YENİ BİR ULUSLAR ARASI HUKUK DİLİ YARATABİLİR MİYİZ?

İnsanı anlamak ve ona yaklaşmakta Batı ile Doğu her zaman birbirinden farklı metotlar izlemiştir. Oysa devletlerarası ilişkiler bütün dünyada üç aşağı beş yukarı aynı davranış kodlarıyla yürütülür. Son tahlilde o bildik sokak kabadayılığı her zaman işe yaramıştır çünkü. Diplomasının nazik bir dili olduğunu varsaysak bile, aslında bunun bir aldatmaca olduğunu hepimiz biliriz.

Her konuda birbirinden ayrışan toplumlar, neden sıra savaşa geldiğinde aynı saldırgan dili kullanıyor? Halkların başka, devletlerin başka türküler çığırmasını anlayabilir miyiz?

Yunus ile Goethe arasındaki benzerlikler sınırlıdır mesela. Hiçbir yerde Mevlana'nın bir benzerini bulamazsınız! Hacı Bektaş, bütünüyle orijinal bir adamdır. Birlik olmayı ve kavgasız bir dünya kurmayı hayatının gayesi haline getirmiş, daha böyle binlerce halk önderi görürsünüz bu topraklarda. Devlet katında etkili olmuşlar mıdır, sorusunun cevabı ne yazık ki "evet" değildir. Hadi ötekileştirilenleri anlayalım ve fakat kardeş denilen insanlara birbirlerini boğazlatmak nasıl bir siyasettir?

Aslında devletler bugün de aynı şeyi yapıyor. Dipten gelen arzuları kimse iplemiyor bile. Hemen hepsi de, komşusunun zayıf olduğu o kahrolası anı büyük bir iştiha ile bekliyor. Zamanı geldiğinde tıpkı zavallı bir tavşanın üzerine çullanan şahin gibiler, son derece acımasız ve zalim.

Ne yazık ki ülkemiz, en azından son bir kaç yüz yıldır, dış politika ile ilgili yeni sözler söyleyebilmiş babayiğitlere sahip olamadı. "Yurtta sulh, cihanda sulh!" sözü ne kadar orijinaldir, hangi şartların zorlaması ile söylenmiştir, tartışılır. Kaldı ki, gücünü tüketmiş bir toplumun barış taleplerini gerçekçi bulabilmemiz için, o toplumu bir de güçlüyken görmemiz gerekir. Ne var ki, mevcut gelişmeler bize, bu konuda yeni bir dil ve vizyon yaratabilecek şartlara sahip olduğumuzu gösteriyor.

Galiba ışık görünmüştür. Sayın Davutoğlu'nun bir adım ileriye taşıdığı komşuluk hukuku, en azından yakın coğrafyamızdaki halkları barış içinde yaşatmak fikri üzerine kurulu gibi gözükse bile, kendi içinde evrensel bir kuşatıcılığı da barındırmaktadır. Galiba zor olan da buydu. Birbirine her açıdan uzak ülkeler arasındaki barışı temin etmek bana daha kolay gibi görünüyor. Hıristiyan'ın öldürdüğü Hıristiyan, Türkün öldürdüğü Türk, Müslüman'ın öldürdüğü Müslüman sayısının, muarızlarının öldürdüklerinin en az on katı olduğunu düşünürseniz, söylemek istediklerimi yadırgamazsınız sanırım.

Şurası kesin ki, bütün diğer alanlarda olduğu gibi, uluslar arası ilişkiler hukukunu da bugün Batı belirliyor. Bu alanda yaratılmış değerlerin Dünya barışını sağlayamadığı ise su götürmez bir gerçek.

Türk toplumunun önüne her alanda; evet bir yanıyla olabildiğince ileri, ki başımız gözümüz üstüne, lakin diğer yanıyla, sevgi kavramını tüketmiş, sığ, mekanik ve bütün ilişkilerini maddi değerler üzerine formüle etmiş ve üstelik yakın tarihi kırıklarla dolu Batı'yı koymak, bana biraz haksızlık gibi geliyor. Aslına bakarsanız, şimdilerde pek uzağına düşmüş olsak bile, istediğimiz zaman yeniden istifade edebileceğimiz çok büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Ki bir zamanlar eşsiz bir musikiye, sadece aşkı anlatan olağanüstü bir şiire, bütün inançlara hoşgörü ile yaklaşmış toplumsal bir zemine, merkezi kubbe halinde yeryüzüne inmiş Kehkeşanlara, kovulmuş Yahudilere kucak açacak kadar kendine güveni olan bir devlet geleneğine sahip olmuşken, sahi neden olmasın diye hayıflanmadan edemiyoruz. Batı'nın ve dolayısıyla Dünyanın önünü açabilecek değerleri ve uluslararası hukuku neden yeniden yaratmayalım?

Velâkin, şimdi mazi olmuş o birikimi evrensel ölçekte harmanlayacak araştırmacılara, akil adamlara ve bizi yüreklendirecek liderlere ihtiyacımız olduğu kesindir.

Mehmet VURAL