Evrende Bütün yollar ‘’dengeye’’ çıkar.
‘’Bileşik kablar’’ kuralı nasıl çalışırsa evrende yaşam aynı sisteme bağlı çalışır.
kötünün evrendeki temsilcisi güçtür. Gücün oluşturduğu her alan ise ego tarafından kontrol edilir.
İyinin temsilcisi ‘’dengedir’’ Evrendeki sembolü ritimdir. Daima kötüyle aynı hizada olma savaşı verir

Güç bütün evrende kendisinden daha az güçlüleri etkileyerek hıyararşik bir düzen kurar. Hacim görsel bir güç odağıdır güç büyüdükçe manyetik alanıda (çekim)o ölçüde artar...
herşey ritim döngüsünde salınırken bir dirençle karşılaşır. Bu ortaya merkezkaçı çıkarır. (Çekme ve itme)
bütün bunlardan dolayı ‘’ iyi ritim formatı içinde disipline olur. Kötünün hacmini
Yakalayıncaya kadar kötünün etkisinde kalır.
Ve güçler eşitlendiğinde ‘’ahenk’’ yakalanır.
Eşitlik iki şekilde ortaya çıkar. Güç odağı enerjisini tüketerek, görece küçülürken
yada güçsüzlerin toplanıp ‘’güce denk’’ bir hacime ulaştığında olur.
( buda demek oluyor ki! Güçsüzler çokluk, güçlüler tekildir. )

Güçlüler tekildir tekiller hep kötü olabilirmi?
(En güçlü ve en tekil o olduğuna göre Tanrı’ya, bütün kötülüklerin kaynağı diyebiliriz.
‘’hay-r ve şer Allahtan gelir.’’
Tanrı ahenk in kendisidir. İyi ve kötü onda tam bir uyum içindedir .
Bütün canlılarda bu formülün üstüne inşa edilmiştir.
İyi yada kötü; tüm canlıların yapı taşlarını oluşturur.
Şimdi, bütün bu verilerden yola çıkıp, bilimin bulup kullandığı parametrelerden örneklemeler yapalım.

Ahenk in sayısal değeri sıfırdır(nötr) sıfır ın üst katmanları tekil yani pozitif alt katmanları ise çokluk yani negatiftir.. Dişi güçsüz negatif ve çokluktur. Eril güçlü pozitif ve tekildir. Dişey ve erilin ahenk aracını zeka oluşturur.
Zeka bütün canlılarda göreceli vardır.
Zeka bellek anlak gibi olgurla donandığında iç güdünün otomatik kontrolundan çıkarak bağımsız davranışlar gösterir.
İçgüdü yaşamın temel prensiplerinin karışımından oluşmuş bir değerdir. İçinde iyi yada kötünün stralize edilmiş haliyle belleği bir nedenle gelişememiş canlılarda kabaca bellek görevini üstlenir.
İç güdü her canlıda var olan primitif yaşamsal donanımları, belli bir sıraya göre, sınırlı şekilde kullanır.
Otomatik pilota bağlı bir uçağın uçması, iç güdünün kontrolu olarak tanımlayabiliriz. Pilot kendi yetenekleriyle yönetimi devr almasına ise bağımsız davranışlar diyebiliriz..
Canlılar evrimin değişik noktalarında, otamatik davranışlardan, manüel davranışalara geçiş yapabilir...
. Zeka (şimdilik bilinmeyen) bir evrilmeden sonra, bellek ortaya çıkar. Bu beynin hacmiyle orantılı olduğu bilim adamlarınca dile getirilmektedir..( yani beyin kafatası içinde ne kadar hacimli ise zeka o denli bağımsızlaşmaktadır.)
Bellek ortaya çıktıktan sonra canlılar korkunun kaynağını algılamaya başlamış;
böylece ölüm hatırlanmıştır . bu durum otamatik zekanın bilinen yeteneklerinin unutulmasına sebeb olur ve bu aralıkta bellek devreye girer. Anlamak yetisini kullanarak, gerçekte var olan yeteneklerini, yeniden öğrenir. (zorunda kalır.)
Buna bir örnek yüzme dir. Bütün canlılarda aslında su yüzeyinde kalabilme dürtüsü zaten var olmasına rağmen. Beyinin bellek kısmı geliştikçe bunu unutur...
Beslenme zincirindeki halkaların her birisinde var olan canlılara ‘’ehlileştirme’’ yoluyla manüel davranışlar öğretilebilmektedir. Zekanın bellek yanı az yada çok devreye girdiğinde bilgileri biriktirme
Gerektiğinde kullanmak için hatırlama yetisi gelişecektir.
Günümüzde sirklerde şaşırtıcı gösteriler yapabilen hayvanlar bunun canlı örnekleridir. Demek oluyor ki zeka statik bir değer değildir .
Bilakis evrim süreci içinde karşılaştığı zorlukları aşıp ‘’ortama uyum’’ sürecine daima katılır. (Evrim kuralı)
Alışkanlıkların bellek le doğrudan ilişkisi olduğunu bilmeliyiz.


Manadan maddeye yolculuk!

Bölünerek çoğalmak sonsuzluğun parametresidir!
Maddeyi sürekli ikiye bölerek manaya taşıyabiliriz. Yeterki devamlı her şeyi ortasından bölebilen makası icat etmiş olalım.
Gerçekten böyle bir makas icat edilse Tanrının elini görme şansımız varmıdır.?
Cern de bu makasın bir portatipinin yapıldığı düşünülmektedir..
Çok yüksek hızlarda maddenin çözülüp ilk oluştuğu ana kadar bölünebileceği hesab edilmektedir. İşte o muhteşem an yakalanırsa inılmaz bir yeni çağ zekanın önünde başlayacak ve bilip inandığımız bütün değerler yeniden gözden geçirilip yanlışlarından ayıklanacaktır..
Bu çağın adının ‘’hız çağı’’ olması pek muhtemeldir.
Aslında canlıların bölünerek çoğaldığı 18. yüz yılda keşfedilmiştir.
Buna mukabil cansız(!) maddelerin çoğalma yetenekleri yoktur. Ancak gerçekten yokmudur?

Cansız maddeler ‘’dönüşüm’’ (mutasyon) ile bir zincir olşturmuş ve o haliyle yaşama katılmışlardır.
bu dönüşüm zincirinin kaynağı ısıdır.
Isı sürtünmeyle açığa çıkar.

Sürtünme:
birbirine görevli olarak hareket eden iki nesnenin oluşan ve harekete karşı koyan kuvvete verilen isimdir. Daha bütünsel bir kavram olarak, sürtüşme bilimi olarak tanımladığımız ‘’tribolojinin’’ bir ilgili alanıdır. Bizim yaşadığımız basamakta her cisim arasında mekanik kontak bulunan veya uzaktan interaksiyon halinde olan bir fiziki olgudur.Sürtünme kuvveti olarak kızağın kaymasını örnek olarak verebiliriz.
Fs=uN
u=sürtünme katsayısı
N=tepki kuvvet
Sürtünme kuvvet ile aynı doğrultuda ve zıt yönlerdedir. Eğer cisim duruyorsa, sürtünme ve kuvvet eşit veya kuvvet sürtünmeden daha azdır. Sürtünme kuvveti pürüzlük arttıkça artar. Ve bu ısıyı yoğun olarak açığa çıkarır. Sürtünmenin meydana getirdiği eskime ve yenişleşme aralığında zaman dediğimiz göreceli olgu ortaya çıkar..
Peki en sade ısı kaynağı güneşimiz ısı ve ışığının sürtünme ile ne ilgisi vardır diye sormanın zamanı gelmiştir.


(Sürtünme uzayın, ideal boşluk oluşturan kısımlarında gerçekten sıfırdır. Ancak; gaz veya toz bulutlarının, foton bombardımanlarının bulunduğu konumlarda öyle değildir tabii:
Bunlar hareket halindeki bir cisme karşı kuvvet uygulayan, dolayısıyla yoğunluklarına göre güçlü veya zayıf ‘sürtünme’ kuvvetleri yaratan unsurlardır. Alıntı.)

Böylece güneşin ısı & ışık kaynağının istikrarlı bir davranışı olur. Bu istikrarlı karekter küçük zaman dilimlerinde değişmez parametreler sanılır. Aslında bu yanılgı bir bakıma iyi bir bakıma kötüdür.
İyi oluşu zekanın tehlikelere (ölüme) karşı bir güvenlik duvarı oluşturmasıdır.. kötü oluşu bağımlılık yaratarak yenileşmenin önünü tıkar. Hatta bağnazlığın ortaya çıkışını kolaylaştırır.
Bellek tekrarları Tekrarlar alışkanlıkları alışkanlıklar güvenliğin teminatı olur.
merak öğrenmeyi öğrenmek gelişmeyi gelişme yeniliği yenilik yalnızlığı yanlızlık korkuları getirir.
İşte bu yaşamın temelindeki paradoksun en sade halidir.
Geçmişte yaşayıp güvenliğini artırmakla yenileşmey e geçerek daha rahat daha heyecanlı daha kusursuz luğun
Tam orta yerinde durup soralım.
iyi yada kötü nedir?

İYİ YADA KÖTÜ

bedenlerimiz ritimle egonun rekabet alanıdır. Tüm paradokslar, tüm çatışmalar ve karşıtlıklar buradan yayılır. İyi yada kötü için bu farklı sanılan iki kavramın çekirdeği dersek yanılmış olmayız.
Ritimin yaşamsal açılımı iyi…. Egonun ki kötüdür.
Evren bu iki olgunun birbirleriyle itişerek meydana getirdiği sistemin içinde düzenlenmiştir. Bu çatışma dengesi içinde parçalanmış yaşam partikülleri ölümle bitecek yolculuğuna aslında çok büyük avantajlarla başlar.

Ritim:
hiçliğin içinde var edilmiş tüm değerlerin kusursuz matamatiğidir.....
İyi doğru düzgün diyebileceğimiz her ne varsa buradan ortaya çıkar..

(gerçi bugünlerde bilim insanları evrenin hiçte sanıldığı kadar kusursuz olmadığı konusunda önemli bilgiler veriyor olsalarda. Ayıklama sisteminin devrede olduğunuda söylemektedirler.)

Ritmin evrendeki egemenliğine cevap bulmak için yıldızlı bir gecede gökyüzüne bakmak yeterlidir.
Evet insanda tuhaf bir yalnızlık duygusu yaratan ürkütücü koyu lacivert derinliğe bakıp kendimize şu soruyu sorabiliriz .
-Orada ne var?
Orada bir şey var!
Hiç kimsenin açıklayamadığı devasa bir şey. Bir güç bir denge bir boşluk karanlık üstelik çok soğuk bir boşluk. çok boyutlu bir şey bu. Nesnemi yoksa duygumu olduğu anlaşılmayan muazzam bir boşluk. Tutulmayan ancak görülen ve hissedilen bir şey…….
İçindeki devinen kozmik ögeler olmasa ne anlama geleceğini asla kavrayamayacağımız bir boşluk
orda işte o boşluk temel kaidemiz. Orda yaratılmış Değer verdiğimiz yada vermediğimiz her şey canlı cansız duygu vijdan doğru yanlış gerçek yada sanal.
bir evren saatinde bir kibrit çakılmış o devasa karanlık çok soğuk boşlukta.. ve big-ben... (büyük patlama) gerçekleşivermiş.
.ardından Döngüsel eşzamanlı primitif bir yaşam başlamış . sarmal ve yeknesak;
adeta bir işletim sistemi yüklenmiş o muhteşem dos boşluğuna…. sistemin Temel prensibi eşzamanlılık. ..muntazam aralıklarla yinelenen ivme ardışık katsayılarla yayılarak devam etmiş..(halada devam ettiği konusunda bilimin hiç kuşkusu yok)
bu muntazam devasa hareketlerin inanılması zor bir güçle kontrol edilme ihtimali; edilmeme ihtimalinden çok fazla olduğu bir gerçektir.

bu sistemin adalet kurgusu ödül ve ceza niteliğinde yansıtılmıştır. Neyin ödül yada neyin ceza olduğunu anlamak kuşkusuz çok zor ve karmaşıktır.
Ödül gibi görünen bi çok şeyin sonuçta bir ceza ceza gibi görünen bi çok şeyinde son tahlilde bir ödül olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu yanılgıların tozları arasında belirgin olmayan bi yığın davranış el yordamı ile gerçekleştirildiğinden çoğu kez iç güdünün hangi kaynaktan esinlendiğini bilemeyiz..
Ritim kuralını ihlal eden canlı cansız tüm varlıklar biçim değişikliğine uğrar… (bu canlılarda ölüm cansızlarda parçalanma şeklinde olur) Budizmde buna ‘’geri itilme tekniği (reankarnasyon)’’ denir.

EGO:
Kötünün içinden çıktığı ana kaynaktır.
ego doyumsuzluğunu kuralsız koşulsuz disiplinsiz her alanda uygular….
Arsız bencil ve yayılmacıdır. Evrenin doğurganlığının sebebidir.
Ego yu ritim formatı içine yerleştirilmiş bir karşı program olarak düşünebiliriz. Yaşamın doğurganlığından tutun akla gelen bütün yaşamsal değerlerin bağlı olduğu güdüdür. Yedekleme sistemini oldukça abartmış kural tanımaz haris bir yaşam dinamiğidir. Onun tek derdi yaşamı olabildiğince her yerde çoğaltmaktır.
Bunu yaparken en kolay ve kestirme yolu kullanır. İçinde bulunduğu herneyse doğurur geliştirir yedekler ve yok eder.


ZEKA:
Evrenin en parlak ve eşsiz değeridir.. ritimin kişiliksiz durağanlığındaki ölümsüzlükle; egonun sınırsız açlığındaki ölümün kesiştiği yerdedir,
iyi ama durağan kötü ama doğurganlık arasında tercihlerimizi belirler.
zekanın her davranışının bir arşivi olması yaşama bir disiplin getirdiği kuşkusuzdur...


Akıl 3 kısımdan oluşur .
bellek dimağ. zeka
Bellek biriktirici, dimağ birleştirici, zeka çözücüdür. Bilgisayarlarda bu 3 temel unsura uygun geliştirilmiştir.

bellek:
beynimizin ön loblorında olduğu sanılmaktadır. Ve zekanın arşiv bölümüdür. Belleğin ortaya çıkışıyla zeka bağımsız davranışlara yönelmiştir. Geçmişi değerlendirip hata ayıklama sı yapabilmiştir. Bu durumda hatırlama; zorlukların kolaylaşmasına zemin hazırlamıştır.
Ve dimağ gelişerek birikmiş bilgileri zekadan aldığı talimatla seçerek birleştirmiş;..
Sonra birleştirilmiş bütün bu bilgiler zeka tarafından kullanılmaya başlanmıştır
Ve biz bütün bunların tamamına akıl deriz..

Utanma & Suçluluk duygusu egonun en zayıf halkasıdır...
Ruhsal hastalıkların oluşmasını kolaylaştırır.
Yanlış kodlanmış bir bilginin gelecekte kullanılması esnasında ortaya çıkan genellikle utanmadır.
bu davranış suçluluk hissiyle kalıcı olur. İlk yasaklar kabaca bu aralıkta ortaya çıkar.
Yasaklar davranışlar üzerinde baskı oluşturur. Bu baskıdan açığa çıkan davranışlar;
sonradan edinilen bilgilerle tekzip edilinceye kadar ki! (bilim bu konuda öncü kuvvettir)
benzer davranışlar adetleri ananeleri ve örfleri ortaya çıkarır.
Yanlış kodlanmış benzer davranışlar ne kadar çokluksa ciddiyetide o denli kutsanır.

Bedenlerimizi egoyla ritimin çatışma alanı olarak düşünürsek:
Zekanın her iki olguya aynı mesafede olması gerekir. Zeka farkına vardığımız her lezzetin kontrolunu sağlar. İçgüdünün otamatik kontrolundan çıkıp zekanın donanımlarıyla yaşamlarımıza yön veririz bu bir bakıma tanrıdan devraldığımız bir sorumluluktur. Bu sorumluluk sonu olmayan zevkler yada acılar denizinde yönümüzü belirlememizi sağlar.

yaşam değişmez yasaları olan temel bir kaidenin üzerine oturtulmuş olduğuna göre.
İyi yada kötü bu temel kaidenin değişmez zıt yönlü iki parametresidir…….
Yaşamın içinde ki görevleri bakımından son derece önemli bu iki olgunun elle tutulur tek dayanağı teolojide tanrıdır. (Hayr ve şer Allahtan gelir.)
İyi yada kötü yaşamın temel prensibi olmasına rağmen yerlerini sık sık değiştirme ihtiyacını duyma nedenimiz sanılanla, gerçek arasındaki gri alan netleştikçe düzelir. Ama bu çoğu kez egonun istemediği biçimde olduğundan insanların genellikle en kör, en sağır, en dilsiz olduğu anlar olur.

yeni olan her şeyi biz değişimin sırtından öğreniriz. Fakat her öğrendiğimiz yenilik tartışılmaz dediğimiz tabularımıza aykırır. Bir süre sonra tabular tartışılır duruma gelir.

Bu sırada oturup iyi yada kötü hakkında değerlendirme yapmamız gerekse genel bir iyi yada kötü modelini asla bulamayız. Bu çoğunlukla görmezden geldiğimiz geniş çatışma alanları oluşturur. örneğin Öldürmenin tanımını kahramanlıkla cinayet arasına sıkıştırdığımız gibi adaletide mülkün temeline hapsederiz. Sonra ağıtlar yakarak ‘’mal sahibi mülk sahibi nerde bunun ilk sahibi’’ diyerek adaletin güce boyun eğmesine isyan ederiz .

Ego içinde bulunduğu bedeni istediği kıvamda yönetebilmesi için iyi yada kötü kavramlarını çok sık kullanır. Hatta sık sık yerlerini değiştirir. Farkında olsakta olmasakta buna koşulsuz razı oluruz.
İyi yada kötü diye bir şey egomuzun çıkarları doğrultusunda beyazdan siyaha kadar tüm renklere dönüştürüp değiştirebildiğimiz ama gerçekte değişmeyen bir yaşam bukelamunudur dersek hiçde abartmış olmayız.

İyi yada kötü hakkında söylenecek son söz
Yaşam zıtlıklarıyla var olmuştur.
Biri olmadan diğerinin bir anlamı olamaz!.

ayazoglum.