AKP'nin seçim beyannamesinde, "işkencenin bitirildiği ve cezaevleri sorununun çözüldüğü" belirtiliyor. Ancak insan hakları savunucuları bunun tersini söylüyor.

ÇHD'den Kozağaçlı: Fırsat bulunan her yerde saldırılar artıyor; TİHV'dan Bakkalcı: İşkence ve kötü muamele arttı; İHD: Polis devleti, sistem giderek otoriterleşti.

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) seçim beyannamesinde, cezaevleri sorunun bittiği ve "işkenceye sıfır toleransla işkencenin bitirildiği" öne sürülüyor. İnsan Hakları Derneği 2010 raporunda ise aksine işkence ve kötü muamelenin arttığı ve cezaevleri sorunun büyüdüğü ifade ediliyor.

Son dönemde Hopa ve Ankara'daki gözaltılarda yaşanan kötü muamele, Halkevleri'nden Dilşat Aktaş'ın ağır yaralanması ve İstanbul'da Nurtepe'de gözaltına alınanların işkence iddiasıyla suç duyurusunda bulunmasının ardından, beyannamedeki maddeleri hukukçulara ve insan hakları savunucularına sorduk.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, muhalefetin bastırılmaya çalışıldığını ve bunun için de Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri'nin kullanıldığını söyledi. Avukat Ergin Cinmen de cezaevlerindeki sorunun devam ettiğini, Avrupa Birliği raporlarının da bunu doğruladığını söyledi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'ndan (TİHV) Metin Bakkalcı da "Kimseye nefes alacak alan bırakılmadı" diyor.

"Polisin görünürlüğü artacak"


AKP Seçim Beyannamesi'nin "İleri Demokrasi" başlıklı bölümünden, insan haklarıyla ilgili bazı maddeler şöyle:

* Cezaevleri sorunlarını ülke gündeminden çıkardık. Modern ve yüksek güvenlikli ceza infaz kurumları kurularak fiziki altyapı geliştirildi, insan kaynakları kapasitesi güçlendirildi. İnfaz mevzuatı yenilendi ve infaz sistemimiz uluslararası standartlara uyumlu hale getirildi, denetimli serbestlik teşkilatı kuruldu.

* Artık sadece kişi ifadesine dayanan suç soruşturması değil, delil merkezli suç soruşturması yapılıyor.


* Sokak hâkimiyetini sürekli ve kalıcı kılmak ve polisin görünürlüğünü artırmak amacıyla, güvenlik görevlileri sayısını Avrupa Birliği uygulamalarına paralel olarak 250 kişiye bir güvenlik görevlisi isabet edecek şekilde yükselteceğiz.

"İşkenceye sıfır tolerans deyip işkenceyi artırdılar"


* TİHV'ndaki çalışmalarımızdan da, "işkenceye sıfır tolerans" denirken bir yandan da işkence ve kötü muamelenin arttığını gözlemliyoruz.

* Dilşat Aktaş bu ülkenin vicdanı oldu. Tabii onun yanı sıra, özellikle son dönemde, Ankara'da, Hopa'da, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde, Türkiye'nin her yerinde işkenceye maruz kalan birçok insan da aynı şekilde ülkenin vicdanı oldu.

* TİHV olarak, Terörle Mücadele Yasası'nda 2006'da ve Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda (PVSK) 2007'de yapılan değişikliklerin ardından, bunun doğuracağı tehlikeli sonuçları kamuoyuyla paylaşmıştık. Özellikle bu dönemden başlayarak, günümüze dek kimseye nefes alma alanı bırakmayan bir süreç yaşandı.

* 2009'daki yerel seçimlerden sonra da inanılmaz bir baskı başladı. Bu süreç sadece seçimle de ilgili değildi. 2010'un son aylarında "vahşilik" katsayısı arttı. Son derece sistematik, yasal düzenleme ve uygulama düzeyinde de Başbakan Erdoğan başta olmak üzere yetkililerin söylemleri düzeyinde de... Başbakan başta olmak üzere yetkililer, şiddeti teşvik ederek suç işliyorlar.

* Tüm bu acıların yanı sıra, başta Hopa'da yaşamını yitiren Metin Hoca ve Ankara'da Dilşat Aktaş olmak üzere, ismini bilmediğimiz birçok insan, özellikle genç nesilde ve toplumun diğer kesimlerinde de vicdani bir isyan yarattı. Fiili olağanüstü hal, polis devleti uygulamaları, demokrasiyle alakası olmayan bu sistem karşısında yükselen isyan umut veriyor.

"Fırsat buldukları yerde saldırıyorlar"


Kozağaçlı da şöyle konuştu:

* Bütün kapatma mekânları, buna gözaltı aracı da dâhil, işkenceye açık mekanlar. Son olaylar da bunu kanıtladı. Fırsat bulunan her yerde bu saldırılar artıyor.

* Hopa ve Ankara'daki sürecin en kabul edilemez tarafı da dosyanın Özel Yetkili Mahkemeler'de olması ve suçlamanın terör kapsamında yapılmış olması. Muhalefeti bastırmak için bu yola başvuruyorlar.

* Hasta tutuklu ve hükümlülerin sorunları da kangren olmuş durumda. Mevcut infaz idaresinin buna çözüm sağlayamayacağı açıkça belli oldu. Cezaevlerinde durumu kritik olan 200'ün üzerinde mahkûm var. Çok sayıda kötü muamele başvurusu da almaya devam ediyoruz.

* Türkiye'nin bağımsız bir izleme kuruluna ihtiyacı var. 2001'de oluşturduğumuz "Cezaevleri İzleme Kurulu"nun çalışmasına izin verilmesi gerekiyor. Kurulda, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Komisyonu (KESK), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimarlar Birliği (TMMOB), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Tutuklu Aileleriyle Dayanışma Derneği (TUAD-DER), Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Birliği (TUYAB), Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) yer alıyor.

* Ancak tablo iç açıcı değil, Adalet Bakanlığı işbirliğine yanaşmıyor. Seçimden sonraki en önemli gündemimiz cezaevleri olacak.


Avukat Cinmen de, cezaevleri sorunun devam ettiğini ifade etti. Cinmen, "Cezaevlerindeki sorunlar bitmedi. Avrupa Birliği ilerleme raporunda da, cezaevlerinin AB standartlarının son derece altında olduğu, sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu belirtiliyor" dedi.

"Gösteri hakkına ağır müdahaleler yapılıyor"

İHD'nin "Kopenhag Kriterlerinden Ankara Kriterlerine Gerileyiş, polis Devleti" başlıklı 2010 raporunda da "sistemin giderek otoriterleştiği, yargı baskısının Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri'yle giderek arttığı, işkence ve kötü muamelenin devam ettiği, gösteri hakkına ağır müdahaleler yapıldığı" belirtildi.

"Siyasal iktidar 'Kopenhag Kriterlerinden, Ankara Kriterlerine' resmen geçmiş durumda. Bunun bizim için anlamı polis devletidir" şeklinde sonlanan raporda, özetle şu noktalara değinildi:

* Adalet Bakanlığı'nın resmi verilerine göre, 2010'da cezaevlerinde 413 tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetti. Halen 122'si ağır olmak üzere 263 hasta mahkûm, tedavi olmayı ve salıverilmeyi bekliyor.

* 2010'da gözaltı merkezlerinde altı kişi yaşamını yitirdi. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2008'de işkence ve eziyet suçlarında 438 kişi sanık olarak yargılanırken, bu rakam 2009'da 707 sanığa çıktı. Bu veriler, Hükümet'in "önleme ve yaptırmama" görevini yapmadığını ortaya koyuyor.


* 2010'da "toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı" alanındaki ihlalleri arttı. Doğu ve Güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere kitlesel 278 toplantı ve gösteriye müdahale edildi. Siyasal iktidar eleştiriyi kabul etmeyerek kendisine yönelik eleştiri içeren gösterileri güç kullanarak dağıtıyor. Gösterilere müdahalede kullanılan biber gazının, aşırı kullanıldığı durumlarda kimyasal silah etkisi yaptığı TTB açıklamalarından da anlaşılıyor.

Kaynak:http://www.iparhaber.com.tr/haber/22929/