Bir şeye niçin inanırız?Bu inanılan varlığa ya da olguya göre kimi zaman sorulabilecek en cesur sorulardan biri olabilir.

Ben bu soruya "Bir şeye inanmamızın tek sebebi ona duyduğumuz ihtiyaçtır." şeklinde cevap vermeyi yeğliyorum ve bunu inancın birbirinden farklı 3 çeşidinin ilki olarak görüyorum.Gerçekten de insanlar işlerine yaramayacak bazı şeylere inanmak şöyle dursun,onları varlıklarını bir kez olsun sorgulamayı akıllarından geçirmemişlerdir.Bulundukları anın ötesine geçebilen insanlar ise,onlar için işlevsel olsun olmasın,makul bir insan tarafından sorgulanmaya değer bulunabilecek şeyleri de sorgulayabilenlerdir.

İnanmak işin kolay kısmıdır bazı şeyler için.Oysa inancın ikinci türünde "olsa da olur olmasa da" şeylere veya imkansız gibi görünen şeylere inanmak aynı zamanda,sadece kendiniz için bile olsa, bir ispat gerektirir.Bu,bir bakıma,lezzetli bir içeceğin bir bardak suya göre pahalı olmasına benzer.
İnancın en zor türü ise,olmayana ya da olsa da varlığı hiçbir surette ispatlanamayacak olana inanmaktır.Böylece inanılan şeyler pek çok kişi tarafından varlığı kabul edilmeyen ve metafizik öğe olarak adlandırılan şeylerdir.Bunlara inananlara da genellikle "deli" denir.

Delilerin inandıklarına inanmaktan duyulan haz,yaşamsal bir histir.Bunu yalnızca yaşayan bilir ve buna ilişkin soyut kavgalar bunu yaşayanlar için ellerini kanatan cam kırıklarıdır aynı zamanda ellerini iyileştiren merhemdir de.

Biz neden hep bize sunulanlarla yetiniyoruz ki?Neden gözlerimizi açtığımızda aslında onları kapattığımızın farkında değiliz?Gördüklerimiz,görmemiz gerekenleri saklıyor.Bu yüzden ışık düşman,karanlık dosttur.Bizim düşünmenizi sağlar.İnsan sadece karanlıkta görebilir.