+ Konuyu Yanıtla
1 / 3 Sayfa 123 SonSon
1 den 10´e kadar toplam 27 ileti bulundu.

Konu: Çalköy 31 Ağustos 1922

Çalköy 31 Ağustos 1922 Hızlandırılmış Mobil Sayfa Sürümü (AMP)
  1. #1
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Çalköy 31 Ağustos 1922

    Çalköy ateşler içindeydi. Yanmış yıkılmış buram buram yanık kokusu etrafı sarmıştı, ancak herkeste tatlı bir gülümseme vardı sanki kutlama niyetine kendileri tarlalarını evlerini barklarını yakmışlardı...
    Afyon Karayolunun üzerinde il merkezine yaklaşık 48km uzaklıktaki Altıntaş ilçesinin bu şirin köyünde o toz duman arasında yıkık bir evin avlusu içerisinde üç kişi durmaktadır. Saat yaklaşık 12 sularıdır. Denizin ve gökyüzünün maviliği ni alan gözler çelikleşmiş bir ifade ile durum değerlendirmesi yapmaktadır. O o anda makus talihin yenildiğinin bilincindedir. Asla aşılamaz asla yıkılamaz denen tüm istihkamlar tüm engeller saatler içinde sökülüp atılmış realist bir deyişle çeliğe karşı etin kazandığı bir an yaşanmaktadır.
    Uygarlığı getirmekle övünen emperyalist dişli uygarlığın yakıp yıkmak olduğunu anlatmak istercesine yakıp yıkarak kaçmaktadır. O harabe içinde iki silah arkadaşıyla durum değerlendirmesi yaparken buğulu mavi gözleri çiçekler açmış İzmir dağlarına bakmaktadır. Beyaz bayrakla teslim olan Yunan kafilelerine de şöyle bir bakar ve kararını açıklar Fevzi Çakmak paşaile İsmet Paşa da bukararla iyice heyecanlanırlar o karar tarihe yön verecektir.:

    Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir İleri...

    Bu çelikleşmiş ifade bir gün sonra ise :

    Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları!

    Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı, yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandanlığına emrettim.
    Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.

    Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!


    Türkiye Büyük Millet Meclisi
    Başkanı Başkumandan Mustafa Kemal
    1 Eylül 1338 (1922)

    Diye orduya duyurulur. Artık yürüyüş zamanıdır. İzmir in dağlarında çiçekler açmış.. Altın güneş orada sırmalar saçmaya başlamıştır...
    ATAM SEN TÜRK OLMAKLA MUTLUYDUN İNANKİ TÜRKLÜK SENİNLE DAHA MUTLU...
    T.A
    Bu sefer sondan başa başlamak istedim ve devam edecek .....



    Hukuki NET Güncel Haber

    Çalköy 31 Ağustos 1922 konulu yargıtay kararı ara
    Çalköy 31 Ağustos 1922 konulu hukuk haber

  2. # Nedir?
    Tavsiye Soru Cevap
    Kayıt Tarihi
    Bugün
    Nerede
    Avukat Dünyası
    İletiler
    Ne kadar?
     
  3. #2
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Tersten başladık ya terslikte bir numarayımdır . Böyle günlerde tersim düzüm bende bilmem ama bildiğim bir şey varki bu toprakların değeri herhangi bir 'şeyle' ölçülemez. Çalköy dedik Çalköyle ilgili bir anı anıyı anlatan Ali ELDİVEN ( Kütahya fen lisesi müdürlüğünü yapmış bir kişi) sağolsun var olsun ....
    Bir sonbahar günü öğle üzeriydi. Sokaklar altın sarısı yaprakların işgaline uğramış, sanki hazin bir ayrılığın yasını tutuyorlardı.Çünkü Kasım ayının hemen arkası soğuk ve beyazlar mevsimiydi. Güneşin baygın ışıkları yeryüzünü ısıtmak için uğraşırken çocuklar sokaklarda balon şişirip mantar patlatarak kurban bayramının sevincini hep birlikte paylaşmaya çalışıyorlardı. Bizde o zaman çocuk denecek kadar küçük genç denecek kadarda büyük değildik. Kasabamızda açılan Ortaokulun ikinci mezunu ılmak için uğraşan Ortaokul okul talebelerindendik. Kasabamızda bayramlar büyük bir coşkuyla kutlanırdı. herkes kendi yaş grubundaki kimselerle gezer, bayramın tadını çıkarırdı.
    Çocuklar kapı kapı dolaşarak kasabada bayramlaşılmadık ev bırakmazlar, akşama kadar birer torba şeker toplarlardı.
    Bayramın üçüncü günüydü, bizde kasabamızın ortasından geçen İzmir asfaltının üzerinde arkadaşlarla geziyorduk. karşımızdan bir gezi otobüsünün geldiğini gördük, dikkatimizi çeken; Otobüsün filamasıydı.Filamada şu yazılıydı ;" 10 Kasım ve Atatürk Gezisi Erenköy Kız Lisesi" araba kasabamızın ortasında bulunan atatürk heykelinin önünde durdu. İçinden bir grup kız öğrencinin indiğini gördük. Başlarında bir kaç da yaşlı bayan öğretmen vardı. Merakımızı yenmek için otobüsün yanına vardık. Gezi Kolu Sorumlusu olduğunu söyleyen yaşluı bir bayan öğretmen geziye niçin çıktıklarını ve gayelerini anlatıyordu. Saçları beyazlamış orta boylu tıknazca bir bayan olan öğretmenin sesi titriyordu.; "10 Kasımlarda ağıtlar düzeceğimize Atatürk'ü tanıyalım, bu vatanı nasıl kurtardılar onu öğrenelim, nerelerde hang savaşları yaptıklarını ve Kurtuluş Savaşı'mızın nasıl geçtiğini görmek için bu kutsal topraklara geldik" dedi
    Yolda gelirken filamadaki bir harfin düştüğünü farketmişler ve onun yerine bir harf yazmak için mola verdiler. Gezi sorumlusu ve tarih öğretmeni olduğunu söyleyen yaşlı bayan, bizden bir masa rica etti. hemen yakındaki bakkala giderek bir masa ve sandalye getirdik. Yaşlı bayan masanın başına geçerek kartondan kesmiş olduğu harfi boyamaya başladı,. hem kartonu boyuyor, hemde çevrede bulunan tarihi yerler hakkında bilgi alıyordu. O tarihte savaş günlerini yaşamış olan Zafertepe Çalköy'lü Ahmet ağa, O'nun sorularını cevaplıyordu.
    Yaşlı bayan sordu; " Büyük Taarruzun yapıldığı yerler kasabamızın dışındamıdır ? " Kasabamızın Belediye sınırları içinde bulunan ve kasabamıza 2 km. olan Zafertepe Abidesi vardır. Atatürk, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesini bu tepeden idare etmiştir."
    "Zafertepe'den başka yakınlarda tarihi abide varmıdır ? "
    " Birde Kasabamızın çıkışında bir şehitlik daha vardır, Burada bir Yüzbaşımız askerleri ile birlikte şehit olmuştur.Şehitliğin adı; Harputlu Yüzbaşı Şehip Efendi Şehitliğidir."
    Bu sözleri duyan yaşlı bayan öğretmenin elinden boya fırçası düştü. "O benim babamdı" diyerek hıçkırıklarını tutamadı. Masanın üzerine kapandı. Yalvarır bir sesle;
    "Ne olur babamın yattığı yeri göreyim, iki yaşımdan beri O'na hasretim, kırk snedir arıyorum, bugüne kadar başvurmadığımız yer kalmadı, fakat bir türlü yerini ve ne olduğunu bulamamıştım" diyordu. Hıçkırıklardan ne konuştuğu zor anlaşılıyordu. Gözyaşları, önündeki boya kutusuna karışıyordu. Bu acıklı sahne karşısında hepimizin gözleri yaşarmıştı. Öğrenciler biryandan hocalarını teselli etmeye çalışıyorlar, bir yandan da sesizce ağlıyorlardı.Kısa bir sessizlik çöktü kasaba meydanına. Sessizliği bozan yine bayan öğretmen oldu. Bir müddet sonra kendine geldi ve;
    "Ne olur hemen şehitliğe gidelim, uzaksa arabaya buyurun", yaşlı adam;
    Hayır, şu karşıda görülen abide orasıdır".
    Hep beraber yürümeye başladık Öğrencilerin hepsi arabadan indiler. Onlarda kalabalığa karışarak yürümeye başladılar. En önde öğretmenler ve kasabadan yaşlılar bulunuyordu. Yaşlı bayanın Şekip Efendi'nin kızı olan tarih öğretmeninin kollarına iki öğrenci girmiş, şehitliğe doğru yol alıyorduk. İhtiyar Ahmet Ağa, savaş günlerini anlatıyordu.Öğrenciler O'nu can kulağı ile dinliyorlardı. Bazıları not tutuyor, bazıları fotoğraf çekiyorlardı. Şekip Efendi'nin kızı, belkide konuşulanların hiçbirini anlamıyordu. Babasının onlara vedalaşıp harbe gidişi hayaline geliyordu. O'na;
    " Birtanem, annenizi üzmeyin, yakında geleceğim. Gelirken size güzel oyuncaklar getireceğim"
    Diyerek yanaklarından öpüşünü hissediyordu. Babasının savaşa değil, çarşıya gidiyor sandığı için sevinçle el sallayışını hatırlıyordu. O zaman annesinin babasını ağlayarak uğurlamasını küçük kafası anlayamamıştı. Babası gittikten sonra annesinin hemen her gün diğer odaya geçip Kur'an-ı Kerim'i indirip okuyuşu, dua edip sessiz ağlayışı gözlerinin önüne geliyordu. Böyle hayal aleminde yürürken kolundaki öğrencinin
    "Hocam Şehitliğe geldik"
    Demesiyle kendine geldi. Herkes durmuş O'na bakıyordu. Hıçkırarak ;
    " Babam kaç tarihinde şehit oldu ? Şehit oluşunu biliyormusunuz ?"
    Diye ihtiyara sordu. Ahmet ağa biraz düşündükten sonra;
    "1922 senesi Ağustos'un 29. günü akşam üzeriydi." dedi ve anlatmaya başladı.
    " Ağzı köpükler içinde koşarak gelen atın durumu merakımıza gitmişti, sahibi neredeydi? Bu at Yüzbaşının atıydı. İkindi üzeri geçmişlerdi kasabadan. Acaba ne olmuştu ? Afyon Cephesi'nde bozulan düşman kaçıyordu. Bir bölük asker başlarında bir yüzbaşı ile baskına gitmişlerdi. Merakımız iyice büyüdü, acaba; Yüzbaşı ve askerleri esir mi oldu ? Şehit mi oldu? Öğrenmek için atın geldiği tarafa gittik. Vardığımızda baskına giden bir bölük askerimiz şehit olmuştu. Baskına giden diğer bölüğümüz, arkadan gelen bir Yunan Birliği'nin pususuna düşmüş, bir çok yunan askerini esir alıp gelirlerken pusudaki Yunan Askerleri tarafından şehit edilmişler.Karanlık olduğu için arkadan gelenleri fark edememişler.
    Köyümüzde o zaman at,araba,öküz, kağnı hiç bir şey koymadıYunan gevuru. Canlı hayvan namına hiçbirşey bırakmadı yedi. Doymak bilmiyorlardı. Bir sene daha kalsalardı, çaydaki kurbağalarımızı bile bitireceklerdi. Kazan kazan kurbağa kaynatıp yediklerini çok iyi bilirim. Şehitlerimizi getirecek bir şey bulamamıştık. Sırtlarımızda getirdik, gördüğünüz şehitliğe gece karanlık olduğu için şehitlerimizi ertesi gün gömdük.Ruhları şad olsun. Allah rahmet eylesin. bir çok şehit verdik ama o gün zaferi kazanmıştık."
    Herkes ihtiyar adamı can kulağı ile dinliyordu, O konuşmasını bitirdiğinde yürekleri kabarmış, Türklük damarlar da şahlanmıştı. Herkesin heyecanlı olduğunu farkettim, hocalarının işareti ile, öğrenciler sıraya geçtiler. Bütün şehitlerimiz için saygı duruşunda bulundular. Gür bir sesle İstiklal Marşımızı söylediler.Şekip Efendinin kızı, tarih öğretmeni, ağır ağır ağlıyordu.Tekrar yavaş yavaş kasaba meydanına gelindi, gezi bir gün ertelendi. Kasabalının ısrarı üzerine Erenköy Kız Lisesi, Zafertepe Çalköy Kasabasının misafiri oldu. Misaferiler birer ikişer evlere paylaştırıldı.
    Ertesi gün kasaba meydanı ana baba gününe dönmüştü.Misafirler ağlanarak uğurlanıyordu. Tarih öğretmeni yaşlı bayan, "Babamım köyü" Zafertepe Çalköy Kasabasına,
    "Artık bizde Zafertepe Çalköy'lü olduk" diyordu. Ondan sonra her 30 Ağustos'ta Şekip Efendi'nin kızı kasabamıza gelir, babasının ebedi istirahatgahını ziyaret ederdi.
    Bu vatan toprakları binlerce Türk evladının kanı ile sulanmıştır.Her karışından şuheda fışkıran bu topraklar altında, binlerce kefensiz şehit yatmaktadır. Bu şehitler ki, gözleri kapalı, bayrama gider gibi savaşa gitmişlerdir. tek gayeleri ejdad yadigarı bu topraklarda yabancı bir bayrak dalgalanmasın. Ay Yıldızlı nazlı Bayrağımız son damla Türk kanı akıncaya kadar dalgalansın istemişlerdir.İşte bundan dolayıdır ki, bir hilal uğruna nice güneşler batmıştır. Bu güneşlerden biri de Harputlu Yüzbaşı Şekip Efendi'dir. Ne mutlu vatan için ölenlere, ne mutlu ölürken gülenlere. Aziz şehitlerimiz; Ruhunuz şad olsun

  4. #3
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Taaruz başlamıştır, 'Allah, Allah' nidaları ile yer gök inlemekte düşman hallaç pamuğu gibi bağrımızdan sökülüp atılmaktadır. Bu tarumar sürerken istanbul da ne mi oluyordu? Tam bir karmaşa ve belirsizlik.. Bunu en güzel kim anlatır Tabii ki Falih Rıfkı Atay hadi okuyalım..

    Gazeteye geldiğim zaman, Anadolu'nun birdenbire kapandığını söylediler, İstanbul ve Türkiye'nin işgal altındaki köyleri ile memleketin öbür kısmı arasında hiçbir ilgi kurmaya imkan yoktu. O sabahki heyecanımın şimdi bile gönlümü ürperttiğini duyuyorum.
    Acaba Yunanlılar mı saldırıya geçtiler?
    Belki de bizimkiler...
    Canım biz saldırıya geçebilir miyiz?
    Nasıl bir haber almalı idik?

    Bütün günümüz adeta merak sancısı içinde geçti, Sonunda İstanbul'da yayınlanan ilk rivayetler çıktı. Biz saldırıya geçmiştik ve başımızı Yunan ordusunun çelik kayalarına boş yere çarpıp duruyorduk.


    Türk Ordusunun bir saldırı savaşına giremeyeceği fikri bizim neslimiz için değişmez kararlardan birisiydi. Ordumuzun kahramanlığına bel bağlardık, fakat onun ancak dayanma mucizeleri verebileceğini sanırdık. Rumca gazetelerin haberleri ile merakımız biraz asalsa da, kaygımız ateş gibi yanıyordu.




    Saldırı sökmüş olsa, bir bildiri verirlerdi. Durduk mu? Geriledik mi?
    Ah, hiç olmazsa bir iki kasaba alsak da öyle dursak...

    Akşamüstü beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı. Büyükada'ya gidiyorum. Aydınlık, ferah bir ağustos akşamı... Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz... Güverte tıka basa dolu... Türkçe konuşmayanlarda birbirinin sözünü kapan bir sevinç var. Sadece bu sevinç bizi yıkmaya yeterdi. "Ne olmuştu?" diye sormaya korkuyorduk.

    Sormaya cesaret edemediğimiz sorunun karşılığı kendiliğinden yayılı verdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile birlikte tutsak olmuş...

    Acı, insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denilen şeyin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.

    Ölümü bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm Köprü'ye indik.

    Bütün Türkleri yas İçinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar neydi?

    Meğer bütün karargâhı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis tutsak olmuş...

    Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara "İlk hedefiniz Akdeniz" olduğunu bildiren gündelik emri okurken duyduğum zevki duyamadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.

    Ah Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.


  5. #4
    Kayıt Tarihi
    Apr 2005
    Nerede
    Adana, Seyhan, Turkey.
    İletiler
    2.930
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Milliyet Gazetesi köşe yazralarından Taha Akyol'un 30 Ağustos vesilesi ile yazdığı köşe yazısını sunuyorum:

    30 Ağustos, laiklik, demokrasi

    YAKIN tarihimizin en önemli tanıklarından Falih Rıfkı Atay'ın 3 Ekim 1922 tarihli Akşam gazetesindeki yazısının başlığı "Kocatepe"dir. Bir ölüm kalım savaşında Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşa'ların çelikleşmiş iradelerini anlatır. Uzun yazısının bir bölümü şöyledir:
    "Yunanlılar mukavemet ediyorlardı. Hatta bir tepeyi iki ordu birkaç defa alıp verdiler. Top gürültüleri arasında, Kocatepe'nin bir köşesinde Fevzi Paşa Kuran okuyordu. Zira Fevzi Paşa'nın ruhu iki imandan yoğrulmuştur: En yeni fen ile düşünen Fevzi Paşa, dinine ve milletine aynı kuvvetle inanıyor."
    Falih Rıfkı, bu tür yazılarını 1933 yılında, tabii yeni harflerle, "Eski Saat" adlı kitabında topladı; "Kocatepe" yazısı kitabın 218-221. sayfalarındadır. Fakat, yukarıya aldığım satırlar makaslanmıştır!
    Falih Rıfkı, Fevzi Paşa'nın Kuran okuduğu gerçeğini artık 'muzır' bir bilgi sayıyordu galiba!

    Cumhuriyetin kökleri
    Türkiye'de cumhuriyet, başka ülkelerdeki gibi cunta kararlarıyla kurulmadı; kurulduktan sonra da hiç yıkılmadı. Tarihi kökleri olduğu gibi kuruluşu da Meclis kararıyla gerçekleşti.
    Cumhuriyet ilan edildiğinde, aile hukuku dışında, hukuk ve yargı sistemimiz büyük ölçüde laikleşmiş, eğitimde de inisiyatif daha Abdülhamit zamanında medreseden modern mektebe geçmişti. Milli Mücadele'nin asker ve sivil kadrosu çok büyük ölçüde 'mektepli'dir; komutanlar 'paşa'dır zaten.
    Cumhuriyet modernleşmesini yoktan var edilmiş bir mucize gibi gösterenler onu yücelttiklerini sanırken aslında tarihteki köklerini buduyorlar! Cumhuriyeti köksüz bir fidan gibi görmek sürekli irtica korkusu ve "koruma kollama" duygusu yaratıyor! Halbuki İsmet Paşa, 1925'te ve 1930'da irtica korkusuyla partileri kapatmakla yanlış yaptıklarını sonradan ifade etmiştir.
    İdeoloji haline gelmiş aynı korku yüzünden bugün de Türkiye'deki toplumsal modernleşme dinamiklerini dikkate almadan, marjinal faktörlere bakarak hâlâ 'irtica tehlikesi'nden bahsediyorlar.

    Geldiğimiz aşama
    Türkiye'nin ulaştığı toplumsal modernleşme ve kurumlaşma aşamasında artık hiçbir "tek fikir" ülkeye egemen olamaz! Böyle bir Türkiye'de askeri müdahale de irtica da ham hayaldir!
    Ancak toplumsal modernleşme etnik milliyetçilik sorununu çözemiyor, hatta bazen artırıyor! Türkiye'nin tek ciddi sorunu budur ve artık "Takrir-i Sükun" usulleriyle çözülemez! İşte, 12 Eylül rejimi bu sorunu çözemedi, aksine azdırdı!
    Türkiye üniter devlet yapısı içinde demokrasiyi ve toplumsal entegrasyonu geliştirerek bu sorunu zaman içinde 'yönetilebilir' düzeye indirmeyi başarmalıdır.
    Bu tablo gösteriyor ki, Türkiye'nin liberal demokrasiyi iyi işletmekten başka yolu yoktur, çağımızın devleti böyle bir devlettir. Sayın Org. Hilmi Özkök bunu "birinci sınıf devlet" terimiyle ifade ediyordu. Türkiye'yi buna layık görmemek ayıptır!
    Türkiye "meşrutiyet" yoluyla demokrasiyle tanıştı, "meclis hükümeti" sistemiyle Büyük Zafer'i kazandı, "parti devleti" ile devrimleri yaptı. Yoluna "liberal demokrasi" ile devam edecektir.
    Cumhuriyetin temel değerleri de elbette buna göre gelişecek, liberalleşecektir.
    Bu, Türkiye için aynı zamanda jeopolitik bir zorunluluktur. Demokrasiye aykırı bir girişim Türkiye'nin başına ne belalar açar, bir düşünün!

  6. #5
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Bakalım birazda bizim yazdığımız yazılara tarih ne demiş...

    BAŞKOMUTAN MUHAREBE (SAVAŞ) ALANINDA

    Ordu Komutanı, Kolordulara emirlerini verip sabah raporlarını aldıktan sonra, 31 Ağustos 1922 sabahı Başkumandan ve Genelkutmay Başkanı ile birlikte Adatepe bölgesine gitti. Bu sırada Batı Cephesi Komutanı'da oraya geldi. Hep beraber muharebe meydanı gezildi. Zafertepe Çalköy - Allıören - Yeniköy - Adatepe arasında dar bir bölgede beş Yunan tümeninin ve iki kolordu karargahıyla bağlı birlikleri, syyar hastanler kolorduların ve ordunun bütün top, motorlu araç, araba, eşya, donatım ve gereçleri , dereleri ve yolları doldurmuştu. Bütün muharebe meydanı Yunanlıların ölüleriyle doluydu. Muharebe alanının etrafındaki orman ve korularda kalan Yunan er ve yaralıları toplatılıyordu. Kurtulabilen Yunanlılar Kızıltaş deresine ve derein güneyindeki dağlara dağılmışlardı. Çok kayıplara uğramış 1. 2. ve 7. Yunan tümenlerinden başka İzmir'e kadar savunma görevi almaya elverişli düşman kuvveti kalmamıştı.

    Muharebe meydanında ugün sayılan, Yunanlıların terkettiği top miktarı 141 di.

    Yıllar boyu sürüp gelen mücadele, günlerden beri devam eden ve özellikle birgün önce (30 Ağustos 1922) düşmanın büyük kısmını yokeden kanlı muharebelerle artık kesin olarak bitirilmiş bulunuyordu.

    Gazi Başkomutan Mustafa Kemal,çökmüş br imparatorluk üzerine yeniden kurulan bir Türk Devleti'nin temellerini atmak huzuru içindeydi. Zaferden iki yıl sonra Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa durumu şöyle belirtmekteydi.:

    "Muhaberebe meydanını dolaşırken Ordumuzun kzandığı zaferin büyüklüğü ve buna karşılık düşman ordusunun düçar edildiği felaketin dehşeti beni duygulandırdı. Karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bırakılmış toplarla,otomobillerle, sayısız donatım ve gereçlerle, bu kalıntıların arasında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargahılarımıza sevkedilen sürü sürü esir kafileleriyle hakikaten bir kıyamet gününü- hatırlatıyordu. Bu kadr şiddetli ateş ve saldırı çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik kılıç artığından ibaretti. Fakat onlarda daha büyük Türk çemberinin içinden çıkmaya muvaffak olamayarak başlarında başkomutanlarıolduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olacaklardı." Evet bu muharebe alanı sadece hezimete uğramış , mahvolmuş bir ordunun mezarı olmayıp aynı zamanda beşyüz yıl önce ebediyyen tarihe gömülmüş bir imparatorluğu (Bizans İmparatorluğu) hortlatmak emeliyle isterik bir Bizans ve Elenizm rüyası görenlerin (megalo idea) de mezarı olmuştu.

    DURUMUN MUHAKEMESİ VE KARAR

    Muharebe meydanını gezen ve son durumu bir anda kavrayan Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı, 31 Ağustos 1922 günü öğleyin Yunanlıların yakıp yıktığı Zafertepe Çalköy'e geldiler. Burada yıkık ve henüz dumanları tüten bir evin avluısunda bulunan ve masa gibi kullandıkları kırık bir kağnı arabasının etrafında durumu gözden geçirdiler (Harp Tarihi Dairesi Arşiv No: 4/4282, Dosya 111, Klasör 1761 ve Nutuk). Düşman ekipleri asıl kuvvetleriyle imha edilmiştir. Yok edilen bu ordunun binlerce kaçakları ile Uşak'a doğru çekilen dağınık birliklerinin erlenip toparlanmasına ve herhangi bir hatta tutunmasına engel olmak lazımdır. En kötü bir ihtimal olarak; Yunanlıların, Eskişehir Grubunu az kayıplarla çekerek ve Yunanistan'dan da getirebilecekleri kuvvetlerle birleşip Milne (Akhisar-Salihli-Ödemiş) hattında veya İzmir yakınında bir savunma hattı kurmaları ve harekatımızı uzatmaya çalışmalaraı düşünülebilir. Bunun için Yunanlıların Eskişehir Grubunu'da yakalayıp mağlup etmek ve asıl kuvvetlerimizle durmadan şiddet ve süratle İzmir'e yürümek lazımdır. Karar; Düşmanı hiç aman vermeden şiddetle takip olmalıdır. Bu ana düşünceler ve düşmanı, aralıksız şiddet ve sürekli takip kararı hakkında büyük komutan aynen şöyle demektedir;

    "Ağustosun 31. günü öğleye yakın idiki Zafertepe Çalköy'de yıkık bir evin avlusu içinde Fevzi ve İsmet Paşalarla buluştuk. Kırık kağnı arabalarınıon döşemelerine iliştik. Bundan sonraki durumu inceledik. Kazandığımız eydan Muharebesinin bütün seferi sona erdirecek bir büyüklük ve önemde olduğunda birleştik. Şimdi Bursa doğrultusunda çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber ordun un büyük kısmiyle durmaksızın İzmir'e yürüyecektik."

    İşte bu suretle verilen karar üzerine büyük takip başladı. Başkomutan, yakın muharebe hatlarına kadar giriyor, birliklerimizin kahramanca saldırışlarını, süngü hücumlarını memnunlukla seyrediyordu. O Başkomutan ki; Kendisinin kandan ve kan dökmekten nefret etmesine rağmen, Türk Milleti'ne hayat hakkı tanımak istemeyen, Türk'ün vwe Türk Ordusu'nun şan ve şerefle dolu tarihinin büyüklüğünü bilmeyen veya bilmemezlikten gelen, gafil, sözde büyük dış siyasilere ve onların hükümetlerine Türk Milleti'nin gasp edilmek istenen hayat hakkını silah zoruyla tanıtıyor, mutlu bir devir açıyor, Anadolu Yaylasında yeni bir Ergenekon'dan çıkış sağlayarak hür ve bağımsız Türkliye'nin ve Cumhuriyetinin temelini atmış oluyordu. Yılar boyu sürüp gelen kanlı olayların son bulduğu, çok çetin engellerin aşıldığı bu anda Başkomutan, Büyük Millet Meclisi ordularını aşağıdaki bildirgesiyle taltif ediyor, milletine dört gözle beklediği zafer müjdelerini veriyordu:
    br> Garp Cephesi Kumandanlığına

    Orduya hitaben yazdığım beyanname ilişikte takdim edilmiştir.Bunun bütün Garp cephesindeki kıt'alara tamim olunmasını ve subaylar vasıtasıyla etrafa dahi okunmasının temin buyrulmasını rica ederim.
    Başkomutan

    Mustafa Kemal

    Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları

    "Afyonkarahisar - Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve Necip milletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ettiniz. Sahibimiz olan Büyük Türk Milleti geleceğinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakarlıklarınızı yakından görüp takip ediyorum. Milletimizin Milletimizin hakkınızdaki takdiratına aracılık etmek vezifemi, arkasını bırakmayacak devamlı olarak yapacağım. Başkumandanlığa teklifatta bulunulmasını Cephe Kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini nazar-ı dikkate alarak ilerlemelerini ve herkesin akıl kuvvetini ve yurtseverlik kaynaklarını kullanarak bol bol yarışmaya devam eylemesini talep ederim. Ordular; İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"
    Tükiye Büyük Millet Meclisi Reisi

    Başkumandan Mustafa Kemal

  7. #6
    Kayıt Tarihi
    Jun 2003
    Nerede
    Afyonkarahisar
    İletiler
    2.022
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Komutanım görev tamamlandı. Yeni görevler için emirlerinizi bekliyorum

  8. #7
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    ATATÜRK zaferden iki sene sonra 30 Ağustos 1924 te bu kez Cumhurbaşkanı olarak Çalköy e gelmiştir. Beraberinde eşi Latife Hanım, Başvekil İsmet İNÖNÜ, Genelkurmay Başkanı Fevzi ÇAKMAK, Milli Savunma Bakanı Kazım ÖZALP, Milli Eğitim Bakanı Vasıf ÇINAR, Bayındırlık Bakanı Süleyman SIRRI, milletvekilleri , yaveri Tevfik BIYIKLIOĞLU da vardır.Muharebeyi bizzat yönettiği Zafertepe de, zaferin anlam ve önemini ifade etmek ve bunu nesilden nesile aktarmak düşüncesiyle yapımına başlanan Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı nın temeli ATATÜRK tarafından atılmıştır. Hatta ATATÜRK ve beraberindekiler , yanlarında getirdikleri iki şişenin dar olan ağızlarını kırarak ; kendi yazdıkları birkaç cümlelik yazılardan oluşan bir hatıra mirasını şişenin içine koydular ve ağzından bez parçalarıyla bağlayarak anıtın temelinin doğu cephesindeki taş örgüler arasına yerleştirdiler. Anıtın temel atma töreninde çeşitli konuşmalar yapıldı. İlk konuşmayı Fevzi ÇAKMAK yaptı. Fevzi ÇAKMAK; yaptığı konuşmada ; daha çok muharebenin nasıl olduğunu ve geliştiğini ayrıntılarıyla anlattı. Daha sonra ise sırasıyla üniversite adına Hakkı BALTACIOĞLU, basın mensupları adına Ahmet AĞAOĞLU, Türk Ocakları adına Hamdullah Suphi TANRIÖVER , öğretmenler adına Nüzhet HAŞİM, baro adına Muhittin Onat PARS , sporcular adına Ali Sami YEN , Kızılay adına Dr. Akil Muhtar ÖZDEN ve TBMM adına Başkan Fethi OKYAR birer konuşma yaptılar. Son olarak bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Zafertepe, Adatepeler ve Çalköy civarında yapılan meydan muharebesinin anlam ve önemini belirten ve yarım saatten fazla süren bir konuşma yaptı. Daha önce Çalköy ü ateşler içinde yanık ve harap bir halde gören ATATÜRK , bu kez aynı yerde sadece bu köyün değil, bütün devletin ve milletin medeniyet nurlarıyla

    ÇALKÖY DEKİ ŞEHİTLİK VE ABİDELER
    Tarihin akışına yeni bir yön veren 30 Ağustos Zaferi , muharebelerin geçtiği coğrafi bölgeye de önemli tanıklar bırakmıştır. Onbinlerce insanın bu dar alanda top, tüfek ve süngülerle muharebe ettiğini düşünürsek, izlerini günümüze kadar taşıyan tanıklar bırakmış olması da şüphesizdir. En azından ; muharebeye tanık olan Halil CİHAN ın da belirttiği gibi , bölgedeki yaşlı ağaçların bir çoğu halen gövdelerindeki mermi ve bomba parçaları ile bu anıları saklamaktadırlar. Ayrıca bu muharebe esnasında Adatepe bölgesinde , kanların suya karışması nedeniyle günlerce su içilememiştir. Çalköy ün 1,5 Km. batısındaki bölgesinin adı o günün anısına Kanlı Köprü olarak kalmıştır.

    Böyle kanlı bir muharebeye sahne olan bölgede, bulunan şehitlik ve abidelerden bazıları şunlardır:

    1. ZAFER ANITI :

    Zafer Anıtı Zafertepe Çalköy-ALTINTAŞ

    30 Ağustos 1922 de Başkomutanlık Meydan Muharebesinin ATATÜRK tarafından sevk ve idare edildiği , 01 Eylül 1922 de Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz dir , İleri emrinin verildiği 1181 rakımlı Zafertepe de bulunmaktadır. Gerek 30 Ağustos Zaferinin, gerek bütünü ile Kurtuluş Savaşının ve gerekse Türk Milletinin birlik ve beraberlik içinde olmasıyla zaferin kalıcı olabileceğini sembolize etmektedir. 1964 yılında yapılmasına karar verilen anıt, 30 Ağustos 1972 yılında tamamlanmıştır.Çatılmış silahların uzaktan görünüşü veya alev alev meşale hissini uyandıran Zafer Anıtı, asıl manası ile Kurtuluş Savaşını sembolize eder. Abideyi bir kül olarak meydana getiren değişik yöndeki üçgen bloklar milletimizin, yakın ve uzak milletlerin göstermeye hazırlandıkları haksızlığa feveranını, düşman kuvvetlerine karşı milletin tek vücut halinde birleşerek kazandığı zaferi simgeler.

    2. ŞEHİT SANCAKTAR MEHMETÇİK ANITI:


    Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı Zafertepe Çalköy-ALTINTAŞ

    Mustafa Kemal ATATÜRK , 31 Ağustos 1922 günü muharebe meydanını gezerken Berberçamı denilen yerdeki şehitler arasında , düşman topçusunun attığı top mermisinin açtığı çukura gömülmüş bir sancaktar görür. Bu aziz şehit , toprağın üzerindeki katılaşmış kolu ile sancağı dimdik tutmaktadır. Bu manzara karşısında duygulanan Başkomutan, savaş sonrasında yapılacak Şehit Asker Anıtı için bunun sembol alınmasını emreder.

    ATATÜRK 30 Ağustos 1924 te anıtın temelini attıktan sonra Zafertepe de yaptığı konuşmada Hiç şüphe edilmemelidir ki , yeni Türk Devletinin temeli burada atıldı. Ebedi hayat burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada dolaşan şehit ruhları Devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. Burada temelini attığımız Şehit Asker Anıtı , işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını , fedakar ve kahraman Türk Milletini temsil etmektedir. Bu anıt Türk Vatanına göz dikenlere Türk ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır. demiştir.

    ATATÜRK tarafından temeli atılan ve 1927 yılında yine bir törenle açılan bu anıtı Mimar Hikmet ve Taşçı Kadri yapmıştır. 1964 yılında çıkan 220 sayılı yasa ile Zafertepe ye yeni bir zafer anıtının yapılması kararlaştırıldığından, Şehit Asker Anıtının mermer parçaları ve sancağı Zafertepe deki yerinden sökülerek, 1979 yılında olayın geçtiği gerçek yerine , yani Berberçam Tepesi ne dikilmiştir.

    Harputlu Yüzbaşı Şekip Efendi Şehitliği Zafertepe-Çalköy

    14 üncü Süvari Tümeni 3üncü Alayında , 29 Ağustos günü düşmana karşı hücum ederken şehit edilen Harputlu Yüzbaşı Şekip Efendi ( 1886-1922) ile aynı Alaydan erler; Düzce-Üsküp ten Veysel Ömer, Keskin-Yağlıker den Veli Mehmet, Akhisar-Tatasut tan İbiş Ömer in bulunduğu bir şehitliktir.

    Yani dostlar kıssadan hisse tarihimizi bilelim sahip çıkalım. Bir şeyleri savunmadan önce İnönüden başlayarak ( Bilecik ) bir uzanın bakalım gerçek tarihe sonra düşüncelerinize sahip çıkın bende saygı duyayım . Konuşurken bu kişilere o kim bu kim veya daha acısı ' bir avuç' kişi diyenlerden olmayın... Tarihinizi yaşarken yakalayın enbüyük erdemdir bu...
    T:A
    sürecek..

  9. #8
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk`ün derin itimad ve muhabbetini kazanmış büyük bir askerdi. Millî mücadele boyunca Erkanı Harbiyei Umumiye Reisliğine ilâveten Heyeti Vekile Reisliği (Başvekillik) de yaptı. Yani ordunun başında bulunduğu kadar memleketinin idarî mesuliyetini alan heyete de başkanlık etti. B. M. Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal`in iyi, vefalı ve bilgili bir yardımcısı oldu. Gazi Büyük zaferin kazanılışında onun rolünü şöyle anlatır:

    `...... Taarruz, Öteden beri Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Paşa Hazretlerinin pek derin ilme ve vukufa ve pek derin feyz ve tecrübeye müsteniden ihzar ettiği plân dahilinde vuku bulacaktı. Bu plân dahilinde hazırlık emri verildi......ilh"

    Bir yabancı müşahit, Türk Kurtuluş Savaşı`nın ve Türk ordusunun büyük kahramanı Mareşal Fevzi Çakmak`ı `Büyük Mehmetçik` diye nitelendirmişti. Bu değerlendirme Türk askerinin kahramanlığı ile Mareşal`in şanlı şahsiyetini birleştiren güzel bir buluştu.


    Günümüzden 59 yıl önce, 1947 Eylülünün yedinci gününde Ödemiş dağlarının 1400 rakımlı tepesinde, yeşil bir leylek yuvası gibi sığınmış `Gölcük` köyünde büyük Türk zaferinin yıldönümünde Mareşal Fevzi Çakmak ile yapılmış bir sohbetten kısa bir alıntı yapalım:
    `...Yanımda, vaktiyle düşmana, burada; ilk silâhı atanlardan Âlim Efe, karşımda ise bize, çocukluğumuzun acılı günlerinde erişilmez bir rüya sandığımız zafer saadetini kazandırmış olan sayılı adamlardan birisi: Mareşal Çakmak var...
    Onun, ne dış düşmanların, ne de yılların asil olgun ve içten güzelliğini yaratamadıkları ak yeleli çehresine bakarak gülümsüyorum:

    - Sizi düşünüyorum Mareşalim... Sizi ve nankörler tarafından unutulan zaferinizin, vaktiyle bizi nelerden kurtardığını!...
    Mareşal, yaşaran gözlerime, babacan bir gülümseyişle bakıyor:

    "- İzmirli... Hislerine kapılma... O zafer benim, şunun, bunun değil, bizimdir. Biz onu nasıl olsa kazanacaktık... Zira bu milletin, uzun müddet uşaklarının kölesi olarak yaşamayacağı muhakkaktı... Bizler, İstiklâlimize yapılan taarruzun def`ini, olsa olsa biraz hızlandırabilmiş, kolaylaştırabilmiş sayılabiliriz.
    Sonra ciddileşerek. ilâve ediyor:

    "- Fakat ne dersiniz? O sırada siz İzmir`de bizi beklerken, biz Anadolu`da, sade düşmanlarımızla değil, aynı zamanda, en yakın kavga arkadaşlarımızın - hemen hemen düşman silâhları kadar tehlikeli olan - dalâletleriyle de mücadele ediyorduk... Sorduğunuz suale cevap vermek, yani İzmir`e nasıl girdiğimizi anlatmak için, Dokuz Eylül takaddüm eden (-yaklaşan) günlerin olaylarını da hatırlatmam zarurîdir... Zira `İzmir`in, istiklâl kavgamızda, her bakımdan, başka vilâyetlerimizinkine hiç benzemeyen bir özelliği vardır. Faraza, şahsen, bana sorarsanız, ben bu özelliği ifade edebilmek için derim ki:
    Bizim İstiklâl Harbimiz, fi`len İzmir`de başlamış ve fi`len İzmir`de sona ermiştir.
    `Şimdi sırası geldiği için açıklamaya mecburum ki, biz, hedefi İzmir olacak bir kafî ve büyük taarruzu tasarlarken, karşımıza düşman ordusundan evvel, Millet Meclisinin pasif diplomatları dikildi.
    Onlar, düşmanla anlaşmamıza taraftarlık ediyorlar ve yapmak istediğimiz taarruz teşebbüsünü (- saldırı girişimini), bir cinnet (- delilik) sayıyorlardı.
    O sırada, Fransızlar bize, İngilizler ise Yunanlılara taraftardılar... Bu sayede biz Fransızlardan, bir miktar silâh almış bulunuyorduk. Ben, bütün cepheyi gezmiş, kumandanlarla, subaylarla, neferlerle konuşmuş ve ordumuzun durumunu, her bakımdan, yapmak istediğimiz saldırı hareketine alabildiğine elverişli bulmuştum.
    Zaten, böyle olmasaydı bile, hakkımızı düşmana, kuvvetimizi göstermeden tanıtmamız imkânı yoktu.Yunanlılar, İngilizler tarafından adamakıllı şımartılmışlardı. İstanbul`un sözde hükümeti, Mısır Hidivliğinin sefil salâhiyetlerini kabule bile hazırlanmış bir uşak namzedi idi. Bu durumda, İstanbul hükümeti tarafından idama mahkûm edilmiş bulunan bizler, mücadele meydanında ciddî bir kuvvet, ciddî bir varlık olduğumuzu göstermeden, İngilizlere sözümüzü nasıl dinletebilirdik?

    Böyle düşünmekte Mustafa Kemal`le tamamen mutabık olduğumuz için, ben, ordudaki vazifemden ayrılarak, Erkânı Harbiye Dairesinin odasına kapanmış, yapılacak taarruzun plânlarını hazırlamağa koyulmuştum.
    O sırada, bir gün, Ankara`da hükümet konağının üst katında, fevkalâde bir toplantı yapıldı.
    Toplanan Vekiller Heyetine, Rauf Bey riyaset ediyordu. Ve müzakerelerin başlayışından pek az sonra, taarruz aleyhtarlarının itirazları alabildiğine şiddetlendi.
    `Kimisi, taarruzun bir cinnet olduğunu söylüyor, kimisi, `ne diye boşu boşuna (!) kan dökelim?` diyor, kimisi ise:

    - Efendim, yüzde yirmi beş zafer ihtimali olsa, bu taarruza ben de taraftar" olurdum, fakat, maalesef, yok!..." diyordu.
    Nihayet içlerinden birisi, kalkıp da:

    - Efendim, bizim şu kadar katırımız ve şu kadar devemiz olsaydı, bu yapılabilirdi!... kabilinden bir hezeyan savurunca, dayanamayarak yumruğumu masaya vurdum, ve:

    -Efendim, dedim, bu taarruzda zafer ihtimali, yüzde yirmi beş değil, yüzde yetmiş beştir. Filvaki, bizim, muarızlarımızın istedikleri miktarda katırımız, veya devemiz yok amma, ben Mehmetçiğin mücadele gücünü, dünyanın başka hiçbir askeri ile kıyaslayamam... O Mehmetçik, kavgayı sevdiği zaman, deveden çok fazla yol yürüyerek ve deveden çok fazla aç kalarak dövüşür. Hem unutmayın ki, Sakarya kavgamıza, mermilerimizin çoğunu, Mehmetçiğin kadınları taşımıştır.

    "Muarızlarımıza (- karşı olanlara) göre, düşmanın tel örgüleri varmış. Bunu söyleyenlere hatırlatırım ki, Mehmetçik sahiden hırsa gelince yumruklarıyla telleri değil, demirleri paralamıştır!..."
    Benim bu sözlerim üzerine rahmetli Kara Vasıf:

    - İyi amma efendim, Ankara`yla İzmir arasındaki 800 kilometrelik mesafeyi alırken, askeri neyle besleyeceğiz? demezler mi?
    "Tahmin buyuracağınız gibi, ona mesafeyi ölçerken, pergeli her halde yanlış tutmuş olduğunu söyledim: Zira belliydi ki muterizlerimiz (- itiraz edenlerimiz), bizim taarruza, Ankara`dan değil, Afyon`dan başlayacağımızı bile hesaplayamayacak kadar gaflet içindeydiler.
    `Maamafih insafla itiraf edeyim ki, kendisine:

    - Vasıf Bey... Şimdi harman mevsimidir. Şimdi köylünün elinde, her şey vardır. Onlar, kendi ordularını, fırınlar dolusu ekmekler çıkararak, sürülerle kurbanlar keserek ve çuvallar dolusu üzümler sağlayarak karşılayacaklardır. Bu kavga, başka orduların, başka şartlar içinde yaptıkları kavgalardan hiç birisine benzemez. Bunun içindir ki, bu kavgada bizim iaşe menzilimiz, tarihin klâsik harplerinde görülen ordularınki gibi gerimizde değil, ilerimizdedir..."
    Dediğim zaman, Kara Vasıf`ın gözleri yaşarmıştı.
    -Ve çok şükür, şimdi adını anmak istemediğim o musir muarızımızın (- inatçı adamın) hâlâ:
    - Bize deve lâzım... Bize katır lâzım!...
    Deyip durmasına rağmen, taarruz kararımız Hey`eti Vekile ekseriyetinin tasdikine kavuştu!"
    `Mareşal`:
    - Ötesini biliyorsunuz, diyor, çok şükür zafer, tarihlerde okuduğunuz şekilde kazanıldı. Fakat tuhaf değil mi? Afyon`un sukut, ettiğine (-düştüğüne), dürbünleriyle bakmadan inanmayanlar ve bu arada, özellikle; bize:
    - Efendim, bu işe deve lâzım... Bu iş devesiz olmaz!... diyen zevat:
    - Aşkolsun... İyi oldu. Fakat siz yoruldunuz, artık işin ötesini bize bırakın... Tek siz biraz dinlenin de, alimallah, biz gidip İzmir`e gireriz!... demezler mi?
    `Fakat müsaadenizle, biz henüz lâyıkiyle sağlanmış saymadığımız bu şerefi, onlara emanet edemezdik. Bunun içindir ki, orduyu, Mustafa Kemalle beraber Afyon`dan İzmir`e kadar adım adım takip ettik...
    `Şimdi o yolda, bazan buğday, bazan da üzüm çuvalları üzerinde, ikişer saat kestirerek geçirdiğimiz geceleri hatırlıyorum.
    Hattâ bu saatlerden birisinde, üzerine uzandığı çuvalın deliğinden aldığı bir avuç üzümü ağzına atmadan evvel, koca Mustafa Kemal`in gülerek:
    - Paşam, şu hayatın cilvesine bak, arslanlık edelim derken, farelere döndük: çuval deliğinden üzüm çalıyoruz!.." dediğini, o yolculuğumuzun en şirin nüktelerinden biri olarak hatırlarım... Fakat, inanın bana, ömrümde hiçbir başka yatağın rahatı, beni, o üzüm çuvalları üzerinde çekilen muzaffer uyku kadar mesut etmemiştir!..."
    Bu son cümleleri söylerken, gözleri dolan Mareşal sözlerini şöyle tamamladı:

    - Yalnız, bir büyük hatamız oldu... Büyük Taarruzdan sonra, Mareşal Penlöve`den, Franclen Buyyon`dan ve arkadaşlarından müteşekkil (-oluşan) bir Fransız heyeti, bizimle, Anadolu`nun herhangi bir yerinde temasta bulunmak istemişti.

    `Biz onlara, kendilerini 9 Eylülde Nif`de bulunacağımızı bildirmiştik. Nif`e vardığımız zaman, onlardan, Türk ordusunun harekâtını, aramızda geçecek müzakerelerden sonraya bırakmamızı isteyen bir başka tel aldık. Elbette ki, hiç olmazsa zararsız ve diplomatik bir nezaket göstererek, onların bu ricalarını is`af etmek (-gerçekleştirmek) istedik. Fakat hemen o anda İzmir`den gelen bir haber, Türk süvarilerinin, Akdeniz kıyısına varmış bulunduklarını ve Kordon boyunda haklı bir zafer neşvesi içinde at oynattıklarını bildiriyordu. Bu itibarla, belliydi ki, Fransız dostlarımızın teli, elimize geç gelmişti!...` ve tevazula (-alçak gönüllülükle) gülümseyerek ilâve etti:

    - Bu yüzden, İzmir`e varınca elimizde olmayan sebepler yüzünden, randevumuzdan evvel geldiğimiz için, Fransız dostlarımızdan af `istedik!...

  10. #9
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    İstiklâl Savaşı sırasında Başkumandanın başyaveri idi. Merhum bilindiği gibi Atatürk'ün çocukluk arkadaşı idi. Salih Bozok Atatürk'e o kadar bağlı idi ki ölümü üzerine elindeki silâhı kalbine doğrultmakta tereddüt etmedi. Gerçi bir milimetrelik fark kendisini ölümden kurtardı, fakat aylarca yatakta kaldı; kalktıktan sonra da uzun zaman yaşayamadı.
    Salih Bozok, Başkumandanlık Meydan Savaşında da Atatürk'ün yanı başında idi. Burada okuyacağınız anıları 1925 yılında ve Atatürk'ün sağlığında anlatmıştır. .

    Saldırı kararı nasıl verildi?

    '... Saldırı kararı, en uygun zamanı bekleyerek, Sakarya zaferini takip eden günlerde verilmişti. Saldırının başlamasından birkaç hafta evvel cepheye gidildi. Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri durumu yerinde tetkik ve yakında bir saldırıya geçilecekmiş gibi hazırlık yapılmasını emrettiler. Birkaç gün cephede kaldıktan sonra tekrar döndük. Maksat, saldırı söylentilerini bertaraf etmek ve etrafa, ancak bir teftiş seyahati icra edildiği, hissini vermekti.
    Nihayet bir gece (23 Ağustos) Gazi Paşa Ankara'yı sessizce terk etti. İkametgâhımız Çankaya olduğu için şehre uğramaksızın Konya yolu takip edilebilirdi. Harekâtımızdan önce Paşanın ikametgâhında kalanlara gizli emir verildi; Hareketimiz açıklanmayacaktı. Ve bir iki gün içinde köşke gelenler olursa, Gazi Paşanın rahatsızlığı ileri sürülerek kimse ile görüşmesi mümkün olmadığı anlatılacaktı. Bu suretle birkaç gün kazanmak istiyorduk.
    Ertesi gün, öğle üzeri otomobillerle Konya'ya ulaşmış olduk. Paşanın Ankara'dan hareket ettiğinden haberdar olmadıkları için, ansızın gelişimiz Konyalıları hayrete düşürdü. İki gün Konya'da kaldıktan sonra, Garp Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir'e gittik.

    Akşehir'de kumandanların toplantısı
    Akşehir'de bir kumandanlar toplantısı yapıldı. Saldırının tatbik şekli bu önemli toplantıda kararlaştırıldıktan sonra lâzım gelen tertibat alınarak garp cephesi karargâhı Akşehir'den (Şuhut) nahiye merkezine nakledildi. Burada karargâh düşman uçaklarının keşfine açık bir durumda olduğu için Kocatepe ile Şuhut arasındaki vadiye çadırlar kuruldu. Fevzi ve İsmet Paşaların karargâhları da sık ağaçlarla kaplı ve her iki tarafı yalçın tepelerle çevrilmiş vadinin içinde idi.

    Bu sırada Anadolu Ajansı (Çankaya) da büyükelçiler ve devlet adamları şerefine tertip edilen bir çay ziyafetinden bahseylemekte idi. Bu haber Gazi Paşa'nın Ankara'da bulunduğu hissini vermek için uydurulmuştu. Nitekim İstanbul gazetelerine de telgraflarla verildi. Ve kimse zerre kadar şüphe etmedi.

  11. #10
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    26 Ağustos günü saldırının başlayacağı zaman sabahleyin erkenden çadırları terk ettik. Henüz hava karanlıktı, yolu görebilmek üzere önümüzden bir iki fenerli asker çıkardık. Vadi ile tepe arasında muntazam yol olmadığı için hayvanlara binmiştik. Kocatepe'ye ulaştığımız zaman şafak yeni sökmeye başlamıştı. Birinci ordu kumandanını orada bulduk. Saat dörde gelmişti, herkes büyük bir heyecanla dürbününe sarılarak düşman mevzilerini gözetlemeye başlıyordu.

    Karar verilen saat belirmişti. Bir anda cehennemi bir tarraka gökyüzünü titretti, çeşitli çaptaki toplarımız gürledi. Taarruz başlamıştı. Yarım saat süren topçu ateşinden sonra mitralyöz ve piyade tüfekleri işlemeye başladı. Bundan kıtaatımızın düşman mevzilerine yaklaştığını anladık. Pek az zaman sonra Kalecik sivrisi kahraman askerlerimiz tarafından işgal edildi, bunun gibi bir takım düşman mevzilerinin de işgal olunduğu bildirildi. Hepimiz birbirimizi tebrik ediyor ve devamlı muvaffakiyet için temenniyatta bulunuyorduk.

    Güneş biraz yükseldi, Kocatepe'de bulunanlar düşman tarafından görülebildi. Tam bu sırada düşmanın büyük çaplı toplarından birinin mermisi bizim bulunduğumuz tepenin altında patladı. Bu mermiyi ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü takip etti. Anladık ki düşman, oradan geçmekte olan hasta nakliyatına mahsus arabalarımızı hedef seçerek ateş açmaktadır. Düşmanın yaralılarımıza karşı bu alçakça tecavüzleri devam etmekte iken, kahraman efradımız da Tınaz ve Belen tepelerindeki Yunan mevzilerine şiddetli hücumlarda bulunmakta idi.

    Yine bu sırada 57. fırka kumandanının karşısındaki tepeyi dediği saatte alamamasından doğan üzüntüyle intihar ettiği telefonla bildiriliyordu. Akşama kadar devam eden taarruz muvaffakiyetimizle neticelenmiş, düşmanın birçok mühim noktaları elimize geçmişti. Akşam karanlığı etrafı sarınca, ufukta patlayan mermilerin çıkardığı alevler seçilmeye başladı. Geceleyin de saldırıya devam edilmesi kararlaştırılmış olduğundan savaş sabaha kadar kesintisiz sürdü...'


    İlk Yunan esirleri

    İlk Yunan esirleri ertesi sabah - saldırının ikinci günü -karargâhımıza getirildi. İlk esir kafilesi 20 - 30 kişiden ibaretti. İçerinden biri Bulgar olduğunu, Türkçe bildiğini söyledi, halbuki arkadaşlardan biri kendisini Edirne'den tanıyormuş. Rum bir berbermiş. Pek güzel Türkçe konuşuyordu.

    Kendisini teşhis eden arkadaşımıza cevaben bir müddet Bulgarlığını iddia etti, fakat sonra hakikati söyledi ve Edirneli Rum berber olduğunu itiraf etti.
    Rum berber, mütemadiyen saldırının şiddet ve dehşetinden bahsediyordu. Sağ olarak siperlerde kimsenin kalmadığına kaniydi ve yeminlerle, kasemlerle Yunanistan'ın elinde neler varsa hepsinin bizim elimize geçeceğini yana yakıla iddia ediyordu. Halinden, askerlerimizin arslan gibi savletinden adam akıllı korkmuş olduğu anlaşılıyordu. Onun ifadesine göre Afyon'un çoktan bizim elimize geçmesi lâzımdı.


    Gazi'ye getirilen kurtuluş haberi

    Gerçi biz bu Rumla konuşurken Başkumandan Gazi Paşa'nın huzuruna bir kurmay subayı geldi ve Afyon'un kurtuluşuna dair telefonla aldığı malûmatı müjdeledi. Yunan esiri de bunu duymuştu, yalan söylemediğini teyit eder gördüğü bu olaya, âdeta bizden fazla seviniyordu.
    Gazi Paşa, o akşam; ertesi günü Afyon'a gitmek için lâzım gelen tertibatın yapılmasını ve hareketimizden sonra karargâhın da oraya naklolunmasını emir buyurdular.
    Ertesi sabah kumandanlarla maiyetlerini taşıyan otomobiller Afyon'a doğru hareket etmişlerdi.Yolda rastladığımız köylülerden bir ihtiyarı İsmet Paşa tanıdı, otomobilini durdurarak evvelâ hatırını, sonra takip ettiğimiz yolun doğru olup olmadığını sordu, ihtiyar aynen şu cevabı verdi:
    - Yol doğrudur, fakat bu şosenin ileride toprağı tesviye edilmemiştir.

    İhtiyar: 'Belki bozulur, yürümez' diyerek otomobillerimizi tuttuğumuz istikametten çevirtti ve diğer yolu tarif etti. 'Biz şoseden ayrıldıktan sonra ancak bir müddet gidebildik, yolu şaşırmıştık, dere, tepe arasında yine yol aramaya başladık. Bu yüzden hayli vakit kaybettik. Bizden sonra yola çıkan arkadaşlar Afyon'a vâsıl olmuşlardı bile. Biz hâlâ ovanın içinde yol arıyorduk.

    Ovada yürüye yürüye nihayet düşman siperlerine, tel örgülerine tesadüf ettik. Bütün saha kazılmış ve derin hendekler açılmış olduğu için otomobilin geçmesi müşküldü. Telleri kopardık, kestik. Hendeklerden otomobili geçirtmek için de şu çareyi bulduk: Düşman siperlerinde elimize geçen bir kapıyı çukurların üzerine koyarak otomobili geçirdik.


    Afyon Karahisarı'nda

    - Afyon'a girdiğimiz sırada, şehrin muhtelif kısımlarında yükselen alevler, gittikçe genişleyerek mahalleleri bir kül yığını halinde bırakıyordu. Düşman kaçarken son ve müthiş şenaatini yapmaktan geri kalmamış ve şehri ateşlemişti. Afyon'da kumandanlara karşı halkın gösterdiği tezahüratı bugün dahi aynı heyecanla yaşamaktayım. Afyon'da belediye dairesinde kaldık.

    Başkumandanlık Meydan Savaşı'nın olduğu günün gecesi idi. Yatıyordum. Bir ayak sesi ve bir gürültü işittim. Uyandığım zaman yeni gelen bir rapora sahip oldum. Düşman pek fena bir vaziyete girmişti.

    Bunun üzerine Gazi Paşa hazretleri, sabahleyin Dumlupınar'a hareket etmek kararını verdiler. Gazi Paşa birinci ordunun, Fevzi Paşa da ikinci ordunun harekâtını takip etmek üzere erkenden Afyon'a hareket ettiler. İsmet Paşa Afyon'da kalmıştı. Dumlupınar civarında bir köyde birinci ordu kumandanını çadırında bulduk. Gazi Paşa, Kolordu Kumandanı Kemaleddin Sami Paşa ile telefonla görüşüyorlardı.

+ Konuyu Yanıtla
1 / 3 Sayfa 123 SonSon

Bu sayfada bulunan kavramlar:

istiklal savaşında atatürk

calkoy savasin dugunu

Forum

Benzer Konular :

  1. 22 ağustos 2011
    22 Ağustos 2011 tarihi itibariyle internet üzerinden pornografik yayın izlemek, indirmek yada bulundurmak suç mudur?
    Yazan: berkay93 Forum: Bilişim Hukuku
    Yanıt: 4
    Son İleti: 08-09-2011, 22:00:02
  2. 30 Ağustos ve M. Kemal ATATÜRK
    Okuyacağınız yazı Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait siteden alınmıştır. D.T. http://www.tsk.mil.tr/anitkabir/lidersoz.htm AMERIKA Atatürk bu...
    Yazan: Av.Duygu Tekay Forum: Güncel - Siyaset - Tarih - Tartışma
    Yanıt: 2
    Son İleti: 30-08-2010, 13:14:22
  3. Ağustos dönemi erteleme
    Merhaba, Ben iki senedir kilom dolayisiyla askeri hastanede kurul karariyla tecil alirken, bir yanlis anlama dolayisiyla mart ayinda gitmem...
    Yazan: neceflimasrapa Forum: Askerlik Hukuku
    Yanıt: 7
    Son İleti: 23-07-2009, 02:46:24
  4. 30 Ağustos
    Ulusal zaferimizin yıldönümünde, o şanlı sayfayı tarihimize yazdıran kahramanları sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
    Yazan: gecem1970 Forum: Güncel - Siyaset - Tarih - Tartışma
    Yanıt: 19
    Son İleti: 31-08-2008, 01:42:40

Yetkileriniz

  • Yeni konu açma yetkiniz yok
  • Konuya cevap verme yetkiniz yok
  • Dosya ekleme yetkisi yok
  • İleti düzenleme yetkisi yok
  •  


2022 tarihli Hukuk Blog |  Arabulucu |  Hukuk Kitapları |  Alman Hukuku |  Özel Güvenlik AŞ. |  İş İlanları |  Ankahukuk |  Psikolog |  Site Ekleme |  Sihirli Kadın |  Sağlık |  Satılık Düşecek Domainler |  Bayefendi |  Afternic Alanadı satış (Domain alımı) | 

™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨‍💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.