A. Medya Özgürlüğü
1.
Divan’ın Kesin Hükümleri
Divan’a, 10. maddenin uygulama alanı ile ilgili olarak
ilk kez, 1960 da, gazetecilik ve yazarlık mesleğinden ömür boyu bir
yasaklamaya ilişkin De Becker davası götürülmüştür. Mağdur lehine
1961 yılında Belçika kanununun değiştirilmesi üzerine, Divan’ın artık
davayı sürdürmesinde hiçbir yarar kalmamıştı ve davayı düşürmeye karar
vermiştir.
Divan, Engel ve diğerleri
davasında, 1976 Haziran ayında, askeri disipline saldıran makaleler
yayınlanması nedeniyle Hollandalı askerlere uygulanan bir disiplin
cezasının, onları düşünceyi açıklama özgürlüğünden yoksun bırakmak
olmadığını, fakat bu özgürlüğün kötüye kullanılmasını önlemek olduğunu
ve dolayısıyla bir ihlalin bulunmadığını hükme bağlamıştır.
Divan, ilk kez, basın yoluyla
düşünceyi açıklama ve haberleşme özgürlüğünün ihlaline
Sunday Times n° 1
davasında karar vermiştir. Bu davada Divan, 1979 Nisan ayında, bir ilaca
ve bununla ilgili davalara ilişkin bir makalenin yayınlanmasını
engelleyen bir ihtarın 10. maddeyi ihlal ettiğine karar vermiştir. O
tarihteki Contempt of Court’a
(mahkeme emrini yerine getirme yükümlülüğüne)
ilişkin İngiliz hukukuna göre alınan bu önlem, "demokratik bir toplumda
zorunlu" sayılmamıştır.
Barthold davasında, Divan,
1985 Mart ayında, bir Alman veterinere - Haksız Rekabete İlişkin
Kanununa ve meslek kurallarına göre – basına bazı açıklamalarda bulunma
konusunda yapılan yasaklamaların düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlal
ettiğine karar vermiştir.
Lingens davasında, Divan, 1986 Temmuz
ayında, basına ilişkin bu ilkelerin kapsamına açıklık getirmiştir :
Özellikle "başkalarının saygınlığını koruma amacı" ile öngörülen
sınırları (basının) aşmaması gerekiyorsa, gene de, kamu yararı olan
diğer alanlarda olduğu gibi, kendisinin siyasi arenada tartışılan
sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri duyurması gerekir. Bunları yayma
görevine, toplum için bunları alma hakkı da eklenir.
Divan’a göre, "basın özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin
düşüncelerini ve tavırlarını öğrenme ve değerlendirmenin en iyi
olanaklarından birini sağlar". Bu nedenle bu kapsamda :
Bir siyaset adamına karşı bu sıfatının hedef alınması halinde eleştiri
sınırı bir basit kişiye nazaran daha geniştir : ikincisinden farklı
olarak, birincisinin şüphesiz ve bilinçli olarak tavır ve hareketlerinin
gerek gazeteciler ve gerekse yurttaşların çoğunluğu tarafından dikkatle
denetlenmesi söz konusu olacaktır; bu nedenle daha büyük bir hoşgörü
göstermesi gerekir. (paragraf 42)
Divan, hakaret davalarında, maddi olaylarla, açıklanan
değer yargıları arasında bir ayırım yapmayı zorunlu görmüştür. "Eğer
birincilerin maddi varlığı kanıtlanabilirse, ikinciler varlıklarının bir
gösterisini yapmaya izin vermezler" (paragraf 46).
Bu esasa göre, Divan, örneğin Avusturya Ceza Kanununun
111. maddesi gereğince, basın yoluyla bir siyaset adamına hakaretten
dolayı başvurana verilen para cezası, 10. maddede güvence altına alınan
düşünceyi açıklama ve haberleşme özgürlüğüne haksız bir müdahale
oluşturmuştur.
Barfod davasında, Divan, 1989
Şubat ayında, başvuranın, siyasal tercihlerin söz konusu olduğu hassas
bir davadaki kararları nedeniyle meslekten olmayan iki hakime hakaretten
mahkûmiyetinin 10. maddeyi ihlal etmediğine karar vermiştir. Divan,
bununla birlikte, "kamu yararına sorunlar konusunda, yurttaşların görüş
bildirmelerini cezai veya diğer yaptırımlarla korkutarak, isteksiz
kılmaktan sakınmak gerektiğinin" altını çizmiştir.
Divan, 1990 Mayıs ayında, görülmekte olan bir davaya
ilişkin bilgileri bir basın konferansında açıklayarak, Vaud Kantonu Ceza
Usul Kanunuyla güvence altına alınan ön soruşturmanın gizliliğini
ihlalden bir para cezasına çarptırılan bir İsviçreli gazeteciye ilişkin
Weber davasında kararını verdi. Divan, bu mahkûmiyetin,
düşünceyi açıklama özgürlüğüne yapılan müdahaleye ilişkin olarak izlenen
yasal amacın gerçekleşmesi açısından "demokratik bir toplumda zorunlu"
olmadığı ölçüde, 10. maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı. Divan bu
bilgilerin daha önceki basın konferansında açıklandığını ve toplumun
önceden bildiği olayların gizliliğini korumada artık yarar mevcut
olmadığını ortaya çıkarmıştır.
1991 Mayıs ayında, Divan, Oberschlick
(n° 1)
davasında, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Bu dava, bir siyaset adamı
tarafından başvurana karşı açılan bir hakaret davasına ve başvuranın bu
doğrultuda mahkûmiyetine ilişkindir. Divan, başvuranın beyanlarının
değer hükümleri oluşturması nedeniyle demokratik bir toplulukda
müdahalenin gerekli olmadığı gerekçesiyle 10. maddenin ihlaline karar
verdi.
Eski bir İngiliz İstihbarat Teşkilatı mensubunun yazmış
olduğu Spycatcher başlıklı anılarla ilgili olarak, 1986 Temmuz ayında,
The Observer ve The Guardian gazetelerine ve ardından
Sunday Times’a teşmil edilen, geçici yayın yasağına ilişkin iki
başvuru, 1991 Kasım ayında, İngiltere’ye karşı Divan önüne gelmiştir.
Divan, her iki davada, bu kitabın daha önceden
Amerika’da yayınlanmış olmasından dolayı, içeriğinin sır olmaktan
çıktığı, dolayısıyla müdahalenin artık "gerekli" olmadığı gerekçesiyle,
10. maddenin ihlaline karar verdi. Observer ve Guardian
davalarında
ihal birinci döneme (1986 Temmuz ayından 1987 Temmuz ayına) ait değil,
ikinci döneme (1987 Temmuz ayından 1988 Ekim ayına) ilişkindi. Birinci
dönemde (el yazması metin henüz yayınlanmamıştı) gerçeği bilmek
konusunda toplumun tasasına yanıt verme gereksiniminin, ulusal güvenliği
koruma gereğinden daha önemli olduğu doğru değildir. Sunday Times
(n° 2)
ile ilgili ikinci davada, Divan, Lodlar Kamarası tarafından konulan
yayın yasağının, başvuranın, Sözleşmenin 10. maddesinden doğan haklarını
ihlal ettiğine karar verdi.
1992 Nisan ayında, Divan, Castells kararında,
10. maddenin ihlaline karar verdi. Başvuru, Bask militanı ve İspanya
Parlamentosu üyesi başvuranın, hükümetin, Basklara karşı silahlı
grupların saldırılarını desteklediğine veya hoşgörü ile karşıladığına
dair makalesinin yayınlanmasından sonra hükümeti tahkir suçundan
mahkûmiyetine ilişkindi. Bu konuda Divan şu gözlemlerde bulundu :
Bir hukuk devletinde basının oynadığı önemli rolü unutmamak gerekir.
(...) Basın özgürlüğü yurttaşlara, kendilerini yönetenlerin tavır ve
düşüncelerini öğrenmenin en iyi yollarından birini oluşturur. Özellikle
siyasetçilere kamuoyunun endişelerini anlatmak ve yorumlamak fırsatı
verir. Demokratik toplum kavramının özünde yatan özgür tartışma
yöntemine herkesin katılma olanağını sağlar.
Bir gazetede polisin sert davranışlarına ilişkin iki
makale yayınlamaktan para cezasına mahkûm edilen başvurana ilişkin
Thorgeir Thorgeirson davasında, Divan, 1992 Haziran ayında,
10. maddenin ihlaline karar verdi. Divan, yapılan müdahalenin
başkalarının şöhret ya da haklarının korunmasına ilişkin yasal
amaçla oranlı olmadığı sonucuna vardı. Basının bazı sınırları aşmaması
gereğine rağmen, toplumu ilgilendiren sorunlar hakkında haber ve fikir
verme yetkisine sahiptir. Bu tür haber ve fikirleri yaymak görevi,
toplumun bunları öğrenme hakkının karşılığını oluşturur.
1992 Ağustos ayında, Divan, Schwabe
davasında, müdahalenin başkalarının ününü korumak için demokratik bir
toplumda zorunlu olmadığından 10. maddenin ihlaline karar verdi.
Başvuru, bir adli suçtan cezasını çekmiş olan bir siyasetçiye yaptığı
saldırıdan dolayı başvuranın mahkûmiyetine ilişkindi.
1994 Eylül ayında, Divan, Jersild davasında, 10.
maddenin ihlaline karar verdi. Dava konusu olayda, bir gazeteci, bir
grup gençle canlı sohbet yaparken bunların ırkçı düşünceler açıklamaları
nedeniyle Danimarka ulusal yargı organlarınca mahkûm edilmişti. Divan’a
göre, röportajın objektif olarak, ırkçı düşünce ve fikirleri yayma
amacı gütmüyordu :
Objektif ve dengeli bir özet başka nedenler yanında söz konusu kitle
iletişim aracı gibi olanaklarla çok farklı yollar seyredebilir. Basının
yerine geçerek gazetecinin hangi özet tekniğini kullanacağını söylemek,
ne Divan’a, ne de ulusal yargı organlarına düşer.
Divan’a göre,
Bir
gazeteciyi, bir sohbette, başkasının söylediği sözlerin yayınına yardım
etmekten cezalandırmak, basının kamu yararı olan konulardaki
tartışmalara katkısını ağır bir şekilde engeller ve çok ciddi nedenler
olmaksızın kabul edilemez (paragraf 35).
Vereinigung Demokratischer Soldaten
Österreichs ve Gubi
davasında verilen Aralık 1994 tarihli
kararla, Divan, her iki başvuranın düşünceyi açıklama özgürlüğünün
ihlal edildiği sonucuna vardı. Olayda, Igel dergisinin Milli Savunma
Bakanının ret kararı nedeniyle bir askeri garnizon sahasında askerler
arasında dağıtımı mümkün değildi. Bu dağıtım yasağının, düzenin
savunulmasına ilişkin Bakanın güttüğü amaç ile oranlı olmadığı
belirlendi.
1995 Şubat ayında, Divan, Vereniging Weekblad Bluf !
kararında, oy birliği ile 10. maddenin ihlaline karar verdi. İç
güvenlik servislerine ilişkin gizli bir haberi yayınlama gerekçesiyle,
başvuran derneğin çıkardığı bir derginin önce toplatılması ve sonra
piyasada dolaşımının yasaklanması, düşünceyi açıklama özgürlüğünün
kullanılması ile oranlı olmayan bir müdahale oluşturur. El koyma
sonrası yeni baskı yapılmış ve 2500 nüsha dağıtılmıştı. İnsanların büyük
bir çoğunluğu için haberlere ulaşma olanağı sağlandığından bunları
devlet sırrı olarak korumanın artık 10. madde açısından haklı bir
gerekçesi kalmamıştı..
Prager ve Oberschick
davasında, Divan, eleştirisel bir yorumun
yayınıyla bir hakime hakaretten bir gazeteci ve yayıncının
mahkûmiyetinin 10. maddenin ihlalini oluşturmadığına, Nisan 1995
tarihinde karar verdi. Basının bir hukuk devletinde oynadığı "önemli
işleve" rağmen, basının bazı sınırlamalara uyması gerekir. Başvuran
tarafından hakimin kişisel ve mesleki bütünlüğüne karşı çok sert
eleştiriler iyi niyetten yoksun olup, basın ahlak kuralları ile
bağdaşmaz. Divan’a göre, söz konusu olayın özellikleri ve devletlere
bırakılan takdir hakkı dikkate alındığında, düşünceyi açıklama
özgürlüğüne yapılan böyle bir müdahale, başkalarının şöhretinin
korunması ve yargı erkinin gücünün sağlanması açısından oransız
sayılamaz. Bu durumda, böyle bir müdahale demokratik bir toplumda
zorunlu sayılmalıdır.
Geçmiş dönemde savaş suçları işlemek suçlamasıyla bir
özel okul müdürüne hakaretten tedbir konulması ve 1,5 milyon sterlin
miktarındaki bir paranın zarar ziyanı tazmin için ödettirilmesine
ilişkin Tolstoy Miloslavsky davası ile ilgili olarak, Divan,
Temmuz 1995 tarihli kararında, oy birliği ile müdahalenin oranlı
olmadığına, bu nedenle, 10. maddenin ihlaline karar vermiştir. Divan’a
göre, o tarihte iç hukukun belirleme olanağı tanıdığı zarar ziyan
miktarı, başkalarının şöhretinin ya da haklarının korunması bakımından
gerekli olduğu söylenemez.
1996 Mart ayında, Divan, Goodwin
kararında, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Dava, bir gazeteci olan
başvurana, haber kaynaklarını açıklamasını içeren bir ihtar kararına
ilişkindi. Divan, "gazetecilerin haber
kaynaklarının korunmasının, basın özgürlüğünün temel taşı olduğu"
sonucuna varmıştır. Bu korumanın önemi, çeşitli ulusal basın ahlak
kuralları ve insan haklarına ve basın özgürlüğüne ilişkin karar
ile gazetecilerin haber kaynaklarının korunmasına ilişkin Avrupa
Parlementosu kararı
tarafından teyit edilmiştir. Sadece “kamu yararına üstün bir zorunluluk”
(paragraf 39), haber kaynaklarına bir müdahaleyi haklı kılabilir. Somut
olayda, ne haber kaynaklarını açıklama emri, itaatsizliğe bağlı para
cezası, 10. maddenin 2. fıkrası bakımından yeterli sayılan haklı
sebepleri oluşturur.
1997 Şubat ayında, Divan, bir istinaf mahkemesinde görev
yapan birçok hakime hakaret eden iki gazetecinin mahkûmiyetini müteakip
10. maddenin ihlaline karar verdi. Yukarıda belirtilen önemli ilkeleri
tekrar vurgulayarak, Divan basın özgürlüğünün belli miktarda aşırılık ve
hatta kışkırtma içerebileceğini hatırlattı.
Bu davada, gazeteciler tarafından yayınlanan isnatlar,
“kural olarak, gerçeğin bir teşhiri olarak algılanmaması gereken” bir
görüşe benzer (paragraf 47). Bu durumda, başvuranların mahkûmiyeti, 10.
maddenin 2. fıkrası uyarınca haklı sayılamaz.
1997 Temmuz ayında, Oberschlick (n°
2) davasında, Divan’ın bu içtihatı teyit etmesi gerekmiştir. Somut
olayda, bir gazeteci hakaret nedeniyle mahkûm olmuştu. Bir siyaset
adamı tarafından yapılan bir konuşmayı yorumlayan bu yazıda, adıgeçeni,
“ahmak” (Almancası – trottel-) yerine koymuştu. Divan’a göre, “söz
konusu konuşma açıkça kışkırtmaya yönelikti ve bu nedenle kural olarak,
gerçeğin bir teşhiri olarak algılanmaması gerekiyordu”.
1997 Ağustos ayında, Worm davasında, Divan, bir
gazetecinin eski bir bakanın karıştığı ceza davasına tesir edebilen bir
yazı yazmaktan para cezasına mahkûmiyetinin 10. maddeyi ihlal etmediğine
karar verdi. Divan’a göre :
“Adaletin iyi işleyiş amaçlarına uygun olarak belirlenen sınırları
aşmamak kaydıyla, gözlemler dahil adli yargılamaların eleştirileri
(analizleri), bunları duyurmaya yardım eder ve Sözleşmenin 6. maddesinin
1. paragrafında öngörülen duruşmaların aleni surette yapılması
zorunluluğu ile gayet iyi bağdaşır”
.
Somut olayda, Divan, başvuranın yazısının adaletin iyi
işleyiş amaçlarına uygun olarak belirlenen sınırları aştığına, zira
davanın sonucunu etkileyecek nitelikte olduğuna karar verdi.
1998 Eylül ayında, Lehideux ve Isorni davasında,
Divan, bir ulusal gazetede Mareşal Pétain’e itibarını iade eden reklam
broşürü yayınlamaktan sembolik bir zarar ziyanın tazminine ilişkin ceza
mahkûmiyetinin, Sözleşmenin 10. maddesinin ihlalini oluşturduğuna karar
verdi. 25. sayfada zikredilen içtihat ile uyumlu olarak (bkz. dipnot
62), Divan, “pronazi (Nazi sempatizanı) bir politikanın savunulmasının
10. maddenin korumasından yararlanamayacağını” teyit etti
.
Fakat, somut olayda, reklam, “şiddete”, “Nazi zulmüne” veya “Alman
gücünün üstünlüğüne ve vahşiliğine” ilişkin göndermelerden uzak durdu.
Divan, dava konusu metnin, şüphesiz Mareşal Pétain’e “onbinlerce
Fransız Yahudisinin ölüm kamplarına yollanıp yok edilmesine bilerek
katkıda bulunması” olayını geçiştirdiğini kabul etmiştir (paragraf 54).
Bununla birlikte, Divan, diğer başka nitelikte gerekçeleri de dikkate
almıştır. Bir yandan, Divan, iddia makamının başvuranları kovuşturmaya
gerek görmemesine ilişkin tavrını dikkate almıştır. Divan, ardından,
yayında zikredilen olaylardan beri uzun bir zaman geçtiğini (kırk yıl)
ve bu yayının “bütün ülkenin kendi tarihini açıkça ve samimi olarak
tartışmaya davet edilmesi yönündeki gayretlere katıldığını”
düşünmektedir (paragraf 55). Divan, daha sonra, başvuranların
çalıştıkları derneklerin hukuka uygun olduklarını zikrediyor. Son olarak
da, Divan, “(…) özellikle özel hukuk yollarıyla diğer müdahale ve
çürütme olanakları varken, bir ceza mahkûmiyetinin ağırlığının” altını
çizerek, başvuranlara verilen cezanın oransızlığına karar vermiştir
(paragraf 57).
1998 Ağustos ayında, mikro dalga fırınların sağlığa
zararlarına hasrettiği yazılar yayınlamaktan başvurana uygulanan
yasaklamaya ilişkin Hertel davasında, Divan, 10. maddenin
ihlaline karar verdi. Divan, dava konusu olan yasaklama önlemlerinin
oransızlığını ortaya koydu. Avrupa hakimlerine göre :
Söz konusu önlem, bu kişinin (başvuranın) çalışmalarını kısmen sansüre
tabi tutar (…) ve bir kamusal tartışmada yeri olan, varlığı inkar
edilemeyen bir tezi açıkça sunma yeteneğini büyük ölçüde sınırlar. İleri
sürülenin azınlık görüşü olması ve temelden yoksun bulunması önemli
değildir : kesinliğin ihtimal dışı olduğu bir alanda, düşünceyi
açıklama özgürlüğünün sadece genel olarak kabul edilen düşünceleri
açıklamakla sınırlanması çok aşırı olacaktır.
Ocak 1999 tarihli Fressoz ve Roire kararında,
Divan, haftalık hiciv dergisi “Le Canard enchaîné”de Peugeot otomobil
şirketi başkanının maaşının gelişimini ayrıntılı olarak açıklayan bir
yazının yayınlanmasını müteakip mali belge fotokopilerini saklama
cürmünden mahkûmiyetin 10. maddenin ihlalini oluşturduğuna karar verdi.
Divan, dava konusu yazının genel yararı olan bir soruna
ilişkin kamusal tartışmaya bir katkı getirdiğini belirtmiştir,
çünkü, bu yazının yayınlanması, belli başlı Fransız otomobil şirketleri
bünyesindeki sosyal bir uyuşmazlık çerçevesinde söz konusu olmuştur.
Divan’a göre, yazının amacı, haklara - somut olayda yöneticiye ait
olanlara - zarar vermek değil, fakat “toplumu ilgilendiren güncel bir
sorunu tartışmaktır”. Somut olayda, “iş ve ücret genellikle fazla dikkat
çekiyor (…), toplumu bilgilendirmenin yararı, kendisine gönderilen
belgelerin şüpheli menşei sebebiyle başvurana isnat olunan “ödev ve
sorumluluklara” nazaran daha üstündür” (paragraf 51, 52). Divan,
“gazetecilik meslek kurallarına (etiğine) saygılı olmak kaydıyla, doğru
olayların esası üzerinde iyi niyetle düşüncelerini açıklamanın ve
“güvenilir ve belirgin” bilgiler vermenin, gazetecilerin genel yarar
olan sorunlar hakkında haber verme hakları çerçevesinde” 10. maddeye
göre korunduğu prensibini teyit etmiştir (paragraf 54).
Mayıs 1999 tarihli Bladet Tromsø ve Stensaas
davasında, Divan, 10. maddenin ihlaline karar verdi. Başvuru, bir üçüncü
kişi tarafından yapılan fok avına ilişkin düzenlemedeki eksiklik
iddiasına ilişkin beyanların yayınlanması suretiyle hakaretten bir
gazete ile yazı işleri müdürünün zarar ziyanın tazminine mahkûm
edilmesine ilişkindi. Divan, ödev ve sorumluluklara saygı içinde, genel
yararı olan tüm sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri duyurmanın basına
düştüğünü hatırlattı. Gazetenin iyi niyetli olduğunu ve içinde yazılı
olan olayların doğruluğunu bizzat kontrol etmeye imkan bulamadığı resmi
bir rapora haklı olarak dayanabileceğini kabul etti. Demek ki somut
olayda başvuranların düşünceyi açıklama özgürlüğüne konulan sınırlamalar
ile başkalarının şöhretinin korunması yönünde güdülen amaç arasında
makul bir oran mevcut değildir.
Türkiye’ye ilişkin 8 Temmuz 1999 tarihli beş kararda, Divan, ülkenin
güneydoğusundaki ulusal makamların politikasına ilişkin metinleri
yayınladıktan sonra devletin bütünlüğüne karşı propagandadan çeşitli
dergilerin sahip ve yazı işleri müdürlerinin mahkûmiyeti konusunda karar
verdi. Bütün bu davalarda Divan, medya çalışanlarının çatışma ve gerilim
durumunda özel bir sorumluluk üstlendiklerini, zira, “kin duygusunu
yaymaya ve şiddeti kışkırtmaya destek” olabileceklerini beyan etti.
Bununla birlikte, Divan, önceki içtihatına uygun olarak, kamuoyunu
bölenler de dahil, siyasi sorunlara ilişkin haber ve düşünceleri
duyurmanın basına düştüğünü ve bu işlevin toplumu bilgilendirme hakkına
uygun düştüğünü vurguladı. Divan, ayrıca siyasi söylev alanında
“Sözleşmenin 10. maddenin 2. fıkrası bakımından düşünceyi açıklama
özgürlüğünün sınırlandırılmasına pek yer vermediğini” hatırlattı.
Bu doğrultuda, Erdoğdu ve İnce,
Sürek ve Özdemir
ve Sürek (n°4)
davalarında, Divan, yayınlandıkları ortam dikkate alındığında uyuşmazlık
konusu sözlerin şiddete teşvik oluşturmadığına karar verdi. Bu nedenle
10. maddenin ihlal edildiğisonucuna vardı. Divan’a göre, söylevin
şiddet derecesi veya yasaklanmış bir örgüt yöneticisinden gelmesi,
düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahaleyi haklı kılmaz.Üstelik, Divan, “toplumun Türkiye’nin
güney doğusundaki durumu bir diğer şekilde değelendirmeden haberdar
edilme hakkı konusunda ısrar etti. Bütün bu unsurları ve cezanın
sertliğini dikkate alarak, Divan, başvuranların mahkûmiyetinin ulusal
güvenlik ve toprak bütünlüğü şeklindeki güdülen yasal amaçlarla oranlı
olmadığına karar verdi.
Buna karşılık, Sürek (n° 1)
ve Sürek (n° 3)
davalarında, Divan, 10. maddenin ihlal edilmediğisonucuna vardı, zira, dava konusu
yayınlar, şiddete tahrik yönündeydi. Dergini sahibi sıfatıyla başvuran,
haberin toplanması ve yayımı sırasında gazeteciler ve yazı işleri
müdürleri gibi sorumludur. Yazılarda açıklanan görüşlere şahsen ortak
olmasa bile, faillerine “şiddeti canlandırmak” için destek sağlamıştır.
Bu nedenle, her iki davadaki mahkûmiyeti sosyal bir gereksinime yanıt
oluşturuyordu.
Temmuz 1999 tarihli Ceylan davasında, Divan, 10.
maddenin ihlal edildiğisonucuna vardı. Başvuru bir yazıda ülkenin
güneydoğusundaki devlet politikasını eleştirerek şiddete tahrikten bir
sendika başkanının mahkûmiyetine ilişkindi. Divan, kendi içtihatına
gönderme yaparak, “hükümete karşı yapılan eleştirilerin kabul
edilebilirliğinin herhangi bir kimseye veya bir siyaset adamına
yapılandan daha geniş olduğunu” hatırlatmıştır.
Somut olayda, dava konusu yazı, sertliğine rağmen, şiddete teşvik
oluşturmuyordu. Üstelik, verilen cezalar çok ağırdı. Divan, bu nedenle,
başvuranın mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığına
karar verdi.
Temmuz 1999 tarihli Sürek (n° 2) davasında,
Divan, 10. maddenin ihlal edildiğisonucuna vardı. Dava, terörle mücadele ile
görevli bazı memurların kimliğini yayınlamaktan başvuranın mahkûmiyeti
ile ilgiliydi. Bu memurların işledikleri ağır fiiller dikkate alınarak,
Divan, sadece fiillerinin değil, fakat bunların kimliklerinin de
bilinmesinin toplumun genel yararına olduğuna karar verdi. Ayrıca söz
konusu haberler diğer gazeteler tarafından daha önce açıklandığından
memurların kimliklerinin korunmasındaki yarar “oldukça azalmıştı”.
Buna karşılık, başvuranın mahkûmiyeti, genel yararı olan sorunlara
ilişkin açık tartışmalara basının katkısı konusunda vazgeçirme riski
taşıyordu. Bu nedenle, basın özgürlüğünün korunmasıyla memurların
korunması arasında tam bir dengenin bulunmamasından dolayı, Divan,
müdahalenin güdülen yasal amaçlarla oranlı olmadığına karar verdi.
Temmuz 1999 tarihli Okçuoğlu davasında, Divan,
Türkiye’nin güneydoğusundaki halkın durumu hakkındaki kişisel görüşünün
bir dergide yayınlanmasından sonra, başvuranın bölücü propagandadan
mahkûmiyetinin 10. maddeyi ihlal ettiğisonucuna vardı. Somut olayda, şiddete
teşvik etmeyen dava konusu yazı, sınırlı bir dağıtıma yönelikti. Divan’a
göre, bu, “ulusal güvenlik, kamu güvenliği veya toprak bütünlüğü
konusunda muhtemel çatışmaya önemli bir sınır”
oluşturur.
Üstelik, Divan, hükümete karşı yapılan
eleştirilerin kabul edilebilirliğinin herhangi bir kimseye veya bir
siyaset adamına yapılandan daha geniş olduğunu teyit etmiştir. Ayrıca
verilen cezanın ağırlığını dikkate alarak, Divan, başvuranın düşünceyi
açıklama özgürlüğüne yapılan müdahalenin güdülen yasal amaçlarla oranlı
olmadığına karar verdi.
28 Eylül 1999 tarihli Öztürk davasında, Divan,
10. maddenin ihlaline karar verdi. Başvuran, Türkiye Komünist Parti
kurucularından birinin hayatını anlatan bir eserin ikinci baskısını
yayınladıktan sonra, kin duygusunu kışkırtmaktan mahkûm edilmişti.
Kitabın yazarı, başvuran gibi, aynı suçu işlediği iddiasıyla
yargılanmış, fakat beraat etmişti. Divan’a göre, içeriği diğer
baskılardan hiçbir şekilde farklı olmayan dava konusu kitap, şiddete
teşvik etmiyordu ve somut dava açma delilinin bulunmaması nedeniyle,
kamuya duyurulanlar dışında başka amaç da taşımıyordu. Divan, bu
nedenle, dava konusu baskının yapıldığı dönemde, zorunlu sosyal bir
gereksimin mevcudiyetinin kanıtlanamadığına karar verdi.
Eylül 1999 tarihli Dalban davasında, Divan, bir
gazetecinin bir sahtekarlık davasında, devletin ileri gelenlerini
suçlayan birçok yazı yayınlaması nedeniyle hakaretten cezaya mahkûm
edilmesinin, Sözleşmenin 10. maddesinin ihlalini oluşturduğuna karar
verdi. Divan, başkalarının şöhretinin korunmasına saygı göstererek,
basının genel yarar olan konularda basının haber verme görevini
hatırlattı. Daha sonra, “bir gazetecinin sadece gerçeği kanıtlayabilme
koşuluyla eleştirel değer hükümleri oluşturabileceği” fikrini reddetti.
Somut olayda, dava konusu yazılar, devletin ileri gelenlerinin özel
hayatlarını değil, fakat görevlerinin ifasındaki tutum ve davranışlarını
hedef alıyordu. Üstelik, başvuranın tasvir ettiği olayların tamamen
gerçek dışıydı ve bir suçlama kampanyasına katıldıklarını gösteren
hiçbir kanıt yoktu. Bu nedenle, Divan, başvuranın ceza mahkûmiyetinin,
gazetecinin, düşünceyi açıklama özgürlüğüne oranlı olmayan bir müdahale
oluşturduğuna karar verdi.
Ocak 2000 tarihinde yargılaması yapılan New Verlag
GmbH ve CoKG davası, kendisine karşı açılan ceza soruşturmasına
ilişkin yazılar çerçevesinde bir derginin şüphelinin fotoğraflarının
yayınlanmasının yasaklanmasıyla ilgili idi. Dava konusu klişelere, bu
kişiyi yargılama konusu olan suçların faili gibi gösteren yorumlar eşlik
ediyordu. Divan, olayın tüm unsurlarını dikkate aldı. Özellikle, yayının
bir seri bombalı mektup suikastından sonra yapılması, kamu yararı olan
bir konuya ilişkin olduğunu gösterir. Önceden bilinen bir aşırı sağcı
militan olan şüpheli, bunun dışında, demokratik toplumun temellerine
dönük suçların da zanlısı idi. Sonuç olarak, fotoğraflar, bu kişinin
özel hayatından hiçbir unsuru açığa çıkarmadığından, özel hayata saygı
hakkına hiçbir saldırı içermiyordu.
Daha sonra Divan, bunlara eşlik eden yorumların,
şüphelinin yasal menfaatleri açısından bir tehlike oluşturmasa bile,
dava konusu klişelerin yayınlanmalarının yasak olduğunu gözlemlemiştir.
Ayrıca, uygulanan yaptırım, başvuran şirketin yazılarının takdim şekline
ilişkin özgürlüğünü sınırlıyordu, buna karşılık, diğer medya mensupları,
söz konusu ceza davasının devamı süresince fotoğraflar yayınlama
olanağını korumuşlardı. Bu nedenle, Divan, dava konusu tedbirin güdülen
yasal amaçlarla oranlı olmadığına ve 10. maddeye aykırı olduğuna karar
verdi.
Mart 2000 tarihinde, Divan, bir gazete ve
çalışanlarıyla ilgili değişik olaylara (saldırı, arama, yakalama ve ceza
mahkûmiyetleri) ilişkin Özgür Gündem davasında kararını verdi.
İleri sürülen şiddet eylemlerine gelince, Divan,
düşünceyi açıklama özgürlüğünün mutlak önemini dikkate alarak, şunları
beyan etti :
Bu özgürlüğün kullanılması devletin her türlü müdahaleden sakınmasına
değil, fakat bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerde de pozitif koruma
önlemlerini talep edebilmelerine bağlıdır. Bir pozitif koruma önleminin
mevcut olup olmadığını belirlemek için, bireyin çıkarları ile toplumsal
çıkar arasında tam bir dengeyi (…) dikkate almak gerekir.
Divan’a göre, gazetenin ve personelinin PKK sempatizanı
olduğu şeklindeki gerekçe, “şiddet içeren yasadışı eylemleri etkin
önlemlerle araştırmanın ve bu eylemlere karşı korumanın olmamasını”
haklı kılmaz (paragraf 45). Divan, hükümetin gazetenin düşünceyi
açıklama özgürlüğüne ilişkin hakkını koruma yükümlülüğünü ihlal ettiği
sonucunu çıkardı.
Ardından, Divan, başvuranlara resmi makamlarca uygulanan
çeşitli önlemler konusunda karar verdi. Arama ve yakalama operasyonunun,
düzeni koruma şeklindeki güdülen yasal amaçla oranlı olmadığı kanısına
varıldı, zira, hiçbir haklı neden gösterilmediği halde, operasyon
gazetenin basımında önemli ölçüde karışıklığa neden olmuştu.
Yayınlanan yazılardan sonra verilen değişik cezalara
gelince, bunların pek çoğunda, bu cezalar demokratik bir toplum için
gerekli değildi. Divan şunu hatırlattı :
Devlet makamlarının bulunduğu üstün konum, ceza yolunun kullanımında
kendini tutmasını emrediyordu. Demokratik bir devletin makamları,
eleştirileri kışkırtıcı veya hakaret edici olsalar bile, hoşgörmeleri
gerekir (paragraf 60).
Divan’a göre, kullanılan ifade şekli ile içeriği ve
yazıldıkları ortam dikkate alındığında, bu yazılar şiddeti
kışkırtmıyordu. Ne bir yasadışı örgüt üyesi ile yapılan sohbet, ne
hükümetin politikasının şiddetle eleştirilmesi, ne de Türkiye
toprağından ayrılmış bir unsur söz konusu olduğunu çağrıştıran bir
ortamda “Kürdistan” deyiminin kullanılması, tek başına gazetenin sahip
olduğu düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahaleyi haklı kılmaz. Sadece üç
yazı, şiddete başvurmaya bir destek olarak sayılmış ve resmi makamların
bu çerçevede aldıkları önlemlerin 10. maddeye uygunluğuna karar
verilmiştir.
Bergens Tidende ve diğerleri
davasında, Mayıs 2000 tarihinde, Divan, kendisinden memnun olmayan
hastaların tanıklıklarını içeren bir seri yazıyı yayınlamaktan bir
gazetenin, bir estetik cerrahın uğradığı zarar ziyanın tazminine mahkûm
edilmesine ilişkin davada kararını verdi. Divan, öncelikle, suçlama konusu yapılan
yazıların “insan sağlığının önemli bir yönüne ilişkin olduğuna ve bu
şekliyle kamu yararına ilişkin ciddi sorunları ortaya çıkardığını”
belirledi.
Somut olayda, hastaların anlattıkları olayların, esas itibariyle doğru
olduğu ve gazete tarafından aslına sadık bir biçimde aktarıldığı
sonucuna varıldı. Gazetenin, tanık beyanlarının bir cerrahi becerinin
yokluğunu önerecek şekilde değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmemesi,
meslek kurallarını ihlal ettiğini göstermiyordu. Divan, bu çerçevede:
sohbetlere dayalı güncel röportajların en önemli olanaklardan birini
oluşturduğunu ve bunlar olmadan basının “bekçi köpeği” rolünü
oynamasının mümkün olmadığını hatırlattı. (paragraf 57)
Bu nedenle, cerrahın mesleki faaliyeti üzerinde
yazıların olumsuz etkisini kabul ederek, Divan,
adıgeçen tarafından verilen tedavi ve ameliyat sonrası bakım ile ilgili
haklı eleştiriler dikkate alındığında, mesleki itibarının her koşulda
önemli bir zarar göreceğinin altını çizdi. (paragraf 59)
Bu nedenle, doktorun mesleki itibarını korumaya dönük
çıkarının, basının, kamu yararını temsil eden sorunlarla ilgili
haberleri verme özgürlüğünü korumaya dayalı kamu yararına üstün
tutulmasını haklı kılacak düzeyde sayılması mümkün değildir. Divan, bu
gerekçeye dayanarak, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Erdoğdu
ve Şener
davalarında Divan, Türkiye’nin güney
doğusundaki durumu analiz eden yazıların yayınlanmasından sonra iki
derginin yazı işleri müdürlerinin devletin ülkesel bütünlüğüne karşı
propagandadan mahkûmiyetinin Sözleşmenin 10. maddesini ihlal ettiğine
karar verdi. Önceki içtihatına uygun olarak, Divan, siyasi konuşma
alanında, bu yazının, düşünceyi açıklama özgürlüğüne çok az sınırlamaya
izin verdiğini hatırlattı. Bununla birlikte, şiddete teşvik halinde,
ulusal makamların müdahalenin zorunluluğunu incelemede, daha geniş bir
takdir hakkına sahip olduğu vurgulandı.
Bu iki davada Divan, mutlak veya yaralayıcı olsalar da,
açıklanan görüşlerin şiddete teşvik gibi nitelendirilemeyeceği sonucuna
vardı. Bu nedenle, ulusal makamlar, başvuranları mahkûm etmekle, ne
basının haber verme özgürlüğüne ve ne de toplumun Kürt sorununundan bir
başka şekilde haberdar olma hakkına, yeteri kadar saygılı davrandılar.
Ayrıca, hükümet tarafından ifade edilen cezanın
yumuşatılması da, Divan tarafından dikkate alınmamıştır. Burada söz
konusu olan cezanın ertelenmesi olup, ertelemeden itibaren üç yıl içinde
ilgililerin yazı işleri müdürü sıfatıyla hiçbir suç işlememeleri halinde
ancak etki doğuracaktır. Divan’a göre, böyle bir önlem, başvuranların
gerçekte bir kamusal tartışmada yeri olan tezleri açıkça sunma
yeteneğini büyük ölçüde sınırlamayı amaçlamaktadır.
Lopes Gomes Da Silva
davasında, yerel seçimlerde, aday olan bir gazeteciye karşı, bir
başyazıda kullandığı deyimler nedeniyle, bir gazete müdürü mahkûm
olmuştu. Söz konusu olayda, başvuran tarafından ifade edilen
görüşlerin, kamu yararı olan sorunlar konusunda siyasi bir tartışmaya
ilişkin olduğu açıktı. Divan’a göre, dava konusu yazılar, polemik
sayılabilirdi, fakat bununla birlikte mantık dışı kişisel bir saldırı
içermiyordu, zira, yazar bunun objektif bir açıklamasını veriyordu.
Divan, bu çerçevede, “siyasi sataşmalar çoğu kez kişisel plana taşar :
burada, demokratik bir toplumun güvenceleri olan siyasi oyunun ve
düşünceleri serbestçe tartışmanın ortaya çıkardığı beklenmedik
tesadüflerin” söz konusu olduğunu ekledi.
Üstelik, başvuranın tepkisinin rakibinin
kışkırtıcı ve saldırgan tarzından da etkilenmiş olması muhtemeldir.
Fakat özellikle, dava konusu başyazı yanında, bu kişinin yazılarından
alıntıları da yayınlarak, gazete müdürü gazetecilik mesleğinin
kurallarına da saygılı davranmıştır. Böylece okuyuculara “aynı başyazıda
değinilen kişinin beyanları ile başyazıyı karşılaştırarak kendi kişisel
kanaatlarını oluşturma” olanağı vermiştir (paragraf 35). Bu nedenle,
Divan, gazetecinin mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçla oranlı
olmadığına ve 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Ekim 2000 tarihinde, Divan, dava konusu yazının
yayınlamasından sonra, şahsi dava (müdahale) yoluyla dava şeklinde takip
edilen bir şikayet ile ilgili olarak, bir dergi müdürü ile bir
gazetecinin mahkûmiyetlerine ilişkin Du Roy ve Malaurie davasında
kararını verdi.Divan, masumiyet karinesinden kovuşturulan
kişinin yararlanması gibi adaletin iyi işlemesi amacıyla konulan
sınırları gazetecilerin aşmaması şeklindeki ilkeyi teyit etti. Bununla
birlikte, somut olayda, dava konusu müdahale, her tip habere yönelik
mutlak ve genel bir yayın yasağı oluşturuyordu. Bundan başka,
başkalarının şöhretinin ve yargı erkinin gücünün korunması açısından
haklı sayılacak bu önlem, sadece şikayete bağlı şahsi dava (müdahale)
yoluyla takip edilen davalara uygulanabiliyor ve savcılık iddianamesiyle
veya basit şikayet ile açılan davalar bunun dışında tutuluyor. Divan’a
göre :
“basının toplumu bilgilendirme hakkının, müdahale yoluyla takip edilen
bir ceza davasına ilişkin olduğu için bütünüyle engellenmesinden dolayı,
haber alma hakkına karşı yapılan böylesine farklı bir muamelenin, hiçbir
objektif nedene dayandığı söylenemez.”
Bu davada durum böyleydi, zira, dava konusu yazı,
Fransız siyaset dünyasından kişileri hedef alıyordu. Divan, dava konusu
olan kişilerin haklarını korumak için mutlak yasaklamayı gerektirmeyen
başka yöntemlerin mevcut olduğunun altını çizdi. Bu nedenle,
başvuranların mahkûmiyetinin güdülen yasal amaçla oranlı olmadığı ve
10. maddenin ihlal edildiği sonucuna varıldı.
Şubat 2001 tarihli Tammer davasında, Divan, bir
gazetecinin, bir siyasetçinin yardımcılarından birinin özel hayatına
ilişkin gözlemleri sonucu hakaretten mahkûmiyetinin Sözleşmenin 10.
maddesine uygun olduğuna karar verdi. Olayda, dava konusu olan sözlerin
kamu yararı veya toplumsal yarar sağlayan bir konuya ilişkin olduğu
kanıtlanamamıştı. Üstelik başvuran (davacı), eleştirilerini hakaret
içeren ifadelere başvurmadan da ifade edebilirdi. Kendisine
uygulanan para cezasının miktarının düşüklüğü dikkate alındığında,
Divan, ulusal mahkemelerin başkalarının şöhretinin korunması ve
toplumsal yararı olan bir konuda gazetecinin bilgilendirme hakkı
arasındaki dengeyi düzgün bir şekilde kurdukları sonucuna varmıştır.
Divan, ayırım yapmaksızın tüm bir meslek grubunun
dürüstlüğünü şüpheye düşüren bir yazıdan alıntılar yapmak suretiyle, bir
gazetecinin, dürüst haber verme yükümlülüğüne aykırı davranmaktan
mahkûmiyetine ilişkin Mart 2001 tarihli Thoma davasında karar
verdi. Divan, kararında şunu beyan etti :
Başkalarının ününe hakaret
oluşturan veya onurlarına zarar veren ya da onları kışkırtan bir anlatım
içeriğinden gazetecilerin, genel olarak ve düzenli bir şekilde ve
resmen kaçınmaları istemek, belli bir zamanda geçerli olan olaylar,
fikir ve düşünceler hakkında basının işleviyle bağdaşmaz.
Bu olayda, gazeteci bir atıfta bulunurken, kaynak
yazının yazarını zikretme önlemini almıştı. Meslektaşının yazısını
yorumlamak için “acılı” deyimini kullanmıştı. Üstelik
başvuran (davacı), söz konusu yayına ilişkin bir üçüncü kişiden görüş de
istedi. Divan’a göre, mahkûmiyete dayanak oluşturan gerekçeler, dava
konusu olan sözlere kamu yararı veya toplumsal yarar sağlayan müdahaleyi
haklı kılmamaktadır. Divan 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Haziran 2001’de, yasadışı örgütler lehine propaganda
yapmaktan bir gazete sahibinin mahkûmiyetine ilişkin
Sürek
davası, dostane çözüme kavuşturulması sonucu, Divan
tarafından kayıttan silindi.
Temmuz 2001 tarihinde Divan’ın kararını verdiği
Perna davası, bir gazetecinin, bir savcıya karşı eleştirisel sözleri
nedeniyle hakaretten mahkûmiyetine ilişkindi. Başvuran (davacı),
yazısında, onu mutlak "bağlılık yemini yapmışa" benzeterek, üst
görevliyi siyasi militanlıkla suçluyordu. Ayrıca bir savcıyı kanıtlar
olmaksızın bir devlet adamını "mafyaya dahil olmaktan" suçlamakla
eleştiriyordu.
İlk sözler, Divan bakımından, davada, tartışmasız olay
temeline dayalı, eleştirisel bir görüş kapsamında açıklanabilirdi. Belli
bir aşırılık dozu içerse de, gazetecinin sözleri korunmaya layıktı.
Gerçekten, Divan’a göre, bir savcının siyasi militanlığı, yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin imajı tehlikeye sokuyordu ve bu
gerekçeyle toplumsal yararı ilgilendiren önemli bir sorunu gündeme
getiriyordu.
Buna karşılık, gazeteci, ikinci grup sözlerle kabul
edilebilir eleştiri sınırlarını aşmıştı, çünkü, bu beyanlar, olaya
dayalı temelden yoksundu.
Bununla birlikte Divan, şunu hatırlattı :
Basına
karşı kabul edilen yaptırımlar, kesinlikle oranlı olmalı ve 10. maddenin
korumasından yararlanabilen ifadeler korunarak, kabul edilebilir
eleştiri sınırlarını aşan ifadeleri esas almalıdır.
Sonuç
olarak, başvuranın savcının siyasi militanlığına ilişkin cümlelerinden
dolayı da mahkûm edilmiş olması sebebiyle, Divan, 10. maddenin ihlal
edildiğine karar verdi.
|