İki farklı iş hanının ortak olarak aydınlık için terk ettiği alanlardan birine; diğerinden izin almadan, izinsiz olarak iki tane farklı iletişim firmasına ait baz istasyonu kurulmustur. İş merkezlerden birinde ilköğretim öğrencilerininde bulunduğu dershane ve diğerinde de pansiyon bulunmaktadır(çoğu öğrencilerden oluşmaktadır). Baz istasyonlarının insanlara yakınlığı sadece birkaç metredir. İnsanların sağlığının söz konusu olduğu bu duruma nasıl engel olabiliriz.Yada engel olabilirmiyiz. Siz saygıdeğer hukuçularımızdan bize yol göstermesini azr ediyoruz.
Cevap: İşhanları ortak aydınlığında Baz istasyonu !
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2010/4-4
K:2010/56
T:03.02.2010
Taraflar arasındaki "elatmanın önlenmesi ve kal" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 5.Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.05.2008 gün ve 2007/248 E.-2008/167 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 01.12.2008 gün ve 2008/13519 E.-2008/14809 K. sayılı ilamı ile;
("...Dava, davacı dernek tarafından yaptırılan cami üzerine davalılar arasındaki anlaşma uyarınca kurulmuş olan cep telefonu baz istasyonunun kaldırılması isteğine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ve karar davalılarca temyiz edilmiştir.
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 35. maddesinde, cami ve mescitlerin Diyanet İşleri Başkanlığının izni ile açılıp Başkanlıkça yönetileceği, gerçek ve tüzel kişilerce yapılarak izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış bulunan camilerin yönetiminin üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığına devredileceği hükmü bulunmaktadır. Bu yasal düzenleme karşısında kamunun yararlanmasına mahsus kamu malı niteliğindeki cami ve müştemilatlarının kamu tüzel kişileri dışında özel ve tüzel kişilerin (dernek, vakıf vs.) mülkiyetine konu olması mümkün bulunmadığı gibi bu yerlerin yönetim ve tasarrufu da özel ve tüzel kişilere bırakılamaz. Bu duruma göre uzun süredir ibadete açık olduğu anlaşılan cami ve müştemilatının yönetimi davacıya değil Diyanet İşleri Başkanlığına aittir. Bu nedenle dava konusu taşınmaz davacı adına kayıtlı olsa bile camilerin mülkiyeti özel veya tüzel kişilere ait olması mümkün olmadığından mülkiyet iddiasına dayanarak dava açmakta aktif husumet ehliyeti bulunmadığından davanın bu nedenle reddedilmesi gerekir. Mahkemece bu yön üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun olmadığından kararın bozulması gerekmiştir...")
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılar vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi ve kal istemine ilişkindir.
Davacı Kardelen Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği vekili, mülkiyeti derneğe ait taşınmazda bulunan caminin üzerine kurulu baz istasyonu ve tesisinin izin alınmadan kurulması nedeniyle davalıların haksız elatmalarının önlenmesi ve baz istasyonu ile tesisinin kaldırılmasını istemiştir.
Davalı Dini ve Sosyal Hizmetler Vakfı (Eski Tokyo Camii Vakfı) vekili, cami üzerindeki tasarruf yetkisinin Diyanet İşleri Başkanlığında bulunması nedeniyle aktif husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalı Avea İletişim Hizmetleri A.Ş. vekili, müvekkili şirket ile Dini ve Sosyal Hizmetler Vakfı(Eski Tokyo Camii Vakfı) arasında kira sözleşmesi bulunduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkeme, davacının mülkiyet hakkı bulunan taşınmazına davalıların elatmalarını ve baz istasyonu kurmalarını haklı gösterir bir sebebin bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir.
Hüküm, davalılar vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, Yerel mahkemece direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize davacı vekili getirmektedir.
Davalılar arasında, 07.10.2002 başlangıç tarihli ve 10 yıl süreli olmak üzere, baz istasyonunun kurulmasına ilişkin kira sözleşmesi bulunmaktadır.
Davaya konu caminin üzerinde bulunduğu taşınmazın mülkiyetinin dosyada bulunan tapu kaydına göre, davacı dernek adına gözüktüğü uyuşmazlık konusu değildir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 633 sayılı Kanunun 35.maddesine göre yönetimi Diyanet İşleri Başkanlığına ait olan caminin üzerinde bulunduğu taşınmazın tapuyla maliki durumundaki davacı derneğin; el atmanın önlenmesi ve kal istemli davada, taraf sıfatının (aktif husumet ehliyetinin) bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, dava ehliyeti ve taraf sıfatı kavramları üzerinde durulmalıdır:
Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
Taraf sıfatına gelince: Bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir (İstisnalar için, örnek: C.Savcısının kamu yararının bulunduğu durumlarda bazı hukuk davalarını açabilmesi). Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
Eş söyleyişle, Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 1995, 7.baskı, s.231).
O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir(Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307).
Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esâsı hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.
Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için defi değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu'nun 23.06.2004 gün ve 2004/4-371 E. 2004/375 K.; 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 K.; 04.03.2009 gün ve 2009/10-34 E. 2009/104 K.; 04.11.2009 gün ve 2009/2-402 E., 2009/484 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Bunun yanında, "Taşınmazlarda hak karinesi" başlığını taşıyan T.M.K.'nun 992. maddesinde aynen; "Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır." hükmünü içermektedir.
Görülmektedir ki, öncelikle ortada dava konusu edilmeye uygun bir hak bulunmalı ve dava, o hakkın sahibi durumunda olan ve dava ehliyetine sahip bulunan kişi tarafından açılmış olmalıdır.
Açıklanan maddi olgu ve kurallar karşısında, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin daha iyi ortaya konulabilmesi için, davada dayanılan mülkiyet hakkına ve bu hakkın kullanılmasına ilişkin ilke, kavram ve yasal düzenlemeler üzerinde durulmasında yarar vardır.
Mülkiyet, ayni hakların en önemli tipidir. İsviçre-Türk Medeni Kanunu, Alman Medeni Kanununu örnek alarak, "mülkiyet" kavramı hakkında tarif vermekten kaçınmıştır. Gerçekten kanunumuz, 618.maddesinde (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.683), mülkiyet hakkını tarif etmemiş, sadece bu haktan doğan yetkileri belirtmekle yetinmiştir (Tekinay/ Akman/ Burcuoğlu/ Altop:Tekinay Eşya Hukuku, Cilt 1, Filiz Kitabevi, İstanbul 1989, sahife 467).
Mülkiyet, yürürlükteki hukuk düzeninin olduğu kadar, hukuk felsefesinin, sosyoloji ve iktisat bilimlerinin ve nihayet politik faaliyetlerin en canlı konularından birini teşkil etmektedir. Hemen hemen bütün tarih çağlarında, fertler, kavimler, zümreler ve hatta milletler arasındaki mücadelelerin belli başlı sebeplerinden biri de mülkiyet olmuştur. Bu mücadelelerin zaman zaman en korkunç ve kanlı safhalara vardığı sık sık görülmüştür ve görülmektedir. Bu gün, içinde yaşadığımız dünyayı-biri kapitalist, diğeri sosyalist-iki kampa bölen felsefi, hukuki, iktisadi ve siyasi ayrılığın temelinde mülkiyet probleminin yattığını söylemek, abartılı olmayacaktır(Tekinay/ Akman/ Burcuoğlu/ Altop: a.g.e., s. 469).
Mülkiyet hakkının mahiyetini ve ana hatları ile özelliğini Medeni Kanun çizer. Bu hakkın muhtevasını, kapsamını ise daha ziyade kamu hukuku alanındaki kanunlar belirtir.
1982 Anayasasının "Temel Haklar Ve Ödevler" başlığını taşıyan ikinci kısmın, "Kişinin Hakları Ve Ödevleri" başlığını taşıyan ikinci bölümünde yer alan ve "Mülkiyet Hakkı" başlığını taşıyan 35.maddesi; "Herkes, mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." hükmünü içermektedir.
Anılan madde hükmüyle "mülkiyet hakkı" Anayasal bir kurum olarak; diğer temel haklar gibi ve onlar derecesinde düzenlenmiş ve Anayasa güvencesine bağlanmıştır. Malik sıfatını taşıyan gerçek ve tüzel kişiler, bu Anayasal güvenceden yararlanırlar ve onu dermeyan edebilirler. Bu teminat, hukuk devletinin gereğidir. Bu teminat, mülkiyetin kamu yararı amacıyla sınırlandırılmasına engel değildir (1982 Anayasasının 35.maddesinin gerekçesinden; Sakar, Müjdat: 1982 Anayasası ve Önceki Anayasalar, Beta Yayınları, İstanbul 1994, Sahife 60-61-62).
Öte yandan, mülkiyet hakkı, bir insan hakkı olması nedeniyle, uluslararası belgelerde de yer almaktadır.
27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (Bildirisi)'nin 17.maddesinde; " 1-Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkını haizdir. 2-Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez."(Gündüz, Aslan: Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Teşkilatlar Hakkında Temel Metinler, Beta Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 1994, Sahife 183.) şeklindeki hükmüyle mülkiyet hakkının insan hakları açısından önemi vurgulanmıştır.
Ayrıca, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye) Ek Protokolü'n(Paris, 20.03.1952) "mülkiyetin korunması" başlığını taşıyan 1/1.maddesinde ise; "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve Uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. "(Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Adalet Bakanlığı Yayınları, Ankara 2004, Sahife 31-32) denilmek suretiyle mülkiyet hakkı, garanti altına alınmıştır.
Her ne kadar, maddede "mal dokunulmazlığından" söz edilmekte ise de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İngiltere'ye karşı "Handyside" ve Belçika'ya karşı "Marckx" kararlarında, söz konusu ifadeye "mülkiyet dokunulmazlığı" olarak geniş bir anlam vermiştir. Sözleşme uygulamasında mülkiyet, özerk bir kavram olarak yorumlanmakta, fizik varlığa sahip her türlü taşınır ve taşınmaz mal yanında malvarlığına dahil her türlü ekonomik değeri de içeren bir anlam verilmektedir(Tezcan, Durmuş-Erdem, Mustafa Ruhan-Sancaktar, Oğuz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Adalet Bakanlığı Yayınları, Ankara 2004, Sahife 320).
Buraya kadar ki, açıklamalardan sonra özel hukukta mülkiyet hakkının nasıl düzenlendiğine bakılacak olursa;
Öğretide mülkiyet hakkı, bir mal üzerinde sahibine en geniş hakimiyet (hakkın sağladığı yetki) sağlayan bir ayni hak olarak tanımlanmıştır(Bertan, Suat: Ayni Haklar, Cilt 1, Ankara 1976, Sahife 30; Ertaş, Şeref: Eşya Hukuku, D.E.Ü.H.F. Yayınları, 2. Bası, Ankara 1995, Sahife 169; Oğuzman, M.Kemal-Seliçi, Özer-Özdemir, Şaibe Oktay: Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul 2006, Sahife 18,229). Mülkiyet hakkı, sahibine hakkın konusu olan şeyden kullanma (usus), ürünlerinden yararlanma (fructus) ve malı tüketme, eski deyimle sarf ve istihlak edebilme (abusus) yetkilerini sağlar (Oğuzman, M.Kemal-Seliçi, Özer-Özdemir, Şaibe Oktay: a.g.e., s.18; Ertaş, Şeref: a.g.e., s.170).
Mülkiyet hakkı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 683 ila 778.maddeleri arasında düzenlenmiş olup, açık bir tanımı yapılmış değildir. Mülkiyetin unsurlarını belirten T.M.K.'nun 683.maddesi aynen:
"Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir."
Hükmünü içermektedir.
Bu madde hükmü dikkate alındığında; mülkiyetin sağladığı aktif yetkiler (mülkiyetin müspet unsurları da denilmektedir), "o şeyde hukuk düzeninin sınırları içinde dilediği gibi tasarruf etme hakkı"dır. Bu tasarruf, malın fiilen kullanılması, semerelerin toplanması, malda değişiklik yapılması, malın tahrip ve tağyir edilmesi gibi fiili tasarrufları içine aldığı kadar, malı başkasına devretme, üzerinde hak tesis etme gibi hukuki tasarrufları da içine alır. Mülkiyeti koruyucu yetkiler (mülkiyetin menfi unsurları da denilmektedir) ise, malikin, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir. Maddede belirtilen iki dava doğrudan doğruya mülkiyet hakkına ait yetkilerdir. Bu talepler mülkiyet hakkından kaynaklanır ve varlıklarını mülkiyet hakkına ayrılmaz bir biçimde bağlı olarak sürdürürler (Oğuzman, M.Kemal-Seliçi, Özer-Özdemir, Şaibe Oktay: a.g.e., s.229,230,231; Ertaş, Şeref: a.g.e., s.171).
Yine, aynı Kanunun 684.maddesinde, mülkiyet hakkının kapsamı belirlenmiş; bu maddede "Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçasına da malik olur." hükmüne yer verilmiştir.
Taşınmaz mülkiyetinin içeriğinin düzenlendiği maddede, arazi üzerindeki mülkiyetin, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapıların, bitkilerin ve kaynakların da gireceği belirtilmiştir ( T.M.K. m.718).
Şu durumda, arsa vasıflı taşınmaz üzerindeki cami ve minaresinin bütünleyici parça (mütemmim cüz) olduğunda ve malikinin her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebileceğinde kuşku bulunmamaktadır.
Mülkiyet hakkına ilişkin bu genel açıklamalar yanında, üzerinde bulundukları taşınmazın mülkiyetleri başkasına, yönetimleri ise 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun gereğince Diyanet İşleri Başkanlığına ait bulunan camilerin, hukuki durumlarının da irdelenmesi gerekmektedir.
Yine, buna bağlı olarak, üzerindeki mütemmim cüzün yönetiminin kanunla bir başka kişi ya da makama verilmiş olmasının, zemin üzerinde mülkiyet hakkı bulunan gerçek veya tüzel kişilerin bu hakka dayanarak açacakları el atmanın önlenmesine yönelik davalarda, dava ve taraf sıfatlarına etkisinin ne olacağı sorunu da çözüme kavuşturulmalıdır.
Anılan sorunların çözümüne yönelik olarak, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun ilgili hükümlerine değinmekte de yarar bulunmaktadır.
Anılan Kanunun "Görev" başlığını taşıyan l.maddesinde;
"İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur."
Aynı Kanunun "Camilerin ibadete açılması ve yönetimi" başlığını taşıyan 31.07.1998 tarih ve 4379 Sayılı Kanunun l.maddesiyle değişik 35.maddesinde ise;
"Cami ve mescitler Diyanet İşleri Başkanlığının izni ile ibadete açılır ve Başbakanlıkça yönetilir.
Hakiki ve hükmi şahıslar tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış bulunan cami ve mescitlerin^ yönetimi 3 ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığına devredilir. Diyanet İşleri Başkanlığınca buralara imkânlar nispetinde kadro tahsis edilir. Kadro tahsis edilinceye kadar buralarda görev yapanların mesleki ehliyetleri ile ilgili esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir."
hükümlerine yer verilmiştir.
Bu hükümler de ortaya koymaktadır ki, anılan yasal düzenleme, sadece cami ve mescitlerle ilgili olarak oluşturulmuş bir yönetim varsa bunun üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilmesini düzenlemekte; ne (cami yaptırma ve yaşatma dernekleri gibi) tüzel kişilerin varlıkları ve ne de bu kişilerin veya gerçek kişilerin cami inşa ettikleri özel mülkiyetlerine dahil taşınmazların mülkiyetinin devri veya niteliğinin değiştirilmesi ile ilgili bulunmamaktadır.
Yeri gelmişken, açıklanan hükümlerin ilişkin bulunduğu "ibadet yerlerinin (cami ve mescitler vb) yönetimi" kavramından ne anlaşılması gerektiği üzerinde de durulmalıdır.
Konuya ilişkin, Diyanet İşleri Başkanlığı Görev ve Çalışma Yönergesinde camilerin yönetim yetkisi ile camilerin yönetimi ile ilgili işlerin ayrıntılı olarak düzenlendiği görülmektedir.
Yönergenin 90.maddesinde hakiki ve hükmi şahısların mülkiyetinde bulunan bütün cami ve mescitlerin yönetimi ve denetlenmesi görevi müftülüklerin görevleri arasında sayılmış; Yönergenin 107 ve 118.maddelerinde de, camilerin yönetimi ve sorumluluğunun imam-hatiplere ait olduğu belirtilmiştir.
Yönergenin diğer maddelerinde de bu yönetim ve sorumluluğun kapsamı; namaz öncesi ve sonrası Kur'an okunması; turistlerin cami ziyaretlerinde cami adabına uygun kıyafetle girmelerinin sağlanması; camilerde film çekme, hat ve tezhip gibi sanat eserleri ile tarihi tabloları görüntüleme, araştırma ve inceleme konularında alınan izin üzerine yardımcı olunması; minarelerden fotoğraf çekmek isteyen kişilerin cami görevlilerinin nezaretinde resim çekmelerinin sağlanması; yeni inşa edilecek camilerin kıble istikametlerinin belirlenmesi; gereksiz aydınlatma ve ısıtmadan kaçınılması ve tasarrufa dikkat edilmesi; imam-hatip ve müezzinler arasında nöbet usulünün düzenlenmesi; camilerin bahçelerini ve bahçe duvarlarını kirleten ve kötü görünüm arzeden hususların giderilmesi; cemaati rahatsız eden her türlü seyyar satıcı, dilenci ve ayakkabı boyacılarının cami önlerinden uzaklaştırılmaları konusunda gerekli tedbirlerin alınması; cami temizliği; camilerde hırsızlık olaylarının önlenebilmesi amacıyla camilerin içine ve dışına güvenlik kameralarının yerleştirilmesi; camilerdeki seslendirme cihazlarının kullanımı ve periyodik bakımlarının sağlanması; camilerde yangın olaylarına karşı yangın söndürme tüplerinin konulması ve benzeri konularda alınacak tedbirler olarak sıralanmaktadır.
Şu durumda, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görev alanına giren yönetim işlerinden hiçbiri, mülkiyet hakkı kapsamında bulunan "taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin kullanılması" anlamına gelmemekte; malikin taşınmaz üzerindeki "tasarruf yetkisini" daraltacak mahiyet de taşımamaktadır.
Hal böyle olunca, cami ve mescitlerin Diyanet İşleri Başkanlığınca yönetiminden maksat, sadece din hizmetlerinin yönetimi ve düzenli şekilde yürütülmesine ilişkin bir takım mali ve idari tedbirlerin alınmasıdır ve mülkiyet hakkı kapsamında düşünülebilecek herhangi bir unsur içermemektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 16/A maddesinde yer alan hüküm karşısında, kamunun ortak kullanımına ayrılan camilerin, hizmet malı niteliğinde kamu malı olduğu her türlü duraksamadan uzaktır. Bu gibi kamu malları kayıt, belge veya özel kanunlarına göre Hazine, kamu kurum ve kuruluşları, il, belediye, köy veya mahalli idare birlikleri tüzel kişiliği, adlarına tespit olunur.
Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de, tapu kaydına bağlanan ve böylece tüzel kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan kamu malı niteliğindeki caminin üzerinde bulunduğu yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesi gereğidir.
Belirtilmesinde yarar vardır ki, 5253 sayılı Dernekler Kanununun 22.maddesine göre, tüzel kişiliği haiz derneklerin, taşınmaz mal edinebileceklerinde ve Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceğinde kuşku bulunmamaktadır.
Böyle bir yerin temel vasfı, yani kamu malı niteliği, değişmemekle birlikte, derneğin söz konusu tapuya dayalı hakkının korunması da gerekmektedir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu'nun 11.05.1988 gün ve 1987/1-826 E., 1988/399 K. sayılı kararında da, tapu kaydının iptal edilinceye kadar geçerliliğini koruyacağı ve el atmanın önlenmesini isteme hakkını bahşedeceği benimsenerek, mülkiyet hakkına değer verilmiştir.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Davaya konu caminin üzerinde bulunduğu taşınmazın davacı dernek tarafından 31.05.2007 tarihinde Ankara Belediyesinden satın alınarak, kayden taşınmaz mülkiyetinin kazanıldığı dosya kapsamı ile sabittir. O halde, bu taşımaza yapılan haksız el atmalara karşı, mülkiyet hakkına dayanarak dava açma hakkı kural olarak, taşınmazın kayden maliki olan davacı derneğe ait bulunmaktadır.
Taşınmaz üzerindeki camii de mütemmim cüz olmakla mülkiyet hakkına dahildir ve bu caminin yönetiminin kanunla ve yukarıda ayrıntısıyla açıklanan şekilde mali ve idari açıdan Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiş olması, davacının mülkiyet hakkından kaynaklanan haklarını ortadan kaldırmayacağı gibi dava hakkını kullanmasına da engel teşkil etmemektedir.
Eldeki davada, davalıların kendi aralarındaki kira sözleşmesine dayanarak, davacının maliki olduğu taşınmazda bulunan caminin üzerine, onun bilgi ve onayı da olmadan cep telefonu baz istasyonu ve tesisi kurdukları belirlenmiş olup; bunun mülkiyet hakkına haksız el atma niteliğinde olduğu açıktır.
Davalıların kendi aralarında yaptıkları kira sözleşmesine dayanarak, bu sözleşmeye taraf olmayan ve rıza da göstermeyen tapu kayıt malikinin, üstün hakkını bertaraf edecek nitelikte bir haklarının varlığını ileri sürmeleri ve bunun hukuken kabul görmesi de olanaklı değildir.
Bu açık durum karşısında, doğrudan mülkiyet hakkını ilgilendiren böyle bir el atmanın önlenmesine yönelik dava hakkının, mülkiyet hakkı sahibi davacıya ait olduğunun ve aktif dava ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerekir.
Yerel mahkemenin bu yöne ilişkin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
Ayrıca, dosya kapsamı ile yerel mahkemenin "davacının mülkiyet hakkı bulunan taşınmazına davalıların elatmalarını ve baz istasyonu kurmalarını haklı gösterir bir sebebin bulunmadığı" gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş olması da doğrudur.
O halde, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 03.02.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
E:2008/14158
K:2009/1909
T:10.02.2009
4721 s. Yasa m. 737
Yukarıda konusu ve tarafları yazılı olan davada TÜRK MİLLETİ adına yargılama yaparak karar veren mahkememizce GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı H....., A. Mah. K. sokak No: ... adreste 12 yıldır kiracı olarak ikamet ettiğini, davalı Vodafone Şirketinin aynı sokakta bulunan A....'ın binasına baz istasyonu kurduğunu, konuyla ilgili olarak Kaymakamlığa, Sağlık Grup Başkanlığına, İl Sağlık Müdürlüğüne ve C. Savcılığına başvurduklarını, baz istasyonunun insan sağlığına olumsuz etkilerinin olduğunu, bu sebeple uzmanların baz istasyonlarının yerleşim yerlerine kurulmaması gerektiğini beyan ettiklerini, söz konusu baz istasyonunun evlerine 20 metre mesafeye konulduğunu, bu sebeple kendisinin ve kanser hastası olan eşinin ve çocuklarının sağlık ve psikolojik yönlerden olumsuz etkilendiklerini, baz istasyonuna 50 metre mesafede ilköğretim okulunun bulunduğunu, dolayısıyla ilgili yönetmeliklere uyulmadığını beyan ederek söz konusu müdahalenin önlenmesini ve baz istasyonunun kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davacı bu davasını daha sonra bina maliki olan ve adı geçen şirkete binasını kiraya veren Ahmet S.'a da yöneltilmiştir.
Birleşen dosyanın davacısı (2008/129 E) M... ise aynı baz istasyonunun kaldırılması istemiyle açtığı davada, kendisine ait bina ile baz istasyonunun kurulduğu bina arasında 26 metre mesafe olduğunu, güvenlik mesafesine uyulmadığını, baz istasyonlarının radyoaktif madde yaymasından duyulan endişe sebebiyle mülklerinin değerinin azaldığını, hatta kiracı bulmakta zorlandıklarını, baz istasyonunun kurulduğu yerin yerleşim yeri olduğunu, etrafında ilköğretim okulu, ekmek fırını, market bulunduğunu, uzmanların baz istasyonunun insan sağlığına zararlı olduğunu beyan ettiklerini belirterek söz konusu baz istasyonunun kaldırılmasın akarar verilmesini istemişlerdir.
İlk davanın konusu ve davalı taraf itibariyle tarafları aynı olduğundan bağlantı sebebiyle iki dava birleştirilmiştir.
Davalılardan A. usulüne uygun tebligatlara rağmen cevap vermemiş, kendisini vekille de temsil ettirmemiştir.
Davalı V. A.Ş. vekili, cevaplarında davalılardan Hasan K.ın açtığı davada, dava tarihi itibariyle baz istasyonunun çalışır durumda olmadığını, dolayısıyla sırf bu yüzden davanın reddinin gerektiğini, davalıların mülkiyet haklarına bir müdahalelerinin olmadığını, söz konusu baz istasyonu kurulmadan evvel Telekomünikasyon Kurumundan güvenlik sertifikası alındığını, davaya konu baz istasyonunun olduğu yerde güvenlik mesafesinin 10,86 metre olarak belirlendiğini, davacıların psikolojilerinin bozulduğuna dair iddialarının soyut olduğunu, davaya konu baz istasyonunun dosya davaya konu baz istasyonunun Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği değerlerden daha az değerde elektromanyetik dalga yaydığını, esasen günlük hayatta kullanılan TV, telefon, fırın, buzdolabı gibi cihazların bu baz istasyonundan daha fazla elektromanyetik dalga yaydığını, ayrıca Telekomünikasyon Kurumunca sürekli ve gizli bir şekilde denetim yapıldığını, davaya konu edilen baz istasyonunun Telekomünikasyon Kurumunun yayınladığı 04.08.2002 tarihli yönetmelikte öngörülen değerlerin çok altında bir değerlerle çalıştığını, öde yandan bu şekilde baz istasyonu ağı kurmalarının devlette yapılan sözleşme gereği zorunlu olduğunu, bu yolla önemli bir kamu hizmeti sunulduğunu beyan ederek açılan davanın reddini istemiştir.
Telekomünikasyon Kurumu (Samsun Bölge Md.), mahkememizin yazısı üzerine, 02.06.2008 tarihli cevaplarında, dava konusu baz istasyonu için 13.02.2008 tarihinde güvenlik sertifikasının geçici olarak onaylanıp, sistem kurma izninin verildiğini, ilgili şirketin sistemin 30.05.2008 tarihinde faaliyete geçtiğini bildirdiğini belirtmiştir. Yazı ekinde güvenlik sertifikasının bir örneği de gönderilmiştir.
Mahkememizce 12.07.2001 tarihli 24460 sayı RG'de yayınlanan 10 kHZ-60 gHZ Frekans Bandında Çalışan Sabit Telekomünikasyon Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddeti Limit Değerlerinin Belirlenmesi, Ölçüm Yöntemleri ve Denetlenmesi Hakkındaki Yönetmeliği hükümlerince bu konuda uzman olan ve yönetmeliğin 11. maddesinde belirtilen ölçüm cihazı ile çalışan uzman bilirkişi görevlendirilmesini istemiş, TÜBİTAK'ın bildirdiği uzman bilirkişi ve fen bilirkişisinin katkısıyla dava konusu yerde 26.06.2008 tarihinde keşif yapılmıştır.
Keşifte baz istasyonunun kurulduğu yerin davalı Ahmet S.'a ait üç katlı binanın çatısı olduğu, etrafın yerleşim yeri olduğu gözlemlenmiştir.
Keşifte dinlenen tanık Süleyman M. baz istasyonu kurulduktan sonra uyku düzensizliği yaşadığını, eve girdiğinde huzursuzluk hissettiğini, evde bedensel ve zihinsel özürlü çocuğunun olduğunu, baz istasyonu kurulduktan sonra bu çocuğunda da bazı davranış değişiklikleri olduğunu, örneğin önceden tuvaletini söylediğini, şimdi ise söylemediğini beyan etmiştir.
Keşifte görev alan fen bilirkişisi baz istasyonunun davalı A'a ait Artıkabat Mahallesi, 30 ada 6 parsel sayılı taşınmaz bina üzerinde kurulu olduğunu, K. İlköğretim Okulunun buraya 85 metre, davalı H ile M....'ın konutlarının ise 30 metre mesafede bulunduğunu rapor etmiştir.
Keşifte görevlendirilen (TÜBİTAK tarafından yetkili olduğu bildirilen) uzman bilirkişi C....B ise 03.07.2008 havale tarihli raporunda konuyla ilgili teknik bilgiler vermiş, keşif günü ölçüm cihazı ile baz istasyonunun olduğu yerde elektromanyetik dalga alan şiddete ölçümü yaptığını, yapılan ölçümde elde edilen değerlerin 12.07.2001 tarihli yönetmelikte öngörülen değerlerin altında kaldığını, günümüzde yönetmelikte belirtilen değerlerin altındaki elektromanyetik dalgaların insan sağlığına zararlı olmadığının kabul edildiğini, ancak konuyla ilgili çalışmaların devam ettiğini, çevre sakinlerinin yorgunluk, uyku bozukluğu, stres, baş ağrısı, deride yanma gibi şikayetlerin de bulunduğunu, bunun psikilojik olabileceğini, ancak baz istasyonlarının konumlandırılmasında çevre sakinlerinin psikolojik durumlarının da dikkate alınması gerektiğini, rapor etmiştir.
Dava konusu yerin tapu kaydı, kira sözleşmesi, tarafların karşılıklı beyan ve delillerini ilgilendiren dilekçeleri ile bu dilekçeler ekindeki başka yer mahkemelerince sunulan rapor örnekleri ile çeşitli bilimsel görüşleri içeren tebliğ ve makaleler ve davacıların sunduğu çevre sakinlerinin rahatsızlığını ifade eden imza listeleri dosyadadır.
Dava GSM baz istasyonu ile ilgili müdahalenin önlenmesi ve kal davasıdır. Tarafların talep ve cevapları yukarıda ayrıntısıyla verildiği üzere, davacılar özetle, söz konusu baz istasyonunun sağlığa zarar verdiği konsunda endişe taşıdıklarını, bunun yerleşim yeri içinde kurulmaması gerektiğini iddia etmişler, davalı ise yapılan tesisin mevzuat hükümlerine uygun olduğunu, salığa aykırı bir yönünün bulunmadığını savunmuştur.
Dava konusu olayda olduğu gibi telefon hizmetleriyle ilgili olarak 2813 Sayılı Kanunun 7. maddesi ve 406 Sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu Hükümlerine göre Telekomünikasyon Kurumu yetkilidir. Bu kanunlar ve bunlara dayanılarak çıkarılan yönetmeliklere göre baz istasyonlarının kuruluşunda gerekli izinleri bu kurum vermekte ve denetimini de bu kurum yapmaktadır.
12/07/2001 tarihli ve 24460 sayılı resmi gazetede yayımlanan 10 kHZ-60 gHZ Frekans Bandında Çalışan Sabit Telekomünikasyon Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddeti Limit Değerlerinin Belirlenmesi, Ölçüm Yöntemleri ve Denetlenmesi Hakkındaki Yönetmeliğin 16. maddesinde elektro manyetik alan şiddeti limit değerleri tablo halinde gösterilmiştir.
Öte yandan konunun TMK'nın 737.vd. maddelerinde düzenlenen komşuluk hukukuyla da (Bina maliki olan davalı açısından) ilgisinin olduğu açıktır.
Anlaşmazlık irdelenirken bir yandan Anayasanın 22. ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 12. maddeleri ile teminat altına alınan haberleşme hakkı dikkate alınmalıyken, diğer yandan yine Anayasanın 56. Evrensel Beyannamesi'nin 25. maddeleriyle teminat altına alınan sağlıklı yaşama hakkı dikkate alınmalı, yani dengeli bir uygulama yapılmalıdır.
Mahkememizce TUBİTAK tarafından görevlendirilen ve yetkilendirilen uzman bilirkişi refakati ile yapılan keşifte yine bu yönetmeliğin 11. maddesinde belirtilen teknik şartları taşıyan cihazla yapılan ölçümde tespit edilen değerlerin yönetmelikte izin verilen değerlerden düşük olduğu saptanmıştır.
Bilirkişi raporunda da ülkemizde izin verilen değerlerin Dünya Sağlık Örgütünün sağlık için belirlediği değerlerden daha düşük tutulduğu, dava konusu yerde tespit edilen değerlerin düşük olduğu, fakat baz istasyonları kurulurken çevre sakinlerinin psikolojik durumlarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
TMK'nın 737. maddesince taşınmaz maliki mülkiyetten doğan haklarını kullanırken komşularını olumsuz etkilemekten kaçınmalıdır. Aynı kanunun 2. fıkrasında sayılan olumsuz kullanım örneklerinin sınırlı olmadığı, bunların örnek olduğunun kabulü madeninin amacı gereğidir. Hal böyle olunca baz istasyonu ve özellikle bunun mahalle aralarına ve yerleşim yerlerinin içine kurulmasına çevre sakinlerinin rızalarının olmadığı açık iken, binasını GSM şirketine kiralayan davalı A....'ın taşınmaz mülkiyetini kullanırken TMK'nın 737. maddesine aykırı davrandığı sonucuna varılmış ve bu davalı açısından da bu sebeple kabul edilmiştir.
GSM şirketinin kurduğu tesise gelince: Dava konusu baz istasyonunun yaydığı elektromanyetik dalga şiddetinin yönetmelikte ön görülen değerlerden az olduğu mahkememizin de kabulündedir. Yasal düzenlemelerde elektromanyetik dalga şiddetinin belirli bir seviyede tutulmasının mecburi kılınmasında da anlaşılacağı üzere bu dalgaların belirli değerleri aşmasının insan sağlığına zararlı olduğu konunun uzmanı kişi ve kurumlarca kabul edilmektedir. Ancak tarafların ibraz ettiği ve dosya arasında bulunan bilimsel görüşler ve tebliğlerden de anlaşılacağı üzere dünyada henüz baz istasyonlarının yaydığı elektromanyetik dalga şiddetinin (yönetmeliklerde ön görülen değerlerden daha az olsa bile) insan sağlığına hiç zarar vermediği ispatlanamamıştır. Keşfe katılan bilirkişi de bu hususa işaret etmiştir. Hal böyle olunca baz istasyonu çevresinde yaşayanlar bundan endişe duymakta, olumsuz yönde etkilenmektedirler.
Davaya konu olayda da çevre sakinleri davayı önemle takip ederek, imzalarıyla baz istasyonunun kaldırılmasını isteyerek, yetkili kişi ve kurumlara resmi yollardan başvurarak endişelerini göstermişler, kendilerindeki veya aile bireylerindeki (Uyku bozukluğu, stres gibi) değişiklikleri dile getirmişlerdir. Bu endişeler yersiz bile olsa, baz istasyonunun kurulmasından dolayı bu endişelerin yaşandığı açıktır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre (Kaynak: www.tuik.gov.tr “http://www.tuik.gov.tr/” ) 2006 yılı sayımlarına göre Gümüşhacıköy ilçesinin nüfusu 12.785'tir. Mahkememizce bu kadar küçük ölçekli bir ilçede bu şekilde mahalle arasına ve bina çatısına baz istasyonu kurulmasının zorunlu bir ihtiyaç olmadığı, bunun yerine hakim bir noktaya, ama yerleşim yerlerine biraz daha uzak yere bu vericinin kurulabileceği kanaatine varılmıştır. Keşifte görev alan bilirkişinin de raporunda baz istasyonlarının konumlarının seçiminde çevre sakinlerinin ruhsal durumlarının dikkate alınması gerektiğine işaret etmesinden bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır.
Yargıtay 4. HD 2003/16434 E, 2004/971 K sayılı kararında "Dava konusu olan tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi itibariyle de kamuya hizmet vermeyi amaçladığı da tartışmasızdır. Ne var ki bu hizmetin verilmesinde ve tesisin kullanılması sonucu hukuk kurallarının bir gereği olarak doğan zararlardan da tesis sahibi sorumludur. Hatta bu sorumluluk kusura dayanmayan, tehlike sorumluluğu olarak da kabul edilmek gerekir. Bu özelliği itibariyle tesisi kullanan ve onu işletenin yüksek özen yükümlülüğü bulunmaktadır. Aksi halde, en küçük bir özensizliğin maddi değerlerle ölçülemeyecek kadar ağır sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bunun için zarar görenin zararını değil, tesis ve işletme sahibinin tesisin işletilmesinden dolayı kişilere, bu bağlamda çevreye bir zarar vermediği ve herhangi bir olumsuz sonuç yaratmadığının kanıtlaması gerekir. Bu sonuç genel sorumluluk kurallarının aksine olarak, davalıların işletmesinin ağır tehlike doğuracak özelliğinden kaynaklanmaktadır......Bilirkişiler tarafından yapılan inceleme sonunda, sertifikada belirtilen limitlerin yönetmelikte belirtilen limitlere uygun olduğu, hatta yönetmelikteki limitlerin de altında bulunduğu belirtilmiştir. Ne var ki yapılan bu belirlemelerle bir zararın olmayacağı kabul edilemez. Gerek yönetmelik ve bu yönetmelikteki ölçülere göre verilen sertifika, soyut bir belirlemeyi içermektedir. Bu bağlamda, o anda o yerde ve belirtilen güçte kurulacak istasyonun değerlerini belirtmektedir. Nitekim sertifikada bu nitelikleri içermekte olup, kurulan istasyonun çevresindeki binaların ve giderek konumunu belirtmemektedir. Bu da sertifikadaki ölçülerin tüm bilimsel verilere uygun olduğu ve zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, hukuk kurallarındaki norm düzenlemesi itibariyle yönetmelik ve yönetmeliğe uygun bir işlem yapılsa bile, bu nedenle çevreye verilen zarardan eylemde bulunanın sorumlu olmayacağı sonucunu doğurmaz. Ayrıca yargıç, uyuşmazlığın çözümünde yönetmeliğe değil, genel hukuk kurallarına ve bu bağlamda sorumluluk hukukunun ilkelerine göre karar vermek zorundadır. Bunun içindir ki, yerel mahkemenin yönetmeliğe ve yönetmeliğe göre verilen sertifikayı bağlayıcı olarak kabul etmemesi doğrudur.
Bilirkişiler de, dava konusu istasyondaki ölçümlerin yönetmelikteki limitlerin altında olduğunu; ancak kurulan istasyonun çalışma yeri olan Y. binasının çok yakınında bulunduğunu ve binanın üst katı ile aynı seviyeyi taşıdığını, uzun sürede insan sağlığı için tehlike yarattığını ve yerleşim yerlerine uzakta kurulması gerektiğini belirtmişlerdir. Verilen şu bilimsel açıklamalar itibariyle tek başına ölçüm sonuçlarının düşük olması, zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Diğer koşulların bu bağlamda, tesisin kurulduğu yerin de çalışma ve yerleşim yerlerine olan yakanlığının ve buralardaki çalışma süresinin de göz önünde tutulması gerekir. Bu olayda bilirkişiler, davacının da bulunduğu binada uzun süreli çalışıldığını böylece kısa sürede etkili olmasa da yıllar itibariyle zarar doğurmasının her zaman olanaklı bulunduğunu belirtmişlerdir.
Davalılar, kamu yararına hizmet verdiklerini savunmuşlardır. Gerçekten yukarıda da açıklandığı üzere davalılar tarafından bu ve benzeri tesislerin işletilmesi sonucu geniş bir halk kitlesinin yarar sağladığı bilinen bir olgudur. Ne var ki, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi hoş görülemez. Bu bakımdan gerek hizmetten elde edilen yarar ve bunun karşısında verilen zararın dengelenmesi gerekmektedir. Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insanın ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamı önüne geçilmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez. Kaldı ki somut olayda, bu hizmetin aynı yerde verilmesinde zorunluluk da bulunmamaktadır. Muhtemelen fazla bir giderle de olsa, başka bir yerde aynı sonuçları sağlayacak bir istasyonunun kurulması ve hizmet vermesi olanaklıdır. Bu nedenle davalıların bu yöndeki savunma ve itirazları da yerinde görülmemiştir. Şöyle ki; bir istasyon yönetmeliğe uygun olarak çalıştırılsa dahi zarar verdiği takdirde yönetmeliğe uygun olduğundan söz edilerek zarar verenin sorumluluktan kurtulması kullanıma devam edilmesi sonucunu doğurmaz. Yönetmeliğe uygun değilse, zaten hukuka aykırılık gerçekleşmiş olacaktır.Yukarıdan beri açıklanan dosyadaki tüm bilgi, belge ve bilirkişi raporlarına göre kullanılan istasyonun konumu itibariyle uzun sürede kişi ve çevreye zarar verdiği, bu nitelikteki bir istasyonun halen bulunduğu yerde kullanılmasının sakıncalı bulunduğu, bunun daha uygun ve yerleşim çevresinden daha uzakta kurulması gerektiği, böylece ıslah yoluyla da olsa, meydana getirdiği zararın önlenemeyeceği ifade edilmiştir. Bu belirlemeler itibariyle şu anda ve kısa bir zaman dilimi içinde zarar doğmamış olsa dahi, çevre binalarda ve bu bağlamda davacının çalışmakta olduğu Y. Binasında çalışanlar için kısa zamanda olmasa dahi, gelecek ve uzun zaman dilimi için büyük endişeler taşıdığı, hatta yakın yıllara kadar istasyondan yansıyan radyasyonlardan kaynaklanan hastalıkla ölen kişiler olmamasına karşın son 3-4 yıl içerisinde ve aynı binaya aynı tesise yakın binada çalışan beş kişinin ölmesi halen çalışmakta olan bazı kişilerin bu hastalığa tutulması bu yerde çalışanları psikolojik olarak yaşamını olumsuz biçimde etkileneceği ve bunun da psikolojik yapısında tedirginlik ümitsizlik yaratacağı bu haliyle de yaşamdaki sağlık değerlerinin düşünüldüğünden çalışmasının olumsuz hale geleceği göz önünde tutulduğunda davacının zarar gördüğü kabul edilmelidir" denilmiş;
Aynı dairenin (Yargıtay 4. HD'nin) 2004/2954 E, 2004/10516 K. Sayılı kararında ise "Bu belirlemeler itibariyle dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zarar yok ise de, çevre binalarda ve bu bağlamda davacının oturmakta olduğu binada yaşayanlar için sağlık bakımından büyük endişeler taşıdığı, bu yerde oturanların psikolojik olarak yaşamını olumsuz biçimde etkilemekte ve bunun da psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı, bu haliyle de yaşamdaki sağlık değerleri düşünüldüğünde o yerde oturmanın olumsuz hale geleceği göz önünde tutulduğunda, davacının, zarar gördüğü kabul edilmeli ve davanın kabulüne karar verilmelidir." denilmiş olmakla mahkememizin görüşünün doğru olduğu sonucuna varılmıştır.
Bir başka ifadeyle ve kısaca özetlemek gerekirse, baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların insan sağlığına zararlı olduğu birçok bilimsel makale ve tebliğde dile getirilmekte, birçok basın ve yayın organlarında kamuoyunun daha duyarlı olması çağrısı yapılmaktadır. (Bu konuda yeterince belge dosyada mevcuttur) Henüz bu konudaki endişelerin yersiz olduğu (Yani baz istasyonlarından yayılan dalgaların insan sağlığına zararsız olduğu) ise güvenilir ve bağımsız bilim kuruluşlarınca kanıtlanmış değildir. Hal böyle olunca baz istasyonlarının kurulduğu yerlere yakın çevredeki insanların bir endişe içinde oldukları sabit olduğuna göre, davacıların (ve yokluklarında davaya katılmayan diğer sakinlerin) bu endişelerinin giderilmesi gerekmektedir. Bir zarar olmasa bile kişilerin zarar gördüklerine/göreceklerine dair endişe duymaları başlı başına bir zararın doğduğunun kabulünü gerektirmektedir. Dolayısıyla baz istasyonun daha uygun bir yere kurulmasıyla mesele halledilebileceğinden, haberleşmeye dönük bu hizmetin de aksamadan yürütülmesi mümkün olacaktır. Bu sebeple baz istasyonunun kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.
Davalı Vodafone AŞ vekili dava tarihi itibariyle baz istasyonunun çalışmadığını veya henüz çalıştığını beyan ederek davacıların hukuki menfaatlerinin olmadığını savunmuşsa da ilk dava tarihi 14.3.2008, birleşen dava tarihi ise 02.06.2008'dir. Telekomünikasyon Kurumu Samsun Bölge Müdürlüğü ise tesis için 13.02.2008 tarihinde sistem kurma izni verildiğini bildirmiştir. Davacıların bu tesis kurulmadan haberdar olmaları mümkün olmadığına ve ilk dava tesis kurma izni verildikten sonra açıldığına göre, davanın tesis yapıldıktan sonra açıldığı sonucu çıkmaktadır. Baz istasyonu dava tarihi itibariyle çalışmaya hazır olduğundan, davacı bunun çalışır durumda olup olmadığını bilemeyeceğinden, ayrıca dava niteliği gereği önleme davası olduğundan, davacıların davalarının tarihi itibariyle bir engel olmadığı düşünülerek bu konudaki savunmalara itibar edilmemiştir.
Gerekçesi açıklanmak üzere ;
1-Davacılar tarafından davalılar aleyhine açılan davanın KABULÜ ile fen bilirkişisi M.... Ö.... tarafından hazırlanan 30/06/2008 tarihli raporda gösterilen Gümüşhacıköy Artıkabat Mah. 30 ada 6 parsel sayılı taşınmazda kain davalı A...'a ait binanın çatısında kurulu ve diğer davalı vodafone şirketine ait 10KHZ 60GHZ FREKANS BANDINDA ÇALIŞAN SABİT TELEKOMÜNİKASYON CİHAZININ BU BİNADAN KALDIRILMASINA, davalıların müdahalelerin bu şekilde giderilmesine,
2-Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
3- Davacı H... tarafından harcanan 28,00 YTL harç, 18,00 YTL tebligat ve 777,42 YTL keşif giderinden oluşan toplam: 823,42 YTL yargılama giderinin davalılar A.... ve V. AŞ'den eşit paylarla tahsili ile bu davacıya ödenmesine,
Davacı M....tarafından harcanan 28,00 YTL harç ve giderinden oluşan toplam: 41,50 YTL yargılama giderinin davalılar Ahmet S. ve V. AŞ'den eşit paylarla tahsili ile bu davacıya ödenmesine,
Davacıların ve davalı kurum vekilinin yüzüne karşı tebliğden itibaren 15günlük süre içinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi. 16/09/2008 kaynak-meşe içtihat programı
Konu sonyaka1919 tarafından (21-11-2010 Saat 13:30:01 ) de değiştirilmiştir.
Cevap: İşhanları ortak aydınlığında Baz istasyonu !
sayın sonyaka 1919un kararları dogrultusunda bir özet karardada..dava konusu baz istasyonu konumu,yerleşim yerlerine davacıların(birden fazla kişi davacı olmuş)oturdukları yerlere yakınlıgı itibarıyla(davacılara ait mesafe 100-400 metre arasında)..uzun sürede kişi ve çevreye zarar vereceginden istasyonun bulundugu yerde kullanılmasının sakıncalı oldugu anlaşıldıgından kaldırılmasına(1)
(1)4hd 2007/14629 2008/10720(www hukuk türk mev. iç .bil .ban)
2006 yılında 3 katlı, 4 daire,2 dubleks ve 2 dükkandan oluşan binanın bir dubleks dairesini satın aldım.Dubleks sabibi kişi binanın tamamının sahibi...
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Wmic Windows Activation Key and...
03-05-2025, 14:36:12 in Aile Hukuku