AVRUPA'DA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

AVRUPA İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesine İlişkin İçtihat

 

www.hukuki.net

 

E. Kamu Yararýnýn Korunmasý

1. Divan’ýn Kesin Hükümleri

Handyside davasýnda, Divan, Aralýk 1976’da,  Kýrmýzý Küçük Okul Kitabý(Little Red School Book)’nýn Muzýr Yayýnlara Ýliþkin Kanun çerçevesinde Ýngiltere makamlarý tarafýndan yasaklanmasýnýn, toplum ahlakýnýn korunmasý açýsýndan 10. maddenin 2. paragrafında öngörülen koşullara uygun olduğunu tespit etti. Bu kararda – daha sonra yukarıda belirtilen Sunday Times kararında da aynı şekilde karar verildiği üzere –, Divan, düşünceyi açıklama özgürlüğünün demokratik toplumda önemli yeri konusunda ısrar etmiştir :

Düşünceyi açıklama özgürlüğü, bu tür toplumun temel unsurlarından birini, her ferdin gelişiminin ve ilerlemesinin zorunlu koşullarından birini oluşturur. 10. maddenin 2. paragrafı saklı kalmak üzere, düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece hoşa giden veya zararsız ya da tepki yaratmaz sayılan  « haber » veya « fikirler » için değil, fakat, devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler içinde geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve yeniliğe kucak açma bunu gerektirir ve bunlar olmadan demokratik toplum olmaz.[1]

Müller ve diðerleri davasýnda, Divan, Mayıs 1988’de, bir ressam sanatçý tarafýndan sergilenen resimlere el konulmasýnýn ve bu sanatçý ile diðer baþvuranlarýn muzır yayınlar nedeniyle bir para cezasına çarptırılmalarının, düşünceyi açıklama özgürlüğünün kullanılması bakımından « demokratik bir toplumda zorunlu » sýnýrlamalarý oluþturduðuna ve bu nedenle 10. maddeyi ihlal etmediklerine karar verdi.

Düþünceyi açýklama özgürlüðünün, « ters düþen, þoke eden ya da üzüntüye sevk eden » anlatým þekilleri de dahil olmak üzere, artistik düþünceyi açýklama özgürlüðünü de içerdiðini vurgulayarak, bu kararda « koþullara baðlý olarak » (giriþ ücreti ve yaþ sýnýrý olmaksýzýn, sergiye giriþ tamamen  serbest idi) ve söz konusu resimlerde ahlaka saygý bakýmýndan bulunabilecek « takdir hakký çerçevesinde

 », Divan, sonuçta resmi makamlarýn resimlere el koyma kararlarýnýn ve para cezasý vermelerinin ahlakýn korunmasý bakýmýndan zorunlu önlemler olduðuna inanmalarýnýn haklý olduðuna karar verdi. Özellikle el koyma önlemine iliþkin olarak, bunun oransýz olmadýðýný, zira, sýnýrsýz bir süre için deðil, sýnýrlý bir süre için kararlaþtýrýldýðýný, bu bakýmdan, toplumsal ahlakýn korunmasý için artýk tehlike yaratmama halinde veya daha az sert önlemlerin yeterli olmasý durumunda, el koyma kararýnýn kaldýrýlmasý veya deðiþtirilmesi, resimlerin sahibi tarafýndan istenebilir.[2] Divan, Ekim 1992’de,

 Open Door Counselling ve Dublin Well

Woman davasýnda, Birleþik Krallýkta (Ýngiltere’de), çocuk aldýrma olanaklarý konusunda, dava baþvurusu yapan þirketlere getirilen sýnýrlamalarýn 10. maddeyi ihlal ettiğine karar verdi.

Þirketler, diðerleri yanýnda, bu yasaðýn 10. madde ile güvence altýna alýnan haberleri yayma hakkýna haksýz bir müdahale oluþturduðunu ileri sürüyorlardý. Bu hüküm « kanunla öngörülmüþ » olmasýna, kavramýn Ýrlanda da ceninin (fœtus) yaþam hakkýnýn korunmasýný da içermesine ve ahlaki koruma yasal amacý izlemesine raðmen, Divan, baþvurana uygulanan sýnýrlamanýn oranlý olmadýðý sonucuna vardý.[3]

Baþvuranýn askeri sýrlarý açýklamadan mahkûmiyetine ve yapýlan kanun yolu baþvurusunun gerekçesiz olmasý nedeniyle reddine (oysa ilgili kanun yolu baþvurusunu yapabilmek için beþ gün içinde yazýlý gerekçeleri almamýþtý) iliþkin Aralýk 1992 tarihli Hadjianastassiou kararýnda, Divan, 10. maddenin ihlal etmediðine karar verdi.[4]

Aðustos 1993 tarihli Chorherr kararýnda, Divan, baþvuranýn askeri bir merasim sýrasýnda bildiri daðýtmaya ve pankartlar taþýmaya son verme istemine olumsuz yanýt vermesi nedeniyle kamu düzenini bozmaktan yakalanmasýna, tutuklanmasýna ve mahkûmiyetine iliþkin baþvurusunu inceledi. Divan, müdahalenin « kanunla öngörülmüþ » olduðuna ve « demokratik bir toplumda zorunlu » müdahale saymak için 10. maddenin 2. paragrafý (düzenin korunmasý) açýsýndan yasal dayanaklarý bulunduðuna karar verdi.[5]

Divan, Otto-Preminger-Institut davasýnda, verdiði Eylül 1994 tarihli kararda, W. Schroeter’in Das Liebeskonzil filmine önce el konulmasýna ve ardýndan müsaadere edilmesine iliþkin Avusturya yargý kararlarý nedeniyle 10. maddenin ihlal edilmediði sonucuna vardý. Dava konusu önlemler, diðer kiþilerin düþüncelerinin kamusal anlatýmýyla yurttaþlarýn dini hislerine saldýrýlmamasý hakkýnýn korunmasýný amaçlýyordu. Divana göre, davanýn koþullarý ve Avusturya makamlarýna býrakýlan takdir hakký dikkate alýndýðýnda, ne el koymanýn, ne de  müsaaderenin güdülen amaçla oransýz olduðu söylenemez.[6]

Nisan 1993’de, Divan, bir Avrupa Parlementosu Alman üyesine karþý alýnan Fransýz Polinezi(Polynésie française)’sinden sýnýr dýþý etme ve yeniden oraya girmesinin yasaklanmasý kararý ile Nouvelle-Calédonie(Yeni Calédonie)’ye girmesinin yasaklanmasý kararýna iliþkin Piermont davasýnda, 10. maddenin ihlal edildiðine karar verdi. Bu davada Divan, « bir yandan ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğünü yöneten genel yarar ile öte yandan düşünceyi açıklama hakkı arasında adil bir dengenin kurulmadığı » sonucuna vardý.[7]

Divan, Vogt davasında, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi. Bu dava, Alman Komunist Parti (DKP) bünyesindeki bulunduğu siyasal faaliyetler nedeniyle bir öğretmenin kamu görevine son verilmesine ilişkindi. Divan, kamu görevine son verilmesinin düşünceyi açıklama özgürlüğünün uygulamasına bir müdahale oluşturduğu düşüncesiyle bu davayı, Glasenapp ve Kosiek davalarından ayırt etti. Yaptırımın sertliği ve mesleki faaliyetini yerine getirmede başvuranın davranışı dikkate alındığında, Divan, başvurana uygulanan dava konusu önlemin güdülen amaçla oranlı olmadığı sonucuna vardı. Bu durumda müdahale, demokratik bir toplumda zorunlu kabul edilemezdi.[8]

Kasım 1997’de, Divan, Zana davasında, 10. maddenin ihlal edilmediğine karar verdi. Divan, bir eski belediye başkanının bir sohbet (interview) sırasında terör eylemlerine destek vermekten mahkûm edilmesinin 10. maddenin 2. paragrafı bakımından haklı olduğu sonucuna vardı. Divan’a göre, dava konusu olayda, resmi makamların müdahalesinin, kamu güvenliğinin ve düzenin korunmasını amaçlıyordu. Başvuranın Türkiye’nin Güneydoğusunda PKK tarafından işlenen şiddet eylemlerine yeteri kadar açıklıkla taraftar olmama yönünde irade açıklamadığı ölçüde, verilen cezanın, güdülen amaçla oranlı olduğu ve « bir sosyal gereksinime yanıt verdiği » söylenebilir.[9]

Divan, üst amirlerine gönderdiği bir mektupla orduya hakaretten bir silah altına alınanın mahkûm edilmesi ile ilgili Grigoriades davasında, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi. Divan, öncelikle içtihatıyla üzerinde durduğu birçok ilkeyi hatırlattıktan sonra, özellikle « 10. maddenin kışlaların kapısında » kalmadığını[10] ve askeri disiplini bozmayı engellemeye dönük kuralların ulusal makamlar tarafından ancak, « bir kurum olarak orduya karşı yöneltilebilecek düşünce açıklamalarına engel koymak için » yaralanılabileceğini hatırlattı. Dava konusu olan mektup söz konusu olduğunda, Divan, silahlı kuvvetler hakkında sert ve aşırı gözlemlere rağmen, «bu açıklamaların bir kurum olarak orduyu ve askerlik yaşamını eleştiren oldukça uzun ve genel bir anlatım kapsamında yapıldığına » ve doğrudan ne mektubun muhatabını ve ne de bir başkasını hedef  almadığına dikkat çekti. Bu kapsamda, müdahale, 10. maddesinin 2. paragrafını haklı kılmıyordu.

Divan, Incal davasında, 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna vardı. Başvuran, işçilere ve özellikle Kürt asıllı olanlara karşı, yerel makamlar tarafından izlenen siyaseti eleştiren  broşürleri yayınlamaya katılmaktan mahkûm edilmişti. Divan, Castells kararına ilişkin içtihatını hatırlatarak[11] « başvuranın durumunda olduğu gibi, bir muhalefet partisi üyesi bir siyaset adamının düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahale, en sıkı bir denetimi (…) gerektirir ». [12]  Divan’a göre, bildiri de yapılan çağırılar, « kendi kapsamı içinde yurttaşlar arasında kin, düşmanlık veya şiddete kışkırtma  şeklinde okunmamalıdır

» (paragraf 50).  «Demokratik bir sistemde, (hükümetin) eylemleri veya hareketsizlikleri sadece yasama ve yargı gücünün değil, fakat kamu oyunun da titiz denetimi altında olmalıdır » (paragraf 54) hükmünü dikkate alarak, Divan, dava konusu müdahalenin « soyal bir gereksinime cevap vermeyen »  aşırılığını ortaya koydu. Sonuç olarak, Divan, bu davanın özellikleri Zana davasınınkilerle karşılaştırılamaz olduğu sonucuna vardı[13], çünkü « Türkiye’de terörizmin ortaya koyduğu sorunlar konusunda başvuranın herhangi bir sorumluluğu sonucuna götüren unsurlar » bulunmamaktadır (paragraf 58).

Divan, Steel ve diğerleri davasında, başvuranların yakalanmasının doğurduğu gösterilerin, göstericilen bazı faaliyetleri kabul etmemelerinin bir ifadesi olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna vardı. Bu doğrultuda, bunlar, 10. maddenin uygulama alanına girerler. Başvuranların düşünceyi açıklama özgürlüğünü kullanmalarını sınırlama zorunluluğuna karar vermek amacıyla Divan, dava konusu olayları inceledi ve ilk iki başvuranın olayında 10. maddenin ihlal edilmediği sonucuna vardı. Zira, bir yandan, bu olayda keklik (grouses) avlamak gibi yasal bir faaliyete fiziki engeller, diğer yandan, bir otoyol inşaatı, başvuranların göz altına alınarak oradan uzaklaştırılmalarını haklı kılıyordu. Buna karşılık, Divan, diğer üç başvuranın olayında, bir savaş  helikopterinin üzerinde konferans esnasındaki tamamen pasifik gösterilerine rağmen resmi makamlarca göz altına alma yasadışı, oransız ve 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verdi. [14]

Eylül 1997’de, Divan, Ahmed ve diğerleri davasında, yerel yönetimlerde görevli memurların siyasal faaliyetlerini sınırlamanın 10. maddenin ihlalini oluşturmadığı sonucuna vardı. Bu olayda, yerel memurların siyasal faaliyetlerinin gerçekleştirilmesine Yerel Yönetimlere ve Lojmana İlişkin 1989 Tarihli Kanunun (Local Government and Housing Act) uygulamasına ilişkin bir düzenleyici işlemle getirilen sınırlama söz konusuydu. [15] Divan’a göre,  Divan, dava konusu önlemin kabulü yasa koyucunun memurların tarafsızlığını sürdürmek için zorunlu bir yanıt oluşturduğu ve alınan önlemlerin, davalı devletin, bu konudaki takdir hakkını aşmadığı kabul edilebilir.

Mayıs 1999’da, Divan, Rekvényi davasında, bir siyasi partiye üye olma ve  siyasal faaliyetlerde bulunmanın silahlı kuvvetler ve emniyet hizmetleri mensuplarına yasaklanması konusunda karar verdi. Divan, emniyetin siyasal tarafsızlığını sağlamayı amaçlayan sınırlamaların, ulusal güvenliği ve kamu güvenliğini korumak şeklinde yasal amaçlar izlediğini kabul etti. Bundan da öte, güdülen amaçla oransız olmadıkları kararlaştırıldı, çünkü polisler, siyasi düşüncelerini ve tercihlerini açıklama olanağı veren faaliyetleri icra etme hakkını daima korumuşlardır. Seçim programalarını dağıtabilirler, seçim toplantıları düzenleyebilirler, yasama seçimlerinde oy kullanabilirler ve aday olabilirler veya sendikalara üye olabilirler. Bu koşullarda, kısıtlamalar aşırı gözükmemektedir. Şu halde, Sözleşmenin 10. maddenin ihlal edildiği söylenemez.[16]

Divan, 8 Temmuz  1999’da, Arslan[17], Polat[18] ve Gerger[19] davalarında, 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna vardı. Başvuranlar, Türkiye’nin Güneydoğusundaki devletin  eylemini yazıyla veya sözle eleştirdikten sonra, devlet bütünlüğüne karşı propagandadan mahkûm edilmişti. Divan, şiddete kışkırtma halinde, ulusal makamların  bir müdahele zorunluluğunu incelemede daha geniş bir takdir hakkına sahip olduğunu kabul etti. Bununla birlikte,  Divan, siyasi konuşmalar alanında, « Sözleşmenin 10. maddesinin düşünceyi açıklama özgürlüğünü sınırlamaya pek yer bırakmadığını » ve kabul edilebilir eleştiri sınırlarının herhangi bir kimseye veya hatta bir devlet adamına nazaran daha geniş olduğunu hatırlattı.

Bu üç davada, dava konusu metinler, bazı paragralardaki düşmanca ifadaeye veya kullanılan  « direnme », « savaş » ve « kurtuluş » gibi kelimelere rağmen, şiddete kışkırtmıyordu. Ayrıca, Divan, bir toplantı sırasında veya medya iletişim araçlarından ziyade edebiyat çağrışımlı yayın yoluyla dava konusu yazıların dağıtımının, « ulusal güvenlik» veya « toprak bütünlüğü »    üzerindeki muhtemel etkisini önemli derecede sınırlamadığını belirledi. Bütün bu unsurlar dikkate alındığında, Divan, başvuranların mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığını beyan etti.

8 Temmuz  1999’da, Karataş davasında, başvuranın, şiir derlemesinin yayınlanmasından sonra, devletin bölünmezliğine karşı propagandadan mahkûmiyetinin 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verildi. Eski içtihatına gönderme yaparak, Divan, 10. maddenin sanatsal düşünceyi açıklama özgürlüğünü koruduğunu ve sadece düşüncelerin özünü değil, anlatım biçimini de güvenceye aldığını teyit etti.  Divan, şiirlerin tanımı gereği çok sınırlı gruba hitap eden bir tür olduğunu, bunun ise,

« ulusal güvenlik, kamu güvenliği veya toprak bütünlüğü üzerindeki muhtemel etkisine önemli bir sınır » oluşturduğunu not etti.[20] Divan, bundan başka,  « söz konusu şiirlerin bazı kısımlarının, çok sert ve şiddete çağrı yapsa da, sanatsal nitelikleri ve sınırlı amaçları, zor bir siyasi durum karşısında bir başkaldırıya çağrıdan ziyade, derin bir karışıklığın ifadesi olarak yorumlanacağını (…) » gösterdiği sonucuna vardı (paragraf 52). Sonuç olarak, başvuranın mahkûmiyeti güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığı beyan edildi.

Temmuz  1999’da, Başkaya ve Okçuoğlu davasında, Divan, « devletin resmi ideolojisini » eleştiren akademik bir çalışmanın yayınlanmasından sonra, devletin bölünmezliğine karşı propagandadan başvuranların mahkûmiyeti hakkında karar verdi. Türkiye’nin terörle mücadeleye bağlı  resmi makamların gerekçelerine hassas yaklaşmakla birlikte,  Divan, ulusal makamların üniversiter alanda ve ülkenin Güneydoğusundaki durum hakkında toplumun bir başka biçimde bilgilendirilme hakkı konusunda düşünceyi açıklama özgürlüğünü yeteri kadar dikkate almadıklarını tesbit etmiştir. Üstelik, dava konusu eser, şiddete kışkırtmıyordu. Bununla birlikte,  Divan, hükümete karşı kabul edilebilir eleştiri sınırlarının herhangi bir kimseye veya hatta bir devlet adamına nazaran daha geniş olduğunu hatırlatarak,  başvuranların mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığı ve Sözleşmenin 10. maddesini ihlal eder durumda olduğu sonucuna vardı.[21]

Ekim 1999’da, Wille davasında, Divan, yaptığı beyanlardan sonra, Liechtenstein Prensinin başvuranı bir memuriyete atamama kararının 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verdi. Başvuran, bir konferans sırasında anayasal bir yorum sorusu hakkında görüşünü açıklamıştı. 

Divan,  öncelikle  başvuranın düşünceyi açıklama özgürlüğüne bir müdahale olduğuna karar verdi. Zira Liechtenstein Prensinin başvuranı artık hiçbir memuriyete atanmama kararlılığı, Divan’a göre,

ilgilinin daha önce kullandığı düşünceyi açıklama özgürlüğünü kullanma şekli için bir yaptırım şekline dönüşüyordu ; ayrıca bu hakkın kullanımı üzerinde, cezalandırıcı bir etkiye sahiptir, çünkü, başvuranı gelecekte bu tür beyanlarda bulunmaktan vazgeçirecek niteliktedir.[22]

Ardından Divan, dava konusu önlemin demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığını araştırdı. Adli yargı (güç) görevlilerinden haklı olarak beklenenin (başvuran olay tarihinde bir yüksek yargıçtı), adli yargının tarafsızlığının ve gücünün tartışma konusu olma ihtimali bulunan her durumda, düşünceyi açıklama özgürlüğünü dikkatle kullanmaları olduğu tespit etti. Bununla birlikte, sadece, söz konusu konferansın siyasal sorunlar yaratması,  başvuranın konuşmasını yasal olarak engeleyemezdi. Somut olayda, bu kişi tarafından açıklanan görüş, savunulamaz şeklinde değerlendirilemezdi, zira önemli sayıda kişi tarafından paylaşılıyordu. Başvuran, görülmekte olan davaları ne yorumladı, ne kamu kurumlarına veya görevlilerine karşı sert bir eleştiri getirdi, ne de üst düzey görevlilere veya Prense hakaret etti. Bundan başka, konferans sırasında başvuran tarafından açıklanan görüş, görevinin ifasına veya diğer herhangi bir görülmekte olan ya da görülmesi yakın bir davaya etkileri olduğuna ilişkin hiçbir olay değerlendirmesi de mevcut değildi. Öte yandan, başvuranın adli görevlerine aykırı olarak veya adli görevlerinin dışında davrandığı da kanıtlanamadı.

Bu durumda Divan, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar verdi.

Ekim 2000’de yargılaması yapılan, Aksoy davasında, yazar ve eski milletvekili olan başvuran Türkiye’nin Güneydoğusundaki sorunlara ilişkin beyanları sebebiyle, bölücü propagandadan üç kez mahkûm olmuştu. Her üç davada Divan, Sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardı.

Birinci mahkûmiyet, bir siyasi parti kongresinde başvuranın konuşmasının ardından açıklandı. Divan, « herkes için kıymetli olan düşünceyi açıklama özgürlüğü, halkın seçtiği için daha da kıymetlidir» görüşünü hatırlattı.[23] Bu davada, adı geçen :

« Türk siyasi hayatındaki rolü çerçevesinde, bir siyasi partinin milletvekili ve genel sekreteri sıfatıyla ve […] söz konusu [olan] konuşma, […], ne şiddete, ne silahlı mücadeleye ne de isyana teşvik ediyor[du]  ». (paragraf 62)

Ayrıca Divan, Hükümetin aksine, dava konusu beyanların ırkçı anlatımlar oluştumadığı sonucuna vardı. Divan’a göre, başvuran bir halkın varlığının altını çizmişti ve  konuşması « bu halkın haklarının tanınması istemini » özetliyordu (paragraf

64). Bu nedenle, mahkûmiyetinin  güdülen amaçlarla oranlı olmadığı sonucuna varıldı.

Başvuran ikinci kez, bir dergide yayınlanan yazısı nedeniyle mahkûm edildi.  Divan, bir demokraside basının asıl işlevini hatırlattı ; ilgili siyaset adamı sıfatıyla konuşuyordu ; şiddet kullanımına kışkırtmıyordu. Aksine, yazısı, bağımsız ve kamusal örgütler tarafından yayınlanan haberlere dayanıyordu ve kamuoyunu uyarmayı amaçlıyordu. Mahkûmiyetinin yeniden güdülen amaçlarla oranlı olmadığı sonucuna varıldı. 

Başvurana karşı üçüncü ceza, halkın kendi geleceğini kendinin tayin hakkı sorununa ilişkin bir broşür yayınlamasından sonra alındı. Somut olayda, dava konusu metin, şiddete bir çağrı oluşturmuyordu. Divan, bu çerçevede, « bizzat demokrasiye saldırıyı amaçlamamak kaydıyla, demokrasi için esas olanın, bir devletin mevcut yönetim şeklini tartışmaya açanlar dahil, değişik siyasi tasarıların önerilmesini ve tartışılmasını sağlamak» olduğunu hatırlattı (paragraf 78). Divan, dava konusu üçüncü önlemin de, Sözleşmenin 10. maddesine aykırı olduğuna karar verdi.

Mayıs 2001’de Divan, Kıbrıs - Türkiye davasında karar verdi. Başvuran Hükümet, okul kitaplarına ve Yunan dilinde gazetelerin dağıtımına ilişkin sınırlamalarla ilgili uygulama yönteminden şikayet ediyordu. Ayrıca Türk siyasi muhaliflerin düşünceyi açıklama hakkını koruma konusunda yetkili makamların olumsuz tutumunu ileri sürüyordu.

Birinci iddia konusunda, Kıbrıs Türk makamlarının okul kitaplarının dağıtımını yapmadan önce içeriğini incelemelerinin 10. maddeye aykırı olduğuna karar verdi. Davalı Hükümete göre, bu uygulama yöntemi topluluklar arası ilişkileri tehdit eden unsurları belirlemek amacı güdüyordu. Bununla birlikte Divan, bu makamların gerçekte içeriği zararsız çok sayıda okul kitabına tek taraflı olarak sansür uyguladıkları veya bunları yasakladıkları kanaatine vardı. Bu nedenle bu  sansür haber alma özgürlüğünün inkarını oluşturuyordu.

Buna karşılık, diğer iki iddia konusunda ise, Divan, 10. madde ile güvence altına alınan hakların ihlaline ilişkin hiçbir uygulamanın bulunmadığı kanaatine vardı.[24]

Temmuz  2001’de, Bask kültürünün ve niteliğinin çeşitli yönlerine hasredilen bir kitabın Fransız toprağı üzerinde dağıtımını yasaklayan bir bakanlık kararnamesine ilişkin Association Ekin (Derneği) davasında, Divan, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Bu önlem, İç işleri bakanına yabancı dilde yazılmış veya yurt dışından gelen yazılı eserleri yasaklama yetkisi veren bir kanun maddesine alınmıştı. Divan, böylesine önceden sınırlamaların Sözleşme ile bağdaşmadığına, fakat, « yasaklamanın sınırına ilişkin çok sert ve muhtemel kötüye kullanmalara karşı, etkin yargısal denetimin olduğu bir yasal çerçeve içinde gündeme gelebileceğine » karar verdi.[25] Somut olayda, dava konusu hükümler, bu iki gereksinimi karşılamıyordu. Ayrıca, Divan’a göre, yayının içeriği, güvenlik ve kamu düzeni bakımından  başvuranın düşünceyi açıklama özgürlüğüne saldırının ağırlığını haklı göstermiyordu. Þu halde müdahale, « demokratik bir toplumda gerekli » değildi.


 

[1] Bkz. 7.12.1976 tarihli Handyside kararı, Série A  nº 24 paragraf 49.

[2] Bkz. 24.5. 1988 tarihli Müller ve diğerleri  kararı, Série A  nº 133.

[3] Bkz. 29.10.1992 tarihli Open Door Counselling Ltd ve Dublin Well Woman Centre Ltd kararı, Série A  nº 246.

[4] Bkz. 16.10.1992 tarihli Hadjianastassiou kararı, Série A  nº 252.

[5] Bkz. 25.8.1993 tarihli Chorherr kararı, Série A  nº 266-B, paragraf 30-34.

 

[6] Bkz. 20.9.1994 tarihli Otto-Preminger-Institut kararı, Série A  nº 295-A.

 

[7] Bkz. 27.4.1995tarihli Piermont kararı, Série A  nº 314, paragraf 77. 

[8] Bkz. 26.9.1995 tarihli Vogt kararı, Série A  nº 323.

[9] Bkz. 25.11.1997 tarihli Zana kararı, Recueil 1997-VII.

[10] Bkz. 25.11.1997 tarihli Grigoriades kararı, Recueil 1997-VII, paragraf 45.

[11] Bkz. 23.4.1992 tarihli Castells kararı, Série A , n°  236, paragraf 42.

[12] Bkz.  9.6.1998 tarihli Incal kararı, Recueil 1998-IV, paragraf 46.

[13] Bkz. 25.11.1997 tarihli Zana kararı, Recueil 1997-VII.

[14] Bkz. 23.9.1998 tarihli Steel ve diğerleri kararı, Recueil 1998-VII.

[15] Bkz. 23.9.1998 tarihli Ahmed ve diğerleri kararı, Recueil 1998-VI.

[16] Bkz. 20.5.1999 tarihli Rekvényi kararı, Recueil 1999-III.

[17] Bkz. 8.7.1999 tarihli Arslan kararı, yayınlanmadı.

 

[18] Bkz. 8.7.1999 tarihli Polat kararı, yayınlanmadı..

[19] Bkz. 8.7.1999 tarihli Gerger kararı, yayınlanmadı.

[20] Bkz. 8.7.1999 tarihli Karataş kararı, Recueil 1999-IV paragraf 52.

[21] Bkz. 8.7.1999 tarihli Başkaya ve Okçuoğlu kararı, Recueil 1999-IV.

 

[22] Bkz. 28.10.1999 tarihli Wille kararı, Recueil 1999-VII, paragraf 50.

[23] Bkz. 10.10.2000 tarihli Aksoy kararı, paragraf 59, yayınlanmadı..

 

[24] Bkz. 10.5.12001 tarihli Kıbrıs - Türkiye kararı, Recueil 1999-III.

[25] Bkz. 17.7. 200 tarihli Association Ekin (Derneği) kararı, paragraf 58.