Zülfü Livaneli ile Milliyet'en Devrim Sevimay'ın yapmış olduğu ropörtaj metni aşağıdadır. Bana ilginç geldi, paylaşmak istedim.

Lideri belli kadro, sağlam bir ideoloji...

SOL, ÇIKIŞINI ARIYOR -4 / Devrim Sevimay


Livaneli’nin, soldaki bölünmüşlüğün Türkiye’ye neler kaybettirdiğini anlatırken örnek gösterdiği “tarihi” 1994 İstanbul yerel seçiminde DSP, CHP ve SHP’nin oylarının toplamı 34.08, dönemin RP’sinin aldığı oy ise 25.19. Son 2004 yerel seçiminde yine İstanbul’da AKP’nin oy oranı 45.35. DSP, CHP ve SHP’nin toplamı 33.85.

ZÜLFÜ LİVANELİ:

Siyasetin bir şekilde hep içinde olan Zülfü Livaneli’yle halk arasında şarkılar, türküler, romanlar, filmler, konserler, günlük köşe yazıları üzerinden, ta 1980 öncesine uzanan özel bir iletişim hattı var. Üstelik bu özel hat sadece Türkiye’yle değil, dünyayla da bağlantılı… Kim ne derse desin, siyasetle uğraşanların yakalamakta çok zorlandığı bir güç bu ve elbette bir sanatçı olmanın avantajı da büyük. Ama Livaneli siyasetten bütün ümidini kaybetmiş durumda. Ve hatta hayli öfkeli… Onun bu ümitsizliği, öfkesinin nedenleri zaten solun da bir profilini veriyor:

LİVANELİ YORUMLUYOR

MUSTAFA KEMAL: Mustafa Kemal solcu değildi, biz de hiçbir zaman Kemalist değildik. Mustafa Kemal’ı birtakım üstün ve insani özellikleriyle değerlendirmek başka, ama Kemalist olmak başkadır. Kemalizm solun önünde engel olmuştur, ama Mustafa Kemal değil. Çünkü iki Mustafa Kemal vardır: Biri Nazım Hikmet’in “En devrimci baş sensin” dediği, Yaşar Kemal’in “Teneke” oyununda başkumandan olarak övdüğü ve o dönemin bütün solcularının “mazlum milletlerin lideri” olarak gördüğü Mustafa Kemal...

ORDU: Bir de bizim ordunun Latin Amerika orduları gibi bütün yurtseverlere, bütün okuyan yazan insanlara işkence yaptığı ve bunu Kemalizm adına yaptığı bir Mustafa Kemal var. Ordunun Kemalizm maskesi altında yaptıklarını yapmaya hakkı yoktu. Türkiye’nin bu noktaya gelmesindeki bir numaralı sorumlu ordudur. Soğuk savaş döneminde tamamen yanlış bir tahlil yaptı. “Solun karşısındaki herkes benim dostumdur” deyip önce ülkücüleri yarattı, sonra dincilerle kol kola girdi. Ve ordu ne yazık ki hala yanlış tahlil yapıyor.

KÜRTLER: Ahmet Türk benim sezdiğime göre müthiş bir kilit rol oynamak istiyor, ama o kadar zor durumda ki, bütün provokasyonların ortasında, çok mayınlı bir arazide yürümeye çalışıyor. Ben şu anda Türkiye’de en zor rolde Ahmet Türk’ü görüyorum. O bence sağduyulu ve dengeli biri, keşke başarılı olsa diyorum. Çünkü bu mesele Türkiye demokrasisini ve Türkiye toplumunu zehirledi, çürüttü. Türkiye’yi düzeltmek istiyorsak, önce Kürt sorununu çözmek gerekiyor.

NORMAL: Artık “normal” insan olmak çok zor. Çevrende davullar, borazanlar çalarken hiçbir tarikata üye olmadan, yalnız kalabilmeyi başarmak çok zor. Bu tarikat dinci olabilir, laik olabilir, ulusalcı olabilir, orducu olabilir, liberal olabilir. Kimse alınmasın, ama ben bu anlamda kafamı kimseye kiraya vermedim. Ve üzülerek görüyorum ki aydın çevrede, siyasi çevrede, medyada, profesyoneller arasında “normal”leri çok az, ama halktan konuştuğum hemen hemen herkes böyle.

- 12 Eylül’ün sola neler yaptığı malum, peki sol, sola neler yaptı?

Sol özellikle iki noktada kendine büyük zarar verdi. Birincisi, Türkiye 1990 başlarından itibaren üç kutba bölündü: Dinci, Kürtçü ve milliyetçi. İnsanlar sanki Türkiye’nin etrafına üç dev mıknatıs yerleştirilmiş gibi bu kutuplardan birine çekildiler. Eski yoldaşların bile biri kendini milliyetçi kutupta buldu, biri Kürtçü, biri dinci kutupta.


Milliyetçilik tuzağı

- Sol en çok hangi kutba çekildi?

Solun ciddi bir bölümü ne yazık ki kendi yerinde güçlü duramadı ve daha çok milliyetçilik tuzağına düşürüldü. Bugün Ergenekon’a giden yolun taşlarını daha o günlerden döşeyen insanlar oldu. Ben 1990’larda “Ulusal solun tercümesi nasyonal sosyalizmdir, bu da Nazi demektir. Sol asla milliyetçi olmaz, sadece patriot, yani yurtsever olur” diyen, Kassandralık* yapan belki bin yazı yazdım.

- Ne tepkiler almıştınız?

Bazı arkadaşlar bana müthiş kızıyordu. Milliyetçilik yerine ulusalcılık deyince bir şey değişiyormuş gibi bunu savunuyorlardı. “Ulusalcılık” deyince kendilerini rahatlatıyordu birileri, ama hadi çevirin kardeşim ulusalcılığı, karşılığı nasyonalizm. Hadi bakalım şimdi savunun dünyanın bir yerinde de bunu görelim. Almanya’da nasyonalizm lafını telaffuz dahi edemezsiniz.

- İş nereye vardı sonunda?

Bu kutuplaşma o kadar garip bir sonuç doğurdu ki, insanlar kendilerine işkence yapanlarla kol kola girdiler. İşkenceciyle kurban nasıl olur da aynı siyasi hareket içinde buluşur? Susurluk’ta ışıklarını açıp kapatan insanlar buna itibar eder mi; bizim ne alakamız var milliyetçilikle, kendi cellâtlarımızla? Yani hiç mi çizgi kalmadı? İnsanlar o zaman tekrar sağlarına sarımsak, sollarına soğan bağlasın; bu kadar karıştırılır mı? Bunun adı resmen “milliyetçiliğe yamanmış sol”du ve bu, Türkiye’de gerçek sol zemine büyük zarar verdi.

İkinci hata hırslar

- Bu birincisi; ya peki solun ikinci büyük hatası?..

İkincisi, solun kendi içindeki rekabet duygularını, hırslarını aşamamış olması…

- Bu kaç yılın hikayesidir?

1951 tevkifatında bile böyleymiş bu. Solcuları hapsederler, içerdeki solcular birbirine düşermiş, “Vay sen ihbar ettin, vay sen şu oldun, bu oldun” diye. Zavallı Nazım Hikmet’in şair yüreğini kemirenlerin çoğu yine kendi komünist partisindeki yoldaşlarıdır. Hikmet Kıvılcım’ın Nazım için yazdığı kitabı daha hiçbir sağcı yazmadı. Şimdi bu hastalık hâlâ devam ediyor.

- AKP’nin de herhalde çok işine yarıyordur?..

Yarar tabii, çünkü onlar tam tersini yapıyor. Partiyi kuracakları zaman Abdullah Gül’ün milletvekili olma yasağı yok; Bülent Arınç partinin ağabeyi; Şener var; ama “Halk seviyor, Genel Başkan Tayyip kardeşimiz olsun” dediler. Sol ise kamuoyunun önüne çıkıp alkış alan birini gördüğü zaman hemen “Biz bunu nasıl öldürürüz”ün hesabını daha o geceden yapmaya başlar.


1994'te sol kendini baltaladı

- Siz bunu 1994’ten iyi biliyorsunuz değil mi?

Ben ömrüm boyunca bunun aşılması için uğraştım.1994 belediye seçimlerinde de İstanbul’dan solun ortak adayı olmak için ortaya çıktım, bütün liderlerle konuştum, ama bir baktım ki hepsi hayatlarının en büyük mücadelesini bana karşı veriyorlar. 1994’te en vahşi şekilde benim karşımda olanları ben size sayayım: Baykal’ın CHP’si, Ecevit’in DSP’si, SHP adayı olmama rağmen SHP’nin kendisi, Cumhuriyet gazetesinin bazı yazarları, kendine sol diyen bir sürü örgüt, Aydınlık hareketi, daha aklıma gelmiyor. Bunların hepsi bana linç hareketi başlattılar. Ne oldu? 1994’te Türkiye’nin tarihi değişti. Çok az bir puan farkla Tayyip Erdoğan öne geçti. Ankara belediyesinde de aynısı yaşandı. Bütün yerel yönetimlerde sol birbirini baltaladı. Tayyip Erdoğan mübarek olsun o zaman size, başınıza aldınız, helal olsun.


CHP artık vakıf olsun

- Sizce bu hastalığı CHP üzerinden tedavinin bir yolu yok mu?

Bana göre şu aşamada hiçbir yolu yok. 2005’te yine sizinle yaptığımız söyleşide “CHP artık vakıf olsun” demiştim, ben hâlâ aynı düşüncedeyim. Halka soracak olsanız da halkın resmen bağrı yanıyor ve anlamıyorlar; “Nasıl oldu, Türkiye buralara nasıl geldi, Türkiye nasıl teslim edildi, aydınlar nasıl ihanet etti, CHP nasıl hâlâ Baykal’ın elinde”, anlamıyorlar ve isyan ediyorlar.

- Ya peki yeni bir sol parti; böyle bir girişimden heyecan duyar mısınız?

Doğrusu zor, çünkü yine aynı hastalık olacak. Yine kim genel başkan olacak dendiğinde kitlelerin itibar ettiği, arkasından gittiği insanların genel başkan olmaması için her şey yapılacak. Bir ara içinde 50 milletvekilinin olacağı bir örgüt kuruyorduk, epey ciddi bir güç olabilirdik, ama yine bu sorun yüzünden o da dağıldı. Çünkü solda saray darbeleri, komplo gelenekleri var, bundan kurtulamıyor.

Önce lideri seçsinler

- Siz bu deneyimlerinizin sonunda yeni sol arayışındaki kümelenmelere ne tavsiye edersiniz?

Damdan düşen halden bilir, o yüzden ne olur bana bir daha gelip de “Biz aramızda eşitiz, yola çıkacağız, hareket kendi liderini bulacak” demesinler, “Bu ben senin canına okuyacağım, herkes birbirini bıçaklayacak” demektir. Önce kendi aralarında liderlerini belirlesinler. Gerekirse dört aday seçsinler, dört ayrı kamuoyu araştırma şirketiyle halka sorsunlar, hangi isim daha sivriliyorsa onu lider yapsınlar. Kimse buna gelmiyor, kimse kabul etmiyor, ama en önemlisi bu. Bir de mutlaka sağlam bir ideolojik temele dayansınlar. Solun bir enternasyonalizmi vardır, ona sahip çıksınlar.

* Yunan mitolojisinin bir kahramanı olan Kassandra etrafındakileri hem Truva savaşının hem de Truva atının getireceği tehlikelere karşı uyarmaya çalışmış, ancak onu dinleyen olmamıştır.