BEŞİR AYVAZOĞLU
b.ayvazoglu@zaman.com.tr Kültür Sanat

120 Vanlı çocuğun hazin hikâyesi

Cepheye karakışta uzun bir yürüyüşle mühimmat taşıyan 12 ile 17 yaş arasında yüz yirmi Vanlı çocuğun hikâyesi meğerse gerçekmiş; hatta Van'da bu çocuklar için dikilen bir âbide bile varmış! Doğrusu ben Özhan Eren'in muhayyilesinden çıktığını sanıyordum!
Sarıkamış faciasına özel bir ilgi duyan, hatta bir de Sarıkamış türküsü besteleyen Özhan Eren, ilk senaryo yazarlığı ve yönetmenlik denemesinde, büyük bir cesaretle bu trajik hikâyeye el atmış! Sonuç? Böyle bir hikâyeyi doğru dürüst anlatabilmek için gereken bütçeye ve teknolojik imkânlara sahip olmamasına rağmen yadırganmadan seyredilebilen, daha da önemlisi seyredenleri derinden etkileyen bir film otaya koymuş. Adı: 120

1914 Haziran'ında Van'dayız. Balkan Harbi'nin yaralarını sarmaya çalışan halk, kısa süren bir barış döneminin ardından, tecrübesiz ve maceracı İttihat ve Terakki'nin gözü kapalı verdiği bir kararla kendini Birinci Dünya Harbi'nin içinde bulur. Ve Ruslar Erzurum istikametinde taarruza geçerler. Fırsattan yararlanan Taşnak çeteleri de büyük bir isyana hazırlanmaktadır. Bu kritik duruma rağmen, Van'daki Jandarma Tümeni merkezden gelen bir emirle Kafkas Cephesi'nde Ruslarla savaşmak üzere şehirden ayrılmak zorunda kalır. Sarıkamış'ta büyük bir faciayla sonuçlanan ölüm-kalım savaşı başlamış ve kısa bir süre sonra Kâmil Paşa kumandasındaki Van Jandarma Tümeni'nin de cephanesi tükenmiştir. Van'da bir miktar cephane bulunmaktadır, ancak eli silah tutan herkes askere alındığı için bu cephaneyi cepheye ulaştırmak imkânsızdır; şehirde yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve onları Taşnak çetelerinden korumaları için bırakılan küçük bir Jandarma birliği vardır, o kadar.

Vali ve şehrin ileri gelenleri, uzun tartışmalar sonunda, içleri kan ağlayarak, cephaneyi yaşları 12 ile 17 arasında değişen erkek çocuklarla göndermeye karar verirler. Bu tehlikeli görevi hiç tereddüt etmeden kabul eden yüz yirmi çocuk, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 1915 yılı Ocak ayında, insanın kanını donduran ayaza aldırmaksızın cephaneyi sırtlayıp karlı dağlara doğru yürümeye başlarlar. Başlarında, cephelerde pişmiş eski bir asker olan Musa Çavuş vardır. Ve valinin onları korumaları için görevlendirdiği birkaç jandarma neferi... Yolda Taşnak çeteleri tarafından taciz edilen yüz yirmi çocuk, cepheye ulaşmayı başarırlarsa da dönüşte şiddetli bir fırtınaya yakalanırlar. Van'a çok azı dönebilir. Yüz yirmi çocuktan sadece yirmi ikisi hayatta kalabilmiş, diğerleri ya yolda yahut Van'a ulaştıktan sonra can vermişlerdir.

Filmde, elbette asıl hikâyeye geçilmeden önce ortam ve kahramanlar tasvir edilerek seyirci gelişmelere hazırlanıyor. Van'da harp öncesi durum; yüz yirmi çocuğu temsil eden üç çocuğun birbirleriyle ilişkileri, ruh halleri, heyecanları; Taşnak çetelerinin faaliyetleri, durumun vahametini fark eden Kâmil Paşa'nın çocuklara atış talimi yaptırarak gerektiğinde muhtemel gelişmelere hazırlaması ve tabii hazin bir aşk hikâyesi... Süleyman Teğmen, İdadi Müdürü Cemal Hoca'nın kızıyla nişanlıdır, fakat cepheden cepheye koştuğu için bir türlü evlenemez. Balkan Harbi'nden döndükten sonra düğün hazırlıklarına başlamıştır, fakat dünya harbi çıkınca yeniden cepheye koşar ve cephane taşıyan yüz yirmi çocuğa cepheye yaklaştıkları sırada saldıran bir Taşnak çetesiyle çatışırken şehit düşer.

Hikâye hakikaten o kadar etkileyici ki, filmi seyrederken kusurlarını görmüyorsunuz.

Bana sorarsanız, eski Van'ın tabii şehir dokusu gölden açılarak gösterilebilirdi. Büyük bir kısmı Safranbolu'da çekilen film, hadiselerin Van'da geçtiği duygusunu pek vermiyor. Daha da önemlisi, Cemal hocanın evi için Safranbolu'da restore edilmiş bir konağın seçilmesini doğru bulmadım. Tahtaları kararmış, sıvaları dökülmüş eski bir konak, salaş evler vb. tercih edilseydi, Osmanlı Devleti'nin geçen asrın başlarındaki acıklı vaziyeti sembolik bir dille anlatılmış olurdu. Yüz yirmi çocuğun zor yolculuğu da bana yeterince vurgulanmamış gibi geldi. Hadisenin ayrıntıları ne kadar biliniyor, bilmiyorum; ama gidiş sırasında da özellikle küçük çocuklardan bazılarının kaybedilmiş olması muhtemeldir. Filmde çetin kış şartlarına ve Taşnak çetelerinin saldırılarına rağmen çocukların tamamı cepheye ulaşıyor. Bütün kayıplar dönüşte...

Dedim ya, kendinizi hikâyeye kaptırıyor ve bu kusurları görmüyorsunuz. Bu türden filmlerde, teknolojik imkânların en iyi şekilde kullanılabilmesi için büyük bütçeler gerekiyor. Özhan Eren ve arkadaşları, zor şartlarda, kısıtlı bütçe imkânlarıyla çok güzel ve etkileyici bir film ortaya koymayı başarmışlardır. Oyuncuların da hikâyeden etkilendikleri ve hissederek oynadıkları hemen fark ediliyor. Emin Olcay, Özge Özberk, Burak Sergen, Demir Karahan, Ahmet Uz, Cansel Elçin ve küçük oyuncular, hepsi canla başla çalışarak rollerinin hakkını vermişler. Onların başarısı ve yarattıkları duygu sağanağı seyirciye geçiyor ve filmin teknik problemlerini görünmez kılıyor.

Filmi seyrederken, böyle trajik bir hikâyenin bugüne kadar niçin kimsenin dikkatini çekmediğini düşündüm. Tarihimizde kim bilir doğru dürüst anlatılmadığı için unutulmuş böyle daha nice hikâye var! 120, sinemanın özellikle gençlerde tarih şuurunun uyandırılması için ne kadar büyük bir imkân olduğunu gözler önüne sermesi bakımından da dikkate değer bir çalışmadır.

Filme emek veren herkesi tebrik ediyor ve annelere, babalara sesleniyorum: 120'yi çocuklarınıza mutlaka seyrettiriniz.


06 Mart 2008, Perşembe