmesi gerektiğini” (19. HD. 30.12.2004 T . 5733/13437)
 
√ “İflasın ertelenmesi talebi üzerine öncelikle şirketin borca batık durumda olup olmadığının tesbit edilmesi, borca batık durumda ise ıslahının mümkün olup olmadığının üzerinde durulmasının gerekeceğini” (19. HD. 30.12.2004 T. 10530/13441; 30.12.2004 T. 7170/13440; 12.11.2004 T .7565/11352; 7.2.2002 T. 7389/906)
belirtmiştir.
 
 
VIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 179’uncu maddesinden sonra gelmek üzere, kanuna eklenen 179 a maddesi ile;
 
-Mahkeme iflasın ertelenmesi kararı ile birlikte şirketin veya kooperatifin malvarlığını korumaya yönelik tedbirleri alacaktır. Evvelce, iflasın ertelenmesi halinde, şirket veya kooperatifin mallarının korunması için tedbir alınmamakta ve böylece şirket veya kooperatif uzun bir süre için eski halinde bırakılmaktaydı. Bu durum, hakimlerin iflasın ertelenmesine karar verme  konusunda çekimser kalmalarına neden olmaktaydı. Getirilen düzenlemeyle bu sakınca giderilmektedir. Ancak, maddede bu tedbirler tek tek sayılmamış, bunun yerine tedbirlerin, öngörülen iyileştirilme projesiyle uyum halinde olması, projeyi işlemez hale getirmemesi istenmiştir.
 
-İflasın ertelenmesi durumunda mahkeme bir kayyım atamak zorundadır; böylece şirket veya kooperatifin uzun bir süre için eski yönetim organının elinde kalması önlenmiş olmaktadır. Mahkeme, duruma göre yönetim organının bütün yetkilerini kayyıma verebileceği gibi, yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğini kayyımın onayına bağlı kılabilecektir. Ancak, kayyımın görev ve yetkileri, ayrıntılı olarak iflasın ertelenmesi kararında gösterilecektir.
 
-İflasın ertelenmesi halinde, başta alacaklılar olmak üzere üçüncü kişilerin hakları etkileneceğinden, yine aynı şekilde alacaklıların ve üçüncü kişilerin hukuki ilişkiye girdikleri veya girecekleri şirketlerin veya kooperatiflerin mali durumunu bilmeleri, şirketin veya kooperatifin çıkarından önce geleceğinden ve kayyımın görev ve yetkilerine aleniyet kazandırmak bakımından “erteleme kararının 166’ncı maddenin ikinci fıkrasındaki usulle ilan edilmesi ve gerekli bildirimlerin yapılması” esası kabul edilmiştir.
 
IX-Kanuna -4949 sayılı  Kanun ile- yeni eklenen 179 a maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 179 b maddesiyle;
 
-İflasın ertelenmesinden beklenen faydanın gerçekleşmesi, şirket veya kooperatif aleyhine başlamış icra ve iflas takiplerinin durmasına bağlıdır.Takiplerin durması, takibin bulunduğu aşamada kalması anlamında olup, hacizlerin kaldırılması sonucunu doğurmaz. (19. HD. 30.12.2004 T. 7170/13440) İflasın ertelenmesi kurumu, konkordatoda olduğu gibi bütün alacaklıların çıkarlarını dengeli bir şekilde korumayı amaçlamaktadır. Takiplerin duracağı kabul edilmezse, mali durumun düzelmesi neredeyse imkansızlaşır. Bu bağlamda, “devlet alacakları bakımından da, 6183 sayılı Kanun uyarınca başlatılmış bulunan takiplerin durması” kuralı kabul edilmiş, bu açıdan devlet ve diğer alacaklılar arasında bir ayırım yapılmamıştır.
 
-Erteleme sırasında taşınmaz veya ticari işletme rehniyle temin edilmiş alacaklar için bir istisna getirilerek, “bunların takip konusu yapılabilmelerine” izin verilmiştir. Ancak, bu takipler nedeniyle muhafaza tedbirleri alınamayacak ve rehinli malın satışı gerçekleştirilemeyecektir; aksi takdirde, şirket veya kooperatifin faaliyetine devam ederek iflastan kurtulması mümkün olamaz.
 
-Kıdem tazminatları hariç, 206’ncı maddenin birinci sırasında yazılı alacaklar, takip yasağı konusunda diğer bir istisna olarak kabul edilmişlerdir.
 
-Erteleme süresi bir yıl olarak kabul edilmiş; mali durumun düzeltilmesi ihtimalinin mevcut olması halinde, kayyımın raporları da dikkate alınarak bu sürenin, 4949 sayılı Kanun ile bir yıl daha uzatılabilmesine imkan tanınarak, böylece, ertelemenin toplam iki yıl için yapılabilmesi kabul edilmişken, 5092 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle madde “kayyımın verdiği raporlar dikkate alınarak mahkemece uygun görülecek süreler ile uzatılabileceği, ancak uzatma sürelerinin toplamının dört yılı geçemeyeceği” kabul edilmiştir. Bu son değişiklik 5092 sayılı Kanunun TBMM’nde görüşülmesi sırasında Adalet Komisyonu tarafından “4949 sayılı Kanunla iflasın ertelenmesi süreci iki yıl ile sınırlandırılmıştır. Oysa; bu süreç daha kısa sürede tamamlanabileceği gibi, işletmenin büyüklüğüne, içinde bulunduğu koşullara, ekonomideki oynamalara göre daha uzun da sürebilir. Bu sürenin katı olarak uygulanması, kurtarılmasına çok az kalmış bir işletmenin, çok kısa bir süreye daha ihtiyacı varken yasal zorunluluk nedeniyle iflası sonucunu doğurabilir. Kaldı ki, bu süreç birçok dış ve iç faktörlere bağlıdır. Örneğin; ülke ekonomisinin gidişatı, sektörel rekabet, düzenleyici ve denetleyicilerin etkisi, sosyo ekonomik yapı ve mali sektörün etkisi gibi dış faktörler ile organizasyonun büyüklüğü, yönetimin yeteneği, operasyonel yetenek, faaliyetlere ilişkin alt yapı, işletme sermayesi ve tedariki gibi birçok iç faktörler bu sürecin süresinin belirlenmesinde etkin olacaktır. Bu nedenle sürenin her somut olayın kendi gelişim ve koşulları doğrultusunda hakimin takdirine bırakılmasında yarar vardır. Zaten, kayyımlar vasıtasıyla süreç hakimin kontrolü altındadır. Olumsuz gelişmeler olması halinde her zaman süreyi keserek iflasa karar vermesi mümkündür. Keza, her erteleme ayrı ayrı temyiz sürecine tabi olduğundan hakimin işlemleri de Yargıtay’ın denetimi altındadır. Bu nedenlerle, sürenin sınırlandırılmasının düşünülen faydalarından çok, ciddi sakıncaları bulunmaktadır. Yine de pratik olarak erteleme süresinin uzatılmasına ilişkin bir üst sınır konulması gerekir ise; bu süre bu konjonktürde en fazla dört yıl olmalıdır” şeklindeki gerekçe ile değiştirilmiştir.      
 
-Erteleme süresince kayyımın, mahkemenin belirleyeceği sürelerde “faaliyetleri ve işletmenin durumu hakkında”, mahkemeye düzenli olarak rapor vermesi öngörülmüştür.
 
-Şirketin veya kooperatifin mali durumunun  düzelmesi ihtimali ile alacaklıların hakları arasındaki dengenin sağlanabilmesi için, mahkemeye “kayyım raporlarından mali durumun erteleme süresi dolmadan düzelmesinin mümkün olmadığı kanaatine varması halinde”, erteleme kararını kaldırarak, “şirketin veya kooperatifin iflasına karar verme” yetkisi tanınmıştır.
 
            X-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 182’nci maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
            “İflasın kaldırılması hakkında verilen hükme karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği, bölge adliye mahkemesi kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği, bölge adliye mahkemesi kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği, istinaf ve temyiz üzerine verilen Hukuk usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılacağı” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
*
 
            Bu bölüm’deki değişiklikle ilgili olarak ayrıca ifade edelim ki; Komisyon’da
 
-İcra ve İflas Kanununun 177’nci maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendinin;
 
            “4- İlama veya ilam niteliğindeki belgeye dayanan alacak icra emriyle istenildiği halde ödenmemişse” ş e k l i n d e  değiştirilmesi önerilmişse de bu öneri Bakanlık tarafından benimsenmeyerek Tasarıya alınmamıştır.
 
            G-“İflasın Hukuki Neticeleri” başlığını taşıyan ve kanunun 184-207’nci maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
            I-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 185’inci maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle ile;  
 
            Kanunun 193’üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkrasından çıkan sonuç açık olmakla birlikte, uygulamada “185’inci maddede rehinli malların iflas masasına gireceği ve iflas idaresi tarafından satılıp rehinli alacaklıya haklarının verileceği öngörüldüğünden, iflasın açılmasından önce rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takibe başlanmamışsa, iflas açıldıktan sonra artık rehinli malın icra dairesi tarafından paraya çevrilmesinin mümkün olmadığı”(bknz: 12. HD. 25.10.1994 T.E:13364, K:12930; 20.9.1994 T. E:10126, K:10743, 1.4.1994. T. E:1993/2761, K:3145; 7.12.1993 T. E:15509, K.19136 “UYAR,T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu C:IV s:6035 vd.) kabul edildiğinden ve bu yorum tarzı, rehinli alacaklının hakkına kavuşmasını geciktirdiğinden, kanunun 193’üncü maddesinin üçüncü fıkrasındaki kuralı pekiştirmek ve 185’inci maddenin birinci fıkrasına “…rehin sahibi alacaklı, istediği takdirde iflastan sonra da masaya karşı rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabilir” hükmünü ilave etmek ihtiyacı duyulmuştur.
 
            II-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 206’ncı maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklik ve maddeye eklenen yeni fıkra ile;
 
            -İflasta, sıra cetvelinde daha önce  ilk beş sırada yer alan imtiyazlı alacaklar ü ç  s ı r a halinde,imtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar ise d ö r d ü n c ü  s ı r a d a  yer alacak şekilde yeniden düzenlenmiştir.İflas tasfiyesinde bir taraftan  alacaklılar arasında olabildiğince eşitlik ve daha adil bir paylaşım sağlanmış,diğer yandan, uygulama alanı bulunmayan alacak kategorileri kanundan ayıklanmıştır.Yapılan değişiklikle,vergi alacaklarına tanınan imtiyaz, -bu imtiyaz nedeniyle diğer (imtiyazlı olmayan) alacaklılar, birçok halde alacaklarını kısmen dahi olsa tahsil edemediklerinden- kaldırılmıştır.Vergi alacakları,bundan böyle d ö r d ü n c ü  s ı r a d a  yer alacaktır (bknz: 19. HD. 10.11.2005 T. E:5694, K:11005). Kanımızca,”devlet alacağı derecesinde imtiyazlı olan” SSK.nun ve Bağ-Kur’un prim alacakları da -vergi alacaklarının yer aldığı- d ö r d ü n c ü  s ı r a d a yer alacaktır…
 
            4949 sayılı Kanun’la getirilen bu yeni düzenleme 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 21. maddesinin 3. fıkrasında 8.4.2006 tarihinde 5479 sayılı Kanun’un 4. fıkrasıyla “borçlunun iflası, mirasın reddi ve terekenin resmi tasfiyeye tabi tutulması hallerinde amme alacakları imtiyazlı alacak olarak 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 206’ncı maddesinin üçüncü sırasında, bu sıranın önceliğini alan alacaklar da dahil olmak üzere tüm imtiyazlı alacaklar ile birlikte işleme tabi tutulur.”  ş e k l i n d e  yapılan değişiklik sonucunda amme alacakları tekrar imtiyazlı alacak haline getirilmiştir.
 
            -Maddeye eklenen yeni fıkra ile, ilk iki sırada yer alan alacaklıların imtiyazdan yararlanabilmesi için öngörülen müddetlerin hesabında, bazı süreçlerle ilgili müddetlerin dikkate alınmayacağı kabul edilerek, imtiyazlı alacak sahiplerinin haklarının korunması amaçlanmıştır.
 
            H-“İflasın Tasfiyesi” başlığını taşıyan ve kanunun 208-256’ncı maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
            I-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 222’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            İlk alacaklılar toplantısının yapılmasının, ‘toplantı nisabı’nın sağlanamaması nedeniyle mümkün olmaması veya mümkün olmasına rağmen bu toplantıda karar nisabının oluşmaması halinde, “iflas dairesinin ikinci alacaklılar toplantısına kadar masayı idare etmeye devam etmesi ve tasfiyeye başlaması” esası benimsenmiştir.
 
            II-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 223’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
           İflas idaresi toplantılarının yapılamadığı hallerde yerine getirilecek işlemler somut bir şekle bağlanmış, “alacaklıların talebi üzerine iflas idaresinin toplanması” imkanı getirilmiş ve “iflas idare memurlarının toplanamadıkları veya karar alamadıkları durumlarda”, iflas dairesi müdürüne karar alma yetkisi verilerek, tasfiyenin uzamasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 
 
            III-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 226’ncı maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
            Günümüz ekonomik koşulları ve paranın satın alma gücü gözönüne alınarak, 226’ncı maddede yer alan parasal sınır  -“ikiyüzbin” ibaresi “iki milyar” olarak- yükseltilmiştir.
 
            IV-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 227’nci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
            V-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 239’uncu maddesinde yapılan değişiklikle;
           
            Maddenin kenar başlığı “toplantı ve karar nisabının oluşmaması” ş e k l i n d e değiştirilirken, maddenin içeriğine “karar nisabının oluşmaması” dahil edilerek, bu durumda da “durumun tespit edileceği ve iflas idaresinin iflas kapanıncaya kadar görevini sürdüreceği” konusunda da maddeye açıklık getirilmiştir.
 
            VI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 250’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            “Pay cetveli ve son hesaba yönelik şikayetin, dağıtıma ne şekilde etkili olacağı” konusunda ilgili maddeye açıklık getirilmiştir. Yeni düzenlemeye göre, “pay cetveline karşı şikayet yoluna gidilmiş olması halinde, paraların dağıtılması için bu şikayetin çözümlenmesinin mutlaka beklenmesi” kuralı terk edilmiştir.
 
            VII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 251’inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yapılan değişiklik ve aynı fıkraya eklenen cümle ile;
 
            -143’üncü maddede yapılan değişikliğe paralel olarak 251’inci maddenin ikinci fıkrasında değişiklik yapılmıştır. 196’ncı madde hükmü, aciz vesikasını sicilden terkin ettirmek isteyen müflisin, bunu sağlamak için ödemesi gereken faiz borcunun hangi oran üzerinden hesaplanacağını göstermek amacıyla saklı tutulmuştur. İflas, külli bir tasfiye şekli olduğundan müflisin, faiz oranı bakımından, cüz’i icra takibindeki borçluya göre daha elverişli bir oran üzerinden ödeme yapması uygun görülmüştür. 
 
            -Fıkraya eklenen dördüncü cümle ile; uygulamada görülen ve “müflisin iflastan sonra edindiği mallar, üçüncü kişiler üzerine yaparak, alacağını alamamış olan alacaklılardan kaçırmak” yönündeki davranışları engellenmek istenmiştir.
 
            VIII-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 254’üncü maddesine üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere eklenen yeni fıkra ile;
 
            “İflasın kapanması hakkında verilen hükme karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği, bölge adliye mahkemesi kararına karşı on gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği, istinaf ve temyiz incelemelerinin Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılacağı” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
            I-“İhtiyati Haciz” başlığını taşıyan ve kanunun 257-268’nci maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
            I-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 257’nci maddesinin birinci fıkrasında ve ikinci fıkrasının (2) numaralı bendinde yapılan değişiklikle;
 
            -Maddede genel olarak ihtiyati haciz değil, ihtiyati haczin şartları düzenlendiğinden, madde kenar başlığı “ihtiyati haciz şartları” olarak değiştirilmiştir.
 
-Öte yandan, madde ile ihtiyati haciz talep edebilmek için bir para borcunun mevcut olması hususu açıklığa kavuşturulmuştur. Bu suretle, ihtiyati haciz’in, ihtiyati tedbir’den farklı olarak, “sadece para alacakları için öngörülmüş bir tedbir olduğu” vurgulanarak yanlış uygulamaların önüne geçilmesi amaçlanmıştır.  
 
            -Maddenin ikinci fıkrasının (2) numaralı bendinde “alacaklının haklarını ihlal eden hileli işlem” yapılmasının, ihtiyati haciz sebebi sayılacağı açıkça belirtilmiştir. Bu suretle, uygulamadaki tereddütler ortadan kaldırılmak istenmiş, kanunun benzer amaçla iflas sebebi olarak düzenlediği 177’nci maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi ile uyum sağlanmıştır.
 
            II-a)Kanunun 258’inci maddesine -4949 sayılı Kanun ile- eklenen son (üçüncü) fıkra ile;
 
            Mahkemece “ihtiyati haciz talebinin reddi halinde” alacaklıya temyiz yoluna başvurma olanağı sağlanmıştır. Bu suretle, kanunun 257’nci maddesinde belirtilen ihtiyati haciz sebeplerinin varlığı konusunda, mahkemelerce kullanılan takdir yetkisine yargısal denetim olanağı getirilerek, uygulamada yeknesaklığın sağlanması ve hak arayanlar arasında eşitliği bozucu çözümlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Uygulamada, ihtiyati haciz talebiyle karşılaşan mahkemeler -sırf bu talepleri azaltmak, alacaklıların ihtiyati haciz istemek için kendilerini ve kalemi meşgul etmemeleri için (!)- bu talepleri sudan gerekçelerle reddetmekte ve bu hatalı red kararları Yargıtay’a gitmediği için İİK. 257 vd. maddeleri fiilen uygulanmamaktadır. Gerçekten; ihtiyati haciz için başvurulan mahkemelerin “henüz ilamın kesinleşmemiş olduğu”, “senedin protesto edilmemiş olduğu”, “protestonun cirantaya tebliğ edilmemiş olduğu”, “ibraz edilen çekte yetkili mahkemenin gösterilmemiş olduğu” vb. gerekçeleriyle ihtiyati haciz taleplerini reddettikleri görülmektedir (UYAR, T. İcra ve İflas Kanunu Hakkında  Düşünceler “İBD. 1986/10-11-12 s:814 vd”) bu hatalı ve farklı uygulamaya son vermek için, mahkemelerin “ihtiyati haciz talebinin reddi” konusundaki kararlarına karşı temyiz yolu açılmıştır.
 
        Yüksek mahkeme, alacaklının ihtiyati haciz talebini "mahkemenin yetkili olmadığını kendiliğinden gözeterek" reddeden yerel mahkemenin kararını "ihtiyati haciz kararı verme konusunda yetkili olup olmadığını mahkemenin kendiliğinden araştıramayacağını, bu konuda İİK. 265'de borçluya mahkemenin yetkisine itiraz imkanı tanındığını" belirterek bozmuştur (bknz: 19. HD. 16.10.2003 T. E:8822, K:10013).  
 
            II-b)Kanunun 258’inci maddesinin üçüncü fıkrasında -5311 sayılı Kanun ile- yapılan değişiklikle;
 
            “İhtiyati haciz talebinin reddi halinde alacaklının istinaf yoluna başvurabileceği, bölge adliye mahkemesinin bu başvuruyu öncelikle inceleyeceği ve verdiği kararın kesin olacağı” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
            III-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 261’inci maddesine eklenen son fıkrayla;
 
            İhtiyati haciz kararları hakkında yapılan şikayetlerin, daha kısa sürede incelenip sonuçlandırılması amacıyla “ihtiyati haciz kararını yerine getiren icra dairesinin bağlı olduğu icra mahkemesine yapılması” öngörülmüştür.
 
            IV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 264’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
            Takip talebinde bulunma süresi,  mahkemeler arasında ayırım yapılmadan “tebliğden itibaren bir ay” olarak belirlenmiş, böylece yeknesaklığın ve basitliğin sağlanması amaçlanmıştır.
 
            V-a)Kanunun 265’inci maddesinin birinci fıkrasında -4949 sayılı Kanun ile- yapılan değişiklikle maddeye ikinci ve son fıkra olarak  eklenen yeni hükümlerle;
 
            -Kanunun 258’inci maddesinde yapılan değişikliğe paralel olarak, birinci fıkrada yer alan ve “ihtiyati haciz kararının temyiz edilemeyeceğine” ilişkin olan hüküm, madde metninden çıkarılmıştır.
 
            -Maddeye eklenen fıkrayla; menfaati ihlal edilen üçüncü kişilere ihtiyati hacze “itiraz” olanağı getirilmiştir. Nitekim İsviçre İcra ve İflas Kanununda yapılan değişiklikle, üçüncü kişilere de bu olanak tanınmıştır. Çünkü, ihtiyati haciz, geçici bir hukuki koruma olup, bu karar bazen karşı taraf dinlenmeden ve isbat aranmadan verilebilmektedir. Bunun sonucu olarak, borç ilişkisinin dışında kalan üçüncü kişiyi de doğrudan doğruya etkileyecek tarz ve içerikte ihtiyati haciz kararı verilebilmekte, üçüncü kişilerin bu durum karşısında kendilerini açık bir hükümle koruma olanağı bulunmamaktadır. Üçüncü kişinin ileri sürebileceği itiraz sebebinin, ihtiyati haciz nedenlerine veya teminata ilişkin olabileceği belirtilmek suretiyle, itiraz konusundaki tereddütlerin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.Yüksek Mahkeme de “borçlunun eşinin, ‘istihkak iddiasına dayalı olarak’ ihtiyati haczin dayandığı sebeplere ve teminata itiraz edebileceğini, İİK. 265/II’ye göre kendisinin menfaati ihlal edilen üçüncü kişi durumunda olduğunu” belirtmiştir. (19. HD. 22.9.2004 T. 6738/9031)
 
-Görev konusu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre belirleneceğinden, maddede ayrıca belirtilmemiştir. İhtiyati haciz talebine esas teşkil eden alacak, para alacağı olduğundan, alacağın miktarına göre sulh veya asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır.
 
-Maddede, “borçlunun veya üçüncü kişinin yaptığı itiraz üzerine yargılama yapıp karar veren mahkemenin bu kararına karşı temyiz yoluna başvurulabileceği” belirtilmiş ve konunun ivediliği nedeniyle, “başvurunun Yargıtay’ca öncelikle ve kesin olarak sonuçlandırılacağı” hükme bağlanmıştır.  Yüksek Mahkeme çeşitli kararlarında, ihtiyati haciz kararına itiraz üzerine mahkemelerce verilen kararların temyiz yoluyla kendisine ulaşması halinde mahkemenin kararının yerinde olup olmadığını inceleyerek mahkemelerce verilen kararları onamakta veya bozmaktadır (19. HD. 30.12.2004 T. 7961/13380; 7.10.2004 T. 6901/9765; 30.9.2004 T. 6914/9419; 1.7.2004 T. 4368/7867; 28.6.2004 T. 7672/7095; 18.6.2004 T. 4367/7389; 27.5.2004 T. 2883/6284; 27.4.2004 T. 1441/4797; 26.4.2004 T. 2787/4745; 11.3.2004 T. 1480/2597 vb…).
 
Ayrıca belirtelim ki yüksek mahkeme İİK. 265 uyarınca genellikle uygulamada "yerel mahkemelerin kendilerinden ihtiyati haciz kararı vermeleri istenmesi halinde, kendiliğinden yetkili olup olmadıklarını araştırmalarının hatalı olduğunu" vurgulayarak mahkemelerce ihtiyati haciz isteminin yetki yönünden reddine ilişkin kararları isabetli biçimde bozmaktadır (bknz: 19. HD. 16.10.2003 T. E:8822, K:10013).
 
V-b)Kanunun 265’inci maddesinin beşinci fıkrasında -5311 sayılı Kanun ile- yapılan değişiklikle;
 
İtiraz üzerine verilen karara karşı istinaf yoluna başvurulabileceği, bölge adliye mahkemesinin bu başvuruyu öncelikle inceleyeceği ve verdiği kararın kesin olacağı, istinaf yoluna başvurunun ihtiyati haciz kararının icrasını durdurmayacağı” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
            VI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 268’inci maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
            -İhtiyaten haczedilmiş olan mallar diğer bir alacaklı tarafından  -İİK.’na veya diğer bir kanuna göre- haczedilirse, ihtiyati haciz sahibi alacaklının bu hacze İİK.’nun 100’üncü maddesindeki şartlar çerçevesinde -kendiliğinden ve muvakkaten- iştirak edeceği kabul edilmiştir. Böylece değişiklikten önce bu konuda doktrinde “buradaki hacze iştirakin İİK.’nun 100’üncü maddesindeki şartların gerçekleşmesine bağlı olup olmadığı” konusundaki tartışmalara (bknz: UYAR, T. İcra Hukukunda Haciz, 2. Bası, 1990, s:777 – YILMAZ, E. Hacze Takipli Katılma “Hacze Adi İştirak” “AHFD. 1973/1-4, s:302 – POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukuku Esasları, 1982, s:434 – KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, 1993, C:3, s:2543 – GAUL, H. F. / DEREN (YILDIRIM), N. İcra Hukuku Analizleri, 2001, s:13) son verilmiştir.
 
            -261’inci maddeye göre ihtiyaten haczedilen mallar, ihtiyati haciz kesin hacze dönüşmeden önce, diğer bir alacaklı tarafından haczedilmesi halinde, ihtiyati haciz sahibi alacaklının, bu hacze “100’üncü maddedeki şartlar dairesinde” kendiliğinden ve muvakkaten iştirak edeceği öngörülmüştür.
 
-Yine bu maddede yapılan değişiklikle;rehin tesisinden sonra haciz konulması halinde, konulan haczin rehni aşarak, rehnin önündeki hacze veya ihtiyati hacze iştirak edemeyeceği” esası getirilerek, “tapu siciline güven” ve “aleniyet” ilkesine uyum sağlanmak istenmiştir. Bu amaçla “rehinden önce ihtiyati veya icrai haciz bulunması halinde, amme alacağı dahil hiçbir haciz rehinden önceki hacze iştirak edemez” şeklindeki cümle, maddenin birinci fıkrasına eklenmiştir.
 
4949 sayılı Kanunla getirilen bu yeni düzenleme amme alacakları bakımından, 8.4.2006 tarihinde 5479 sayılı Kanunun 4. fıkrasıyla, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 21. maddesinin 1. fıkrasında “genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faizler için tatbik edilen hacizlerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 268’nci maddesinin 1. fıkrasının son cümlesi hükmü uygulanmaz.”   ş e k l i n d e  yapılan değişiklik sonucunda, amme alacakları, özel alacaklardan farklı (imtiyazlı) bir konuma getirilmiştir. Böylece rehin tesisinden sonra kamu alacağından dolayı haciz konulması halinde, konulan haczin rehni aşarak, rehnin önündeki hacze veya ihtiyati hacze iştirak edebilmesine imkan tanınmıştır…
 
*
 
            Bu bölüm’deki değişikliklerle ilgili olarak ayrıca belirtelim ki;
 
            -İcra ve İflas Kanununun 262’nci maddesinin ikinci fıkrasının;
 
            “İcra dairesi; ihtiyati haciz tutanağının birer suretini üç gün içinde haciz sırasında hazır bulunmayan alacaklı ve borçluya ve icabında üçüncü şahsa 103’üncü maddeye göre tebliğ eder”
ş e k l i n d e  değiştirilmesi Komisyon tarafından önerilmişse de bu öneri Bakanlıkça benimsenmeyerek Tasarı’ya dahil edilmemiştir.  
 
            İ-“Kiralar Hakkında Hususi Hükümler ve Kiralanan Gayrımenkullerin Tahliyesi” başlığını taşıyan ve kanunun 269-276’ncı maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
            I-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 269 a maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            “Kiralanan taşınmazlarda borçlunun ihtarlı ödeme emrine itiraz etmesi ve ihtar müddeti içinde de kira borcunu ödememesi” halinde tahliye isteminde bulunmak imkanı, altı aylık süreye bağlanarak, uygulamadaki tereddütler giderilmiştir.   
 
*
 
Bu bölüm’deki değişikliklerle ilgili olarak ayrıca ifade edelim ki;
 
            -İcra ve İflas Kanununun 269 b maddesinin;
 
            “Borçlu itirazında kira akdini ve varsa mukavelanamede kendisine izafe oluna imzayı reddettiği takdirde alacaklı; noterlikçe re’sen tanzim veya imzası tasdik edilmiş bir mukavelanameye istinat ediyorsa itirazın kendisine tebliğinden itibaren altı ay içinde icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını ve ihtar müddeti içinde paranın ödenmemesi sebebiyle kiralananın tahliyesini isteyebilir. (Birinci fıkra)
 
            İtirazın kaldırılması ile birlikte tahliye istememiş olan alacaklı itirazın kaldırılması kararının kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde icra mahkemesinden kiralananın tahliyesini isteyebilir.” (Yeni fıkra)
 
            -İcra ve İflas Kanununun 273’üncü maddesinin birinci fıkrasının;
 
            “Müddeti içinde itiraz olunmaz veya itiraz kaldırılırsa kiralanan gayrımenkul müddeti hitamında zorla tahliye ve kiralayana teslim olunur. Ancak tahliye emrindeki müddetin geçmesi gerekir. İcra mahkemesinin itirazın kaldırılmasına ilişkin kararının infazı için kesinleşmesi beklenmez. Ancak, tahliye için kararın borçluya tefhimi veya tebliği tarihinden itibaren on gün geçmesi gerekir. Borçlu tahliye kararı hakkında 36’ncı madde hükmünden faydalanabilir”
 
            -İcra ve İflas Kanununun 275’inci maddesinin birinci fıkrasının;
 
            “İtiraz vukuunda, kiralayan itirazın kendisine tebliğinden itibaren altı ay içinde icra mahkemesinden  itirazın kaldırılmasını isteyebilir”
ş e k l i n d e  değiştirilmesi Komisyon’ca önerilmişse de, bu öneri Adalet Bakanlığı tarafından benimsenmeyerek Tasarı’ya dahil edilmemiştir.   
 
            K-“İptal Davası” başlığını taşıyan ve kanunun 277-284’üncü maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
 4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 280’inci maddesinin başlığı “zarar verme kastından dolayı iptal” olarak değiştirilmiş ve ayrıca birinci fıkrada yapılan değişiklikle;
 
            Uygulamada özellikle ekonomik kriz zamanlarında, borçlarını ödemek için mallarını paraya çeviren borçluların çok sayıda olması sebebiyle, malların normal değerlerinden daha aşağı fiyatlarla satıldığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu gibi durumlarda “iyiniyetli bir şahıstan veya basiretli bir tacirden beklenilmeyecek tasarruflarla mevcudun eksiltilmesi” şeklinde ifade edilen ölçütün objektiften uzak olması, birçok alıcının mağdur olmasına yol açmaktadır. Kaynak İsviçre Kanununda da ifadesini bulan “alacaklara zarar verme kasdı” ise, maddenin gerçek amacını daha iyi ifade ettiğinden, madde bu amaca uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. 
 
            Bu yeni düzenlemenin “alacaklıların lehine olduğu” -kimi yazarlar tarafından (bknz: AKŞENER, H.S. İ.İ.Y.’nin 280. Maddesinde 4949 Sayılı Yasa ile Yapılan Değişiklik Üzerine İnceleme “Legal Huk. 2003/Eylül, s:2212”)- ileri sürülmüşse de bu kanı doğru değildir. Çünkü uygulamada İcra ve İflas Kanununun 278 ve 279’uncu maddelerinin  kapsamı dışında kalan pek çok tasarrufun, İcra ve İflas Kanununun 280’inci maddesinin kapsamına dahil edilerek iptal edildiğini saptayan Komisyon, iptal koşullarını daha belirli hale getirerek özellikle “borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde” iptal kararı verilebileceğini vurgulayarak, maddeyi yeniden düzenlemiştir.  
 
            L-“Konkordato” başlığını taşıyan ve kanunun 285-309’uncu maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
            I-5092 sayılı kanun ile yapılan değişiklikle; Kanunun, Onikinci Babının başlığı “KONKORDATO İLE SERMAYE ŞİRKETLERİ VE KOOPERATİFLERİN UZLAŞMA YOLUYLA YENİDEN YAPILANDIRILMASI” olarak değiştirilmiştir.
 
            II-Kanunun 285’inci maddesinin başlığından önce gelmek üzere -4949 sayılı kanun ile- “I. Adi Konkordato” üst başlığı eklenmiş, maddenin birinci fıkrasında yapılan değişiklik ile bu fıkradan sonra gelmek üzere eklenen yeni fıkralarla;
 
             -Konkordato hükümlerinden yararlanmak isteyen herhangi bir borçlunun, icra mahkemesine konkordato projesi ile birlikte gerekçeli bir dilekçe vermesi ve bu dilekçeye gelir tablosunu da eklemesi esası getirilmiştir. Önceki düzenlemede “gerekçeli dilekçe” verilmesi şartı mevcut değildir; bu şartın getirilmesi borçluyu, daha bu aşamada, öngördüğü konkordato türünü ve bunu gerçekleştirmek için haiz bulunduğu veya haiz bulunacağı imkanları açıklamaya mecbur kılmaktır. Bu dilekçede borçlu, işletmenin faaliyetini komiserin denetimi altında kendisinin mi üstleneceği, yoksa komiserin mi onun yerine geçerek işletmenin faaliyetlerini sürdüreceği; talep olunan konkordato mühletinin ne kadar olduğu, uzatma imkanını kullanma hakkını saklı tutup tutmadığı gibi konularda açıklama yapacaktır. Hatta borçlu, uygun gördüğü komiser adlarını dahi bu dilekçede belirtebilir, ama tabiatıyla icra mahkemesi bu isimlerle bağlı değildir. Dilekçeye eklenecek belgeler hakimin sadece borçlunun işletmesinin aktif ve pasif kalemlerinin durumu hakkında bir değerlendirme yapmasına değil, borçlunun işletmenin ekonomik durumu, yani borçları ve gelirleri hakkında bilgi edinmesine de yöneliktir.
 
            -Eklenen fıkrayla, alacaklılara da, borçlu hakkında gerekçeli bir dilekçeyle, konkordato işlemlerinin başlatılmasını isteme ve böylece alacaklılar arasında eşitliği sağlama imkanı verilmiş ve konkordato talebi üzerine icra mahkemesine borçlunun malvarlığının muhafazası için tedbir ama yetkisi tanınmıştır. Tabiatıyla alacaklı, borçlunun ticari defterlerini, bilançosunu ve gelir tablosunu icra mahkemesine talebiyle birlikte sunmak zorunda değildir; ama icra mahkemesi hakimi “re’sen araştırma ilkesi” uyarınca borçludan bütün defter ve belgeleri isteyebilir. Yeni düzenleme, alacaklıya bir konkordato projesi tevdi etme zorunluluğu da getirmemektedir; ama, bu, onun böyle bir proje anlamına da gelmemektedir.  
 
               III-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 286’ncı maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik ile ve maddeye ikinci fıkradan sonra eklenen yeni fıkra ile;
 
            - İcra mahkemesinin “konkordato talebini nazara almasına ilişkin şartlar” yeniden düzenlenmiştir. Getirilen düzenlemeyle; icra mahkemesine ayrıca talepte bulunan alacaklıyı da dinleme mecburiyeti eklenmiş ve “talebin yerinde olup olmadığı konusunda icra mahkemesinin borçlunun malvarlığı, gelirleri, taahhütlerini yerine getirmesine engel olan nedenler ve konkordatonun başarı ihtimali” gibi unsurları gözönüne alarak,  verilecek kararı objektif ölçütlere dayandırtması esası kabul edilmiştir. Bu bağlamda, “dürüstlük şartı” ve “borçlunun mevcudunun borçlarının % 50’sini ödemeye yetişmesi” şartı kaldırılmıştır. Teklifin “borçlunun servetiyle orantılı olması” şartının, “projenin alacaklıları zarara sokmak kastından âri olması” şartı içinde mütalaa edilebileceği düşünülmüştür. Borçlunun “konkordato talebinden önce doğruluğu” şartı ise, alacaklıların menfaatleri karşısında önemini yitirmiştir. Bu açıdan bakıldığında, hakim, “işçilerin işletmenin muhafaza edilmesindeki menfaatini” dahi dikkate alabilecektir.
 
            -Eklenen fıkrayla “konkordato talebinin reddine ilişkin kararların borçlu veya talep sahibi alacaklı tarafından temyiz edilebileceği” hükme bağlanmıştır.
 
            IV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 287’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            Konkordato talebi uygun görülürse, icra mahkemesinin;
-Borçluya en fazla üç aylık bir mühlet vereceği (hemen belirtelim ki Hükümet Tasarısında bu süre altı ay olarak öngörülmüşken adalet komisyonunda altı aylık süre üç aya indirilmiş ve TBMM’nce Adalet Komisyonu raporundaki süre benimsenmiştir), 
-Aynı zamanda gerekli bilgi ve tecrübeye sahip Türk vatandaşlarından bir veya birkaç komiser tayin edebileceği, birden fazla komiser tayin edilmesi halinde, icra mahkemesinin bu kişilerin görev ve yetki alanlarını belirleyeceği;
-Konkordato komiserinin kusurundan doğan zararlardan sorumlu olduğu;
-Komiserin, icra mahkemesinin talebi halinde ara raporlar vereceği ve alacaklıları konkordato süreci hakkında bilgilendireceği;
-İşin niteliği gerekli kılıyorsa komiserin teklifi üzerine alacaklılar da dinlenerek mühletin en fazla iki ayı geçmemek üzere uzatılabileceği (hemen belirtelim ki buradaki iki aylık süre Hükümet Tasarısında on iki ay olarak öngörülmüşken Adalet Komisyonunda bu süre iki aya indirilmiş ve TBMM’nce Adalet Komisyonu raporundaki süre benimsenmiştir) ve
-Borçlunun malvarlığının muhafaza edilmesi için gerekli ise veya konkordatonun gerçekleşmeyeceği açıkça anlaşılıyorsa, konkordato mühletinin komiserin talebi üzerine borçlu ve alacaklı dinlenerek -mühletin sona ermesinden önce- kaldırılabileceği,
düzenlenmiştir. Bu bağlamda, mevcut kanunda yer alan iki ay ve iki ay da ilave olmak üzere toplam dört aylık süre, amaca uygun ve gerçekçi kabul edilmemiştir. Birden fazla komiser tayin edilmesine imkan verilmesinin nedeni de; çetrefil konkordatolarda tek komiserin yetersiz kalmasıdır. Öte yandan, alacaklıların da sürece -komiserin vereceği raporlar yoluyla bilgilenmek, mühletin uzatılmasında ya da kaldırılmasında dinlenmek suretiyle- katılması imkanı sağlanmıştır.
 
            V-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 288’inci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            -İcra ve İflas Kanununun 166’ncı maddesinde yapılan değişikliğe paralel olarak icra mahkemesince mühletin, “karar tarihinde yurt sathında tirajı en yüksek beş gazeteden birinde ilan olunacağı” 4949 sayılı kanun ile öngörülmüşken, 5092 sayılı kanun ile yapılan değişiklik sonucunda maddede yer alan “yurt düzeyinde tirajı en yüksek beş gazeteden” ibaresi “tirajı ellibinin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetelerden” şeklinde değiştirilmiştir.
 
-“Mühlet kararının ayrıca diğer lazım gelen yerlere bildirileceği” hükme bağlanmıştır.       
 
            VI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 289’uncu maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            -Konkordato hükümlerinden beklenen amaçların gerçekleştirilmesi ve alacakların daha hızlı tahsilini sağlamak üzere yeni hükümlere yer verilmiştir. Özellikle mühlet içinde “6183 sayılı Kanun kapsamına giren takiplerin yapılamayacağı” belirtilmiştir. Çünkü, borçluya bu imkan sağlanmadığı takdirde, konkordatonun başarıya ulaşması hemen hemen imkansızlaşabilecektir.
 
 
-Öte yandan, Borçlunun işletmesinin faaliyetini sürdürebilmesi için, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarının uygulanması da durdurulmuştur. Bu suretle gerek doktrinde (“ihtiyati haczin, bir icra takibi işlemi niteliğinde olmaması nedeniyle konkordato mühleti içinde ihtiyati haciz kararı alınabileceği ve uygulanabileceği” görüşü için bknz:ANSAY, S. Ş. Hukuk, İcra ve İflas Usulleri 1960, s:344; ARAR, K. İcra ve İflas Hükümleri s:271; BELGESAY, M.R. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, C:II ,1955 s:500”; buna karşın “ihtiyati haczin icra takibi işlemi olması nedeniyle konkordato mühleti içerisinde borçlu aleyhine ihtiyati haciz kararı alınamayacağı gibi, mühletten önce alınmış olan ihtiyati haciz kararının uygulanamayacağı” görüşü için bknz: KURU, B. İcra ve İflas Hukuku ,1997 s:364; POSTACIOĞLU, İ. Konkordato, 1965, s:55; BERKİN, N. İflas Hukuku, 1972, s:539; GÜRDOĞAN, B. İflas Hukuku Dersleri , 1966,  s:174; BURULOĞLU, E. / REYNA, Y. Konkordato Hukuku ve Tatbikatı 1968, s:122; UYAR, T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu Şerhi C:III, 1975, s:2530 - ALTAY, S. Konkordato Hukuku, 1993, s:190; TANRIVER, S. Konkordato Komiseri,1993, s:69; ULUKAPI, Ö. Konkordatonun Feshi, 1998, s.99 vd.; ÖZEKES, M. İcra ve İflas Hukukunda İhtiyati Haciz, 1998, s:257 vd.) ve gerekse Yargıtay kararları (“konkordato mühleti içinde borçlu aleyhine ihtiyati haciz kararı verilemeyeceği, verilmiş olan ihtiyati haciz kararının mühlet içinde icra edilemeyeceği” doğrultusundaki içtihatlar için bknz: HGK. 19.4.1964 T. E: 1996/İc. İf.-1446, K:218”ABD. 1967/4, s:679 vd - İKİD, S:78, s:5420” ; İİD 17.3.1965 T. E:2325, K:2579 “OLGAÇ, S. İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu s:1963” buna karşın “ihtiyati haczin bir takip işlemi olmayıp bir tür tedbir niteliğinde olduğundan, konkordato mühleti içinde ihtiyati haczin uygulanmasına yasal bir engel bulunmadığı” doğrultusundaki içtihatlar için bknz: HGK. 16.2.2000 T. E: 12-49, K:94;12 HD. 9.12.1994 E:15013, K:15607; 19.4.19994 T. E:4545, K:4928; 21.2.1994 T. E:2104, K:2343 “UYAR, T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve  İflas Kanunu C:VI, s:8345 vd”) arasında konkordato mühleti içinde ihtiyati haciz kararı alınması ve uygulanması” konusundaki görüş ayrılığından kaynaklanan tereddütlere son vermek için; “mühlet içinde borçlu aleyhine alınan ihtiyati haciz kararlarının uygulanmayacağı” konusuna açıklık getirilmiştir.
 
-Ayrıca, rehinli taşınır ve taşınmazların paraya çevrilmesi bakımından kısıtlayıcı bazı hükümlere yer verilmiştir. Bu bağlamda, mühlet sırasında taşınır veya taşınmaz rehniyle temin edilmiş alacaklar nedeniyle rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatılabilecek veya başlamış olan takiplere devam edilebilecek; ancak bu takipler çerçevesinde muhafaza tedbirleri alınamayacak ve rehinli malın satışı gerçekleştirilemeyecektir. Böylece, borçlunun konkordato süreci içinde, işletmenin devamı için büyük önemi haiz olabilecek rehinli mallardan yoksun kalmasının önüne geçilmiş; ancak diğer taraftan da rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takibin mühlet zarfında satış aşamasına kadar getirilmesine imkan verilerek, konkordato mühletinden bir sonuç alınamaması halinde, rehinli alacaklının daha fazla vakit kaybetmesi önlenmiş olacaktır...   
 
-Maddede yapılan değişiklikle “konkordatonun aksine hüküm içermemesi halinde, mühletin rehinle temin edilmemiş her türlü alacağa faiz işlemesini durduracağı” ve  “takasın bu kanunun 200 ve 201’inci maddelerine tabi olacağı, bu maddelerin uygulanmasında konkordato mühletinin veya iflasın ertelenmesi kararının ilanı tarihinin esas alınacağı” belirtilmiştir.
 
  -Öte yandan, Hükümet Tasarısında bu madde; “206’ncı maddenin birinci sırasında alacaklar için kıdem tazminatları hariç haciz yoluyla takip yapılabilir” şeklinde -“zaten mali yönden ödeme güçlüğü içinde bulunan ve borçlu bakımından çok kere büyük bir meblağ teşkil eden kıdem tazminatlarının imtiyazlı alacak niteliğini muhahafaza etmekle birlikte, konkordato mühleti zarfında, borçlunun yeniden yapılanma süreci içine girerek, gerektiğinde küçülebilmesine imkan verilmek için, haciz yoluyla takibe konu edilmemesinin uygun olacağı” g e r e k ç e s i y l e düzenlenmişken- Adalet Komisyonunca bu fıkradaki “kıdem tazminatları hariç” ibareleri metinden çıkarılarak, madde “206’ncı maddenin birinci sırasında yazılı alacaklar için haciz yoluyla takip yapılabilir” şeklinde yasalaşmıştır.
 
             
 
 
            VII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 290’ıncı maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            -Borçlunun komiserin nezareti altında işlerine devam edebileceği, ancak icra mahkemesinin “bazı işlemlerin geçerli olması için ancak komiserin katılımıyla yapılmasına veya borçlunun yerine komiserin işletmenin faaliyetini devam ettirmesine” karar verebileceği;
 
            -Borçlunun, icra mahkemesinin izni dışında mühlet kararından itibaren rehin tesis edemeyeceği, kefil olamayacağı, taşınmaz ve taşınırlar da dahil olmak üzere, işletmenin devamlı tesisatını kısmen dahi olsa devredemeyeceği ve takyit edemeyeceği ve ivazsız tasarruflarda bulunamayacağı, aksi halde yapılan işlemlerin hükümsüz olacağı;
 
-Borçlu yukarıdaki hükümlere yahut komiserin ihtarına aykırı davranırsa veya iyiniyetinden şüpheyi haklı gösterir bir harekette bulunursa icra mahkemesinin, “komiserin raporu üzerine, mümkün ise borçluyu ve gerektiğinde alacaklıları dinledikten sonra borçlunun malları üzerindeki tasarruf yetkisini veya doğrudan doğruya mühleti kaldırabileceği” esası getirilmiştir. Böylece, mühlet aşamasında, borçlunun daha etkin bir şekilde denetlenmesine imkan sağlanmıştır.
 
VIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 291’inci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
-Komiserin rehinli malların kıymetinin takdirine ilişkin kararının alacaklıların incelemesine hazır tutacağı,
 
-Kıymet takdiri kararının alacaklılar toplantısından önce yazılı olarak rehinli alacaklılara ve borçluya bildirileceği,
 
-İlgililerin on gün içinde ve masrafları önceden vermek kaydıyla icra mahkemesinden rehinli malların kıymetini yeniden takdir etmesini isteyebileceği ve eğer yeni kıymet takdiri bir alacaklı tarafından istenmiş ve takdir edilen kıymet kayda değer bir şekilde değişmişse, alacaklının borçludan masraflarının ödenmesini talep edebileceği,
düzenlenmiştir.
 
Böylece, alacaklıların mühlet aşamasına daha etkin ve aktif şekilde katılmaları amaçlanmıştır.      
 
IX-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 292’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
Alacaklıların alacaklarını bildirmeleri için yapılacak davet ilanı’nın, “mühlet kararının yayımlandığı gazetede yapılması” öngörülmüştür.
 
X-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 296’ncı maddesinde yapılan değişiklikle; 
 
-“Komiserin konkordatonun kabul edilip edilmeyeceğine ve tasdikinin uygun olup olmadığına” dair gerekçeli raporunu doğrudan doğruya ticaret mahkemesine tevdi edeceği ve durumu ilgili icra mahkemesine bildireceği,
 
-Konkordato kararı için tayin olunan duruşma gününün, “mühlet kararının yayımlandığı gazetede ilan edileceği” hükme bağlanmıştır.
 
XI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 297’nci maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
Konkordatonun kabulünü kolaylaştırmak amacıyla, “konkordatonun kaydedilmiş olan alacaklıların yarısını aşması ve bu alacaklıların alacağının kaydedilmiş alacakların üçte ikisini geçmesi halinde kabul edileceği” esası benimsenmiştir. Bu oran, kaynak İsviçre İcra ve İflas Kanununda “imtiyazlı olmayan alacakların en az üçte ikisini temsil eden alacaklıların çoğunluğu veya imtiyazlı olmayan alacakların dörtte üçünü temsil eden alacaklıların dörtte biri” olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda; “yüzde elli bir – yüzde elli bir” seçeneği de çok tartışılmış; fakat sonuçta “konkordatodan etkilenen alacaklıların konkordatonun kabulünde daha fazla söz sahibi olmaları gerektiği” düşüncesiyle bu seçenek kabul görmemiştir.
 
XII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 298’inci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
Konkordatonun tasdiki için;
 
-Teklif edilen meblağın borçlunun kaynakları ile orantılı olması;
 
-Malvarlığının terki suretiyle konkordatoda; paraya çevirme halinde elde edilen hasılatın veya üçüncü kişi tarafından teklif olunan meblağın, iflas yoluyla tasfiyesi halinde elde edilebilecek bedelden fazla olacağının öngörülmesi;
 
-Konkordato işlemlerinin yerine getirilmesini, alacakları kabul edilmiş olan imtiyazlı alacakların tamamen ödenmesini ve mühlet sırasında komiserin onayıyla akdedilmiş borçların ifasını sağlamak için, bu alacaklılardan biri özel olarak ve açıkça kendi alacağı bakımından vazgeçmedikçe, yeterli teminatın gösterilmesi şartlarının aranacağı belirtilmiştir.
 
-Ayrıca; hakimin tasdik süreci sırasında re’sen veya talep üzerine gerekli gördüğü düzeltmeleri yapabileceği; örneğin yeterince açık olmayan bir konkordato projesini sarahate kavuşturabileceği, kanuna veya yargısal içtihatlara aykırı bir şartı tadil edebileceği kabul edilmiştir.
 
XIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 298’inci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 298 a maddesi gereğince;
 
Konkordatoyu tasdik eden hakimin, borçlu işletmenin yeniden yapılandırılmasının kolaylaştırılması amacıyla, belli bazı şartların yerine gelmesi halinde, “rehinli bir taşınır veya taşınmazın paraya çevrilmesini tasdikten sonra en fazla bir yıl süreyle ertelemesi” imkanı getirilmiştir. Uzatılması mümkün olmayan bu azami bir yıllık erteleme, çok kere konkordatonun başarıya ulaşması için gereklidir. Erteleme imkanı tanınmadığı takdirde borçlu, konkordatonun ona sağladığı kârın önemli bir kısmını, mühletin sona ermesiyle birlikte rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takibe kaldığı yerden devam etme imkanına kavuşan alacaklının tatmin edilmesinde kullanmaya mecbur kalacaktır. Ancak, bir diğer açıdan bakıldığında, bu tedbir, rehinli mal zaman içinde değerini kaybettiği için, rehinli alacaklı bakımından sakıncalı olabilir. Bu nedenle, rehinli alacaklılara sürece iştirak etme ve görüşlerini ileri sürme imkanı verilmiştir; ayrıca rehinli alacaklılar erteleme süresince işleyip mevcut rehinle karşılanamayan faiz alacaklarının teminat altına alınmasını isteyebileceklerdir; öte yandan, rehinli alacaklılar hakimden, her zaman, “ertelemeyi gerektiren nedenlerin mevcut olmadığını veya artık ortadan kalktığını, örneğin borçlunun faaliyetinin rehinli taşınmazın kullanımının bu faaliyetin devamı için vazgeçilmez olmaktan çıkacak ölçüde azaldığını veya değiştiğini, gerçeğe yakın bir şekil-de isbat ederek, ertelemenin iptalini” isteyebileceklerdir.
 
Bu şekilde, borçlu ile rehinli alacakların menfaati arasında bir denge kurulması amaçlanmıştır.
 
XIV-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 299’uncu maddesinin başlığı “kanun yollarına başvurma” şeklinde değiştirilirken, madde metninde yapılan değişiklikle;
 
“Konkordato hakkında verilen hükme karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde borçlu ve itiraz eden her alacaklı tarafından istinaf yoluna başvurulabileceği, bölge adliye mahkemesi kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği, istinaf ve temyiz incelemelerinin Hukuk Usulü Muhakemeleri Usulü hükümlerine göre yapılabileceği” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
XV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 300’üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yapılan değişiklikle;
 
-Kanunun 300’üncü maddesinin birinci fıkrasında “Hüküm kesinleşince…ilan edilir;” denmiş ise de, buradaki “hüküm” deyimini hem “konkordatonun tasdiki kararını” ve hem de “konkordatonun reddi kararını” kapsayacak şekilde anlamak gerekir. Nitekim, kaynak İsviçre Kanununda, İcra ve İflas Kanunumuzun 300’üncü maddesinin karşılığını teşkil eden 308’inci maddenin başlığı, bizde olduğu gibi “Tasdikin ilanı” şeklinde değil, sadece “İlan” şeklindedir ve İsviçre uygulaması “tasdikin reddi kararının da kesinleşince ilan edileceği” yolundadır.
 
-Ayrıca, maddeyle “konkordatonun tasdikinin kabulü veya reddi kararının kesinleşmesinin, mühlet kararının yayımlandığı gazetede ilan edileceği” esası getirilmiştir.
 
XVI-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 301’inci maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
“Konkordato tasdik olunmaz yahut mühlet kaldırılırsa, iflasa tabi olsun veya olmasın her borçlunun alacaklılardan birinin 300’üncü maddeye göre yapılacak ilandan itibaren on gün içinde vuku bulacak talebi üzerine derhal iflasına karar verileceği” düzenlenmiştir. Böylece hukukumuzda iflas kurumu, tacir olup olmadığına bakılmaksızın bütün borçlulara uygulanabilen bir tasfiye biçimi haline gelmektedir. Bunun nedeni; “tacir olmamakla beraber konkordato talebinde bulunan ve fakat konkordatoya layık olmadığı sabit olan borçlunun borçlarının da belli bir disiplin içinde ve alacaklılar arasında eşitliği sağlayacak tarzda ödenmesinin gerekli olduğu” düşüncesidir.
 
XVII-Kanunun 302’nci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde -4949 sayılı kanun ile- yapılan değişiklikle ve maddenin sonuna eklenen cümle ile;
 
-Maddenin birinci fıkrasının, birinci cümlesindeki yedi günlük süre on güne çıkarılmıştır.
 
-Maddenin sonuna eklenen cümle ile “icra takibi sonucunda kesinleşmiş alacaklar” ile “ilama bağlı alacaklar”ın saklı tutulduğu vurgulanarak, bu alacaklar için on gün içinde dava açılmamasının, alacağın düşmesi sonucunu doğurmayacağı ifade edilmiştir.
 
5092 sayılı kanun ile “on günlük sürede dava açmamanın yaptırımının alacaklının itiraza uğramış olan alacağının maddi hukuk bakımından sona ermesi olmadığı, bu durumda sadece onun teminattan yararlanma ve konkordatoyu feshettirme hakkının düştüğü açıklığa kavuşturulmak amacıyla” kanunun 302’nci maddesinin ikinci cümlesi “bu müddet içerisinde dava açmayanların teminattan yararlanma ve konkordatoyu feshettirme hakları düşer” şeklinde değiştirilmiştir.  
 
XVIII-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 303’üncü maddesinde yapılan değişiklikle;
 
-Tasdik edilen konkordatonun, alacakları mühlet kararından önce veya komiserin onayı olmaksızın konkordatonun tasdikine kadar doğmuş bütün alacaklar için mecburi olduğu;
 
-Rehinli alacaklıların rehnin kıymetini karşılayan miktardaki alacakları ile bu kanunun 206’ncı maddesinin birinci fıkrasında sayılan Devlet alacaklarının bu kuraldan müstesna olduğu;
 
-Mühlet içinde komiserin onayı ile akdedilmiş borçların malvarlığının terki suretiyle konkordatoda yahut sonraki bir iflasta masa borcu sayılacağı;
 
-Konkordatonun tasdiki kararında alacaklıların hangi ölçüde alacaklarından vazgeçtiği, borçlunun borçlarını nasıl ödeyeceği ve gerekirse sağlanacak teminatların belirtilmesi gerektiği ve kararda komiser veya uzman bir kişinin tasdik elden konkordatonun yerine getirilmesini sağlamak için gerekli gözetim, yönetim ve tasfiye tedbirlerini almakla görevlendirilebileceği, öngörülmüştür…
 
Böylece “konkordato şartlarına hangi alacakların tabi olduğu” konusundaki tartışmalara yeni düzenlemenin gerekleri de gözönüne alınarak son verilmek istenmiştir. “Mühlet içinde komiserin onayıyla akdedilmiş borçların, malvarlığının terki suretiyle konkordatoda yahut sonraki bir iflasta masa borcu sayılacağı” yolundaki kural ise üçüncü kişileri borçlu ile mali ve ticari ilişkiye girmek konusunda teşvik etmek amacıyla sevk edilmiştir. Ayrıca, tasdik edilen konkordatonun yerine getirilmesini denetlemekle görevlendirilen kişiye, iki ayda bir tasdik kararını veren mahkemeye rapor tevdi etme yükümlülüğü getirilmiş ve sözkonusu bu raporu alacaklıların incelemesi olanağı sağlanmıştır.   
 
XIX-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 307’nci maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
“Fesih talebi üzerine verilecek hükmün tebliğinden itibaren on gün içinde istinaf yoluna başvurulabileceği, bölge adliye mahkemesi kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
XX-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 309’uncu maddesinin başlığı ve üst başlığı ile üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
-Başlamış olan iflas tasfiyesi çerçevesinde paraya çevirmenin, “ticaret mahkemesinin tasdik hakkında bir karar verinceye kadar erteleneceği” esası getirilmiştir.
 
-Ayrıca maddeden önce gelmek üzere, üst başlık olarak “II. İflastan sonra konkordato” ibaresi eklenmiş; buna bağlı olarak madde başlığı “Şartları ve Hükümleri” olarak değiştirilmiştir.
 
XXI-4949 sayılı Kanun ile, Kanuna, 309’uncu maddeden sonra gelmek üzere, 309 a ilâ 309 l maddeleri eklenmiştir.
 
İcra ve İflas Kanununa, 309’uncu maddesinden sonra gelmek üzere “III. Malvarlığının Terki Suretiyle Konkordato” üst başlığı altında 309/a ila 309/l maddeleri eklenmiştir.
 
Malvarlığının terki suretiyle konkordato, hukukumuzda ayrı bir konkordato çeşidi olarak düzenlenmiş değildir. Keza kaynak İsviçre’de de 1949 yılına kadar, malvarlığının terki suretiyle konkordato kanunla düzenlenmiş değildi; ancak, doktrin ve içtihatlar, “konkordato ve iflas hakkındaki kanun hükümlerini kıyasen uygulayarak, malvarlığının terki suretiyle konkordatonun caiz olduğu” sonucuna varmıştır. Nihayet, 28.9.1949 tarihli kanunla İsviçre İcra ve İflas Kanununa bu konuda açık hükümler konulmuş; bu hükümler 1.1.1997 tarihinde yürürlüğe giren bir kanunla kısmen tadil edilerek geliştirilmiştir.
 
Malvarlığının terki suretiyle konkordatoda, borçlu, konkordato talebiyle, “alacaklılarına muayyen bir miktar para ödemeyi” teklif etmez; bilakis “malvarlığını alacaklılarına terk ederek bu malvarlığının alacaklılar tarafından tasfiye edilmesini” teklif eder. Konkordato teklifi alacaklılarca kabul edilip, konkordato mahkemece tasdik edilince, borçlunun malvarlığı üzerindeki tasarruf hakkı sona erer. Bundan sonra, borçlunun malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi alacaklılara geçer. Alacaklılar, bu tasarruf yetkisini seçecekleri tasfiye memurları vasıtasıyla kullanırlar. Tasfiye memurları, borçlunun mallarını iflas tasfiyesine benzer bir şekilde tasfiye eder ve elde edilen parayı alacaklılara dağıtırlar. Malvarlığının terki suretiyle konkordatonun bir diğer şekli de; “borçlunun malvarlığının tamamını veya bir kısmını, alacaklılara genellikle belli bir vadeye yayılan taksitler halinde ödeme yapılması mukabilinde bir üçüncü kişiye devretmesi”dir. Fakat, malvarlığının alacaklılara terki ile üçüncü kişiye devri arasında, durumun özelliklerine göre yürürlüğe sokulabilecek çeşitli seçenekler mevcuttur; örneğin borçlunun malvarlığının kurulacak bir şirkete devredilerek, alacaklılara bu şirketin hisselerinin verilmesi gibi.
 
İflasın ağır işleyen prosedüründen alacaklıları kurtardığı için, malvarlığının terki suretiyle konkordato, alacaklıların lehinedir. Bu tasfiye yöntemi, borçluyu iflas etmekten ve dolayısıyla müflis olmaktan kurtardığı için, borçlunun da lehinedir. Ancak, gerek icra mahkemesini ve gerekse ticaret mahkemesinin, borçlunun gerçekten himayeye layık olup olmadığını esaslı bir şekilde inceleyerek, bu tasfiye yönteminin her borçlu için iflası önleyici bir araç haline gelmemesine dikkat etmeleri gerekmektedir. Malvarlığının terki suretiyle konkordato, borçlu, özellikle, tasfiyesi uzun zaman isteyen ve paraya çevrilmesi zor olan mallara sahip ise, tercih edilecek bir tasfiye şeklidir. Malvarlığının terki suretiyle konkordatoda; tasfiye tamamen alacaklılara ve onların seçeceği ehil konkordato tasfiye memurlarına bırakılmış olacağından, alacaklılar borçlunun mevcudunu en uygun şartlarla paraya çevirip alacaklarını mümkün olduğu kadar yüksek bir oranda tahsil edebilmek için gayret göstereceklerdir. Oysa, bilindiği üzere, iflasın tasfiyesinde, iflas alacaklıları tasfiyeye yabancılaşmakta, onun için müflisin malları çok kere düşük fiyatla satılmakta ve bundan hem alacaklılar hem de müflis zarar görmektedir. İşte bu nedenlerle ve İsviçre’de genellikle olumlu sonuçlar verdiği düşünülen uygulaması da göz önüne alınarak, mevcudun terki suretiyle konkordatonun İcra ve İflas Kanununa alınması kabul edilmiştir. Buna ilişkin hükümler esas itibariyle tasfiyeyle ilgili hükümler olup, iflastaki hükümlerle paralellik arzetmektedir. Konkordato talebinden, konkordatonun tasdikine kadarki safhada, kural olarak ve malvarlığının terki suretiyle konkordatoya ilişkin hükümlerle ve bu kurumun temelindeki düşünce ile çelişmediği ölçüde, adi konkordato hakkındaki hükümler uygulanacaktır. Fakat, belirtmek gerekir ki, malvarlığının terk suretiyle konkordato, ismine rağmen, adi konkordatodan ziyade iflasa yaklaşmaktadır. Çünkü kurumun temelindeki düşünce, borçlunun mali durumunu düzeltmek değil, onun mevcudunu en avantajlı şekilde paraya çevirerek alacaklıların alacaklarına kavuşmalarını sağlamaktır. Böyle olmakla birlikte, malvarlığının terki suretiyle konkordato ile adi konkordatonun bir araya gelmesi de mümkündür. Özellikle borçlunun belli bir asgari ödeme yapmayı teklif edip aynı zamanda malvarlığının bir kısmını alacaklılarına terk etmesinde durum böyledir. Malvarlığın terki suretiyle konkordato bazı bakımlardan iflasa benzemekle birlikte, iki temel noktada ondan ayrılmaktadır. Bir kere, malvarlığının terki suretiyle konkordato prosedürü, içerdiği özel ve akdi unsur nedeniyle, iflas prosedürüne göre daha esnektir. Sonra, mevcudunu alacaklılarına terk eden borçlu, mevcudu iflas prosedürü çerçevesinde tasfiye edilen borçlunun aksine, kural olarak borçlarından kurtulmaktadır.
 
Madde 309 a: -Maddeyle, malvarlığının terki suretiyle konkordatonun hangi içerik dahilinde gerçekleştirilebileceği düzenlenmiştir. Konkordato talebinin tabi olduğu şartlar kural olarak adi konkordatoda (madde 285) olduğu gibidir. Borçlunun konkordato teklifinde, malvarlığının terki suretiyle konkordato teklif ettiğini açıkça bildirmesi gerekir. Borçlu konkordato teklifinde kural olarak, haczi caiz olmayan malları da dahil olmak üzere bütün malvarlığını terk etmeyi teklif etmelidir. Mamafih borçlunun konkordato teklifinde bir kısım haczi caiz olmayan mallarını teklif dışı tutabilmesi de mümkündür; bu takdirde, borçlunun “haczi caiz olmayan mallarından hangisini konkordato teklifine dahil edip etmediğini” açıkça belirtmesi lazımdır.
 
-İkinci fıkrada, “alacaklıların haklarını konkordato tasfiye memurları ve alacaklılar kurulu aracılığıyla kullanacağı, bunların ise alacaklılar tarafından seçileceği” hükme bağlanmıştır. Komiser de konkordato tasfiye memuru olarak seçilebilir. Ancak, her halükarda, konkordato tasfiye memuru, icra mahkemesi seçime ilişkin kararı onayladıktan sonra göreve başlayabilecektir. Alacaklılar kurulu ve konkordato tasfiye memurları, malvarlığının terki suretiyle konkordatonun temel iki organını teşkil etmektedir.
 
Madde 309 b: Maddede, malvarlığının terki suretiyle konkordatoda “asgari hangi hususlar hakkında düzenleme yapılması gerektiği” bentler halinde belirtilmiştir. Bu çerçeve içinde kalmak kaydıyla borçlu ile alacaklılar diledikleri şekilde anlaşabilirler. Bu hususları içermeyen bir konkordato tasdik edilmez; ancak, mahkeme yetersiz bir düzenlemeyi re’sen tamamlayabilir.
 
Alacaklıların, “borçlunun malvarlığının tasfiyesi veya üçüncü kişiye devri sonucunda ödenemeyen alacak kesimini ileride istemekten feragat etmemiş olmaları” halinde, konkordatoda, bu alacak kesimi hakkında saklı tutulan hakların kapsam ve niteliğinin açık bir şekilde gösterilmiş olması gerekir.
 
5092 sayılı kanun ile; 309 b maddesinin birinci fıkrasının dört numaralı bendinde yer alan “yurt düzeyinde yayınlanan tirajı en yüksek beş gazeteden” ibaresi “tirajı ellibinin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetelerden” şeklinde değiştirilmiştir. 
 
Madde 309 c: Malvarlığının terki suretiyle konkordatoyu tasdik eden ticaret mahkemesi kararının kesinleşmesi ile borçlunun malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisi sona erer. Bundan sonra, borçlunun malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisi alacaklılara geçer ve alacaklılar da bu yetkiyi konkordato tasfiye memurları vasıtasıyla kullanırlar. Konkordatonun tasdiki ile, alacaklılara borçlunun malvarlığının mülkiyeti geçmemektedir; konkordatonun tasdiki, sadece bu konkordatonun türüne göre borçlunun malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin alacaklılara geçmesine veya her malın niteliğine uygun işlemin yapılmasından sonra, borçlunun mallarının tamamının veya bir kısmının mülkiyetinin üçüncü kişiye (devralana) intikal etmesine yol açmaktadır. Malvarlığının terki suretiyle konkordato sürecine giren bir borçlunun mevcut malvarlığı ve bunun akıbeti yönünde durumu müflisin durumuna çok benzediğinden, onunla işlem yapacak üçüncü kişileri korumak için borçlunun ticaret ünvanına “konkordato tasfiyesi halinde” ibaresinin konulması şart kılınmıştır.
 
Madde 309 ç: Maddede, konkordato tasfiye memurlarının hukuki durumu düzenlenmiştir. Konkordato tasfiye memurlarının durumu, büyük ölçüde iflas idaresinin durumuna benzemektedir. Konkordato tasfiye memurları, masanın yasal temsilcisi olup, masaya dahil mal ve hakların muhafazası ve konkordato şartları dairesinde paraya çevrilerek elde edilen paranın alacaklılara dağıtılması için gerekli bütün işlemleri yaparlar. Alacaklıların, masaya giren mallar üzerinde haiz oldukları tasarruf yetkisi, onlar adına konkordato tasfiye memurları vasıtasıyla kullanılır.
 
Konkordato tasfiye memurları, alacaklılar kurulunun nezaret ve denetimi altında görev yaparlar. Konkordato tasfiye memurlarının masa mevcudunun paraya çevrilmesine (ve paraların paylaştırılmasına) ilişkin işlemlerine karşı, işlemin öğrenildiği tarihten itibaren yedi gün içinde alacaklılar kurulu nezdinde itirazda bulunulabilir. Alacaklılar kurulunun itiraz hakkındaki kararına karşı da icra mahkemesi nezdinde şikayet yoluna başvurulabilir.
 
Konkordato tasfiye memurlarının haiz oldukları yetkiler nazara alınmak suretiyle, “işlemlerinde İcra ve İflas Kanununun 8, 9, 10, 11, 21 ve 359’uncu maddelerinin uygulanacağı” ayrıca hükme bağlanmıştır.
 
Madde 309 d: Maddede, tasfiye sonunda elde edilen hasılatın dağıtımına katılma hakkı olan alacaklıların, konkordato tasfiye memurları tarafından düzenlenen sıra cetvelinde belirtileceği hususuna yer verilmiştir. Konkordato tasfiye memurları sıra cetveline borçlunun ticari defterlerine ve konkordato prosedürünün başlangıcında alacaklılara alacaklarını bildirmek için yapılan davet üzerine tevdi edilen belgelere dayanarak düzenlerler; alacaklılara başka davet yapılmaz. Medeni Kanunun 230  ila 236’ncı maddelerine yollama yapılmak suretiyle sıra cetveli, itiraz davasına ve şikayete tabi kılınmış olmaktadır.
 
Madde 309 e: Maddede, konkordato masasını oluşturan malvarlığının ne şekilde paraya çevrileceğine ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
 
Borçlunun malvarlığı, konkordato tasfiye memurları tarafından paraya çevrilir. Paraya çevirme bakımından büyük bir esneklik kabul edilmiştir. Organlar, kendilerine en uygun görünen paraya çevirme usulünü kabul etmekte serbesttirler. Burada, paraya çevirme iflastaki gibi sıkı kurallara tabi tutulmamıştır. Alacaklılar bakımından, malvarlığının terki suretiyle konkordatonun iflasın tasfiyesine nazaran üstünlüğü özellikle bu bakımdandır.
 
Madde 309 f: Maddede, rehinli taşınmazların hangi hallerde pazarlık suretiyle, hangi hallerde açık arttırma yoluyla paraya çevrilebileceği düzenlenmiştir. Bu bağlamda, “rehinli taşınmazın pazarlık suretiyle satışının, ancak satış bedelinden alacaklarını tahsil edemeyecek olan rehinli alacaklıların muvafakatıyla gerçekleştirilebileceği” kabul edilmiş ve böylece, sıra itibariyle sonra gelen rehinli alacaklıların zararına olabilecek satışlara engel olunması amaçlanmıştır.
 
Madde 309 g: Maddede, rehinli taşınırların “bizzat rehinli alacaklılar tarafından, rehnin paraya çevrilmesi yoluyla” veya “rehin sözleşmesinde hüküm bulunduğu takdirde pazarlık suretiyle” paraya çevrilebilmesine imkan verilmiştir. Mamafih masanın menfaatine ise konkordato tasfiye memurları rehinli alacaklıya paraya çevirmeyi gerçekleştirmesi için altı aylık bir süre verebilecektir. Rehinli alacaklı, bu süre içinde paraya çevirme işlemini gerçekleştirmez ve rehinli malı konkordato tasfiye memurlarına teslim etmezse, belli şartların yerine gelmesi halinde 336/a maddesinde öngörülen cezai yaptırıma maruz kalacağı gibi, rüçhan hakkından da mahrum olacaktır; ayrıca konkordato tasfiye memurları rehinli taşınırı teslim etmeyen rehinli alacaklıya karşı genel mahkemelerde teslim davası açabilirler.
 
Madde 309 ğ: Maddede “alacaklılar kurulunun, konkordato tasfiye memurlarının teklifi üzerine ihtilaflı veya tahsili güç bir alacaktan veya bir iptal davasından ya da borçlunun organlarına veya çalışanlarına karşı sorumluluk davasından vazgeçmesi halinde, alacaklıları bundan haberdar etmesi ve 245’inci maddeye uygun olarak bu iddiaların takibi hakkını onlara devretmeyi teklif etmesi” düzenlenmiştir.
 
Madde 309 h: Maddede, “borçlunun malvarlığının tasfiyesi sonunda elde edilen paranın alacaklılar arasında paylaştırılması” düzenlenmiştir. Borçlunun bütün malvarlığının paraya çevrilmesi uzunca bir zaman sürebilir. Bu sebeple, paraların paylaştırılması için, tasfiyenin sonuna kadar beklemek doğru olmayacaktır. Onun için, konkordato tasfiye memurlarına masa malları tasfiye edildikçe geçici dağıtımlarda bulunma yetkisi tanınmıştır. Bütün masa malları tasfiye edilince de kesin dağıtım yapılır. Konkordato tasfiye memurları her geçici dağıtımdan önce geçici bir pay cetveli düzenlemek, bunu alacaklılara bildirmek ve alacaklıların görmesi için on gün müddetle iflas dairesinde incelemeye hazır bulundurmakla yükümlüdürler. Bu on günlük müddet içinde, alacaklılar pay cetveline karşı icra mahkemesine şikayette bulunabilirler. Paylaştırma için pay cetvelinin kesinleşmesi gerekir.
 
Madde 309 ı: Geçici pay cetvelinin iflas dairesine tevdii sırasında rehinleri paraya çevrilmiş bulunan rehinli alacaklılar, alacaklarının rehinle karşılanamayan kısmı için geçici dağıtıma iştirak ederler. Alacağın rehinle karşılanamayan kısmı, konkordato tasfiye memurları tarafından tespit ve tayin olunur; buna karşı şikayet yoluna gidilebilir. Geçici pay cetvelinin iflas dairesine verilmesi anında rehin henüz paraya çevrilmemiş ise, rehin alacaklısı konkordato komiseri tarafından tahmin edilmiş olan rehin açığı nisbetinde (m. 297) geçici pay cetveline dahil edilir. Rehin alacaklısı rehnin satılmasından elde edilen paranın tahmin edilenden daha az olduğunu isbat ederse, açık kalan kısım bakımından dağıtımda nazara alınır. Rehin alacaklısı, rehnin satış bedelinden ve dağıtımlardan aldığı para, alacağından fazla ise, bu fazlayı masaya iade etmek zorundadır.
 
Madde 309 i: Maddede, “pay cetvelinin kesinleşmesinden sonra konkordato tasfiye memurlarının paraları ne şekilde paylaştıracakları” düzenlenmiştir. Bunu teminen konkordato tasfiye memurları alacaklılara muayyen bir süre verirler ve bu süre içinde paranın tahsil edilmesini bildirirler. Bu süre içinde alınmayan paralar dokuzuncu maddeye göre bankaya yatırılır. Bu tarihten itibaren beş sene içinde alacaklısı tarafından alınmak üzere müracaat olunmayan paralar serbest kalır. İflas dairesi, bu şekilde serbest kalan payları, 255’inci maddeye göre, alacağını eksik alan diğer alacaklılar arasında dağıtır.
 
Madde 309 j: -Maddeye göre, tasfiyenin sona ermesiyle birlikte konkordato tasfiye memurları nihai rapor düzenler ve bunu alacaklılar kurulunun onayına sunarlar. Alacaklılar kurulu onayladığı nihai raporu tasdik makamına gönderir ve tasdik makamı da raporu alacaklıların incelemesine hazır tutar.
 
-Maddenin ikinci fıkrasında, “tasfiyenin bir yıldan fazla sürmesi halinde, konkordato tasfiye memurlarınca düzenlenmesi gereken belgelere” yer verilmiştir. Bu belgeler esas itibariyle alacaklıların bilgilendirilmelerine ve icabında yapılan işlemlere karşı itiraz haklarını kullanabilmelerine yöneliktir.
 
Madde 309 k: -Maddede, malvarlığının terki suretiyle konkordatoda, borçlu tarafından konkordatonun tasdikinden önce yapılmış hukuki işlemlerin 277 vd. maddelerde öngörülen hükümlere göre iptal edilebilmesine imkan verilmiştir.
 
-Konkordato mühletinin verilmesi veya bu kanunun 179, 179 a, 179 b, maddeleri ile Türk Ticaret Kanununun 324’üncü maddesine göre meydana gelen iflasın ertelenmesi tarihleri, iptal davası açma sürelerinin hesaplanmasında, “haczin veya iflasın açılması”nın yerini tutacaktır.
 
-Maddenin son fıkrasında belirtilen hallerde, “konkordato tasfiye memurlarının def’i yoluyla iptal talebinde bulunma yetkisini haiz oldukları” belirtilmiştir.
 
Madde 309 l: Maddede, adi konkordatoya ilişkin hükümlerin, özellikle malvarlığının terki suretiyle konkordato talebinin yapılmasından tasdikine kadar ve bu tasfiye şeklinin niteliğine aykırı düşmediği ölçüde, malvarlığının terki suretiyle konkordatoda da uygulanacağı öngörülmüştür.  
 
XXII-5092 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle; 309 l maddesinden sonra gelmek üzere “IV. SERMAYE ŞİRKETLERİ VE KOOPERATİFLERİN UZLAŞMA YOLUYLA YENİDEN YAPILANDIRILMASI” üst başlığı altında 309 m ilâ 309 ü maddeleri eklenmiştir.
 
            “Kanuna eklenen  309 m - 309 ü hükümleriyle  ‘sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması’ adı altında yeni bir kurum getirilmektedir. Bu kurum, Dünyada son yıllarda geliştirilen ve ödeme güçlüğü içine düşen şirketlerin iflasına karar vermek yoluna gidilip ekonomik hayattan silinmeleri yerine, bu şirketlerin kurtarılmalarının mümkün olması durumunda faaliyetlerine devam etmelerinin sağlanması düşüncesine dayanmaktadır. Getirilen düzenleme, alacaklı ile borçluların karşılıklı olarak anlaşmaları şartına bağlanmıştır. Buna göre, muaccel para borçlarını ödeyemeyecek durumda olan ya da mevcut ve alacakları borçlarını karşılamaya yetmeyen veya böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalması kuvvetle mıuhtemel olan sermaye şirketleri ve kooperatifler, kanun tarafından öngörülen oranlarda alacağa sahip alacaklıların çoğunluğuyla, borçlarının yeniden yapılandırılması konusunda uzlaşabilecektir. Sistem mahkeme denetiminde işlemekte ve uzlaşmanın tasdiki veya reddi yargı organının müdahalesini gerektirmektedir. Böylece, özellikle uzlaşmayı kabul etmemiş olan alacaklıların hak ve menfaatlerinin ihlal edilmesinin önüne geçilmek istenmiştir.(Hükümet Gerekçesi).
 
            Madde 309 m: Yeni kurum, konkordatodan farklı olarak, bütün borçluları değil, sadece sermaye şirketleri ve kooperatifleri kapsadığından,bir sermaye şirketinin ya da kooperatifin bu düzenlemeden yararlanabilmesi için bunun aciz halinde olması veya böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalması kuvvetle muhtemel bulunması gerekmektedir. Şu halde, sermaye şirketi veya kooperatif muaccel para borçlarını ödeyemeyecek durumda olmalı veya mevcut ve alacakları borçlarını karşılamaya yetmemeli ya da böyle bir duruma düşeceği konusunda kuvvetli emareler olmalıdır. Bu durumda bulunan bir sermaye şirketi veya kooperatif, eğer belli oranda alacağa sahip alacaklıların çoğunluğuyla borçlarının yeniden yapılandırılması konusunda bir proje üzerinde anlaşabilirse, mahkemeye başvuracaktır.
 
            Getirilen düzenlemeye göre; borçlu, bütün alacaklılarıyla uzlaşmak zorunda olmayıp, sadece projeden etkilenen alacaklılarla uzlaşması yeterlidir. Bu durumda, borçlunun bir kısım alacaklılarla işlerini sürdürürken diğer bir kısım alacaklılarla borçlarını yeniden yapılandırmak için uzlaşabilmesi mümkün kılınmaktadır. Ayrıca, borçlunun benzer alacağa sahip alacaklılar arasında, alacaklı sınıfları oluşturması da mümkündür. Ancak, bu durumda her alacaklı kategorisinin projeyi gerekli çoğunlukla kabul etmesi gerekmektedir. Böylece borçluların bu hükümlerden daha kolay yararlanmaları ve sistemin daha işlevsel olması sağlanmıştır.
 
            Madde 309 n: Maddede, yeniden yapılandırma projesinde bulunması gereken hususlar sayılmıştır. Buna göre, yeniden yapılandırma projesinde, projeden etkilenen alacaklıların tabi olacağı koşullar ve bunlar arasında eşitliğin nasıl sağlanacağı, proje borçlusunun taraf olduğu sözleşmelere ve malvarlığına etkisi, yeniden yapılandırma için gerekli olması durumunda borçlunun kredi gibi finansman kaynaklarına başvurabileceği, projenin uygulanabilirliğini sağlayacak diğer yöntemler, tasdik kararından sonra projenin uygulanmasının kim tarafından, nasıl denetleneceği ve projeyi reddeden alacaklının alacağının, bu alacaklı projede kendi sınıfı için öngörülen haktan daha azını açıkça kabul etmediği sürece, nitelik itibarıyla benzerlik gösteren alacaklılarla eşit muameleye tabi olacağı gösterilmelidir. Projeyle birlikte alacaklıların hakları korunmakta, yeniden yapılandırma için yapılması gerekenler düzenlenmekte, projenin nasıl ve kim tarafından denetleneceği belirtilmektedir. Böylece bu konularda başlangıçta alacaklılar ve borçlular arasında bir uzlaşma aranarak ileride doğabilecek hak kayıpları engellenmektedir.
 
            Madde 309 o: Maddede yeniden yapılandırma başvurusuna eklenmesi gereken belgeler düzenlenmiştir. Maddede sayılan bilgi ve belgeler esas itibariyle alacaklıları korumaya yöneliktir. Mahkemeye sunulacak bu belgeler sayesinde mahkeme objektif olarak şirketin mali durumu ve alacaklıların haklarının korunup korunmadığı hakkında bilgi sahibi olabilecektir. Bu bilgi ve belgeler ileride başvurunun red veya tasdiki konusunda bir karar verilirken mahkemece esas alınacaktır.
 
            Madde 309 ö: Maddede başvuru üzerine mahkemenin yapacağı işler ve alacağı koruma önlemleri düzenlenmiştir. Mahkeme, başvuru üzerine, özellikle projeden etkilenen alacaklıların haklarını koruyabilmeleri ve itirazlarını ileri sürebilmeleri amacıyla, otuz gün içinde bir duruşma günü belirlemeli ve alacaklıları bu durumdan haberdar etmek için ilanen duyuru yapmalı ve ayrıca duruşma gününü adresi bilinen alacaklılara tebliğ etmelidir. Bununla birlikte, mahkeme borçluların alacaklılara zarar vermesini önlemek amacıyla başvuru hakkında verilecek nihai kararın kesinleşmesine kadar geçecek dönem için, borçlunun malvarlığını korumaya yönelik ve borçlunun faaliyetleri bakımından gerekli gördüğü tüm tedbirleri alabilir. Bu bağlamda mahkeme, bir ön duruşma günü tayin edebilecek, borçlunun faaliyetlerinin sevk ve idaresini üstlenecek ya da bu faaliyetleri denetleyecek olan ve lazım gelen bilgi ve tecrübeye sahip olup, alacaklılar ve borçlu tarafından seçilmiş ve gerekli nitelikleri haiz bir veya birkaç proje yöneticisi tayin edebilecek, etkilenen alacaklıların 6183 sayılı Kanuna göre yapılanları da kapsayacak şekilde borçluya karşı yapılan takiplerin durdurulmasına, yeni takip yapılmasının yasaklanmasına, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarının uygulanmamasına karar verebilecektir. Ayrıca, borçlunun ihtiyaç duyması halinde, ara dönemde de kredi gibi finansman araçlarına başvurabilmesi kabul edilerek, onun ekonomik faaliyetlerine devam edebilmesi ve içinde bulunduğu zor durumdan daha çabuk çıkabilmesi amaçlanmıştır.
 
            Madde 309 p: Maddeyle, mahkemenin ilgililer dinledikten ve diğer maddelerdeki şartların yerine getirildiğini tesbit ettikten sonra başvurunun tasdikine veya reddine karar vermesi düzenlenmiştir. Ancak, burada, tasdik kararı verilebilmesi için, alacaklıları korumak amacıyla, projeyi reddetmiş olan alacaklıların projeyle ellerine geçecek miktarın en az iflas tasfiyesi sonunda ellerine geçecek miktara eşit olması şartı getirilmiş ve mahkeme kararına karşı temyiz yolu kabul edilmiştir.
 
            Ayrıca maddeyle, yeniden yapılandırma projesinde öngörüldüğü takdirde, mahkemenin tasdik kararıyla birlikte borçlu ile alacaklıların bu konudaki uzlaşmasını da dikkate alarak, yetkileri sadece projenin yerine getirilmesine ilişkin esasları denetleyip alacaklılara durumu düzenli olarak rapor etmekten ibaret olan bir veya birkaç proje denetçisi tayin edebileceği esası getirilmiştir. Bu sayede alacaklılar gelişmelerden haberdar olabilecek ve haklarını daha iyi koruyabileceklerdir.
 
            Madde 309 r:  “Başvurunun tasdikine ilişkin kararın verilmesiyle, borçlu ve projeden etkilenen tüm alacaklıların projede öngörülen esaslar dahilinde projeyle bağlı olacakları” kabul edilmiş ve “başvurunun tasdiki talebinin reddine ilişkin mahkeme kararının verilmesiyle durmuş olan takiplere ve davalara devam edilmesi” esası benimsenmiştir. 
 
            Kararın temyiz incelemesi sonucunda Yargıtayca bozulması üzerine “projenin tasdik kararının icrasının kendiliğinden duracağı”, ayrıca “bozma kararına kadar yapılan işlemlerin geçerliliğini muhafaza edeceği” hükme bağlanmıştır.
 
            Madde 309 s: Maddeyle, İcra ve İflas Kanununun 307’nci maddesiyle 308’inci maddesinin birinci fıkrasının uygulanması kabul edilerek, yeniden yapılandırmanın tamamen feshine karar verildiği ve bu karar kesinleştiği takdirde, “projeden etkilenen alacaklıların, durumun ilandan itibaren on gün içinde, tasdik kararını vermiş olan mahkemeden borçlunun doğrudan doğruya iflasına karar verilmesini isteyebilmeleri” düzenlenmiştir.
 
            Madde 309 ş: Maddeyle, uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma projesinin tadil edilmesi kabul edilmiştir. Buna göre projenin bir kısmının ihlali halinde, bu ihlal sadece bazı alacaklıları etkiliyorsa, hakları ihlal edilen bu alacaklıların borçlu ile projenin tadili konusunda anlaşmaya varmaları halinde, tadil edilmiş proje mahkemenin tasdikine sunulacaktır. Projenin devamı için bu tadilatın yapılması zorunlu ise ve tadil edilmiş proje hakları ihlal edilmiş olan alacaklıları, plandan etkilenen diğer alacaklılardan daha uygun bir duruma getirmiyorsa, mahkeme tadil edilmiş projeyi tasdik edecektir. Bu durumda, yeniden yapılandırma projesinin tasdikine ilişkin usul, projenin tadili hakkında da uygulanacaktır.          
 
            Madde 309 t: Maddeyle, projenin borçlu tarafından uygulanmaması halinde durumun bu şekilde devam etmesi kabul edilemeyeceğinden, süreci uzatmamak amacıyla borçlunun derhal iflasına karar verilmesi öngörülmüştür. Ayrıca, mali durumu bozulan bankalar ve sigorta şirketleri hakkında kendi özel kanunları uygulanacağından, sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmasına ilişkin hükümlere, bankalar ve sigorta şirketleri borçlu sıfatıyla başvuramayacaklardır.
 
            Madde 309 u: Maddeyle, sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmasını kolaylaştırmak amacıyla bir takım vergi istisnaları ve teşvik belgelerinde süre uzatımı imkanı getirilmiştir.
 
            Madde 309 ü: Hukuk sistemimize yeni giren bu kurumun uygulanmasını kolaylaştırmak için, kanunun yayımı tarihinden itibaren iki ay içinde, uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırmanın uygulanmasını göstermek amacıyla Adalet Bakanlığınca bir yönetmelik çıkarılması öngörülmüştür.                   
 
M-“Fevkalade Hallerde Mühlet ve Tatil” başlığını taşıyan ve kanunun 317-330’uncu maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
I-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 318’inci maddesine ikinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen yeni hükümle;
 
318’inci maddeye bir fıkra eklenmek suretiyle, “fevkalade mühlet talebinde bulunulmasından sonra, İcra ve İflas Kanununun 326’ncı maddesinde gösterilen alacaklar hariç olmak üzere, borçlu aleyhine başlatılmış bulunan takiplerin tedbir yoluyla icra mahkemesi hakimince durdurulması” olanağı getirilmiştir. Böylece fevkalade mühlet talebi bir karara bağlanıncaya kadar, borçluların icra ve iflas takiplerinin yarattığı baskıdan geçici bir süre için kurtularak, yeniden yapılanmak ve ekonomik varlıklarını devam ettirebilmek amacıyla gerekli teşebbüslerde bulunma imkanını elde etmeleri istenmiştir. Ancak bu durumda alacaklıların mümkün veya muhtemel hak kayıplarını önlemek amacıyla, icra mahkemesi hakimine, “tedbir süresinin fevkalade mühletten indirilip indirilemeyeceği ve indirilecekse ne ölçüde indirileceği” konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.                         
 
II-5311 sayılı Kanun ile, Kanunun 320’nci maddesinin başlığı “istinaf yoluna başvurma” şeklinde değiştirilmiş, ayrıca bu maddede yapılan değişikle;
 
“Karar hakkında tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde borçlu ile alacaklılardan her birinin istinaf yoluna başvurabileceği, icra mahkemesi tarafından verilmiş olan fevkalade mühletin hükmünün, bölge adliye mahkemesinin kesin kararına kadar geçerli olduğu” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
III-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 323’üncü maddesinde yapılan değişiklikle;
 
-Maddenin birinci fıkrasında “fevkalade mühlet hallerinde borçluya karşı yapılacak takip işlem ve usullerine ilişkin düzenlemeler”e yer verilmiştir. Eski düzenlemenin aksine, yeni düzenleme, mühlet içinde borçluya karşı takip yapılabilmesine imkan vermektedir. Ancak bu takiplere haciz veya depo emrine kadar devam edilebilecektir. Benzer düzenleme bizim 323’üncü maddemizin İsviçre İcra ve İflas Kanununda karşılığını teşkile eden 317 g maddesinde de yer almaktadır. Orada da; verilen fevkalade mühlet içinde borçluya karşı takip yapılabilmekte ancak bu takipte, eğer icra takibi yapılıyorsa  h a c i z, eğer iflas takibi yapılıyorsa  i f l a s  i h t a r ı  aşamasına kadar devam edilebilmektedir (YILMAZ, E. Olağanüstü Durumlarda Borçlulara Süre Verilmesi ve İcra Takiplerinin Durması “BATİDER, 1977, C:IX, S:1, sh:167”). Böylece, hem borçlunun ticari faaliyetini sürdürecek araçlardan yoksun kalmaması sağlanmakta, hem de alacaklılara mühlet nedeniyle maruz kaldıkları zaman kaybını, takip işlemlerini belli bir aşamaya kadar yürüterek belli ölçüler dahilinde telafi etmeleri imkanı getirilmektedir.
 
-Maddenin ikinci fıkrasında ise; satış talebine, paraya çevirmeye, iflas talebine, imtiyazlı alacaklılara, ivazsız tasarrufların butlanına ve acizden dolayı butlana ilişkin sürelerin, “mühlet süresince uzatılacağı” hükme bağlanmıştır.
 
IV-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 326’ncı maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle;
 
-Fevkalade mühlete tabi olmayan alacaklar, diğer maddelerde yapılan değişiklikler de gözönüne alınarak yeniden düzenlenmiştir.
 
-Ayrıca günümüzün ekonomik koşulları ve paranın satın alma gücü dikkate alınarak, maddedeki parasal sınır yükseltilmiştir.
 
V-Kanunun 327’nci maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen “temyize müracaat olunabilir” ibaresi, “istinaf yoluna başvurabilir”; altıncı fıkrasında geçen “temyiz” ibaresi, “bölge adliye mahkemesi şeklinde değiştirilmiştir.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
VI-Kanunun 328’inci maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde geçen “Yargıtay da” ibaresi, “bölge adliye mahkemesi de” şeklinde değiştirilmiştir.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla -5311 sayılı Kanun ile- yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
VII-Kanunun 329’uncu maddesinden sonra gelmek üzere eklenen yeni 329 a maddesi ile;
 
-4949 sayılı Kanunla, Kanunun 179’uncu maddesinde yapılan değişiklikle sermaye şirketi ve kooperatiflere şartların gerçekleşmesi halinde iflasın ertelenmesini talep etme hakkı tanınmıştır.
 
-Kanuna 4949 sayılı Kanunla eklenen 179/b maddesiyle; erteleme süresi “azami bir yıl” olarak öngörülmüştür. (Ancak hemen belirtelim ki; 5092 sayılı Kanun ile “bu sürenin daha sonra uzatılabileceği ve uzatma sürelerinin toplamının dört yılı geçemeyeceği” kabul edilmiştir…) Alacaklı ve borçlu arasındaki hak ve menfaat dengesinin bozulmaması amacıyla “fevkalade mühletten yararlanılması halinde iflasın ertelenmesinden yararlanılamayacağı” hükme bağlanmıştır. Ayrıca “iflasın ertelenmesi halinde, ertelemenin bitiminden itibaren bir yıllık süre içinde fevkalade mühlet verilemeyeceği” belirtilerek borçlu ve alacaklı arasındaki dengenin korunması amaçlanmıştır.
 
N-“Cezai Hükümler” başlığını taşıyan ve kanunun 331-354’üncü maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler:
 
I-Kanunun 331’inci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
- “Alacaklısını zarara sokmak kasdıyla mevcudunu eksiltme” suçunun düzenlendiği 331’inci maddenin birinci fıkrasındaki “aciz belgesi istihsal edildiği veya alacaklı alacağını istifa edemediğini” ibaresi fıkraya açıklık getirmek amacıyla “aciz belgesi aldığını veya alacaklı alacağını alamadığını” şeklinde değiştirilmiştir.  
 
- Maddede ayrıca, cezaların caydırıcılığını sağlamak amacıyla, 4949 sayılı Kanun ile maddede öngörülen cezalar arttırılmıştı. 5358 sayılı Kanun ile yapılan son değişiklik ile; maddenin birinci fıkrasında öngörülen ceza miktarı “altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adli para cezası” ve maddenin dördüncü fıkrasında yer alan ceza miktarı da “iki yıldan dört yıla kadar hapis ve bin güne kadar adli para cezası” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
 
İcra mahkemesince; bu suç için maddede öngörülen “altı aydan üç yıla kadar hapis”  cezasının asgari haddine hükmedilmişse veya ceza takdiren artırılarak en fazla “bir yıl”  olarak belirlenmişse, belirlenen bu ceza TCK. 49/II’ye göre kısa süreli hapis cezası sayılacağından, mahkeme hükmettiği bu kısa süreli hapis cezasını TCK. 50/I’e göre “seçenek yaptırımlar”dan birine –suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özeliğe göre– çevirebilecektir. Örneğin hükmettiği “bir yıl veya daha az süreli hapis cezası”nı, “adli para cezası”na çevirebilecektir. Ancak; mahkemece takdiren “bir yıldan daha fazla –en fazla üç yıl– hapis cezası”na hükmedilmişse, bu ceza “kısa süreli hapis cezası” sayılmayacağından TCK 49/II kapsamına girmeyecek ve TCK. 50/I’de öngörülen seçenek yaptırımlardan birisine çevrilemeyecektir… Ayrıca belirtelim ki mahkemece, İİK. 330/I’de öngörülen“altı aydan üç yıla kadar hapis cezası”ndan, eğer “iki yıl veya daha az süre ile”  hapis cezasına hükmedilirse, bu cezasının TCK. 51/1 çerçevesinde ertelenmesi mümkün olabilecek, buna karşın mahkemece “iki yıldan daha fazla hapis cezasına” hükmedilirse, o zaman hükmedilecek bu cezanın ertelenmesi mümkün olmayacaktır.
 
Mahkemece ayrıca hapis cezası yanında   -TCK. 52 çerçevesinde- “bin güne kadar adli para cezası” na hükmedilecek ve -yeni TCK. adli para cezalarında ertelenmeyi kabul etmediği için-   hükmedilecek bu adli para cezasının ertelenmesi mümkün olmayacaktır…
 
- 4949 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle; maddenin ikinci fıkrasıyla, “birinci fıkrada yazılı suçların iflas takibinden veya iflas talebinden önce işlenmesi” suç haline getirilmiş, böylece külli icra takibinde borçlu tarafından alacaklıların alacaklarına kavuşmasını engelleyici, alacakların tahsilini geciktirici fiiller madde kapsamına alınmıştır. Bu suçun işlenmiş sayılabilmesi için, birinci fıkrada yazılı unsurların gerçekleşmesi aranacaktır.       
 
- 4949 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle; maddenin üçüncü fıkrası kapsamına “iflasın ertelenmesi talebinden önceki ve iflasın ertelenmesi süresinden sonraki” fiiller ile “konkordato mühleti talebinden sonraki” fiiller de dahil edilmek suretiyle, konkordatoda; alacaklıların haklarının cezai hükümlerle teminat altına alınması amaçlanmıştır.
 
- 5358 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle; maddenin dördüncü fıkrasında “iki yıldan dört yıla kadar hapis” şeklinde yer alan -4949 sayılı Kanun ile bu duruma getirilmiş olan- ceza miktarı aynen korunurken, -yine 4949 sayılı Kanun ile-  maddeye eklenmiş olan ağır para cezası “bin güne kadar adli para cezası”na çevrilmiştir. Mahkemece -TCK. 52 çerçevesinde-  “hükmedilecek bu para cezası”nın  -yeni TCK. adli para cezalarında ertelenmeyi kabul etmediği için-   ertelenmesi mümkün olmayacaktır…
 
- 5358 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sırasında daha önce maddenin beşinci fıkrasında yer alan “zararın miktarına göre Türk Ceza Kanunu’nun 522’nci maddesi hükümleri dahi uygulanır” şeklindeki hüküm ile yine maddenin son fıkrasında yer alan “borçlu lehine bilerek yardımda bulunanlar ile bu maddede yazılı fiillere iştirak edenler de asli fail gibi cezalandırılırlar” şeklindeki hüküm madde metninden çıkarılmıştır…
 
- Ayrıca belirtelim ki, gerek bu madde ve gerekse  “hapis cezası”nın öngörüldüğü diğer İİK. mad 332, 333a, 334, 337a, 338/I ve 345a uyarınca, icra mahkemesine doğrudan doğruya alacaklı (vekili) tarafından mı şikayette bulunulacağı yoksa bu konuda icra mahkemesinde kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcılığına mı şikayette bulunulması gerekeceği konusunda bknz: İleride; XXVIII.
 
II- Kanunun 332’nci maddesinde yapılan değişiklik ile;
 
- Maddenin birinci fıkrasında öngörülen “onbeş günden altı aya kadar hafif hapis cezası”, 5358 sayılı Kanunla “onbeş günden altı aya kadar hapis cezası” olarak değiştirilmiştir. İcra  mahkemesince hükmedilecek olan ve maddede yer alan bu yeni ceza, TCK. 49/2’ye göre “kısa süreli hapis cezası”  olduğundan TCK. 50/I çerçevesinde “seçenek yaptırımlar”dan birine çevrilebileceği gibi, TCK. 51/1’e göre de ertelenebilecektir.
 
- Ayrıca belirtelim ki, gerek bu madde ve gerekse  “hapis cezası”nın öngörüldüğü diğer İİK. mad 331, 333a, 334, 337a, 338/I ve 345a uyarınca, icra mahkemesine doğrudan doğruya alacaklı (vekili) tarafından mı şikayette bulunulacağı yoksa bu konuda icra mahkemesinde kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcılığına mı şikayette bulunulması gerekeceği konusunda bknz: İleride; XXVIII.
 
 III- Kanunun 333’üncü maddesinde yapılan değişiklik ile;
           
            - 5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle; maddenin birinci fıkrasındaki hapis cezasının üst sınırı iki yıla indirilmiştir.
           
 İcra mahkemesince “bir yıl veya daha az süreli hapis cezası”na hükmedilirse, bu ceza, kısa süreli hapis cezası niteliğinde olacağından, TCK. 50/1 uyarınca “seçenek yaptırımlar”dan birine çevrilebileceği gibi, TCK. 51/1’e göre de ertelenebilecektir.  Buna karşın mahkemece, “bir yıldan daha fazla hapis cezası”na hükmedilirse, bu ceza TCK. 50/1’de öngörülen “seçenek yaptırımlardan birisine” çevrilemeyecek, sadece TCK. 51’e göre ertelenebilecektir.
 
- Maddenin ikinci fıkrasındaki “menfaat vaad ettirilmesi” ibaresi metinden çıkarılmıştır.
 
- Maddenin üçüncü fıkrasının metni de 4237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun sistematiğine uygun olarak yeniden formüle edilmiştir.
 
IV-Kanunun 333’nci maddesinden sonra gelmek üzere -4949 sayılı Kanun ile- eklenen yeni 333 a maddesi ile;
 
Ticari işletmede yöneticinin sorumluluğu” düzenlenmiştir.
 
-Burada “bir ticari işletmede hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip bulunan kişilerin alacaklıları kasten zarara sokmaları” suç haline getirilmektedir. “Alacaklıları zarara sokmak”tan maksat, “ticari işletmenin borçlarını kısmen veya tamamen ödememek”tir.
 
-Fiilin cezalandırılabilmesi için; faalin kasdının buna yönelik olması şarttır. Hukuken veya fiilen yönetim yetkisine sahip bulunmayanların bu suçu işlemeleri olanaksızdır. “Bir ticari işletmede kimlerin hukuken yönetim yetkisine sahip olacağı” ticaret hukuku mevzuatında gösterilmiştir. Ancak, zaman zaman bazı kişilerin bu yetkiyi fiilen kullanabildikleri durumlar vardır. Bazen; bu, hukuken yönetim yetkisine sahip bulunanların rızasıyla olabilmesine karşın, bazı durumlarda zor kullanılarak da olabilmektedir. İşte, bu kişilerin ticari işletme adına yaptıkları işlem veya eylemlerle alacaklıları kasden zarara sokmaları suç haline getirilerek, alacakların haklarına önemli bir koruma getirilmiştir.
 
-Ticari ceza hukukunun en temel prensiplerinden biri, ekonomik suça ekonomik yaptırımların uygulanmasıdır. Hürriyeti bağlayıcı ceza, istisnai bir yaptırım olarak uygulanabilir. Burada bu prensibe riayet edilmiş, hürriyeti bağlayıcı ceza sınırlı tutulmuştur. 4949 sayılı Kanun ile öngörülmüş olan “altı aydan iki yıla kadar hapis cezası” 5358 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sırasında aynen korunmuş ve daha önce 4949 sayılı Kanun ile öngörülmüş olan dört milyar liradan dörtyüz milyar liraya kadar ağır para cezası, “beşbin güne kadar adli para cezası” olarak yeniden düzenlenmiştir.
 
İcra mahkemesince,  “bir  yıl  veya  daha  az süreli hapis cezası”na hükmedilirse,  bu  ceza  -TCK. 49/2 uyarınca- “kısa süreli hapis cezası” niteliğini taşıyacağından, TCK. 50/1 uyarınca “seçenek yaptırımlar” dan birine çevrilebileceği gibi ayrıca TCK. 51/1 uyarınca da hükmedilecek ceza ertelenebilecektir. Buna karşın mahkemece, bir yıldan daha fazla süreli hapis cezasına hükmedilirse, bu ceza TCK. 50/1 uyarınca “seçenek yaptırımlardan” birine çevrilemeyecek, sadece TCK. 51/1 uyarınca ertelenebilecektir.
 
Mahkemece ayrıca hükmedilecek “beşbin güne kadar adli para cezası” ise  -yeni TCK. adli para cezalarında ertelenmeyi kabul etmediği için- ertelenemeyecektir.
 
-Suçun taksirle, yani tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslek ve sanatta acemilik, nizamnamelere, emirlere ve talimata aykırılık yapılarak işlenmesi mümkündür. Bu durumda faile sadece adli para cezası öngörülmüştür. Az önce de belirttiğimiz gibi; -yeni TCK.  adli para cezalarında ertelenmeyi kabul etmediği için- hükmedilecek “adli para cezası”nın ertelenmesi mümkün olmayacaktır.
 
-Burada düzenlenen suçların takibi, suçtan zarar görenin şikayetine bağlanmış, böylece mağdurun mağduriyetinin ortadan kaldırılmasına olanak tanınmıştır. Bilindiği gibi, şikayetten vazgeçme veya şikayetin geri alınması, ahlaka aykırı olmamak kaydıyla şarta bağlanabilir. Vazgeçme veya geri almanın, mağduriyetin giderilmesi şartına bağlanması ahlaka aykırı sayılmamaktadır...
 
 - Ayrıca belirtelim ki, gerek bu madde ve gerekse  “hapis cezası”nın öngörüldüğü diğer İİK. mad 331, 332, 334, 337a, 338/I ve 345a uyarınca, icra mahkemesine doğrudan doğruya alacaklı (vekili) tarafından mı şikayette bulunulacağı yoksa bu konuda icra mahkemesinde kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcılığına mı şikayette bulunulması gerekeceği konusunda bknz: İleride; XXVIII.
 
V-Kanunun 334’üncü maddesinde yapılan değişiklikle;
 
- 4949 sayılı Kanun ile maddeye “konkordato projesine uymamak suretiyle” ibaresi eklenmekle, bu projeye uyulması halinde yarar sağlayacağını uman alacaklılar, kötüniyetli borçlulara karşı korunmuştur.   
 
-5092 sayılı kanunla yapılan değişiklikle; 334’üncü maddenin başlığıkonkordatoda veya sermaye şirketleri ile kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmasında yetkili kimseleri hataya düşüren ya da konkordato veya uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma koşullarına uymayan borçlunun cezası” şeklinde değiştirilmiştir.
 
-Yine, 5092 sayılı kanun ile yapılan değişiklikle 334’üncü maddenin kapsamına “sermaye şirketleriyle kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırma projesini tasdik ettirmek için yetkili kişileri hataya düşüren veya projeye uymayarak zarara sebebiyet veren borçluların cezalandırılması” da alınmıştır.
 
-5358 sayılı Kanun ile, maddenin önceki şeklinde yer alan “gerçeğe aykırı hesap ve bilanço göstererek” ibaresi metinde çıkarılarak yerine “hileli tutum ve davranışlarıyla” ibaresi konulmuştur. Bu değişiklikle, belgede sahtecilik, söz konusu suçun unsuru olmaktan çıkarılmıştır. Aksi taktirde daha ağır cezayı gerektiren belgede sahtecilik bu maddede tanımlanan suçun bir unsuru olarak düşünüleceği için, bu suçtan dolayı ayrıca kişiye ceza verme imkanı olmayacaktı. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda benimsenen sisteme göre bir suçun işlenmesi sırasında belgede sahtecilik suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçtan dolayı da cezaya hükmolunacaktır.
 
-Madde metnindeki “hafif hapis” ibaresi “hapis” olarak değiştirilerek, fiil k a b a h a t olmaktan çıkarılmış ve  s u ç  haline getirilmiştir. Bunun sonucu olarak, icra mahkemesince hükmedilecek “bir yıl veya daha az süreli hapis cezası”  -TCK. 49/2 uyarınca-  “kısa süreli hapis” cezası niteliğinde olduğu için TCK. 50/1 uyarınca “seçenek yaptırımlar”dan birine çevrilebileceği gibi TCK. 51/1 uyarınca da ertelenebilecektir.
 
- Ayrıca belirtelim ki, gerek bu madde ve gerekse  “hapis cezası”nın öngörüldüğü diğer İİK. mad 331, 332, 333a, 337a, 338/I ve 345a uyarınca, icra mahkemesine doğrudan doğruya alacaklı (vekili) tarafından mı şikayette bulunulacağı yoksa bu konuda icra mahkemesinde kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcılığına mı şikayette bulunulması gerekeceği konusunda bknz: İleride; XXVIII.
 
VI- 5358 sayılı Kanun ile, İİK.’nun -“konkordato komiserinin sorumluluğu”başlıklı-  334 a maddesi yürürlikten kaldırılmıştır.
 
VII- Kanunun 336’ncı maddesinde 5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle;
 
Maddede öngörülen “hafif para cezası”, “doksan güne kadar adli para cezası”na dönüştürülmüştür.
 
Yeni 5237 sayılı TCK. adli para cezalarıyla ertelenmeyi kabul etmediğinden, icra mahkemesince hükmedilecek adli para cezasının ertelenmesi (TCK. 51) mümkün olmayacaktır.
 
 
VIII- 5358 sayılı Kanun ile -“kendisine teslim edilen malları vermeyenler hakkındaki cezalar” başlıklı-  İİK.’nun 336 a maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.                          
 
4949 sayılı Kanun ile, İcra ve İflas Kanunumuza “yeni bir kurum” olarak eklenmiş  olan İİK. 336a’nın yürürlükten kaldırılmasıyla, “yedieminlik görevini kötüye kullanma” suçundan dolayı ilgililerce -alacaklı ve icra memuru tarafından- C.Savcılığı’na şikayette bulunulacak ve suçun unsurlarının oluştuğunun saptanması halinde, C.Savcılığınca, sulh ceza mahkemelerinde sanıklar hakkında kamu davası açılacaktır. 
IX-Kanunun 337’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            -5358 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda, maddenin kenar başlığı “yükümlülüklerin yerine getirilmemesi” şeklini almıştır.
 
            -5358 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce öngörülen “on günden bir aya kadar hafif hapis cezası”, bu Kanun ile “on gün disiplin hapsi” olarak değiştirilmiştir..
 
            “Disiplin hapsi”; “…düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, önödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen  h a p i s” şeklinde CMK.’nun 2/l maddesinde tanımlanmıştır.
 
            İcra mahkemesince, alacaklının şikayeti üzerine verilecek olan ve yeni ismiyle “disiplin hapsi” olarak adlandırılmış olan kanunda öngörülmüş olan bu “on günlük hapis cezası”, eskiden olduğu -yani 5358 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmış bulunan 352 b maddesinin yürürlükte olduğu dönemdeki- gibi paraya çevrilemeyecek ve ertelenemeyecektir. Bu ceza “alacaklının alacağını karşılayacak miktarda malın haczedilmesi” veya “borcun ödenmesi” halinde düşecektir.  
 
            Borcu karşılayacak yeterli miktarda malın haczedilmesi halinde, borçluya mal beyanında bulunmamaktan dolayı ceza verilmemesi” ilkesi “17.7.2003 tarihli ve 4949 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucunda” benimsenmiştir. Gerçekten bu kanunla yapılan değişiklik sonucunda İİK. 337/I, c:2 “borçlunun haczi kabil mallarını alacaklının bildiği veya bilmesi lazım geldiği taktirde yahut borcu karşılayacak miktarda malın haczedilmesi halinde borçluya ceza verilmez ş e k l i n i  almıştır. “Borcun ödenmesi halinde borçluya mal beyanında bulunmamaktan dolayı ceza verilmemesi” ilkesi ise “5358 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda” kabul edilmiştir. Halbuki 337. maddenin adı geçen kanunlarla değişikliğe uğramadan önceki şeklinde “borçlunun haczi kabil mallarını alacaklının bildiği veya bilmesi lazım geldiği ispat olunursa borçluya ceza verilmez” hükmü maddede yer almakta idi (İİK. 337/I, c:2). Bu dönemde borç miktarının brüt asgari ücretin altında olması halinde, alacaklının İİK. 337/I, c:2 uyarınca “borçlunun haczi kabil mallarını bildiği” kabul ediliyor ve bu madde uyarınca sanığa ceza verilemiyor ve sanık yargılama gideri ve vekalet ücretinden de sorumlu tutulamıyordu. (Bknz: 16. HD. 5.7.2004 T. E:5357, K:8877). Yasa maddesinde niçin bu yolda bir değişiklik yapıldığı maalesef bu maddeye ait değişiklik gerekçelerinde yer almamaktadır. Yasa maddesinin yeni şekline göre, bugün için “borç miktarının brüt asgari ücretin altında olması halinde” sanık hakkında ceza verilemeyecek midir? Kanımızca, bunun mümkün olmaması gerekecektir... Ancak uygulamada mahkemelerin bu konuda farklı kararlar vermekte olduklarını tespit etmiş bulunuyoruz. Bu konuda mahkemelerin verdikleri kararlara karşı temyiz yoluna da başvurulamayacağından,  bu maddenin bundan böyle ülke çapında aynı şekilde yorumlanıp uygulanması mümkün olmayacaktır...
 
X- Kanunun 337 a maddesinde yapılan değişiklikle;
 
- 5358 sayılı Kanun ile, maddenin birinci fıkrasında öngörülen “hafif hapis” cezası “hapis” cezası olarak değiştirilmiştir. Bu suretle fiil kabahat olmaktan çıkarılarak suç haline getirilmiştir.
 
İcra mahkemesince  hükmedilecek bu “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası”,   -TCK. 49/2 uyarınca- “kısa süreli hapis cezası” niteliğinde olduğundan, bu ceza TCK. 50/1 uyarınca “seçenek yaptırımlardan” birine çevrilebilecek ve TCK. 51/1 uyarınca da ertelenebilecektir.  
 
- 5358 sayılı Kanun ile maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle; “borçlunun iflası takdirinde” şeklindeki cümle, “borçlunun iflası halinde” şeklini almıştır.
 
- Ayrıca belirtelim ki, gerek bu madde ve gerekse  “hapis cezası”nın öngörüldüğü diğer İİK. mad 331, 332, 333a, 334, 338/I ve 345a uyarınca, icra mahkemesine doğrudan doğruya alacaklı (vekili) tarafından mı şikayette bulunulacağı yoksa bu konuda icra mahkemesinde kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcılığına mı şikayette bulunulması gerekeceği konusunda bknz: İleride; XXVIII.
 
XI-Kanunun 338’inci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
-5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, maddenin birinci fıkrasında yer alan “bir aydan altı aya kadar hafif hapis cezası”, “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası” olarak değiştirilmiştir. Bu suretle fiil  k a b a h a t  olmaktan çıkarılıp  s u ç  haline dönüştürülmüştür. Ayrıca, alacaklının şikayeti üzerine, borçlunun cezalandırılacağı öngörülmüştür.
 
İcra mahkemesince hükmedilecek “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası”,   -TCK. 49/2 uyarınca- “kısa süreli hapis cezası” niteliğinde olduğundan, bu ceza TCK. 50/1 uyarınca “seçenek yaptırımlardan” birine çevrilebilecek ve TCK. 51/1 uyarınca da ertelenebilecektir.  
 
-5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları birleştirilerek düzenlenen yeni ikinci fıkradaki yükümlülüğün yerine getirilmemesi karşılığında, yerine getirilmesini sağlamak amacına yönelik olarak icra mahkemesince “bir yıla kadar tazyik hapsi”ne karar verilmesi öngörülmüştür.
 
            Maddede öngörülen “tazyik hapsi”nin tanımı  -“disiplin hapsi” gibi-   CMK. 2’de yapılmamıştır. Ancak, “tazyik hapsi”nin de -“disiplin hapsi” gibi-  ‘seçenek yaptırımlara çevrilemeyen’, ‘önödeme uygulanamayan’, ‘tekerrüre esas olmayan’, ‘şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan’, ‘ertelenemeyen’ ve ‘adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen’ hapis olduğu, gerek doktrinde ve gerekse uygulamada kabul edilmektedir. Bu nedenle, maddede öngörülen ve icra mahkemesince İİK. 338/II uyarınca hükmedilecek “bir yıla kadar tazyik hapsi” ertelenemeyecek, paraya çevrilemeyecektir.
 
            -5358 sayılı Kanunla bu maddede değişiklik yapılırken, maddenin ikinci fıkrasında hatalı olarak “icra tetkik mercii” ve “merci kararı” sözcüklerine yer verilmiştir. Bu sözcüklerin “icra mahkemesi” ve “icra mahkemesi kararı” olarak algılanması gerekecektir…
 
            - Ayrıca belirtelim ki, gerek İİK. 338/I ve gerekse  “hapis cezası”nın öngörüldüğü diğer İİK. mad 331, 332, 333a, 334, 337a ve 345a uyarınca, icra mahkemesine doğrudan doğruya alacaklı (vekili) tarafından mı şikayette bulunulacağı yoksa bu konuda icra mahkemesinde kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcılığına mı şikayette bulunulması gerekeceği konusunda bknz: İleride; XXVIII.
           
XII-Kanunun 339’uncu maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, maddede daha önce öngörülen hafif hapis cezası yerine disiplin hapsi getirilmiştir.
 
            Maddenin yeni şekline göre, icra mahkemesince hükmedilecek -“on gün” ve “bir aya kadar”- disiplin hapsi  CMK. 2/l’de, “düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, önödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adli sicil kayıtlarına geçirilemeyen  h a p i s” olarak tanımlanmıştır.
 
            İcra mahkemesince, alacaklının şikayeti üzerine verilecek olan ve yeni ismiyle “disiplin hapsi” olarak adlandırılmış olan bu on günlük hapis cezası, eskiden olduğu -yani 5358 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmış bulunan 352 b maddesinin yürürlükte olduğu dönemdeki- gibi paraya çevrilemeyecek ve ertelenemeyecektir. Bu ceza “icra takibine konu olan borç tamamen ödendiği taktirde” düşecektir.
 
            XIII-Kanunun 340’ncı maddesinde yapılan değişiklikle;
           
            -5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle maddede öngörülen “hafif hapis cezası”, “üç aya kadar tazyik hapsine” çevrilmiştir.
 
            Maddede öngörülen “tazyik hapsi”nin tanımı  -“disiplin hapsi” gibi-   CMK. 2’de yapılmamıştır. Ancak, “tazyik hapsi”nin de -“disiplin hapsi” gibi-  ‘seçenek yaptırımlara çevrilemeyen’, ‘önödeme uygulanamayan’, ‘tekerrüre esas olmayan’, ‘şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan’, ‘ertelenemeyen’ ve ‘adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen’ hapis olduğu gerek doktrinde ve gerekse uygulamada kabul edilmektedir. Bu nedenle, maddede öngörülen ve alacaklının şikayeti üzerine icra mahkemesince İİK. 340 uyarınca hükmedilecek “üç aya kadar tazyik hapsi” ertelenemeyecek, paraya çevrilemeyecektir.
 
            -Borcun ödenmesi halinde tazyik hapsine son verilecek ve borçlu tahliye edilecektir. Bu husus maddede “hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez” şeklinde ifade edilmiştir.
 
XIV-Kanunun 341’inci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
-4949 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle “çocuk teslimine ilişkin ilama veya ara kararına uyulmaması” cezai müeyyideye bağlanmıştır.
 
-5358 sayılı Kanunda yapılan değişiklikle maddede öngörülen “hapis cezası”, “tazyik hapsine” dönüştürülmüştür.
 
Maddede öngörülen “tazyik hapsi”nin tanımı  -“disiplin hapsi” gibi-   CMK. 2’de yapılmamıştır. Ancak, “tazyik hapsi”nin de -“disiplin hapsi” gibi-  ‘seçenek yaptırımlara çevrilemeyen’, ‘önödeme uygulanamayan’, ‘tekerrüre esas olmayan’, ‘şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan’, ‘ertelenemeyen’ ve ‘adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen’ hapis olduğu gerek doktrinde ve gerekse uygulamada kabul edilmektedir. Bu nedenle, maddede öngörülen ve alacaklının şikayeti üzerine icra mahkemesince İİK. 341 uyarınca hükmedilecek “altı aya kadar tazyik hapsi” ertelenemeyecek, paraya çevrilemeyecektir.
 
            -Yine 5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte, daha önce maddede suçun unsuru olarak yer alan “… çocuğu gizleyen…” ve “…tekrar kaçıran borçlu ile bu fiile bilerek iştirak edenler…” sözcükleri metinden çıkarılarak yerine daha genel biçimde “… kararının gereğini yerine getirmeyen veya yerine getirilmesini engelleyen…” sözcüklerine yer verilmiştir.
 
            Ayrıca “hapsin tatbikine başlandıktan sonra ilamın veya ara kararının gereği yerine getirilirse, kişinin (hükümlünün) tahliye edileceği” maddede vurgulanmıştır.
 
            XV- Kanunun 342. maddesinde yapılan değişiklikle;
            5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, maddede 765 Türk Ceza Kanununa –Ka-nun’un 309. maddesine- yapılan atıf, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa göre yeniden düzenlenerek “borçlunun 5237 sayılı TCK.’nun 290. maddesine göre cezalandırılacağı” şeklinde belirtilmiştir.
           
            XVI-Kanunun 343. maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            -5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, daha önce maddede öngörülen “hafif hapis cezası”, “ tazyik hapsine” dönüştürülmüştür.
 
Maddede öngörülen “tazyik hapsi”nin tanımı  -“disiplin hapsi” gibi-   CMK. 2’de yapılmamıştır. Ancak, “tazyik hapsi”nin de -“disiplin hapsi” gibi-  ‘seçenek yaptırımlara çevrilemeyen’, ‘önödeme uygulanamayan’, ‘tekerrüre esas olmayan’, ‘şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan’, ‘ertelenemeyen’ ve ‘adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen’ hapis olduğu gerek doktrinde ve gerekse uygulamada kabul edilmektedir. Bu nedenle, maddede öngörülen ve lehine hüküm verilmiş kimsenin şikayeti üzerine, icra mahkemesince İİK. 343 uyarınca hükmedilecek “üç aya kadar tazyik hapsi” ertelenemeyecek, paraya çevrilemeye-cektir.
 
            -“Hapsin tatbikine başlandıktan sonra, ilamın gereği yerine getirilirse, borçlunun tahliye edileceği” maddede ayrıca vurgulanmıştır.
 
XVII-Kanunun 344’üncü maddesinin başlığında ve metninde yapılan değişiklikle;
 
-4949 sayılı Kanunla; İcra ve İflas Kanununun 344’üncü maddesinin başlığı yeni düzenlemeye paralel olarak “nafakaya ilişkin kararlara uymayanların cezası” olarak değiştirilmiştir.
 
 -4949 sayılı Kanunla, 344’üncü maddeye yeni bir fıkra eklenerek, “mahkemeler tarafından ara kararı ile kararlaştırılan nafakayı ödemeyen borçlular hakkında da bu maddenin birinci fıkrasındaki hükmün uygulanması” sağlanmıştı. İcra ve İflas Kanununun 344’üncü maddesinin değişiklikten önceki şeklinde; ancak (kesinleşmiş) nafaka ilamında yazılı olan nafakayı ödemeyen borçlu, alacaklının şikayeti üzerine, icra mahkemesi tarafından cezalandırılmaktaydı. Yargıtay, madde metnindeki ilam terimini dar yorumladığı için, uygulamada, nafaka veya boşanma davası sırasında, tedbir olarak mahkemelerce ara kararı ile takdir olunan nafaka kararları müeyyidesiz kalmaktaydı. Aslında, muhtaç durumda olduğu için hemen alacaklısının eline geçmesi düşüncesiyle takdir edilmiş bulunan tedbir nafakaları’nın da bu maddedeki himayeden yararlandırılması için maddede bu doğrultuda  değişiklik yapılmıştı.
 
5358 sayılı Kanunla bu madde yeniden düzenlenirken “nafakaya ilişkin kararların gereğini yerine getirmeyen borçlunun, alacaklının şikayeti üzerine… cezalandırılacağı” belirtilmiş ve ne bu maddede ve ne de İİK.’nun yürürlükten kalkan maddelerini belirten 23. maddede, 344/son hükmünden bahsedilmemiştir. Kanımızca bu madde -yeni şekliyle- “nafakaya ilişkin kararların gereğini yerine getirmeyen” borçluyu cezalandırdığına göre, borçlunun yerine getirmediği nafakaya ilişkin karar nafaka ilamı” olabileceği gibi “nafakaya ilişkin ara kararı” da olabilir. Yani; 5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucunda -4949 sayılı Kanunla suç haline getirilmiş olan- “ara kararı ile hükmedilen nafakayı ödememe eylemi”, bugün için de İİK. 344’e göre suç olmaya devam etmektedir…
 
-5358 sayılı Kanunla maddede yer alan “hapis cezası”, “tazyik hapsine” dönüşmüştür. Maddede öngörülen “tazyik hapsi”nin tanımı  -“disiplin hapsi” gibi-   CMK. 2’de yapılmamıştır. Ancak, “tazyik hapsi”nin de -“disiplin hapsi” gibi-  ‘seçenek yaptırımlara çevrilemeyen’, ‘önödeme uygulanamayan’, ‘tekerrüre esas olmayan’, ‘şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan’, ‘ertelenemeyen’ ve ‘adli sicil kayıtlarına geçirilmeyen’ hapis olduğu gerek doktrinde ve gerekse uygulamada kabul edilmektedir. Bu nedenle, maddede öngörülen ve alacaklının şikayeti üzerine, icra mahkemesince İİK. 344 uyarınca hükmedilecek “üç aya kadar tazyik hapsi” ertelenemeyecek, paraya çevrilemeyecektir.
 
-“Hapsin tatbikine başlandıktan sonra, ilamın gereği yerine getirilirse, borçlunun tahliye edileceği” maddede ayrıca vurgulanmıştır.
 
XVIII-Kanunun 345 a maddesinde yapılan değişiklikle;
 
- 5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, maddede yer alan “on günden üç aya kadar hafif hapis” veya “1.000 liradan 10.000 liraya kadar hafif para cezası”, “hapis cezasına” dönüştürülmüştür. İcra mahkemesince bu madde gereğince -“on günden üç aya kadar hapis cezası” olarak hükmedilecek  hapis cezası- TCK. 49/2 uyarınca “kısa süreli hapis cezası” niteliğinde olduğundan, mahkemece -TCK.50/1 uyarınca- “seçenek yaptırımlar”dan birisine çevrilebilecek ve ayrıca bu ceza TCK. 51/1 uyarınca ertelenebilecektir.
 
  - Ayrıca belirtelim ki, gerek bu madde ve gerekse  “hapis cezası”nın öngörüldüğü diğer İİK. mad 331, 332, 333a, 334, 337a ve 348/I uyarınca, icra mahkemesine doğrudan doğruya alacaklı (vekili) tarafından mı şikayette bulunulacağı yoksa bu konuda icra mahkemesinde kamu davası açılması için Cumhuriyet Savcılığına mı şikayette bulunulması gerekeceği konusunda bknz: İleride; XXVIII.
 
XIX-Kanunun 345 b maddesinde değişiklikle;
 
- 5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, maddede yer alan “hapis cezası”nın miktarı -“bir yıla kadar hapis” olarak- artırılmış ve ayrıca daha önce maddede yer alan “para cezası” da -5237 sayılı Türk Ceza Kanunun adli para cezası sistemine uygun olarak- yeniden “bin güne kadar adli para cezası” olarak düzenlenmiştir.
 
            XX- Kanunun 346. maddesinin başlığı ile birlikte metninde  yapılan değişiklikle;
 
            -5358 sayılı Kanunla maddenin başlığı “görev ve birleştirilme yasağı” şeklinde değiştirilmiştir.
 
            -Yine 5358 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle kanunun 16. babında yer alan  s u ç -     l a r l a  ilgili davalara ve  d i s i p l i n  veya  t a z y i k  h a p s i n i  gerektiren fiillerle ilgili davalara icra mahkemesinde bakılacağı, icra mahkemesinin görevine giren bu işlerin diğer mahkemelerde görülen ceza davalarıyla birleştirilemeyeceği benimsenmiştir.
 
            Bu suretle, daha önce bir kısım suçların –örneğin; İİK. 331, 332, 333, 335’deki suçların- yargılanması asliye ceza mahkemelerinde yapılırken, bundan böyle, İİK.’nun 16. babında yer alan tüm suçlarla ilgili davalara icra mahkemelerinde bakılacaktır.
 
            XXI-Kanunun 347’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
           
            Kanunun 16. babında yer alan fiillerden dolayı şikayet hakkının, “fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşeceği” maddede açıkça belirtilmiştir.
 
             XXII-Kanunun 348’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
            Kanunun 16. babında yer alan fiillerden dolayı, yetkili icra mahkemesinin “icra takibinin yapıldığı yerdeki icra  mahkemesi” olduğu maddede açıkça vurgulanmıştır.
 
XXIII-Kanunun 352’nci maddesinde yapılan değişiklikle;
 
Şikayetten vazgeçme veya şikayetin geri alınması ahlaka aykırı olmamak kaydıyla şarta bağlanabilir. Vazgeçme veya geri almanın, mağduriyetin giderilmesi şartına bağlanması, 21’inci yüzyılda ceza hukukunun en önemli konularından biri olan “mağdurun korunması”na hizmet eder. Bu nedenle maddeye “takibi şikayete bağlı suçlarda dava ve cezanın 354’üncü maddede yazılı sebeplerle düşeceği kararda belirtilir” şeklinde bir hüküm eklenerek, sözkonusu olanağın  -Yargıtay kararları doğrultusunda (Bknz: 8. CD. 21.1.1992 T. E:12930, K:271; 7.11.1991 T. E:9350, K:10639 “UYAR, T. Gerekçeli – İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu, C:VI, sh:9332”) ilgiliye hatırlatılması amaçlanmıştır.
 
 
 
XXIV-Kanunun 352 a maddesi, 5358 sayılı Kanunun 23. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.
 
Bu suretle, ceza kararnamesi” ile ceza kararı verme olanağı hukuken sona ermiştir.
 
 
 
XXV-Kanunun 352 b maddesi, 5358 sayılı Kanunun 23. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.
 
Bu suretle “İİK. uyarınca hükmolunan cezaların ertelenemeyeceğini ve para cezasına çevrilemeyeceğini” belirten bu hüküm yürürlükten kaldırılmış, ancak icra mahkemelerince hangi suçlardan dolayı “disiplin hapsi” ve “tazyik hapsi”ne karar verileceği ilgili maddelerinde gösterilerek sadece bu cezaların yer aldığı suçlarda “erteleme” ve “para cezasına çevrilme” olanağının bulunmadığı kabul edilmiştir.
 
XXVI- Kanunun 353. maddesinin ‘başlığı’ ile ‘metninde’ yapılan değişiklikle;
 
-5358 sayılı Kanunla maddenin başlığı “itiraz” olarak değiştirilmiş, ayrıca “icra mahkemesinin 16. bab hükümlerine göre verdiği  t a z y i k   ve  d i s i p l i n  hapsi”ne ilişkin kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilecek kararların kesin olduğu” vurgulanmıştır.
 
-“İcra mahkemesinin 16. babta yer alan  suçlardan  dolayı verdiği  h ü k ü m l e r l e ilgili olarak; yani vermiş olduğu hapis cezalarına karşı, -4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun- kanun yollarına ilişkin hükümlerinin uygulanacağı” –yani; bunlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceği- maddede açıkça düzenlenmiştir.
 
XXVII- Kanunun 354. maddesine eklenen yeni fıkra ile;
 
5358 sayılı Kanunla, İİK.’nun 354. maddesine “icra mahkemesinin 16. bap hükümlerine göre verdiği  t a z y i k  veya  d i s i p l i n  h a p s i n e ilişkin kararların, kesinleştiği tarihten itibaren iki yıl geçtikten sonra yerine getirilemeyeceği”ne dair yeni bir fıkra eklenmiştir..  
 
XXVIII- “Ceazi Hükümler” başlığını taşıyan bu bölüm’de yer alan ve “yargılama usulü”nün düzenlendiği İİK. mad. 349’da herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu nedenle, bu bölüm’de düzenlenen tüm icra/iflas suçlarının yargılamasının bu maddeye göre yapılması ve bunu sonucu olarak da, tüm icra/iflas suçlarından dolayı şikayetin dilekçe ile veya şifahi beyanla icra mahkemesine yapılması gerekir. (Aynı görüşte: SUNAR, G. Hacizdeki Borç Ödemeden Aciz Vesikasının Ceza Hukuku Bakımından Hüküm ve Sonuçları “Maltepe Ünv. Huk. Fak. D. 2005/1 s:267”) 5271 sayılı (yeni) Ceza Muhakemesi Kanunu’nda “şahsi dava” usulüne yer verilmemişse de, burada İcra ve İflas Kanunu’nun benimsediği kendine özgü şahsi dava usulünde bir değişiklik yapılmamış olduğu için bu usül halâ yürürlüktedir.
 
Doktrinde ileri sürülen diğer bir görüşe göre; “İİK. mad. 349/I’de yer alan ‘dilekçeyi veya dava beyanını alan icra mahkemesi...’ sözcüklerinin -5271 ve 5230 sayılı Kanun hükümleri karşısında- yaptırımı ‘hapis cezası’ olan icra suçlarında artık uygulanamaz. Bu konuda C.Savcılığı’na başvurulması ve C.Savcılığınca iddianame ile icra mahkemesinde ceza davası açılması gerekir”(bknz: Çolak, H. İcra-İflas Suçları ve Yargılama Usulü, 2005, 2. Bası, s:196 – Artuç, M./Bıkmaz, R. İcra-İflas Suçları ve Yargıılama Usulü, 2005, s:36 vd.).
 
Henüz bu konuda yüksek mahkemece verilmiş bir karar mevcut değildir. Uygulamada yüksek mahkemece verilecek karara göre hareket edilecektir. Bu suretle, yerel mahkemelerce yapılan farklı uygulamalar da sona erecektir.
 
O-“Temyiz ve Son Maddeler” başlığını taşıyan, kanunun 363-370’inci maddelerinin yer aldığı bölüm’de değişiklik yapılan maddeler;
 
I-Kanunun 362’nci maddesinden sonra gelen bölüm başlığı -5311 sayılı Kanun ile- “kanun yollarına başvurma ve son maddeler” olarak, 363’üncü maddesinin başlığı da “istinaf yoluna başvurma ve incelenmesi” şeklinde değiştirilmiş, ayrıca 363. madde metninde;
 
-İcra mahkemesince verilen kararlardan hangileri hakkında istinaf yoluna başvurulamayacağı teker teker sayılarak belirtilmiştir. Gerçekten 363’üncü maddenin yeni şekline göre; “icra mahkemesince verilmiş olan aşağıdaki kararlar dışındaki kararlara karşı” istinaf yoluna başvurulabilecek, buna karşın aşağıdaki konulara ilişkin kararları ise kesin olacaktır. İcra mahkemesinin istinaf yoluna başvurulamayacak (kesin olan) kararları şunlardır: “85’inci maddenin uygulanma biçimi”, “icra dairesi tarafından hesaplanan vekalet ücreti”, “103’üncü maddenin uygulanma biçimi ve bu maddede düzenlenen davetiyenin içeriği”, “yediemin ücreti”, “yedieminin değiştirilmesi”, “hacizli taşınır malları muhafaza şekli”, “kıymet takdirine ilişkin şikayet”, “ihaleye katılabilmek için teminat yatırılması ve teminatın miktarı”, “satışın durdurulması”, “satış ilanının iptali”, “süresinde satış istenmemesi nedeniyle satışın düşürülmesi”, “263’üncü maddenin uygulanma biçimi”, “iflas idaresinin oluşturulması”, “icra mahkemesinin iflas idaresinin işlemleri hakkında şikayet üzerine verdiği kararlara karşı”, “iflas idare memurunun ücret ve masrafları hakkındaki hesap pusulası” ve “36’ncı maddeye göre icranın geri bırakılmasına ilişkin kararları”.
 
-“İstinaf yoluna başvuru süresinin tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün olduğu” ayrıca 363/I’de belirtilmiştir.
 
“İcra mahkemesi kararları aleyhine işlemleri uzatmak gibi kötüniyetle istinaf yoluna başvurulduğunun anlaşılması halinde HUMK.nun 422’nci maddesi hükmünün uygulanacağı, kesin bir karara karşı kötüniyetli istinaf yoluna başvuranlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmünün uygulanacağı, istinaf yoluna başvurunun satıştan başka icra işlemlerini durdurmayacağını, icranın devamı için gereken evrakın alıkonularak bunların birer örneğinin bölge adliye mahkemesine gönderilecek dosyaya konulacağı” belirtilmiştir.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla yapılmış olan bu değişiklik, bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
II-4949 sayılı Kanun ile, Kanunun 363. maddesinde yer alan -temyiz konusundaki- parasal sınır “yeniden değerlendirme oranı”na bağlanmıştır.
 
-İcra ve İflas Kanununa -4949 sayılı Kanun ile- eklenen ek birinci maddeyle, aynı kanunun 119, 226, 326 ve 363’üncü maddelerindeki parasal sınırların, paranın satın alma gücü ve ekonomik koşullarda meydana gelen değişime uyum sağlanması için, “213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298’inci maddesinde yer alan yeniden değerleme oranında, her takvim yılı başından itibaren geçerli olmak üzere arttırılması ve bu şekilde belirlenen sınırların 10 milyon lirayı aşmayan kısımlarının dikkate alınmaması” öngörülmüştür.
 
-Ayrıca yapılan değişiklikle, “363’üncü madde bakımından her takvim yılı başından itibaren geçerli olacak parasal sınır artışlarının, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce icra mahkemesinde nihai olarak karara bağlanmış davalar ile Yargıtay’ın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemede yeniden bakılan davalarda uygulanmayacağı” düzenlenmiştir.
 
III-Kanunun 364’üncü maddesinin başlığı -5311 sayılı Kanun ile- “temyiz yoluna başvurma ve incelenmesi” şeklinde değiştirilmiş, madde metninde ise;
 
Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerince verilen ve miktar veya değeri onbin lirayı geçen nihai karalara karşı  t e m y i z  yoluna başvurulabileceği, temyiz yoluna başvurma ve incelemesinin Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre yapılacağı, bu durumda da 363’üncü maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
 
IV-Kanunun 365’inci maddesinin başlığı -5311 sayılı Kanun ile- “istinaf dilekçesinin reddi” şeklinde değiştirilmiş, madde metninde ise;
 
“İstinaf yoluna başvurmanın yasal süre geçtikten sonra yapılması veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikayetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikayete ilişkin olursa Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istemin icra mahkemesince reddedileceği, istinaf yoluna başvuran kişinin red kararını kabul etmemesi halinde, istinaf dilekçesinin diğer taraf tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderileceği, bu durumda satış dahil hiçbir icra işleminin durmayacağı, bölge adliye mahkemesinin, birinci fıkra kapsamına girdiği halde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlayacağı” öngörülmüştür.
 
İstinaf yoluna uyum sağlamak amacıyla yapılmış olan bu değişiklik bölge adliye (istinaf) mahkemeleri faaliyete geçtikten sonra uygulanacaktır.
 
V-5311 sayılı Kanun ile; Kanunun 366’ncı maddesinin başlığının “bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay kararları” şeklinde ve madde metninin de;
 
“İstinaf ve temyiz incelemelerinin, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre yapılacağı ve on beş gün içinde karara bağlanacağı, ilgili ister ve ücretini verirse veya gönderirse karar özetinin en seri vasıtalarla mahalline bildirileceği, Yargıtay’ın icra ve iflas işlerine bakan hukuk dairesinin kararlarına karşı genel hükümlere göre direnme kararı verilebileceği, direnme kararlarının Hukuk Genel Kurulu’nda acele işlerden sayılacağı, Yargıtay’ın bozma kararı veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma, düzelterek veya yeniden esas hakkında vereceği kararları üzerine icra ve iflas işlerinde 40’ıncı madde hükmünün kıyas yoluyla uygulanacağı” şeklinde değiştirileceği öngörülmüştür.  
 
Ö- 4949 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan fıkralar (bentler):
 
Kanunun 62’nci maddesinin dördüncü fıkrası, 67’nci maddesinin dördüncü fıkrası, 128’inci maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi 134’üncü maddesinin son fıkrası, 280’inci maddesinin ikinci fıkrası, 285’inci maddesinin son fıkrası, 354’üncü maddesinin ikinci fıkrası ve 363’üncü maddesinin 12 numaralı bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
 
-İcra ve İflas Kanununun 62’nci maddesinde; “itirazın süresi ve şekli” 63’üncü maddesinde ise; “itiraz sebepleri” kenar başlığı altında düzenleme yapılmasına rağmen, 62’nci maddenin dördüncü fıkrasında; itiraz sebeplerinin istisnası düzenlendiğinden, bu fıkranın yürürlükten kaldırılarak, daha uygun ve ilgili bulunduğu 63’üncü maddeye nakledilmesi,
 
-İcra ve İflas Kanununun 67’nci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hüküm, ilgisi nedeniyle aynı kanunun 68 ve 68/a maddelerinin birinci fıkrasına nakledildiğinden, bu hükmün madde metninden çıkartılması,
 
-İcra ve İflas Kanununun 128’inci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 128/a maddesinin ikinci fıkrasında “kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren bir yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez” hükmüne yer verildiğinden, bu hükümle konusuz kalan 128’inci maddenin ikinci fıkrasının son cümlesinin madde metninden çıkarılması,
 
-Kötüniyetli ve muvazaalı olarak ihalenin feshi istenildikten sonra, banka teminat mektubu karşılığında ihale bedellerinin ödenmek istenmesi ve ihalenin kesinleşmesinden sonra da ihale tarihindeki bedelin ödenerek haksız kazanç sağlanmasının önüne geçilmek için, İcra ve İflas Kanununun 134’üncü maddesinin son fıkrası hükmünün yürürlükten kaldırılması,
 
-İcra ve İflas Kanununun 280’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “borçlunun birinci fıkradaki tasarrufu, alacaklıları ızrar kastıyla yapması ve kasta üçüncü şahsın vukufu halinde, tasarruf tarihi ne olursa olsun batıl sayılır” hükmünün -bu maddenin yeniden düzenlenen birinci fıkrasının yeni içeriği nedeniyle- yürürlükten kaldırılması,  
 
-İcra ve İflas Kanununun 285’inci maddesinin son fıkrasında yer alan “mevcut malları ve alacakları borçlarının en az % 50’sini ödemeye yetişmeyen borçlu konkordato isteyemez” hükmü yürürlükten kaldırılarak, borçluların konkordato hükümlerinden daha kolay yararlanmalarının sağlanması; bunun, konkordato talebinde bulunan borçlunun aktif – pasif dengesinin hiç önem taşımadığı anlamına gelmediği; ancak bu dengenin konkordatoya olan etkisini esas itibariyle diğer verileri de gözönüne alarak hakimin takdir etmesi,         
 
-İcra ve İflas Kanununun 354’üncü maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılarak; icra mahkemelerince verilen hükümlülük kararlarının serbestçe temyiz edilebilmelerine olanak tanınması,
uygun bulunmuştur.
 
-Ayrıca, İcra ve İflas Kanununun 287’nci maddesine göre “icra mahkemesince konkordato mühleti verilmesine dair istemin reddine” ilişkin kararlar ile 288’inci madde uyarınca icra mahkemesince verilmiş “mühletin kaldırılmasına” ilişkin kararların, 287 ve 288’inci maddelerde yapılan değişikliklere paralel olarak, konkordato sürecinin hızlandırılması amacıyla temyiz edilmemesi için, (12) numaralı bent 363’üncü madde metninden çıkarılmıştır.
 
P-4949 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanununa eklenen geçici maddeler:
 
-Maddeyle İcra ve İflas Kanununa üç geçici madde eklenmiştir. Geçici üçüncü maddeyle, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununda geçen “icra reisi”, “icra hakim yardımcısı” ve “icra hakimliği” ibareleri kaldırıldığından, bunların yerine “icra tetkik mercii hakimi” ibaresi getirilmiştir. Ayrıca maddeyle 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda yer alan terimlerle uyum sağlanması için; “ikametgah”, “menkul” ve “gayrımenkul” terimleri sırasıyla, “yerleşim yeri”, “taşınır” ve “taşınmaz” olarak değiştirilmiştir.
 
-Geçici dördüncü maddeyle, Adalet Bakanlığı veya Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfınca mahcuz malların muhafazası için depo ve garajlar açılıncaya kadar, özel depo ve garajlar bakımından, Adalet Bakanlığı’nca çıkarılan “Mahcuz Malların Muhafaza Edileceği Adalet Bakanlığı Depo ve Garajların Çalıştırılmasına İlişkin Yönetmelik” hükümleri ile “Adalet Bakanlığı’na Ait Depo ve Garajlarda Muhafaza Edilen Mahcuz Mallar İçin Ücret Tarifesi” hükümlerinin uygulanması sağlanmıştır.
 
-Geçici beşinci maddeyle, uygulamada doğabilecek tereddütlere engel olunması amacıyla, “kanunun muhtelif maddelerinin uygulama zamanına ilişkin düzenlemeler”e yer verilmiştir.
 
R- 5092 sayılı Kanun ile, İcra ve İflas Kanununun kimi sözcüklerinde yapılan değişiklikler:
 
-5092 sayılı kanunun 10’uncu maddesiyle; 2004 sayılı kanunun geçici beşinci maddesinin (13) numaralı bendi “68 b maddesinde değişiklik yapan hükmü, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra gönderilen hesap özetleri ve ihtarnamelerde” şeklinde değiştirilmiş ve ayrıca (16) numaralı bendinde yer alan “sözleşmelerde” ibaresinden sonra “de” ibaresi ve (38) numaralı bendinde yer alan “davalarında” ibaresinden sonra “da” ibaresi eklenmiştir.
 
-5092 sayılı kanunun 11’inci maddesiyle 2004 sayılı kanuna; “bu kanunda yer alan ‘icra tetkik mercii’, ‘tetkik mercii’ ve ‘mercii’ ibareleri ‘icra mahkemesi’, ‘icra mercii hakimi’ ve ‘mercii hakimi’ ibareleri icra hakimiolarak değiştirilmiştir. Çeşitli mevzuatta icra tetkik mercii ve hakimine yapılmış bulunan atıflar, icra mahkemesi ve hakimine yapılmış sayılır” şeklinde geçici madde eklenmiştir.
 

Forum