Hukuki Net Hukuki NET | Forum | Mevzuat Anasayfa | Kaynaklar | Yazarlar | Dizin | Arama | Uyarlama | Giriş | Üye Ol
Kamu alaninda kalan yerin uzun Süre kamulastirilmamasi nedeniyle Dogan sorunlar ve çözüm önerileri Av. Aykut CURA1 Av. Nezih SÜTÇÜ2
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 5-07-2011 | Kategori: Makale | Okunma : 5424 | Not:
Av.tayfun Eyilik

Hakkımdaki bilgilere http://www.tayfuneyilik.av.tr sitesinden ulaşabilirsiniz


Profil >
Kamu alanında kalan yerin uzun Süre kamulaştırılmaması nedeniyle Doğan sorunlar ve çözüm önerileri Av. Aykut CURA1 Av. Nezih SÜTÇÜ2
Bu çalışmada, taşınmazı imar planına göre kamu alanında kalan parsel
maliklerin hukuki durumu inceleme konusu yapılmıştır. Bilindiği üzere, İmar
Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca, belediyeler veya valiliklerce imar
düzenlemesine tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında, bunların
yüzölçümlerinden; yüzde kırkı geçmeyecek şekilde yeteri kadar saha,
düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında taşınmaz
malikine bedel ödenmeksizin "düzenleme ortaklık payı" olarak
düşülebilmektedir.
Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ihtiyacı
olan;
1-Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları,
2-Yol,
3-Meydan,
4-Park,
5-Otopark,
6-Çocuk bahçesi,
7-Yeşil saha,
8-İbadet yeri ve
9-Karakol gibi umumi hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden
başka maksatlarla kullanılamaz. Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, söz
konusu umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları
toplamından az olduğu taktirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe
kamulaştırma yolu ile tamamlanır (İK m 18/3-4).
1 Bursa Barosu Avukatı
2 Bursa Barosu Avukatı
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
146
Uygulamada “düzenleme ortaklık payı (DOP)” yanında “kamu ortaklık payı
(KOP)” adı altında bir pay alınmaktadır. Böyle bir işlemin hukuki dayanağı
olarak da, İmar Kanununun 18. Maddesi Uyarınca Yapılacak Arazi ve Arsa
Düzenlenmesi İle İlgili Esaslar Hakkında Yönetmelik3 (Bundan sonra
“Uygulama Yönetmeliği” olarak anılacaktır) hükmüne dayanılmaktadır.
Uygulama Yönetmeliğinin 12. maddesinde ;
“Düzenleme sahasında bulunan okul, hastane, kreş, belediye hizmet veya
diğer resmi tesis alanı gibi umumi tesislere ayrılan alanların parselleri,
düzenlemeye giren parsellerin alanları oranında pay verilmek suretiyle
hisselendirilir” denilmektedir. Burada umumi tesis alanında kalan yerler
bakımından, umumi hizmetlere ayrılan yerlerden farklı olarak, bedelsiz
terkin söz konusu olmadığı, ancak malikin tasarruf yetkisini kısıtlayıcı bir
hisselendirmenin bulunduğu görülmektedir. Kanunda bulunmayan ve
öngörülmemiş bir şekilde, umumi tesis alanı ayrımı getirilerek, mülkiyet
hakkına müdahalede bulunan Yönetmelik hükmünün iptali gerekeceği
düşünülmektedir.
Yukarıdaki açıklamalarla birlikte değerlendirildiğinde, bir kimsenin
taşınmazının uzun süre kamulaştırılması yapılmaksızın tasarruf yetkisinin
kısıtlanması şu şekillerde gerçekleşebilir:
1-Kişinin taşınmazı, daha önceden imarlı haldeyken, plan değişikliği ile,
imar planında umumi hizmet alanına alınmıştır. Örneğin daha önceden
konut ya da ticaret alanında kalan taşınmaz yeni planda park alanına
dönüştürülmüştür. Fakat ilgili idare bu alanı kamulaştırmamaktadır.
2-İmar uygulaması sonucu, kişiye umumi tesis alanından hisse
verilmiştir. Ancak ilgili idare, bu tesis alanını kamulaştırarak bedelini
vermemektedir. Örneğin, imar uygulaması ile kişinin taşınmazından %40
oranında bedelsiz olarak düzenleme ortaklık payı alınmış, %10 oranındaki
taşınmaz hissesi de sağlık tesislerinden (kamu alanından) verilmiştir.
Taşınmazı toplamda %50 zaiyatla imarlı hale gelmiştir. Ancak bu kişinin
sağlık alanında kalan hissesi, yetkili idare tarafından
kamulaştırılmamaktadır.
3-Bölge fiilen yapılaşmıştır. Burada imar uygulaması yapılması mümkün
değildir. Boş olan alanlar İmar planı ile daha sonra kamulaştırılmak üzere
umumi hizmet alanlarına ayrılmıştır. Ne var ki idare bu alanı
kamulaştırmamaktadır.
Yukarıdaki örnekler çoğaltılabilir. Taşınmazına imar durumu alamayan
kişi, ilgili idarelerin kamulaştırma konusundaki umursamaz tavrına ne kadar
süre tahammül edecektir? Zararının giderilmesi için hangi yollara
başvurabilecektir? İnceleme konumuz bu hususlardaki sorunlar ve çözüm
önerilerini kapsamaktadır.4
3 RG: 2.11.1985 Tarih, 18916 Mükerrer Sayı.
4 Mülkiyet hakkının imar mevzuatı ile ihlal edilmesi konusunda bkz. BAŞPINAR, Veysel,
Mülkiyet Hakkını İhlal Eden Müdahaleler, Ankara, 2009, s. 353 vd.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
147
A-İDAREYİ TAŞINMAZA İMAR İZNİ VERMEYE ZORLAMA
Malik, taşınmazına imar izni vermeye idareyi zorlayabilir. Bu durumda,
ilgili idareye taşınmaza imar durumu verilmesi için başvurulacaktır. Örneğin,
taşınmaz Büyükşehir belediyesi sınırları içindeyse, uygulama imar planında,
şartları varsa (taşınmaz nazım imar planında da kamu alanında bulunuyorsa,
söz konusu kamu alanı plan raporunda öngörülüyorsa vs.) nazım imar
planının değiştirilerek, taşınmaza imar izni için hem büyükşehir hem de ilçe
belediyesine başvurulabilecektir. Başvurunun açık (İYUK m 7) veya zımni
reddi (İYUK m 10) üzerine de bu idarelere dava açılacaktır.
Sadece Anayasal mülkiyet hakkının ihlali gerekçe gösterilerek davanın
kabul edilemeyeceği5, keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak taşınmazın imar
durumunun irdelenmesi gerektiği kabul edilmektedir.
-“…Konya 2. İdare Mahkemesi 25.12.2003 günlü, E:2003/27,
K:2003/269 sayılı kararıyla;… davacılara ait olan taşınmazın % 60'ının 1978
yılında onanan imar planında park alanı ve çocuk bahçesine ayrılmasına
karşın, bu alanda 25 yıldır herhangi bir uygulama yapılmadığı,
kamulaştırma yoluna gidilmediği, parselin imar programına alınmadığı,
kamu yararı doğrultusunda yapıldığı iddia edilen bu uygulama ile imar
sınırlamasının, temel haklardan olan mülkiyet hakkını ortadan
kaldıracak düzeye vardırıldığı, kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki
dengenin kişi aleyhine bozularak Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ile kabul edilmiş temel bir hak olan mülkiyet hakkının özüne
dokunur bir nitelik kazandığı anlaşıldığından, davacıların plan tadilat
taleplerinin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka
uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar vermiştir. …Dosyanın
incelenmesinden, davacıların hissedarı oldukları Karaman, ... Mah. ... ada, ...
parsel sayılı taşınmazın % 60'ının 1978 yılından beri imar planında çocuk
bahçesi ve park alanı olarak ayrılmasına karşın 20 yılı aşkın süredir
kamulaştırılmadığı ve inşaat izni de verilmediğinden bahisle taşınmazın park
alanından çıkarılarak imar planı değişikliği yapılması istemiyle yaptıkları
başvurularının reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle bakılmakta
olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Danıştay Altıncı Dairesince verilen
bozma kararında da belirtildiği gibi, uyuşmazlığa konu taşınmazın çocuk
bahçesi ve park alanına ayrılması nedeniyle söz konusu olan kısıtlamanın
dayanağını oluşturan 3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin l. fıkrası Anayasa
Mahkemesinin 29.12.1999 günlü, E: 1999/33, K: 1999/51 sayılı kararıyla
iptal edilmesi nedeniyle yürürlükte olmamakla birlikte, henüz iptal edilen
hükümler yerine yeni bir düzenleme getirilmemiş olması nedeniyle, ilgililerin
imar planı değişikliği istemlerinin idarelerce çevredeki nüfus, yoğunluk
5 İmar planının kabul edildiği 21.12.1990 tarihinden beri iki imar programı dönemi geçtiği
halde kamulaştırma yapılmadığı gibi, okul yapılması için program dahi bulunmadığından,
Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkının kullandırılmaması sonucunu doğuran, davacıların
taşınmazının imar planında okul alanından konut alanına çevrilmesi yönündeki istemini
reddeden Belediye işleminin iptaline dair Bursa 1. İdare Mahkemesinin 11.7.2001, 1999/599, 761
sayılı Kararı temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
148
ve donatı dengesi yönünden irdelenmesi gerektiği ve planlamanın genel
ilkelerinin dikkate alınarak uyuşmazlık konusu taşınmaza ayrıldığı amaç
için ihtiyaç bulunmadığı sonucuna varıldığı takdirde plan değişikliği
yapılması mümkün olduğundan, idare mahkemesince plan değişikliği
isteminin reddine ilişkin işlemin şehircilik ilkelerine, planlama
esaslarına ve kamu yararına uygun olup olmadığı yolunda yapılacak
inceleme sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle bu
hususlar araştırılmaksızın dava konusu işlemin iptali yolunda verilen
İdare Mahkemesinin ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir.6
-“Davacıların, ... Mahallesi, ... Mevkiinde, murisleri ... adına kayıtlı ...
sayılı taşınmazlar için imar planının söz konusu taşınmazlara ilişkin kısmı
değiştirilerek, inşaat izni verilmesi istemiyle yapmış oldukları başvurunun,
cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açmış
oldukları dava, Bursa 1. İdare Mahkemesinin 13.7.1993 günlü, E: 1991/137,
K: 1993/545 sayılı kararıyla ve dava konusu taşınmazların 1978 onaylı imar
planında, yeşil alan olarak belirlendiği, 7.6.1990 günlü, 69 sayılı belediye
meclisi kararı ile kabul edilen imar planı değişikliği ile taşınmazların bir
kısmından çevre yolu geçirildiği, davalı idarece, davacılara ait
taşınmazların yeşil alan olarak düzenlenmesine yönelik plan kararından
vazgeçilmesi söz konusu olmadığı için 3194 sayılı Kanunun 13 üncü
maddesindeki koşullar oluşmadığından, tesis edilen işlemde mevzuata
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Davacıların temyiz
istemi üzerine bu karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 6.10.1994 günlü, E:
1994/324, K: 1994/3362 sayılı kararı ile bozulmuş ise de; mahkemece,
bozma kararına uyulmamış ve davacıların 20.11.1990 günlü başvuruları ile
istedikleri plan değişikliğinin, 13 üncü maddeyle tanınan hakkın kullanımını
sağlamaya yönelik olduğu, böyle bir isteğin değerlendirilebilmesinin de ancak
13 üncü maddede yer alan iki önkoşulun gerçekleşmesi halinde gündeme
gelebileceği, mahkemelerinin ilk kararının, önkoşullardan birinin, yani
yatırımcı kuruluş olan belediyenin vazgeçmesi halinin gerçekleşmediği7
olgusuna dayandığı, yatırımcı kuruluşun vazgeçmemesi halinde plan
değişikliğine gitme nedeni doğmayacağından, taşınmazın konuta çevrilip
çevrilemeyeceğini irdelemenin söz konusu olmayacağı, bu alandaki plan
değişikliği isteğinin, 13. maddedeki koşul ve sebeplerden bağımsız
6 DİDDK, 23.10.2008, 2005/2154, 1839, Danıştay Dergisi, Sayı: 121, s. 33 vd.
7 İmar Kanunun daha sonra Anayasa Mahkemesinin 29.12.1999 tarih ve 52 Karar sayılı
Kararı ile iptal edilen 13 maddesinin 3. fıkrası şöyledir: “Ancak, parsel sahibi imar planlarının
tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen
değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî
hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş
alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek
hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan
imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir”.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
149
olarak tek başına ele alınması olanağının bulunmadığı gerekçesiyle
davanın reddine ilişkin ilk kararda ısrar edilmiştir. Davacılar, uyuşmazlık
konusu parsellerin 1978 tarihli imar planı ile umumi hizmetlere ayrılan alan
kapsamında yeşil alan olarak belirlendiği, o tarihten itibaren dava açıldığı
tarihe kadar on iki yıl geçmiş olmasına rağmen, taşınmazların ayrıldığı
hizmete yönelik herhangi bir işlem yapılmadığı gibi, planda da kullanım
şeklinin değiştirilmesi yönünde bir değişiklik yapılmadığı, bu nedenle de
26.11.1990 günlü başvuruları ile bu hususları belirtmek suretiyle 3194 sayılı
İmar Kanununun 13/3 üncü maddesi gereğince, imar planı değişikliğine
gidilerek inşaat izni verilmesinin istendiği, başvurularının zımnen reddi
üzerine de bakılan davanın açıldığını belirtmekte ve mahkemenin kararının,
13 üncü maddenin getiriliş amacına aykırı olduğunu iddia etmektedirler.
Dava dosyasının incelenmesinden, Danıştay Altıncı Dairesinin 6.10.1994
günlü, E: 1994/329, K: 1994/3362 sayılı bozma kararında da belirtildiği
üzere, uyuşmazlık konusu parsellerin 1978 onaylı imar planında yeşil alan
olarak belirlendiği, 7.6.1990 günlü plan değişikliği ile taşınmazın bir
kısmından çevre yolu geçirildiği, geri kalan kısmının ise yeşil alan olarak
korunduğunun anlaşıldığı; davacıların idareye yönelik başvurularının,
İmar Kanununun 13. maddesindeki koşulların, kendileri yönünden
gerçekleşmiş bulunduğu olgusuna dayanan bir başvuru olduğu ve
içeriğinde uyuşmazlık konusu taşınmazların konuta açılması yolundaki
talebi de içerdiğinin tartışmasız bulunduğu, bu istemin incelenmesinin,
idarenin yeşil alan belirlemesinden bir başka anlatımla bu konudaki plan
kararından vazgeçmesi olgusuna bağlı tutulmasının, bu davada davacı
tarafın isteminin bir kısmının hiç incelenmemesi anlamına geldiği,
nitekim idare mahkemesince bu taşınmazın yeşil alandan konut alanına
çevrilmesine ilişkin istemin değerlendirilmemiş bulunduğunun
anlaşılması karşısında, davacıların temyiz istemleri haklı bulunmuş ve bu
husus incelenerek karar verilmesi gerekirken, aksi yönde verilen mahkeme
kararında hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacıların
temyiz istemlerinin kabulü ile Bursa 1. İdare Mahkemesince verilen
11.7.1995 günlü, E: 1995/161, K: 1995/619 sayılı ısrar kararının Danıştay
Altıncı Dairesinin bozma kararı doğrultusunda BOZULMASINA ve dosyanın
Bursa 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine, 27.3.1998 günü oybirliği ile
karar verildi.”8
-“Dosyanın incelenmesinden, dava konusu taşınmazın imar planında yeşil
alan olarak ayrıldığı, taşınmazın imar planı değişikliği yapılarak yeşil alandan
çıkartılması isteminin belediye meclisince zımnen reddi üzerine bakılmakta
olunan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. İlgililerin imar planı değişikliği
istemlerinin idarelerce çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesi
yönünden irdelenmesi gerektiği, planlamanın genel ilkelerinin dikkate
alınarak uyuşmazlık konusu taşınmaza ayrıldığı amaç için ihtiyaç
bulunmadığı sonucuna varıldığı takdirde plan değişikliği yapılmasının
8 DİDDK, 27.3.1998, 1996/96, 158.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
150
mümkün olduğu açıktır. Bu durumda, idare mahkemesince plan değişikliği
isteminin reddine ilişkin işlemin şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve
kamu yararına uygun olup olmadığı yolunda yapılacak inceleme sonucuna
göre karar verilmesi gerekmektedir.” 9
Bu yönde açılacak davanın kabul edilme şansı azdır. Çünkü, Plan
Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik10 m 10 ve m 16. hazırlanacak her
ölçekteki imar planlarının yapım ve değişikliklerinde planlanan beldenin ve
bölgenin şartları ile gelecekteki gereksinimleri göz önünde tutularak sosyal ve
teknik donatı alanlarında EK-1 deki tabloda belirtilen asgari standartlara
uyulacağı belirtilmiştir. Genelde imar planları bu tablodaki standartları
sağlayamamaktadır. Kaldı ki imar izni verilmekle, yoğunluk artacak ve bu
artış için ek sosyal ve teknik altyapı ihtiyacı doğacaktır (Yönetmelik m 28/1).
Ayrıca, Yönetmeliğin 27/2. maddesi gereğince, imar planındaki bir sosyal ve
teknik alt yapı alanının kaldırılabilmesi ancak bu tesisin hizmet götürdüğü
bölge içinde eşdeğer yeni bir alanın ayrılması suretiyle yapılabilir. Eşdeğer
alan yaratılmasındaki zorluk da dikkate alındığında, plan değişikliği yapma
talebinin kabulü şansının az olduğu anlaşılır.11
B-İDARENİN KAMULAŞTIRMAYA ZORLANMASI
Taşınmaz maliki ilgili idareyi kamulaştırmaya da zorlayabilmelidir.
Taşınmazına imar durumu verilmesi konusunda açılan davanın reddedilmesi
üzerine, taşınmazın imar planında öngörüldüğü amaca uygun
kamulaştırılması ilgili idareden istenebilir. Örneğin, park alanında kalan
taşınmazın, ilgili belediye tarafından kamulaştırılması için söz konusu
birimlere başvurulabilir. Başvurunun açık veya zımni reddi üzerine de red
kararının iptali istenebilir. Burada, başvuru yapılan idarenin kamulaştırma
konusunda yetkili olup olmadığına dikkat edilmelidir. Bu da taşınmazın
kaldığı kamu alanındaki niteliğine göre belirlenmelidir. İdarenin, kuruluş ve
görevleriyle bir bütün ve kanunla düzenleneceğine dair Anayasa 123. maddesi
dikkate alınarak, başvuru yapılmalıdır. Aksi halde kamulaştırma ile görevli
olmayan idarenin verdiği cevaba karşı açılan dava yetki yönünden
reddedilecektir.12 Örneğin, şehir içinde kalan yolun kamulaştırma yetkisi
9 Danıştay 6. Daire, 8.11.2006, 2004/5235, 5112; Aynı doğrultuda, Danıştay 6. Daire,
7.10.2002, 2001/3011, 4097; Danıştay 6. Daire, 9.1.2003, 2001/6807, 105.
10 2.11.1985 T ve 18916 1.Mükerrer sayılı RG.
11 Aynı görüşte, MUZMUL, Osman, İmar Planları İle Mülkiyet Hakkı İhlalleri,
http://www.haber90.com/author_article_detail.php?id=1804. Ayrıca Sayın Yazar, böyle bir dava
başvurucu lehine sonuçlansa bile, verilecek kararın, bu alanların inşaat yapımına uygun imar
planına kavuşması anlamına gelmeyeceğini; iptal kararı ile, dava konusu arsanın imar plansız
hale dönüşeceğini; inşaat yapma hakkı elde edilebilmesi için, buna uygun yeni bir imar planı
yapılması gerekeceğini; imar planını mahkemenin değil idarenin yapacağını, isabetle ifade
etmektedir.
12 “…kamulaştırmanın Milli Eğitim Bakanlığının yetkisinde olması nedeniyle belediyece
davacının kamulaştırma bedelinin ödenmesi yolundaki isteminin karşılanmasına yasal olanak
bulunmadığı, davacının imar planı değişikliği yapılması ve planda okul alanına ayrılan alanın
konut alanına dönüştürülmesi yolundaki isteminin ise, nazım imar planı değişikliği yapılmadan
uygulama imar planı yapılmasına olanak bulunmaması ve nazım imar planı değişikliği yapma
yetkisinin ise büyükşehir belediyesine ait olup, davalı ilçe belediyesinin bu konuda yasal
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
151
belediyesine13 aitken, şehirler arası yol bakımından Karayolları Genel
Müdürlüğü14 yetkilidir.15 Yine yolun, anayol (ana arter) niteliğinde olması
durumunda, büyükşehir belediyesinin kamulaştırmada yetkili olduğu16
dikkate alınmalıdır.17 Bu konuda, ilgili tüm idarelere başvurularak alınacak
cevapların değerlendirilmesi ile dava açılması uygun olacaktır.18 Çünkü bazen
kanunla tanınmış yetki devrine istinaden19 başka idarenin kamulaştırma
yapması da mümkün olabilmektedir.
yetkisinin bulunmaması nedeniyle; uyuşmazlığın davacının Milli Eğitim Bakanlığı'na yaptığı
başvurunun reddine ilişkin kısmı incelendiğinde, Milli Eğitim Bakanlığı'nın imar planında okul
yeri olarak ayrılmış alanla ilgili olarak, plan değişikliği yapma yetkisinin bulunmaması
nedeniyle…”, Dan. 6. D. 21.12.2005, 2255/6540 sayılı Kararının gerekçesinden alınmıştır.
13 5393 sayılı Belediye Kanunu m 14/a, 15/h, 34/b, 69; 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi
Kanunu m 7/g, 28.
14 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun m 2/H.
15 ÇABRİ, Sezer, İmar Kanunu Uyarınca Kamulaştırma, İstanbul, 2005, s. 48.
16 ŞAHİNİZ, C. Salih, Kamulaştırmasız El Koyma, 2006, Ankara s. 136-137 deki içtihatlar.
5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu m 7/g uyarınca, büyükşehir belediyesinin yetki
alanındaki meydan, bulvar, cadde ve ana yolları yapmak görevi büyükşehir belediyesine aittir.
Yargıtay’a göre ana arterin 20 m den geniş olması gerekmektedir.
-“Dava konusu taşınmaza el atılarak yol haline getirilmiştir. Bir yolun ana arter niteliğinde
kabul edilebilmesi için yolun 20 metreden daha fazla genişlikte olması gerekir. Dava konusu
yolun 12 metre genişliğinde bulunması sebebiyle ana arter niteliğinde olmadığı anlaşıldığından
davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı hakkında açılan davanın husumet yönünden
reddine karar verilmesi gerekirken”, Y. 5. HD. 25.10.2004, 7866/10386.
17 Yargıtay uygulamasında, yetkisiz idare tarafından taşınmaza el atılması durumunda,
adli yargıda, el atmanın önlenmesi davası açılabileceği gibi (TMK m 683/2), uğranılan zararın
tazmini (BK m 41) de istenebilir. Fakat, taşınmazın mülkiyetinin idareye geçmesi karşılığında,
bedelinin ödenmesi istenemez, Y. 5. HD. 16.12.1986, 16858/17085; Y. 3. HD. 9.5.1977,
2265/3089; Y. 3. HD. 26.2.1991, 1990/15812, 1863, ŞAHİNİZ, s. 69-70.
Taşınmaza el koyarak üzerine tesis yapan idare ile bu tesisden faydalanan idarenin
farklı olması durumunda, kamulaştırmasız el atma nedeniyle bedel davasının, fiili olarak el
koyan idareye değil de, taşınmazı hukuken mülkiyetine geçiren idareye karşı açılması gerekir,
YHGK 4.2.1976, 1975/2-1031, 185; YHGK, 10.12.1976, 1975/5-807, 2995, ŞAHİNİZ, s. 138.
Yargıtay yeni tarihli bir kararında ise, fiilen elkoyan idare ile hukuken el koyması
gereken idarenin bedelden müteselsilen sorumlu tutulmaları gerektiğini ifade etmiştir. Dava,
kamulaştırmasız el atmaya dayanan bedel istemine ilişkindir. Dava konusu taşınmaz, B.Şehir
Belediyesinin sorumluluğunda bulunan ana arter niteliğindeki yola, diğer davalı Atakum
Belediyesi tarafından kamulaştırmasız el atılarak dahil edilmiştir. Bu itibarla her iki
Belediyenin müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmasında bir isabetsizlik görülmemiş,
her iki sözü edilen Belediyenin husumet itirazları yerinde görülmemiştir”, Y. 5. HD. 28.3.2002,
4718/7250.
18 -“Kamulaştırma tebligatında bedel arttırma davasında davanın Milli Eğitim Müdürlüğü
aleyhine açılması gerektiği belirtilmiştir. Bu itibarla husumetteki yanılgıya kamulaştırmayı
yapan idarenin sebebiyet verdiği kabul edilmek suretiyle dava dilekçesinin Muş Özel İdaresine
tebliğ edilmesi, bu şekilde taraf teşkilinin sağlanmasından sonra hükmün Muş Özel İdaresi
aleyhine kurulması gerektiğinin düşünülmemesi doğru değildir”, Y. 5. HD. 7.7.5.2002,
3583/10458, YILDIRIM, Bekir/BAŞSORGUN, Naci, Kamulaştırma Davaları, Ankara, 2007, s. 169.
19 Örneğin, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu m 7/2 de “Büyükşehir belediyeleri
birinci fıkranın (c) bendinde belirtilen yetkilerini, imar planlarına uygun olarak kullanmak ve
ilgili belediyeye bildirmek zorundadır. Büyükşehir belediyeleri bu görevlerden uygun gördüklerini
belediye meclisi kararı ile ilçe ve ilk kademe belediyelerine devredebilir, birlikte yapabilirler”
şeklinde hüküm vardır.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
152
Fakat, yerleşik Danıştay uygulamasına göre, İdareleri kamulaştırmaya
zorlayacak yargı kararı verilmesine imkan yoktur.
-“Dosyanın incelenmesinden, davacılara ait taşınmazın 1973 yılında
imar planında okul alanı olarak belirlendiği, davacıların 3194 sayılı İmar
Kanunu'nun 13. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının Anayasa Mahkemesince
iptali nedeniyle bu iptal kararı doğrultusunda kamulaştırılması,
kamulaştırılmaması halinde inşaat yapılmasına olanak sağlanması
amacıyla tapu kaydındaki okul alanı şerhinin kaldırılması için izin
verilmesi istemiyle Valiliğe yaptıkları başvurunun cevap verilmemek
suretiyle reddedildiği, davalı idarece savunmada bütçe imkanları
dahilinde ödenek temin edildiğinde kamulaştırma yoluna gidileceğinin
belirtildiği anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığa konu taşınmazın okul alanına
ayrılması nedeniyle söz konusu olan kısıtlamanın dayanağını oluşturan 3194
sayılı Yasanın 13. maddesinin 1. fıkrası Anayasa Mahkemesinin 29.12.1999
günlü, E: 1999/33 K: 1999/51 sayılı kararıyla iptal edilmekle yürürlükte
olmamakla birlikte, henüz iptal edilen hükümler yerine yeni bir düzenleme
getirilmemiş olması nedeniyle taşınmaz maliklerinin genel hükümler
uyarınca öncelikle imar planında değişiklik yapılması yönünde bu
konuda işlem tesisine yetkili olan belediye başkanlığına başvuruda
bulunmaları gerekmektedir. Bu durumda, mevcut planın değiştirilmesi
için belediye yerine yetkili olmayan Valiliğe yapılan başvurunun cevap
verilmemek suretiyle reddi yolundaki işlemde mevzuata aykırılık
bulunmadığından, aksi yönde verilen mahkeme kararında isabet
görülmemiştir. Diğer taraftan, davacılar tarafından Valiliğe yapılan başvuru
ile taşınmazın kamulaştırılması isteminde bulunulmuşsa da, Valilik
tarafından verilen savunmada ödenek temin edildiği zaman kamulaştırma
yoluna gidileceği belirtilmiş olduğundan, 2577 sayılı Yasanın 2. Maddesinin
2. fıkrası uyarınca yargı kararı ile idarelerin işlem tesisine
zorlanamayacağı nedeniyle İdare Mahkemesince Anayasa Mahkemesi
kararından bahisle kamulaştırma yoluna gidilmemesiyle mülkiyet
hakkının yasaya aykırı olarak sınırlandığından bahisle işlemin iptal
edilmesinin idareyi işlem tesisine zorlayıcı nitelikte olduğu sonucuna
varıldığından, kararda bu yönüyle de isabet bulunmamaktadır.20
-“ 3194 sayılı Yasanın 10.madde hükmü uyarınca kamu hizmetlerine
tahsis edilen yerlerin 5 yıllık program süresince kamulaştırılması, bu amaçla
gerekli ödeneğin kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulması
-“ Karayolları Genel Müdürlüğü ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında
düzenlenen 08.11.2004 tarihli devredilecek yollar ve kavşaklar hakkındaki devir protokolü eki
harita ile UKOME Başkanlığından dava konusu taşınmazların bulunduğu yere ait ana arter
listesi getirtilerek; dava konusu taşınmazların protokolde belirtilen yol ve kavşakların
kapsamında kalıp kalmadığı ve ana arter niteliğinde olup olmadığı hususunda fen bilirkişi
marifetiyle mahallinde yeniden keşif yapılıp, krokili rapor tanzim ettirilerek sonucuna göre karar
verilmesi gerekirken eksik, incelemeyle hüküm kurulması doğru görülmemiştir”, Y 5. HD.
11.3.2008, 1442/2850.
20 Danıştay 6. Daire, 5.6.2003, 2002/3200, 3476.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
153
gerekmekte ise de, idareler ancak maddi olanakları dahilinde kamulaştırma
yapma durumunda olduklarından, davalı belediye tarafından kamulaştırma
amacı ile 5 yıllık imar programına dahil edilen yolun maddi imkansızlık
nedeniyle kamulaştırılamaması üzerine ikinci 5 yıllık programa da alınması
ve bu program süresinin henüz tamamlanmamış olması, diğer taraftan
Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca bütçeye kamulaştırma için gerekli ödeneğin
de konulmamış olması karşısında, bu aşamada aksi yolda verilecek bir yargı
kararı idareyi işlem tesisine zorlayıcı nitelikte olacağından mahkemece verilen
kararda isabet bulunmamaktadır.”21
Oysa, Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.1999 tarih ve 33/51 sayılı Kararında
aynen ;
-“3194 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında
imar plânlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere
ayrılan yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin
devam edeceği öngörülmüştür. Yasa’nın 10. maddesinde de belediyelerin,
imar plânlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı
uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlayacakları belirtilmiş,
ancak Yasa’da bu plânların tümünün hangi süre içinde programa alınarak
uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir. 13. maddenin birinci
fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin
mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu
belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir
sınırlamaya neden olduğu açıktır. İmar plânlarının uygulamaya
geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının
demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise
de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu
yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hale
getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik
taşımaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de 23.9.1981 günlü
Sporrong ve Lonnroth kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun
bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat
arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır. Açıklanan nedenlerle, itiraz
konusu kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir…
İtiraz konusu kuralla, mülkiyet hakkına getirilen sınırlama, malikin
taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için kullanılamaz
hale getirerek bir hukuk devletinde kişinin hak ve özgürlükleri ile kamu
yararı arasında bulunması gereken dengenin bozulmasına yol açarak
hukuk güvenliğini yok etmektedir.Bu nedenlerle kural, Anayasa’nın 2.
maddesindeki hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. İptali gerekir.”
21 Danıştay 6. Daire 19.10.1994, 2060/3643. Danıştay’ın eski uygulaması da bu yöndedir,
Danıştay 6. Dairesi 11.11.1967, 1964/834, 3191, ÖRÜCÜ, Esin, Taşınmaz Mülkiyetine Bir Kamu
Yaklaşımı Mülkiyet Hakkının Sınırlanması, İstanbul, 1976, s. 116-117.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
154
denilmektedir.22 Fakat Anayasa Mahkemesi’nin bu Kararından sonra dahi
Danıştay’ın görüşü değişmemiştir.
-“Dava, 1/1000 ölçekli imar planında park alanında kalan ..., ..:, ... pafta,
... ada ... parsel sayılı taşınmazın kamulaştırılması isteminin reddine ilişkin
1.11.2001 günlü, 12557 sayılı işlemin iptali ile taşınmaz üzerinde bulunan
sınırlamanın kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle açılmış; idare
mahkemesince, davanın konusunun taşınmazın imar planında park alanında
kalması nedeniyle kamulaştırılması isteminin reddine ilişkin işlemin iptali ve
taşınmaz üzerinde bulunan sınırlamanın kaldırılması istemiyle dava açılmış
olmasına karşın; davanın konusunun taşınmazın kamulaştırılması veya
kamulaştırılmadığı takdirde üzerindeki sınırlamanın kaldırılması
isteminin reddine ilişkin işlem ve bu işlemin dayanağı olan taşınmazın
yeşil alana tahsisine ilişkin kararın iptali istemi olduğu kabul edilerek,
3194 sayılı İmar Kanununun 13. maddesinin 1 ve 3. fıkralarının Anayasa
Mahkemesince iptal edildiği, davacılara ait taşınmazın tasarrufunu
kısıtlayıcı herhangi bir hüküm bulunmadığı, aradan geçen süre içinde de
kamulaştırma işlemlerine de başlanılmadığı dikkate alındığında dava
konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar
verilmiş; karar davalı idare vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyada yer
alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden, dava konusu taşınmazın planda
park olarak ayrıldığı; ancak bugüne kadar parsel üzerinde herhangi bir
uygulama yapılmadığı ve taşınmaza ilişkin kamulaştırma işleminin de tesis
edilmediği; davacının taşınmazının kamulaştırılması istemiyle idareye
başvurduğu, isteminin reddi üzerine bu işlemin iptaliyle birlikte taşınmaz
üzerinde bulunan sınırlamanın kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle
bakılmakta olan davayı açtığı; idare mahkemesinin ise davanın konusu
olarak taşınmazın kamulaştırılması veya kamulaştırılmadığı takdirde
üzerindeki sınırlamanın kaldırılması isteminin reddine ilişkin işlem ve bu
işlemin dayanağı olan taşınmazın yeşil alana tahsisine ilişkin kararın iptali
istemi olduğu kabul edilerek iptal kararı verildiği anlaşılmaktadır. İdarelerin
kamu hizmetlerini yerine getirebilmeleri için hizmetin ihtiyacı olan özel
kişilere ait taşınmazları 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine
göre kamulaştırabilecekleri; ancak bu kamulaştırma işlemlerini de
program ve ödeneklerinin yeterliliği çerçevesinde yapabilecekleri açık
olduğundan, idareleri kamulaştırmaya zorlayıcı nitelikte yargı kararı
verilmesi mümkün değildir. Diğer taraftan, davacı taşınmazı üzerinde
bulunan kısıtlılığın kaldırılmasını idare mahkemesinden istemiş
olduğundan, mahkemenin idarenin yerine geçerek idari işlem niteliğinde
22 Bundan başka, Anayasa Mahkemesi, Kamulaştırma Kanunu 38. maddesindeki;
“Kamulaştırma yapılmış, ancak işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırma hiç
yapılmamış iken kamu hizmetine ayrılarak veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis
edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmaz malın malik, zilyed veya mirasçılarının bu
taşınmaz mal ile ilgili her türlü dava hakkı yirmi yıl geçmekle düşer. Bu süre taşınmaz
mala elkoyma tarihinden başlar” şeklindeki hükmü, mülkiyet hakkının sınırlanmasını aştığı,
hakkın özünü zedelediği, mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramayacağı ve kazanılmış
haklara saygı ilkelerine aykırı olduğu gerekçeleriyle iptal etmiştir, AYM, 10.4.2003, 2002/112, 33.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
155
karar verebilmesi de olanaksızdır. Bu durumda, idare mahkemesince
yukarıda belirtilen hususlar göz önünde bulundurulmaksızın karar
verilmesinde isabet bulunmamaktadır.”23
Devleti koruma düşüncesine dayanan bu uygulamanın, anayasal ve
evrensel mülkiyet hakkının, hak arama özgürlüğünün ihlaline neden olduğu
açıktır.24 Fakat Danıştay’ın bu görüşünü terk etmesine veya bu konuda yeni
bir düzenleme yapılmasına kadar, idareleri kamulaştırmaya zorlamak
mümkün görülmemektedir.
Ancak, yukarıdaki (A) bendinde açıklandığı üzere, imar planında
değişiklik yapılarak, taşınmaza imar verilmesi konusundaki talebin reddi
üzerine açılacak davanın esastan incelenmesi mümkündür.
Taşınmazı kamulaştırmakla yükümlü idareye kamulaştırma konusunda,
imar durumu vermekle yetkili idareye de, imar durumu verilmesi için
başvuru yapılabilir. Örneğin, taşınmaz okul alanında kalmakta ise,
kamulaştırma için bu Bakanlık25 veya Valiliğe26, imar durumu için de
belediyesine başvurulabilir. Başvuruların açık veya zımni reddi üzerine de bu
idarelere birlikte dava açılabilir.
-“Dava, Bursa, Kestel ilçesi, Kale Mahallesi, 150 ada, 1 sayılı parselin 343
m2'lik kısmı ile, 135 ada, 5 sayılı parselin, 3583 m2'lik kısmının
kamulaştırılması ya da plan tadilatı yapılarak konut alanına
dönüştürülmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlem ile
29.06.2005 günlü, 30093 sayılı ödenek yetersizliği nedeni ile taşınmazın
kamulaştırması işlemlerine başlanılmadığı yolundaki Valilik işleminin
iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, yerinde yaptırılan keşif ve
bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporun ve dosyanın birlikte
değerlendirilmesinden, planda davacının istemi gibi değişiklik yapılması
halinde öğrenciler için asgari yürüme mesafelerinin aşılacağı, mevcut okul
alanlarının belirlenen standartlar ve asgari büyüklük koşullarını dahi
sağlamazken plan değişikliği ile taşınmazın okul alanından çıkarılması
isteminin reddine ilişkin işlemde şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve
kamu yararına aykırılık bulunmadığının anlaşıldığı, idareleri mahkeme
23 Danıştay 6. Dairesi, 10.12.2002, 4906/5794, Danıştay Kararları Dergisi, 2003/1, s. 245 vd.;
Aynı doğrultuda, Danıştay 6. Dairesi, 5.6.2003, 2002/3200, 3476, ÇABRİ, Sezer, İmar Kanunu
Uyarınca Kamulaştırma, s. 107-110.
24 Bu konudaki haklı eleştiriler için bkz. ÇABRİ, s. 109-110
25 Örneğin teknik lise veya Anadolu lisesi yapılması durumunda, Milli Eğitim Bakanlığı
yetkili olacaktır, Y. 5. HD. 21.3.2002, 3610/6609, YILDIRIM/BAŞSORGUN, s. 1292-1293; Y. 5. HD.
6.5.2004, 3552/3551, YILDIRIM/BAŞSORGUN, s. 1323.
26 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununa göre (m 6/a, 26/b), ilk ve orta öğretim kurumlarına
arsa temini il özel idaresinin görevi olup, vali, il özel idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin
temsilcisidir (m 29).
-“İlk öğretim okullarına arsa temini görevi il ve ilçe merkezlerinde özel idareye ait
olduğundan, davanın bu idare aleyhine açılması gerekirken, husmuet ehliyeti bulunmayan Milli
Eğitim Bakanlığı aleyhine hüküm kurulması doğru değildir, Y. 5. HD. 27.5.1999, 7611, 9430,
ŞAHİNİZ, s. 134-135 deki benzer içihatlar.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
156
kararıyla kamulaştırma yapmaya zorlamanın mümkün olmaması nedeniyle
bu istemin reddine ilişkin işlemde de hukuka aykırılık görülmediği
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacılar tarafından
temyiz edilmiştir.
SONUÇ : Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddi yolundaki temyize
konu Bursa 1. İdare Mahkemesi'nin 14.02.2007 günlü, E:2005/1302,
K:2007/157 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi
bulunmadığından, bozma istemi yerinde görülmeyerek anılan mahkeme
kararının ONANMASINA, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine,
13.05.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.”27
Eğer, kamulaştırma ve imar durumu verme konusunda aynı idare yetkili
ise, her iki talep bu idareye yapılabilir.28 Örneğin, taşınmazın park alanında
kalması üzerine, her iki başvuru da belediyesine (büyükşehir belediyeleri
kapsamındaki yerlerde, ilçe belediyesi ile büyükşehir belediyesine birlikte)
yapılacak, alınan red cevaplarına karşı birilikte dava açılabilecektir. Bu gibi
durumlarda öncelikle imar planı incelenecek, plan değişikliği talebinin
hukuka uygun olmaması halinde, kamulaştırma talebinin reddine dair
işlemin hukuka uygunluğu denetlenecektir. Fakat, Danıştay’ın, idareleri
kamulaştırmaya zorlayıcı karar verilemeyeceğine dair görüşü dikkate alınarak
dava hazırlığı yapılmalıdır.
C-KAMULAŞTIRMASIZ ELATMA NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİNDE
A BULUNULMASI
Taşınmazın kamulaştırılmaması, imar planındaki değişiklik talebinin
reddedilmesi, bu red kararına karşı idare mahkemesine açılan iptal davasının
da esastan reddi üzerine, ikinci aşamada kamulaştırmasız el atma davası
açılması söz konusu olabilir.
Yargıtay’ın aksi doğrultuda bir çok kararı olmasına rağmen, taşınmazda
hukuki yönden tasarrufun engellenmesi nedeniyle, ilgili idare aleyhine
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açı_______labilmelidir.29 Bu
doğrultudaki YHGK ve karşı oy yazısı şöyledir;
-“ Taraflar arasındaki "kamulaştırmasız el atma iddiasına dayalı tazminat
" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 24. Asliye Hukuk
Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 9.6.2003 gün ve 961-362 sayılı
kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay
5.Hukuk Dairesi'nin 15.12.2003 gün ve 10879-14352 sayılı ilamıyla; (
...Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine
ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare
vekilince temyiz edilmiştir. Davalı idare, davacıların da paydaş olduğu
taşınmaza fiilen el atmadığı gibi, üzerinde tesis de yapmadığından,
27 Danıştay 6. Daire, 13.5.2009, 2007/5459, 5534.
28 Bu konudaki dava dilekçesi örneği için bkz. ERGEN, Cafer, İmar Davaları Rehberi,
Ankara, 2009, s. 810-811.
29 ÇABRİ, s. 111.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
157
kamulaştırmasız el attığından bahisle bedelin tahsiline karar verilmesi, Doğru
görülmemiştir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,
yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
KARAR: Dava, kamulaştırmasız elatma iddiasına dayalı bedel istemine
ilişkindir. Mahkemenin; "Kamulaştırmasız elatma koşullarının kayden ve
hukuken gerçekleştiği" gerekçesiyle, "davanın kabulüne" dair verdiği karar,
Özel Daire'ce yukarıda yazılı nedenle bozulmuş, mahkemece önceki kararda
direnilmiştir. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak
ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle
3194 sayılı İmar Kanunun 18. maddesine göre uygulamaya tabi tutularak
davacılara pay tahsis edilen dava konusu imar parseli, imar planında lise
alanı olarak ayrıldığından; davacıların taşınmazdan bağımsız yararlanma
ve başka türlü kullanma olanağı kalmadığına göre; mahkemenin,
kamulaştırmasız elatma koşullarının gerçekleştiği yönündeki direnme
kararı yerindedir. Ne var ki bozma nedenine göre işin esası Özel Daire'ce
incelenmediğinden, davalı idare vekilinin diğer temyiz itirazlarının
incelenmesi için dosya Özel Daire'ye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi
yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının
incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
02.02.2005 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.30
MUHALEFET ŞERHİ : "Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Davaları isimli kitabın (
yazarı Zeki Akar ), Kamulaştırmasız el atma bölümünün 939 ve 941. sahifelerinde;
Kamulaştırmasız el atma; A- Genel olarak başlığı altında; Kamulaştırmasız el atmadan söz
edilebilmesi için; Kamulaştırma yetkisine haiz olan idarelerin, kamulaştırma yapmaksızın, başka
şahısların taşınmaz mallarına el koymaları ve kamu yararına tahsis etmeleri veya üzerine tesis
yapmaları gereğine değinilmiştir. Somut olayda; Taşınmaz Hazine adına kayıtlıdır. Birleştirilen
parsel ise; şahsa aittir. Birleştiren Belediyedir. Hazine, birleştirme işlemini yapmamıştır.
Birleştirmeyi 3. şahıs durumunda olan Belediye yapmıştır. ( Bu davanın Belediye aleyhine
açılması gerektiği dahi düşünülebilir.) Buradaki el atmadan maksat fiili el koymadır. Aynı kitabın
941. sahifesinde; Y.5 HD. 28.5.1998 T. 1998/5605 E., 8089 S.K.da; "İdarelerin taşınmaza
fiilen el atmaları, el atmanın devamlı olması ve sahiplerinin tasarruflarını engellemeleri
gerekir." demek suretiyle, fiili el atmanın açıklamasını yapmış, bunun devamlılık arzetmesi
gerektiğini vurgulamıştır. Yine Y.5 HD. 1.6.1992 T. 1992/9732 E, 14567 sayılı kararında;
"Taşınmaza fiilen el konulmadığından, bedelinin talep edilemeyeceği" açıklamıştır. Bu
kararı teyit eden aynı mahiyette binlerce karar vardır. Örnek olarak ( Y.5 HD.'nin
28.5.1998 T. 1998/5605 E, 8089 K. "29.4.1999 T. 1999/3246 E, 6995 K. "28.10.1999 T.
1999/14888 E, 16721 ) kararları gösterilebilir. YHGK.nun 12.5.1999 T. 1999/5-281 E, 284
SK.da; "Kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için İdarenin taşınmaza fiilen el
atması, mal sahibinin tasarrufunun engellemesi gerektiğinden, arazi olarak kullanılması (
olayımızda arsa ) engellenmediğinden, taşınmazın tapu kaydına güvenlik bölgesi içinde
kaldığının şerh edilmesi, fiili el atma niteliğinde değildir. " Denilmiştir. Bu kararı
YHGK.nun 12.5.1999 T. 1999/5-280 E, 283 SK.da teyit etmiştir. Somut olayda fiili el atma
var mı? Yok mu? Bunu irdeleyelim; Davacıların dava dilekçelerinde, "...Söz konusu parsel imar
planında lise yeri olarak ayrılmıştır. Tarafımızdan yapılan inceleme de parsel üzerinde halen
Fatih Sultan Mehmet Lisesi ve bahçesinin olduğu görülmüştür. Böylece davalı İdare parseli
30 YHGK 2.2.2005, 2004/5-555, 17, İstanbul Barosu Dergisi, 2008/1, s. 272 vd.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
158
kamunun kullanımına sunularak kamulaştırmasız el atma eylemini gerçekleştirmiştir,
demektedirler. Halbuki; Hazine'nin taşınmazında daha önceden yapılmış ve birleştirilen davacılar
parselinden duvar ile ayrılmış, kendi parseli üzerinde okul ve bahçesi vardır. O yüzdendir ki,
davacılar vekili davalı İdarenin fiilen taşınmazlarına el attığını yazmıyor, yazamıyor. Yeni bir el
atma türünü ya tutarsa diye ortaya atıyor. Zaten Hazine'ye ait 4201 ada 15 numaralı parsel imar
tadilatından önce "Lise binası ve bahçesi" olarak tapuda kayıtlıdır. Daha önce aynı konuda açılan
davanın davacısı da "Dahil edilen kısım bahçe duvarının dışında kalmaktadır. Arsa okul
tarafından fiilen kullanılmamaktadır. " demiştir. Bilirkişisi Kurulu Raporunda da; kesin olarak;
davacıların dahil edilen parseline, davalı İdarenin fiilen bir müdahalesinin olmadığının tesbit
edildiği vurgulanmıştır. Yani Hazine'nin, davacıların parseline fiili bir müdahalesinin olmadığı,
davacılar, vekilleri, önceki davanın davacıları ve bilirkişi kurulu raporu ile açık ve net olarak
bildirilmiştir. Kamulaştırmasız el atmadan bahsedebilmek için gerekli olan fiili el atma söz
konusu değildir. Fiili el atma olmadığından bunun devamlılık arz etmesinden de bahsedilemez.
Raporun sonuç bölümünde ise, bu açıklamaya aykırı olarak bilirkişiler hakim yerine kaim
olarak, istenmediği halde, hukuki durumu irdeleyerek "... Dava konusu taşınmazın rapor eki,
mahal krokisi ve resimlerde de görüldüğü gibi okul binası, okul bahçesi gibi tesisler yapılarak,
taşınmazda davacı maliklerin kullanma imkanlarının kalmadığı keşif sırasında görülmüştür. .."
demek suretiyle tamamen mücerret, yanlış ve yanıltıcı kanaate varmışlardır. Zira okul binası,
bahçesi ve iki parseli ayıran bahçe duvarı daha önceden vardır, yeni yapılmamıştır. Davacıların
parseli tarafında kalan taşınmaza Hazine'nin herhangi bir el atması da yoktur. Kendi taraflarını
davacılar kullanabilirler. Henüz davacıların kullanmalarına İdarece müdahale de edilmemiştir.
Davacılar veya vekillerinin bu şekilde bir iddiaları da yoktur. Yani Hazine, bizlere taşınmazı
kullandırmıyor dememişlerdir, diyememişlerdir…… Verilen bozma kararı neden doğrudur? Neden
haklıdır? Yukarıdan beri açıklamaya çalıştık. Ayrıca; Aynı kitabın 956. sahifesinde somut olaya
aynen uyan, Y. 5 HD.'nin 22.11.1999 T. 1999/17315 esas, 18536 sayılı kararında; "İmar
planında Hükümet Konağı olarak ayrılan taşınmaza inşaat yapılamaması sebebiyle açılan
tazminat davasının fiili elatma olmadığından reddine karar verilmesi gerekir. " Denilmiştir ve
doğrudur. Davalı Hazine, davacıların birleştirilen kısımdaki taşınmaz malına hiçbir müdahale de
ve tasarrufta bulunmamıştır. Bu nedenle bedel talep edilemez. Önceki kararı doğrulayan ve
görüşümüzü teyit eden 5.Hukuk Dairesinin 17.3.1992 tarih 1992/3488-8039 sayılı kararında ve
kitabın 1010. sahifesine alınan aynı mahiyetteki 3 adet kararında da şu şekilde içtihatta
bulunuyor. "2981 sayılı İmar Affı Yasası'na uygun olarak yapılan düzenlemeler sırasında, bir
kısım taşınmaz okul yeri olarak imar planında ayrılmış olabilir. Bu kısma İdare fiilen el atmamış
ve sahiplenmemiş ise, imar ıslah çalışması yasa gereği yapılan bir işlemdir. Okul yeri olarak
ayrılan kısım için kamulaştırmasız elatma nedeniyle bedel davası açılamaz." Demektedir. Daha
önce aynı parselin diğer maliklerinin açtıkları ve kabulle sonuçlanan dava aynı Daire tarafından
onanmış olabilir. Her dava kendi özelliklerine göre neticelendirilmelidir. Mühim olan doğruyu
bulmaktır. Yanlıştan emsal olmaz. O davalarda davanın kabul edilmiş, onanmış ve kesinleşmiş
bulunması yanlıştır. Somut olayda verilen son bozma kararı yukarıdan beri anlatmaya
çalıştığımız gerekçelere göre doğrudur. Hazine, Belediyenin yaptığı bir işlem nedeniyle
davacıların parselini, kendi parseli ile birleştirilerek, onları kendi parselinde hissedar
bulmuştur. Fiilen el atması yoktur. El atması olmadığından devamlılıktan da söz edilemez.
Paydaşlarını tasarruftan men etmemiştir. Taşınmazın etrafını çevirmemiştir. Orayı kamu
hizmetine tahsis etmemiştir. Tesis yapmamıştır. Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne
katılamıyoruz. 4.2.2005
Yukarıdaki olayda, imar uygulaması sonucunda, davacının parselinin,
okul olarak kullanılan parselle hisselendirilmesi söz konusudur. Bu Karara
göre, eğer, parsel fiilen umumi hizmet (örneğin park) veya tesis (örneğin sağlık
ocağı) alanı olarak kullanılmasa bile, umumi hizmet veya tesis alanı olarak
düzenlenmiş ve kullanılan bir başka parselle hisselendirilirse, yukarıdaki
Yargıtay Kararı emsal alınabilecektir.
Fakat bu ayrıksı durum dışında, karşı oyda belirtildiği gibi, Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, istikrarlı kararlarında fiili el atmanın varlığını
aramaktadır.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
159
-“Taraflar arasındaki "Kamulaştırmasız el atma iddiasına dayalı tazminat"
davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 19. Hukuk
Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.05.2005 gün ve
2003/784 E., 2005/180 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 24.04.2006 gün ve
2006/2657-5055 sayılı ilamı ile; ( ... Dava, imar uygulaması nedeniyle bedele
dönüştürülen 215 metrekarelik arsa bedelinin kamulaştırmasız elatma
nedeniyle tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar
verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir. Dosyada bulunan
kanıt ve belgelerden; davacının hissedar olduğu 4962 parsel sayılı
taşınmazda yapılan imar uygulaması neticesinde; 126 metrekare imar
düzenleme ortaklık payı kesildiği, 163 metrekare imarın 15885 ada 4
parselinden hisse verildiği ve yine davacıya, dava konusu edilen ve imar
planında oyun alanı olarak ayrılan 15886 ada 1 parsel sayılı taşınmazdan
215 metrekare hisse verildiği, davacının 15886 ada 1 parselde halen
hissedar olduğu gibi, bu parselde bedele dönüştürülen bir hissesinin
bulunmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca dava konusu taşınmaz, fiilen el
atılmamış boş arsa konumundadır. Bu durumda, dava konusu edilen
15886 ada 1 parsel sayılı taşınmazda davacının bedele dönüştürülen bir
payı bulunmadığı gibi, taşınmaza fiilen el atılmaması nedeniyle davanın
reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması,
doğru görülmemiştir... ), Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri
çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda
direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının
süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan
sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, kamulaştırmasız el atma iddiasına dayalı tazminat
istemine ilişkindir. Davacı vekili; davalı Yenimahalle Belediye Başkanlığı
tarafından yapılan imar uygulaması sonucu müvekkilinin 504/76733 pay
maliki olduğu 4962 parsel sayılı taşınmazdan, 126 m2 imar düzenleme
ortaklık payı kesildiğini, 15885 ada, 4 numaralı imar parselinden 163/794
payın ve 15886 ada, 1 numaralı imar parselinden 215/6835 payın
müvekkilinin payına karşılık verildiğini, ancak 15886 ada, 1 parsel sayılı
taşınmazın imar planında oyun alanı olarak ayrılması nedeniyle müvekkilinin
taşınmazdan fiilen kullanımının engellendiğini; davalı Belediyenin, karşılık
olarak verilecek yerlerin üzerine gerçek kişilerce yapı yapılabilmesine müsait
yerlerden olmasını ve kabul edecek kişinin rızasının aranmasını öngören
3194 sayılı İmar Kanununun 18/12 maddesine aykırı hareket ederek, salt
bedel ödemekten kaçınmak için takyitli bir payı karşılık olarak verdiğini ileri
sürerek; dava ve ıslah dilekçelerinde 15886 ada, 1 parselde 215 m2 için
toplam 43.000.000.000 TL kamulaştırması el koyma bedelinin, ihtar
tarihinden itibaren işleyecek kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı
Yenimahalle Belediye Başkanlığı vekili; 15886 ada, 1 parselin 71560/1 nolu
kesin parselasyon planında Oyun alanı olarak ayrıldığını imar uygulaması
nedeniyle davacının payına karşılık olmak üzere 15886 ada 1 parselden
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
160
davacıya verilmiş bulunan 215/6835 payın tapuda davacı adına tescil
edildiğini, bu itibarla kamu malı haline dönüşen bir pay bulunmadığından
davacıya ait 215 m2 yer bedelinin hukuken talep edilemeyeceğini, Belediye
tarafından taşınmaza fiilen el atılmadığı gibi her hangi bir bedele dönüştürme
işleminin de yapılmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini
cevaben bildirmiştir. Mahkemenin, "dava konusu 15886 ada, 1 numaralı
parselin imar planında oyun alanı olarak ayrılmış olması nedeniyle
davacının payına karşılık taşınmazda tasarruf etme hakkının ortadan
kalktığı, tapuda kayden malik olarak görünen davacı, böyle bir durumda
yıllarca davalı idarenin keyfi uygulamasına tabi olacağından hukuken el
atmanın da kamulaştırmasız el atma olarak kabulünü gerektirdiği"
gerekçesiyle ve kamulaştırmasız el atmanın varlığını benimsemek
suretiyle verdiği "davanın kabulüne" dair karar, Özel Dairece yukarıda
açıklanan gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece önceki kararda
direnilmiştir. Davalı idarece 2981 sayılı Yasa ve bu Yasayı tadil eden 3290
sayılı Yasanın 10/b maddesine göre yapılan işlem sonucu, davacı Fadime
Çetinkaya'nın 504/76733 pay maliki bulunduğu 4962 parseldeki payına
karşılık, 15885 ada, 4 numaralı imar parselinden 163/794 payın ve 15886
ada 1 numaralı imar parselinden 215/6835 payın davacıya verildiği,
126/76733 payın ise imar düzenleme ortaklık payı olarak kesildiği; imar
uygulaması nedeniyle davacı adına 215/6835 pay tahsis ve tescil edilen dava
konusu 15886 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın, 71560/1 nolu kesin
parselasyon planında "Oyun Alanı" olarak ayrıldığı hususunda uyuşmazlık
bulunmamaktadır. Yine, dava konusu 15886 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın
boş arsa konumunda olduğu ve davalı idarece fiilen oyun alanı olarak
düzenleme yapılmadığı mahkemece keşfen tespit edilmiş olup, esasen bu
husus da çekişme dışıdır. Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki
uyuşmazlık; imar uygulaması sonucu davacının payının şuyulandırıldığı
15886 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmamış olması
karşısında, salt imar planında oyun alanı olarak ayrılmış olması nedeniyle
kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığının kabul edilip edilemeyeceği
noktasında toplanmaktadır. 16.5.1956 gün, 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararında belirtildiği üzere, usulü dairesinde verilmiş bir kamulaştırma
kararı olmadan ve bedeli ödenmeden taşınmazına el konulan kimse, ilgili
kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, değer
karşılığının verilmesini de isteyebilir. Kamulaştırmasız el atma halinde kamu
kurumu, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden, ferdin malını
elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş
durumdadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız
fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır ( 11.2.1959 gün,
E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı
gerekçesinden ). Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için bu
noktada öncelikle "Kamulaştırmasız el koyma" kavramının açıklanmasında
yarar vardır. Kamulaştırma yetkisine sahip bir idare, Anayasa ve yasalara
uygun bir işlem oluşturmaksızın, bir kimsenin taşınmaz malına el koyar
ve onun üzerinde bir tesis veya bina yapar yahut o taşınmaz malı bir
hizmete tahsis ederek mal sahibinin taşınmazı üzerinde dilediği gibi
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
161
kullanma hakkına karşı herhangi bir girişimde bulunursa, idare taşınmaz
mala kamulaştırmasız el koymuş sayılır ( Ali Arcak, Kamulaştırmasız
Elkoyma ve Yeni Hükümler, Ankara, 1987, s:23 ). Dolayısıyla bir taşınmaza
kamulaştırmasız el atıldığından söz edilebilmesi için, öncelikle idarenin o
taşınmaza eylemli olarak el koyup, malikin kullanımını yasaya aykırı
şekilde tamamen ortadan kaldırması ve bu durumun kalıcı olması
şarttır. Eş söyleyişle idare; el koyma eylemini, o taşınmazı sahiplenme
amaç ve kastı ile yapmış olmalıdır. Fiilen el koyma eylemi bulunan
durumlarda dahi; el koyma açıklanan nitelikte değil ve sadece geçici bir
kullanım söz konusu ise, kamulaştırmasız el koyma olgusu mevcut
değildir. Bundan dolayı malikin bir zararı oluşsa bile, taşınmaz bedelinin
istenilmesine hukuken olanak yoktur. Böyle bir durum, sadece ve ancak,
uğranılan zararın tazminini başka hukuksal yol ve kavramlara dayalı
olarak isteme olanağı verebilir. Önemle vurgulanmalıdır ki;
kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması, mal sahibinin
kullanımına engel olma ve taşınmaz malın elinden alınması anlamını
taşıdığına göre; taşınmaz, mal sahibinin elinde bulunduğu ve kullanma
hakkına sahip olduğu sürece, mal sahibi idareden değer karşılığının
verilmesini isteyemez. Bu noktada; tapu kaydına kamulaştırma şerhi
konulmasının veya 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik
Bölgeleri Kanunu uyarınca taşınmazın ikinci derece askeri güvenlik
bölgesine alınarak tapuya şerh verilmesinin yada imar uygulaması
sonucu taşınmazın yol, yeşil alan gibi kamu hizmetlerine ayrılması ve
fiili imar uygulaması yapılmadan taşınmazın imar planında yol, yeşil
alan olarak gösterilmesi nedeniyle üzerinde yapı yapılmasının
yasaklanmasının, kamulaştırmasız el koyma niteliğinde bulunmadığı her
türlü duraksamadan uzaktır. Burada, kanun hükümleri ile taşınmazın
belli şekillerde kullanılması kısıtlanmakta ise de; böyle bir sonuca
ulaşılmasını gerekli kılan neden, taşınmazın halen mal sahibinin tapulu
mülkü olması ve fiilen kullanma hakkına sahip bulunmasıdır. Bu haliyle,
11.2.1959 gün E:1958/17 K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kararında ifade edilen, mülkiyete yapılmış bir tecavüz yada haksız
fiilden söz edilmesi de olanaklı değildir. Kısaca; idare, mal sahibinin
tasarrufuna sürekli engel olmadığı ve taşınmaz mala sahiplenme kastıyla
fiilen el koymadığı sürece idare aleyhine bu dava açılamaz. Bu
nedenledir ki, ister uygulama görmüş imar parseli, isterse olduğu gibi
bırakılan kadastro parseli olsun, idarece fiilen el atılmadan bir
taşınmazın salt imar planında yeşil saha, oyun alanı, park yeri olarak
gösterilmesi veya ortasından bir yol geçirilmiş bulunması mal sahibine
dava hakkı vermez. Nitekim; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 9.4.2003
gün, E.-2003/5-281 K:2003/284; sayılı kararında da aynı görüş
benimsenmiştir. Tüm açıklamalar ışığında somut durum
değerlendirildiğinde; Mahkemece alınan fen bilirkişi raporunda, dava konusu
15886 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmadığı,
zeminde oyun alanı olarak düzenleme yapılmadığı ve hali hazırda boş arsa
olarak durduğu ifade edilmiştir. Davacının kayden paydaş olduğu 4962 sayılı
kadastral parselde davalı idarece yapılan imar uygulaması neticesinde, dava
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
162
konusu edilen ve imar planında oyun alanı olarak ayrılan 15886 ada 1 parsel
sayılı taşınmazdan davacıya 215/6835 pay verilmiş olup; sözü edilen pay
halen tapuda davacı adına kayıtlı olduğu gibi, davalı idarenin anılan payı,
yada davacı adına başka bir payı bedele dönüştürme işlemi de
bulunmamaktadır. O halde idarenin bu tasarrufu, taşınmazı sahiplenme
amacının bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Öte yandan,
taşınmazın davacının elinde bulunduğu ve mevcut haliyle arsa niteliği ile
kiraya verme ve başka şekillerde tasarruf edebileceği anlaşıldığından,
davacının kullanımının kalıcı ve sürekli şekilde idarece engellenmediği
açıktır. Esasen, davacıya ait tapulu yerin, salt imar planında oyun alanı
olarak ayrılmış olması, mülkiyet hakkının sona erdiğinin kabulüne yetmez.
Bu husus, mal sahibine taşınmaz bedelini talep hakkı vermeyeceğinden,
direnme kararında sözü edilen hukuki el atmanın varlığından bahisle
kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması olanaklı değildir.
Kamulaştırmasız el koyma hükümleri ancak, idarece mal sahibinin malının
elinden alınması durumunda uygulanacaktır. Yukarıda belirtilen ilkeler
uyarınca; davalı idarenin, dava konusu 15886 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza
fiilen el atmadığı, taşınmazı elinde bulunduran tapu maliki davacıyı
tasarruftan men etmediği, imar planında oyun alanında ayrılmış olsa dahi bu
amaca yönelik olarak taşınmazda fiilen düzenleme yapılıp, kamu hizmetine
tahsis etmediği ve üzerinde herhangi bir tesis yapmadığı belirgin olup, bu
haliyle kamulaştırmasız el atma olgusundan söz etme olanağı
bulunmadığından, taşınmazın sadece imar planında oyun alanı olarak
ayrılmış olmasının, mülkiyet hakkı sahibi davacıya bir dava hakkı
vermeyeceği sonucuna varılmıştır. Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece,
Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına
uyularak, kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması olanağı
bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksi düşünceyle
direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı
bozulmalıdır. SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile;
direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma ilamında gösterilen
nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek
halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 31.10.2007 gününde oybirliği
ile karar verildi.”31
Yargıtay, yeni tarihli başka bir kararında, 1964 yılında park alanına
alınan yerin, aradan 41 yıl geçmesine rağmen kamulaştırılmaması nedeniyle
2005 yılında kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasını,
yukarıdaki gerekçelerle reddetmiştir.
-“…tapuda davacının murisinin kayden paydaş bulunduğu dava konusu
1853 ada 107 numaralı parselin İmar İskan Bakanlığı'nın 15.10.1964 tarih
7214 sayılı yazıları ile onaylanan 54200 numaralı plan gereği tamamının 50.
Yıl Park Alanı içerisinde kaldığı, 13408 ada 1 numaralı parselin ise imar daire
31 YHGK 31.10.2007, 5-718/805, legal-directory.biz" target=_blank>Legal Hukuk Dergisi, 2008/1, s. 115 vd. ; Aynı doğrultuda,
YHGK 7.11.2007, 5-805/826 ; YHGK 9.4.2003, 5-281/284 ; YHGK, 20.7.2008, 5-170/201.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
163
heyetinin 07.11.1978 tarih 868 sayılı kararı ile 1853 ada 107 parsel ve yeşil
alandan tevhid edilerek oluşturulduğu ve tamamının 50. Yıl Park alanı
içerisinde kaldığı; her iki taşınmazın da, 01.12.2005 gün ve 1218/5181 sayılı
Ankara Büyükşehir Belediye Encümen kararı ile 50. Yıl Kentsel Dönüşüm
Proje alanı içine alındığı; park alanında kalan taşınmazların
kamulaştırılmasına ilişkin olarak Ankara Büyükşehir Belediye Encümenince
08.05.2003 tarihinde karar verilmiş ise de, kamulaştırma işlemlerinin
tamamlanmadığı; Sağlık Merkezi Binası ve gecekonduların bulunduğu dava
konusu taşınmazlarda, imar planında belirtilen park ile ilgili herhangi bir
düzenlemenin yapılmadığının mahkemece keşfen tespit edildiği anlaşılmıştır.
Yerel mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlık; imar planında park alanı
olarak ayrılmış bulunan ve bu nedenle davalı idarece 08.05.2003 tarihinde
kamulaştırılmasına karar verilen, ancak kamulaştırma işlemleri
tamamlanmamış bulunan dava konusu taşınmazlara, davalı idarece fiilen el
atılmadığının belirlenmiş olması karşısında, kamulaştırmasız el koyma
olgusunun varlığının kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
16.05.1956 gün, 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtildiği üzere,
usulü dairesinde verilmiş bir kamulaştırma kararı olmadan ve bedeli
ödenmeden taşınmazına el konulan kimse, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el
atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, değer karşılığının verilmesini de
isteyebilir. Kamulaştırmasız el atma halinde kamu kurumu, Kamulaştırma
Kanunu'na uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması
sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Bu bakımdan dava,
mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen
zararın tazmini davasıdır ( 11.02.1959 gün, E: 1958/17, K: 1959/15 sayılı
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden ). Uyuşmazlığın sağlıklı bir
çözüme kavuşturulabilmesi için bu noktada öncelikle "Kamulaştırmasız el
koyma" kavramının açıklanmasında yarar vardır. Kamulaştırma yetkisine
sahip bir idare, Anayasa ve yasalara uygun bir işlem oluşturmaksızın, bir
kimsenin taşınmaz malına el koyar ve onun üzerinde bir tesis veya bina yapar
yahut o taşınmaz malı bir hizmete tahsis ederek mal sahibinin taşınmazı
üzerinde dilediği gibi kullanma hakkına karşı herhangi bir girişimde
bulunursa, idare taşınmaz mala kamulaştırmasız el koymuş sayılır ( Ali
Arcak, Kamulaştırmasız Elkoyma ve Yeni Hükümler, Ankara, 1987, s: 23 ).
Dolayısıyla bir taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından söz
edilebilmesi için, öncelikle idarenin o taşınmaza eylemli olarak el koyup,
malikin kullanımını yasaya aykırı şekilde tamamen ortadan kaldırması
ve bu durumun kalıcı olması şarttır. Eş söyleyişle idare; el koyma eylemini,
o taşınmazı sahiplenme amaç ve kastı ile yapmış olmalıdır. Filen el koyma
eylemi bulunan durumlarda dahi; el koyma açıklanan nitelikte değil ve
sadece geçici bir kullanım söz konusu ise, kamulaştırmasız el koyma
olgusu mevcut değildir. Bundan dolayı malikin bir zararı oluşsa bile,
taşınmaz bedelinin istenilmesine hukuken olanak yoktur. Böyle bir durum,
sadece ve ancak, uğranılan zararın tazminini başka hukuksal yol ve
kavramlara dayalı olarak isteme olanağı verebilir. Önemle vurgulanmalıdır ki;
kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması, mal sahibinin
kullanımına engel olma ve taşınmaz malın elinden alınması anlamını
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
164
taşıdığına göre; taşınmaz, mal sahibinin elinde bulunduğu ve kullanma
hakkına sahip olduğu sürece, mal sahibi idareden değer karşılığının
verilmesini isteyemez. Bu noktada; tapu kaydına kamulaştırma şerhi
konulmasının veya 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri
Kanunu uyarınca taşınmazın ikinci derece askeri güvenlik bölgesine alınarak
tapuya şerh verilmesinin ya da imar uygulaması sonucu taşınmazın yol, yeşil
alan gibi kamu hizmetlerine ayrılması ve fiili imar uygulaması yapılmadan
taşınmazın imar planında yol, yeşil alan olarak gösterilmesi nedeniyle
üzerinde yapı yapılmasının yasaklanmasının, kamulaştırmasız el koyma
niteliğinde bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır. Burada, kanun
hükümleri ile taşınmazın belli şekillerde kullanılması kısıtlanmakta ise
de; böyle bir sonuca ulaşılmasını gerekli kılan neden, taşınmazın halen
mal sahibinin tapulu mülkü olması ve fiilen kullanma hakkına sahip
bulunmasıdır. Bu haliyle, 11.02.1959 gün E: 1958/17 K: 1959/15 sayılı
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nda ifade edilen, mülkiyete yapılmış bir
tecavüz ya da haksız fiilden söz edilmesi de olanaklı değildir. Kısaca; idare,
mal sahibinin tasarrufuna sürekli engel olmadığı ve taşınmaz mala
sahiplenme kastıyla fiilen el koymadığı sürece idare aleyhine bir dava
açılamaz. Bu nedenledir ki, ister uygulama görmüş imar parseli, isterse
olduğu gibi bırakılan kadastro parseli olsun, idarece sahiplenmek maksadıyla
ve devamlı olarak fiilen el atılmadan bir taşınmazın imar planında yeşil saha,
oyun alanı, park yeri olarak gösterilmesi veya ortasından bir yol
geçirileceğinin gösterilmiş bulunması mal sahibine dava hakkı vermez.
Nitekim; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09.04.2003 gün, E: 2003/5-
281 K: 2003/284; 31.10.2007 gün, E: 2007/5-718 K:2007/805 ve
07.11.2007 gün, E: 2007/5-805 K: 2007/826 sayılı kararlarında da aynı
görüş benimsenmiş; özellikle 31.10.2007 gün ve E: 2007/5-718 K:
2007/805 sayılı kararında, imar uygulaması sonucu oluşan imar
parselinin dahi, fiili el atmanın bulunmaması nedeniyle, salt imar
planında oyun alanı olarak gösterilmesinin kamulaştırmasız el koyma
niteliğinde bulunmadığı kabul edilmiştir. Tüm açıklamalar ışığında somut
durum değerlendirildiğinde; Mahkemece alınan fen bilirkişi raporunda, dava
konusu 13408 ada 1 parsel üzerinde 5 nolu Ana Sağlık Merkezi binası ve
bazıları kısmen giren 5 kadar gecekondunun bulunduğu, 1853 ada 107
parsel üzerinde ise bazıları kısmen giren 9 kadar gecekondunun bulunduğu
tespit edilmiş olup; bu haliyle planlarda belirtilen park ile ilgili herhangi bir
düzenlemenin yapılmadığı anlaşılmaktadır. Tapuda halen davacının murisi
adına kayıtlı bulunan ve imar planında park alanında gösterilen 13408 ada 1
parsel ve 1853 ada 107 parsel sayılı taşınmazlarda davacının muvakkat
yapı yapabileceği ve başka şekillerde tasarruf edebileceği
anlaşıldığından, davacının kullanımının davalı idarece sahiplenme
kastıyla ve sürekli şekilde fiilen engellenmediği açıktır. Esasen, davacının
murisi adına tapulu yerin, salt imar planında park alanı olarak ayrılmış
olması, bu amaca yönelik olarak işlemleri tamamlayan bir kamulaştırma
kararı alınması ve kamulaştırma gayesinin gerçekleşmesi için proje çizilmesi,
mülkiyet hakkının sona erdiğinin kabulüne yetmez. Bu husus, mal sahibine
taşınmaz bedelini talep hakkı vermeyeceğinden; davacı tarafça öne sürülen ve
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
165
yerel mahkemece de benimsenen, hukuki el atmanın varlığından bahisle
kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması olanaklı değildir.
Kamulaştırmasız el koyma hükümleri ancak, idarece mal sahibinin malının
elinden alınması durumunda uygulanacaktır. Şu da eklenmelidir ki,
kamulaştırmasız el koymanın varlığı için, imar planında yol, yeşil alan gibi
kamu hizmetine ayrılan imar parseline dahi idarece fiilen el atılması ve mal
sahibinin tasarrufunun fiilen engellenmesi koşulu aranmakta olup,
taşınmazın salt imar durumu kamulaştırmasız el koyma olgusunun kabulü
için yeterli bulunmadığına göre; kadastro parseli niteliğinde olan dava
konusu taşınmazlar yönünden, böyle bir durumda fiili el koymanın varlığının
ve davacının tasarrufunun idarece fiilen engellenip engellenmediğine ilişkin
unsurların evleviyetle bulunması gerekli ve zorunludur. Yukarıda belirtilen
ilkeler uyarınca; davalı idarenin, 13408 ada 1 parsel ve 1853 ada 107 parsel
sayılı taşınmazlara fiilen el atmadığı, taşınmazı elinde bulunduran tapu
maliki davacıyı tasarruftan men etmediği, imar planında park alanında
gösterilmiş olsa dahi bu amaca yönelik olarak taşınmazda fiilen
düzenleme yapıp kamu hizmetine tahsis etmediği, bu nedenle
kamulaştırmasız el atma olgusundan söz etme olanağı bulunmadığı,
böylelikle bu durumun mülkiyet hakkı sahibi davacıya bir dava hakkı
vermeyeceği sonucuna varılmıştır. Hal böyle olunca; yerel mahkemece,
Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına
uyularak, kamulaştırmasız el koyma hükümlerinin uygulanması olanağı
bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksi
düşünceyle direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu
nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”32
Hatta, geçici el koymalar nedeniyle dahi kamulaştırmasız el atma davası
açılamayacağı görüşü bulunmaktadır.
-“Davalı idare dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgeyi Askeri
Güvenlik Bölgesi olarak ilan etmiştir. İdare burada 2565 sayılı Kanunun
kendisine tanıdığı yetkileri çerçevesinde taşınmazlara bir takım
müdahalelerde bulunmuştur. Ancak; bu müdahalelerin kalıcı olmadığı
keşif, tanık anlatımları, resmi yazışmalar ve tüm dosya içeriğinden
anlaşılmaktadır. Davalı idarenin geçici kullanımı nedeniyle davacılar
tarafın bir zararı oluşmuş olsa bile bu husus taşınmaz bedelini talep
hakkı vermez.” 33
Yargıtay kişinin taşınmazının tel örgüyle çevrilmesi ve taşınmazı
kullanımının izne bağlanmasını dahi el atma niteliğinde görmemiştir.
-“Jandarma asayiş komutanlığının 7 Ekim 1999 tarihli yazısında; dava
konusu taşınmazın askeri güvenlik bölgesi içerisinde kaldığı belirtilmiştir.
Dava konusu taşınmaz askeri yasak bölgeler hakkındaki Kanunun 9.
maddesinde belirtilen 2. sınıf yasak bölge kapsamındadır. Taşınmazın etrafı
tel örgü ile çevrilmiştir. Yasada ve sözü edilen cevabi yazıda da
32 YHGK 5.12.2007, 5-933/951, Yargı Dünyası Dergisi, 2008/3, s. 85 vd.
33 YHGK, 21.11.2001, 5-672/1039.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
166
belirtildiği gibi arazi olarak kullanımının engellenmesi sözkonusu
değildir. Komutanlıktan izin alınmak suretiyle taşınmaz malikinin arazi
olarak kullanılmasına engel bir durum mevcut değildir. Diğer taraftan
dava konusu taşınmaz mücavir alan sınırları içinde olup, henüz imar
parselasyonu da yapılmamıştır. Belirtilen bu niteliğine göre taşınmazın
sadece zirai faaliyette kullanılması mümkün olup buna da engel
olunmadığına göre kamulaştırmasız el atmadan söz edilemez, bedeli de
istenemez. Açıklanan nedenle davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi,
doğru görülmemiştir.”34
Yargıtay’ın yukarıdaki kararlarına katılmak mümkün değildir. Malikin
taşınmazının tamamında hukuki anlamdaki tasarrufunun çok uzun ve
belirsiz bir şekilde engellenmesi, mülkiyet hakkının ölçüsüzce kısıtlanmasına
neden olmaktadır.
Yargıtay idarenin taşınmaza el koyup, daha sonra da bundan vazgeçerek,
taşınmazı eski haline getirmesi durumunda, taşınmazın imar planındaki
konumuna göre değerlendirme yapmaktadır. Fiili el koyma sonradan ortadan
kalksa bile, planda, taşınmaz hukuken bu amaçla ayrılmış ise,
kamulaştırmasız el atma davasının kabulüne karar verilmektedir.35 Aksi
halde, bir başka anlatımla taşınmaz imar planında el koyma amacına
özgülenmemişse, el atma davası reddedilmektedir.
-“ Dava konusu taşınmaz, imar planında yol ve park alanında olup,
planda değişiklik yapılarak yol ve yeşil alandan çıkarılmadığından, yalnız fiili
elatmaya son verilmesi davanın konusuz kalması kabul edilemeyeceği
gözetilerek, esastan karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi doğru
görülmemiştir.”36
-“Davaya konu teşkil eden taşınmaz 1/1000 lik planda yol olarak
ayrılmıştır. Davanın açılmasından sonra davalı idarenin imar planına uygun
olarak yaptığı yolu terk etmesi davanın reddini gerektirmez”37
D-AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNE BAŞVURULMASI
Taşınmazı uzun bir süre kamulaştırılmayan malikin en son başvuracağı
yer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Burada, doğan zararların
kanıtlanarak tazminat talep edilmesi söz konusu olacaktır.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, MERAL/TÜRKİYE
davasında, bu gibi durumlarda, iç hukukta zararın tazmin edilebileceği
yönünde savunmada bulunmuştur.
34 Y. 5. HD. 7.2.2000, 391/1260.
35 Aksi görüşte, BÖKE, Veli, Kamulaştırmasız El Atma Davaları, Ankara, 2005, s. 65.
36 Y. 5. HD. 6.11.2007, 10022/12655, Terazi Hukuk Dergisi, 2009/10, s. 219-220.
37 Y.5. HD. 20.4.1999, 5154/6326, YILDIRIM, Bekir / BAŞSORGUN, Naci, Kamulaştırma
Davaları, 2007, Ankara, s. 1410; Aynı doğrultuda, Y. 5. HD. 30.9.2003, 7941/10842, YILDIRIM /
BAŞSORGUN, s. 1449; Y. 5. HD. 10.4.2000, 5594/5692, YILDIRIM / BAŞSORGUN, s. 1271-1272.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
167
-“Başvuran, askeri güvenlik bölgesi sınıflandırması içinde yer alan
taşınmazına inşaat yapım izni almasının olanaksız oluşunun mülkiyet
hakkına yönelik bir ihlali oluşturduğunu iddia etmekte ve Ek 1 No’lu
Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğini öne sürmektedir. Hükümet,
ilgilinin idari mahkemeler önünde tam yargı davası açmaması doğrultusunda
iç hukuk yollarının tüketilmediğini savunmaktadır. Hükümet bu tazminat
talebinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesi
çerçevesinde İdareye karşı yapılacak etkili bir başvuru olduğunun altını
çizmektedir. Başvuran Hükümetin bu savına karşı çıkmaktadır. AİHM,
AİHS’nin 35/3. maddesinde öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi
kuralının bir devlet aleyhine uluslararası hakemlik veya yargı organı nezdinde
dava açmak isteyen kişilere öncelikle söz konusu devletin hukuk sisteminde
öngörülen başvuru yollarını tüketme zorunluluğu getirdiğini hatırlatmaktadır.
Kendi iç hukuk sisteminde durumu telafi etme imkanı tanınmadan bir devlet
uluslararasıyargı önünde hesap vermek zorunda bırakılamaz. Bir başvuranın
bu kurala uyduğunun kabul edilebilmesi için, iç hukukta normal olarak
varolan ve şikayetçi olduğu ihlalin telafisini sağlayabilecek yeterlilikte iç
hukuk yollarına başvurmuş olması gerekir. (Bkz. Aksoy-Türkiye kararı, 18
Aralık 1996). AİHM, mevcut bu başvuruda başvuranın inşaat izin talebini
reddeden Genelkurmayın kararına itiraz etmekle yetindiği tespitinde
bulunmaktadır. Başvuranın başvurusu kamu yararına bir kamulaştırmanın
askeri güvenlik bölgesinde yer aldığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bununla
birlikte, Hükümetin de vurguladığı gibi başvuran öne sürdüğü zararların
telafi edilmesi için maddi tazminat davası açabilirdi (Bkz. aynı anlamda,
Gülizar Öz-Türkiye kararı, no: 40687/98 ve Sporrong ve Lönnroth-İsveç
kararı ile karşılaştırınız 23 Eylül 1982). Ayrıca, AİHM başvuranın,
Hükümet tarafından sözü edilen başvuru yoluna ihtiyatla yaklaşılmasını
gerektirecek hiçbir argüman sunmadığını da gözlemlemektedir. Bu durumda,
Hükümetin ön itirazının dayanağı bulunmaktadır. AİHS’nin 35. maddesinin
1. ve 4. paragraflarına dayalı olarak şikayetin bu bölümümün reddedilmesi
gerekmektedir.”38
Yine, Gülizar Öz/TÜRKİYE davasında, davacının taşınmazı 1955 yılından
1997 yılına kadar 42 yıl boyunca inşaat yasağı kapsamında yeşil alanda
kalmıştır. Mahkeme bu durumun mülkiyet hakkını ihlal niteliğinde olduğunu
kabul etmiş, ancak İdare aleyhine tam yargı davası açılıp iç hukuk yolları
tüketilmediği için başvurunun reddine karar vermiştir.
-“Tarafların sunduğu üzere dava koşullan aşağıdaki gibi özetlenmiştir.
Başvuran esas ikametgahının bulunduğu arsanın sahibidir. İdare (Konak
Belediye Meclisi, İzmir) 1955 yılında inşaat yasağı getirerek arsanın kullanım
hakkını kısıtlayan ve üzerinde yeşil alanın oluşturulmasını öngören şehir
planını gerçekleştirmiştir. 1985'den beri yürürlükte olan 6785 sayılı kanuna
göre arsa sahibi, eğer isterse öngörüldüğü amaç için hala kullanılmamış ise
arsasının serbest kullanımını talep edebilmektedir. Kullanım hakkına
38 Meral / TÜRKİYE, Başvuru no: 2002/33446 ; KARAR TARİHİ: 27.12.2007, Türkiye Barolar
Birliği Dergisi, 2008, Sayı: 75, s. 457 vd.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
168
getirilen kısıtlama bu talebin yapıldığı tarihten itibaren beş yıl süresince
sınırlandırılmıştır. Başvuran talebini 1980 yılında yapmış ve arsasını
kullanma serbestisinin 1985 yılından, yani taşınmazların kullanım
hakkına getirilen kısıtlamanın süresini sınırlandırmayan 9 Mayıs 1985
tarihli ve 3194 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
bulunduğunu öne sürmüştür. Söz konusu arsanın istimlak edilmesi 1986
yılından 1989 yılına kadar ve 1990 yılından 1995 yılma kadar olan şehir
planlamaları tarafından yeniden öngörülmüştür. Başvuran, dört yıldan
beri söz konusu arsanın kullanım hakkına getirilen kısıtlamadan
şikayetçi olarak idareden (Konak belediye meclisi, İzmir) dava unsuru
yeşil alan konusunda şehir planının değiştirilmesini ve kısıtlamanın
kaldırılmasını talep etmiştir. Başvuran idarenin reddi üzerine İzmir idari
Mahkemesine reddin iptali için Başvuruda (yetki aşımı başvurusu)
bulunmuştur. İdari Mahkeme 14 Aralık 1995 tarihinde bilirkişi raporlarına
dayanarak yeşil alansız yerleşim alanının düşünülemeyeceği ve başvuranın
arsasının yeşil alana dahil edilmesi hususundaki idari muamelenin hiçbir
yasa dışı yanının bulunmadığı gerekçesiyle başvuranın açtığı davayı
reddetmiştir. Başvuranın temyize gitmesiyle Danıştay 18 Kasım 1996
tarihinde temyize gidilen kararı onamıştır. Başvuran, 18 Kasım 1996 tarihli
kararın düzeltilmesi için başvuruda bulunmuştur. 29 Eylül 1997 tarihinde
başvuru reddedilmiştir. Ayrıca başvuran, 3 Ağustos 1995 tarihinde İzmir
İdari Mahkemesinde idarenin başvurana ait arsanın yeşil alana dahil
edilmesi kararının iptalini amaçlayan yeni bir dava açmıştır. İzmir İdari
Mahkemesi 14 Aralık 1995 tarihli karara atıfta bulunarak başvurana ait
arsanın şehir planında yeşil alan olarak yer aldığını kabul eden hukuki
kararın bulunduğu ve başvurana hiçbir inşaat ruhsatının verilemeyeceği
gerekçesiyle idari kararı onamıştır. Başvuran temyize gitmiştir. Danıştay
16 Haziran 25 Mart 1997 tarihli kararı onamıştır. Başvuran Danıştay'da
kararın düzeltilmesi için talepte bulunmuştur. ŞİKAYETLER: Başvuran 1
nolu Protokolün 1. maddesini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "AİHS"
18. maddesini öne sürerek uzun süre boyunca mülkiyetinin kullanımına
getirilen kısıtlamalar nedeniyle mallarına saygı hakkının ihlal edilmesinden
şikayetçi olmuştur. HUKUK AÇISINDAN Başvuran, 1 nolu Protokolün 1.
maddesini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "AİHS" 18. maddesini öne
sürerek mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamaların süresinden şikayetçi
olmuştur. AİHM, yapılan iddiaların niteliğini göz önünde bulundurarak 1
nolu Protokolün 1. maddesi alanında değerlendirmenin uygun olacağına
kanaat getirmiştir. Hükümet sırasıyla mağdur niteliğinin bulunmaması ve iç
hukuk yollarının tüketilmemesine yönelik iki itirazda bulunmuştur.a) Mağdur
niteliği Hükümete göre şehir planının öngördüğü inşaat yasağı şehir
düzenlemesine bağlıdır ve başvuranın mallarına saygı hakkını ihlal
etmemektedir. Söz konusu plan mülkiyetin nakline neden olmamış ve
başvuran yaşadığı ikametgahının bulunduğu dava unsuru arsaya sahiptir ve
yıllardır bu arsayı kullanmaya devam etmiştir. Başvuran için şehir planında
aleyhine hiçbir unsur bulunmadığından başvuranın AİHS'nin 34. maddesi
gereğince mağdur niteliği bulunmamaktadır. Başvuran bu iddialara itiraz
ederek inşaat yasağının arsasının aşırı kısıtlamaların olmadığı serbest
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
169
kullanımım gerektirdiğini ve tazminata neden olmadığını iddia etmiştir.
Başvuranın mülkiyet hakkı bu şekilde, söz konusu önlemlerin geçerli
olduğu süre zarfında önemini yitirmiştir. AİHM, kırk yıldan fazla süren
dava unsuru yasağın başvuranın mallarını serbestçe kullanmasını
kısıtladığını ve böylece mallarına saygı hakkına müdahale edildiğini
gözlemlemiştir (Sporrong ve Lönnroth-İsveç, 23 Eylül 1982 tarihli karar,
seri A no:52, §60). AİHM böylece Hükümetin itirazını reddetmiştir. b) İç
başvuru yollarının tüketilmemesi Hükümet, başvuranın idari mahkemeler
önünde zararının tazmini için hiçbir girişimde bulunmadığından iç başvuru
yollarının tüketilmediğini savunmuştur. Hükümet Uslu-Türkiye davasına
atıfta bulunarak (no:29860/96, Komisyonun 20 Mayıs 1998) idari
muhakeme usulüne ilişkin 2577 sayılı kanunun 13. maddesi
çerçevesinde idareye karşı açılan zararın tazmini davasının mevcut
başvuru olduğunu vurgulamıştır. Başvuran bu iddiaları reddetmiştir. AİHM,
AİHS'nin 35§1 maddesinde yer alan iç başvuru yollarının tüketilmesi
kuralının uluslararası hukuk veya hakem organı önünde devlete karşı dava
açmayı isteyen kişilerin, daha önce söz konusu devletin hukuk sisteminde yer
alan başvuru yollarını kullanma zorunluluğunun bulunduğunu
hatırlatmıştır. Başvuran yerel hukuk düzeninde durumunun ele
alınmasından önce uluslararası kurum önünde fiillerinden sorumlu değildir.
Başvuranın kurallara göre hareket ettiği kanaatine varılması için, başvuranın
iddia ettiği ihlallerinden doğan zararın karşılanmasını sağlamak için mevcut
ve yeterli başvurulardan yararlanmış olması gerekir (Aksoy-Türkiye, 18 Aralık
1996 tarihli karar, 1996-VI, s.2275-2276, §§51-52). AİHM, bu davada
başvuran sadece potansiyel yeşil alanın oluşturulmasını öngören belediye
meclisi kararına ve mülkiyetinin bu alana dahil edilmesi kararına karşı dava
açmakla yetinmiş olduğunu saptamıştır. Bu başvurular, buna benzer yeşil
alanın oluşturulmasına dayanan kamu yararı nedeniyle reddedilmiştir.
Ancak başvuran, iddia ettiği ihlallerden doğan zararının tazmin
edilmesini sağlamak amacıyla dava koşullarında tek uygun yol olan
tazminat davasını açmayı unutmuştur (Aytekin-Türkiye, 23 Eylül 1998
tarihli karar, 1998-VII). AİHM'ye göre bu davada başvuranın iç hukuk
yollarını tüketme zorunluluğunun olmaması için özel şartlar
bulunmamaktadır. Dolayısıyla Hükümetin yaptığı itiraz haklıdır. Bu
nedenle başvuru AİHS'nin 35§1l ve 4 maddesine göre reddedilmelidir. Bu
nedenlerden dolayı Mahkeme; Başvurunun kabuledilemez olduğuna,
Oybirliğiyle karar vermiştir.”39
Görüldüğü gibi, Uluslararası Mahkeme, idari yargıda tam yargı (tazminat)
davası açılmaksızın yapılan başvurunun kabul edilemez olduğuna karar
vermektedir. Bu konuda Türkiye aleyhine açılmış ve en ileri safhadaki Rabia
Tan ve diğerleri40 davasında da aynı durum söz konusudur.
39 40687/98, Gülüzar ÖZ/ TÜRKİYE davası Karar Tarihi:1.7.2004
40 Rabia TAN ve Diğerleri /TÜRKİYE davası, 8095/02, 31.01.2008.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
170
-“Başvuranlar Rabia (1940 doğumlu olup 22 Nisan 2004 tarihinde vefat
etmiştir), Çiğdem (1960 doğumlu), Ahmet (1947 doğumlu olup 24 Eylül 2007
tarihinde vefat etmiştir), Mehmet (1948 doğumlu), Ömer (1962 doğumlu) ve
Erdem (1965 doğumlu) Çanakkale’de ikamet etmektedirler. Başvuranlar,
Çanakkale’ye bağlı Biga İlçesi’nde bulunan bir arsanın malikleridirler. 1978
yılında bir imar planı hazırlayan Biga Belediyesi sözkonusu arsayı ‘yeşil alan’
olarak sınıflandırmıştır. Bu nedenle sözkonusu arsaya ilişkin olarak inş aat
yasağı getirilmiştir. 1985 yılında 3914 sayılı İmar Kanunu’nun 13.
maddesinde (6785 sayılıkanun 3194 sayılı kanunla değiştirilmiştir) yapılan
bir değişiklikle üzerinde inşaat yasağıbulunan gayrimenkul maliklerine
sözkonusu değişikliğin yürürlüğe girmesini takip eden beş yıl içerisinde bu
sınırlamalara itiraz edebilme imkânı tanınmıştır. Belediye 7 Haziran 1990
tarihinde imar planında değişiklik yaparak sözkonusu arsanın bazı
bölümlerinden geçen bir otoyol inşa edilmesine karar vermiştir. Başvuranlar
26 Kasım 1990 yılında Belediye’ye inşaat izni talebinde bulunmuşlardır.
Taleplerinin Belediye tarafından zımnen reddedilmesinin ardından
başvuranlar 11 Mart 1991 tarihinde Bursa İdare Mahkemesi önünde iptal
davası açmışlardır. 3194 sayılı kanunun 13. maddesine istinaden
başvuranlar, arsalarına ilişkin olarak getirilen sınırlamaya ve belediye
tarafından kendilerine inşaat izni verilmemesine itiraz etmişlerdir. İdare
Mahkemesi, sözkonusu imar planı değişikliğinin arsanın sadece bir
bölümünü ilgilendirdiği ve yeşil alan vasfının halen devam ettiği gerekçesiyle
başvuranların taleplerini 13 Temmuz 1993 tarihinde geri çevirmiştir.
Danıştay 6 Ekim 1994 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını
bozmuştur. Danıştay, ilk derece mahkemesinin kısmi bir imar planı
değişikliği sözkonusu olduğu ve davacıtarafın inşaat izni talebinin reddine
ilişkin talebin iptali isteminde bulunduğu hususlarını dikkate almadığını
değerlendirmiştir. İdare Mahkemesi 11 Temmuz 1995 tarihinde Danıştay
kararına uymamaya karar vererek 13 Temmuz 1993 tarihinde benimsediği
kararda ısrar etmiştir. Başvuranlar 8 Eylül 1995 tarihinde Danıştay İdari
Davalar Genel Kurulu’na temyiz başvurusunda bulunmuşlardır. Danıştay
İdari Davalar Genel Kurulu 27 Mart 1998 tarihinde başvuranların temyiz
talebini kabul ederek 11 Temmuz 1995 tarihli kararı bozmuştur. Belediye
tarafından yapılan karar düzeltme talebi 4 Kasım 1999 tarihinde Danıştay
İdari Davalar Genel Kurulu tarafından reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi 29
Haziran 2000 tarihinde 3194 sayılı kanunun 13. maddesini Anayasa’ya aykırı
bularak iptal etmiştir. Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararına (23 Eylül
1982) atıfta bulunan Anayasa Mahkemesi böylesi bir sınırlamanın
mülkiyet hakkını kullanılamaz hale getirdiğini ve bu durumun kamu
yararı gerekleriyle haklı çıkarılamayacağını değerlendirmiştir.
Mahkemenin talebi üzerine 6 Haziran 2001 tarihinde bir bilirkişi raporu
hazırlanmıştır. Bu raporda sözkonusu arsanın yeşil alan vasfının ortadan
kaldırılamayacağı neticesine varılmıştır. 6 Haziran 2001 tarihli raporda
varılan sonuçlara istinaden mahkeme 18 Temmuz 2001 tarihinde
başvuranların taleplerini reddetmiştir. Danıştay 18 Mart 2004 tarihli ilamıyla
18 Temmuz 2001 tarihli kararı onamıştır. Başvuranlar tarafından yapılan
karar düzeltme talebi 15 Eylül 2005 tarihinde Danıştay tarafından
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
171
reddedilmiştir. Başvuranlar Çiğdem, Ömer ve Erdem diğer dört ortak
malikle birlikte ihtilaf konusu sınırlamalardan kaynaklanan zararlarının
tazmini için idare mahkemesi önünde tam yargı davasıaçmışlardır.
Konuyla ilgili olarak adıgeçen Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararına
atıfta bulunan ilgililer yeşil olarak sınıflandırılan arsalarına ilişkin olarak
getirilen inşaat yasağının uzun süredir devam etmesinin mülkiyet
haklarına yönelik haksız bir ihlal olduğunu savunmuşlardır. Tam yargı
davası ilk derece mahkemesi önünde halen devam etmektedir.
Başvuranlar, arsalarının yeşil alan olarak sınıflandırılması sebebiyle uzun
süredir devam eden inşaat yasağının 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinde
öngörülen mülkiyet haklarına yönelik bir ihlal teşkil ettiğini iddia
etmektedirler. Hükümet idare mahkemeleri önünde tam yargı davası
açılmadığı cihetle iç hukuk yollarının tamamının tüketilmediğini
savunmaktadır. Gülizar– Türkiye (no: 40687/98, 1 Temmuz 2004) kararına
atıfta bulunan Hükümet, 2577 sayılı idari yargılama usulü kanununun 13.
maddesi çerçevesinde idare aleyhinde bu tür bir tazminat davası
açılmasının etkili bir başvuru yolu olduğuna dikkat çekmektedir.
Başvuranlar bu sava itiraz etmektedirler. Başvuranlara göre, iptal başvurusu
yapmalarına rağmen inşaat yasağı halen geçerlidir. Bu çerçevede başvuranlar
Ahmet ve Mehmet, 29 yıldır devam eden durumlarına ilişkin bir çözüm
sağlamayan iç hukuk yollarının yetersizliği nedeniyle tam yargı davası açmayı
dahi denememişlerdir. AİHM, AİHS’nin 35/1 maddesi uyarınca kendisine
ancak iç hukuk yollarının tamamı tüketildikten sonra başvuruda
bulunulabileceğini anımsatır. Bu itibarla Hükümetin iç hukuk yollarının
tüketilmediği yönündeki itirazının mevcut davada haklı olup olmadığı
meselesi öncelikli olarak gündeme gelmektedir. Konuyla ilgili olarak AİHM her
başvuranın ulusal mahkemelere AİHS’nin sözleşmeci devletlere kendi
aleyhlerinde iddia edilen ihlalleri telafi etme ya da bu ihlallerden kaçınma – ki
bu sözkonusu AİHS hükmünün sözleşmeci devletleri teşvik etme amacında
olduğu husustur- fırsatınıvermesi gerektiğine dikkat çekmektedir (bkz.
sözgelimi, Cardot – Fransa, 19 Mart 1991, prg. 36). AİHS’nin 13. maddesinin
konusu olan bu kural ulusal yargının ihlal iddiası karşısında etkili bir
başvuru imkânı sağladığı (bkz., Selmouni – Fransa, no: 25803/94, prg. 74)
varsayımı üzerine kuruludur. Bu nedenle AİHM’ye yapılan bir şikâyet en
azından özü itibarıyla iç hukukta emredilen süre ve biçimlere uygun olarak
ilgili ulusal mahkemeler önünde gündeme getirilmiş olmalıdır. Bununla
birlikte AİHS’nin 35. maddesinden doğan yükümlülük olası etkili, yeterli ve
erişilebilir başvuru yollarının gereği gibi kullanılmasıyla sınırlıdır (Sofri ve
diğerleri – İtalya, no: 37235/97). Esasen AİHS yalnızca iddia edilen ihlalle
ilgili olan müsait ve uygun başvuru yollarının tüketilmesini emreder. Yalnızca
teoride değil uygulamada da yeterli derecede bir kesinlik olmalıdır. Aksi halde
bu başvuru yolları istenen etkililikten ve erişilebilirlikten yoksun hale gelirler
(Akdivar ve diğerleri – Türkiye, 16 Eylül 1996 tarihli karar, prg. 66). Mevcut
davada AİHM, ilk olarak idare mahkemelerinde iptal davası açan
başvuranların inşaat izni vermeyi reddeden Biga Belediyesi’nin kararına itiraz
etmekle yetindiklerini tespit etmektedir. Sözkonusu başvuru yeşil alan
yaratma işlemine esas teşkil eden kamu yararı gerekçesiyle reddedilmiştir.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
172
AİHM, iptal talebinin reddedilmesinin ardından başvuranlar Çiğdem,
Ömer ve Erdem’in AİHM’ye mevcut başvuruyu sunduktan sonra bir
tazminat elde etmek maksadıyla idare mahkemeleri önünde bir tam
yargı davası açtıklarını gözlemlemektedir. Bu itibarla, başvuranların
bazıları yeni bir iç hukuk yoluna başvurmuştur ve açılan dava halen
ulusal mahkemeler önünde devam etmektedir. AİHM idare
mahkemelerinin nasıl bir karar verecekleri hususunda tahminde
bulunamaz. Öte yandan Türk Hukuku bu türden zararların tazminini
tümden reddetmemektedir (karşılaştırınız Sporrong ve Lönnroth,
adıgeçen, prg. 71). Ayrıca AİHS organları, başarısızlığa mahkûm olduğu
tebarüz etmemiş bir başvurunun başarı şansına ilişkin olarak şüphe
duyulmasının bu iç hukuk yolunun kullanılmaması için tek başına haklı
bir gerekçe teşkil etmeyeceğine devamlı surette dikkat çekmişlerdir
(Akdivar ve diğerleri, prg. 71 ; aynışekilde bkz. Brusco – İtalya, no: 69789/01
; Whiteside – Birleşik Krallık, no: 20357/7 Mart 1994 tarihli Komisyon
kararı). Dolayısıyla AİHM başvurunun bu bölümünün başvuranlar Çiğdem
Ömer ve Erdem yönünden erken olduğu ve iç hukuk yollarının tüketilmediği
cihetle AİHS’nin 35. maddesinin 1. ve 4 fıkraları uyarınca reddedilmesi
gerektiği sonucuna varmaktadır. Başvuranlar Rabia, Ahmet ve Mehmet’e
ilişkin olarak ise AİHM adıgeçene başvuranların diğer başvuranlar tarafından
açılan tam yargıdavasına iştirak etmediklerini tespit etmektedir. Bu itibarla
adıgeçenlerin şikayetleri de iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle
reddedilmelidir”.
Yukarıdaki kararlardan tazminat ödenmesi şartlarının oluştuğunun kabul
edildiği anlaşılmaktadır. Gerçekten, başka ülkelerle ilgili olarak verilen
kararlardan da anlaşıldığı üzere, İnsan Hakları Mahkemesi, uzun süreli
kamulaştırma kısıtlamaları nedeniyle tazminat ödenmesinin gerektiği
görüşündedir41. Bu durum adil denge veya ölçülülük ilkesine
dayandırılmıştır42. Ölçülülük ilkesinde43, mülkiyetten yoksun bırakılma
sonucunu doğuran müdahale için başvurulan araç ile güdülen meşru amaç
arasında makul ve dengeli bir ilişkinin olması aranmaktadır44. KRİTİS
(başvuru no: 35332/05) davasında, taşınmazın sonradan sit alanına
sokulmasından dolayı imar izni verilmemiş, imar yasağı kapsamındaki
arazinin kamulaştırılması talebi de reddedilmiştir. Mahkeme, mülkiyetten
yararlanma hakkının ölçüsüz şekilde kısıtlanması nedeniyle tazminat
yükümlülüğünün bulunduğuna hükmetmiştir.45
41 GEMALMAZ, s. 549 ve özellikle 550
42 GEMALMAZ, Burak, s. 519 vd.
43 Ölçülülük ilkesi de üç alt ilkeden oluşmaktadır. Bunlar, elverişlilik, gereklilik ve
oranlılıktır. Bir hak ve hürriyeti sınırlamak için kullanılan aracın, yani kanunun, sınırlama
amacını gerçekleştirme bakımından uygun olması elverişlilik ilkesini;kanun koyucunun
öngörülen amacı gerçekleştirebilmek için temel haklara getireceği sınırlamanın zorunlu olması
gereklilik ilkesini; amaç ile aracın birbirine karşı ölçüsüz olmaması gereği de oranlılık ilkesini
ifade eder, TUĞRUL, Saim, Kamu Hukuku Açısından Mülkiyet Hakkı ve Sınırlandırılması,
İstanbul, 2004, s. 107-108.
44 GEMALMAZ, s. 521, 618.
45 GEMALMAZ, s. 542
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
173
İmar hukuku alanında verilen bir çok kararda46 olayın özelliğine göre
değerlendirmelerde bulunulduğu, tarafların durumu, iyiniyet, kusur, göz
yumma, razı gelme, beklentinin haklılığı gibi bir çok unsurun dikkate alındığı
görülmektedir.47
İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’de idari yargının iyi işlemediğini kabul
etmektedir. Gerçekten, Mesutoğlu v. Türkiye (no. 36533/04) 14.10.2008
davasında;
“Başvurucular Hanım, Dilek,Yusuf ve Emrah Türk vatandaşı olup ,
sırasıyla 1955, 1986, 1984 ve 1988 yıllarında doğmuşlar ve Elazığ'da
yaşamaktadırlar. Başvurucular yakın iki akrabalarının bir trafik kazasında
hayatını kaybetmesi nedeniyle Elazığ Belediyesine karşı zararlarının tazmini
için dava (ç.n: tam yargı) açmışlardır. Başvurucular AİHM başvurularında
idari davalarının, usulü bir kusur nedeniyle ilk dilekçelerinin reddedilmesi
sonrasında dilekçelerini yasada belirtilen süre içersinde ve yasada belirtilen
şekil koşullarına uygun olarak yenilemelerine rağmen reddedildiği
yakınmasında bulunmuşlardır. Başvurucular Madde 6/1 (duruşma hakkı) ve
Madde 13'ü (etkin iç hukuk yolu hakkı) dayanak göstermişlerdir. Mahkeme,
Türk idare mahkemelerinin davacıları mahkemeye ulaşma hakkından
yoksun bırakacak şekilde, dilekçenin biçimlendirilmesine çok fazla önem
verdiği düşüncesindedir. Dolayısıyla Mahkeme oybirliğiyle, Madde 6/1
ihlali olduğuna ve Madde 13 altında ayrı bir meselenin ortaya
çıkmadığına karar vermiştir. Mahkeme manevi zararlar için 3.000.-
EURO'nun başvurulara ödenmesine karar vermiştir.”
Türkiye’de tazminat davaları bakımından adli-idari yargı ayrımı
kaldırılmalıdır. Çünkü her iki yargı yolunda da tazminatın belirlenmesi
Borçlar Kanunu’na göre yapılmaktadır. Ancak İdari yargıda, devleti koruma
düşüncesi ile hareket edilmekte ve tazminat hakkını kısıtlayıcı yorumlar
yapılmaktadır. Örneğin idari yargıda fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak
kısmi dava açılamamaktadır. Tanık dinletilememektedir. İYUK m 13 de 1 yıl
ve beş yıllık sınırlayıcı süreler bulunmaktadır. Çok şekilci davranılmakta,
davalar ehliyet veya süre yönünden kolaylıkla reddedilmektedir. En önemlisi,
tazminatın belirlenmesinde gerçek durum yerine sadece resmi belgeler
dikkate alınmaktadır.48 Bu durumun da farkında olan İnsan Hakları
46 Özellikle, Sporrong ve Lönnroth/İsveç Kararı bu hususta önemli bir emsal niteliğindedir.
Bu Kararın içerik ve yorumu hakkındaki detaylar için bkz. DİNÇ, Güney, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Malvarlığı Hakları, Türkiye Barolar Birliği Yanınları: 124, 2007, Ankara, s. 37-45
47 DİNÇ, s. 126-142 arasında imar hukuku alanında imar planları ile ilgili verilmiş bir çok
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı vardır. Ayrıca bkz. SARI, H. Gürbüz, Mal Varlığı
Haklarının Korunması, 2006, İstanbul, s. 93-95
48 Örneğin bir davada (Bursa 1. İdare Mahkemesi 2003/2212 Esas), mermer atölyesinin
servis yolunda kaldığı ve kamulaştırılacağı gerekçesi ile elektriği kesilmişti. Oysa yolun açılması
ile ilgili alınmış hiçbir karar yoktu. Elektiriği kesme işleminin hukuka aykırılığı saptanıp, iptali
sağlandıktan sonra işyerinde çalışmanın yapılmadığı süre ile sınırlı 100.000-TL tutarlı (fazlaya
ilişkin haklar saklı tutulamadığı için tazminat tutarı en yüksek seviyede tutulmak zorunda
kalındı) maddi tazminat, 10.000-TL manevi tazminat davasında, sadece önceki dönemdeki vergi
ile defter kayıtları baz alınarak muhasebeciye yaptırılan bilirkişi incelemesine göre 10.000-TL
maddi tazminata ve manevi tazminatın reddine karar verildi. Danıştay da bu kararı onadı
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
174
Mahkemesinin Kanun ismi ve maddesi de vererek idari yargı yolunu işaret
etmesi düşündürücüdür. Halbuki idarenin taşınmazın (kamulaştırma)
bedelini ödemek ile yükümlü tutulması daha doğru olurdu. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin görüşüne göre, taşınmazın kısıtlılık durumunun
oluşturduğu zararın belirlenip hüküm altına alınmasından sonra, zaten
idareler kamulaştırma yolunu tercih edeceklerdir. Hüküm altına alınacak
zarar, büyük ihtimalle, ileride yapılacak kamulaştırmadaki bedel tespitinde
dikkate alınacağından, bir başka anlatımla, kamulaştırma bedelinden
mahsup edileceğinden, taşınmaz malikinin mağduriyeti giderilmiş olmayacak,
açtığı davalar ve verdiği uğraşılar nedeniyle yıpranması söz konusu olacaktır.
Ayrıca Uluslararası Mahkeme, tazminatın nasıl belirleneceği yönünde net
bir görüş belirtmemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sporrong ve
Lönnroth-İsveç, Kararında49, bir belediyenin kamulaştırma izni aldıktan
sonra, tasarlamış olduğu kamulaştırma hakkında kesin kararı hazırlamak
için ihtiyaç duyduğu planı tamamlamak ve yerine getirmek için dört yıllık bir
süreye gerek bulunmasının makul olduğunu, bu sürelerin, kamulaştırma ile
ilgili süreçten düşülerek, tazminatın kalan süre ile sınırlı belirlenmesi
gerektiğini kabul etmiştir.
-“ Kamulaştırma izni Riddaren No. 8 taşınmazı için yirmi üç yıl,
Barnhuset No. 6 için sekiz yıl yürürlükte kalmıştır (aynı karar, parag. 18 ve
25). Başvurucular bu "zarar dönemleri"nden, iznin kabulünün mümkün
olduğu süreyi (sırasıyla on yedi ay ve on beş ay), "hipotetik yeniden gelişimi"
tasarım aşaması (bir yıl) ile yıkım ve yeniden yapım süresini (bir yıl)
çıkarmışlardır. Öte yandan başvurucular, izinlerin sona ermesinden sonra
hazırlık planları, yıkım ve yeniden yapım için gerekli süreleri (iki yıl)
eklemişlerdir. Buna göre başvurucular, Riddaren No. 8 taşınmazı için
yaklaşık yirmi bir yıllık (1960-1980) ve Barnhuset No. 6 taşınmazı için yedi
yıllık (1975-1981) bir sürenin olduğu sonucuna varmışlardır. Hükümet ise
toplam süreden, Belediyenin işlem yapabilmesi için gerekli süreyi (iki yıl) ve
ayrıca, kamulaştırma yapıldığı varsayılacak olursa, mahkemeye dava açılması
ile Belediyenin mülkiyeti teslim alması arasında geçecek süreyi (üç yıl)
düşmüştür. Hükümet, başka şeylerle birlikte, Stockholm Belediyesinin daha
16 Ekim 1978’de kamulaştırma izinlerinin iptali için başvurduğunu (bk. aynı
karar, parag. 28) hatırlatarak, Riddaren No. 8 taşınmazı için yaklaşık on sekiz
yıllık (1961 -- 1978) ve Barnhuset No. 6 taşınmazı için üç yıllık (1976 -- 1978)
bir sürenin bulunduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme, bir belediyenin
(Danıştay 8. Dairesi 27.3.2007, 2006/359, 1712) ve karar düzeltme talebi de reddedildi. Oysa,
Yargıtay’a göre defter kayıtları tek başına delil sayılmaz. Sadece defter ve vergi kayıtlarıyla
sonuca ulaşılsa, kamulaştırma davalarında emlak beyanı dikkate alınarak değer biçilir,
tazminat davalarında asgari ücret üzerinden gösterilen müdür maaşı dikkate alınır, şirketlerin
değeri ve sermayeleri kayıtlı değer üzerinden belirlenir, boşanma/" target=_blank>boşanma, nafaka/" target=_blank>nafaka, her türlü tazminat
davalarında resmi kayıtlar dikkate alınır gerçek durum görmezden gelinirdi. Halbu ki, yargı
kararları ne kadar gerçeğe uygun olursa, o kadar da adaletli olur. Yapılması gereken makine
mühendisi, mermerciler odasından bir kişiden de oluşan heyetle, tazminatın gerçek tutarın
belirlenmesiydi. Dava sonunda alınan tazminat, ancak Nilüfer Belediyesi avukatının vekalet
ücretini karşılayabildi. Görüldüğü gibi idari yargıda adaletli sonuca ulaşılması zordur.
49 http://aihm.anadolu.edu.tr/aihmgoster.asp?id=94
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
175
kamulaştırma izni aldıktan sonra, tasarlamış olduğu kamulaştırma
hakkında kesin kararı hazırlamak için ihtiyaç duyduğu planı
tamamlamak ve yerine getirmek için dört yıllık bir süreye gerek
bulunmasının makul olduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre,
mevcut davada Stockholm Belediyesinin kararlar verebilmesi için dört
yıllık süreler yeterlidir. O halde zarar dönemleri Riddaren No. 8 taşınmazı
için on dokuz yıl (1960 -- 1978) ve Banhuset No. 6 taşınmazı için dört yıl
(1975 -- 1978) olarak alınmalıdır. Kurucu unsurlar : Bu dönemler içinde
elde edilen net gelirle ilgili olarak davanın tarafları arasında, kira
gelirlerinin miktarı ve işletme ve koruma masrafları konusunda bir
uyuşmazlık yoktur. Ayrıca, Mahkeme’nin önündeki belgeler, kamulaştırma
izinleri çıktığı zaman, Riddaren No. 8 taşınmazı ile Barnhuset No. 6
taşınmazının kira gelirlerinde önemli bir düşüş olduğuna işaret
etmemektedir; öte yandan bu belgeler, söz konusu zarar dönemlerinde ve
hatta daha sonra, makul bir artış oranı bulunduğunu, kamulaştırma
izinlerinin geri alınmasının her hangi bir ani artışa yol açmadığını açıkça
göstermektedir. Nihayet, bayan Lönnroth bazen kiracı bulmakta zorluklar
yaşamış ise de, bu durumun taşınmazdan elde edilen geliri etkilediği
görülmemektedir. Özetlenecek olursa, Mahkeme’nin önündeki bilgiler,
kamulaştırma izinlerinin aşırı uzunluğu nedeniyle, taşınmazların getirilerinde
azalma olduğunu kanıtlamamaktadır. Piyasa değeri konusunda Hükümet
avukatı ve Komisyon temsilcisi, taşınmazların gerçek değerlerinin
düşmediğini ve hatta Riddaren No. 8’in değerinin, meselenin çıktığı dönem ile
kamulaştırma izinlerinin geri alındığı dönem arasında hafif bir artış
kaydettiğini kabul etmişlerdir. Mahkeme, başvurucu tarafından da pek itiraz
edilemeyen bu görüşe katılmıştır. Zarar dönemlerinin başlangıcı ile bitiş
tarihleri arasında bir karşılaştırma yapılacak olursa, başvurucuların mali
açıdan zarar etmedikleri görülür; buna rağmen Mahkeme, bu dönem içinde
hiçbir kaybın bulunmadığı sonucuna varmamaktadır. Aslında dikkati çeken
başka bazı faktörler de vardır. İlk olarak, taşınmazların kullanımı üzerinde
kısıtlamalar vardır; yani başvurucular kendi yerleri üzerinde "yeni
inşaat" yapamazlardı ve ruhsatlı bile olsa böyle bir iş yapmış olsalardı,
kendilerini büyük bir risk altına sokmuş olurlardı; çünkü taşınmazlarının
kamulaştırılması halinde, kapital değerinde meydana gelen artışın
ödenmesini talep etmeme taahhüdünde bulunmakla yükümlü
tutulmuşlardı (bk. esas hk. 23.09.1982 tarihli karar, parag. 58). Buna
bir de ipotek karşılığı kredi elde edilmesinde karşılaşılan güçlükler
eklenmelidir; başvurucu bayan Lönnroth, bu yolla Barnhuset No. 6
binasının dış yüzeyini yenilemek için bir kredi elde edememiştir (bk.
aynı karar, parag. 24). Buna ek olarak, zarar dönemlerinde söz konusu
taşınmazların değerlerinin düştüğü unutulmamalıdır. Mevcut davada,
başvurucuların taşınmazlarının söz konusu dönemden sonraki gerçek
değerleri, tartışma konusu işlemlerin yapıldığı zamanki değerinden daha
az değil ise de, kamulaştırma iznine tabi olan ve bu suretle her an
sahibinin elinden alınabilecek olan bir taşınmazın eski değerini sürekli
olarak koruyamayacağı açıktır. Dahası, başvurucuların tasarlamış
olabilecekleri her hangi bir yeniden gelişme planını o dönemde
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
176
gerçekleştirme imkanı da yoktur. Bu nedenle, planı gerçekleştirme
ihtimali kuşkulu olsa da, başvurucuların dikkate değer bazı fırsatları
kaybetmekten ötürü zarara uğramış olabilecekleri de söylenebilir. Her
şeyden öte, başvurucular uzun bir süre belirsizlik içinde kalmışlardır;
başvurucular taşınmazlarının kaderinin ne olacağını bilememişler ve
karşılaştıkları güçlüklerin Hükümet tarafından dikkate alınmasını
sağlama yolu bulamamışlardır. Bu faktörler, başvurucuların davalarının
meselenin her yönü üzerinde karar verme yetkisine sahip bir yargı yeri
tarafından dinlenmediği için, Sözleşme’nin 6(1). fıkrası ihlalinin (bk.
aynı karar, parag. 87) meydana getirdiği manevi zarara eklenmelidir. O
halde başvurucular Sporrong Miras Şirketi ve bayan Lönnroth,
kamulaştırma izinlerinin kaldırılmasıyla giderilemeyen bir zarara
uğramışlardır. Bu olayda uğranılan zararın miktarının takdiri özel bazı
güçlükler göstermekte ve hayli problematik bulunmaktadır. Bu güçlükler,
gayri menkul meselelerinin teknik özellikleri, başvurucular ile Hükümet
adına hareket eden uzmanlar tarafından yapılan hesaplamaların karmaşıklığı
ve zarar gören taraflarca ileri sürülen taleplerde değişiklik müdahaleleri
üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu güçlükler her şeyden öte, fırsat kayıplarının
miktarını yaklaşık olarak bile belirleme imkanı görünmemesinden
doğmaktadır. Bu bağlamda davanın taraflarının önerdiği yöntemlerden hiç
biri, Mahkeme’ye tatmin edici bir cevap verecek bir yöntem olarak
görünmemektedir. İlk olarak, başvurucular tarafından getirilen ve "hipotetik
yeniden gelişme" denilen yöntem, başvurucuların varolan binalarının
yıkılması ve yerlerine yenilerinin yapılması suretiyle, taşınmazlarının
tamamen yenilenmesini varsaymaktadır. Bu, davadaki olaylarla
desteklenmeyen aşırı ve harici bir hipotezdir. Mahkeme tam tersine, daha 18
Nisan 1974’te başvurucuların taşınmazları üzerine yıkım yasaklarının
konulduğunu ve başvurucuların da bu tedbirler aleyhine Strasbourg
organları önünde şikayette bulunmadıklarını kaydeder. O halde bu yöntem,
bu davada makul bir şekilde kullanılamaz. Hükümet tarafından önerilen ve
"gerçek kullanma" denilen ikinci yöntemin kendisi de, hesaplama için kabulü
mümkün bir temel sağlamaktadır. Bu yöntemin, taşınmazların
kamulaştırma izinleri nedeniyle azalmayan doğrudan getirisini (bk.
yukarıda parag. 23) ölçmek için kullanılabileceği doğrudur; fakat bu
yöntem sadece kısmen piyasa değeri için uygulanabilir. Bu davada
uygulandığı şekliyle bu yöntem katı ve eksiktir. Bu yöntem ilk olarak,
taşınmazların söz konusu izinlerden önceki değeri ile izinlerin
kaldırılmasından sonraki değerini karşılaştırılması ve ikinci olarak da,
taşınmazların değerindeki değişiklik ile enflasyon oranındaki
değişikliğin karşılaştırılmasıyla yetinmektedir. Bu yöntem, her iki olay
arasındaki dönemi dikkate almamaktadır. O halde bu yöntem, mal
sahiplerinin özellikle taşınmazlarının değerindeki düşme nedeniyle
karşılaştıkları güçlükleri ve söz konusu tedbirler bulunmasaydı
taşınmazlarını iyileştirme ihtimallerini göz önünde tutmamaktadır. Bu
noktada başvurucular tarafından geliştirilen hipotez, Mahkeme’yi ikna edecek
nitelikte değilse bile, her halükarda akılda tutulması gereken bir faktör
oluşturmaktadır. Mahkeme önerilen bu yöntemleri yetersiz görmüş,
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
177
ancak kendisi başka bir yöntem oluşturmayı da düşünmemiştir. Çünkü
olayın şartları Mahkeme’yi, konuyla ilgili gördüğü zarar süresi ve zararın
kurucu unsurları gibi faktörlerle (bk. yukarıda parag. 22 ve 25)
yetinmeye ve bunları bir bütün olarak değerlendirmeye götürmüştür.
Sonuç olarak, Birinci Protokolün 1. maddesinin ve Sözleşme’nin 6(1).
Fıkrasının ihlal edilmeleri, başvurucuların zarar görmelerine neden
olmuştur. Görülen zarar, birbirinden ayrılamayan ve hiç biri kesin bir
hesaplamaya imkan vermeyen unsurlardan oluşmuştur. Mahkeme bu
unsurları Sözleşme’nin 50. maddesinin gerektirdiği gibi, hakkaniyet
temeline dayanarak birlikte ele almıştır. Mahkeme bu amaçla, ilk olarak
Riddaren No. 8 taşınmazı ile Barnhuset No. 6 taşınmazı arasındaki değer
farklılıklarını ve ikinci olarak da, iki zarar dönemi arasındaki farklılığı
dikkate almıştır.M ahkeme böylece, Sporrong Miras Şirketi için 800,000
İsveç Kronu ile bayan Lönnroth için 200,000 İsveç Kronu takdir edilmesi
gerektiği sonucuna varmıştır.”
Karardaki açıklamalar dikkate alındığında, İdareye karşı açılacak
tazminat davasında, dört yıl geçtikten sonra taşınmazdan elde edilecek
kiranın veya değer farkının dava konusu yapılabileceği sonucu çıkmaktadır.
Türk hukukunda bu süre 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 10. maddesi ile 5 yıl
olarak belirlenmiştir. O halde, imar planında kamu hizmeti veya tesisine
ayrılan yerin kamulaştırılması için planın kesinleşmesinden itibaren 5 yıllık
bir sürenin makul olduğu kabul edilebilir.
5 yıllık sürenin dolmasından sonra, fiili elatmanın olmaması nedeniyle
kamulaştırmasız elatma davası açılamayacağına dair Yargıtay kararları ve
idarenin kamulaştırmaya zorlanamayacağına dair Danıştay kararları dikkate
alınarak, Uluslararası Mahkemenin kararlarına göre idari yargıda doğrudan
tam yargı davası açılacaktır.
Süre Sorunu: İmar planında kamu hizmetlerine ayrılmış yerlerin uzun
süre kamulaştırılmaması idari eylem mi yoksa idari işlem niteliğinde midir?
İdarenin idari işlemlerden doğan sorumluluğuna ilişkin tam yargı davaları
İYUK m 12; idari eylemlerden doğan sorumluluğuna ilişkin tam yargı davaları
İYUK m 13 kapsamında kalmaktadır.50
İmar Kanunu m 10 da, belediyelerin, imar planlarının yürürlüğe
girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar
programlarını hazırlayacakları; bu program içinde bulunan kamu
kuruluşlarına tahsis edilen alanların, ilgili kamu kuruluşlarına bildirileceği;
beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet
tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşlarının, bu program
süresi içinde kamulaştıracakları; bu amaçla gerekli ödeneğin, kamu
kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulacağı açıkça belirtilmiştir. Kanunun
idareyi görevlendirdiği hususta, idarenin mali veya teknik imkansızlıklar
50 CANDAN, Turgut, İdari Yargılama Usulü Kanunu, Ankara, 2005, s. 160.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
178
nedeniyle hizmeti yerine getirmekten kaçınması, kanunu tanımamakla
(kanunsuzlukla) eşdeğerdir.51
Buna göre İmar Kanunu ile getirilen zorunluluğa uymayan idarenin
hizmet kusuru bulunduğu kabul edilmelidir. İdarenin hareketsizliği nedeniyle
oluşan bu hizmet kusuru, idari işleme dayanmadığından, doğrudan tam yargı
davası açılabilir.52
İhlal ve ihlalin neden olduğu zarar, 5 yıllık makul sürenin dolmasından
sonra devamlılık kazanacaktır.
İYUK m 13 de, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların tam yargı
davası açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemelerinin gerekli olduğu; bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği belirtilmiştir. Bu
hüküm dikkate alınarak aşağıda açılacak dava türlerine göre sürenin
belirlenmesi üzerinde durulacaktır.
13. maddeye göre dava açılmadan önce idareye hakların verilmesi için
başvuru yapılması gerekmektedir. Bu başvurunun amacı, eylemi ile zarar
veren idareye, zararın telafisi konusunda imkan tanınmasıdır. Başvuru
yapılmaksızın açılan davada, 15.3.1979 Tarih ve 1971/9, 5 sayılı DİBK kararı
gereği, idari merci tecavüzü nedeniyle dosyanın yetkili idari mercie tevdiine
karar verilmektedir.53
Başvuru için ön görülen 1 ve 5 yıllık süreler dava açma süresi niteliğinde
değildir. Dava açma süresine başlangıç oluşturacak işlemin yapılma
süreleridir.54 Ancak bu işlemin süresinde yapılmaması nedeniyle dava
reddedilmektedir. O nedenle dava açma süresini etkileyen başvuru sürelerine
uyulmaması durumunda da süreden ret kararı verilmektedir.55
1-Taşınmazdaki Değer Düşüşünün Dikkate Alınacağı Görüşü
Bu durumda, taşınmazın kamu hizmetine tahsisli halindeki değeri ile
çevresindeki dokuya ait imar durumu dikkate alınarak imarlı olsaydı değeri
arasındaki fark tazminat olarak istenebilecektir.
51 ÖZGÜLDÜR, Serdar, Tam Yargı Davaları, Ankara, 1996, s. 78; Aksi görüşte, ARMAĞAN,
Tuncay, İdarenin Sorumluluğu ve Tam Yargı Davaları, Ankara, 1997, s. 39-40.
52 KAPLAN, Gürsel, İdari Yargıda Dava Açma Süreleri, Ankara, 2007, s. 321. Ayrıca bkz.
deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davanın, uğranıldığı
belirtilen zararın idarenin üzerine düşen görev ve yükümlülüğü gereği gibi yerine
getirmemesinden, dolayısıyla eylem ya da eylemsizliğinden kaynaklandığı gerekçesiyle 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine
dair Dan. 6. D. 12.4.2004, 1477/2115 sayılı Kararı.
53 CANDAN, s. 465.
54 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref – DİNÇER, Güven, İdari Yargılama Usulü, Ankara, 2001 s. 398.
55 KAPLAN, s. 358.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
179
1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu m 30 da, kanunlar veya diğer kamu
düzeni koyan mevzuatla tasarrufu kısıtlanan bina, arsa ve arazinin
vergisinin, kısıtlamanın devam ettiği sürece 1/10 oranında tahsil olunacağına
dair hüküm dikkate alınarak, kamu hizmetine ayrılmış taşınmazın imarlı yere
oranla değerinin 1/10 oranında düşük olacağı karine olarak kabul edilebilir.
Örneğin park alanına kalan 1000 m2 taşınmazın değeri serbest piyasada
100.000-TL, civarındaki konut alanlarının değeri ise 1.000.000-TL ise, arsa
sahibi aradaki fark olan 900.000-TL tazminat olarak talep edebilecektir.
Bu bedel aynı zamanda, taşınmaz kamulaştırılsaydı alınacak bedel56 ile
taşınmazın mevcut durumuna göre belirlenecek bedel arasındaki farka
karşılık gelmektedir.
İleride taşınmazın kamulaştırılması halinde, tazminatın ödendiği tarihteki
toplam değer düşüklüğü oranında idare kamulaştırma bedelini eksik
ödeyecektir. Örneğin yukarıdaki olayda taşınmazın değerinin 9/10’ önceden
alınmış olduğundan, 3 yıl sonra yapılan kamulaştırmada, kamulaştırma
bedelinin 1/10’u arsa sahibine ödenecektir. Kamulaştırma tarihi itibarıyla
park halindeki değer üzerinden arsa sahibine ödeme yapılarak da benzer
sonuca ulaşılabilir.
Bu tür bir davada mülkiyet hakkının ihlali ve dolayısıyla da zarar
devamlılık gösterdiğinden, idareden zararın giderilmesinin istendiği tarih
itibarıyla zarar belirlenecek ve hüküm altına alınacaktır. Dolayısıyla istenen
tazminata faiz de bu tarihten itibaren işleyecektir.57 İhlalin ve neden olduğu
zararın sürekliliği ile bölünmezliği dikkate alınarak dava açma süresi
konusunda bir kısıtlama olmaması gerektiğini düşünüyoruz.58
2-Taşınmazdan Elde Edilecek Gelirin Dikkate Alınması Gerektiği
a Görüşü
Bu durunda ise, taşınmazın etrafındaki imar durumuna uygun olarak
değerlendirilerek elde edilecek gelirin tazmini istenmektedir. Bir fırsattan
yoksun kalınması sonucu mal varlığındaki eksilmenin telafi edilmesi gerektiği
kabul edilmektedir.59 Haksız eylem veya işlemin, fırsatın yitirilmesine büyük
ölçüde neden olup olmadığına göre zararın telafi edilmesine karar
verilmektedir.60
56 -“…Kamulaştırma bedelinin arttırılması davalarında taşınmazın ilerde uygulanacak imar
planı içerisindeki konumu dikkate alınmaksızın mevcut durumu itibariyle değerlendirme yapılır.
Örneğin imar planına göre yeşil alan içerisinde yer alan bir taşınmazın kamulaştırılması
sırasında bu taşınmaz üzerinde plana göre hiç bina yapılamayacağı gerekçesi ile az değer
verilemez”, Y. 18. HD. 22.10.1996, 8169/9169.
57 CANDAN, s. 187.
58 KAPLAN, s. 351-352, 355, 362-363.
59 BÜYÜKSAĞİŞ, Erdem, Maddi Zarar Kavramı, İstanbul, 2007, s. 245 vd.
60 BÜYÜKSAĞİŞ, s. 249 vd.; CANDAN, zararın doğmasının kaçınılmaz olması durumunda
olası zararın dikkate alınabileceği görüşündedir, CANDAN, s. 162; GÖZLER, Kemal, İdare
Hukuku, C II, BURSA, 2003, s. 1180 vd.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
180
Ülkemizde arsaların değerlendirilmesi, genellikle kat karşılığı inşaat
yapmak üzere yükleniciye verilmeleri ile mümkün olabilmektedir. Park
alanında kalmayan bir taşınmazın kat karşılığı verilerek değerlendirilmesi
büyük olasılık içindedir.
O halde, taşınmazın kat karşılığı olarak yükleniciye verilmesi ile mutad
paylaşım oranı ve inşaat süresine göre yükleniciden alınacak bağımsız
bölümlerin kira geliri tazminat olarak istenebilecektir. Örneğin, park alanına
kalan 1000 m2 taşınmazın etrafında konut imarı söz konusudur. 1000 m2 lik
arsa üzerine 150 m2 lik 10 adet daire yapılabilmekte, yüklenicilere %60, arsa
sahibine %40 verilmekte ve inşaatın da en geç 3 yılda bitirilmesi
öngörülmektedir. Arsa sahibi, kendisine kalacak 150 m2 lik 4 adet dairenin
3 yıldan sonraki kira mahrumiyetlerini dava konusu yapabilecektir. Kira
mahrumiyeti ile ilgili dava belli aralıklarla açılacaktır. Örneğin, inşaatın
yapımının öngörüldüğü 3 yılın bitiminden sonraki 2 yıl dolunca, bu 2 yılık
kira bedelinin, her ay için muaccel olan günden itibaren faizi ile birlikte
tahsili için dava açılacaktır. Bu şekilde, idarenin kamulaştırma işlemi yapana
kadar arsa sahibine kira ödemesi söz konusu olacaktır.
Bu davada da, mülkiyet hakkı ihlalinin sürekliliği nedeniyle, idareye
zararın karşılanması için başvurulduğu tarih dikkate alınarak değerlendirme
yapılacaktır. İmar planının kesinleşmesinden itibaren 5 yıl dolduktan sonra
hangi tarihte zararın giderilmesi için idareye başvurulmuşsa, o tarihten
sonrası için arsa üzerine yapılacak inşaatın bitim süresi dikkate alınarak gelir
kaybı hesaplanacaktır. Bu başvurunun 5 yıldan sonraki inşaat süresi de
dikkate alınarak yapılması gerekir. Yukarıdaki örneğe göre, idareye
başvurunun planın kesinleşmesinden sonra en az 5+3= 8 yılın geçmesinden
sonra yapılması gerekmektedir.
Görüldüğü gibi bu yöntemde bir çok ileriye dönük varsayımlarda
bulunulmaktadır. Ayrıca, zararın bölünebilmesi imkanı olduğundan, her yıl
için idareye başvurarak ön karar almak gerekecek, bu formalitenin yerine
getirilemediği dönemler için dava açma hakkı kaybedilecektir. Bir başka
anlatımla İYUK m 13 deki 1 yıllık süre geçtikten sonra, önceki döneme ait
kira kaybının talep edilmesi mümkün olmayacaktır.
Yukarıdaki hesaplama yöntemlerinden en gerçekçi ve varsayıma dayalı
olmayanı birinci seçenekte belirtilendir. O nedenle de, idari yargıda açılacak
tazminat davasında taşınmazdaki değer düşüklüğünün dikkate alınmasının
uygun olacağını düşünüyoruz.
Zararın Hesabında Denkleştirme: Taşınmaz üzerinde malikin bizzat veya
kiraya vererek vs. yararlandığı bir taşınmaz varsa, bu nedenle oluşan kazancı
denkleştirmeye tabi tutulmalıdır. Hatta bazen davacının tazminat talebinin
reddedilmesi bile söz konusu olabilir. Örneğin, daha önce imarsız bir
haldeyken ana yol üzerine yapılan işyeri, imar planı geçmesinden sonra,
tamamen park alanında kalmıştır. Taşınmaza imar verilseydi dahi bu
büyüklükte inşaatın yapılamayacağının anlaşıldığı durumlarda, arsa
sahibinin tazminat talebi reddedilecektir.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
181
Hukuki sürecin işletilmesindeki zorlukları dikkate alan vatandaşlar
taşınmazlarını elverişsiz imar durumundan kurtarmak için değişik yollara
başvurmaktadırlar. Bunlardan bazıları şöyledir;
1- Taşınmazı kamu tesisleri alanından çıkaracağını ve üzerine çevreye
uygun konut ya da ticari amaçlı yapı inşa edeceğini vaat eden yüklenici ile,
noterden kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılmaktadır. Böylece imar durumu
müsait olan bir taşınmaz için piyasa rayiçlerine uygun olarak o yöredeki
paylaşımın %40 (arsa sahibi)- %60 (yüklenici) olduğunu varsaydığımızda,
yüklenici taşınmazın imar durumun düzeltilmesi için yapacağı çalışma ve
giderleri göz önünde tutarak, arsa sahibine %25 veya %30 gibi bir pay teklif
etmekte, aralarında imar durumun düzeltilmesi için bir süre
kararlaştırılmakta ve o süre içinde beklenen imar düzenlemesi sağlandığında
kararlaştırılan inşaat süresi devreye girmektedir.
2- Arsa sahibi, imar sorununu çözmeyi üstlenen etkili ve idarelere karşı
sözünü geçirebilecek olan kişiye, tapusunu devretmekte ve o kişi taşınmazın
maliki sıfatıyla idarede sözünü geçirmeye çalışmakta, imar durumu
düzeldikten sonra, arsa sahibine haklarını geri vermektedir. Bunun bir
benzeri de taşınmazın tamamı değil de bir kısmının etkili ve nüfuzlu kişi
üzerine aktarılmasıdır.
3- İmarı düzgün olmayan taşınmaza talip olan kişi bu yeri düşük
bedelden satın alarak, idarelere yaptığı başvuru sonucunda imarını
düzeltmeyi tasarlamakta, kendisine verilebilecek sözler doğrultusunda
taşınmazı çok düşük bir değerle satın almakta, kısa bir süre sonra
taşınmazın imarı düzeltilmektedir.
Görüldüğü gibi, taşınmazdaki uzun süreli tasarruf kısıtlamaları, mülkiyet
hakkının ihlali yanında, haksız kazanca neden olmakta ve hukuk dışı yolların
aranmasını teşvik etmektedir.
PEKİ ÇÖZÜM NE OLMALIDIR ?
Kanımızca imar planında uzun süre kamu alanında kalan yerlerin belli
bir süre içinde (örneğin 5 yıl) içinde kamulaştırılmasını zorunlu tutacak yasal
düzenleme yapılmalıdır. Bu yasal düzenlemeye uymayanlar hakkında ağır
cezai yaptırımlar öngörülmelidir. Ayrıca, sürenin sonunda mal sahibine
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açma hakkı tanınmalıdır.
Yapılacak düzenlemede en önemli sorun, kamulaştırma bedelinin teminindeki
güçlüktür. Bu da, ihdas edilecek bir ek vergi veya emlak vergilerinden
alınacak bir katkı payı ile sağlanabilir. Özellikle Emlak Vergisi Kanunu’na
koyulacak bir hüküm ile katkı payı (ek vergi) ihdas edilerek, taşınmaz
sahiplerinin hakları arasındaki dengesizlik ve adaletsizlik giderilebilir.61 Böyle
61 Benzer bir uygulama 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu m 12 de
yapılan değişiklikle getirilmiştir. Söz konusu değişiklik hükmünde “Belediyelerin ve il özel
idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi
amacıyla kullanılmak üzere 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 8 inci ve
18 inci maddeleri uyarınca mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin % 10'u nispetinde
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 2 • Yıl: 2011
182
bir düzenlemede, toplanan paranın sadece kamu alanında kalan yerlerin
kamulaştırmasını desteklemek amacıyla kullanılacağının belirtilmesi gerekir.
SONUÇ: Kamu alanında kalan yerlerin uzun süre kamulaştırılmaması
durumunda,
1-Yoğunluk arttırımı nedeniyle, asgari sosyal donatı alanları ile ilgili
standartlar ve aynı nitelikte eşdeğer alan ayrılmasına dair mevzuat hükmü
dikkate alındığında, idareyi imar izni vermeye zorlayıcı davadan sonuç almak
güçtür.
2-İdareyi kamulaştırmaya zorlayacak bir davadan da sonuç
alınamamaktadır. Devleti koruma düşüncesine dayanılarak verildiğini
düşündüğümüz Danıştay kararlarının, anayasal ve evrensel mülkiyet
hakkının, hak arama özgürlüğünün ihlaline neden olduğu açıktır. Fakat
Danıştay’ın bu görüşünü terk etmesine veya bu konuda yeni bir düzenleme
yapılmasına kadar, idareleri kamulaştırmaya zorlamak mümkün
görülmemektedir.
3-Taşınmazda hukuki yönden tasarrufun engellenmesi nedeniyle, ilgili
idare aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası
açılabilmelidir. Ancak Yargıtay, fiili elatma olmadıkça, bu tür davaların
reddedilmesi gerektiği görüşündedir.
4-Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
yapılan başvurularda da, iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul
edilemezlik kararları verilmekte, hükümetin savunması doğrultusunda, idari
yargıda tam yargı davası açılması gerektiği ifade edilmektedir.
5-Uluslararası Mahkemenin görüşü de eleştiriye açıktır.
a-Öncelikle Yüksek Mahkeme, idari yargıda açılacak davada tazminatın
nasıl hesaplanacağına dair görüş bildirmediği gibi, kendisinin verdiği
tazminat kararlarında da, belli kriterler ortaya koymaktan kaçınmaktadır.
b-Halbuki, idareye taşınmazın (kamulaştırma) bedelinin ödenmesi
zorunluluğu getirilmesi daha doğru olurdu. Taşınmazın kısıtlılık durumunun
oluşturduğu zararın belirlenip hüküm altına alınmasından sonra, zaten
idareler kamulaştırma yolunu tercih edeceklerdir. Hüküm altına alınacak
zarar, büyük ihtimalle, ileride yapılacak kamulaştırmadaki bedel tespitinde
dikkate alınacağından, bir başka anlatımla, kamulaştırma bedelinden
mahsup edileceğinden, vatandaşın mağduriyeti giderilmiş olmayacak, açtığı
davalar ve verdiği uğraşılar nedeniyle yıpranmış olacaktır. İnsan Hakları
Mahkemesinin benimsediği yol dolambaçlı ve usul ekonomisine aykırıdır.
c)Türkiye’de idari yargının özellikle tazminat davaları bakımından iyi
işlemediği ve devleti koruyucu kararlar verildiğini tespit eden Uluslararası
Mahkemenin idari yargıdan beklenti yaratacak karar vermesi bir çelişki
oluşturmaktadır. Esasen Türkiye’de tazminat davaları bakımından adli-idari
Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı tahakkuk ettirilir ve ilgili belediyesince
emlak vergisi ile birlikte tahsil edilir” (5835 - 4.2.2009 /m1) denilmektedir.
Uzun Süre Kamulaştırmama • Av. Aykut CURA / Av. Nezih SÜTÇÜ
183
yargı ayrımı kaldırılmalıdır. Çünkü her iki yargı yolunda da tazminatın
belirlenmesi Borçlar Kanunu’na göre yapılmaktadır. Ancak İdari yargıda,
devleti koruma düşüncesi ile hareket edilmekte ve tazminat hakkını kısıtlayıcı
yorumlar yapılmaktadır. Örneğin idari yargıda, idarenin müteselsil
sorumluluğu, munzam zarar kabul edilmemekte, fazlaya ilişkin haklar saklı
tutularak kısmi dava açılamamaktadır. Tanık dinletilememektedir. İYUK m
13 de 1 yıl ve beş yıllık sınırlayıcı süreler bulunmaktadır. Çok şekilci
davranılmakta, davanın ehliyet veya süre yönünden reddedilmesine
çalışılmaktadır. O nedenle idari yargıda açılacak bir davadan sonuç alınacağı
inancını taşımıyoruz.
6-Uluslararası Mahkemenin kararları doğrultusunda idari yargıda
açılacak davada, kısıtlılık nedeniyle taşınmazdaki değer düşüklüğünün talep
edilmesi benimsenebilir. Bu tür bir davada mülkiyet hakkının ihlali ve
dolayısıyla da zarar devamlılık gösterdiğinden ve bölünmediğinden, idareden
zararın giderilmesinin istendiği tarih itibarıyla zarar belirlenecek ve hüküm
altına alınacaktır. İleride taşınmazın kamulaştırılması halinde, tazminatın
ödendiği tarihteki toplam değer düşüklüğü oranında, kamulaştırma bedeli
eksik ödenecektir.
7-Taşınmazdaki uzun süreli tasarruf kısıtlamalarına karşı mücadele
ederken, hukuki sürecin işletilmesindeki zorluklar nedeniyle, daha zahmetsiz
ve hukuk dışı yollardan taşınmazın değerlendirilmesi arayışları hız
kazanmaktadır.
8-Olması gereken taşınmazların kamulaştırılması için azami bir süre
belirlenmesi, bu süre içinde yapılmayan kamulaştırma nedeniyle kamu
görevlileri ve ilgililerin hukuki ve cezai yönden sorumlu tutulması, mal
sahibine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açma imkanı
tanınması ve kamulaştırma bedellerinin karşılamasına yardım edecek ek vergi
veya vergilerin ihdas edilmesidir.

Forum