Hukuki Net Hukuki NET | Forum | Mevzuat Anasayfa | Kaynaklar | Yazarlar | Dizin | Arama | Uyarlama | Giriş | Üye Ol
İş Hukuku • İspat Külfeti Davanın Takip Edilmemesi • Açılmamış Sayılma • Kamu Düzeni
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 18-11-2008 | Kategori: İçtihat | Okunma : 6645 | Not:
Av.tayfun Eyilik

Hakkımdaki bilgilere http://www.tayfuneyilik.av.tr sitesinden ulaşabilirsiniz


Profil >

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

E: 2008/21-215 K: 2008/222 T: 05.03.2008

İş Hukuku • İspat Külfeti Davanın Takip Edilmemesi • Açılmamış Sayılma • Kamu Düzeni

(HUMK m. 409/3)

Özet: HUMK’un 409. Maddesinde açıklanan

hüküm emredici bir kural olup, kanunlarda

bu kurala açık bir istisna getirilmemiştir.

Bu nedenle iki defadan fazla takipsiz bı-

rakılan davanın açılmamış sayılmasına karar

verilmelidir.

Davanın kamu düzenine ilişkin hizmet

tespiti olması da bu sonucu değiştirmez.

Taraşar arasındaki "Hizmet tespiti" davasından dolayı yapılan yargı

lama sonunda; Ankara 14. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen

06.04.2006 gün ve 864-429 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri

tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 09.04.2007

gün ve 7046-6156 sayılı ilamı ile;

(…Dava, davacının askerlik süresi hariç 1992 yılı başından itibaren

25.09.2003 tarihine kadar aralıksız olarak davalıya ait işyerinde hizmet

akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma kayıt ve tescil edilmeyen çalışmaları

nın tesbiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, istemin kabulüne karar verilmiştir.

Oysa, 21.07.2005,10.11.2005 ve 09.02.2006 tarihli oturumlarda davacı

vekili oturumlara gelmediği ve oturuma gelen davalılar davayı takip

etmeyeceklerini bildirdikleri için dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden

kaldırılmasına karar verilmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun

409. maddesi son fıkrası uyarınca işlemden kaldırılmasına karar

verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilemeden sonra bir defadan

fazla takipsiz bırakıldığı taktirde davanın açılmamış sayılmasına

karar verilmelidir. Somut olayda davanın ilk yenilemeden sonra ikinci kez

takipsiz bırakıldığı 09.02.2006 tarihli oturumda açılmamış sayılmasına karar

verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykı-

rı olup bozma nedenidir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazı

lı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Yargıtay Kararları 2559

___________________________________________________

(*) Gönderen: Ali GÜNEREN, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi Başkanı

O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli

ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri

çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda

direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalılar vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde

temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereğ

i görüşüldü:

Dava, hizmet aktine dayalı olarak aralıksız çalışmanın tespiti istemine

ilişkindir.

Davacı, 1992 yılında davalı işyerinde çalışmaya başladığını,

10.06.1995-16.10.1996 tarihleri arasında askerlik yaptığını, askerlik dönüşü

aynı işyerinde yeniden işe başlayıp 25.09.2003 tarihine kadar çalı

ştığını, ancak çalışmasının eksik gösterildiğini beyanla, askerlik süresi

dışında aralıksız olarak davalı işyerinde çalıştığının tespitini talep ve dava

etmiştir.

Davalı davanın reddini cevaben bildirmiştir.

Mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak kurulan hüküm, Özel

Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Yapılan yargılama sırasında davacı vekili 21.07.2005, 10.11.2005 ve

09.02.2006 günlü duruşmalara geçerli bir mazeret sunmaksızın katılmayarak

dosyanın müracaata bırakılmasına neden olmuştur.

09.02.2006 tarihli oturumda üçüncü kez davanın takipsiz bırakılması

na karşın, mahkemece HUMK m. 409/son gereğince herhangi bir işlem

yapılmaksızın, yine dosyanın müracaata bırakılmasına karar verilmiş,

davacı vekili 15.02.2006 tarihli dilekçesi ile davanın yenilenmesini talep

etmiş, mahkemece davanın yenilenmesine karar verilmiş, yargılamaya

devam edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.

Öncelikle belirtelim ki, adil yargılama ve dinlenilme hakkının bir gereğ

i olarak hâkim, taraşara duruşmalarda hazır bulunmak, iddia ve savunmaları

nı bildirmek için imkan vermeli, taraşarı usulüne uygun bir biçimde

duruşmaya davet etmelidir. Fakat taraşarın kendilerine tanınan

bu imkana rağmen, duruşmaya gelmek zorunluluğu yoktur. Hukuk davaları

nda duruşmaya gelmemenin müeyyidesi, dava dosyasının işlemden

kaldırılması (HUMK m. 409) veya yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda

devam edilmesidir (HUMK m. 213, 377).

Öncelikle iki taraf da mazeretsiz duruşmaya gelmezse, dava dosyası

işlemden kaldırılır. Taraşardan yalnız biri duruşmaya gelir, diğer taraf

2560 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 82 • Sayı: 5 • Yıl 2008

gelmez ve gelen taraf davayı takip etmeyeceğini bildirirse, dava dosyası yine

işlemden kaldırılır (HUMK m. 409).

İkinci olarak, taraşardan yalnız biri duruşmaya gelir ve davayı takip

edeceğini bildirirse, davaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir.

Bu şekilde işlemden kaldırılan dosya üç ay daha derdest olmaya devam

eder. İlk bir ay içinde dava harç yatırılmaksızın, sonraki iki ay içinde

harç yatırılarak taraşarın birinin başvurusu ile yenilenebilir (HUMK m.

409). HUMK 409/3. maddesinde "…taraşarın birinin başvurusu üzerine yenilenebilir"

hükmünü içermektedir.

Kanunun açık ifadesi karşısında taraşardan her birinin yenileme talebinde

bulunabileceği konusunda bir duraksamanın bulunmaması gerekir.

Gerek kanunda, gerek öğretide ve uygulamada davanın yenilenmesi

için; taraşardan birinin dilekçe ile; bir ay içinde harç yatırmadan, sonraki

iki ay içinde harç yatırarak toplam üç ay içinde mahkemeye başvurup,

davetiye masrafını yatırması dışında herhangi başka bir koşul öngörülmemiştir.

Bununla birlikte, mahkemeden yapılan her talepte olduğu gibi, yenilenme

talebinde bulunulabilmesi için, hukuki yararın bulunması bir zorunluluktur

(YHGK'un 21.03.2007 gün 2007/8-161 Esas ve 2007/155 Karar sayılı ilamı).

İkiden fazla takipsiz bırakılan ya da üç ay içerisinde yenilenmeyen

dosyaya uygulanması gereken prosedür (müeyyide) yine HUMK’un

409/5-son maddesinde açıklanmıştır. Böyle bir durumda davanın açılmamı

ş sayılmasına karar verilmesi gerekir.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 409. maddesi emredici bir

hükümdür. Kanunlarda açıkça yazmadıkça (3402 sayılı Kadastro Kanunu

m. 29 ve 2004 sayılı İcra İşas Kanunu m. 18) aksine uygulama yapılması

yasal olarak olanaklı değildir.

İkinci olarak hizmet tespiti davalarının kamusal niteliğinin söz konusu

olması nedeniyle HUMK m. 409/son hükmünün uygulanıp uygulanmayacağı

hususunun tartışılması gerekir.

Hukukumuzda bir davanın konusu kamu düzeni ile ilgili olsa da, kanunda

açıkça hâkimin kendiliğinden işi inceleyip sonuçlandırması gerektiğ

i şeklinde bir kural öngörülmemiştir. Diğer bir deyişle bir davanın açılması

ve davaya devam edebilmesi için taraşarın katılımı gereklidir. Bu

durumda HUMK 409/son maddesinin "Hizmet Tespiti" davasında da uygulanması

zorunludur (YHGK'un 04.02.1998 gün ve 1998/9-840 Esas, 1998/3 Karar

sayılı ilamı).

Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise açılan hizmet tespiti

davalarından feragat edilemeyeceğine dair istikrar kazanmış Yargıtay uygulaması

(YHGK'un 21.12.2005 gün ve 2005/10-694 Esas, 2005/761 Karar sayılı ilamı;

Yargıtay Kararları 2561

11.02.2004 gün ve 2004/21-54 Esas, 2004/54 Karar sayılı ilamı) karşısında durumun

ne olması gerektiği konusudur.

Hemen belirtelim ki, davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan

feragat, davanın taraşarından birinin (davacının) netice-i talebinden vazgeçmesidir

(HUMK m. 91). Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya

zorlanamayacağı gibi (HUMK m. 79), davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna

kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak

hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir. Ancak bazı

istisna hallerinde feragat davayı sona erdirmez. Hâkim, feragate rağmen

davaya devam etmekle yükümlüdür.

Bu istisnalardan biri de sosyal sigortalılık suresinin tespiti için açı-

lan hizmet tespiti davalarıdır. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İst.

2001, C: IV sh. 3654)

Bilindiği gibi feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen

haktan da vazgeçme anlamına gelir. Davadan feragat neticesinde feragate

konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu

yapılamaz (Prof. Dr. İ. Ejder Postacıoğlu Medeni Usul Hukuku Dersleri İstanbul 1975 Altı

ncı Bası, sh. 479). 1982 Anayasası’nın 12. maddesine göre "Herkes kişiliğine

bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez, temel hak ve hürriyetlere

sahiptir". 60. maddede ise "Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir"

hükmüne yer verilmiştir. Bu iki hüküm birlikte değerlendirilecek olursa

sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulmaz ve feragat

edilemez bir hak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 506 sayılı Sosyal Sigortalar

Kanunu’nun 6. maddesinde de bu ilke aynen benimsenerek, çalı

şanların işe alınmalarıyla kendiliğinden sigortalı olduğu, bu suretle sigortalı

olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyece-

ği, sözleşmelere sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkası

na devretmek yolunda hükümler konulamayacağı belirtilmiştir. Bu

haliyle sigortalı olmak, kişi bakımından sadece bir hak olmayıp aynı zamanda

bir yükümlülüktür (M. Çemberci Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, 1985, sh.

90).

Bu nedenle, sigortalılık hakkından feragat edilemez. Kamu düzenini

ilgilendiren bu tür tespit davalarında hâkimin feragat nedeniyle davayı

reddetmeyip özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması

ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Zira, sigortalı hizmet tespiti

davasının açılması ile Sosyal Sigortalar Kurumu bir çalışma ilişkisinden

haberdar olacak gerektiğinde müfettiş incelemesi yaparak resen prim tahakkuk

ettirip, tahsil edecektir. Görüldüğü gibi hizmet tespiti davaları

kurumun hak alanını da doğrudan ilgilendirmektedir.

Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı hizmetlerin karşılığı

olan sosyal güvenlik haklarının korunmasıdır. Bu nedenle, bu davadan

feragat eden davacı sadece açtığı davadan değil, "sigortalı olduğunun tespitinden"

yani sosyal güvenlik hakkından" vazgeçmektedir (Barış Duman,

2562 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 82 • Sayı: 5 • Yıl 2008

Ankara 2002, 506 sayılı SSK Göre Hizmetlerin Tespiti, Yüksek Lisans Tezi, sh. 108).

(YHGK'un 11.02.2004 gün ve 2004/21-54 Esas, 2004/54 Karar sayılı ilamı).

Yapılan açıklamalarda da görüleceği üzere, davadan feragat nedeniyle

davanın reddi kararı ile, davanın takipsiz bırakılması durumunda verilen

davanın açılmamış sayılması kararı sonuçları itibariyle tamamen

birbirinden farklı kararlardır. Davadan feragat halinde kesin hükmün

hukuki sonuçlan doğuracağından hakkın özünden vazgeçilmekte, artık

Anayasal hak ve yükümlülük olan Sosyal Güvenlik hakkının mahkemeler

önünde ileri sürülme imkanı ortadan kalkmaktadır. Buna karşın 506

Sayılı Kanunun 79. maddesine göre hizmet tespiti davasının açılması için

öngörülen 5 yıllık sürenin geçirilmemesi koşuluyla, açılmamış sayılması-

na karar verilen bu tür davaların her zaman yeniden açılabilme imkanı

mevcuttur. Feragat nedeniyle davanın reddi kararının aksine, kesin hüküm

oluşturmaz. Dolayısı ile hizmet tespiti davasından feragat edilmeme

kuralı ile bu tür davaların takipsiz bırakılması durumunda açılmamış sayı

lması gerektiği kuralı birbiri ile çelişmemektedir. Aksi düşünülse idi,

Yerel Mahkemenin de işlemden kaldırma yönünde ara kararı vermemesi

gerekirdi.

Hal böyle olunca, davadan feragat ile davanın açılmamış sayılması

müesseselerinin birbirinden tamamen farklı müesseseler olması, davanın

açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde kanunlarda öngörülen süreler

içerisinde her zaman yeniden dava açılabilmesinin olanaklı bulunması,

HUMK m. 409'da açıklanan kuralın emredici bir kural olması ve

kanunlarda açıkça bir istisna getirilmemiş olması nedeniyle iki defadan

fazla takipsiz bırakılan davanın açıklamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken,

yargılamaya devam edilerek davanın esastan sonuçlandırılması

doğru görülmemiştir. Bu durumda, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen

Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda

direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalı

dır.

SONUÇ: Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme

kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı

HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz

peşin harcının davalılardan şirkete geri verilmesine 05.03.2008 gününde,

oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davacı, davalıya ait işyerinde askerlik süresi hariç, 1992 yılından,

25.09.2003 tarihine kadar aralıksız çalıştığını, ancak çalışmaların eksik gösterildiğ

ini ve 3600 gün dolmadığından yaşlılık aylığı bağlanamadığını, askerlik süresi

ile çakışan 180 günlük sürenin dışlanarak, arta kalan eksik sürelerin tespitine

Yargıtay Kararları 2563

karar verilmesini talep etmiş, mahkemece, davacının istemi doğrultusunda, hizmetlerinin

tespitine karar verilmiştir.

Davalılar vekillerince davanın temyiz edilmesi üzerine, Yüksek 21. Hukuk

Dairesi’nce yapılan temyiz incelemesi sonunda mahkemenin kararı, esastan de-

ğil; "21.07.2005, 10.11.2005 ve 9.02.2006 tarihli oturumlara davacı vekilinin gelmediğ

i, oturuma katılan davalıların da, davayı takip etmeyeceklerini bildirdiklerinden,

HUMK’un 409. maddesi gereğince; yenileninceye kadar dosyanın işlemden

kaldırılmasına ve sonradan yenilenmiş olsa da, ilk yenilemeden sonra ikinci

kez takipsiz bırakılan davanın, 09.02.2006 tarihli oturumda açılmamış sayılması

na karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması bozmayı

gerektirir" denilerek hükmün usul yönünden bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece, Yüksek Dairenin bozma gerekçesi yerinde bulunmayıp, davanın

konusu hizmet tespiti olduğundan, davacısı tarafından davadan feragat hakkına

sahip bulunulmadığından, anayasal bir hak niteliğindeki sosyal güvenlik hakkından

feragat edilemeyeceğinden, davanın kamusal niteliğine uygun düşmeyen

HUKM’un 409. maddesinin 5. fıkrası ile ilgili tutulan bozma gerekçelerine itibar

edilmeyerek ilk kararda ısrar edilmiştir.

Mahkemece verilen ısrar kararı isabetlidir. Şöyle ki; Öteden beri 21. Hukuk

Dairesinin kökleşmiş kararlarında, davacıların hizmet tespitine ilişkin açtıkları

davalarda hiçbir aşamasında davadan feragat ilkesi kabul görmemektedir. Bu tür

davalarda davacının davadan feragat taleplerini kabul ederek davanın reddine

karar veren mahkeme kararları, Yüksek Dairece bozma şeklinde sonuçlandırılmı

ştır. Gerekçe olarak; "Sosyal Güvenlik hakkı anayasal bir hak olup, sigortalı olmak

hak ve yükümlülüğünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez" denilmektedir.

Bu nedenle, davasından feragat eden davacının yargılama sırasında bu istemi

değerlendirilmeyerek klasik hukukun aksine davacının iradesine itibar edilmeyerek,

mahkemece resen, mevcut deliller ve taraşarca ileri sürülmese de gerekli

olan ve ihtiyaç duyulan tüm deliller toplanıp değerlendirilerek sonuca gidilmektedir.

Bu tip araştırma yapılmasının nedeni ise, bireyin sosyal güvenlik hakkına

sahip çıkmak, sağlamak ve kollamak, devletin kamusal bir görevidir. Bu unsur

Anayasanın 60. maddesinde yer almaktadır. Devlet bu ödevini gerçekleştirmek

için üç erkten birisi olan yargı organlarından yararlanır. Yargılamada kamu unsuru

ve yararı bulunduğundan, deliller mahkemece resen toplanmakta, yargılama

resen yürütülmektedir.

Bu anlatılanların ışığında somut olaya bakıldığında, davacının davadan feragat

etmesi söz konusu değildir. Eğer böyle olsa idi, mahkemece yapılacak iş, bu

feragati dikkate almayarak yargılamayı sürdürüp, eksik olan delilleri resen toplayarak

davayı sonuçlandırmaktan ibaret olacaktı. Nitekim mahkeme de bu yolu izlemiştir.

Davacının toplam üç kez duruşmalara katılmamış olması, mahkemenin

yargılamayı sürdürüp sonuçlandırmasına engel teşkil etmemiştir.

Oysa ki, Yüksek Dairece, yargılama sürecinde, davacı tarafın duruşmalara

iki kez katılmadığı göz önünde bulundurularak, HUMK’un 409/5 gereğince üçüncü

ve son oturumda dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği

halde mahkemece bu hususa uyulmadığından bahisle, yerel mahkemenin esasa

ilişkin kabul hükmü bozulmuştur.

2564 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 82 • Sayı: 5 • Yıl 2008

Yerel Mahkeme, "Sigortalılık hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemez" ilkesini

benimsemiş olduğundan, duruşmalara ikiden fazla katılmamış olan davacının

davasını ve isteklerini, mevcut ve resen topladığı delillerle birlikte değerlendirerek

sonuca gitmiştir.

Bunun anlamı, mahkemeye intikal eden hizmet tespiti ve kamusal nitelikli

davanın özelliği gereği duyarlı ve çok isabetli davranarak, Yargıtay'ın yerleşmiş

daire içtihadını özümsemiş biçimde, bilinçli olarak, yargılamayı ortada ve sürüncemede

bırakmayarak "resen araştırma" ilkesinin gereği ve olması gereken biçimde

sonuçlandırmıştır.

İçtihadın konusu olan " hizmet tespiti davasından feragat edilemez" ilkesinin,

HUMK 91 ve devamı maddelerde yer alan usûl hükümlerinin aksine uygulanması

nın nedeni, davanın niteliği gereği olup, bu maddeye ilişkin uygulamadaki haklı

lık payı ne ise, aynı gerekçelerle HUMK 409’da yer alan "davanın işlemden kaldı

rılmasına" dair usul hükmünün aksinin uygulanması nın haklılık payı aynı derecede

geçerlidir.

Yüksek Dairenin, "hizmet tespiti davasından feragat edilemez" ilkesinin altında

yatan anlayış ve gerekçesi, "yargılama sırasında dosya işlemden kaldırılamaz"

şeklinde de tezahür edip, aynı hukuk görüş ile benimsenmeliydi. Ancak Dairenin

bozma gerekçesinde bu görüş yer almamaktadır.

Hukuk Usulü Kanunundaki "Davadan Feragat" müessesesi, yaptırımları,

"dosyanın işlemden kaldırılarak neticede davanın açılmamış sayılmasına" dair

uygulama usulünden daha net, daha katı ve çok daha geniştir. "Çoğun içinde azı

vardır" kuralı burada da ele alınıp, davasını, yalnızca muntazarr takip edememiş

olan davacının bu ihmalinin, sonuçları, "davadan feragat etmekten" daha ağır ve

aleyhe olmamalıdır. Her iki müessese de, Sosyal Güvenlik Hukuku uygulamaları

nda, "Hakkın özünden vazgeçmeme" ilkesini korumaya yönelik uygulama olarak

yer almaktadır, amaçlar aynıdır.

Hizmet tespiti davalarının yapısı incelendiğinde; davalı taraşarından birisi

gerçek kişi, diğeri kamu kurumu (SSK) olması nedeniyle davanın konusu devleti,

dolayısıyla kamuyu ilgilendirmekte olup, dava sonucunda davacının hizmet tespit

istemi kabul edildiğinde, süresinde sigortalıyı kuruma bildirmeyen ve primlerini

ödemeyen işverenden pirimler cezalı olarak tahsil edileceğinden, SSK'nın aktuerya

dengelerini düzenleyen ve besleyen bir akçeli özellik de taşımaktadır. Bu

nedenle mahkemeye intikal eden işlerde, bu iddiaya muttali olunduğundan, kamunun

(mahkemelerin) olaya resen el koyma olgusu başladığından, davacının

davadan feragat veya davayı muntazam takip etmemesi halinde dahi bu tür alacakları

n (prim aslı ve gecikme cezalarının) tahsili ve sigortalının sosyal güvenlik

hakkını (prim ödeme gün sayısının belirlenmesi ve yaşlılık aylığına katkıda bulunulması)

korumak ve kollamak adına, yargılamayı kesintiye uğratmadan (açılmamı

ş sayılmasına karar vermek vb.) sonuçlandırmak mecburiyeti vardır. Bunun

sonucunda, kayıt dışı çalışma önlendiği gibi, kamusal bütçeye de katkıda bulunulmuş

olacaktır.

Mahkemece, bu gerçekler benimsenerek, davacının duruşmalara devamsızlı-

ğına rağmen dava yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Yüksek Daire ise, istikrarlı

görüşünden dönerek, kendi koyduğu ilkeyi göz ardı ederek, hükmü bozmuştur.

21. Hukuk Dairesinin 28.06.2004 tarihli 2004/6261 Esas ve 2004/6324 karar

sayılı ilamı da, işbu davanın konusu itibarıyla yerel mahkemenin görüşü ile bire-

Yargıtay Kararları 2565

bir örtüşen nitelik arzetmektedir. Bu içtihatta görüldüğü üzere, Yüksek Mahkeme,

geçmişte bu nedenle; "HUMK m. 409’a göre yerel mahkemece davanın takipsiz

bırakılmasını ve açılmamış sayılmasına karar verilmesini", şimdiki uygulaması

nın tam tersi bozma sebebi yapmıştır.

Diğer bir olumsuzluk da, 506 Sayılı Yasanın 79. maddesi gereğince, hizmet

tespiti davalarının açılma süresi; işten ayrılış tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü

süre ile sınırlıdır. Dairenin bozma kararında olduğu gibi, usulü işlemlerle

verilen kararlar bozulduğunda, hak düşürücü süre kesintiye uğramadığından,

yeniden bir dava açmak için yasanın tanıdığı 5 yıllık sürenin kaçırılması gibi bir

olumsuzluk da davacıları bekleyen ihtimaller dahilindedir. Ayrıca bu uygulama,

davalarda uygulanar usul ekonomisine de aykırı durum sergilemektedir.

Yukarıda anlatılan bu nedenlerle yerel mahkemenin kararını isabetli buldu-

ğumdan, Yüksek 21. Hukuk Dairesinin bozma kararını benimseyen Hukuk Genel

Kurulunun çoğunluk bozma kararına katılamamaktayım.

Asuman CELKAN

9. Hukuk Daire Üyesi

2566 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 82 • Sayı: 5 • Yıl 2008

Forum