F. Başkalarının Haklarının Korunması
1. Divan’ın Kesin
Hükümleri
Kasım 1996’da
yargılaması yapılan Wingrove davasında, Divan, İngiltere Film
Tasnif Ofisinin, başvuranın yazıp çevirdiği Visions d’extase
(Kendinden Geçmişliğin Görüntüleri) filmine, küfürlü olduğu
gerekçesiyle, tasnif belgesi vermeyi reddetmesinin, 10. maddeyi ihlal
etmediğine karar verdi. Divan’a göre, bu tür davalarda, üçüncü kişilerin
haklarının korunması konusundaki gereksinimlerin somut içeriği hakkında
karar vermede, devlet makamları, uluslararası hakime nazaran daha iyi
bir konumda bulunmaktadır.
Şubat 1998’de, Divan,
Bowman davasında, her adayın kürtaja (çocuk aldırmaya) ve ceninler
üzerinde gerçekleştirilen deneylere ilişkin görüşlerini açıklayan
broşürlerin – seçim döneminde – başvuran tarafından dağıtımı nedeniyle
Seçim Kanununa muhalefetten başlatılan kovuşturmaların, 10. maddeyi
ihlal ettiğine karar verdi. Divan’a göre, dava konusu hüküm, doğrudan
düşünceyi açıklama özgürlüğünü sınırlamıyor, fakat, sonuç olarak onu
sınırlamaktadır. Seçim konusunda, 10. madde, Sözleşmenin 1 nolu
Protokolünün 3. maddesince korunan hakların ışığında yorumlanmalıdır,
zira Divan’a göre, « bu iki hak birbirleriyle bağlantılıdır».
Dava konusu olaylara
gelince, Divan, ulusal yasal hükmün başvuranın amaçlarına hizmet etmeyi
amaçlayan bazı haberlerin yayınlanmasına « her türlü pratik amaçlarla
mutlak bir engel oluşturduğu » sonucuna varıyor (paragraf 47).
Divan’a göre :
düşünceyi açıklama özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel unsuru
olarak, hür seçimlerden ayrılamaz olduğu dikkate alınmalı ve inandırıcı
gerekçe olmaksızın ortadan kaldırılmamalıdır.
Þubat 1999’da
yargýlamasý yapýlan Janowski davasýnda,
Divan, baþvuranýn iki belediye zabýtasýna hakaret
nedeniyle ceza mahkûmiyetinin 10. maddenin
ihlalini oluşturmadığına karar verdi. Bu çerçevede Divan, «kamu
görevlilerinin, görevlerini yerine getirmek için toplumun güveninden, bu
güveni haksız yere bozmaksızın, yararlanmak zorunda olduklarını» ifade
etti.
Siyasetçilere nazaran daha az özenli bir denetime tabi olmaları
nedeniyle kamu görevlilerinin saygınlığı, kabul edilebilir bir
eleştirinin ötesine giden, hakaret ve sövme sözlü saldırılarına karşı
korunmuştur.
Kasım 1999’da Nilsen
ve Johnsen davasında, Divan, 10. maddenin ihlal edildiğine karar
verdi.
Norveç Polisler Sendika
Örgütleri tarafından temsil edilen başvuranlar, Bergen polis güçleri
bünyesinde polisin sertliği konusunda bir profesör tarafından yazılan
birçok kitaba cevaben yapılan beyanları nedeniyle hakaretten mahkûm
oldular. Divan’a göre, dava konusu iddialardan biri, kanıtlanabilir,
fakat, somut olayda, güvenilir bir temelden tamamen yoksun ve kitapların
yazarının anlatım şekliyle haklı gösterilemeyen bir habere benziyordu.
Demekki iptali Sözleşmenin 10. maddesine aykırı değildi. Buna karşılık,
profesöre şüpheli niyet ve gerekçeler atfeden diğer beyanlar, kapsam ve
içerikleri dikkate alındığında değer hükümleri olmaktadır. Divan, olay
tarihinde, profesör tarafından yapılan araştırmalar konusunda,
başvuranlarca ifade edilen şüpheleri destekleyen bazı objektif
unsurların da bulunduğunu ortaya çıkardı. Üstelik, Divan, başvuranların
polise yönelik sert eleştirilere « aynı şekilde cevap vermek
»
hakkını da tanıdı. Divan, dava konusu beyanların ortak yarara ilişkin,
desteklenen, heyecanlı bir kamuya açık tartışmaya katıldığını ve orada
her iki taraf bakımından da mesleki saygınlıklarının tehlikede olduğuna
işaret edildi. Bu nedenle, belli bir aşırılık hoş görülmelidir. Divan,
başvuranların mahkûmiyetinin izlenen yasal amaca nazaran oransız
olduğuna karar verdi.
Kasım 1999’da, iki
sohbette, bir İspanyol kamu televizyon kanalı yöneticilerine karşı
hakaret içeren sözler saf etmekten bir program yapımcısının işine son
verilmesine ilişkin Fuentes Bobo davasında, Divan, 10.
maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Divan, 10. maddenin özel
hukuk ilişkileri dahil, tüm işçi ve işveren ilişkilerine uygulandığını
ve devletin, bazı durumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğünü korumaya
dönük pozitif yükümlülüğü bulunduğunu hatırlattı.
Ayrıca Divan, « basında
genel yarar olan ciddi sorunlar söz konusu olduğunda dahi, Sözleşmenin
10. maddesinin düşünceyi açıklama özgürlüğünü hiçbir sınırı olmaksızın
güvence altına almadığını
» vurguladı.
Somut olayda, bazı yöneticilere karşı kullanılan « sülük » gibi
terimler, tartışmasız onların saygınlığına zarar veriyor ve bir cezayı
haklı kılıyordu. Bununla birlikte, dava konusu beyanlar, kamu
televizyonu işletmeciliğinde anormal iddialarla tutkulu ve açık
oturumlar çerçevesinde söylenmekteydi. Onlar «başvuranın bunları
onayladığı (…) öncelikle radyo yayınları animatörleri tarafından hızlı
ve spontane (içten geldiği gibi) karşılıklı konuşma çerçevesinde»
kullanıldı (paragraf 48). Üstelik ilgililer tarafından hiçbir hakaret
veya sövme davası da açılmadı. Divan’a göre, tazminatsız iş
sözleşmesinin feshi, « daha hafif ve daha uygun diğer disiplin cezaları
öngörülebileceği halde, aşırı bir sertlik » (paragraf 49) söz konusuydu.
Mart 2000’de Wabl
davasında, Divan, 10. maddenin ihlal edilmediğine karar verdi. Avusturya
Parlementosunda bir Yeşiller milletvekili, saygınlığına zarar veren bir
yazı konusunda kullandığı « nazi gazetecilik » deyiminin kullanılmasını
tekrar etmenin yasaklanmasını eleştiriyordu. Divan, yayının hakaret
edici niteliğini ve milletvekilinin bundan hoşnut kalmama hakkını kabul
etti. Bununla birlikte, genel yarar olan bir tartışmanın mevcudiyeti
tartışmalıydı. Bundan başka, ulusal makamların, «nasyonal-sosyalist
fikirler tarafından esinlenen faaliyetlere bağlanan özel yarayı »
dikkate alarak, çıkarlar arasında uygun dengeyi koyduğuna karar verildi.
Divan, ayrıca,
başvuranın gazeteye karşı dava açmadığını, dava konusu deyimi hemen
kullanmadığını ve fakat yazının yayınlanmasından birkaç gün sonra
kullandığını belirledi. Üstelik, yaptırımın çok sınırlı kapsamı,
kendisine, gazetenin hesabına başka terimlerle düşüncesini açıklama
hakkını korumasını sağlıyordu.
Haziran 2000’de
yargılaması yapılan Constantinescu davası, bir öğretmenler
sendikası başkanının, aynı suç konusunda haklarında verilmiş takipsizlik
kararından yararlanan üç öğretmeni « yataklık edenler » («
delapidatori ») olarak suçlamaktan dolayı hakaretten mahkûmiyetine
ilişkindi. Divan, dava konusu sözler, kamu yararı olan konuları
oluşturan sendikaların bağımsızlığı ve adli teşkilatın işleyişi hakkında
bir tartışma çerçevesinde söylense bile düşünceyi açıklama özgürlüğünün
sınırları olduğunu vurguladı. Başvuranın, bir sendika temsilcisi
sıfatıyla kendisi tarafından oynanan özel rol ile birlikte, özellikle
başkasının haklarını ve ününü korumak gayesiyle, belirlenen sınırlar
içinde tepkisini göstermesi gerekirdi. Suç oluşturan beyanların onur
kırıcı niteliğini kabul ettikten sonra, Divan, « başvuranın "yataklık
edenler" terimini kullanmaksızın eleştirilerini yapmasının ve böylece
sendikal sorunlar konusunda kamuya açık bir tartışmaya katkıda
bulunabilmesinin, o zamanlar tamamen kendi elinde olduğu » kanaatine
varmıştır.
Bu nedenle, Divan, 10. maddenin ihlal edilmediğine karar verdi.
Divan’a göre,
Jerusalem davasında, 10. madde ihlal edildi. Viyana Belediye Meclisi
üyei olan başvuran, iki dernek konusunda «faşist eğilimler» gösteren ve
«totaliter karakterli» tarikatlar gibi deyimleri tekrar etmesinin
yasaklanmasına ilişkin karardan şikayetciydi. Divan, başvuranın siyasi
bir görevi olduğunu tespit etti ve bu bakımdan düşünceyi açıklama
özgürlüğünün halkın temsilcileri için çok önemli olduğunu hatırlattı.
Ayrıca siyaset adamları
gibi özel kişiler ve derneklerin kamuya açık bir tartışma çerçevesinde
dikkatli bir denetime açık olduklarının altını çizdi. Somut olayda, iki
dernek genel yararı olan konularda etkindi ve Divan’a göre, eleştirilere
karşı büyük bir hoşgörü göstermeleri gerekiyordu. Üstelik, dava konusu
sözler, bir belediye meclisi bünyesinde siyasi bir tartışma esnasında
kullanılmıştı. Bu nedenle, yasaklama kararı, oransız bir müdahale gibi
değerlendirildi.
Nisan 2001’de
yargılaması yapılan Marônek davasında, başvuran bir lojmanı
yasadışı işgal eden iki kişiyi suçladığı açık mektup nedeniyle zarar
ziyanının tazminine mahkûm edildi. Divan, dava konusu açık mektupun,
devlet konutlarının kişilere satmak üzere olduğu bir konut politikasının
söz konusu olduğu bir zamana ilişkin genel yararı olan sorunları ortaya
koyduğunu gözlemledi. Üstelik, bütün olarak alındığında başvuranın
demeçleri aşırı görünmüyordu. Onun zikrettiği olayların çoğu, basın
tarafından daha once kamuya duyurulmuştu. Divan, başvuranın
çarptırıldığı tazminat miktarının yüksekliği dikkate alındığında, dava
konusu önlemlerle izlenen yasal amaç arasında ortanlı bir ölçünün
bulunmadığını tespit etti.
Temmuz 2001 tarihli
Feldek davası, başvuran bir bakana karşı özellikle onun «faşist
geçmişini» hatırlatarak eleştirel sözler sarf etmiş olmaktan mahkûm
edilmesine ilişkindi. Divan, dava konusu sözlerin değer yargısı olduğunu
ifade etti. Somut olayda, başvuran daha once basın tarafından kamuya
açıklanan haberler ile bizzat bakanın kendi yaşam öyküsünü anlattığı
kitaba dayanıyordu. Ayrıca dava konusu sözler kamuya mal olmuş bir
kişiye ilişkindi ve ülkenin tarihine ilişkin genel yararı olan sorunlar
üzerine bir siyasi tartışmaya katılıyordu.Görüşünü açıklayarak başvuran,
bakanın ne mesleğini ne de özel hayatını etkilemişti. mahkûmiyetinin
nazaran oransız olduğuna karar verdi. Bu nedenle, mahkûmiyeti
«demokratik bir toplumda gerekli» değildi.
|