AVRUPA'DA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

AVRUPA İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesine İlişkin İçtihat

 

www.hukuki.net

 

A. Medya Özgürlüğü

1. Divan’ın Kesin Hükümleri

Divan’a, 10. maddenin uygulama alanı ile ilgili olarak ilk kez, 1960 da,  gazetecilik ve yazarlık mesleğinden ömür boyu bir yasaklamaya ilişkin De Becker davası götürülmüştür. Mağdur lehine 1961 yılında Belçika kanununun değiştirilmesi üzerine, Divan’ın artık davayı sürdürmesinde  hiçbir yarar kalmamıştı ve davayı düşürmeye karar vermiştir[1].   

 

Divan, Engel ve diğerleri davasında, 1976 Haziran ayında, askeri disipline saldıran makaleler yayınlanması nedeniyle Hollandalı askerlere uygulanan bir disiplin cezasının, onları düşünceyi açıklama özgürlüğünden yoksun bırakmak olmadığını, fakat bu özgürlüğün kötüye kullanılmasını önlemek olduğunu ve dolayısıyla bir ihlalin bulunmadığını hükme bağlamıştır[2].

 

Divan, ilk kez, basın yoluyla düşünceyi açıklama ve haberleşme özgürlüğünün ihlaline Sunday Times n° 1 davasında karar vermiştir. Bu davada Divan, 1979 Nisan ayında, bir ilaca ve bununla ilgili davalara ilişkin bir makalenin yayınlanmasını engelleyen bir ihtarın 10. maddeyi  ihlal ettiğine karar vermiştir. O tarihteki Contempt of Court’a (mahkeme emrini yerine getirme yükümlülüğüne) ilişkin İngiliz hukukuna göre alınan bu önlem, "demokratik bir toplumda zorunlu" sayılmamıştır[3].

Barthold davasında, Divan, 1985 Mart  ayında, bir Alman veterinere - Haksız Rekabete İlişkin Kanununa ve meslek kurallarına göre – basına bazı açıklamalarda bulunma konusunda yapılan yasaklamaların düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir[4].

Lingens davasında, Divan, 1986 Temmuz  ayında, basına ilişkin bu ilkelerin kapsamına açıklık getirmiştir :

Özellikle "başkalarının saygınlığını koruma amacı" ile öngörülen sınırları (basının) aşmaması gerekiyorsa, gene de, kamu yararı olan diğer alanlarda olduğu gibi, kendisinin siyasi arenada tartışılan sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri duyurması gerekir. Bunları yayma görevine, toplum için bunları alma hakkı da eklenir[5].

Divan’a göre, "basın özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin düşüncelerini ve tavırlarını öğrenme ve değerlendirmenin en iyi olanaklarından birini sağlar". Bu nedenle bu kapsamda :

Bir siyaset adamına karşı bu sıfatının hedef alınması halinde eleştiri sınırı bir basit kişiye nazaran daha geniştir : ikincisinden farklı olarak, birincisinin şüphesiz ve bilinçli olarak tavır ve hareketlerinin gerek gazeteciler ve gerekse yurttaşların çoğunluğu tarafından dikkatle denetlenmesi söz konusu olacaktır; bu nedenle daha büyük bir hoşgörü göstermesi gerekir. (paragraf 42)

Divan, hakaret davalarında, maddi olaylarla, açıklanan değer yargıları arasında bir ayırım yapmayı zorunlu görmüştür. "Eğer birincilerin maddi varlığı kanıtlanabilirse, ikinciler varlıklarının bir gösterisini yapmaya izin vermezler" (paragraf 46).

Bu esasa göre, Divan, örneğin Avusturya Ceza Kanununun 111. maddesi gereğince, basın yoluyla  bir siyaset adamına hakaretten dolayı başvurana verilen para cezası, 10. maddede güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve haberleşme özgürlüğüne haksız bir müdahale oluşturmuştur.

Barfod davasında, Divan, 1989 Şubat ayında, başvuranın, siyasal tercihlerin söz konusu olduğu hassas bir davadaki kararları nedeniyle meslekten olmayan iki hakime hakaretten mahkûmiyetinin 10. maddeyi ihlal etmediğine karar vermiştir. Divan, bununla birlikte, "kamu yararına sorunlar konusunda, yurttaşların görüş bildirmelerini cezai veya diğer yaptırımlarla korkutarak, isteksiz kılmaktan sakınmak gerektiğinin" altını çizmiştir[6]

Divan, 1990 Mayıs  ayında, görülmekte olan bir davaya ilişkin bilgileri bir basın konferansında açıklayarak, Vaud Kantonu Ceza Usul Kanunuyla güvence altına alınan ön soruşturmanın gizliliğini ihlalden bir para cezasına çarptırılan bir İsviçreli gazeteciye ilişkin Weber davasında kararını verdi. Divan, bu mahkûmiyetin, düşünceyi açıklama özgürlüğüne yapılan müdahaleye ilişkin olarak izlenen yasal amacın gerçekleşmesi açısından "demokratik bir toplumda zorunlu" olmadığı ölçüde, 10. maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı. Divan bu bilgilerin daha önceki basın konferansında açıklandığını ve toplumun önceden bildiği olayların gizliliğini korumada artık yarar mevcut olmadığını ortaya çıkarmıştır[7].

1991 Mayıs ayında, Divan, Oberschlick (n° 1) davasında, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Bu dava, bir siyaset adamı tarafından başvurana karşı açılan bir hakaret davasına ve başvuranın bu doğrultuda mahkûmiyetine ilişkindir. Divan, başvuranın beyanlarının değer hükümleri oluşturması nedeniyle demokratik bir toplulukda müdahalenin gerekli olmadığı gerekçesiyle 10. maddenin ihlaline karar verdi[8].

Eski bir İngiliz İstihbarat Teşkilatı mensubunun yazmış olduğu Spycatcher başlıklı anılarla ilgili olarak, 1986 Temmuz  ayında, The Observer ve The Guardian gazetelerine ve ardından Sunday Times’a teşmil edilen, geçici yayın yasağına ilişkin iki başvuru, 1991 Kasım ayında, İngiltere’ye karşı Divan önüne gelmiştir.

 Divan, her iki davada, bu kitabın daha önceden Amerika’da yayınlanmış olmasından dolayı, içeriğinin sır olmaktan çıktığı, dolayısıyla müdahalenin artık "gerekli" olmadığı gerekçesiyle, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Observer ve Guardian davalarında[9] ihal birinci döneme (1986 Temmuz  ayından 1987 Temmuz  ayına) ait değil, ikinci döneme (1987 Temmuz  ayından 1988 Ekim ayına) ilişkindi. Birinci dönemde (el yazması metin henüz yayınlanmamıştı) gerçeği bilmek konusunda toplumun tasasına yanıt verme gereksiniminin, ulusal güvenliği koruma gereğinden daha önemli olduğu doğru değildir. Sunday Times (n° 2) ile ilgili  ikinci davada, Divan, Lodlar Kamarası tarafından  konulan yayın yasağının, başvuranın, Sözleşmenin 10. maddesinden doğan haklarını ihlal ettiğine karar verdi[10].

1992 Nisan ayında,  Divan, Castells kararında, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Başvuru, Bask militanı ve İspanya Parlamentosu üyesi başvuranın, hükümetin, Basklara karşı silahlı grupların saldırılarını desteklediğine veya hoşgörü ile karşıladığına dair makalesinin yayınlanmasından sonra hükümeti tahkir suçundan mahkûmiyetine ilişkindi. Bu konuda Divan şu gözlemlerde bulundu :

Bir hukuk devletinde basının oynadığı önemli rolü unutmamak gerekir. (...) Basın özgürlüğü yurttaşlara, kendilerini yönetenlerin tavır ve düşüncelerini öğrenmenin en iyi yollarından birini oluşturur. Özellikle siyasetçilere kamuoyunun endişelerini anlatmak ve yorumlamak fırsatı verir. Demokratik toplum kavramının özünde yatan özgür tartışma yöntemine herkesin katılma olanağını sağlar[11].

Bir gazetede polisin sert davranışlarına ilişkin iki makale yayınlamaktan para cezasına mahkûm edilen başvurana ilişkin Thorgeir Thorgeirson davasında, Divan, 1992 Haziran ayında, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Divan, yapılan müdahalenin başkalarının şöhret ya da haklarının korunmasına ilişkin yasal amaçla oranlı olmadığı sonucuna vardı. Basının bazı sınırları aşmaması gereğine rağmen, toplumu ilgilendiren sorunlar hakkında haber ve fikir verme yetkisine sahiptir. Bu tür haber ve fikirleri yaymak görevi, toplumun bunları öğrenme hakkının karşılığını oluşturur[12].

1992 Ağustos ayında, Divan, Schwabe davasında, müdahalenin başkalarının ününü korumak için demokratik bir toplumda zorunlu olmadığından 10. maddenin ihlaline karar verdi. Başvuru, bir adli suçtan cezasını çekmiş olan bir siyasetçiye yaptığı saldırıdan dolayı başvuranın mahkûmiyetine ilişkindi[13].

1994 Eylül ayında, Divan, Jersild davasında, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Dava konusu olayda, bir gazeteci, bir grup gençle canlı sohbet yaparken bunların ırkçı düşünceler açıklamaları nedeniyle Danimarka ulusal yargı organlarınca mahkûm edilmişti. Divan’a göre, röportajın objektif olarak,  ırkçı düşünce ve fikirleri yayma amacı gütmüyordu :

Objektif ve dengeli bir özet başka nedenler yanında söz konusu kitle iletişim aracı gibi olanaklarla çok farklı yollar seyredebilir. Basının yerine geçerek gazetecinin hangi özet tekniğini kullanacağını söylemek, ne Divan’a, ne de  ulusal yargı organlarına düşer. [14]

Divan’a göre,

Bir gazeteciyi, bir sohbette, başkasının söylediği sözlerin yayınına yardım etmekten cezalandırmak, basının kamu yararı olan konulardaki tartışmalara katkısını ağır bir şekilde engeller ve çok ciddi nedenler olmaksızın kabul edilemez (paragraf 35). 

Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi davasında verilen Aralık 1994 tarihli kararla, Divan, her iki başvuranın  düşünceyi açıklama özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna vardı. Olayda, Igel dergisinin Milli Savunma Bakanının ret kararı nedeniyle bir askeri garnizon sahasında askerler arasında dağıtımı mümkün değildi. Bu dağıtım yasağının, düzenin savunulmasına ilişkin Bakanın güttüğü amaç ile oranlı olmadığı belirlendi[15].

1995 Şubat ayında, Divan, Vereniging Weekblad Bluf ! kararında, oy birliği ile 10. maddenin ihlaline karar verdi. İç güvenlik servislerine ilişkin gizli bir haberi yayınlama gerekçesiyle, başvuran derneğin çıkardığı bir derginin önce toplatılması ve sonra piyasada dolaşımının yasaklanması, düşünceyi açıklama özgürlüğünün kullanılması ile oranlı olmayan bir müdahale  oluşturur. El koyma sonrası yeni baskı yapılmış ve 2500 nüsha dağıtılmıştı. İnsanların büyük bir çoğunluğu için haberlere ulaşma olanağı sağlandığından bunları devlet sırrı olarak korumanın artık 10. madde açısından haklı bir gerekçesi kalmamıştı.[16].

Prager ve Oberschick davasında, Divan, eleştirisel bir yorumun yayınıyla bir hakime hakaretten bir gazeteci ve yayıncının mahkûmiyetinin 10. maddenin ihlalini oluşturmadığına, Nisan 1995 tarihinde karar verdi. Basının bir hukuk devletinde oynadığı "önemli işleve" rağmen, basının bazı sınırlamalara uyması gerekir. Başvuran tarafından hakimin kişisel ve mesleki bütünlüğüne karşı çok sert eleştiriler iyi niyetten yoksun olup, basın ahlak kuralları ile bağdaşmaz. Divan’a göre, söz konusu olayın özellikleri ve devletlere bırakılan takdir hakkı dikkate alındığında, düşünceyi açıklama özgürlüğüne yapılan böyle bir müdahale, başkalarının şöhretinin korunması ve yargı erkinin gücünün sağlanması  açısından oransız sayılamaz. Bu durumda, böyle bir müdahale demokratik bir toplumda zorunlu sayılmalıdır[17].

Geçmiş dönemde savaş suçları işlemek suçlamasıyla bir özel okul müdürüne hakaretten tedbir konulması ve 1,5 milyon sterlin miktarındaki bir paranın zarar ziyanı tazmin için ödettirilmesine ilişkin Tolstoy Miloslavsky davası ile ilgili olarak, Divan, Temmuz  1995 tarihli kararında, oy birliği ile müdahalenin oranlı olmadığına, bu nedenle, 10. maddenin ihlaline karar vermiştir. Divan’a göre, o tarihte iç hukukun belirleme olanağı tanıdığı zarar ziyan miktarı, başkalarının şöhretinin ya da haklarının korunması bakımından gerekli olduğu söylenemez.[18]

1996 Mart  ayında, Divan, Goodwin kararında, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Dava, bir gazeteci olan başvurana, haber kaynaklarını açıklamasını içeren bir ihtar kararına ilişkindi.  Divan, "gazetecilerin haber kaynaklarının korunmasının, basın özgürlüğünün temel taşı olduğu" sonucuna varmıştır. Bu korumanın önemi, çeşitli ulusal basın ahlak kuralları ve insan haklarına ve basın özgürlüğüne ilişkin karar[19] ile gazetecilerin haber kaynaklarının korunmasına ilişkin Avrupa Parlementosu kararı[20] tarafından teyit edilmiştir. Sadece “kamu yararına üstün bir zorunluluk” (paragraf 39), haber kaynaklarına bir müdahaleyi haklı kılabilir. Somut olayda, ne haber kaynaklarını açıklama emri, itaatsizliğe bağlı para cezası, 10. maddenin 2. fıkrası bakımından yeterli sayılan haklı sebepleri oluşturur.[21]

1997 Şubat ayında, Divan, bir istinaf mahkemesinde görev yapan birçok hakime hakaret eden iki gazetecinin mahkûmiyetini müteakip 10. maddenin ihlaline karar verdi. Yukarıda belirtilen önemli ilkeleri tekrar vurgulayarak, Divan basın özgürlüğünün belli miktarda aşırılık ve hatta kışkırtma  içerebileceğini hatırlattı. [22]

Bu davada, gazeteciler tarafından yayınlanan isnatlar, “kural olarak, gerçeğin bir teşhiri olarak algılanmaması gereken” bir görüşe benzer (paragraf 47). Bu durumda, başvuranların mahkûmiyeti, 10. maddenin 2. fıkrası uyarınca haklı sayılamaz.

1997 Temmuz  ayında, Oberschlick (n° 2) davasında, Divan’ın bu içtihatı teyit etmesi gerekmiştir. Somut olayda, bir gazeteci hakaret nedeniyle mahkûm olmuştu.  Bir siyaset adamı tarafından yapılan bir konuşmayı yorumlayan bu yazıda, adıgeçeni, “ahmak” (Almancası – trottel-) yerine koymuştu. Divan’a göre, “söz konusu konuşma açıkça kışkırtmaya yönelikti ve bu nedenle kural olarak, gerçeğin bir teşhiri olarak algılanmaması gerekiyordu”.[23]

1997 Ağustos ayında, Worm davasında, Divan, bir gazetecinin eski bir bakanın karıştığı ceza davasına tesir edebilen bir yazı yazmaktan para cezasına mahkûmiyetinin 10. maddeyi ihlal etmediğine karar verdi. Divan’a göre :

“Adaletin iyi işleyiş amaçlarına uygun olarak belirlenen sınırları aşmamak kaydıyla, gözlemler dahil adli yargılamaların eleştirileri (analizleri), bunları duyurmaya yardım eder ve Sözleşmenin 6. maddesinin 1. paragrafında öngörülen duruşmaların aleni surette yapılması zorunluluğu ile gayet iyi bağdaşır” [24].

Somut olayda, Divan, başvuranın yazısının adaletin iyi işleyiş amaçlarına uygun olarak belirlenen sınırları aştığına, zira davanın sonucunu etkileyecek nitelikte olduğuna karar verdi.

1998 Eylül ayında, Lehideux ve Isorni davasında, Divan, bir ulusal gazetede Mareşal Pétain’e itibarını iade eden reklam broşürü yayınlamaktan sembolik bir zarar ziyanın tazminine ilişkin ceza mahkûmiyetinin, Sözleşmenin 10. maddesinin  ihlalini oluşturduğuna karar verdi. 25. sayfada zikredilen içtihat ile uyumlu olarak (bkz. dipnot 62), Divan, “pronazi (Nazi sempatizanı) bir politikanın savunulmasının 10. maddenin korumasından yararlanamayacağını” teyit etti [25]. Fakat, somut olayda, reklam, “şiddete”, “Nazi zulmüne” veya “Alman gücünün üstünlüğüne ve vahşiliğine” ilişkin göndermelerden uzak durdu. Divan, dava konusu metnin, şüphesiz Mareşal Pétain’e  “onbinlerce Fransız Yahudisinin ölüm kamplarına yollanıp yok edilmesine bilerek katkıda bulunması” olayını geçiştirdiğini kabul etmiştir (paragraf 54). Bununla birlikte,  Divan, diğer başka nitelikte gerekçeleri de dikkate almıştır. Bir yandan, Divan, iddia makamının başvuranları kovuşturmaya gerek görmemesine ilişkin tavrını dikkate almıştır. Divan, ardından, yayında zikredilen olaylardan beri uzun bir zaman geçtiğini (kırk yıl) ve bu yayının    “bütün ülkenin kendi tarihini açıkça ve samimi olarak tartışmaya davet edilmesi yönündeki gayretlere katıldığını” düşünmektedir (paragraf 55). Divan, daha sonra, başvuranların çalıştıkları derneklerin hukuka uygun olduklarını zikrediyor. Son olarak da, Divan, “(…) özellikle özel hukuk yollarıyla diğer müdahale ve çürütme olanakları varken, bir ceza mahkûmiyetinin ağırlığının” altını çizerek, başvuranlara verilen cezanın oransızlığına karar vermiştir  (paragraf 57).  

1998 Ağustos ayında, mikro dalga fırınların sağlığa zararlarına hasrettiği yazılar yayınlamaktan başvurana uygulanan yasaklamaya ilişkin Hertel davasında, Divan, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Divan, dava konusu olan yasaklama  önlemlerinin oransızlığını ortaya koydu. Avrupa hakimlerine göre :

Söz konusu önlem, bu kişinin (başvuranın) çalışmalarını kısmen sansüre tabi tutar (…)  ve bir kamusal tartışmada yeri olan, varlığı inkar edilemeyen bir tezi açıkça sunma yeteneğini büyük ölçüde sınırlar. İleri sürülenin azınlık görüşü olması ve temelden yoksun bulunması önemli değildir : kesinliğin ihtimal dışı olduğu bir alanda,  düşünceyi açıklama özgürlüğünün sadece genel olarak kabul edilen düşünceleri açıklamakla sınırlanması çok aşırı olacaktır.[26]

Ocak 1999 tarihli Fressoz ve Roire kararında, Divan, haftalık hiciv dergisi “Le Canard enchaîné”de Peugeot otomobil şirketi başkanının maaşının gelişimini ayrıntılı olarak açıklayan bir yazının yayınlanmasını müteakip mali belge fotokopilerini saklama cürmünden mahkûmiyetin 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verdi.

Divan, dava konusu yazının genel yararı olan bir soruna ilişkin kamusal tartışmaya bir katkı getirdiğini belirtmiştir[27], çünkü, bu yazının yayınlanması, belli başlı Fransız otomobil şirketleri bünyesindeki sosyal bir uyuşmazlık çerçevesinde söz konusu olmuştur. Divan’a göre, yazının amacı, haklara - somut olayda yöneticiye ait olanlara - zarar vermek değil, fakat “toplumu ilgilendiren güncel bir sorunu tartışmaktır”. Somut olayda, “iş ve ücret genellikle fazla dikkat çekiyor (…), toplumu bilgilendirmenin yararı, kendisine gönderilen belgelerin şüpheli menşei sebebiyle başvurana isnat olunan “ödev ve sorumluluklara” nazaran daha üstündür” (paragraf 51, 52). Divan, “gazetecilik meslek kurallarına (etiğine) saygılı olmak kaydıyla, doğru olayların esası üzerinde iyi niyetle düşüncelerini açıklamanın ve “güvenilir ve belirgin” bilgiler vermenin, gazetecilerin genel yarar olan sorunlar hakkında haber verme hakları çerçevesinde” 10. maddeye göre korunduğu prensibini teyit etmiştir (paragraf 54).

 Mayıs 1999 tarihli Bladet Tromsø ve Stensaas davasında, Divan, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Başvuru, bir üçüncü kişi tarafından yapılan fok avına ilişkin düzenlemedeki eksiklik iddiasına ilişkin beyanların yayınlanması suretiyle hakaretten bir gazete ile yazı işleri müdürünün zarar ziyanın tazminine mahkûm edilmesine ilişkindi. Divan, ödev ve sorumluluklara saygı içinde, genel yararı olan tüm sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri duyurmanın basına düştüğünü hatırlattı. Gazetenin iyi niyetli olduğunu ve içinde yazılı olan olayların doğruluğunu bizzat kontrol etmeye imkan bulamadığı resmi bir rapora haklı olarak dayanabileceğini kabul etti. Demek ki somut olayda başvuranların düşünceyi açıklama özgürlüğüne konulan sınırlamalar ile başkalarının şöhretinin korunması yönünde güdülen amaç arasında makul bir oran mevcut değildir. [28]

Türkiye’ye ilişkin 8 Temmuz  1999 tarihli beş kararda, Divan, ülkenin güneydoğusundaki ulusal makamların politikasına ilişkin metinleri yayınladıktan sonra devletin bütünlüğüne karşı propagandadan çeşitli dergilerin sahip ve yazı işleri müdürlerinin mahkûmiyeti konusunda karar verdi. Bütün bu davalarda Divan, medya çalışanlarının çatışma ve gerilim durumunda özel bir sorumluluk üstlendiklerini, zira, “kin duygusunu yaymaya ve şiddeti kışkırtmaya destek” olabileceklerini beyan etti. Bununla birlikte, Divan, önceki içtihatına uygun olarak, kamuoyunu bölenler de dahil, siyasi sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri duyurmanın basına düştüğünü ve bu işlevin toplumu bilgilendirme hakkına uygun düştüğünü vurguladı. Divan, ayrıca siyasi söylev alanında “Sözleşmenin 10. maddenin 2. fıkrası bakımından düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılmasına pek yer vermediğini” hatırlattı.

Bu doğrultuda, Erdoğdu ve İnce[29], Sürek ve Özdemir[30] ve Sürek (n°4)[31] davalarında, Divan, yayınlandıkları ortam dikkate alındığında uyuşmazlık konusu sözlerin şiddete teşvik oluşturmadığına karar verdi. Bu nedenle 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna vardı. Divan’a göre, söylevin şiddet derecesi veya yasaklanmış bir örgüt yöneticisinden gelmesi, düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahaleyi haklı kılmaz[32]. Üstelik, Divan, “toplumun Türkiye’nin güney doğusundaki durumu bir diğer şekilde değelendirmeden haberdar edilme hakkı konusunda ısrar etti. Bütün bu unsurları ve cezanın sertliğini dikkate alarak, Divan, başvuranların mahkûmiyetinin ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü şeklindeki güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığına karar verdi.

Buna karşılık, Sürek (n° 1)[33] ve Sürek (n° 3) [34] davalarında, Divan, 10. maddenin ihlal edilmediği sonucuna vardı, zira, dava konusu yayınlar, şiddete tahrik yönündeydi. Dergini sahibi sıfatıyla başvuran, haberin toplanması ve yayımı sırasında gazeteciler ve yazı işleri müdürleri gibi sorumludur. Yazılarda açıklanan görüşlere şahsen ortak olmasa bile, faillerine “şiddeti canlandırmak” için destek sağlamıştır. Bu nedenle, her iki davadaki mahkûmiyeti sosyal bir gereksinime yanıt oluşturuyordu.

Temmuz  1999 tarihli Ceylan davasında, Divan, 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna vardı. Başvuru bir yazıda ülkenin güneydoğusundaki devlet politikasını eleştirerek şiddete tahrikten bir sendika başkanının mahkûmiyetine ilişkindi. Divan, kendi içtihatına gönderme yaparak, “hükümete karşı yapılan eleştirilerin kabul edilebilirliğinin herhangi bir kimseye veya bir siyaset adamına yapılandan daha geniş olduğunu” hatırlatmıştır.[35] Somut olayda, dava konusu yazı, sertliğine rağmen, şiddete teşvik oluşturmuyordu. Üstelik, verilen cezalar çok ağırdı. Divan, bu nedenle, başvuranın mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığına karar verdi.

Temmuz  1999 tarihli Sürek (n° 2) davasında, Divan, 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna vardı. Dava, terörle mücadele ile görevli bazı memurların kimliğini yayınlamaktan başvuranın  mahkûmiyeti  ile ilgiliydi. Bu memurların işledikleri ağır fiiller dikkate alınarak, Divan, sadece fiillerinin değil, fakat bunların kimliklerinin de bilinmesinin toplumun genel yararına  olduğuna karar verdi. Ayrıca söz konusu haberler diğer gazeteler tarafından daha önce açıklandığından memurların kimliklerinin korunmasındaki yarar “oldukça azalmıştı” [36]. Buna karşılık, başvuranın mahkûmiyeti, genel yararı olan sorunlara ilişkin açık tartışmalara basının katkısı konusunda vazgeçirme riski taşıyordu. Bu nedenle, basın özgürlüğünün korunmasıyla memurların korunması arasında tam bir dengenin bulunmamasından dolayı, Divan,  müdahalenin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığına karar verdi.

Temmuz  1999 tarihli Okçuoğlu davasında, Divan, Türkiye’nin güneydoğusundaki halkın durumu hakkındaki kişisel görüşünün bir dergide yayınlanmasından sonra, başvuranın  bölücü propagandadan mahkûmiyetinin 10. maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı. Somut olayda, şiddete teşvik etmeyen dava konusu yazı, sınırlı bir dağıtıma yönelikti. Divan’a göre, bu, “ulusal güvenlik, kamu güvenliği veya toprak bütünlüğü konusunda muhtemel çatışmaya önemli bir sınır”  oluşturur[37]. Üstelik, Divan, hükümete karşı yapılan eleştirilerin kabul edilebilirliğinin herhangi bir kimseye veya bir siyaset adamına yapılandan daha geniş olduğunu teyit etmiştir. Ayrıca verilen cezanın ağırlığını dikkate alarak, Divan, başvuranın düşünceyi açıklama özgürlüğüne yapılan müdahalenin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığına karar verdi.

28 Eylül 1999 tarihli Öztürk davasında, Divan, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Başvuran, Türkiye Komünist Parti kurucularından birinin hayatını anlatan bir eserin ikinci baskısını yayınladıktan sonra, kin duygusunu kışkırtmaktan mahkûm edilmişti. Kitabın yazarı, başvuran gibi, aynı suçu işlediği iddiasıyla yargılanmış, fakat beraat etmişti. Divan’a göre, içeriği diğer baskılardan hiçbir şekilde farklı olmayan dava konusu kitap, şiddete teşvik etmiyordu ve somut dava açma delilinin bulunmaması nedeniyle, kamuya duyurulanlar dışında başka amaç da taşımıyordu. Divan, bu nedenle, dava konusu baskının yapıldığı dönemde, zorunlu sosyal bir gereksimin mevcudiyetinin kanıtlanamadığına karar verdi.[38]

Eylül 1999 tarihli Dalban davasında, Divan, bir gazetecinin bir sahtekarlık davasında, devletin ileri gelenlerini suçlayan birçok yazı yayınlaması nedeniyle hakaretten cezaya mahkûm edilmesinin, Sözleşmenin 10. maddesinin ihlalini oluşturduğuna karar verdi. Divan, başkalarının şöhretinin korunmasına saygı göstererek, basının genel yarar olan konularda   basının haber verme görevini hatırlattı. Daha sonra, “bir gazetecinin sadece gerçeği kanıtlayabilme koşuluyla eleştirel değer hükümleri oluşturabileceği” fikrini reddetti[39]. Somut olayda, dava konusu yazılar, devletin ileri gelenlerinin özel hayatlarını değil, fakat görevlerinin ifasındaki tutum ve davranışlarını hedef alıyordu. Üstelik, başvuranın tasvir ettiği olayların tamamen gerçek dışıydı ve bir suçlama kampanyasına katıldıklarını gösteren hiçbir kanıt yoktu. Bu nedenle, Divan, başvuranın ceza mahkûmiyetinin, gazetecinin, düşünceyi açıklama özgürlüğüne oranlı olmayan bir müdahale oluşturduğuna karar verdi.

Ocak 2000 tarihinde yargılaması yapılan New Verlag GmbH ve CoKG davası, kendisine karşı açılan ceza soruşturmasına ilişkin yazılar çerçevesinde bir derginin şüphelinin fotoğraflarının yayınlanmasının  yasaklanmasıyla ilgili idi. Dava konusu klişelere, bu kişiyi yargılama konusu olan suçların faili gibi gösteren yorumlar eşlik ediyordu. Divan, olayın tüm unsurlarını dikkate aldı. Özellikle, yayının bir seri bombalı mektup suikastından sonra yapılması, kamu yararı olan bir konuya ilişkin olduğunu gösterir. Önceden bilinen bir aşırı sağcı militan olan şüpheli, bunun dışında, demokratik toplumun temellerine dönük suçların da zanlısı idi. Sonuç olarak, fotoğraflar, bu kişinin özel hayatından hiçbir unsuru açığa çıkarmadığından, özel hayata saygı hakkına hiçbir saldırı içermiyordu.

Daha sonra Divan, bunlara eşlik eden yorumların, şüphelinin yasal menfaatleri açısından bir tehlike oluşturmasa bile, dava konusu klişelerin yayınlanmalarının yasak olduğunu gözlemlemiştir. Ayrıca, uygulanan yaptırım, başvuran şirketin yazılarının takdim şekline ilişkin özgürlüğünü sınırlıyordu, buna karşılık, diğer medya mensupları, söz konusu ceza davasının devamı süresince fotoğraflar yayınlama olanağını korumuşlardı. Bu nedenle, Divan, dava konusu tedbirin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığına ve 10. maddeye aykırı olduğuna karar verdi. [40]

Mart  2000 tarihinde, Divan, bir gazete ve çalışanlarıyla ilgili değişik olaylara (saldırı, arama, yakalama ve ceza mahkûmiyetleri) ilişkin Özgür Gündem davasında kararını verdi.  

İleri sürülen şiddet eylemlerine gelince, Divan, düşünceyi açıklama özgürlüğünün mutlak önemini dikkate alarak, şunları beyan etti :

Bu özgürlüğün kullanılması devletin her türlü müdahaleden sakınmasına değil, fakat bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerde de pozitif koruma önlemlerini talep edebilmelerine bağlıdır. Bir pozitif koruma önleminin mevcut olup olmadığını belirlemek için, bireyin çıkarları ile toplumsal çıkar arasında tam bir dengeyi (…)  dikkate almak gerekir.[41]

Divan’a göre, gazetenin ve personelinin PKK sempatizanı olduğu şeklindeki gerekçe, “şiddet içeren yasadışı eylemleri etkin önlemlerle araştırmanın ve bu eylemlere karşı korumanın olmamasını” haklı kılmaz (paragraf 45). Divan, hükümetin gazetenin düşünceyi açıklama özgürlüğüne ilişkin hakkını  koruma yükümlülüğünü ihlal ettiği sonucunu çıkardı.

Ardından, Divan, başvuranlara resmi makamlarca uygulanan çeşitli önlemler konusunda karar verdi. Arama ve yakalama operasyonunun, düzeni koruma şeklindeki güdülen yasal amaçla oranlı olmadığı kanısına varıldı, zira, hiçbir haklı neden gösterilmediği halde, operasyon gazetenin basımında önemli ölçüde karışıklığa neden olmuştu.

Yayınlanan yazılardan sonra verilen değişik cezalara gelince, bunların pek çoğunda, bu cezalar demokratik bir toplum için gerekli değildi. Divan şunu hatırlattı :

Devlet makamlarının bulunduğu üstün konum, ceza yolunun kullanımında kendini tutmasını emrediyordu. Demokratik bir devletin makamları, eleştirileri kışkırtıcı veya hakaret edici olsalar bile, hoşgörmeleri gerekir (paragraf 60). 

Divan’a göre, kullanılan ifade şekli ile içeriği ve yazıldıkları ortam dikkate alındığında, bu yazılar şiddeti kışkırtmıyordu. Ne bir yasadışı örgüt üyesi ile yapılan sohbet, ne hükümetin politikasının şiddetle eleştirilmesi, ne de Türkiye toprağından ayrılmış bir unsur söz konusu olduğunu çağrıştıran bir ortamda “Kürdistan”  deyiminin kullanılması, tek başına gazetenin sahip olduğu düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahaleyi haklı kılmaz. Sadece üç yazı, şiddete başvurmaya bir destek olarak sayılmış ve resmi makamların bu çerçevede aldıkları önlemlerin 10. maddeye uygunluğuna karar verilmiştir.

Bergens Tidende ve diğerleri davasında, Mayıs 2000 tarihinde, Divan, kendisinden memnun olmayan hastaların tanıklıklarını içeren bir seri yazıyı yayınlamaktan bir gazetenin, bir estetik cerrahın uğradığı zarar ziyanın tazminine mahkûm edilmesine ilişkin davada kararını verdi.  Divan, öncelikle, suçlama konusu yapılan yazıların “insan sağlığının önemli bir yönüne ilişkin olduğuna ve bu şekliyle kamu yararına ilişkin ciddi sorunları ortaya çıkardığını” belirledi.[42] Somut olayda, hastaların anlattıkları olayların, esas itibariyle doğru olduğu ve gazete tarafından aslına sadık bir biçimde aktarıldığı sonucuna varıldı. Gazetenin, tanık beyanlarının bir cerrahi becerinin yokluğunu önerecek şekilde değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmemesi, meslek kurallarını ihlal ettiğini göstermiyordu. Divan, bu çerçevede:

sohbetlere dayalı güncel röportajların en önemli olanaklardan birini oluşturduğunu ve bunlar olmadan basının “bekçi köpeği” rolünü oynamasının mümkün olmadığını hatırlattı. (paragraf  57)

Bu nedenle, cerrahın mesleki faaliyeti üzerinde yazıların olumsuz etkisini kabul ederek, Divan,

adıgeçen tarafından verilen tedavi ve ameliyat sonrası bakım ile ilgili haklı eleştiriler dikkate alındığında, mesleki itibarının her koşulda önemli bir zarar göreceğinin altını çizdi. (paragraf 59)

Bu nedenle, doktorun mesleki itibarını korumaya dönük çıkarının, basının, kamu yararını temsil eden sorunlarla ilgili haberleri verme özgürlüğünü korumaya dayalı kamu yararına üstün tutulmasını haklı kılacak düzeyde sayılması mümkün değildir. Divan, bu gerekçeye dayanarak, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.

Erdoğdu[43] ve Şener[44] davalarında Divan, Türkiye’nin güney doğusundaki durumu analiz eden yazıların yayınlanmasından sonra iki derginin yazı işleri müdürlerinin devletin ülkesel bütünlüğüne karşı propagandadan mahkûmiyetinin Sözleşmenin 10. maddesini ihlal ettiğine karar verdi. Önceki içtihatına uygun olarak, Divan, siyasi konuşma alanında, bu yazının, düşünceyi açıklama özgürlüğüne çok az sınırlamaya izin verdiğini hatırlattı. Bununla birlikte, şiddete teşvik halinde, ulusal makamların müdahalenin zorunluluğunu incelemede, daha geniş bir takdir hakkına sahip olduğu vurgulandı.

Bu iki davada Divan, mutlak veya yaralayıcı olsalar da, açıklanan görüşlerin  şiddete teşvik gibi nitelendirilemeyeceği sonucuna vardı. Bu nedenle, ulusal makamlar, başvuranları mahkûm etmekle, ne basının haber verme özgürlüğüne ve ne de toplumun Kürt sorununundan bir başka şekilde haberdar olma hakkına, yeteri kadar saygılı davrandılar.

Ayrıca, hükümet tarafından ifade edilen cezanın yumuşatılması da, Divan tarafından dikkate alınmamıştır. Burada söz konusu olan cezanın ertelenmesi olup, ertelemeden itibaren üç yıl içinde ilgililerin yazı işleri müdürü sıfatıyla hiçbir suç işlememeleri halinde ancak etki doğuracaktır. Divan’a göre, böyle bir önlem, başvuranların gerçekte bir kamusal tartışmada yeri olan tezleri açıkça sunma yeteneğini büyük ölçüde sınırlamayı amaçlamaktadır.

Lopes Gomes Da Silva davasında, yerel seçimlerde, aday olan bir gazeteciye karşı, bir başyazıda kullandığı deyimler nedeniyle, bir gazete müdürü mahkûm olmuştu. Söz konusu olayda,  başvuran tarafından ifade edilen görüşlerin, kamu yararı olan sorunlar konusunda  siyasi bir tartışmaya ilişkin olduğu açıktı. Divan’a göre, dava konusu yazılar, polemik sayılabilirdi, fakat bununla birlikte mantık dışı kişisel bir saldırı içermiyordu, zira, yazar bunun objektif bir açıklamasını veriyordu. Divan,  bu çerçevede,  “siyasi sataşmalar çoğu kez kişisel plana taşar : burada, demokratik bir toplumun güvenceleri olan siyasi oyunun ve düşünceleri serbestçe tartışmanın ortaya çıkardığı beklenmedik tesadüflerin” söz konusu olduğunu ekledi. [45]  Üstelik, başvuranın tepkisinin rakibinin kışkırtıcı ve saldırgan tarzından da etkilenmiş olması muhtemeldir. Fakat özellikle, dava konusu başyazı yanında, bu kişinin yazılarından alıntıları da yayınlarak, gazete müdürü gazetecilik mesleğinin kurallarına da saygılı davranmıştır. Böylece okuyuculara “aynı başyazıda değinilen kişinin beyanları ile başyazıyı karşılaştırarak kendi kişisel kanaatlarını oluşturma” olanağı vermiştir (paragraf  35). Bu nedenle, Divan, gazetecinin  mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçla oranlı olmadığına ve 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.

Ekim 2000 tarihinde, Divan, dava konusu yazının yayınlamasından sonra, şahsi dava (müdahale) yoluyla dava şeklinde takip edilen bir şikayet ile ilgili olarak, bir dergi müdürü ile bir gazetecinin mahkûmiyetlerine ilişkin Du Roy ve Malaurie davasında kararını verdi. Divan, masumiyet karinesinden kovuşturulan kişinin yararlanması gibi adaletin iyi işlemesi amacıyla konulan sınırları gazetecilerin aşmaması şeklindeki ilkeyi teyit etti. Bununla birlikte, somut olayda, dava konusu müdahale, her tip habere yönelik mutlak ve genel bir yayın yasağı oluşturuyordu. Bundan başka, başkalarının şöhretinin ve yargı erkinin gücünün korunması açısından haklı sayılacak bu önlem, sadece şikayete bağlı şahsi dava (müdahale) yoluyla takip edilen davalara uygulanabiliyor ve savcılık iddianamesiyle veya basit şikayet ile açılan davalar bunun dışında tutuluyor. Divan’a göre :

“basının toplumu bilgilendirme hakkının, müdahale yoluyla takip edilen bir ceza davasına ilişkin olduğu için bütünüyle engellenmesinden dolayı, haber alma hakkına karşı yapılan böylesine farklı bir muamelenin, hiçbir objektif nedene dayandığı söylenemez.[46]

Bu davada durum böyleydi, zira, dava konusu yazı, Fransız siyaset dünyasından kişileri hedef alıyordu. Divan, dava konusu olan kişilerin haklarını korumak için mutlak yasaklamayı gerektirmeyen başka yöntemlerin mevcut olduğunun altını çizdi. Bu nedenle, başvuranların  mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçla oranlı olmadığı ve 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna varıldı.

Şubat 2001 tarihli Tammer davasında, Divan, bir gazetecinin, bir siyasetçinin yardımcılarından birinin özel hayatına ilişkin gözlemleri sonucu hakaretten mahkûmiyetinin Sözleşmenin 10. maddesine uygun olduğuna karar verdi. Olayda, dava konusu olan sözlerin kamu yararı veya toplumsal yarar sağlayan bir konuya ilişkin olduğu kanıtlanamamıştı. Üstelik başvuran (davacı), eleştirilerini hakaret içeren ifadelere başvurmadan da ifade edebilirdi. Kendisine uygulanan para cezasının miktarının düşüklüğü dikkate alındığında, Divan, ulusal mahkemelerin başkalarının şöhretinin korunması ve toplumsal yararı olan bir konuda gazetecinin bilgilendirme hakkı arasındaki dengeyi düzgün bir şekilde kurdukları sonucuna varmıştır.[47]

Divan, ayırım yapmaksızın tüm bir meslek grubunun dürüstlüğünü şüpheye düşüren bir yazıdan alıntılar yapmak suretiyle, bir gazetecinin, dürüst haber verme yükümlülüğüne aykırı davranmaktan mahkûmiyetine ilişkin Mart  2001 tarihli Thoma davasında karar verdi. Divan, kararında şunu beyan etti :

Başkalarının ününe hakaret oluşturan veya onurlarına zarar veren ya da onları kışkırtan bir anlatım içeriğinden  gazetecilerin, genel olarak ve düzenli bir şekilde ve resmen kaçınmaları istemek, belli bir zamanda geçerli olan olaylar, fikir ve düşünceler hakkında basının işleviyle bağdaşmaz.[48]

Bu olayda, gazeteci bir atıfta bulunurken, kaynak yazının yazarını zikretme önlemini almıştı. Meslektaşının yazısını yorumlamak için acılı deyimini kullanmıştı. Üstelik başvuran (davacı), söz konusu yayına ilişkin bir üçüncü kişiden görüş de istedi. Divan’a göre, mahkûmiyete dayanak oluşturan gerekçeler, dava konusu olan sözlere kamu yararı veya toplumsal yarar sağlayan müdahaleyi haklı kılmamaktadır. Divan 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.

Haziran 2001’de, yasadışı örgütler lehine propaganda yapmaktan bir gazete sahibinin mahkûmiyetine ilişkin Sürek davası, dostane çözüme kavuşturulması sonucu, Divan tarafından kayıttan silindi.[49]

Temmuz  2001 tarihinde  Divan’ın kararını verdiği Perna davası, bir gazetecinin, bir savcıya karşı eleştirisel sözleri nedeniyle hakaretten mahkûmiyetine ilişkindi. Başvuran (davacı), yazısında, onu mutlak "bağlılık yemini yapmışa" benzeterek, üst görevliyi siyasi militanlıkla suçluyordu. Ayrıca bir savcıyı kanıtlar olmaksızın bir devlet adamını "mafyaya dahil olmaktan" suçlamakla eleştiriyordu.

İlk sözler, Divan bakımından, davada, tartışmasız olay temeline dayalı, eleştirisel bir görüş kapsamında açıklanabilirdi. Belli bir aşırılık dozu içerse de, gazetecinin sözleri korunmaya layıktı. Gerçekten,  Divan’a göre, bir savcının siyasi militanlığı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin imajı tehlikeye sokuyordu ve bu gerekçeyle toplumsal yararı ilgilendiren önemli bir sorunu gündeme getiriyordu. 

Buna karşılık, gazeteci, ikinci grup sözlerle kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşmıştı, çünkü, bu beyanlar, olaya dayalı temelden yoksundu.

Bununla birlikte Divan, şunu hatırlattı :

Basına karşı kabul edilen yaptırımlar, kesinlikle oranlı olmalı ve 10. maddenin korumasından yararlanabilen ifadeler korunarak, kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşan ifadeleri esas almalıdır. [50]

Sonuç olarak, başvuranın savcının siyasi militanlığına ilişkin cümlelerinden dolayı da mahkûm edilmiş olması sebebiyle, Divan, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.


 

[1] 27.3.1962 tarihli De Becker(-Belçika) Kararı, Série A , n° 4

[2]  8.6.1976 tarihli Engel ve diğerleri (-Hollanda)   Kararı, Série A , n° 22

[3] 26.4.1979 tarihli Sunday Times n° 1(-İngiltere) Kararı, Série A , n° 30, paragraf   65

[4] 25.3.1985 tarihli Barthold(-Almanya) Kararı, Série A , n°  90

[5] 8.7.1986 tarihli Lingens(-Avusturya)  Kararı, Série A , n° 103, paragraf   41

[6] 22.2.1989 tarihli Barfod(-Danimarka)  Kararı, Série A , n°  149, paragraf  29

[7] 22.5.1990 tarihli Weber(-İsviçre)  kararı, Série A , n°  177

[8] 23.5.1991 tarihli Oberschlick(n° 1)(-Avusturya) kararı, Série A , n°  204

[9]     26.11.1991 tarihli The Observer ve Guardian Newpapers Ltd(-İngiltere) kararı, Série A , n°  216

[10]  26.11.1991 tarihli Sunday Times(n° 2)(-İngiltere) Kararı, Série A , n° 217

[11]  23.4.1992 tarihli Castells(-İspanya) Kararı, Série A , n°  236, paragraf   43

[12]  25.6.1992 tarihli Thorgeir Thorgeirson(-İzlanda) Kararı, Série A , n°  239, paragraf  59 – 70

[13]   25.6.1992 tarihli Schwabe(-Avusturya) Kararı, Série A , n°  242 – B

[14]   23.9.1994 tarihli Jersild (-Danimarka) Kararı, Série A , n°  298, paragraf  31.

[15]  19.12.1994 tarihli Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi(-Avusturya) Kararı, Série A , n°  302. Buna karşılık Komisyon, 1997 Şubat ayında, askeri kanunlara itaatsizliğe teşvikten bir mahkumiyetin düzeni koruma ve suçu önleme yasal amacını güdüldüğü dikkate alındığında 10. madde hükümlerine aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştı. Bkz. R. Saszmann  –  Avusturya başvurusu, n° 23697/94, 27.2.1997 tarihli yayınlanmamış karar.  

[16]  9.2.1995 tarihli Vereniging Weekblad Bluf ! (-Hollanda) Kararı, Série A , n°  306 – A

[17] 26.4.1992 tarihli Prager ve Oberschick(-Avusturya) Kararı, Série A , n°  313

[18] 13.7.1995 tarihli Tolstoy Miloslavsky(-İngiltere) Kararı, Série A , n°  316 – B

[19] Kitle iletişim politikasına ilişkin 4. Avrupa bakanlar komitesi tarafından kabul edilmiştir (Prague: 7 – 8 Aralık 1994)

[20] 18.1.1994, JOCE n° C 44/34

[21] 27.3.1996 tarihli Goodwin(-İngiltere) Kararı, Recueil, 1996 – II. Negatif hakları koruyup korumama ile ilgili olarak düşünceyi açıklama özgürlüğüne ilişkin 10/1. maddesi konusunda açıkça tavır belirlememesine karşın, Komisyon bu güvenceyi raporunda açıkça belirlemiştir. Bkz. 1.3.1994 tarihli Goodwin Raporu, paragraf 48

[22] 24.2.1997 tarihli De Haes ve Gijsels(-Belçika) Kararı, Recueil, 1997 – I, paragraf 46. Komisyon ise, bu güvenceyi raporunda, “ciddi bir amaç gütmek kaydıyla, yaralayıcı veya şoke edici terimler içerse bile, kamuoyundaki bir tartışmanın genel yararı, başkalarının ününü koruma yasal amacından daha büyük bir ağırlığa sahiptir”. Bkz.  De Haes ve Gijsels  –  Belçika başvurusu, 29.11.1995 tarihli Komisyon Raporu, paragraf 63.

[23] 1.7.1997 tarihli Oberschlick (n° 2)(-Avusturya) Kararı, Recueil, 1997 – IV, paragraf 31

[24]  27.8.1997 tarihli Worm(-Avusturya) Kararı, Recueil, 1997 – V, paragraf 50.

Sözleşmenin 6. maddesinin 1. paragrafı şu hükmü içerir : “Her şahıs gerek medeni hak ve vecibeleriyle ilgili nizalar gerek cezai sahada kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan, kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir.

Hüküm aleni olarak verilir, şu kadar ki demokratik bir toplulukta amme intizamının veya milli güvenliğin veya ahlakın yararına veya küçüğün menfaati veya davaya taraf olanların korunması veya adaletin selametine zarar verebileceği bazı hususi hallerde, mahkemece zaruri görülecek ölçüde, aleniyet davanın devamınca tamamen veya kısmen Basın mensupları ve halk hakkında tahdid edilebilir.”

[25]  23.9.1998 tarihli  Lehideux ve Isorni(-Fransa) Kararı, Recueil, 1998 – VII, paragraf 53.

[26]  25.8.1998 tarihli  Hertel(-İsviçre) Kararı, Recueil, 1998 – VI, paragraf 50.

[27]  21.1.1999 tarihli  Fressoz ve Roire(-Fransa) Kararı, Recueil, 1999 – I, paragraf 50.

[28]  20.5.1999 tarihli  Bladet Tromsø ve Stensaas(-Norveç) Kararı, Recueil, 1999 – III.

[29]  8.7.1999 tarihli Erdoğdu ve İnce(-Türkiye) Kararı, Recueil, 1999 – IV.

[30]  8.7.1999 tarihli Sürek ve Özdemir(-Türkiye) Kararı, henüz yayınlanmadı.

[31]  8.7.1999 tarihli Sürek (n°4) (-Türkiye) Kararı, henüz yayınlanmadı..

[32]  8.7.1999 tarihli Sürek ve Özdemir(-Türkiye) Kararı, paragraf  61, henüz yayınlanmadı.

[33]  8.7.1999 tarihli Sürek (n°1)(-Türkiye) Kararı, Recueil, 1999 – IV.

[34]  8.7.1999 tarihli Sürek (n°3)(-Türkiye) Kararı, henüz yayınlanmadı..

[35]  8.7.1999 tarihli Ceylan(-Türkiye) Kararı, Recueil, 1999 – IV, paragraf  34.

[36]  8.7.1999 tarihli Sürek (n°2)(-Türkiye) Kararı, paragraf  40, henüz yayınlanmadı..

[37]  8.7.1999 tarihli  Okçuoğlu(-Türkiye) Kararı, paragraf  48, henüz yayınlanmadı.

[38]  28 Eylül 1999 tarihli Öztürk(-Türkiye) Kararı, Recueil, 1999 – VI.

[39]  28 Eylül 1999 tarihli Dalban(-Romanya)  Kararı, Recueil, 1999 – VI, paragraf  49.

[40]  11 Ocak 2000 tarihli New Verlag GmbH ve CoKG Kararı, Recueil, 2000 – I.

[41]  16.3.2000 tarihli  Özgür Gündem Kararı, Recueil, 2000 – III, paragraf 43.

[42]  2.5.2000 tarihli  Bergens Tidende ve diğerleri (-Norveç)  Kararı, Recueil, 2000 – V, paragraf 51.

[43]  15.6.2000 tarihli  Erdoğdu Kararı, henüz yayınlanmadı.

[44]  18.7.2000 tarihli  Şener Kararı, henüz yayınlanmadı.

[45]  28.9.2000 tarihli  Lopes Gomes Da Silva Kararı, paragraf 34, henüz yayınlanmadı.

[46]  3.10.2000 tarihli  Du Roy ve Malaurie Kararı, paragraf 35, henüz yayınlanmadı.

[47] Bkz. 6.2.2001 tarihli  Tammer Kararı.

[48] Bkz. 29.3.2001 tarihli Thoma Kararı, paragraf 64.

[49] Bkz. 14.6.2001 tarihli Sürek, Kamil T. Kararı.

[50] Bkz. 25.7.2001 tarihli Perna Kararı, paragraf 46.