LİBOŞLARA AÇIK MEKTUP…

Haberler
17 Ağustos 2010

Ey neoliberaller, ey tatlı su devrimcileri, ey yandaş medya, AKP anayasasından nasıl bir yenilik, nasıl bir değişim bekliyorsunuz ki günlerden beri “evet” çağrısı yapıp, ortalıkta dört dönüyorsunuz?
Parçalanıyorsunuz, yırtınıyorsunuz, yalanlarla dolanlarla halkı yanınıza çekebilmek için gecenizi gündüzünüze katıyorsunuz. Konuşmalar yapıyorsunuz? Sütunlar dolusu yazılar yazıyorsunuz? Kraldan çok kralcı kesiliyorsunuz.
Nedir sizi bu denli heyecanlandıran? Çıkar ilişkisi mi? AKP sofrasından nemalanmak mı? Osmanlının son dönemlerinden beri devam eden ve babadan oğla geçen emperyalizm, Batı aşkı mı? Yoksa şeriat ve şeriatçı sevgisi (!) mi?
Nedir? Ne farkı vardır AKP Anayasasının 12 Eylül Anayasasından? Ne buldunuz onda? Siz bilmiyor musunuz, dinci eliyle yapılan tüm anayasal düzenlemelerin “laiklik karşıtı odağın” güçlenmesine hizmet edeceğini?

Şeriatla demokrasinin, insan hakları ile yobazlığın bir arada olamayacağını ne zaman anlayacaksınız? Bilimle inancın, akılla fizik ötesinin, ateşle barutun yan yana duramayacağını kimse söylemedi mi size? Çok iyi bildiğinizi, çok okuduğunuzu belirttiğiniz marksist kitaplardan bu konuda bir şeyler öğrenmediniz mi? Yoksa açıklamak işinize mi gelmiyor, çıkarınızı mı zedeliyor, AKP ile yaptığınız kader birliğini mi bozuyor? Neden bir de utanmadan devrimci olduğunuzu ileri sürüyorsunuz ey Türkiyeli liboşlar?
Gerçeği görebilmek için illa İranlaşmak mı gerekiyor? Şeriat yasaları ile yönetilen bu ülkede kaç kadının taşlanarak, recm edilerek öldürüldüğünü biliyor musunuz? Var mıdır çağdaş hukukta böyle bir uygulama? İnsan hakları bu mudur? Hukuk, adalet bu mudur? Sizin özgürlükçü, liberal yanınız bu vahşetle nasıl uyuşuyor?
Böyle bir anlayışa sahip İran bin tane anayasa maddesi değiştirse ne yazar? Çağdaşlaşabilir mi? Uygarlaşabilir mi?
Bir zamanlar “Özgürlük ve insan hakları mücadelesi veriyoruz…” diye, mollalarla güç birliği yapanlar, onlara sonuna kadar arka çıkıp, yandaş olanlar İslam devriminden sonra dincilerin zulmünden kurtulabilmek için kaçacak delik aradılar. Birçoğu çoluğunu çocuğunu, düzenini, hayatını yitirdi.

Gerçekleri görebilmek için Fethullah Hocanın taa ABD’lerden Türkiye’ye dönüp, Humeyni gibi Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasını mı bekliyorsunuz?

Perşembenin gelişi, çarşambadan belli olmadı mı hâlâ? Yazarlara, gazetecilere, sendikacılara, politikacılara uygulanan hukuk sistemi, seçimden sonra yapılacaklar için size bir ipucu vermiyor mu?

Mustafa Balbay’larıın, Tuncay Özkan’ların, Doğu Perinçek’lerin, Mehmet Haberal’ların, Mustafa Özbek’lerin içeride işi ne?
Haberal’ın ameliyatı ve bilimi, 72 yaşındaki Özbek’in sendikayı, Balbay’ın gazeteyi ve kalemi bırakıp, gizli bir örgüt kurarak, “darbe yapmaya teşebbüs edeceği”ne siz gerçekten inanıyor musunuz? Kendi partileri dururken Özkan ve Perinçek, gizli bir örgüte neden ihtiyaç duysunlar? Ya da ellerinin altında büyük büyük ordular varken, komutanların yeni çeteler oluşturacağına, çete üyeliği yapacağına aklınız yatıyor mu? Sizce bir “Ali Cengiz oyunu” yok mu bu işte? Ne dersiniz?

Gazeteciler, yazarlar, çizerler, bilim adamları, politikacılar, askerler suçunun ne olduğunu bilmeden yıllardan beri Silivri zindanlarında ömür tüketiyorlar. Çoluğundan, çocuğundan, yakınlarından, işinden gücünden uzakta daha ne kadar yatacaklarını kendileri de bilmiyor, avukatları da…
Hangi askeri sıkıyönetimde insanlar, bu denli uzun, suçsuz günahsız tutuklu kaldılar? Hangi rejimde tutukluluk bu biçimde işkenceye, cezaya dönüştü? Söyler misiniz?
Böyle bir uygulama 12 Eylül rejiminde bile görülmedi. Böyle bir uygulama ortadayken, AKP, taraf basın ve tatlı su devrimcileri hangi yüzle 12 Eylül Anayasasının iyileşeceğini, demokratikleşebileceğini, özgürleşeceğini ileri sürüyorlar? Hangi yüzle eşitlikten, insan haklarından söz ediyorlar? Edebiliyorlar?
Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde:
“…Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
En yavuz evlâdı bu memleketin
Nâzım ağabey hapislerde çürür…” demişti bir zamanlar.

Günümüzde de yine “En yavuz evlatları bu memleketin hapislerde çürürken…” dışarıda birileri küpünü doldurup, servetine servet katıyor, kamu mallarını yabancılara peşkeş çekiyor, parsel parsel vatanı satıyor…
“Memleketin en yurtsever insanları hapislerde” olmayıp da dışarıda bulunsaydı AB’si, ABD’si, PKK’sı, şeriatçısı toplanıp Türk ulusunun başına çullanabilir miydi bu şekilde? Bu mümkün müydü?
Başbakan meydan meydan dolaşıp İnönü’yü kötüler, Cumhuriyet rejimine kara çalabilir miydi?

Aslında onun hedefi İnönü de değil. Hedef, 1923 Cumhuriyet rejimidir. Kurtuluş Savaşıdır, laik düzendir. Atatürk’tür. Ona açık açık sataşacak ama cesaret edemiyor. Ona söyleyeceklerini İnönü aracıyla söylemeye çalışıyor.
Ama hiç kuşkunuz olmasın, eğer AKP Anayasası 12 Eylül’de “evet” oyu alırsa, ileride onu da yapacaklardır. Onu da bir “soykırım suçlusu, savaş suçlusu” diye adaletin önüne çıkarıp yargılayacaklardır. Şimdiden onun yerini hazırlıyorlar, planlarını yapıyorlar.

Önceden düzenlenen ayrıntılı tasarılarla Ergenekon’u nasıl sinsice ve çaktırmadan başlatıp, sonra sırasıyla emeklileri, muvazzafları, ordu komutanlarını tutuklu konumuna getirdilerse, Atatürk’ü de bir savaş suçlusu olarak yargılayacaklar ve AB’li, ABD’li ağababarından liyakat, bağlılık nişanları alacaklardır. Liboşlar, İkinci Cumhuriyetçiler de “Türkiye Cumhuriyet’inin son faşist diktatörünü devirdik, dokunulmazlığını pas pas gibi çiğnedik. Yaşasın insan hakları…” diye zil takıp oynayacaklardır.
YİNELİYORUM:
Bütün bunların olmaması için tüm yurtseverlerin, ulusalcıların kent kent, kasaba kasaba, köy köy, mahalle mahalle, ev ev, oda oda dolaşıp, “evet” derlerse başına ne geleceğini halkımıza anlatması gerekir. O da yetmez, seçimlerde kazanılacak başarıları sayımda yitirmemek, korumak gerekir.
UNUTMAYALIM: Gecenin en karanlık anı şafağa en yakın andır…

ALİ ERALP/İLK KURŞUN