Linçle ilgili Altan Öymen'in 10.09.2006 tarihli Radikal gaztesinde yayınlanan yazısını ekte sunuyorum:

'Hukuk devleti' yerine 'linç devleti' olmayacaksak...
Altan Öymen

Hükümet her çeşit şiddet olaylarına ve linç girişimlerine karşı açık ve kesin tavır almalıdır. Olayları görmezlikten gelen, olay çıkaranları koruyan, hatta bazen teşvik eden kamu görevlilerine yaptırım uygulanmalıdır. Yoksa durum meydandadır: Linç girişimleri tırmandıkça tırmanıyor...

10/09/2006 (1279 kişi okudu)

Radikal'in dünkü manşetini ve manşet haberiyle birlikte yayımlanan fotoğrafları görmüşsünüzdür. Haber, Doğan Haber Ajansı'nca verilmişti.
Ajansa abone olan gazeteler arasında Posta ve Gözcü'de de manşetten yayımlanmıştı. Bence ülkemizin şu sıradaki gündemi açısından, çok önemliydi.
Özetini, bir fotoğrafıyla birlikte burada da yayımlıyorum. Sanırım, ne kadar çok görülür ve hatırlanırsa, o kadar iyi olur.
Sakarya'da Akyazıdaki fındık bahçelerinde mevsim işçileri de çalışıyor. Aralarında başka bölgelerden gelmiş olanlar da bulunuyor. Onlardan birkaçı, akşam vakti çay bahçesine gelip oturmuş. Aralarında Kürtçe konuşuyorlarmış. Akyazılı bir genç bundan rahatsız olmuş.
Önce tartışma, arkasından kavga çıkmış. Polis, Diyarbakırlı oldukları anlaşılan dört işçiyle onlarla çatışan bir Akyazılıyı gözaltına almış.
O arada şehrin mahallelerinden çevredeki köylere kadar, telefonlarla şu söylenti yayılmış: "İşçiler bir genci dövüp PKK sloganı attı" söylentisi...
Bu telefon trafiği yeterli olmuş. Akyazı civarındaki yerleşim yerlerinden şehre iki bine yakın genç, hızla gelip, gözaltına alınanların bulunduğu polis merkezi önünde toplanmış.
Amaçları, merkeze girip 'PKK'lıları almak'mış... Amerika'nın kuruluşunun ilk dönemlerinde, 'şerif'in bürosunun önünde toplanıp, hakkında rivayet çıkan sanığın 'cezasını oracıkta vermek' isteyenler gibi...
Veya, artık, o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Ülkemizdeki son örnekler, hem daha yakın, hem daha somut. Radikal'in yazıişlerindeki arkadaşlarımız, geçen yıldan bu yıla kronolojik listesini çıkarmışlar. O listeye göz atmak yetiyor, Akyazı'daki olayın nasıl bir olay olduğunu anlamak için:
2005'te: 6 Nisan'da Trabzon'da, 12 Nisan'da Sakarya'da, 22 Ağustos'ta İzmir'de, 12 Aralık'ta Samsun'da... 25 Şubat'ta İzmit'te, 8 Nisan'da Isparta'da, 20 Temmuz'da Kırklareli'nde, 29 Ağustos'ta Konya'da, 30 Ağustos'ta İstanbul'daki linç girişimleri gibi...
***
Akyazı polisi, Adapazarı'ndan gelen takviye ekiplerinin de katkısıyla polis merkezini saranların amaçlarına ulaşmasını güçlükle önlemiş...
Olay yerine Sakarya Valisi de gelip, alınan önlemlere nezaret etmiş. Polis Merkezi'ndeki dört Diyarbakırlı, gece yarısından sonra çelik yelekler giydirilerek Adapazarı Emniyet Müdürlüğü'ne götürülmüş. Haklarında hiçbir suç iddiası bulunmadığı saptanmış, serbest bırakılmışlar.
Demek ki, polisin tedbirleri yeterli olmasaymış, onları 'almak' isteyenler alacaklar, hiçbir suç işlemedikleri halde, yasalara aykırı hiçbir fiilleri olmadığı halde 'oracıkta cezalandıracak'larmış...
Tabii, bu 'oracıkta cezalandırma' girişiminde, cezalandırılmak istenenin suçlu olması, suçlu olduğunun herkesçe görülmesi halinde de, durum değişmez. Yeryüzünün sadece 'hukuk devleti' olma iddiasındaki devletlerinde değil, kabile yönetimlerinde bile artık, suçlunun cezasının yargı yoluyla belirlenmesi ve uygulanması esastır. Buna aykırı girişimlere hiçbir yerde müsamahayla bakılmaz.
Hele hukuk devletlerinde... Eğer idam cezası varsa, defalarca cinayet işleyip idama mahkûm edilen ve cezası infaz edilmek üzere olan, en kanlı katili bile öldürebilir misiniz?
Öldürürseniz, sizin için istenecek ceza da idamdır.
"Canım nasıl olsa siz öldürecektiniz. Ben öldürüverdim. Ne fark eder?" diye savunma yapsanız, beraat edebilir misiniz?
***
Bunları yazarken, ben de şaşırıyorum. Ben de biliyorum, bunlar, herkesin bilmesi gereken basit gerçekler. Sadece hukuk fakültelerindeki 'Hukuk başlangıcı' derslerinde okutulmuyor. İlköğretimde bile genel bilgi olarak öğrenilmiş olması gerekiyor. Bunları 21'inci yüzyılın Türkiye'sinde gazete yazılarında tekrar etmek gereksiz değil mi?
Evet, 'teorik' olarak, bence de 'gereksiz olması gerekir.' Ama 'pratik'te öyle mi?
Radikal'in listesinde, o konuda yapılan bazı açıklamalarla ilgili hatırlatmalar da var:
O olaylar sırasında bir valinin durumla ilgili açıklaması şöyle:
"Huzuru bozan cezasını çeker"...
Bir başka valinin yorumu:
"Vatandaş tahrik oldu."
Bir milletvekili:
"İnsanımız cezalarını verdi."
Bir Belediye Başkanı:
"Onlar olduğunu bilsem, inip, ben de vururdum."
Ve nihayet... Bir Emniyet Müdürü:
"Vatandaşın tepkisi güzeldi."
Sıradan vatandaşları geçtik, devletin sorumlu merkezlerindeki valiler, milletvekilleri, belediye başkanları, emniyet müdürleri
arasında, olayları bu şekilde yorumlayanlar varsa, başka çare kalmıyor. Teorik olarak 'gereksiz olması gereken' şeyleri, pratik hayatta tekrarlamak zorunda kalıyorsunuz, gazete yazarı olarak yazı yazarken...
***
Aslında bu, yazarlardan önce, devletin sorumlu makamlarındaki kişilerin işi değil midir?
Başta Başbakan, Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı olmak üzere, hükümetin tüm sorumlularının, linç girişimlerine kadar varan şiddet hareketlerini mazur gösteren(hatta bazen açıkça teşvik de eden) yönetici ve siyasetçilere karşı, açıkça ve kesin bir tavır ortaya koymaları gerekmez mi?
Hayır.. Onlar da, her gün her konuda bol bol(bazen de gereğinden fazla) konuşurlarken, bu konuyu ya 'es' geçmektedirler, ya da yuvarlak laflarla geçiştirmektedirler.
***
Linç girişimleri diyoruz ama, ortada artık gerçekleştirilmiş bir 'linç olayı' da vardır. İlgili emniyet birimlerinin, önce üstüne hiç gitmediği, sonra da soruşturulmasında önemli bir sonuç alamadığı olay... Olay çevresindeki koşulları bilenlerin de zaten "Bunun soruşturulmasından sonuç alınamaz" dediği olay...
Olay çevresindeki koşulların bir kısmı, dünkü bazı gazetelere de yansıdı. Sabah muhabiri Ali Balcı, camide ve civarında görev yapmaya giden gazetecilerin durumunu şöyle özetledi:
"Gazetecileri tehdit ederek mahalleden uzaklaştıran cemaat üyeleri, basın mensuplarının fotoğraf makinalarından cami ve Çarşamba Mahallesi görüntülerini sildikten sonra, makinaları iade etti."
Yani, 'cemaate ait' bir mahalle orası... Kimin gireceğine, kimin giremeyeceğine cemaatin yetkili üyeleri karar veriyor. Gazetecilerin fotoğraf makinalarını kontrol edip film silmek gibi yetkiler de kullanabiliyorlar.
Öyle bir mahallede yapılacak soruşturmadan kim nasıl sonuç alabilir?
***
Özetle: Bir başka yazımızda da belirtmeye çalışmıştık. Bir kere daha vurgulayalım:
Ülkemizde şiddet giderek tırmanıyor. 'Manganda kurşunları'ndan, tasarlanarak işlenmiş 'töre cinayetleri'ne, 'linç girişimleri'nden 'linç olayları'na kadar çeşitli örnekleri, giderek daha sık ortaya çıkıyor.
Son sıralardaki olaylarda ırk ve din esasına dayalı siyasi tahriklerin rol oynadığı görülüyor. Bu tahriklerle harekete geçen topluluklar, suç işletmeye yöneltiliyor.
Bazı yerlerdeki devlet yetkililerinin olaylar karşısındaki sözleri, 'şiddetçi'leri koruyucu, hatta bazen teşvik edici niteliktedir. Hükümet ise o beyanlara karşı caydırıcı bir tavır almadığı gibi, şiddet olaylarının ciddiyetini hala kavramamış görünüyor.
Dileriz, son olaylar, gerek hükümet için, gerekse konuyla ilgili tüm görevliler için uyarı etkisi yapar. Ve her türlü şiddete karşı bilinçli ve kapsamlı bir mücadelenin başlamasına vesile olur.