Ünlü Rus yazarı Soljenitsin 3 Ağustos 2008 günü öldü.

Konu ile ilgili olarak 05.08.2008 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan iki adet yazıyı aşağıya kopyalıyorum.

Doğan Hızlan'ın yazısı;

Doğan HIZLAN
dhizlan@hurriyet.com.tr

Politikaya karşı edebiyatı savundu


SON yüzyıl Rus edebiyatının Nobelli yazarı Aleksandr İsayeviç Soljenitsın (1918-2008) Moskova'da öldü.

O, sadece yazdığı kitapların edebi değeri açısından tartışılmadı, yazar özgürlüğü ile rejim baskısı arasındaki sıkışık bölgede yaşadığından, farklı ölçüler uygulandı eserlerine.

Rusya'daki rejimin yazar özgürlüğüne vurduğu darbeleri yazdı.

Mahkûm oldu, sürgüne gönderildi. İvan Denisoviç'in Hayatında Bir Gün, Rus edebiyatında Stalin dönemindeki baskıyı anlatan en gerçekçi kitap olarak nitelendirildi.

Soğuk Savaş sırasında ona yapılanlar, Rus hoşgörüsüzlüğünün uluslararası sembolü sayıldı.

* * *

SOLJENİTSİN'in kendi meslek yaşamımda da özel bir yeri vardır.

1970 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandığında rahmetli yazar, radyocu, Rumuz Goncagül'ün yazarı arkadaşım Oktay Arayıcı, Aleksandr Soljenitsin hakkında radyoda konuşma yapmaya çağırmıştı beni. Mikrofon eğitimine, onun yardımıyla, o konuşmayla başladım.

Kanser Koğuşu yeni yayımlanmıştı, oradaki bir bölüm, okuma belleğimden silinmemiştir. Özeti aşağı yukarı şöyleydi:

Sen kapitalizmi mi savunuyorsun diyene şu yanıtı veriyordu kahraman: Kapitalizmi tarih çoktan mahkûm etti, ben sosyalizmin aksaklıklarını eleştiriyorum.

Taşkent'te kanser teşhisiyle bir hastanede yatarken bunu yazmıştı.

Çoğu Nobel Edebiyat Ödülleri'nde olduğu gibi, Soljenitsin de Nobel'i aldığı yıl, ülkesinin siyasal rejimini en yüksek perdeden eleştiriyordu, ödüle değer bulunmasında bu muhalefetin de etkisinin olduğu söylendi. Bir kez daha ülkesine muhalif olanların Nobel'i kazanmak için kuvvetli bir gerekçe olduğu iddiası ortaya atıldı ve tartışmalar yapıldı.

1970 yılında Nobel'i almaya gitmedi, geri dönememekten çekindi. Moskova'daki İsveç büyükelçiliğinde özel bir törenle Nobel'in verilmesi önerisini, İsveç kabul etmedi. Bu yüzden de ödülünü ancak 1974 yılında aldı.

Gulag Takımadaları'nda Rus cezaevi sistemini eleştirdi.

Kitabın girişinde belirtiyordu:

"Bunları anlatmak için ömrü vefa etmeyenlere ithaf edilmiştir.

Beni affetsinler:

Her şeyi göremedim, her şeyi hatırlayamadım, her şeyi sezemedim."

Ünlü çellist Mistislav Rostropoviç de, yazarın eleştirilerini destekledi. Soljenitsin 1974'te Frankfurt'a geldi, bir süre Nobelli Alman yazarı Heinrich Böll'ün evinde kaldı.

Amerika'ya gitti, sonra da 1994'te yurduna döndü, ölünceye kadar da Moskova'nın yakınında bir daça'da yaşadı.

Geçen yıl Başkan Putin ona Devlet Ödülü'nü evinde ziyaret ederek verdi.Yazarların özgürlüğünün her şeyden üstün olduğunu, rejimlerin bu hakkı ellerinden alamayacaklarını savundu:

"Çekinmeden söylemek isterim. Hiçbir şey benim yazarlık görevime engel olamayacaktır. Kimse gerçeğin yolunu tıkayamaz ve gerçeğin ortaya çıkması için ölümü bile kabule hazırım.

Yaşayan bir yazarın kalemini elinden almamayı bize öğretecek birçok vesileler çıkacaktır."

* * *

BİR yazarın düşüncesi yüzünden acı çekmesinin, yazar özgürlüğü için verilen savaşın önemli bir örneğiydi Soljenitsin.

Hiç kuşkusuz edebiyat tarihi ile siyaset tarihi onu ayrı ölçütlerle değerlendirecektir.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

İlter Türkmen'in yazısı;

05 Ağustos 2008

İlter TÜRKMEN
iturkmen@hurriyet.com.tr

Soljenitsin'in ardından


3 Ağustos günü yitirdiğimiz büyük Rus yazarı Aleksandr İsayeviç Soljenitsin'i müstesna kılan birkaç özelliği vardı.

Bunlardan birincisi, 20. yüzyıl Rus düşünce dünyasında siyaset-edebiyat bağlantısının en önemli temsilcisi olması; ikincisi, komünizmin doktrinde ve uygulamada en acımasız yönlerini başlangıçta devrimcilere katılmasına rağmen, bizzat kendi yaşam deneyimiyle tüm dünyaya ilk kez duyurması; üçüncüsü ise, Rus siyaset dünyasının büyük fresklerinin yanı sıra insan ruhunun derinliklerine en ince ve hassas biçimde nüfuz etmesini bilen gerçek bir romancı olmasıydı.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Don Nehri kıyılarındaki küçük bir taşra kenti Rostov'da doğan Soljenitsin, üniversitede edebiyat, matematik ve Marksist kuram okuduktan sonra devrimci harekete katılmış, 2. Dünya Savaşı sırasında ise işgalci Nazilere karşı Kızıl Ordu saflarında mücadele etmiş bir yurtseverdi.

Stalin yönetimine karşı eleştirel düşünceler ifade ettiği özel mektuplarının ele geçmesiyle 1945 yılında 8 yıl çalışma kampına ve bundan sonra Kazakistan'da müebbet iç sürgüne mahkûm edilmesinin ardından, 1956 yılında Kruşçev döneminde özgürlüğüne kavuşmuş ve onu dünyaca ünlü kılan eseri Gulag Takımadaları'nı 1958-67 yılları arasında kaleme almıştı.

Leninist düşünce, Stalinist uygulama ve Sovyet totalitarizminin en somut göstergesi olan çalışma kampı sistemini anlattığı binlerce sayfalık bu eserini, küçük káğıt parçalarına yazıp dostlarına teslim eden yazar, bunlardan birinin kendisini ihbar edip ardından intihar etmesini takiben, eserini Batı'ya kaçırtmış ve dünya kamuoyunun gözleri önüne Sovyet sisteminin iç yüzünü sergilemişti.

1970 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Soljenitsin'in tek eseri elbet bu değildi. Çarlığın yıkılışının başlangıcı olarak gördüğü Dünya Savaşı'nı ele aldığı "Ağustos 1914" ve Rus devriminin tarihini anlattığı "Kızıl Tekerlek" adlı siyasi tarih eserlerinin yanı sıra, "İvan Denisoviç'in Yaşamında Bir Gün" adlı kısa romanında bir kamp esirinin hayatını, "Birinci Daire" romanında Sovyet bilim adamlarının dünyasını, "Kanserliler Koğuşu"nda ise ölümle mücadele eden insanların acılarını anlatan Aleksandr İsayeviç, unutulmaz karakterler yaratmasını bilmişti.

Yıllarca kampta kaldıktan sonra serbest bırakılan ve özgürlüğe alışamayıp sürgün ortamına yeniden iltica eden yıkılmış İvan, Sibirya'nın uçsuz bucaksız steplerinde hasta bakarak yaşayan güzel ve melankolik doktor Vera, yaşadığı tek aşk gecesiyle ertesi gün göğsünü kanser ameliyatında kaybedeceğini unutmaya çalışan gencecik Assya bunlardan sadece birkaçı.

1974 yılında kendi ülkesinden sürülen ve Sovyet rejimi çökene kadar Amerika'da, ona ülkesini hatırlatan Vermont ormanlarında münzevi bir yaşam süren Soljenitsin, Batı dünyasını da acımasızca eleştirmiş, "Batı'ya Mektup"unda kapitalist rejimlerin komünist dikta karşısındaki çıkarcı uzlaşma politikasını olduğu kadar, "yozlaşmış ve bencil değerler sistemi"ni de yerden yere vurmuştu.

Bu tavrıyla, Batı tarafından düş kırıklığına uğramış bir başka büyük Rus yazarı olan Dostoyevski'ye benzetilen Soljenitsin, gerçekten de tıpkı onun gibi kurtuluşu Slav yurtseverliğinde, derin bir dindarlıkta, inançlarını en mutlak biçimde yaşamakta bulmuş, ahlak ve vicdanı her şeyin üzerinde tutmuştur.

Nitekim hayat oburlarının değişmez sloganı "Sadece bir tek ömrün var"a verdiği unutulmaz yanıt şu olmuştur: "Evet, ama tek bir vicdanın var..."