Hukuki Net Hukuki NET | Forum | Mevzuat Anasayfa | Kaynaklar | Yazarlar | Dizin | Arama | Uyarlama | Giriş | Üye Ol
Aile Hukuku • Evli Erkekle Bilerek İlişkiye Giren Kadının Sorumluluğu • Manevi Tazminat
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 10-01-2011 | Kategori: İçtihat | Okunma : 3171 | Not:
Av.tayfun Eyilik

Hakkımdaki bilgilere http://www.tayfuneyilik.av.tr sitesinden ulaşabilirsiniz


Profil >
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E: 2010/4-129 K: 2010/173 T: 24.03.2010
Aile Hukuku • Evli Erkekle Bilerek İlişkiye Giren  Kadının Sorumluluğu • Manevi Tazminat
(4721 SK m. 185; 818 SK m. 41, 49, 50)
Özet: Evli bir erkeğin evli olduğunu bilerek
gönül ilişkisine ve giderek cinsel ilişkiye giren
kadının evli erkeğin eşinin kişilik haklarına
saldırıda bulunduğu kabul edilmeli ve davacı
eş lehine manevi tazminata hükmedilmelidir.
Taraflar arasındaki “Manevi Tazminat” davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; izmir 6. Asliye Mahkemesi’nce davanın reddine dair
verilen 28.04.2008 gün ve 2006/386 E.-2008/161 K. sayılı kararın
incelenmesi davacı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi’nin 09.04.2009 gün ve 2009/10692 E. 5303 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı
manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde eşi ile gönül
ilişkisine girdiğini, davalının bu eyleminin kişilik haklarına saldırı
oluşturduğunu iddia ederek manevi tazminat istemiştir.
Davalı ise, davacının eşinden hamile kaldığını, bu ilişkiyi bilen
davacının ileri sürdüğü zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunmadığını
ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece, davacının eşi ile davalının duygusal ve fiziksel
ilişkiye girdikleri; ancak, davacının manevi zarara uğramasının davalının
eylemi ile bir ilgisinin olmadığı, bir zarar var ise bu zararın evlilik birliğine
aykırı davranan davacının eşi tarafından gerçekleştiği gerekçesiyle dava
reddedilmiş; karar davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Davalının, davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların
ve mahkemenin kabulündedir. Sorun bu durumun davacının kişilik
haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı ve saldırı oluşturuyorsa bundan
davalının sorumlu olup olmayacağı konularında toplanmaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinde yer alan “evlenmeyle eşler
arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur… Eşler birlikte yaşamak, birbirine
sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar,” biçimindeki düzenleme
gereğince, evli bir kimsenin evlilik dişı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik
Yargıtay Kararları 3189
değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de
diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.
Somut olayda davalı, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve
cinsel ilişkiye girdiğine göre Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi gereğince
manevi tazminatla sorumlu tutulmalıdır. Yerel mahkemece, açıklanan
olgular gözetilerek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulması
gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle istemin tümden reddedilmış olması
usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmıştir…),
gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden
yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmıştir.
Temyiz eden: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde
temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan
manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, davalının kendisinin eşiyle, onun evli olduğunu bildiği halde,
duygusal ve cinsel ilişkiye girmek suretiyle gerçekleşen haksız eylem ile
kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla eldeki davayı açmıştır.
Davalı, davacının eşiyle duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğini, bu ilişkiden
bir de çocuğunun olduğunu kabul etmekle birlikte; bu hususu davacının
bilmesine karşın ses çıkarmadığını, tazminat isteme koşullarının olmadı-
ğını, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava reddedilmış; Özel Dairenin yukarıda başlık bölümüne
aynen alınan ilamıyla kararın bozulması üzerine de önceki kararda
direnilmıştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin
kabulünde olan davalının, bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı
oluşturup oluşturmadığı ve hukuki sorumluluğunu gerektirip gerektirmediğ
i noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, hukukumuzda y er alan
sorumluluk kaynaklarının ve buna bağlı olarak da taraflar arasındaki
hukuki bağın niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında,
sözleşmeden doğan borçlar (md. 1-40) ile haksız fiilden doğan borçlar (md.
41-60) düzenlenmış; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel
kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisaba (m. 61-66) yer verilmıştir.
3190 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
Bunların dıflında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de
hukuka aykırı bir eyleme dayanmayan; Kanundan doğan borçlar
bulunmaktadır.
Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz
iktisap ya da bir ka nunhükmü olarak kabul edilmıştir.
Sözleşme, tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade
beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması
gerekir.
Borçlar Kanunu’nda, sorumluluğun diğer bir genel kaynağı olarak
öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf
zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında
uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
Kanundan doğan borçlarda da, borç kaynağını Kanundan almakta ve
sorumluluk buna göre belirlenmektedir.
Borçlar Kanunu’nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız
fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.
Haksız fiilden söz edilebilmesi için, şu dört unsurun birlikte bulunması
zorunludur. Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı; bu fiili
işleyen kusurlu olmalı; kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil
nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka aykırı fiil
arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada
bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız
fiilin varlığından söz edilemez.
Eldeki dava, açıklanan bu sorumluluk kaynaklarından haksız eyleme
dayalıdır.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde “Mesuliyet fiartı” başlığı
altında;
“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir
surette diğer kimseye bir zarar ika eden flahıs, o zararın tazminine
mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına
bilerek sebebiyet veren flahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur,” hükmü
yer almakta;
Aynı Kanunun “fiahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49.
maddesinde ise;
“fiahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi,
uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para
ödemesini dava edebilir.
Yargıtay Kararları 3191
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını,
işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ev ekonomik durumlarını da dikkate
alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame
veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve
bu kararın Basın yolu ile ilanına da hükmedebilir,” düzenlemesine yer
verilmektedir.
Yine aynı Kanunun “Müteselsil Mesuliyet”e ilişkin hükümlerinden,
“Haksız Fiil Halinde” başlıklı 50. maddesinde de:
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik
ile asıl fail ve fer’an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen Musul
olurlar. Hakim, her biri aleyhine rücu hakları olup olmadığını takdir ve
icabında bu rücuun flümulünün derecesini tayin eder.
Yataklık eden kimse, vaki olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle
bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz,” şeklinde düzenleme
bulunmaktadır.
Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinde;
“…evlenmeyle eşler arasındaki eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş
olur… Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak
zorundadırlar,” denilmektedir.
Görüldüğü üzere, haksız eylem nedeniyle sorumluluk hallerinden birisi
ahlaka aykırı; bir fiil ile bilerek başka bir kimsenin zarara uğramasına
neden olmaktır.
Yine müteselsil sorumluluğa ilişkin düzenlemeler ile haksız eylemi
birlikte gerçekleştirenler birbirinden ayırt edilmeksizin, zarar görene karşı
müteselsilen sorumlu olurlar.
Öte yandan, evlilik birliğinde eşlerin zorunlulukları yasal düzenleme
altına alınmış ve sadakat borcu da bunlar arasında sayılmıştır.
Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ıflığında
somut olay irdelendiğinde;
Davacı, eşiyle 1990 yılında aflk evliliği yaptıklarını ve uzun süre hiçbir
sorun yaşamadan evlilik birliğini sürdürdüklerini, 15 yıl mutlulukla süren
evliliğinin eşinin internette sohbet yoluyla; davalı ile tanişıp, onunla ilişkiye
girmesinin ardından sarsıldığını, eşi ile ilişkiye giren davalının bunu evli
olduğunu bilerek gerçekleştirdiğini, çocuklarının olmamasını da fırsat
bilerek eşini ondan çocuk sahibi olduğuna inandırdığını, bu yolla evinden
koparıp kendisiyle yaşamasını sağladığını, ancak eşinin davalı ile birlikteliği
sırasında çok çalkantılı bir dönem yaflayıp sonuçta bu yükü kaldıramayarak
intihar ettiğini, kendisinin tüm bu olaylar nedeniyle derin sarsıntıya ve
ruhsal çöküntüye uğradığını, eşini gerçekten çok sevdiğini ve bu şekilde
3192 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010
önce ayrılık ardından ölüm acısı yaşamayı kaldıramadığını, tüm bunların
sebebinin ahlaka aykırı davranişı nedeniyle davalı olduğunu, davalının
eyleminin kişilik haklarına, manevi varlığına ve aile bütünlüğüne ağır
saldırı teşkil ettiğini ifadeyle eldeki davayı açarak manevi tazminat
istemiştir.
Davalının, davacının eşiyle evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye
girdiği, ondan çocuk sahibi olduğu yönünde açık kabulü bulunmakta;
savunma olarak, davacının da bildiği bu davranışlarının onun kişilik
haklarına saldırı teşkil etmediğini getirmektedir.
Hemen belirtmekte yarar var ki, gerek Anayasamızda, gerek Medeni
Kanunumuzda aile toplumun temeli olarak kabul edilmış ve aileyi koruyan
hükümlere yer verilmıştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil
toplum için de önemlidir ve hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve
adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir. Bu nedenledir ki, ailenin
korunmasına yönelik düzenlemeler sadece aileyi değil, tüm toplumu
ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının birbirlerine karşı yükümlülüklerinin
ihlali çoğu zaman toplum düzenini de etkilemekte, yasalar nezdinde
koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.
Böylesi öneme sahip aile kurumuna mensup erkekle, evli olduğunu
bilerek kurulan duygusal ve cinsel ilişkinin, hatta ondan çocuk sahibi
olmanın aile kurumuna ve onun mensubu olan kişilere vereceği zarar
kaçınılmazdır ve davalının bunu öngörmemış olması düşünülemez.
Bu nedenledir ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile
kurumu bu yolla da koruma altına alınmak istenmıştir. Bu tür eylemlerin,
daha sonraki yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması,
bu eylemin ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan
kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin Ceza Ka n u n u’na göre suç teşkil
etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemış olması, Borçlar Hukuku
hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine
engel teşkil etmemektedir.
Diğer taraftan, evlilik birliği kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına
girdikleri gibi, mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına
girerler. Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve
duygusal ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu
altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı kadın da, evli
olduğunu bilerek davacının eşiyle gayrı resmi ilişkiye girmek ve ondan
çocuk sahibi olmak suretiyle, gerek yasalarca gerek örf ve adet hukukunca
korunmayan haksız bir davraniş içine girmıştir. Bu davraniş da açıkça
haksız eylem niteliğindedir.
Eş söyleyişle, esasen dava dişı eşin, evlilik birliğinin gerektirdiği
sadakat yükümü bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna
Yargıtay Kararları 3193
rağmen onunla ilişkiye giren davalı kadının da dava dıflı kocanın sadakatsizlik
eylemine katıldığında ve her ikisinin de bu haksız eylemlerinden
birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.
O halde olayda, Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde düzenlenen
birden fazla şahsın; müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer bir
deyimle, tam teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan, davacının
eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur.
Müteselsilen sorumluluğun bulunduğu durumda da davacı, alacağını
sorumluların tamamından isteyebileceği gibi bunlardan biri veya birkaçı
ndan da isteyebilir. (Yargıtay Genel Kurulu’nun 12.11.2003 gün ve 2003/9-685
E. 690 K. sayılı Kararı) Bunlardan birisinin ölmüş olması diğerini
sorumluluktan kurtarmaz. Zarar gören dilerse davasını bu kişiye
yöneltebilir.
fiu durumda; sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi,
teselsül ilişkisinde bulunan savalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak
bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını
ortadan kaldırmaz.
Böylece, evli bir kimsenin evlilik dişı birlikteliği, diğer kişinin sosyal
kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin
eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek
katılan kişi de diğer kişinin uğradığı zarardan sorumludur.
Sonuç itibarıyla, davalının davacının eşiyle evli olduğunu bilerek
duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde
olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle
gerçekleşen “haksız fiil”den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını
haksız fiile ilişkin hükümlerden almaktadır.
Hal böyle olunca, mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen
eyleminden sorumluluğu kabul edilerek, bundan kaynaklanan zararın
kapsamı belirlenmeli ve varılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve maddi olguya ilişkin açıklamalar
ve aynı hususlara işaret eden Özel Daire kararı dikkate alınmadan, önceki
kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; açıklanan nedenlerle
bozulması gerekmıştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme
kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden
dolayı HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde
temyiz peşin harcının geri verilmesine 24.03.2010 gününde oyçokluğu ile
karar verildi.
3194 iSTANBUL BAROSU DERGiSi • Cilt: 84 • Sayı: 5 • Yıl: 2010

Forum