AVRUPA'DA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

AVRUPA İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesine İlişkin İçtihat

 

www.hukuki.net

F. Başkalarının Haklarının Korunması

1. Divan’ın Kesin Hükümleri

Kasım 1996’da yargılaması yapılan Wingrove davasında, Divan, İngiltere Film Tasnif Ofisinin, başvuranın yazıp çevirdiği Visions d’extase (Kendinden Geçmişliğin Görüntüleri) filmine, küfürlü olduğu gerekçesiyle, tasnif belgesi vermeyi reddetmesinin, 10. maddeyi ihlal etmediğine karar verdi. Divan’a göre, bu tür davalarda, üçüncü kişilerin haklarının korunması konusundaki gereksinimlerin somut içeriği hakkında karar vermede, devlet makamları, uluslararası hakime nazaran daha iyi bir konumda bulunmaktadır.[1]

Şubat 1998’de, Divan, Bowman davasında, her adayın kürtaja (çocuk aldırmaya) ve ceninler üzerinde gerçekleştirilen deneylere ilişkin görüşlerini açıklayan broşürlerin – seçim döneminde – başvuran tarafından dağıtımı nedeniyle Seçim Kanununa muhalefetten başlatılan kovuşturmaların, 10. maddeyi ihlal ettiğine karar verdi. Divan’a göre, dava konusu hüküm, doğrudan düşünceyi açıklama özgürlüğünü sınırlamıyor, fakat, sonuç olarak onu sınırlamaktadır. Seçim konusunda, 10. madde, Sözleşmenin 1 nolu Protokolünün 3. maddesince korunan hakların ışığında yorumlanmalıdır[2], zira Divan’a göre, « bu iki hak birbirleriyle bağlantılıdır».[3]

Dava konusu olaylara gelince, Divan, ulusal yasal hükmün başvuranın amaçlarına hizmet etmeyi amaçlayan bazı haberlerin yayınlanmasına « her türlü pratik amaçlarla mutlak bir engel oluşturduğu » sonucuna varıyor (paragraf 47). Divan’a göre :

düşünceyi açıklama özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel unsuru olarak, hür seçimlerden ayrılamaz olduğu dikkate alınmalı ve inandırıcı gerekçe olmaksızın ortadan kaldırılmamalıdır. 

Þubat 1999’da yargýlamasý yapýlan Janowski davasýnda, Divan, baþvuranýn iki belediye zabýtasýna hakaret nedeniyle ceza mahkûmiyetinin 10. maddenin ihlalini oluşturmadığına karar verdi. Bu çerçevede Divan, «kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirmek için toplumun güveninden, bu güveni haksız yere bozmaksızın, yararlanmak zorunda olduklarını» ifade etti.[4] Siyasetçilere nazaran daha az özenli bir denetime tabi olmaları nedeniyle kamu görevlilerinin saygınlığı, kabul edilebilir bir eleştirinin ötesine giden, hakaret ve sövme sözlü saldırılarına karşı korunmuştur.

Kasım 1999’da Nilsen ve Johnsen davasında, Divan, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.

Norveç Polisler Sendika Örgütleri tarafından temsil edilen başvuranlar, Bergen polis güçleri bünyesinde polisin sertliği konusunda bir profesör tarafından yazılan birçok kitaba cevaben yapılan beyanları nedeniyle hakaretten mahkûm oldular. Divan’a göre, dava konusu  iddialardan biri, kanıtlanabilir, fakat, somut olayda, güvenilir bir temelden tamamen yoksun ve kitapların yazarının anlatım şekliyle haklı gösterilemeyen bir habere benziyordu. Demekki iptali Sözleşmenin 10. maddesine aykırı değildi. Buna karşılık, profesöre şüpheli niyet ve gerekçeler atfeden diğer beyanlar, kapsam ve içerikleri dikkate alındığında değer hükümleri olmaktadır. Divan, olay tarihinde, profesör tarafından yapılan araştırmalar konusunda, başvuranlarca ifade edilen şüpheleri destekleyen bazı objektif unsurların da bulunduğunu ortaya çıkardı. Üstelik, Divan, başvuranların polise yönelik sert eleştirilere « aynı şekilde cevap vermek

 »[5] hakkını da tanıdı. Divan, dava konusu beyanların ortak yarara ilişkin, desteklenen,  heyecanlı bir kamuya açık tartışmaya katıldığını ve orada her iki taraf bakımından da mesleki saygınlıklarının tehlikede olduğuna işaret edildi. Bu nedenle, belli bir aşırılık hoş görülmelidir. Divan, başvuranların mahkûmiyetinin izlenen yasal amaca nazaran oransız olduğuna karar verdi.

Kasım 1999’da, iki sohbette, bir İspanyol kamu televizyon kanalı yöneticilerine karşı hakaret içeren sözler saf etmekten bir program yapımcısının işine son verilmesine ilişkin Fuentes Bobo davasında, Divan, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.

Divan, 10. maddenin özel hukuk ilişkileri dahil, tüm işçi ve işveren ilişkilerine uygulandığını ve devletin, bazı durumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğünü korumaya dönük pozitif yükümlülüğü bulunduğunu hatırlattı.

Ayrıca Divan, « basında genel yarar olan ciddi sorunlar söz konusu olduğunda dahi,  Sözleşmenin 10. maddesinin düşünceyi açıklama özgürlüğünü hiçbir sınırı olmaksızın güvence altına almadığını

 » vurguladı.[6]  Somut olayda, bazı yöneticilere karşı kullanılan « sülük » gibi terimler, tartışmasız onların saygınlığına zarar veriyor ve bir cezayı haklı kılıyordu. Bununla birlikte, dava konusu beyanlar, kamu televizyonu işletmeciliğinde anormal iddialarla tutkulu ve açık oturumlar çerçevesinde söylenmekteydi. Onlar «başvuranın bunları onayladığı (…) öncelikle radyo yayınları animatörleri tarafından hızlı ve spontane (içten geldiği gibi) karşılıklı konuşma çerçevesinde» kullanıldı (paragraf 48). Üstelik ilgililer tarafından hiçbir hakaret veya sövme davası da açılmadı. Divan’a göre, tazminatsız iş sözleşmesinin feshi, « daha hafif ve daha uygun diğer disiplin cezaları öngörülebileceği halde, aşırı bir sertlik » (paragraf 49) söz konusuydu.

Mart  2000’de Wabl davasında, Divan, 10. maddenin ihlal edilmediğine karar verdi. Avusturya Parlementosunda bir Yeşiller milletvekili, saygınlığına zarar veren bir yazı konusunda kullandığı « nazi gazetecilik » deyiminin kullanılmasını tekrar etmenin yasaklanmasını eleştiriyordu. Divan, yayının hakaret edici niteliğini ve milletvekilinin bundan hoşnut kalmama hakkını kabul etti. Bununla birlikte, genel yarar olan bir tartışmanın mevcudiyeti tartışmalıydı. Bundan başka, ulusal makamların, «nasyonal-sosyalist fikirler tarafından esinlenen faaliyetlere bağlanan özel yarayı » dikkate alarak, çıkarlar arasında uygun dengeyi koyduğuna karar verildi.[7]

Divan, ayrıca, başvuranın gazeteye karşı dava açmadığını, dava konusu deyimi hemen kullanmadığını ve fakat yazının yayınlanmasından birkaç gün sonra kullandığını belirledi. Üstelik, yaptırımın çok sınırlı kapsamı, kendisine, gazetenin hesabına başka terimlerle düşüncesini açıklama hakkını korumasını sağlıyordu.

 Haziran 2000’de yargılaması yapılan Constantinescu davası, bir öğretmenler sendikası başkanının, aynı suç konusunda haklarında verilmiş takipsizlik kararından yararlanan üç öğretmeni « yataklık edenler » (« delapidatori ») olarak suçlamaktan dolayı hakaretten mahkûmiyetine ilişkindi. Divan, dava konusu sözler, kamu yararı olan konuları oluşturan sendikaların bağımsızlığı ve adli teşkilatın işleyişi hakkında bir tartışma çerçevesinde söylense bile düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırları olduğunu vurguladı.  Başvuranın, bir sendika temsilcisi sıfatıyla kendisi tarafından oynanan özel rol ile birlikte, özellikle başkasının haklarını ve ününü korumak gayesiyle,  belirlenen sınırlar içinde tepkisini göstermesi gerekirdi. Suç oluşturan beyanların onur kırıcı niteliğini kabul ettikten sonra, Divan, « başvuranın "yataklık edenler" terimini kullanmaksızın eleştirilerini yapmasının ve böylece sendikal sorunlar konusunda kamuya açık bir tartışmaya katkıda bulunabilmesinin, o zamanlar tamamen kendi elinde olduğu » kanaatine varmıştır.[8] Bu nedenle, Divan, 10. maddenin ihlal edilmediğine karar verdi.

Divan’a göre, Jerusalem davasında, 10. madde ihlal edildi. Viyana Belediye Meclisi üyei olan başvuran, iki dernek konusunda «faşist eğilimler» gösteren ve «totaliter karakterli» tarikatlar  gibi deyimleri tekrar etmesinin yasaklanmasına ilişkin karardan şikayetciydi. Divan, başvuranın siyasi bir görevi olduğunu tespit etti ve  bu bakımdan düşünceyi açıklama özgürlüğünün halkın temsilcileri için çok önemli olduğunu hatırlattı.

Ayrıca siyaset adamları gibi özel kişiler ve derneklerin kamuya açık bir tartışma çerçevesinde dikkatli bir denetime açık olduklarının altını çizdi. Somut olayda, iki dernek genel yararı olan konularda etkindi ve Divan’a göre, eleştirilere karşı büyük bir hoşgörü göstermeleri gerekiyordu. Üstelik, dava konusu sözler, bir belediye meclisi bünyesinde siyasi bir tartışma esnasında kullanılmıştı. Bu nedenle, yasaklama kararı, oransız bir müdahale gibi değerlendirildi.[9]

Nisan 2001’de yargılaması yapılan Marônek davasında, başvuran bir lojmanı yasadışı işgal eden iki kişiyi suçladığı açık mektup nedeniyle zarar ziyanının tazminine mahkûm edildi. Divan, dava konusu açık mektupun, devlet konutlarının kişilere satmak üzere olduğu bir konut politikasının söz konusu olduğu bir zamana ilişkin genel yararı olan sorunları ortaya koyduğunu gözlemledi. Üstelik, bütün olarak alındığında başvuranın demeçleri aşırı görünmüyordu. Onun zikrettiği olayların çoğu, basın tarafından daha once kamuya duyurulmuştu. Divan, başvuranın çarptırıldığı tazminat miktarının yüksekliği dikkate alındığında, dava konusu önlemlerle izlenen yasal amaç arasında ortanlı bir ölçünün bulunmadığını tespit etti.[10]

Temmuz  2001 tarihli Feldek davası, başvuran bir bakana karşı özellikle onun «faşist geçmişini» hatırlatarak eleştirel sözler sarf etmiş olmaktan mahkûm edilmesine ilişkindi. Divan, dava konusu sözlerin değer yargısı olduğunu ifade etti. Somut olayda, başvuran daha once basın tarafından kamuya açıklanan haberler ile bizzat bakanın kendi yaşam öyküsünü anlattığı kitaba dayanıyordu. Ayrıca dava konusu sözler kamuya mal olmuş bir kişiye ilişkindi ve ülkenin tarihine ilişkin genel yararı olan sorunlar üzerine bir siyasi tartışmaya katılıyordu.Görüşünü açıklayarak başvuran, bakanın ne mesleğini ne de özel hayatını etkilemişti.  mahkûmiyetinin nazaran oransız olduğuna karar verdi. Bu nedenle, mahkûmiyeti «demokratik bir toplumda gerekli» değildi.[11]


[1] Bkz. 25.11.1996 tarihli Wingrov Kararı, Recueil 1996-V, paragraf 58. Komisyonun kabul edilebilirlik kararı için ayrıca bkz. : D.R. 76-B, s. 26.

[2] 1 nº lu  Protokolün 3. maddesi şöyledir :  « Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın  kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler ».

[3] Bkz. 19.2.1998 tarihli Bowman Kararı, Recueil 1998-I, paragraf  42.

[4] Bkz. 21.1.1999 tarihli Janowski Kararı, Recueil 1999-I, paragraf 33.

[5] Bkz. 25.11.1999 tarihli Nilsen et Johnsen Kararı, Recueil 1999-VIII, paragraf 52.

[6] Bkz. 29.3.200 tarihli Fuentes Bobo Kararı, yayınlanmadı.

[7] Bkz. 26.3.2000 tarihli Wabl Kararı, yayınlanmadı.

[8] Bkz. 26.3.2000 tarihli Constantinescu Kararı, , paragraf 74, yayınlanmadı.

 

[9] Bkz. 27.2.2001 tarihli Jerusalem Kararı.

 

[10] Bkz. 19.4.2001 tarihli Marônek Kararı, Série A  nº 116.

[11] Bkz. 12.7.2001 tarihli Feldek Kararı.