2009'UN ANATOMİSİ

Bu senenin skandalları hakikaten anlatmakla bitmeyecek. Damgasını vuran en önemli olayları şöyle bir kabadan gözden geçirecek olursak; neler var neler diyebilirim. Kürtçe TV skandalı ile başlayan ve seçim öncesi Muhsin Yazıcıoğlu'nun hazin ölümüyle oluşan garip ama çelişkili milliyetçi şahlanma akımına... 8 aydır bir türlü açıklığa kavuşamayan Cem Gariboğlu vakasından tutun da, Mardin'deki Bilge Köyü katliamına, oradan teğet geçip ÖTV-KDV indirimine... PKK'nın affedilmesi olayına derken devamı ardı sıra kesilmedi! Son olay zaten ülke için tam bir fiyasko! Bu yüzden bu hükümetin tavrı ve yaptıkları beni gelecek için tedirgin ediyor açıkçası!.. Hükümetin demokratik açılım sürecini başlatarak ülkeyi büyük bir kaosa sürüklemesi ile yeni bir felaketin meydana gelebileceğini kestirememesinin faturasını halka çektirme stratejisi de cabası... Bu da panik havası estirmiyor değil hani... Nasıl estirmesin ki! Eskiden sağcı solcu tartışmaları olurdu. Sonra sosyal ve nihayet demokrat... Ardından türbanlı ya da açık... Sonrası mı? Tam bir trajedi... Yani daha bir siyasi! Ermeni Soykırımı, Rum sorunu ve Kıbrıs'ın AB süreci... Daha sonrası mı? Kürt sorunu... Ve tabi ki PKK'nın affedilmesi... Son bir ay içerisinde Tokat'ta verdiğimiz şehitlerimiz de cabası.. İşin garibi; hain pusuyu, hükümetin bağrına bastığı PKK üstlendi. Lâfa bakın. Benimki de soru yani! Oldu olacak hükümet üstlensin bari... Aslında aynı şey, ne farkeder ki...?

İlginçtir, DTP kapatılmış. Bunu da soğukkanlılıkla karşılıyorlar. Niye? DTP kapatılacak ki; terörizm tekrar hortlayacak. Bu defa lâfı da; siyasi haklarımızı elimizden aldınız, barışa vurduğunuz baltanın sapını kıracağız demeye getiriyorlar. Yani kısacası; parti kapatıldı bahane, eylem terörizm şahane...

İncir çekirdeğini doldurmayacak, sudan sebeplerle gelin güvey haritası da çizerlerse şaşmayın yakında... Belli mi olur? Arada görüyoruz zaten medya ve onun yeni sözlüsü internet köşelerinde... Nabız yoklamak adına Türkiye'nin bölünmüş halini, yetmedi kocaman şekillerle içini dolduran kışkırtıcı harflerini... Gibi gibi...

Aslına bakarsanız ülkedeki hadiseler daha çok PC'deki antivirüs olaylarına benziyor. Yani PKK'lıları affederek virüslere buyur geç diyen bir hükümet sözkonusu... Peki nedir ülkenin antivirüsü? Tabi ki ordudur. Ordu pasif olursa hükümet n'apar, düşünün bakalım. Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar efendim! Hayhay! Seç beğen serden geç, yap becer bitir işi... Sonra bir bakmışsın ortalık toz duman! Son çare en son liman...

Seneye damgasını vuran diğer bir olay da domuz gribi... Eskiden grip salgını vardı. Şimdi kuş gribi, sonra dediğim gibi domuz gribi falan filan... İşin komik tarafı da; galiba biraz hayvanlaşıyoruz. Hastalıklarımız bile insancıl olmaktan çıktı. Ve hala bir çözüm üretemiyorlar ne yazık ki! Bir aşı çıkardılar ki evlere şenlik! Ne bir bakan olmak ister, ne de bir Başbakan... Var nasılsa ülkede şaklaban... Kamera karşısında aşı olanın da ne malûm başka bir aşı olmadığı...

Millet kansın da ne olursa olsun. Sonuç mu? N'olacak? Çıkardıkları yaygaraya kendileri bile inanmıyorlar açıkçası.. Hadi aşı yapalım sizi de hastalığı iyice yaygınlaştıralım gibisinden başladılar bulaşık ellerini sağlığımıza da uzatmaya.. Yahu kazık atıyorsunuz bari sağlığımızı bize bırakın. Ama olur mu! Bunun yanında, daha dün aşının ölümlere sebep olduğunu söyleyen medya, şimdi aşı olun diyebiliyor. Çok dönek bu medya! Bu durumda kim dost kim düşman nerden bilelim birader!

İç karartıcı konuların dışındaki mevzuları konuşlandıralım biraz da... Yoksa hakikaten karamsar bir yapıya bürüneceğim tüm benliğimle... Sportif faaliyet alanından başlayalım öyleyse... Bu yıl milli takım konusunda tam bir kaos yaşandı diyebilirim. Yani bunun adı; 2010 Dünya Kupası'nda yokuz... Tek kelimeyle kahroldum! Ah be Bosna Hersek, ne diye taş koydun ki yolumuza.. Aldın ahımızı, sen de gidemedin işte... Bir şampiyonayı da Türk milli takımsız geçireceğiz desenize...

Fatih Terim kalacak mı gidecek mi derken gündemi, Türkiye'nin 2016 Avrupa Şampiyonası finalleri adayı olduğu, hatta logosunun bile tasarlandığı gerçeği meşgul ediyor.. Üstelik Şükrü Saraçoğlu stadı yok bu şampiyona için... Sebep ise; stat çevresinin park edilebilecek müsait ve geniş bir alana sahip olmamasıymış. İşin garibi ise; daha yapılmamış statların bile isimleri Uefa'ya bildiriliyorken, Şükrü Saraçoğlu Stadının ismi verilen listede olmuyor! Yahu bitmemiş statların şampiyonaya yetişebileceğini düşünen zihniyet; Fenerbahçe'nin o tarihe kadar park sorununu halledemeyeceğini nasıl düşünmüş pes yani! Yorumsuz demeyeyim de ne diyeyim başka! Sonra çıkıp kendilerini savunuyorlar. Fenerbahçe'nin organizaysona taş koyduğu izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Ayıptır beyler! Ufukta başarı ve şampiyonluk mu gördünüz de böyle geçersiz notlarla bu güzide klübümüzün emeğini hiçe sayıyorsunuz. Şampiyonaya uymayan stat olsa Uefa finali verilir miydi Şükrü Saraçoğlu'na, sorarım sizlere... O statta Türkiye şampiyon bile olur bee! Asıl siz taş koyuyorsunuz Türkiye'nin yoluna! Kendinize gelin beyler!

Futbolun sadece klüp bazındaki başarısından bahsedecek olursak; durum pek de parlak değil aslında... Yani Fenerbahçe ve Galatasaray, her ne kadar Play Off'ları lider bitirseler de her ikisine güçlü rakipler denk geldi 2'inci turda... Fener'e Lille, Galatasaray'a ise Atletico Madrid... Burada tek handikap Galatasaray... Fener biraz daha şanslı diyebilirim. Yine de futbol bu.. Hak eden kazansın, ne diyelim.

Sinemaya gelince; son yıllarda epey bir aşama kaydettik doğrusu... Eskiden sırf Amerikan yapımı filmler izleye izleye ABD hayranı olurduk. Şimdi Türk Sineması revaçta.. Oldukça da başarılıyız. Acep bu başarı; kredileri har vurup harman savuran devletin işi mi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yoksa bu kadar film bunca zamana nasıl sıkışır, aklım almıyor doğrusu... Sizce nerden geliyor bu değirmenin suyu..?

Eğitim ise bu sene tam bir muamma oldu. İlk dönem erken bitecek derken öğrenciler haşat oldu. O değil de; bunun 2 döneminde, baharın gelmesine doğru öğrencileri rehavet korkusu saracak gibime geliyor sanki... O karmaşaya eklenen ÖSS katsayı belirsizlikleri de cabası tabi... Allah'tan yılbaşı gelmeden açıklandı da; yeni yıla daha bir umutlu bakmaya başladılar geleceğimizin teminatları... Buna da şükür...

Bir de öğretmenlerimizi torpilsiz görevlerine atasalar ne güzel olurdu. Şimdilerde doğunun en kuytu köşesine bile razılar ama o da yok. Kimin tanıdığı varsa onlar yerleşiyor en güvenli yerlere... Aslında önemli değil yer ama malûm; Türkiye'de terörizm var. Bunun vebalini ya askerler çekiyor en doğu köşede ya da vatanı için canını vermeye hazır öğretmenlerimiz... Peki söyleyin bize; ne olacak bizim halimiz?

Gelelim en önemli konulardan biri olan Teknolojiye... Teknolojik manada pek parlak olduğumuz söylenemez. Yani kendi yeraltı kaynaklarımızı çıkaramadığımız bir teknolojiden bahsediyorum. Aksi halini savunacak bir mekanizma halini düşünemiyorum. Yani ülkenin bir başbakanını düşünün. Gün geçmesin ki yeni bir skandala imza atmasın. Davos çıkışında yaptığı "van minit" felsefesiyle adeta çığır açan ziyniyet abidemiz; şimdilerde tek bildiği şey olarak ithalat yapıyor. Bu da üretime balta vuruyor ister istemez. Tabi yaratıcılık güdülerimizi de köreltiyor bir nevi... İhracaat yapıyor yapmasına ama kendi vatandaşına asgari tutar olarak 577 TL'yi reva görerek... E o zaman; günah diye naralar atan Başbakan! Sana sesleniyorum. Saltanat değil unutma o makam! Dikkatli ol, sonra olamazsın bile kaymakam!

Boşuna söyleniyorum ben boşuna! 2008 son gününde yazmıştım hoşuna! Hani demiştim ya mutlu olalım gelecek sene kuşağıma! Olmadı be işte, yar etmediler kendi uşağına...

Yine de mutlu mesut, bahtiyarlı bir 2010 yılı olmasını umar, herkese iyi yıllar dilerim.

Mutlu senelere!

mesasten

31.12.2009