-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Sayın Bayındır;
bakıyorum da Çetin Altan'ın dilinden iyi anlıyorsunuz. Ne de olsa eski yoldaş... Neyse bunu geçelim.
Bugün gazetenin birinde CHP'den milletvekili olmuş ve kazanamamış bir Yrd. Doçent'in CHP ile ilgili olarak "Marksizmi bilmeyen üyeler eğitilmeli" dediğini okudum. Neden böyle deme ihtiyacı duymuş bilemiyorum. Bilen dostlar varsa açıklasın.
Ama ben esasen bu konu ile bağlantılı olarak yine şu kavramların evrilmesi meselesine gelmek istiyorum. Üzerinde durduğumuz kavramlar daha çok CHP'nin 6 okunun temsil ettiği kavramlar.
Benim bildiğim kadarı ile CHP kurulduğundan 60'lı yıllara kadar solu ağzına alan bir parti değildi. Hatta Recep Peker marifeti ile faşizme dahi yanaşmaya kalkışmıştı. Tek parti olduğu dönemlerde solculara da çok çektirmişti. Ve bu partinin ilkeleri de 6 oktu.
Bu parti, 60'lı yıllardan itibaren solcu olduğunu iddia etmeye başladı ve ilkeleri yine 6 oktu.
Acaip bir durum. Sola karşıyken de 6 ok var, solcu olduğunda da 6 ok var.
Bu durumda ya 6 ok evrime uğramıştı, ya da sol kavramı evrime uğramıştı.
Ben işin içinden çıkamadım. Sevgili dostlar açıklarsa sevineceğim.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Adet olduğu üzere banden de bir makale aktarımı. Bu da farklı bir bakış, gazeteye ve yazarına dikkat ederek okuyun.
Alıntı:
Tek yol tam bağımsızlık demişti
03.09.2007 Denİz Gezmiş’in 1969 yılında verdiği bir beyanatını hatırlatmıştım... Özetle şöyle demişti:
“Öğrenci olarak devrimci mücadeleye katılmak, Mustafa Kemal’in bize yüklediği bir görevdir. Dünyanın bütün gericileri bir araya gelseler, bu hakkımızı ve görevimizi elimizden alamayacaklardır...”
İlginç tepkiler geldi...
Zamane işbirlikçilerinin, bu toprakların tam bağımsızlığı uğruna ölüme giden Gezmiş’i, ABD-AB beslemesi halleriyle kendileri ile özdeşleştirmeleri muazzam..!
Bana “Sen o komünist bölücüyü nasıl översin?” diye yaklaşanlara da hitap ederek “hatırlatmalarımızı” sürdürelim.
Deniz Gezmiş yargılanırken “ABD’li rehineleri neden kaçırdıklarını” anlatmış ve mealen şöyle demişti:
“Atatürk prensiplerinin rafa kaydırılmasını isteyenler kaçırılmaz da ne yapılır?..”
Bu kadarı bile O’nu bu günlerde anmamız için yeterlidir...
İdama gittiği yoldaki savunması kitap halinde vardır...
Bir bölümünü aktaralım...
“...varlığımızı esasen Türk halkına armağan etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz...
... Bizlerin tek özlemi tahsil sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye’nin bağımsızlığıdır. Eğer korku, gaflet, kurnazlık ve ihtiras içinde bulunanlardan bizleri kastediyorsa, bu doğru değildir. Türkiye’de gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunanlar varsa, bunlar ancak Amerikan emperyalizmi ile iş yapan çıkarcılardır....
Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye’nin bağımsızlığını temin edemedik.
Öteden beri arz etmiş olduğum gibi, bu ülkede Anayasa’yı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa’yı ihlal edenlerse ortadadır.
Yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler. Bile bile iddia makamı bizim Anayasa’yı ilgaya teşebbüs ettiğimizi ileri sürmektedir.
Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk, varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir. İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık savaşına karşıdır. Çünkü Süleyman Demirel hâlâ ortada gezmektedir. Kudreti yetiyorsa Süleyman Demirel hakkında aynı şekilde dava açsın, onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya alışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil, sizlersiniz. Süleyman Demirel’in Anayasa’yı ihlaline ve despotizmine ve ülkeyi Amerika’ya satmasına ses çıkarılmadı. Ve meydanlarda bunlara karşı bizler dövüşmek mecburiyetinde kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda idam isteği ile buraya getirildik, dediğim gibi Türkiye’yi bu hale getiren eski neticilerin bütün suçlan bize yüklenmek istenmektedir. Bütün eski idarecilerin suçu bize yükletilmek istenmektedir.
Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk, varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir.
... bizim düşmanlarımız Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçileridir. Yine bildiride açıkladığımız gibi yerli işbirlikçiler, hain patronlar yani emperyalizmle işbirliği yapan .patronlar feodal mütegalibe yani bezirgânlar, tefeciler, toprak ağaları ve diğer işbirlikçileri ve bizim bütün eylemlerimiz bu hedefe yönelmiş bulunmaktadır.
.... Ayrıca milli bütünlüğe karşı çıkmakla da suçlanıyoruz. 101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede, bizim milli bütünlüğü bozmak istemekle itham edilmemiz gülünç olmaktadır.
35 milyon metrekare vatan toprağı işgal altında iken bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı.....”
Ey okuyucu..
Bilhassa genç okuyucu... Bugün piyasaya bakıp “Deniz bizim arkadaşımızdı” diye geçen çakallara bakıp karar vermeyin fikir sahibi olmayın... O işbirlikçi çakallar yalan söylüyorlar... Çoğu “sızdırılmış ajan muhbirdi.”
Bugün de o yüzden ABD-AB uşaklarıdır..
Deniz Gezmiş, Atatürk’ün adını samimiyetle anıyordu...
Alıntı:
Deniz Gezmiş, Atatürk’ün adını samimiyetle anıyordu...
Evet, doğrudur ama yine de asıldı, ÜÇ BİZDEN, ÜÇ ONLARDAN mantığıyla... Hayatta olsaydı Deniz Gezmiş kahrından ciğer veremine yakalanarak ölmüş olurdu bu günlerde.
Dipnot: Kıbrıs'ta da Anayasa değişikliği yapılacak, Türk askeri adadan çekilsin diye, hey yavrum liberal demokrasi...
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Sayın Bilgili,
Kemalizm'den yola çıktık, 6 ilkeyi irdeliyorduk, sıra bahsettiğiniz kavramlara da gelecek endişeniz olmasın da henüz laikliği bitirmemiştik, henüz 6 ilkeyi bitirmemiştik, henüz 6 ilkenin size neden Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü değil de bir partiyi hatırlattığını bile anlayamamıştık, henüz liberal (özgürlükçü) demokrat biri olarak birtakım özgürlüklerin kısıtlanabileceği görüşünde olup olmadığınızı öğenememiştik ki hoooppp başka konuya geçtik. Daha zamanımız çok, günler geceler torbaya mı girdi, ne bu aceleniz? Sıra sola da gelir, sağa da, liberal demokrasiye de, marksizme de... :)
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
Bu parti, 60'lı yıllardan itibaren solcu olduğunu iddia etmeye başladı ve ilkeleri yine 6 oktu.
Acaip bir durum. Sola karşıyken de 6 ok var, solcu olduğunda da 6 ok var.
Bu durumda ya 6 ok evrime uğramıştı, ya da sol kavramı evrime uğramıştı.
Ben işin içinden çıkamadım. Sevgili dostlar açıklarsa sevineceğim.
İlahi Abbas Bey,
Cumhuriyetin temel felsefesi olan kurucu ilkeleri ile solu ne güzel açıklamışsınız. Bu bölümde zaten kavram kargaşasından sıyrılalım diye 6 ilkeyi açıklamaya çalışıyoruz. Bir bakalım 6 ilkede neler var.
Cumhuriyetçilik; tek başına bir anlam ifade etmez. Mesela İran da bir İslam Cumhuriyetidir.
Milliyetçilik; ulus devlet kavramına atıf yapar, ümmetçilikten ve kafatasçılıktan arındırılmış bir milliyetçiliktir.
Laiklik; henüz sıra ona gelmemişti, ama Cumhuriyeti cumhuriyet yapan, demokrasinin yeşermesine hizmet eden ilkedir. Bu ilke olmadan İran İslam Cumhuriyeti'nden veya Libya Halk Cumhuriyeti'nden bir farkınız olmaz.
Halkçılık; halk yararı, toplumsal çıkarlar ön plana alınır.
Devrimcilik; bilimin ışığından yararlanmak, hurafelerden arınmak, gelişmiş medeniyet seviyesinin de üstüne çıkmak, sürekli ilerleme ve gelişmeyi amaçlamak olarak tanımlanır.
Devletçilik; karma ekonomi olarak adlandırılabilecek, toplumun refah ve çıkarını ön planda tutan, sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getiren bir devlet anlayışını öne çıkarırken, özel sektörün de gelişmesini sağlar, özel sektöre karşı değildir. Ancak "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" gibi bir anlayışla kamu çıkarının zedelenmesine yol vermez.
Ayrıca kurucu felsefe, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçıdır.
Şimdi bir de batı tipi demokrasilere ve sosyalist veya sosyal demokrat partilerin programlarına bakın, üstü açık veya kapalı bu ilkelerden hangisi uygulanmıyor bana bir örnek gösterin.
CHP'nin solculuğuna gelince, CHP'yi sol yapan kurucu 6 ilke değilse bile, 6 ilke ile özetlenen felsefe sosyal demokrasiyle uyumludur. CHP'yi sol yapan, 27 Kasım 1976'da toplanan 23. Kurultay'da parti tüzüğüne eklenen özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü, halkın kendini yönetmesi ile özetlenen 6 kuraldır.
Selamlar,
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
Hatta Recep Peker marifeti ile faşizme dahi yanaşmaya kalkışmıştı.
Ben işin içinden çıkamadım. Sevgili dostlar açıklarsa sevineceğim.
Tekrar okuyunca buna yanıt vermediğimi gördüm.:o
Recep Peker, doğrudur İtalya ve Almanya'ya meyletmiştir. Meylederken görevi nedir? Şimdiki adıyla CHP Genel Sekreteri... E peki ne zaman meyletmiştir? Bu görevde bulunduğu 1931-1936 yıllarının ikinci yarısında..Eee sonra ne olmuştur? Atatürk ve CHP ile ters düşüp azledilmiş ve görevden uzaklaştırılmıştır.
Tarihi yorumlarken düşülen en büyük hata, o günün konjonktürünü incelemeden, konuya günümüz açısından yorum yapmaktır. Rusya'da 1917 Devrimi gerçekleşmiş, ardından yokluklar içinde milli Kurtuluş Savaşı, bu dönemde iyi bir uluslararası ilişkiler stratejisi ile Sovyetlerden, İtalya'dan ve hatta düşman Fransa'dan sağlanan silah ve para yardımları savaşın kazanılmasında etken olmuştur. Ardından özellikle Almanya'nın hızlı yükselişi, aydınlar arasında eski müttefik olmasının da etkisi ile rağbet görmüştür.
Abbas Bey, olaya sizin mantığınızla bakarsak, CHP Recep Peker ile faşist olurken, Toprak Reformu'na karşı çıkan toprak ağalarının kurduğu Demokrat Parti , 1946 seçimlerinde Bursa'dan bağımsız aday olarak Mehmet Ali Aybar'ı göstererek sosyalist mi olmuştur yani...:o
Selamlar,
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Eveeeet, bu konuya oldukça ara vermişiz, kaldığımız yerden devam edelim...
Laiklik
Gerçek Anlamı: Genel anlamıyla laiklik, devletin yönetim biçiminde hiçbir dini/mezhebi referans almaması, tüm dinlere/mezheplere eşit mesafede durması, dinler/mezhepler arasında ayrım yapmaması ve dine/mezhebe göre ayrımcılık yapmaması, dinler/mezhepler karşısında tarafsız olması anlamına gelir. Kısaca din işlerinin devlet işlerinden ayrılması olarak bilinir. Laiklik ilkesine göre devlet, dini kişisel bir olgu olarak kabul eder ve kişilerin sadece maddi yönüyle ilgilenir vicdani yönüyle ilgilenmez, devletin dini yoktur fakat halkın din ve vicdan hürriyeti için her türlü önlemi de alır. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte devlet, dinlerin ve ibadetlerin kamu düzenini bozmasını önlemekle, gerekli tedbirleri almakla da yükümlüdür.
Evrik Anlamı: Son dönemlerde bazı kesimlerce laiklik dinsizlik, laiklik ilkesini savunanlar ise dinsiz olarak tanıtılmaktadır. Laiklik ilkesinin unsurlarından biri olan "devletin dinlerin/dini faaliyetlerin kamu düzenini bozmasına engel olmak" yükümlülüğünü ve bu yükümlülükten kaynaklanan düzenlemelerini, din karşıtlığı, din düşmanlığı olarak empoze ederek, laiklik ilkesini destekleyen kesim adeta hedef olarak gösterilmektedir. İçi boşaltılan laiklik ilkesi birçok defa yeniden tanımlanmak istenmiş, kimilerince tanımlanmıştır. Tanımların çoğunda laiklik ilkesinin din ve vicdan hürriyeti unsuru tek başına ele alınarak, laikliğin bir diğer unsuru olan devletin dinlere eşit mesafede durması gereği, dinlerin/dini faaliyetlerin kamu düzenini bozmasına engel olma yükümlülüğüne karşı kullanılmıştır. (Bunlara burada tek tek yer vermek mümkün değildir, ufak bir araştırma ile bu tanımlara ulaşabilirsiniz. Yukarıda Abdullah Gül'ün laiklik tanımı örnek olarak gösterilebilir. Bu tanımda, devletin dinlerin kamu düzenini bozmasına engel olmak yükümlülüğü yer almamaktadır, takdirlerinize...)
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Sayın Yüksel, Sayın Gür;
Evet nerede kalmıştık? Bu konu biraz da benim ihmalim yüzünden bekledi galiba. Aslında bu forum için oldukça uzun bir yazı hazırlamıştım, ama biraz teknik özürlü olmam nedeniyle, yazıyı gönderirken kaybettim ve moralim bozuldu, tekrar uzun süre yazmaya üşendim.
Önce sayın Yüksel'in, liberalizmi bazı değerler nedeniyle kısıtlamaya çalışmanın çelişki oluşturacağı şeklindeki görüşüne değinmek istiyorum. Siz de takdir edersiniz ki liberalizm sınırsız özgürlük değildir. Çağdaş siyasi literatürde liberalim özgürlüğe, sosyal demokrasi eşitliğe, muhafazakarlık istkrara öncelik verir. Yani liberalizm özgürlüğe öncelik vermekle birlikte, sınırsız bir özgürlüğü değil, ekonomide ve siyasette devlet müdahalesinin asgariye indirilerek, özgür alanın genişletimesi savunur.
Sayın Gür, liberalizme değinirken, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" sözüne değinerek, bu sözün "herkesin istediğini yaptığı bir orman kanunu" anlamına geldiği şeklinde bir algılama içinde olduğunu gördüm. Bu söz, klasik iktisatın kurucusu Adama Smith'e aittir. Adam Smith de bu sözü ekonomiye devlet müdahalesinin en aza indirilmesi anlamında söylemiştir ve Smith'e göre, zaten ekonomiyi yönlendiren "gizli bir el" vardır. Bazıları bu gizli elin tanrısal bir varlık olduğunu ileri sürmüşlerse de, aslında "gizli el" denilen şey ekonominin temel yasası olan "arz ve talep yasası"ndan başka bir şey değildir.
Gelelim Atatürkçülük ve 6 ok meselesine. Artık bir çok yorumcu ve yazar Atatürkçülüğü 6 ok olarak anlamıyor ve 6 oktan bazılarının miadını doldurduğunu savunuyorlar. Atatürkçülüğün "çağdaş uygarlık düzeyine erişme" olarak algılanması gerektiği bu gün daha çok kabul gören muteber bir düşüncedir. Atatürkçülüğü 6 ok olarak anlayanlar sanırım CHP'lilerden ibaret kalacak gibi görünüyor. Ama 6 ok Atatürkçülüğü donduran, onu kalıp haline getiren bir düşüncedir.
Bu konuda ilginç bir iddiadan bahsetmek istiyorum. Mustafa Çuhalı isimli araştırmacının "Türkiye'de Demokrasiye Geçiş Dönemi" isimli kitabında, İsmet İnönü'nün demokrasiye geçerken, "6 okun Anayasa'dan çıkarılması"nı seçim taahhüdü olarak ilan ettiğini okuyoruz (sh. 150 vd.).
Bugün "devletçilik" ilkesinin bir önem ve geçerliliği kalmadığını daha önce de yazmıştım. Yine İsmet İnönü, 1965 yılında günlüğüne "devletçilik bitt" diye yazmıştı.
Bu çağda artık Atatürkçülüğü 6 oka indirgemek bence oldukça yanlış ve eksik bir algılama olur.
Selamlar.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Gece geç saat oldu, yazılanlara en kısa zamanda tek tek yanıt vereceğim.
Şu günlük ve "devletçilik bitti" lafı ile şimdilik izin isteyeyim.
10 Ekim 1965 günü yapılan genel seçimlerden AP zaferle ayrıldı. Türkiye genelinde AP %52,8 oyla tek başına iktidar oldu desem, devletçiliğin niye bittiğinin yazıldığına bir ışık tutar umarım, tutmazsa Taha Abi sağolsun...
Selamlar,
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Yöneten sınıfın düşünceleri her dönemde yöneten düşüncelerdir, yani toplumun maddi güçlerini yöneten sınıf aynı zamanda entellektüel güçlerini de yönetir. Maddi üretim güçlerini kendi elinde tutan sınıf aynı zamanda zihinsel (mental) üretimi de denetler, yani, bu sayede, genel olarak söylemek gerekirse, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri de tabi hale gelir. Bu şekilde ortaya çıkan bilincin içinden, camera obscura (tersine döndüren, çarpıtan) niteliğinde olan, "ideoloji" ortaya çıkmıştır.
Şimdi sizin şu liberalizminizi bu bağlamda yorumlamaya çalışırsak;
Başta, liberalizmi özgürlükçülük olarak tanımlamanız yanlıştır. “Serbestiyetçilik” daha doğru bir tanımdır. Liberalizm sınıf çatışmasını dikkate almaz, bireyi ve bireyciliği savunur, Devleti minimize etmeye, her tür Devlet müdahalesini sınırlandırmaya çalışır. Bizim liberallerin 6 okun en çok Devletçilik ilkesine vurmaları da bu yüzdendir.Liberal ekonomik yapı, ekonomide herşeyin yerli yerinde ve dengede olduğu veya dengeye çok yakın olduğu durumlar haricinde bir ütopyadır, felaket halini de alabilir. Ne dediğimi bir örnekle açıklamaya çalışayım:
120 kiloluk bir ağır sıklet boksörü ile 48 kiloluk bir tüy sıklet boksörünü, boks kuralları içerinde , hakem gözetiminde ringde dövüştürüyorsunuz. Ara sıra bel altı vuruşlar da yaşansa hakem müdahale ediyor.Tabii olarak 48 kiloluk boksör bayağı bir dayak yiyor. 2. raund başlarken 120 kiloluk boksör bir öneride bulunuyor, ben boks kuralları içerisinde dövüştüğüm zaman kendimi serbest hissedemiyorum, hakem de ha bire oyuna müdahale ediyor. Hakem bu işlere mümkün olduğunca az karışsın, maçta bir süre sonra denge kendiliğinden sağlanacaktır diyor ve bu öneri kabul görüyor. Varın tüy sıklet boksörün 2. raunddaki halini siz düşünün.
Sanırım ekşi sözlükte okumuştum, liberalizmi “asla aç karnına savunulamayacak bir düşünce” olarak çok güzel tanımlamıştı yorum sahibi... Aslında başka bir forumda da yazmıştık, ülkemizde gerçek anlamda bir sanayi devriminin yaşanmaması ve buna bağlı olarak sınıf bilincinin oluşmaması, Devletin ve yasaların örgütlülüğü öcü olarak görmesi, sendikaların durumu , ülkenin ve solun açmazlarıdır. Bu nedenle sol düşünce eskiden beri toplumda aydın olarak addedilen, iyi eğitimli ve çoğu orta üzeri ekonomik sınıfa mensup ailelerden gelen insanlarca veya üniversite öğrencilerince savunulagelmiş, kavram işçi sınıfına kadar doğru düzgün indirilememiştir. Bugün liberalizmi savunan 2. Cumhuriyetçiler başta olmak üzere entellektüel birikimi olan kişilerin soldan bu dönüşlerini, ben gerçekte bir dönüş değil, aslına rücu olarak değerlendiriyorum. Ülkede sağ kanatta doğru düzgün bir oluşum bulunmayınca, kendilerini boşlukta hisseden insanların mal bulmuş mağribi gibi liberalizme sarılmaları da , kendi kendilerine itiraf etmekten korksalar bile, “aslında solcu olmak isterdik ama geçmişimizle çelişemeyiz, liberal olalım bari” düşüncesinden ibarettir.
Sn. Çuhalı ve kitabı hakkında bir bilgim yok, duymamıştım daha önce... Tam olarak ne zaman, nerede taahhüt etmiş İsmet Paşa “6 okun Anayasadan çıkarılmasını” ? Kitapta ayrıntı ve dayanılan belgeler varsa biz de öğrenelim...
Selamlar,
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
120 kiloluk bir ağır sıklet boksörü ile 48 kiloluk bir tüy sıklet boksörünü, boks kuralları içerinde , hakem gözetiminde ringde dövüştürüyorsunuz. Ara sıra bel altı vuruşlar da yaşansa hakem müdahale ediyor.Tabii olarak 48 kiloluk boksör bayağı bir dayak yiyor. 2. raund başlarken 120 kiloluk boksör bir öneride bulunuyor, ben boks kuralları içerisinde dövüştüğüm zaman kendimi serbest hissedemiyorum, hakem de ha bire oyuna müdahale ediyor. Hakem bu işlere mümkün olduğunca az karışsın, maçta bir süre sonra denge kendiliğinden sağlanacaktır diyor ve bu öneri kabul görüyor. Varın tüy sıklet boksörün 2. raunddaki halini siz düşünün.
Öncelikle hikaye çok komik ve bir o kadar da anlamlı.
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
. Aslında başka bir forumda da yazmıştık, ülkemizde gerçek anlamda bir sanayi devriminin yaşanmaması ve buna bağlı olarak sınıf bilincinin oluşmaması, Devletin ve yasaların örgütlülüğü öcü olarak görmesi, sendikaların durumu , ülkenin ve solun açmazlarıdır. Bu nedenle sol düşünce eskiden beri toplumda aydın olarak addedilen, iyi eğitimli ve çoğu orta üzeri ekonomik sınıfa mensup ailelerden gelen insanlarca veya üniversite öğrencilerince savunulagelmiş, kavram işçi sınıfına kadar doğru düzgün indirilememiştir.
Ama sol sadece okumuşların ve elit bir kesimin elinde kalmıştır, işçi sınıfına hiçbir zaman inememiştir sözünüze katılmıyorum. Geriye doğru bir bakarsak 60'lı yıllarda dediğiniz gibi sol sadece üniversitelerde örgütlenen toplum içinde çok fazla kabul görmeyen bir durumda idi. (CHP' yi o zaman da sol kabul etmediğimi sadece AP'ye göre demokrat bir parti olduğunu söylemek isterim.) 12 Mart müdahalesinden sonra ise kısa bir duraklama dönemine girmesine rağmen çok daha hızlı bir şekilde kendine gelmiş ve 70'li yılların ortalarından itibaren de işçi sınıfı içerisinde ciddi bir örgütlenme sağlanmıştır. Nitekim 1977 1 Mayıs'ında bu örgütlü yapının 500.000 kişiyi(tahmini) Taksim meydanına tam örgütlü bir şeklide çıkarmış olması da bunu gösteren işaretlerden biridir. Bunun dışında fabrikalardaki sendikalı işçilerin oranı da şimdikiyle kıyaslarsak kat kat fazlaydı. Ama ne yazık ki 12 Elül darbesi bu oluşturulan sendikal yapının ve solun üzerinden tabiri caizse bir silindir gibi geçmiştir. Ne yazık ki Türkiye için bir fırsatta bu şekilde sonlanmıştır. Yazdıklarınız şu an için kesinlikle doğrudur. Ve hatta şöyle söyleyeyim şu anda üniversitelerde bile ne yazık ki solun sesi çıkmamaktadır.
Liberalizm ve liberal olan insanlarla ilgili sözlerinizinde birçoğuna katılıyorum. Ama solculuktan liberalliğe geçn insanlara da çok fazla kızamıyorum çünkü çok zor bir dönemden geçildi. Tekrar o dönemi yaşamaya fazla bir insanın cesaret edebileceğini sanmıyorum.
Saygılarımla.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Av.Abbas Bilgili rumuzlu üyeden alıntı
Önce sayın Yüksel'in, liberalizmi bazı değerler nedeniyle kısıtlamaya çalışmanın çelişki oluşturacağı şeklindeki görüşüne değinmek istiyorum. Siz de takdir edersiniz ki liberalizm sınırsız özgürlük değildir. Çağdaş siyasi literatürde liberalim özgürlüğe, sosyal demokrasi eşitliğe, muhafazakarlık istkrara öncelik verir. Yani liberalizm özgürlüğe öncelik vermekle birlikte, sınırsız bir özgürlüğü değil, ekonomide ve siyasette devlet müdahalesinin asgariye indirilerek, özgür alanın genişletimesi savunur.
Sayın Bilgili,
Liberalizmi bazı değerler nedeniyle kısıtlamaya çalışmanın çelişki oluşturacağını kast etmiyorum daha doğrusu sizin nasıl bir liberalizmi benimsediğinizi tahmin ettiğim için (Modern diye tabir edilen liberallerdensiniz bildiğim kadarıyla. Bu nedenle liberalizmin sınırsız özgürlük olduğunu savunup da, farkında olmadan özgürlüklerin sınırlandırılmasına destek verenler çelişkilidir kanımca. Her neyse ilerde liberalizmi de masaya yatıracağız nasıl olsa, bu konuya tekrar döneriz.) özgürlüklerin birtakım değerler nedeniyle kısıtlanabileceği görüşünde olup olmadığınızı sizden duymak, sizin görüşleriniz hakkındaki bilgilerimi teyit etmek istemiştim ki yanlış yorumlarda bulunmayayım. Siz de evet kısıtlanabilir diyerek cevap vermişsiniz. İşte benim varmak istediğim nokta buydu, şimdi devam edeyim.
Peki özgürlükleri kısıtlayabilecek bu değerler nelerdir, neler olabilir; kıstas nedir, ne olmalıdır; bu kıstası kim belirler, kim belirlemelidir?
Alıntı:
Gelelim Atatürkçülük ve 6 ok meselesine. Artık bir çok yorumcu ve yazar Atatürkçülüğü 6 ok olarak anlamıyor ve 6 oktan bazılarının miadını doldurduğunu savunuyorlar. Atatürkçülüğün "çağdaş uygarlık düzeyine erişme" olarak algılanması gerektiği bu gün daha çok kabul gören muteber bir düşüncedir. Atatürkçülüğü 6 ok olarak anlayanlar sanırım CHP'lilerden ibaret kalacak gibi görünüyor. Ama 6 ok Atatürkçülüğü donduran, onu kalıp haline getiren bir düşüncedir.
Sayın Bilgili,
Daha önce de beyan etmiştim, ne Atatürk ne de Atatürkçülük 6 oktan ibaret değildir ancak 6 ilkesiz bir Atatürkçülük anlayışını kabul etmek de mümkün değildir. Eğer 6 ilke gerçek tanımıyla benimsenecek, uygulanacak olursa 6 ilkeden korkulması gereken bir durum söz konusu olmayacaktır. Zaten bu konunun açılma ve tartışılma nedeni de kavramların gerçek anlamları ile çarpıtılan anlamları üzerinde durarak, gerçek anlamlarının aslında herkes tarafından benimsenebilecek nitelikte olduğunu ortaya koymaktır. (Dayatma yok, biz sorumluluğumuzu yerine getirip gerçekleri ortaya koyalım yeter...)
Bir de Atatürkçülerin, Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü dogmalaştırdığı ileri sürülür hep, oysa genel itibarı ile böyle bir durum söz konusu değildir. Örnek vermek gerekirse; yukarıda devletçilik ilkesi üzerinde durduk ve dedik ki, devletçilik özel sektörün gücünün yetmediği, girmek istemediği ya da özel sektörün girmesinin kamu yararına aykırı olacağı durumlarda devlet müdahalesi, kontrolü, denetimi ya da desteğinin öne çıkmasıdır. Şimdi bu tanımı o zamanın şartlarına ve günümüz şartlarına uyarlarsak göreceğiz ki o dönemde özel sektörün gücünün yetmeyeceği bir çok faaliyete şu anda gücü yetmektedir. O halde kamu yararına aykırı değilse, özel sektör buyursun yapsın, buna kimsenin karşı olduğunu zannetmiyorum. Keza o dönemdeki kamu yararı ile şimdiki kamu yararı kavramını da tartışabiliriz. Nelerin kamu yararını ilgilendirdiği nelerin ilgilendirmediğini tespit etmek eminim ki çok zor değildir. Örneğin bir ülkenin tüm bilgi/işlem ağını oluşturan bir sistemin özel sektöre, yabancılara satılması kamu yararına ne kadar uygundur bunu tartışalım. Demek istediğim, devletçilik bitti, 6 ilke bitti demek yerine, "tanımları değiştirmeden, kavramları evirmeden, devirmeden" günümüz koşullarına uyarlayalım. Şimdi ben bu düşüncemle Atatürk ve ilkelerini dogmalaştırmış mı oluyorum? Bilakis, bu düşüncede olanlar aslında kendi tanımlarını dogmalaştırdığı için gerçekleri görmek istemiyorlar. "Devletçilik özel teşebbüse karşı çıkar" diyerek dogma haline getirdikleri devletçilik tanımını, bizlerin dogmalaştırdığını dile getirerek bu evirme, devirme işine katkı sağlıyorlar. Sağolsun varolsunlar...
Selamlar.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Son günlerde ateşli anayasa tartışmaları, bu forumda da tartıştığımız bazı kavramların da gündeme gelmesine neden olmaktadır.
YÖK Başkanı Erdoğan Teziç başkanlığında, Bülent Tanör, Süheyl Batum, Necmi Yüzbaşıoğlu, Fazıl Sağlam gibi akademisyenlerin 1992 yılında hazırladığı "Yeni Bir Anayasa İçin" başlıklı çalışmadaki şu ifadeler, Kemalizm, Atatürkçülük, liberal demokrasi gibi kavramlara yorum getirmektedir. Dikkatlere sunulur;
Bu çalışmada şöyel deniyor;
"Tek Parti döneminde devletin resmi idolojisini oluşturan Kenalis ilkeler, ulusal devletin yapılanmasında ve ulusal birliğin sağlanmasında bir aşamayı simgelemektedir.
Ancak, Atatürk'ün nihai hedefi Batı tipi liberal demokrasidir. Liberal demokratik rejimlerde devletin bir resmi idolojisi olamaz..."
Selamlar.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Sayın Bilgili,
Sıra madem liberalizme geldi, bu hususta tartışmaya başlamadan önce bir liberal demokrat olarak liberalizmin gerçek anlamını ve sizce varsa evrik anlamını sizden alabilir miyiz?
Not: Cumhuriyetçilik ve Devrimcilik ilkelerine değinme hakkımızı saklı tutuyoruz. :)
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Hemen uyarayım, öyle bir hakkı saklı tutamazsın Dilek... Tabi antidemokrat, darbe destekçisi olmayı göze alıyorsan o başka...
Çelik çomak oyununun da bir kuralı vardır, Oyunda iyiysen çomak birilerini rahatsız eder çelikle kafana bir süre sonra vururlar, işte bunun adı liberalizmdir...
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Harun Bey,muhteşem bir tanım, tuttum bunu. :o
Ne zaman bize sıra gelecek yahu?Abbas Bey yapın artık şu tanımı da sıra bize gelsin,bakın millet siz uykusuz kalmayasınız diye tükanı erken kapatıyor,siz de kuyrukta bekleyenleri düşünün biraz canım...:)
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Abbas Bey sürekli Taha Akyol'dan alıntı yapınca, ben de Özdemir İnce'den yapayım dedim.:o
Liberalizm, demokrasi, ideolojisiz Anayasa
KUŞKUSUZ, neo-liberallerin iddialarının aksine liberal demokrasiden başka demokrasiler de vardı. Liberal demokrasi, demokrasinin ne ilk ne de son menzili (aşaması).
Örneğin, "Sosyalist modelin çöküşünün ortadan kaldıramadığı bir şüpheye göre, bizim el üstünde tuttuğumuz demokrasi gerçek demokrasinin sadece bir gölgesidir." (Jacques Ranciere, "Siyasalın Kıyısında, S.49. Metis Yayınları)
* * *
"Bizim el üstünde tuttuğumuz demokrasi" kuşkusuz liberal demokrasiden başkası değil. Öyle de, liberal demokrasi, demokrasinin cemaatçi özü ile özel çıkarları düzenleyen görünmez elin hesapları arasında sıkışıp kalmıştır. İkisi arasındaki varsayılan birleşme aslında doğaya aykırıdır. Farazi birleşmenin dışında demokrasi ile bireycilik kendi zıt yönlerine, biri Mağrip’e, öteki Maşrık’a gider! Bu durumda ya demokrasi gereği bütün çıkarları kolektifleştireceğiz diyecekler ya da ağızlarındaki baklayı çıkartıp yekten demokrasi dediğimiz şeyin liberalizmden başka bir şey olmadığını söyleyecekler.
Yani ne sosyal demokrasi, ne de sosyalist demokrasi mümkün değil(!) El insaf!
* * *
Demokrasiyi, (1950’lerin ünlü hukuk hocalarından Prof. Dr. Bülent Nuri Esen’in deyişiyle) kakokrasi’ye indirgeyenlerin çapını aşan bir durumdur bu.
Liberalizm, demokrasiyi bir topluluğun bireysel çıkarlarına indirgemişse; liberalizm (kapitalizm) ile demokrasi aynı şey olmuşsa, artık her şey mümkündür. Demokrasiye de gerek yoktur, liberalizm her şeyi temsil eder. Ilımlı İslami de, ılımsız İslami de olabilir demokrasi, yeter ki düzen liberal ve kapitalist olsun! Ne var ki emperyalist olamayan kapitalizm bir fasafisodur.
Bu durumda, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, liberalizm de, kapitalizm de, demokrasi de fasafisodur. Adil olmayan seçim sistemi, antidemokratik partiler ve seçim yasası, çalışana verilmeyen grev hakkı, geçersizleşmiş kadın hakları; İslam’ın gündelik baskısı, eğitimin ve devlet kurumlarının dinselleştirilmesi, demokrasi kaftanı giydirilmiş kakokrasiye çok uygundur. Kemalizmin içeriğini iğdiş et, gerisi kolay(!) Dış borç artabilir, ödemeler dengesi bozulabilir, işçi ve köylü, bütün çalışanlar yoksullaşabilir! Oysa demokrasi bunun tersi için vardır; bunun tersi olduğu zaman demokrasi vardır!
* * *
Gelelim şu yeni demokrasinin temeli olacak olan, renksiz, kokusuz, ideolojisiz Yeni Anayasa’ya. Buna Liberal Anayasa diyorlar. Sözlüklere bakınca, liberal sözcüğünün altında liberalizm sözcüğünü görürüz. Liberalizm, yani serbest piyasa ekonomisinin ideolojisi. Fransızca sözlüklerde liberalizm sözcüğünün eşanlamlısı olarak kapitalizm ve bireycilik (individualisme) sözcükleri yer alır. Yeni Anayasa’yı hazırlayan hukukçu ekibine göre Kemalizm ideolojidir, ama liberalizm, kapitalizm ve bireycilik (individualisme) kesinlikle ideoloji (!) değildir. Böyle bir ekibe sıfır verilir; Hal ve Gidiş notu kırılır!
Kakokrasiyi demokrasi diye yutturmaya çalışan "gayri milli karma"ya bir soru: "İzm" takısıyla biten Kemalizm bir ideoloji imiş; peki aynı takıyla biten liberalizm, kapitalizm ve endividüalizm (bireycilik) nasıl oluyor da ideoloji olmuyor?
Özdemir İnce/Hürriyet
Ha bu arada, Sn. ilkine,
"kavram işçi sınıfına doğru düzgün indirilememiştir" ile "hiçbir zaman indirilememiştir " arasında oldukça büyük fark var. Yanlış anlaşılabileceği için düzeltmek gereği duydum.
Selamlar,
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Bu konu gene ihmal edilmiş, fırsattan istifade ben şu saklı tuttuğum haklarımı kullanayım bari... :)
Devrimcilik
Gerçek Anlamı : Çağın gerisinde kalan kurum/kuruluş ve uygulamalardan kurtularak yerine çağa uygun, ülkemizi ve milletimizi ileri medeniyet seviyelerine taşıyacak olanlarını getirmek, bunu bir yaşam biçimi haline getirerek değişimde sürekliliği sağlamaktır. Devrimcilik, yalnızca çağ dışı kurumları yıkmak, gerici uygulamalara son vermek, yerine çağdaşlarını kurmak ya da oluşturmak değildir. Milleti, modernleşmenin gerektirdiği yeni kurumlara, bilimin ve uygarlığın ışığında çağdaş değerlere kavuşturmaktır. Devrimcilik, devrim atılımlarını yalnızca biçimsel olarak dondurup anlamını, önemini ve amacını yitirenlerle mücadele etmektir.
Evrik Anlamı : Çoğu insanımız, devrimin yıkmaktan ibaret olduğunu düşünür çünkü devrimcilik ilkesi akıllara bu şekilde yerleştirilmiştir. Devrim, mevcut düzene ne olursa olsun karşı duruş, isyan, anarşi; devrimci ise ülkede dirlik ve düzeni bozan, isyankar, anarşist olarak tanımlanmaktadır. Atatürk'ün ölümünü izleyen ve günümüze kadar gelen süreçte devrim, devrimci ve devrimcilik kavramları evrilen bu anlamıyla ne yazık ki felaketlere, büyük acı ve kayıplara neden olmuştur.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Cumhuriyetçilik
Gerçek Anlamı : Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu yönetim şeklidir. Demokrasinin devlet yönetim şekline uyarlanmış halidir diyebiliriz. Çoğunlukçuluğu değil çoğulculuğu esas alır.
Evrik Anlamı : "Egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır. Demokrasi amaç değil, araçtır. Çoğunluk beni istedi, ben yaptım oldu, bitti. Benden olan özgürdür, benden olmayan sussun, kimse eleştirmesin." anlayışı.
Devrik Anlamı : Ilımlı İslam(cılık)
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Memleketimden kavram manzaraları
Türkiye'nin ne kadar garip bir noktaya geldiği ya da getirildiğni anlamak
için uzun uzadıya konuşmaya gerek yok.
AKP'nin yüzde 47'sine dahilsen çoğunluk,geride kalan yüzde 53'e dahilsen
azınlıksın...
Türbana destek için sokağa çıkarsan demokratik hak kullanıyorsun,türbana
karşı olduğun için Anıtkabir'e çıkarsan darbe çağrısı yapıyorsun.
PKK'nın taleplerini savununuyorsan demokratsın,üniter yapıyı savunursan
faşist.
Tarikatları savunursan ilericisin,lailkiği savunursan gerici...
Mustafa Kemal'e saldırırsan yenilikçisin,Mustafa Kemal'i savunursan
statükocu.
Taraf Gazetesi okuyorsan liberalsin,Cumhuriyet okuyorsan ulusalcı.
İbrahim Tatlıses'i dinliyorsan halkçısın,operaya gidiyorsan burnu büyük
seçkinci.
Orhan Pamuk'u savunuyorsan gerçekcisin,Fazıl Say'ı savunuyorsan korku
tüccarı...
Eskiden karışık durumları anlatmak için "at izi it izine" karıştı denilirdi.
Şimdi izler değil kavramlar karışıyor...
Tabii kafalar da...
Özay Şendir / Habertürk
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
1 Milliyetçilik
2 Ülkücülük
3 Ahlakçılık
4 İlimcilik
5 Toplumculuk
6 Köycülük
7 Hürriyetçilik Ve Şahsiyetçilik
8 Gelişmecilik Ve Halkçılık
9 Endüstri Ve Teknikçilik
Bu ilkeler de 9 Işık'a ait... Türban Ahlakçılık ilkesine, bir kez bile Türküm diyemeyenlere, Devletin kârlı kuruluşlarını satanlara koltuk değnekliği yapmak Milliyetçilik ilkesine, emekli subayların "tarifsiz düş kırıklığımızla" yazılı sitem eden çelengini parçalamak Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik ilkesine giriyor sanırım.
Ah bu milliyetçiler?!!! (bu nasıl evrilmiş ve devrilmiş milliyetçilikse- gerçi 1970'lerde 6. Filo olaylarında da kime hizmet ettikleri ve kimlerin yanında olduklarını göstermişlerdi) ve onlardan medet umanlar, Allah akıl , fikir ihsan etsin sizlere...
Selamlar,
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Şu çarpıtılmış Dini de konuşmanın zamanı geldi herhalde....
Sevgili Müslüman dindaşlarım, siz İslam dini deyince ne anlarsınız?
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Mesela: Din=siyaset midir?
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Mesela: Din=siyaset midir?
Kavramlar'ın dile getirdikleri, anladıklarımız bakış açımız, toplumsal yapımız. iktidar anlayışımız v.s. bir çok etken ile beraber anlam kazandıkları bir şeyler ifade ettikleri yukarıda yapılan tartışmalarla ortaya çıkmış görünüyor. Unutmayalım ki bu gün kullandığımız kavramsallaştırmalar, batı kökenli olup batı toplumsal siyasal yapılanmasının ortaya çıkardığı kavramlardır ve kendi içinde tutarlılık gösterirken, bizim toplumsal ve siyasal yapılanmamız içinde aynı tutarlılığı göstermemektedir. Temel yapı taşımız çok güçlü erk kültü çerçevesinde oluşan, dirlik ve düzene, özgürlüklerimizin sonuna dek kısıtlanmasına rağmen katlanan muhafazakar bir toplumsal yapı olduğumuz tartışma götürmez bir durumdur. Böyle bir toplumsal yapı içinde demokrasi'yi temsil ettiği öz ile beraber algılamak veya yaşatmak pek mümkün görünmüyor. Bu nedenledirki bir zamanlar, Kemalizmi ve yarattığı kurumları eleştiren, yeren kesimler bu gün kemalist ideoloji ve onun yarattığı kurumlara sarılır duruma gelmişlerdir, neden çok daha büyük bir tehlike söz konusu ılımlı islam, peki ılımlı islam doğu toplumlarının yaratımı bir ideal mi; yine hayır, sonuç olarak şunu söylemek istiyorum kavramlar ve belirttikleri olaylar çok etkenli ve tartışmasız belli bir noktayı ifade etmiyorlar. Çoğu kez içine düşülen elitist tutumun temel sebebi de budur maalesef. Konuşuyoruz tartışıyoruz ama badece kendimiz anlıyoruz çünkü bizim o kavramlara verdiğimiz bir anlam var, fakat karşımızdaki başka bir anlam veriyor, halk ise ne anlıyor hiç bilinmiyor, hoş pek kaale de alınmıyorlar zati, onlar adına onlara rağmen tartışılıyor kararlar veriliyor onlar adına demokrasi bu işte. Görülen o ki demokrasi proto halini hala aşamamış hala yunan site devletlerinde gibi özünde. :) Temsili demokrasi. direk demokrasi gibi tartışmalar işin özünü değiştirmiyor.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Din ve siyasete birbirene girince ulke Arabistana veya Iran doner, din ve siyaset tamamen farkli seylerdir, biri manevi biri maddi seydir, dolayisiyla ya ulkeyi siyaset ile yoneteceksin ki bunun laiklikdir. Din ve Devlet isleri ayridir, yada Irana donmemek icin caba gereklidir.
Ben diyorum laik Turkiye.
Laiklik cok onemli bir kavramdir.
Iyi dileklerimle.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Ne zamandır yazacağım , bir türlü fırsat olmadı.
Emre Kongar'dan bu alıntıyı , diğer bir forumda hidayete erip ermediğimi soran bir arkadaşıma ithaf ediyorum.:o
Selamlar,
DİN VE SİYASET
İnsanlık yerleşik kültüre geçtiğinde, yani Tarım Devrimi yaşanmaya başlayınca, tek tanrılı dinler siyasetin doğrudan aracı oldu.
Allah'ın emirleri, insanlara peygamberler ve onların takipçileri tarafından iletildi; insanlar dinlerine ve mezheplerine göre devletlere ayrıldılar.
Tarımla uğraşan yani köylülerden oluşan halk, yöneticisinin dinine ya da mezhebine tabi oldu.
Savaşlar, toprak edinmek ya da toprağı korumak için, ama Allah adına yapıldı.
Galip gelenin inancı, bu inancın egemen olduğu devlet, güçlendi ve büyüdü.
Din ya da mezhep, sadece devletlerin resmi kimliği değil, günlük yaşamın da düzenleyicisi oldu.
Hükümdarlar, dinlerin ya da mezheplerin başı sayıldıklarından, onlara karşı çıkanlar, Allah'a da karşı gelmiş muamelesi gördü.
Hıristiyanlıktaki ilk büyük bölünmenin Roma İmparatorluğu'nun parçalanması ile ortaya çıktığını, Müslümanlıktaki mezhepleşmenin ise Dört Halife dönemindeki Hz. Ali ile Muaviye arasındaki iktidar kavgasından kaynaklandığını herkes bilir. * * *
Anadolu-Türk Müslümanlığı, Arap Müslümanlığı'ndan değişiktir:
Daha insancıl, daha hoşgörülü daha farklıdır Anadolu insanının inancı.
Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türkler, yolda sadece Araplarla ve Arap İslamı ile değil, Maveraünnehir bölgesinde Hacı Bektaş-ı Veli gibi, Ahmet Yesevi gibi büyük din bilginleri ve düşünürler ile de tanışmışlar, hem bu nedenle, hem de Osmanlı'nın bir Cihan İmparatorluğu olmasının getirdiği zorunluluklarla, hümanizm ve tolerans çizgilerinde daha derin ve farklı bir yapı geliştirmişlerdir. * * *
Bugün dünya üzerinde bir tehdit olarak algılanan İslamcı terör olgusunun, Anadolu İslam'ı ile uzak yakın bir ilgisi yoktur.
Bu terörün kökleri, gerek eski gerekse yeni, bir takım siyasal hareketlere öncülük eden Arap İslamı'nda yatmaktadır.
Ne yazık ki ABD öncülüğündeki çağdaş, evrensel dinci siyaset, hem Hıristiyanlık hem de Müslümanlık açılarından köktenci yaklaşımı benimsediği için, El Kaide terörü ile Bush yayılmacılığı birbirini destekler hale gelmiştir.
Ve yine ne hazindir ki, Türkiye de bundan etkilenmiş, Anadolu'nun o engin hoşgörüye, derin bir insan sevgisine dayalı dini inanç ve uygulamaları, katı ve şiddete dönük yorumların önünde geriletilmiştir. * * *
Ekonomide bir kural vardır:
"Kötü para iyi parayı kovar" denir.
Her toplumda değil ama dinin siyasete alet edildiği toplumlarda, inanç ve ideoloji dünyasında da "Sert inanç, yumuşak inancı kovmaktadır." * * *
Bir din-tarım imparatorluğu olan Osmanlı'nın toplumsal ve kültürel mirası üzerine, laik ve demokratik bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemi, ne yazık ki "Soğuk Savaş"ın başlaması ve Türkiye üzerindeki Sovyet taleplerinin ortaya çıkmasıyla, 1945'ten başlayarak bir duraklama ve gerileme sürecine girmiştir.
İşte Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinin, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay baskını ile Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin'in öldürülmesinin ve Malatya'da gırtlağı kesilerek katledilen üç kişinin ardında bu gerçekler yatmaktadır.
Sorun, ne Müslümanlıktadır, ne dinde ne de dindarlarda: Sorun, dini politikaya alet eden, dinci politikacılardadır.
Emre KONGAR
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Bence artik kendimize zor soruyu sormamiz gerek. CHP ne kadar laik ve kadar laikligi savunabilir veya TSK ne kadar laik ve nekadar laiklilgi savunabilir. Simdiye kadar biz laikler ya CHP nin veya TSK arkasina saklandik durduk goruldugu gibi bu sorunu cozmedi. CHP gecmiste senelerce iktidar bulunmasina ragmen bu ulkede doktordan cok din gorevlisi var olma gercegini degistirmedi. Yada en fazla imamhatip okulu TSK nin iktidarda oldugu 12 eylulde acilmis oldugu gercegi ortadadir. Saygilarimla.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Tek parti dönemi sonrası T.C. hükümetleri ve ülkenin geldiği nokta....
Süreler de dikkate alınırsa, bu noktada olmamızın sorumluları kimler sizce?
60- II. R.Tayyip Erdoğan Hükümeti (22.07.2007- )
59- I. R.Tayyip Erdoğan Hükümeti (14.03.2003 - 22.07.2007)
58- I. Abdullah Gül Hükümeti (18.11.2002 - 14.03.2003 )
57- VI. Bülent Ecevit Hükümeti (28.05.1999 - 18.11.2002 )
56- V. Bülent Ecevit Hükümeti (11.01.1999- 28.05.1999)
55- III. Mesut Yılmaz Hükümeti (30.06.1997-11.01.1999 )
54- Necmettin Erbakan Hükümeti (28.06.1996-30.06.1997)
53- II. Mesut Yılmaz Hükümeti (06.03.1996-28.06.1996)
52- III. Tansu Çiller Hükümeti (30.10.1995-06.03.1996)
51- II. Tansu Çiller Hükümeti(05.10.1995-30.10.1995)
50- I. Tansu Çiller Hükümeti (25.06.1993-05.10.1995)
49- VII. Süleyman Demirel Hükümeti (21.11.1991-25.06.1993)
48- I. Mesut Yılmaz Hükümeti (23.06.1991-20.11.1991)
47- Yıldırım Akbulut Hükümeti (09.11.1989-23.06.1991)
46- II. Turgut Özal Hükümeti (21.12.1987-09.11.1989)
45- I. Turgut Özal Hükümeti (13.12.1983-21.12.1987)
44- Bülend Ulusu Hükümeti (20.09.1980-13.12.1983)
43- VI. Süleyman Demirel Hükümeti (12.11.1979-12.09.1980)
42- III. Bülent Ecevit Hükümeti (05.01.1978-12.11.1979)
41- V. Süleyman Demirel Hükümeti (21.07.1977-05.01.1978)
40- II. Bülent Ecevit Hükümeti (21.06.1977-21.07.1977)
39- IV. Süleyman Demirel Hükümeti (3l.03.1975-21.06.1977 )
38- Sadi Irmak Hükümeti(17.11.1974-31.03.1975)
37- I. Bülent Ecevit Hükümeti(26.01.1974-17.11.1974)
36- Naim Talu Hükümeti (15.04.1973-26.01.1974)
35- Ferit Melen Hükümeti (22.05.1972-15.04.1973)
34- II. Nihat Erim Hükümeti (11.12.1971-22.05.1972)
33- I. Nihat Erim Hükümeti (26.03.1971-11.12.1971)
32- III. Süleyman Demirel Hükümeti (06.03.1970-26.03.1971)
31- II. Süleyman Demirel Hükümeti (03.11.1969-06.03.1970)
30- I. Süleyman Demirel Hükümeti (27.10.1965-03.11.1969)
29- Suat Hayri Ürgüplü Hükümeti (20.02.1965-7.10.1965)
28- X. İsmet İnönü Hükümeti (25.12.1963-20.02.1965)
27- IX. İsmet İnönü Hükümeti (25.06.1962-25.12.1963)
26- VIII. İsmet İnönü Hükümeti (20.11.1961-25.06.1962)
25- II. Cemal Gürsel Hükümeti (05.01 .1961-20.11.1961)
24- I. Cemal Gürsel Hükümeti (30.05 .1960-05.01.1961)
23- V. Adnan Menderes Hükümeti (25.1 1.1957-27.05.1960)
22- IV. Adnan Menderes Hükümeti (09.12.1955-25.11.1957)
21- III. Adnan Menderes Hükümeti (17.05.1954-09.12.1955)
20- II. Adnan Menderes Hükümeti (09.03.1951-17.05.1954)
19- I. Adnan Menderes Hükümeti (22.05.1950-09.03.1951)
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Bu konuya küçük bir katkı da benden olsun. Her kavramı bilinçli bir şekilde menfaatleri doğrultusunda evirip çevirip deviren bir kesim, şimdi de türban siyaseti üzerinden, temel hak ve özgürlükler ile bu hak ve özgürlüklerin kullanılması, sınırlandırılması gibi kavramlar üzerinde oynamaktadır. Ben de bu konuya değineyim.
Başlamadan önce, çoğunluk tarafından benimsendiği gibi benim de benimsediğim, Sayın meslektaşım Dilek Hanım tarafından, Kemalizm doğrultusunda yapılmış olan laiklik kavramını hatırla(t)mak istiyorum, çünkü konunun laiklik ilkesi ile direkt olarak bağlantısı bulunmaktadır.
“Genel anlamıyla laiklik, devletin yönetim biçiminde hiçbir dini/mezhebi referans almaması, tüm dinlere/mezheplere eşit mesafede durması, dinler/mezhepler arasında ayrım yapmaması ve dine/mezhebe göre ayrımcılık yapmaması, dinler/mezhepler karşısında tarafsız olması anlamına gelir. Kısaca din işlerinin devlet işlerinden ayrılması olarak bilinir. Laiklik ilkesine göre devlet, dini kişisel bir olgu olarak kabul eder ve kişilerin sadece maddi yönüyle ilgilenir vicdani yönüyle ilgilenmez, devletin dini yoktur fakat halkın din ve vicdan hürriyeti için her türlü önlemi de alır. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte devlet, dinlerin ve ibadetlerin kamu düzenini bozmasını önlemekle, gerekli tedbirleri almakla da yükümlüdür.”
Bilindiği üzere, yazılı ya da yazılı olmayan yasalar, anayasalar kısacası tüm normlar, hukuk, tek bir nedenle doğmuştur, o da “Kamu düzenini sağlamak, korumak” tır. Devlet, yönetim şekli ne olursa olsun temel hak ve özgürlükleri korumak zorunda olduğu gibi; kamunun düzenini, güvenliğini, asayişini de korumak zorundadır. Kamu düzeni kavramı ile temel hak ve özgürlükler, toplumun yapısına, devletlerin yönetim şekline göre değişebilir ancak devletin asli görevi hiçbir zaman değişmez. Din ile yönetilen devlet de, krallıkla yönetilen devlet de, Cumhuriyet rejimi ile yönetilen devlet de kamu düzenini sağlamakla yükümlüdür. Kamu düzenini sağlayamayan bir devlet, bir müddet sonra otoritesini, tüm unsurlarını yitirmeye başlar ve sonunda da yıkılır ya da dağılır.
Laiklik ilkesini benimseyen devlet de, kişilerin din ve vicdan özgürlüğünü sağlamak ve korumakla yükümlüdür. Hiçbir ayrım ve menfaat gözetmeksizin, kişilerin dinlerini ve inançlarını istedikleri gibi yaşayabilecekleri ortamı onlara sunmak, bunu yaparken tüm inançlara eşit mesafede durmak, inançlı-inançsız, mezhep, din ayrımı gözetmemek zorundadır. Laik devlet, kişilerin dinine, dini yaşayış biçimine, ne yazılı yasalarla demokratik (!) yollardan ne de mahalle baskılarına göz yumarak antidemokratik yollardan müdahale etmemelidir. Laik devlet, kimseye sözle ya da eylemle baskı, müdahale ve telkinde bulunmamalıdır. Örneğin kimseye “Namaz kılmalısın, oruç tutmalısın, Müslüman olmalısın…” gibi, ya da Müslüman olan bir kişiye “Hristiyan olmalısın, haç taşımalısın…” gibi baskı ve dayatmada bulunamaz. Laik devlet, belli bir gruba, inanca karşı yakınlık göstermemeli, görevlerini ve yükümlülüklerini tarafsız olarak yerine getirmeli, dini ve vicdani konuların siyasete alet edilmesine izin vermemelidir. Yine laik devlet, insanların dini yaşayış şekline de müdahale etmemelidir. Örneğin, hiç kimseye “Müslümansan başını örtmelisin.” diyemeyeceği gibi yine hiç kimseye “Başını açmalısın.” da diyemez, diyememelidir.
Şu kadar ki; hiçbir temel hak ve özgürlük de kamu düzenini bozmamalıdır. Örneğin; ifade özgürlüğünü ele alacak olursak, kimse bir diğerinin düşüncesine sınır koyamaz, ancak düşünceyi ifade etme şekli açıkça yasalara aykırı ise, bir başkasının özgürlüğünü kısıtlıyor, kişiliğe saldırı niteliği taşıyorsa devletin yetkili organları eli ile müdahalede bulunma hakkı doğar. Bu da kamu düzeninin sağlanması, korunması amacı güder. Devlet müdahale etmediği takdirde kamu düzeni sağlanamaz, anarşi ve hukuk dışılık baş göstermeye başlar. Bu da otorite boşluğu yaratarak devleti devlet olmaktan çıkarır.
Türban konusunu da bu açıdan değerlendirmekte fayda bulunmaktadır. Elbette türbana ya da örtünmeye müdahale etmek, din ve vicdan özgürlüğüne ket vurmak demektir. Ancak kamu düzenini sağlamakla yükümlü olan devlet, türban kamu düzenini bozuyorsa müdahale etmek, kamu düzeni ve kamu yararı gerektirdiği takdirde sınır koymak zorundadır. Türbanın ülkemizde kamu düzenini bozup bozmadığı (ya da bozabilip, bozamayacağı) hususunu yorumlarınıza bırakıyorum, amacım polemik yaratmak değil sadece düşünmeye ve olayları her iki taraftandan değerlendirmeye sevk etmek. (Nacizane)
Bu konu ile bağlantılı olarak “Demokrasilerde kamu düzeni, kişi hak ve özgürlüklerine feda edilebilir mi?” sorusunu yöneltiyor, yanıtını da “demokrasi” kavramını irdeleyecek olan arkadaş(lar)a bırakıyorum.
Saygılarımla.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
turkuaz1923 rumuzlu üyeden alıntı
Demokrasi=Medya Destekli Azınlık Diktası
demiş bir üyemiz ironi yaparak, sahi şu demokrasiyi de bir masaya yatıralım Burçak Hanım'ın isteği üzerine;
Mesela demokrasi deyince, kendini ortadan kaldırmaya yönelik eylemlere , özgürlük adına trene bakar gibi bakar mı bu demokrasi dedikleri, Batı demokrasilerinde öyle örnek var mıdır? Daha doğrusu öyle örnekler geçmişte yaşanmıştır Hitler, Mussolini vb... Bugün Batı toplumlarındaki demokrasi kendini hangi sigortalarla korumaya almıştır falan, filan... Liberallerin anladığı demokrasi ile hep örnekledikleri Batı tarzı demokrasi gerçekten birbirinin aynı mıdır? Batıdaki liberallerle bizim toplumun liberalleri gerçekten aynı dili mi konuşur? Bizim liberaller Batıya gittiklerinde adamdan sayılırlar mı? (Belli cemaatlerin toplantıları dışında)
Evet soru bol, şu demokrasiyi de bir tarifleyelim de faşist olmaktan kurtulalım.:o
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi forumu "demokrasi"ye gelince hız kesmiş görünüyor, oysa bu ülkede demokrat sayısı ülke nüfusunun bile üzerinde...
İnceden inceye kıl olacaklarını bilerek bizim liberal demokratlara bir Özdemir İnce köşe yazısı ekleyeyim.
Eski Türklerde demokrasi ve milli irade
’İBN Fazlan (Fadlan) Seyahatnámesi’ benim kült kitabımdır. 1983 yılında Paris’te Fransızcasını (Voyage chez les Bulgars de la Volga, Ed. Papyrus) da bulmuş, bütün dostlarıma satın aldırmıştım. Kitaptan kısaca söz edeceğim, çünkü konu başka.
Ibn Fazlan (Faldan), Abbasi halifesi Muktedir-billah’ın 920-921 yıllarında Bulgar hükümdarı İlteber Almuş’a gönderdiği sefaret heyetinde yer alan bir divan kátibiydi. Sefaret heyetinin geçtiği Türk topraklarında gördüklerini seyahatnamesine yazmıştı. Bu küçük kitap Türk tarihi bakımından çok önemli kaynaklardan biridir. Zeki Velidi Togan kitabın tek nüshasını 1923 yılında Meşhed kütüphanesinde buldu. Bundan sonra Yahudilik tarihi biraz değişti.
Kitabın bendeki nüshası Bedir Yayınevi tarafından 1975 yılında yayınlanmış. Yeni bir çeviri de "Bin Yıl Önce Türkler ve Ötekiler" adıyla İstiklal Kitabevi tarafından yayınlandı.
Şimdi birlikte okuyalım:
AKILLARINA BAŞVURURLAR
"Bu dağdan geçtikten sonra Oğuzlar diye bilinen bir Türk kabilesinin bulunduğu yere ulaştık. Onlar, kıl çadırlarda oturan ve konup göçen yörüklerdi. Göçebelerde ádet olduğu gibi sık sık yer değiştirdikleri için yer yer onlara ait çadırlar görülüyordu. Çok güç şartlar altında yaşıyorlardı. Bunlar yolunu kaybetmiş eşekler gibidirler. Bir dine inanmazlar, işlerinde akıllarına başvururlar. Hiçbir şeye ibadet etmezler. Aksine büyüklerine Rab derler. İçlerinden biri reisine bir şey danışırsa, ona ’Ey Rabbim, şu hususta ne yapayım’ der. Aralarındaki işleri meşveretle hallederler. Bununla beraber bir şeyde ittifak edip onu yapmaya karar verirlerse, içlerinden en aşağı ve en değersiz olan biri gelip ittifaklarını bozabilir." (S.30)
İbn Fazlan’ın atalarımla ilgili yaptığı bu tanım gururlandırıyor beni. Siz onun Oğuzları başı boş eşeklere benzettiğine bakmayın. Oğuzların özgür ruhlarını, özgür tavırlarını anlamamış. Dinsiz dediğine de bakmayın, o zamanlar Türkler Şaman dinine inanmaktaydı, Uygurlar da Mani dinine (Manikezime) inanıyorlardı.
Önemli saptamalar var: İşlerinde akıllarına başvurmaları. Bir de demokrasi anlayışları. Bir tek oy bile çoğunluğun oy toplamına eşit. Yani atalarımız Oğuz Türklerinin "milli irade" denen safsataya en küçük bir saygıları yok. Gerçek demokratlar. İslamcılar anlayamaz!
Bir süre sonra Müslüman olup demokrasi aşklarından uzaklaşacaklar ve 150 yıl sonra Anadolu’ya gelecekler.
Siyasetnáme adlı kitabımda bu "çocuk atalarım"a övgüler düzmüşümdür.
DEMOKRAT ATALARIM
İbn Fazlan’ın kitabı, Doğu Avrupa’nın Eşkenaz toplumunu oluşturan Musevi Hazar Türkleri için çok önemlidir. Arthur Koestler, İbn Fazlan ve Zeki Velidi Togan’dan yola çıkarak "On Üçüncü Kabile" adlı kitabını yazdı. Bu kitap bir zamanlar İsrail’de yasaklanmıştı.
Yazımı İbn Fazlan’ın Oğuz kadınlarının iffetleriyle ilgili gözlemini aktararak bitirmek istiyorum: "Kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmazlar. Aynı şekilde, kadın, vücudunun hiçbir yerini insanlardan gizlemez." (S.31)
Neoliberal ve eski solcuların (!), türbansız ve "milli irade"yi umursamayan demokrat atalarımdan öğrenecekleri çok şey var. Çünkü hiçbiri İbn Fazlan’ı okumamıştır!
Özdemir İNCE /Hürriyet
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Sayın Gür , Sayın Yüksel
Ben Sn Garnitüre bu konuda hak vermek istiyorum. Malesef birbirimizi ağırlamaktan öteye bir gelişim gösterebildiğimizi düşünemiyorum. Kısır çekişmelerle geçen yıllarımız heba olmuş durumda... Aslında hepimiz Türkiye adı verilen kutsal topraklarda yaşıyor ve Türklüğümüzle övünç duyuyoruz. İçeride de "sencilik, bencilik" le bir birimize kin besliyoruz. Hatta yabancı ülkeyi ziyaret ettiğimizde Türkiye ve Türk insanını kötülemek amaçlı bir resim, bir tablo, bir afiş, .... vb bir haber gördüğümüzde hemen konu edilen kısım "tuu, k..." olarak gruplar arasında paylaşıma açılıyor. Daha bir kaç gün önce Fransa'yı turlayan bir vatandaşımızın, orada gördüğü bir resim ve altındaki yazıyı internet ortamında paylaşıma açmış olduğu ve fotoğrafa konu olan kişileri durumlarından dolayı eleştirdiği gibi... Bazen düşünmüyor da değilim! Hırsızın hiç mi suçu yok?
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Tek parti dönemi sonrası T.C. hükümetleri ve ülkenin geldiği nokta....
Süreler de dikkate alınırsa, bu noktada olmamızın sorumluları kimler sizce?
Demokrasi
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
emesen rumuzlu üyeden alıntı
Süreler de dikkate alınırsa, bu noktada olmamızın sorumluları kimler sizce?
Demokrasi
Yanlış yanıt...
58 yılın neredeyse 50 yılı dini siyasete alet edenler, dağdaki çobanı sahiplenir görünüp ona en büyük kötülüğü edenlerin iktidarlarında geçmiş.
Ülkenin ve vatandaşların içinde bulunduğu durum dikkate alınırsa, "milli irade" hata mı yapmış, "milli irade"de bir yamukluk mu var nedir?
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Şu "milli irade" ne menem bir şeymiş ona da gelelim. Bugün bir milletvekili aklıma getirdi. Diyor ki özetle: "411 vekilin iradesini 9 kişi gaspetti "
Bu ülkede 550 milletvekilinin tamamı "artık bu ülke şeriat ile yönetilecek" derse ne olur sizce?
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Mehveş Evin/Akşam
Önemli bir jargon değişikliği bu.
Türban üzerinden laiklik, kapatma davası üzerinden demokrasi,
Anayasa Mahkemesi’nin kararı üzerinden hukuk devleti tartışmalarının göbeğinde, yandaş medya tartışması yer alıyor çünkü.
Peki hangi ara İslamcı basın, yandaş medyaya dönüştü?
Bu geçiş, nasıl ve neden oldu?
1. ‘İslamcı basın’ deyince ilk akla gelen, şeriat düzeni arzulayan, Cumhuriyet düşmanı, koyu dindar bir medya... Ancak bu klasmandaki tek örnek, promosyon olarak okurlarını umreye götüren Vakit!
2. AKP iktidarının edindiği ekonomik güç, medyada çok hızlı bir güç değişimine yol açtı. Haliyle AKP yanlısı medya kurumlarına ‘İslamcı basın’ demek, hem yanlış hem de aralarındaki maddi-manevi göbek bağını anlatamadığı için, yetersiz kaldı.
3. Laik kesim ‘İslamcı basın’ diyerek, aslında Batılı mizanpajından yazar yelpazesine, modern olduklarını kanıtlamak için en az AKP kadar didinen muhafazakâr medyayı şu mantıkla aşağılıyordu: ‘Ne kadar uğraşırsan uğraş, İslamcısın, İslamcı kalacaksın!’
4. Zaman, Yeni Şafak, Star gibi gazeteler, sırf muhafazakâr Müslüman kimliğinin altını çizselerdi, belki hâlâ İslamcı basın olarak anılırdı. Ancak yayın politikaları, sadece ve sadece iktidara alkış tutmaktan ibaret oldu. Bu anlamda ‘yandaş medya’ tanımı, bir gazeteci için ‘İslamcı basın’ olarak anılmaktan çok daha ağır: ‘Kartel medyası’ ve ‘merkez medya’ diye yıllarca suçladıkları, iktidar çevreleriyle yakın ilişkiler içinde olan gruplardan ne farkları kaldı?
5. Bu noktada yandaş medyanın kadın gazeteci figürlerine bakmakta fayda var: Hem sayıları çok az hem de yüzde 90’ı başörtülü.... Merkez medyada, türbanlı olmadığı halde başörtüsü serbestisini dibine kadar savunan kadın ve erkek yazarlar mevcut. Ancak yandaş medyada aksini söyleyen kimseye yer verilmiyor. En yakın örneği, Alev Alatlı’nın Zaman gazetesinde yayınlanmayan türban yazısı.
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Şu "milli irade" ne menem bir şeymiş ona da gelelim. Bugün bir milletvekili aklıma getirdi. Diyor ki özetle: "411 vekilin iradesini 9 kişi gaspetti "
Bu ülkede 550 milletvekilinin tamamı "artık bu ülke şeriat ile yönetilecek" derse ne olur sizce?
Sabah olur Sayın Gür:) Her şeyin bir rüya olduğunu anladıklarında eminim ki üzülebilirler ama , sabah olur, güneş doğar, herkes tıpış tıpış işlerine koşuşur. Yeni bir gün başlar...
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Yanlış yanıt...
..........................
Ülkenin ve vatandaşların içinde bulunduğu durum dikkate alınırsa, "milli irade" hata mı yapmış, "milli irade"de bir yamukluk mu var nedir?
7 Eylül 1946 Cumhuriyet tarihinin ilk büyük devalüasyonu yapıldı. Bir Amerikan Doları'nın değeri 131.5 kuruştan 280 kuruşa yükseltildi. (7 Eylül kararları)
19 Şubat 1947 Türkiye, Uluslararası Para Fonu'na (IMF) kabul edildi.
-Haziran 1947'de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önerdi.
Marshall Planı; buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinasını içeriyordu. Türkiye dahil, 16 Avrupa ülkesinin üyeleri 22 Eylül'de Amerika'ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948'de Dış Yardım Kanunu'nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshsall planı, Sovyetler ve onun uydularına da açık olmakla birlikte, Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler. Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Avrupa'daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14'lük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948'de Avrupa Ekonomik işbirliği Teşkilatı'nı kurdular."
http://tr.wikipedia.org/wiki/Marshall_Plan%C4%B1
Atatürkümüz' ün zamanında ekonomik göstergeler nasıldı ?
Yıllar 1923-1938 1938-1950
Büyüme 7.8 1.2
Enflasyon -2 13.5
"Tablo incelendiginde Atatürk döneminin mucizevi basarisi görülecektir.
Devlet Istatistik Enstitüsünün verilerine dayanarak hazirlanan 9 Nisan 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde verilen haberde aynen sunlar söylenmekteydi:
"Türkiye eger Atatürk dönemindeki %7.8 lik yillik büyüme hizini devam ettirseydi 2000 yilinda kisi basina düsen milli gelir 19.968 dolar olacakti. Bu rakam da Türkiye'ye Ingiltere, Italya sevilerinde bir yasam seviyesi sunacakti. Bir diger ifadeyle Türkiye, Atatürk'ün hedef gösterdigi çagdas medeniyet seviyesine ulasacakti. Gayri safi Milli Hasilasi da 201.2 milyar dolar yerine 1 trilyon 327.2 milyon dolar ve ABD, Japonya, Almanya ve Fransa ardindan dünyanin besinci büyük ekonomisi olacakti."
Saygılar
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
Harun Gür rumuzlu üyeden alıntı
Bu ülkede 550 milletvekilinin tamamı "artık bu ülke şeriat ile yönetilecek" derse ne olur sizce?
Bunu "hırsızlar" düşünsün derim...
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
Alıntı:
emesen rumuzlu üyeden alıntı
7 Eylül 1946 Cumhuriyet tarihinin ilk büyük devalüasyonu yapıldı. Bir Amerikan Doları'nın değeri 131.5 kuruştan 280 kuruşa yükseltildi. (7 Eylül kararları)
19 Şubat 1947 Türkiye, Uluslararası Para Fonu'na (IMF) kabul edildi.
-Haziran 1947'de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önerdi.
Marshall Planı; buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinasını içeriyordu. Türkiye dahil, 16 Avrupa ülkesinin üyeleri 22 Eylül'de Amerika'ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948'de Dış Yardım Kanunu'nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshsall planı, Sovyetler ve onun uydularına da açık olmakla birlikte, Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler. Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Avrupa'daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14'lük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948'de Avrupa Ekonomik işbirliği Teşkilatı'nı kurdular."
http://tr.wikipedia.org/wiki/Marshall_Plan%C4%B1
Atatürkümüz' ün zamanında ekonomik göstergeler nasıldı ?
Yıllar 1923-1938 1938-1950
Büyüme 7.8 1.2
Enflasyon -2 13.5
"Tablo incelendiginde Atatürk döneminin mucizevi basarisi görülecektir.
Devlet Istatistik Enstitüsünün verilerine dayanarak hazirlanan 9 Nisan 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde verilen haberde aynen sunlar söylenmekteydi:
"Türkiye eger Atatürk dönemindeki %7.8 lik yillik büyüme hizini devam ettirseydi 2000 yilinda kisi basina düsen milli gelir 19.968 dolar olacakti. Bu rakam da Türkiye'ye Ingiltere, Italya sevilerinde bir yasam seviyesi sunacakti. Bir diger ifadeyle Türkiye, Atatürk'ün hedef gösterdigi çagdas medeniyet seviyesine ulasacakti. Gayri safi Milli Hasilasi da 201.2 milyar dolar yerine 1 trilyon 327.2 milyon dolar ve ABD, Japonya, Almanya ve Fransa ardindan dünyanin besinci büyük ekonomisi olacakti."
Saygılar
Sn. emesen,
Wikipedia'dan aldığınıza göre konu hakkında fazla bilgi sahibi olmadığınızı iyiniyetle düşünüyorum. Yoksa yazdıklarınız ajitasyon olarak nitelendirilebilir.
1923-1938 arasındaki göstergelerle, 1938-1950 arası göstergeleri karşılaştırmanızı da tebessümle izlememek elde değil... 1939-1945 arası koca 2. Dünya Savaşı hiç olmamış demek ki bu dünyada ve ekonomiler hiç ama hiç etkilenmemişler bu dünyanın bu güne kadar gördüğü en büyük savaştan...1945 ile başlayan soğuk savaş da bizi hiç etkilememiş olsa gerek size göre...
Marshall Yardımı iş olsun diye veya basiretsizlikten alınan bir yardım değildir. Biraz da Sovyet korkusundan bile bile lades denilerek alınan bir yardımdır?!!! 1950'ye kadar alınan yardım Hazinece karşılığı olan (altın olarak karşılığı vardır) ve uygun yerlerde kullanılan finansmanı içerir. Ancak 1950'den sonra bu yardım?!!! yerli yerinde kullanılmamış, toprak ağalarını daha da zengin edecek finansal kaynak olarak çarçur edilmiştir. Savaş boyunca T.C. altın stokunun nereden nereye geldiğini ve 1950 sonrasında nasıl yerlerde süründüğünü bir incelerseniz daha doyurucu olur.
Kaldı ki, Atatürk sonrası 1950'ye kadarki dönemde o söylediğiniz ekonomik rakamlara ulaşılması da kolay olmuş değildir. Bunun için " Milli Korunma Kanunu", amacı doğru ancak uygulaması çok kötü "Varlık Vergisi", nihayet bulamayan ve olması gerektiği şekilde uygulanamayan (1950 sonrası siyasetçi denilen toprak ağalarının o zamanki baskısı ve partiyi terketmeleri sonucunu doğurmuştur.) "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu" olmasaydı o 1938-1950 rakamlarını 2 ile çarpmanız gerekirdi. Hele ki İnönü güçlü bir irade gösteremeyip, partideki Alman yandaşlarına kapılıp Almanya'ya müttefik olsaydı varın siz düşünün sonumuzu... Savaşa girmedik ama seferberlik ilanı sonucu girmiş kadar olduk. Bizim o dönem üretimimiz ve ihracatımız tarım ürünleri üzerineydi. Köylü silah altındaydı, kim ekecek, kim biçecek? Nasıl bir ekonomik büyüme bekliyordunuz siz o ekonomiden? Savaşa giren ülkelerin 1938-1950 arası ekonomik göstergeleri nasıldı acaba?;) Ha bu arada Marshall Yardımı alan diğer ülkeler İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç nasıl oldu da bellerini doğrulttular?
Neyse ben bazı ipuçları vereyim siz biraz daha araştırıp inceleyin, konjonktür nerelerden nerelere gelmiş diye...
Tahran Konferansı
Kahire Konferansı
Yalta Konferansı
Postdam Konferansı
4 Ağustos 1958 kararları
Selamlar,
-
Re: Kavramların evrilmesi ve nihayetinde devrilmesi
[quote=Harun Gür;189373]Şu "milli irade" ne menem bir şeymiş ona da gelelim. Bugün bir milletvekili aklıma getirdi. Diyor ki özetle: "411 vekilin iradesini 9 kişi gaspetti "
Bu ülkede 550 milletvekilinin tamamı "
NELER mi? O kadar çok ki!..Örneğin, 2008’de çıkan bir yasaya göre; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne (TOBB) bağlı oda ve borsalarda "genel sekreter" olabilmek için "Zimmet, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, kaçakçılık, vergi kaçakçılığı veya haksız mal edinme suçlarından hapis cezasına mahkum olmak" koşulu aranıyor!.. (Bkz. 8.2.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 5728 sayılı Yasa).
Yanlış okumadınız "Mahkum olmamak" değil "mahkum olmak" gerekiyor.
FIKRA GİBİ
"Bu nasıl olur?" diye soranlar için açıklayalım.
Yasa tasarısı hazırlanırken "olmamak" sözcüğü yanlışlıkla "olmak" diye yazılıyor.
Adalet Bakanlığı Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nden çıkan bu tasarı;
Adalet Bakanı, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü, Bakanlar Kurulu, TBMM Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğü, TBMM Adalet Komisyonu, TBMM Genel Kurulu, Cumhurbaşkanlığı Kanunlar ve Kararlar Dairesi, Cumhurbaşkanı Hukuk Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanı onayı dahil, 10 aşamadan geçip yasalaşıyor.
Olayı aylar sonra Av. Remzi Özmen fark ediyor.
Şimdi, yeni bir yasa çıkartıp "olmak" sözcüğünün, "olmamak" şeklinde değiştirilmesi gerekiyor.
HANGİ BİRİSİ
- Şubat 2008’de kabul edilen 5728 sayılı Yasadan bir bölüm;
"Bilamüsaade mecraların tarefeyn süddelerinde fetha ve mehaz küşat edenler ile süddeler üzerinde tarik ihdas eyleyenler..." (Ne anladınız?)
- Daha önce yazdık. Adalet Bakanlığı’nın hakimlik sınavı ile ilgili ilanında "damga pulu yapıştırılmış dilekçe" ile başvuru isteniyordu. Oysa, dilekçeye damga pulu yapıştırma olayı 1985’de kaldırılmıştı. Aradan 20 yılı aşan süre geçmişti ama Adalet Bakanlığı farkında değildi!..
- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da "doktor ve eczacı" alımı ile ilgili ilanında; Anayasa, İdare Hukuku, Muhasebe Uygulamaları ve Vergi konularından sınav yapılacağını açıklıyordu. Oysa tıp ve eczacılık fakültelerinde, bu dersler okutulmuyordu!..
Ne dersiniz, "Bunlar Patagonya’da mı hazırlanıyor?" diye sormakta haksızmıyız?
Şükrü Kızılot 15/Haziran/2008 Hürriyet
M.E.Sezen. Padisah'tan gelen evrakları incelemeden okumadan 10 aşamadan geçip yasallaşmasında yatıyor buna hayır diyenler kötüleniyor bütün sorun burda yatıyor bu bile odaklaşmanın belirtileridir.