Dudagıma, çocuksu susuzlugumla asla doyamadıgım öpücüklerinden birini kondurup gittin. "N'olur öyle bakma bana" dedin en son... Daha birkaç dakika önce, gözlerimde varlıgınla alevlenen yasam sevincinin yerine, boyun egmis, donuk ve daha simdiden hasretinle kavrulmus bir karanlıgı bırakıp gittin...

Dolmustu zamanın...

Yüregimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizlige" tersyüz ederek gittin.

Içimde, günlerdir yoklugunla zayıflamıs, kalbi kupkuru kalmıs ask çocugunu sevginle emzirme sarhosluguyla delirdigim su "üç saatin" içindeki yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüstürerek...

Önce gözlerim öksüz kaldı yoklugunda. Sonra, nefesinin o bugulu sıcaklıgından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları...

Gittin...

Iki askın arasında saskın, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, baska bir eve gittin uyumaya. Artık senin degildi evin,. "sizin"di. Benim özledigim o eski evin degildi gittigin...

O eski ev... Oturup, zamanın o yagmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, günesin bütün gün sadece yalayıp geçtigi los pencerelerinde dalgınlıgımızı biriktirdigimiz o ev...

Susardık bazen... Ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düserek... Akıldısı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çıg gibi ömrümüze yıgılan anılardan birini seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ritüel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafimızda, umurumuzda olmadan...

Elin çaya uzanırdı...

Tenim dudaklarını özlerdi...

Bir sözüm siirin olurdu... Demlenirdik.

Gömüldükçe düslerin o büyülü uykusuna, askımın kalbimdeki ilahi melodisi çalınırdı kulaklarına birden. Nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan bir çocugun teselli ıslıgı gibi bölerdi sesin suskunlugumuzu...

Ruhlarımızın biryerlerde bulustuguna, düslerimizin biryerde kesistigine inanmak istedigim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandirmaya çalısan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.

Iste böyle anlarda yüzü daha da netlesirdi dünyaya gözlerinden bakan o yaralı çocuklugunun...

Iste ben en çok seni içimden dogru sevdigim böyle anları severdim...

Hayatın içinde seni barındırdıgı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o sıradan ayrıntılarını alabildigince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlıgına yıllardır asına oldugun bir esya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve basının üzerinden sonsuzluga akıp giden düs bulutlarında sekillenen her sözü, yüregimde senin için büyüttügüm siire mısra yapip eklemekti seni sevmek...

Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için...

Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere bogarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona binbir yalanlar uydurarak sık sık ise gitmemekti seni sevmek...

Sana kahvaltı hazırlamaktı. Özenle hazırladıgım sofraya istahla oturup, "Sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben... Senden daha iyisini mi bulacagım" diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmaktı... Ince ince kıyılmıs, tabaga motif gibi islenerek dizilmis ve hep sevdigin gibi üzerinde zeytinyagı ve limon gezdirilmis domateslere, yaptıgım mezelere duydugun minnete sasırmaktı...

Hayatına eklemekten çılgınca zevk aldıgım o sefkatli inceliklere duydugun minnete...

Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlıgımın yavas yavas aska dönüsünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldıgım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdigin cevaplarına inanmamaktı... Tüm ısrarlarına ragmen, bu essiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın yollara düsüp, çocuklugumda kalbimde filizlenen sevdası senin askınla yeseren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceligin ve bu derin anlayisin yüzünü", yani o merak ettigin yüzümü, gözlerine tasımaktı... Bulustugumuz cafede, ayların günlerin telası ve susuzluguyla, anlattıgın seylerin hiçbirini algılamadan, sadece hayranlıkla seni, o hepimiz gibiligini seyrederken, masanın altindan bir türlü çıkartamadıgın o telaslı, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanına inanamamaktı...

Seni sevmek, o gece rakı içtigimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdügümüz sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanrı'nın bu ask için gönderdigi bir isaret olduguna inanmaktı...

Seni sevmek kadınlıgımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle kesfetmekti. 17 yıldır sanki sadece senin için sakladıgım bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoslukla sana sunmakti... Her dokunusunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı sarabını yudum yudum içer gibi...

Seni sevmek, askın ugruna, ama senden izinsiz, baska bir kentteki hayatımı sıfırlayıp, yasadıgın kente, yasadıgın gögün altına, ıslandıgın yagmurların altına gelip yerlesmekti. Senden baska, bu koca kentte bir basınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... Sokaklarda tek bir tanıdık simaya rastlamamaya alısmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çogalan askını özgürce ve sınırsızca yasamak için ailemin sefkatli ve anlayıslı kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmis can dostların sevgisini çok uzaklarda bırakmaktı...

Seni sevmek, yalnızlıgın soguk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek basıma Beyoglu'nun karanlık sokaklarında kalabalıgın soluguyla ısınmaya çalısmaktı. Hiç tanımadıgım insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybetmis, umutsuz hayatlarında yaralı geçmisinin ve çocuksu düslerinin izlerini sürmekti...

Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk isiklari ruhumu isirirken, ayni gecenin yildizlari altinda seni deliler gibi özlemekti... O geceyi de kollarinda geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolasip, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüsünü beklemekti... Bazen bu bekleyislerin sonu, yorgun düsmüs bedenimi sürükledigim evimde, o gece bir baska kadinin yaninda uyumana aglamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir sizofren gibi, hiçbir sey olmamis gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum...sasirirdin.

Çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olani acimasizca yokeden bu kentin hoyratligina ve senin için artik inanmaktan çoktan vazgeçtigin, yasadigin hayalkirikliklariyla çok uzun zamandir kaybettigin o ask duygusunun gerçekliginin canli ispati olmaya direnmekti... Kalbine inançla ask tohumlari ekmekti seni sevmek... Sevmek o yitirdigin ask sarkisi adina sana umut vermekti...

Seni sevmek, ait oldugun gökyüzünde seni özgür birakmaktı... Koparmamakti kanatlarini... Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynagindan, baska sevgilerin siirine ekledigi misralardan kiskançlikla seni mahrum etmeye yeltenmemekti...

Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razi olmakti... Çocuksu bir saflikla tek vazgeçemeyeceginin ben olduguma kendimi inandirarak, hayatina boyun egmekti...

Seni sevmek, bir babayi, bir canyoldasini hayatinin sonuna kadar yaninda oldugunu bildigin güvenilir bir dostu, ilgiye ve sefkate doymayan çaresiz bir küçük çocugu, ama en çok da tutkulu, kiskanç ve yüregi sonsuz maviliklere akan bir deli asigi sevmek gibiydi... Birgün ansizin, telefonda duydugun bir sese, ya da yeni tanistigin bir kadina asik oldugunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasil kiskandigimi görmek isteyen abartili bir heyecanla söylediginde, telasa kapilmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduguna ve asla benden vazgeçemeyecegine inanmakti... Yine de içimdeki o kaçinilmaz endise ister istemez sarardi yüzümü... Sesim solugum kesilirdi birden... Iste, öyle anlarda beni simsiki sarip, tutkulu bir sevismenin ilk öpücüklerini dudagima kondururken, "Sen küçücük bir kizsin, biliyor musun" diyen sefkatli sesini severdim en çok... Ve aslinda ben dahil, hiç kimseye asik olamayacagini düsünür, hüzünlenirdim...

Rüyalarimin gül kokusu...

Sonra birgün aska açildi yüreginin sürgüleri...

Sonra birgün siirlerin baska bir askin kokusuna büründü...

Yikildi tabularin... Kirildi zincirlerin... Uzagima düstün..

Bu defa farkliydi, hissetmistim. Yalniz bedenini degil, ruhunu da paylasmaya baslamıstın bir baska kadınla...

Sonra sevmek yavas yavas kayısını izlemek oldu avuçlarımdan... Seni sevmek, sen sabaha karsı uyudugumu sanarak yanımdan kalkıp bir baska yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalısmak oldu sessizce...

Habersizce kapını çaldıgım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu...

O güne kadar hiç olmazsa bana karsı dürüst olmanla, yasadıklarını benden gızlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... Ama bir baskasını incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizledigini, yalanlarla da olsa onu korudugunu farkedince bu avuntu da terketti beni... Yalanlarını bile kıskanır oldum.

Neden dürüst olmak için beni seçmistin sanki... Gerçegin acımasız zindanlarında neden beni kilitli bırakmıstın...

Ne çok düsündüm bu soruların cevaplarını.. Ne çok sorguladım kendimi, nerde hata yaptıgımı, neyi eksik bıraktıgımı...

Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtigin yasam biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istedigin bu muydu? Seni yanlıs mı tanımıstım?.. Bana hep, ne kadar asil bir yüregim oldugunu söyler dururdun... Isyanım, kalbimin ezilmis parçalarının üstünü örtüp, sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla...

Yalnız kalmak istedigini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çıkıp giderdim... Özür diler gibi bir sesle, onun gelecegini söylediginde, sessizce çıkıp giderdim... Karsında ben otururken, onunla saatlerce telefonda konustugunda çıkıp giderdim... Hep giderdim...

Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüregini... Vazgeçemedigin tek yanım buydu belki...

Sonra, sevmek yaralı kadınlıgımı baska yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu... Buna hakkım oldugunu söyleyip dursan da, biliyorum, aslında içten içe hiç affetmedin beni... Sen çoktan parçalanmıstın zaten... Benim de yüregimi böldügümü düsünmek sana bile agır geldi... Oysa ben, seni degil, kendimi cezalandırıyordum baska bedenlerde... Ruhumu kemiren bu deli askı cezalandırıyordum... Bunu anlamadın mı sevgili?

Sevmek seni degil çocuklugumu, düslerimi, kendimi aldatmak olmustu artık... Bana baglanan masum askları seninle aldatmak olmustu... Kimseye veremedim yüregimi. Ne zaman baksalar içime, yüregimin kırık aynasında kendilerinin degil, senin yüzünün aksini gördüler hep. Sessizce çekip gittiler. Farketmedim bile gittiklerini...

Gittin...

Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir baskasının saçlarında gezindigini, aniden özlemle sarılıp bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahları uykunda bir baska kadına sarılıp bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadına "gitme" diye sayıkladıgını düsünmek oldu, seni sevmek... Geceleri, kokuna hasret yatagımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemedigi bir bencillikle, kalbindeki tek askın benimki olması için gözyaslaıi içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu..

Seni yasak bir ask gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yasamak oldu, sevmek... Beni hayatından dısladıgın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadıgım bir sesle sana bagırmak, haykırmak, aglamak, sonra pismanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...

Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla benligimden uzaklasmayı kendime yakıstırmamak, sıkısıp kaldıgım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlıgımda, sensizligimde, kendi askımla delirmek oldu artık seni sevmek...

Simdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artık... "Ayazda Iki Yürek" gibiyiz...

Sen benim sizofren askımsın... Bense senin kanayan vicdanınım...

Affet beni sevgilim... Verdigim sözleri tutamadım...