Ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesine etkisi - Kusur oranının tayini
Ekleyen: Av.dilek Kuzulu Yüksel | Tarih: 4-02-2007 | Kategori:
İçtihat | Okunma : 14186 | Not:
Karar Tarihi : 25.02.2004
Karar No : 108
Karar Yılı : 2004
Esas No : 11-115
Esas Yılı : 2004
Daire No :
Daire : HG
(818 s. m. 53) (6762 s. m. 1301)
Taraflar arasındaki "icra takibine vaki itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 13. Hukuk Mahkemesince davanın kabulü ile itirazın iptaline dair verilen 04.07.2002 gün ve 2001/63-2002/718 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.05.2003 gün ve 12801-5285 sayılı ilamı ile, (...Davacı vekili TTK'nın 1301. maddesine dayanarak müvekkilinin kasko sigortasını yaptığı aracın, davalılarca işletilen aracın çarpması sonucu sigortalıya ödediği 24.462.550.000.TL'nin tahsili amacıyla davalılar aleyhine giriştiği icra takibine vaki itirazın iptalini istemiştir.
Davalılar vekili, kazada sürücülerinin kusurunun olmadığını, istenen tazminatın da abartıldığını savunmuştur.
Mahkemece, hasar raporu ile ceza davasında alınan kusur raporuna itibar edilerek, itirazın iptaline, faize faiz yürütülmemesine karar verilmiştir.
Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, TTK'nın 1301. maddesine dayalı olarak sigortalının halefi sıfatıyla ona ödenen tazminatın rücuan tahsili için davalılar aleyhine girişilen icra takibine vaki itirazın iptali davasıdır. Mahkemece, kesinleştiği belli olmayan ceza mahkemesi kararına ve bu karara dayanak rapora itibar edilerek davalı sürücünün tam kusurlu olduğu kabul edilerek dava kabul edilmiştir.
BK'nın 53. maddesine göre ceza mahkemesinin kararı kusurun takdirinde ve zarar miktarının tayininde hukuk hakimini bağlamaz. Yasanın bu düzenlemesi Yargıtay'ın yerleşmiş inançlarına göre maddi olayı belirleyen ceza mahkemesi kararları açısından kabul görmemektedir. Ancak, mahkemenin hükme esas aldığı ceza mahkemesi kararının kesinleştiği belli olmadığına ve kararda sanık sürücüye izafe edilen kusurun derecesini hukuk hakimi ayrıca tayin etmesi yasa hükmü gereği olduğundan, hukuk davası açısından davalı sürücünün kusurunun uzman bilirkişi aracılığı ile belirlenmesi gerekmektedir. Nitekim davalıların kusura itirazları üzerine davacı vekili delil listesinde keşif ve bilirkişi raporuna da dayandığı gibi 15.03.2001 havale tarihli dilekçesinin 2. sayfasının 4. paragrafında da ceza davasının sonucu beklenmeksizin kusur ve hasar tespiti açısından bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiştir. O halde mahkemece, tarafların talepleri gözetilerek kusur oranının uzman bilirkişi aracılığı ile belirlenmesi gerekir iken eksik incelemeye dayanılarak karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
2- Bozma neden ve şekline göre davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; TTK'nın 1301. maddesine dayalı olarak, sigortalının halefi sıfatıyla, ona ödenen tazminatın rücuan tahsili için davalılar aleyhine girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkili sigorta şirketinin kasko sigortasını yaptığı 35 PK 170 plaka sayılı araca, davalılarca işletilen 35 HMM 60 plaka sayılı aracın çarpması sonucu oluşan zarardan dolayı sigortalıya ödediği 24.462.550.000.TL'nin, Türk Ticaret Kanununun 1301. maddesi uyarınca rücuan tahsili için davalılar aleyhine giriştiği icra takibine itiraz edildiğini, ancak davalı sürücünün olayda tam kusurlu olması nedeniyle itirazın yerinde olmadığını ileri sürerek, bilirkişi aracılığıyla kusur oranının yeniden belirlenmesi ile icra takibine vaki itirazın iptaline, takibin devamına ve alacağın %40'ından az olmamak üzere icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili; olayda müvekkillerinin kusuru bulunmadığını, kusur oranı yönünden yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasını talep ettiklerini ve davacı tarafça istenilen tazminat miktarının fahiş olduğunu savunmuştur.
Mahkemenin; "Ceza dosyasında bulunan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi'nce düzenlenen rapora göre, davalı sürücünün tam kusurlu olduğunun anlaşıldığı" gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme "hükme esas alınan Ceza dosyasındaki rapor üst kurulca düzenlendiğinden Hukuk Hakiminin sürücüye izafe edilen kusurun derecesini ayrıca tayin etmesinin gerekmediği" gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; Hukuk Hakiminin, kesinleşmemiş ceza davasında alınan kusur raporuna dayanarak karar verip veremeyeceği; bu bağlamda somut olayda tarafların talepleri de gözetilerek, davalı sürücünün kusurunun bilirkişi aracılığı ile ayrıca belirlenmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.
Öncelikle, Ceza Mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş deyişle, Ceza Mahkemesinin hangi kararlarının Hukuk Mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır.
Ceza Mahkemesi kararlarının Hukuk Mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda Borçlar Kanununun 53. maddesinde düzenlenmiş olup, Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında esas hukuku bakımından ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımı, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının da, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi, özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.
Borçlar Kanununun 53. maddesine göre "Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için Ceza Hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, Ceza Mahkemesinde verilen beraat kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka Ceza Mahkemesinin kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi Hukuk Hakimini takyit etmez."
Bu açık hüküm karşısında, Ceza Mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların Hukuk Hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, Hukuk Hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, Ceza Hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle "fiilin hukuka aykırılığı" konusu ile Hukuk Hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan Ceza Mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.
Bundan ayrı, Hukuk Mahkemesinin, Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bir ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması halinde, Ceza Mahkemesinin bu konuda vereceği kararı peşinen kabul etmiş olacağından, bekletici sorun yapılan ceza davası hakkında verilen karar, Hukuk davasında kesin delil teşkil eder. (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6. Baskı 2001, cilt: V, s: 5153)
Görüldüğü üzere Hukuk Mahkemesi, az yukarıda bağlayıcılık yönü belirtilen ayrık durumlar dışında, Ceza Mahkemesi kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu noktada, Ceza Mahkemesi kararının Hukuk Mahkemesini bağladığı hallerde, kesin delilin etkisi nedeniyle, Ceza Mahkemesi kararında dayanılmış olan bilirkişi raporunun Hukuk Mahkemesini bağlayacağı; buna karşılık, Ceza Mahkemesi kararının Hukuk Mahkemesini bağlamadığı hallerde, Ceza Mahkemesinde alınmış olan bilirkişi raporunun, Hukuk Mahkemesini bağlamayacağı, eş deyişle Hukuk Mahkemesinin yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği, kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın kabul edilmektedir. (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6. Baskı 2001, cilt: V, s: 5154-5155)
Özellikle tarafların, iddia ve savunmalarını ispat için, mahkemeden bilirkişi incelemesi yapılmasını istemeleri halinde; Hukuk Hakiminin, uyuşmazlığı kendi tespit ve takdirine, Medeni Hukuk alanı kurallarına göre çözümlemesi gerekir.
Tüm açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde; davacı sigorta şirketinin kasko sigortasını yaptığı aracın, davalı şirketin işleteni, diğer davalının sürücüsü olduğu araçla çarpışması sonucu meydana gelen zarardan dolayı davacının sigortalıya ödediği tazminatın tahsili için TTK'nın 1301. maddesine dayanarak, sigortalının halefi sıfatıyla davalılar aleyhine icra takibine giriştiği, davalıların borca ve kusur oranına itirazı üzerine eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Kesinleştiği belli olmayan Ceza Mahkemesi kararında, sanık sürücüyü tam kusurlu kabul eden Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi raporu esas alınarak sanığın mahkumiyetine karar verilmiş; Ceza Mahkemesinde görülmekte olan bu davanın sonucu, eldeki hukuk davası için bekletici sorun yapılmamıştır.
Esasen, davalıların kusura itirazı üzerine davacı vekili aşamalarda, ceza davasının sonucu beklenmeksizin kusur tespiti açısından bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiştir.
Bu durumda, mahkemece Ceza Mahkemesinin kesinleşmemiş mahkumiyet kararına esas alınan bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm verilemeyeceğinden, tarafların talepleri de gözetilerek uyuşmazlığın Medeni Hukuk kurallarına göre çözümlenmesi gerekir.
O halde yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak, davalı sürücüye izafe edilen kusur oranının uzman bilirkişi aracılığı ile ayrıca tespit edilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının temyiz edenlere iadesine, 25.02.2004 oybirliğiyle karar verildi.