E. Kamu
Yararýnýn Korunmasý
1. Divan’ýn Kesin
Hükümleri
Handyside davasýnda,
Divan, Aralýk 1976’da, Kýrmýzý Küçük Okul Kitabý(Little Red School
Book)’nýn Muzýr Yayýnlara Ýliþkin Kanun çerçevesinde Ýngiltere
makamlarý tarafýndan yasaklanmasýnýn, toplum ahlakýnýn korunmasý
açýsýndan 10. maddenin 2. paragrafında öngörülen
koşullara uygun olduğunu tespit etti. Bu kararda – daha sonra yukarıda
belirtilen Sunday Times kararında da aynı şekilde karar verildiği üzere
–, Divan, düşünceyi açıklama özgürlüğünün demokratik toplumda önemli
yeri konusunda ısrar etmiştir :
Düşünceyi açıklama özgürlüğü, bu tür toplumun temel unsurlarından
birini, her ferdin gelişiminin ve ilerlemesinin zorunlu koşullarından
birini oluşturur. 10. maddenin 2. paragrafı saklı kalmak üzere,
düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece hoşa giden veya zararsız ya da
tepki yaratmaz sayılan « haber » veya « fikirler » için değil, fakat,
devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye
sevk edenler içinde geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve yeniliğe kucak
açma bunu gerektirir ve bunlar olmadan demokratik toplum olmaz.
Müller ve diðerleri
davasýnda, Divan,
Mayıs 1988’de, bir ressam sanatçý tarafýndan
sergilenen resimlere el konulmasýnýn ve bu sanatçý ile diðer
baþvuranlarýn muzır yayınlar nedeniyle bir para
cezasına çarptırılmalarının, düşünceyi açıklama özgürlüğünün
kullanılması bakımından «
demokratik bir toplumda zorunlu » sýnýrlamalarý
oluþturduðuna ve bu nedenle 10. maddeyi ihlal
etmediklerine karar verdi.
Düþünceyi açýklama
özgürlüðünün, « ters düþen, þoke eden ya da üzüntüye sevk eden » anlatým
þekilleri de dahil olmak üzere, artistik düþünceyi açýklama özgürlüðünü
de içerdiðini vurgulayarak, bu kararda « koþullara baðlý olarak » (giriþ
ücreti ve yaþ sýnýrý olmaksýzýn, sergiye giriþ tamamen serbest idi) ve
söz konusu resimlerde ahlaka saygý bakýmýndan bulunabilecek « takdir
hakký çerçevesinde
», Divan, sonuçta resmi
makamlarýn resimlere el koyma kararlarýnýn ve para cezasý vermelerinin
ahlakýn korunmasý bakýmýndan zorunlu önlemler olduðuna inanmalarýnýn
haklý olduðuna karar verdi. Özellikle el koyma önlemine iliþkin olarak,
bunun oransýz olmadýðýný, zira, sýnýrsýz bir süre için deðil, sýnýrlý
bir süre için kararlaþtýrýldýðýný, bu bakýmdan, toplumsal ahlakýn
korunmasý için artýk tehlike yaratmama halinde veya daha az sert
önlemlerin yeterli olmasý durumunda, el koyma kararýnýn kaldýrýlmasý
veya deðiþtirilmesi, resimlerin sahibi tarafýndan istenebilir.
Divan, Ekim 1992’de,
Open Door
Counselling ve Dublin Well
Woman davasýnda, Birleþik
Krallýkta (Ýngiltere’de), çocuk aldýrma olanaklarý konusunda, dava
baþvurusu yapan þirketlere getirilen sýnýrlamalarýn 10.
maddeyi ihlal ettiğine karar verdi.
Þirketler, diðerleri yanýnda, bu yasaðýn
10. madde ile güvence altýna alýnan haberleri yayma hakkýna haksýz bir
müdahale oluþturduðunu ileri sürüyorlardý. Bu hüküm « kanunla öngörülmüþ
» olmasýna, kavramýn Ýrlanda da ceninin (fœtus) yaþam hakkýnýn
korunmasýný da içermesine ve ahlaki koruma yasal amacý izlemesine raðmen,
Divan, baþvurana uygulanan sýnýrlamanýn oranlý olmadýðý sonucuna vardý.
Baþvuranýn askeri sýrlarý açýklamadan
mahkûmiyetine ve yapýlan kanun yolu baþvurusunun gerekçesiz olmasý
nedeniyle reddine (oysa ilgili kanun yolu baþvurusunu yapabilmek için
beþ gün içinde yazýlý gerekçeleri almamýþtý) iliþkin Aralýk 1992 tarihli
Hadjianastassiou kararýnda,
Divan, 10. maddenin ihlal etmediðine karar verdi.
Aðustos 1993 tarihli Chorherr
kararýnda,
Divan, baþvuranýn askeri bir merasim sýrasýnda bildiri daðýtmaya ve
pankartlar taþýmaya son verme istemine olumsuz yanýt vermesi nedeniyle
kamu düzenini bozmaktan yakalanmasýna, tutuklanmasýna ve mahkûmiyetine
iliþkin baþvurusunu inceledi. Divan, müdahalenin « kanunla öngörülmüþ »
olduðuna ve « demokratik bir toplumda zorunlu » müdahale saymak için 10.
maddenin 2. paragrafý (düzenin korunmasý) açýsýndan yasal dayanaklarý
bulunduðuna karar verdi.
Divan, Otto-Preminger-Institut
davasýnda, verdiði Eylül 1994 tarihli kararda, W. Schroeter’in
Das Liebeskonzil filmine önce el konulmasýna ve ardýndan müsaadere
edilmesine iliþkin Avusturya yargý kararlarý nedeniyle 10. maddenin
ihlal edilmediði sonucuna vardý. Dava konusu önlemler, diðer kiþilerin
düþüncelerinin kamusal anlatýmýyla yurttaþlarýn dini hislerine
saldýrýlmamasý hakkýnýn korunmasýný amaçlýyordu. Divana göre, davanýn
koþullarý ve Avusturya makamlarýna býrakýlan takdir hakký dikkate
alýndýðýnda, ne el koymanýn, ne de müsaaderenin güdülen amaçla oransýz
olduðu söylenemez.
Nisan 1993’de, Divan, bir Avrupa
Parlementosu Alman üyesine karþý alýnan Fransýz Polinezi(Polynésie
française)’sinden sýnýr dýþý etme ve yeniden oraya girmesinin
yasaklanmasý kararý ile Nouvelle-Calédonie(Yeni Calédonie)’ye girmesinin
yasaklanmasý kararýna iliþkin Piermont davasýnda, 10. maddenin
ihlal edildiðine karar verdi. Bu davada Divan, « bir
yandan ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğünü yöneten genel yarar ile
öte yandan düşünceyi açıklama hakkı arasında adil bir dengenin
kurulmadığı » sonucuna vardý.
Divan, Vogt
davasında, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi. Bu dava, Alman
Komunist Parti (DKP) bünyesindeki bulunduğu siyasal faaliyetler
nedeniyle bir öğretmenin kamu görevine son verilmesine ilişkindi. Divan,
kamu görevine son verilmesinin düşünceyi açıklama özgürlüğünün
uygulamasına bir müdahale oluşturduğu düşüncesiyle bu davayı,
Glasenapp ve Kosiek davalarından ayırt etti. Yaptırımın sertliği ve
mesleki faaliyetini yerine getirmede başvuranın davranışı dikkate
alındığında, Divan, başvurana uygulanan dava konusu önlemin güdülen
amaçla oranlı olmadığı sonucuna vardı. Bu durumda müdahale, demokratik
bir toplumda zorunlu kabul edilemezdi.
Kasım 1997’de, Divan,
Zana davasında, 10. maddenin ihlal edilmediğine karar verdi. Divan,
bir eski belediye başkanının bir sohbet (interview) sırasında terör
eylemlerine destek vermekten mahkûm edilmesinin 10. maddenin 2.
paragrafı bakımından haklı olduğu sonucuna vardı. Divan’a göre, dava
konusu olayda, resmi makamların müdahalesinin, kamu güvenliğinin ve
düzenin korunmasını amaçlıyordu. Başvuranın Türkiye’nin Güneydoğusunda
PKK tarafından işlenen şiddet eylemlerine yeteri kadar açıklıkla
taraftar olmama yönünde irade açıklamadığı ölçüde, verilen cezanın,
güdülen amaçla oranlı olduğu ve « bir sosyal gereksinime yanıt verdiği »
söylenebilir.
Divan, üst amirlerine
gönderdiği bir mektupla orduya hakaretten bir silah altına alınanın
mahkûm edilmesi ile ilgili Grigoriades davasında, 10. maddenin
ihlal edildiğine karar verdi. Divan, öncelikle içtihatıyla üzerinde
durduğu birçok ilkeyi hatırlattıktan sonra, özellikle « 10. maddenin
kışlaların kapısında » kalmadığını
ve askeri disiplini bozmayı engellemeye dönük kuralların ulusal makamlar
tarafından ancak, « bir kurum olarak orduya karşı yöneltilebilecek
düşünce açıklamalarına engel koymak için » yaralanılabileceğini
hatırlattı. Dava konusu olan mektup söz konusu olduğunda, Divan, silahlı
kuvvetler hakkında sert ve aşırı gözlemlere rağmen, «bu açıklamaların
bir kurum olarak orduyu ve askerlik yaşamını eleştiren oldukça uzun ve
genel bir anlatım kapsamında yapıldığına » ve doğrudan ne mektubun
muhatabını ve ne de bir başkasını hedef almadığına dikkat çekti. Bu
kapsamda, müdahale, 10. maddesinin 2. paragrafını haklı kılmıyordu.
Divan, Incal
davasında, 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna vardı. Başvuran,
işçilere ve özellikle Kürt asıllı olanlara karşı, yerel makamlar
tarafından izlenen siyaseti eleştiren broşürleri yayınlamaya
katılmaktan mahkûm edilmişti. Divan, Castells kararına
ilişkin içtihatını hatırlatarak
« başvuranın durumunda olduğu gibi, bir muhalefet partisi üyesi bir
siyaset adamının düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahale, en sıkı bir
denetimi (…) gerektirir ».
Divan’a göre, bildiri de yapılan çağırılar, « kendi kapsamı içinde
yurttaşlar arasında kin, düşmanlık veya şiddete kışkırtma şeklinde
okunmamalıdır
» (paragraf 50).
«Demokratik bir sistemde, (hükümetin) eylemleri veya hareketsizlikleri
sadece yasama ve yargı gücünün değil, fakat kamu oyunun da titiz
denetimi altında olmalıdır » (paragraf 54) hükmünü dikkate alarak,
Divan, dava konusu müdahalenin « soyal bir gereksinime cevap vermeyen »
aşırılığını ortaya koydu. Sonuç olarak, Divan, bu davanın özellikleri
Zana davasınınkilerle karşılaştırılamaz olduğu sonucuna vardı,
çünkü « Türkiye’de terörizmin ortaya koyduğu sorunlar konusunda
başvuranın herhangi bir sorumluluğu sonucuna götüren unsurlar »
bulunmamaktadır (paragraf 58).
Divan, Steel ve
diğerleri davasında, başvuranların yakalanmasının doğurduğu
gösterilerin, göstericilen bazı faaliyetleri kabul etmemelerinin bir
ifadesi olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna vardı. Bu
doğrultuda, bunlar, 10. maddenin uygulama alanına girerler.
Başvuranların düşünceyi açıklama özgürlüğünü kullanmalarını sınırlama
zorunluluğuna karar vermek amacıyla Divan, dava konusu olayları inceledi
ve ilk iki başvuranın olayında 10. maddenin ihlal edilmediği sonucuna
vardı. Zira, bir yandan, bu olayda keklik (grouses) avlamak gibi
yasal bir faaliyete fiziki engeller, diğer yandan, bir otoyol inşaatı,
başvuranların göz altına alınarak oradan uzaklaştırılmalarını haklı
kılıyordu. Buna karşılık, Divan, diğer üç başvuranın olayında, bir
savaş helikopterinin üzerinde konferans esnasındaki tamamen pasifik
gösterilerine rağmen resmi makamlarca göz altına alma yasadışı, oransız
ve 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verdi.
Eylül 1997’de, Divan,
Ahmed ve diğerleri davasında, yerel yönetimlerde görevli memurların
siyasal faaliyetlerini sınırlamanın 10. maddenin ihlalini oluşturmadığı
sonucuna vardı. Bu olayda, yerel memurların siyasal faaliyetlerinin
gerçekleştirilmesine Yerel Yönetimlere ve Lojmana İlişkin 1989 Tarihli
Kanunun (Local Government and Housing Act) uygulamasına ilişkin
bir düzenleyici işlemle getirilen sınırlama söz konusuydu.
Divan’a göre, Divan, dava konusu önlemin kabulü yasa koyucunun
memurların tarafsızlığını sürdürmek için zorunlu bir yanıt oluşturduğu
ve alınan önlemlerin, davalı devletin, bu konudaki takdir hakkını
aşmadığı kabul edilebilir.
Mayıs 1999’da, Divan,
Rekvényi davasında, bir siyasi partiye üye olma ve siyasal
faaliyetlerde bulunmanın silahlı kuvvetler ve emniyet hizmetleri
mensuplarına yasaklanması konusunda karar verdi. Divan, emniyetin
siyasal tarafsızlığını sağlamayı amaçlayan sınırlamaların,
ulusal
güvenliği ve kamu güvenliğini korumak şeklinde
yasal amaçlar izlediğini kabul etti. Bundan da öte, güdülen amaçla
oransız olmadıkları kararlaştırıldı, çünkü polisler, siyasi
düşüncelerini ve tercihlerini açıklama olanağı veren faaliyetleri icra
etme hakkını daima korumuşlardır. Seçim programalarını dağıtabilirler,
seçim toplantıları düzenleyebilirler, yasama seçimlerinde oy
kullanabilirler ve aday olabilirler veya sendikalara üye olabilirler. Bu
koşullarda, kısıtlamalar aşırı gözükmemektedir. Şu halde, Sözleşmenin
10. maddenin ihlal edildiği söylenemez.
Divan, 8 Temmuz
1999’da, Arslan,
Polat
ve Gerger
davalarında, 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna
vardı. Başvuranlar, Türkiye’nin Güneydoğusundaki devletin eylemini
yazıyla veya sözle eleştirdikten sonra, devlet bütünlüğüne karşı
propagandadan mahkûm edilmişti. Divan, şiddete kışkırtma halinde, ulusal
makamların bir müdahele zorunluluğunu incelemede daha geniş bir takdir
hakkına sahip olduğunu kabul etti. Bununla birlikte, Divan, siyasi
konuşmalar alanında, « Sözleşmenin 10. maddesinin düşünceyi açıklama
özgürlüğünü sınırlamaya pek yer bırakmadığını » ve kabul edilebilir
eleştiri sınırlarının herhangi bir kimseye veya hatta bir devlet adamına
nazaran daha geniş olduğunu hatırlattı.
Bu üç davada, dava
konusu metinler, bazı paragralardaki düşmanca ifadaeye veya kullanılan
« direnme », « savaş » ve « kurtuluş » gibi kelimelere rağmen, şiddete
kışkırtmıyordu. Ayrıca, Divan, bir toplantı sırasında veya medya
iletişim araçlarından ziyade edebiyat çağrışımlı yayın yoluyla dava
konusu yazıların dağıtımının, « ulusal güvenlik» veya « toprak bütünlüğü
» üzerindeki muhtemel etkisini önemli derecede sınırlamadığını
belirledi. Bütün bu unsurlar dikkate alındığında, Divan, başvuranların
mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığını beyan etti.
8 Temmuz 1999’da,
Karataş davasında, başvuranın, şiir derlemesinin yayınlanmasından
sonra, devletin bölünmezliğine karşı propagandadan mahkûmiyetinin 10.
maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verildi. Eski içtihatına gönderme
yaparak, Divan, 10. maddenin sanatsal düşünceyi açıklama özgürlüğünü
koruduğunu ve sadece düşüncelerin özünü değil, anlatım biçimini de
güvenceye aldığını teyit etti. Divan, şiirlerin tanımı gereği çok
sınırlı gruba hitap eden bir tür olduğunu, bunun ise,
« ulusal güvenlik, kamu
güvenliği veya toprak bütünlüğü üzerindeki muhtemel etkisine önemli bir
sınır » oluşturduğunu not etti.
Divan, bundan başka, « söz konusu şiirlerin bazı kısımlarının, çok sert
ve şiddete çağrı yapsa da, sanatsal nitelikleri ve sınırlı amaçları, zor
bir siyasi durum karşısında bir başkaldırıya çağrıdan ziyade, derin bir
karışıklığın ifadesi olarak yorumlanacağını (…) » gösterdiği sonucuna
vardı (paragraf 52). Sonuç olarak, başvuranın mahkûmiyeti güdülen yasal
amaçlarla oranlı olmadığı beyan edildi.
Temmuz 1999’da,
Başkaya ve Okçuoğlu davasında, Divan, « devletin resmi ideolojisini
» eleştiren akademik bir çalışmanın yayınlanmasından sonra, devletin
bölünmezliğine karşı propagandadan başvuranların mahkûmiyeti hakkında
karar verdi. Türkiye’nin terörle mücadeleye bağlı resmi makamların
gerekçelerine hassas yaklaşmakla birlikte, Divan, ulusal makamların
üniversiter alanda ve ülkenin Güneydoğusundaki durum hakkında toplumun
bir başka biçimde bilgilendirilme hakkı konusunda düşünceyi açıklama
özgürlüğünü yeteri kadar dikkate almadıklarını tesbit etmiştir. Üstelik,
dava konusu eser, şiddete kışkırtmıyordu. Bununla birlikte, Divan,
hükümete karşı kabul edilebilir eleştiri sınırlarının herhangi bir
kimseye veya hatta bir devlet adamına nazaran daha geniş olduğunu
hatırlatarak, başvuranların mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçlarla
oranlı olmadığı ve Sözleşmenin 10. maddesini ihlal eder durumda olduğu
sonucuna vardı.
Ekim 1999’da, Wille
davasında, Divan, yaptığı beyanlardan sonra, Liechtenstein Prensinin
başvuranı bir memuriyete atamama kararının 10. maddenin ihlalini
oluşturduğuna karar verdi.
Başvuran, bir konferans sırasında anayasal bir yorum sorusu hakkında
görüşünü açıklamıştı.
Divan, öncelikle
başvuranın düşünceyi açıklama özgürlüğüne bir müdahale olduğuna karar
verdi.
Zira Liechtenstein Prensinin başvuranı artık hiçbir memuriyete atanmama
kararlılığı, Divan’a göre,
ilgilinin daha önce kullandığı düşünceyi açıklama özgürlüğünü kullanma
şekli için bir yaptırım şekline dönüşüyordu ; ayrıca bu hakkın kullanımı
üzerinde, cezalandırıcı bir etkiye sahiptir, çünkü, başvuranı gelecekte
bu tür beyanlarda bulunmaktan vazgeçirecek niteliktedir.
Ardından Divan, dava
konusu önlemin demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığını
araştırdı. Adli yargı (güç) görevlilerinden haklı olarak beklenenin
(başvuran olay tarihinde bir yüksek yargıçtı), adli yargının
tarafsızlığının ve gücünün tartışma konusu olma ihtimali bulunan her
durumda, düşünceyi açıklama özgürlüğünü dikkatle kullanmaları olduğu
tespit etti. Bununla birlikte, sadece, söz konusu konferansın siyasal
sorunlar yaratması, başvuranın konuşmasını yasal olarak engeleyemezdi.
Somut olayda, bu kişi tarafından açıklanan görüş, savunulamaz şeklinde
değerlendirilemezdi, zira önemli sayıda kişi tarafından paylaşılıyordu.
Başvuran, görülmekte olan davaları ne yorumladı, ne kamu kurumlarına
veya görevlilerine karşı sert bir eleştiri getirdi, ne de üst düzey
görevlilere veya Prense hakaret etti. Bundan başka, konferans sırasında
başvuran tarafından açıklanan görüş, görevinin ifasına veya diğer
herhangi bir görülmekte olan ya da görülmesi yakın bir davaya etkileri
olduğuna ilişkin hiçbir olay değerlendirmesi de mevcut değildi. Öte
yandan, başvuranın adli görevlerine aykırı olarak veya adli görevlerinin
dışında davrandığı da kanıtlanamadı.
Bu durumda Divan,
müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına karar
verdi.
Ekim 2000’de yargılaması
yapılan, Aksoy davasında, yazar ve eski milletvekili olan
başvuran Türkiye’nin Güneydoğusundaki sorunlara ilişkin beyanları
sebebiyle, bölücü propagandadan üç kez mahkûm olmuştu. Her üç davada
Divan, Sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna vardı.
Birinci mahkûmiyet, bir
siyasi parti kongresinde başvuranın konuşmasının ardından açıklandı.
Divan, « herkes için kıymetli olan düşünceyi açıklama özgürlüğü, halkın
seçtiği için daha da kıymetlidir» görüşünü hatırlattı.
Bu davada, adı geçen :
« Türk siyasi hayatındaki rolü çerçevesinde, bir siyasi partinin
milletvekili ve genel sekreteri sıfatıyla ve […] söz konusu [olan]
konuşma, […], ne şiddete, ne silahlı mücadeleye ne de isyana teşvik
ediyor[du] ». (paragraf 62)
Ayrıca Divan, Hükümetin
aksine, dava konusu beyanların ırkçı anlatımlar oluştumadığı sonucuna
vardı. Divan’a göre, başvuran bir halkın varlığının altını çizmişti ve
konuşması « bu halkın haklarının tanınması istemini » özetliyordu
(paragraf
64). Bu nedenle,
mahkûmiyetinin güdülen amaçlarla oranlı olmadığı sonucuna varıldı.
Başvuran ikinci kez, bir
dergide yayınlanan yazısı nedeniyle mahkûm edildi. Divan, bir
demokraside basının asıl işlevini hatırlattı ; ilgili siyaset adamı
sıfatıyla konuşuyordu ; şiddet kullanımına kışkırtmıyordu. Aksine,
yazısı, bağımsız ve kamusal örgütler tarafından yayınlanan haberlere
dayanıyordu ve kamuoyunu uyarmayı amaçlıyordu. Mahkûmiyetinin yeniden
güdülen amaçlarla oranlı olmadığı sonucuna varıldı.
Başvurana karşı üçüncü
ceza, halkın kendi geleceğini kendinin tayin hakkı sorununa ilişkin bir
broşür yayınlamasından sonra alındı. Somut olayda, dava konusu metin,
şiddete bir çağrı oluşturmuyordu. Divan, bu çerçevede, « bizzat
demokrasiye saldırıyı amaçlamamak kaydıyla, demokrasi için esas olanın,
bir devletin mevcut yönetim şeklini tartışmaya açanlar dahil, değişik
siyasi tasarıların önerilmesini ve tartışılmasını sağlamak» olduğunu
hatırlattı (paragraf 78). Divan, dava konusu üçüncü önlemin de,
Sözleşmenin 10. maddesine aykırı olduğuna karar verdi.
Mayıs 2001’de Divan,
Kıbrıs - Türkiye davasında karar verdi. Başvuran Hükümet, okul
kitaplarına ve Yunan dilinde gazetelerin dağıtımına ilişkin
sınırlamalarla ilgili uygulama yönteminden şikayet ediyordu. Ayrıca Türk
siyasi muhaliflerin düşünceyi açıklama hakkını koruma konusunda yetkili
makamların olumsuz tutumunu ileri sürüyordu.
Birinci iddia konusunda,
Kıbrıs Türk makamlarının okul kitaplarının dağıtımını yapmadan önce
içeriğini incelemelerinin 10. maddeye aykırı olduğuna karar verdi.
Davalı Hükümete göre, bu uygulama yöntemi topluluklar arası ilişkileri
tehdit eden unsurları belirlemek amacı güdüyordu. Bununla birlikte
Divan, bu makamların gerçekte içeriği zararsız çok sayıda okul kitabına
tek taraflı olarak sansür uyguladıkları veya bunları yasakladıkları
kanaatine vardı. Bu nedenle bu sansür haber alma özgürlüğünün inkarını
oluşturuyordu.
Buna karşılık, diğer iki
iddia konusunda ise, Divan, 10. madde ile güvence altına alınan hakların
ihlaline ilişkin hiçbir uygulamanın bulunmadığı kanaatine vardı.
Temmuz 2001’de, Bask
kültürünün ve niteliğinin çeşitli yönlerine hasredilen bir kitabın
Fransız toprağı üzerinde dağıtımını yasaklayan bir bakanlık
kararnamesine ilişkin Association Ekin (Derneği)
davasında, Divan, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Bu önlem, İç işleri
bakanına yabancı dilde yazılmış veya yurt dışından gelen yazılı eserleri
yasaklama yetkisi veren bir kanun maddesine alınmıştı. Divan, böylesine
önceden sınırlamaların Sözleşme ile bağdaşmadığına, fakat, «
yasaklamanın sınırına ilişkin çok sert ve muhtemel kötüye kullanmalara
karşı, etkin yargısal denetimin olduğu bir yasal çerçeve içinde gündeme
gelebileceğine » karar verdi.
Somut olayda, dava konusu hükümler, bu iki gereksinimi karşılamıyordu.
Ayrıca, Divan’a göre, yayının içeriği, güvenlik ve kamu düzeni
bakımından başvuranın düşünceyi açıklama özgürlüğüne saldırının
ağırlığını haklı göstermiyordu. Þu halde
müdahale, «
demokratik bir toplumda gerekli »
değildi.
|