ORMAN KANUNU UYGULAMALARI VE
İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI

Avukat Mustafa Öztok

“Orman hukuku” adlı önceki yazımızda, Türkiye’ de uygulamaları sık görülen mülkiyet hakkından yoksun bırakma işlemlerinin, yasal mevzuata uygun olmadığı ve insan haklarına aykırılık teşkil ettiği konularında açıklamalar getirmeye çalışmıştık.
Bahse konu yazımızdaki düşünceler, öncelikle devletin değişik kurumlarının öteden beri empoze ettiği fikirlere aykırıydı. Bu nedenle sık karşılaştığımız eleştirilerden biri “ bunca yıldır doğru bildiklerimizin yanlış olduğunu siz nasıl söylersiniz ?” şeklinde idi.
Yıllarca vatandaşa “ormanlar azalıyor bunun tek sebebi sizsiniz bu nedenle sizin mülkünüze el koymamız gerekli” denilmiştir. Bunu yasal zemine oturtmak için bir takım gizli delillerle yargılamalar yapıldığına dair vatandaşta izlenimler oluşturulmuştur. Biz yazımızda bu gizli delillerin hiçbir zaman ne orman kadastroları sırasında ve ne de yapılan yargılamalar sırasında mahkemelerce
kullanılmadığını ifade etmiş idik. Hatta bu gizli deliller, değil delil olarak mahkemelerce uygulanmak mahkemelere ulaşmamıştı bile. Bu konuda Harita Genel Komutanlığı ve OGM personeli ile görüşmelerimizde personel eski haritaların kendilerinden istendiğini, fakat çoğu zaman 70 li yılların haritalarını bazen de 1950 li yıllar (genelde 1957) yapımı haritaları gönderdiklerini ifade etmişlerdir.
Bu konuda en çok karşılaşılan ifade; “ bilirkişiler bazı haritalar getirdiler ve uyguladılar, bize göstermediler ama rapor yazdılar” şeklinde idi.Biz kendilerine “siz haritaları gördünüz mü şeklinde” sorduğumuzda verilen cevap “gizli olduğundan görmedik” olmaktadır.
Şimdi biz bu konuda oluşan soru işaretlerini, aydınlatıcı olduğuna inandığımız şekilde yanıtlayalım. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinin Orman Hukuku adlı bir kürsüsü mevcuttur. Bu kürsü Mart 2008 tarihinde İstanbul’da bir çalışma düzenlemiştir. Bu çalışmada davet edilmemiz nedeni ile hazır bulunduk, konuklardan biri de Orman Genel Müdürü Osman Kahveci idi. Haritalar ile ilgili konuyu kendisine aktardık ve gerek orman kadastrolarında gerekse yargılamalarda gerçek delil vasfında haritaların kullanılmamasının büyük sorunlara yol açabileceğini belirttik. Kendisinin bu konudaki cevabı “o harita ve planlarda 10,5 milyon hektar orman alanı var o belgeleri kayıp etmek için mi kullanalım” olmuştur.
Verilen bu cevapla bizim orman hukuku adlı yazıda belirttiğimiz noktaya ulaşılmaktadır. İdare kaybetmemek, diğer bir bakış açısıyla vatandaşın mülküne el koyabilmek için bu uygulamayı yıllardır kullanmaktadır. Bu haritalar ve planlar nerededir? Orman Genel Müdürlüğü’nün 10 nolu binasında bulunan eski planlar odasında bu planların birer örnekleri bulunmaktadır. Bunun gibi bütün orman serilerinin dosyalarında başlangıç evrakı olarak bu planlar bulunmaktadır. Seriler isim değiştirmişse ilk seri dosyasına bakılması uygundur. Askeri haritalar ise Harita Genel Komutanlığı teknik arşiv dairesinde BONN haritaları adı ile mevcut bulunmaktadır.
Ayrıca daha kolay olması açısından www.mkutup.gov.tr adresinden milli kütüphane internet sitesinde kartograf, kartografi, kartografya başlıkları ile yapacağınız aramalarda 1900 lü yılların başlarından itibaren çok sayıda haritaya ulaşmanız imkanı mevcuttur. Yine milli kütüphanede 1954 yılı baskısı Türkiye’nin kesin orman amenejman planlarından yararlanarak hazırlanmış bir haritaya ulaşabilirsiniz.
Yazı içeriğinde yer alan AİHM mahkeme kararı ile ilgili yapılan bir haber programında orman fakültesinden katılan bir öğretim üyesi bilirkişi raporlarının hazırlanmasında uydu fotoğraflarının kullanıldığını belirtmiştir. 1945 tarihinde uydu teknolojisi henüz yoktu biz diyoruz ki o tarihte hava fotoğrafları mevcuttu, balon ve uçaklar bu amaçla kullanılmıştı, ayrıca yersel metotla fotoğraf alınarak haritalar yapılmaktaydı. Bu fotoğraflar da idarenin elinde bulunmaktadır. Yalnız bu bilirkişi öğretim üyesinin ifadesi ve AİHM kararının 91 paragrafı bizim yargılamaların tamamen yeni deliller ile yapıldığı tezimizi doğrulamaktadır. Bu deliller ve yargı kararları 1845 tarihi itibariyle belirleme yapılmasını isteyen yasal mevzuatımızda aranan şarttan çok uzak bulunmaktadır. Yapılan bugünkü uygulama üzerinde yazı ve işaret bulundurmayan mezar taşına bakıp, mezarda yatanın, zencimi, beyaz mı, kadın mı erkek mi, yoksa Müslüman mı Hıristiyan mı olduğunu tahmine bezer. Orman kadastro uygulamaların tamamı varsayımsal ve bilimsel gerçeklikten uzak bulunmaktadır.
Bunun gibi size anlatılan “orman alanları azalıyor biz o nedenle malınıza el koyduk” şeklindeki izahatın yanlışlığını anlamanız için sadece bilgi edinme yasası kapsamında Devlet İstatistik kurumuna bir yazı yazmanız ve 1945 yılından itibaren orman varlığı miktarını sormanız yeterli bulunmaktadır. Bunun yanında Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı yayını olan Doç. Dr. Osman Gökçe’ye ait Türkiye Ormancılık Politikası adlı yayında bu konudaki istatistiki veriler yurtdışı kaynaklara dayalı olarak da verilmektedir.
Orman Hukuku adlı ilk yazımız da orman mevzuatına değinmiştik. Özetle Türkiye de orman mevzuatı 3116 sayılı yasa ile 1937 yılında başlar. Yasanın 21 nci maddesinde orman uygulamasına esas haritaların alımı işinin yasanın yürürlük tarihinden itibaren 10 sene içinde bitirileceği belirtilmektedir. Yasanın bu hükmü yerine getirilmiş ve 1942 yılında orman durumunu gösterir haritalar hazırlanarak ilgili işletmelere gönderilmiştir.1945 -1946 yıllarında ise istikşaf ( araştırma) adlı amenajman planları tamamlanmış 1951-1952 yıllarında büyük ölçekli planlar yapılmıştır. 1945 verilerine göre orman alanı 3116 sayılı yasal tanıma göre memleket sahasının %13 iken bugün 6831 sayılı yasa tanımına göre %26 nın üzerindedir. Bu değişim maki alanlarının orman alanlarına katılması ve ağaçlanması yolu ile olmuştur. Bilimsel verilere göre bir yerin çıplak halden orman halini alması 14 yılda gerçekleşmektedir. Bu nedenle 1950 yılından sonra yapılan haritaların delil vasfı bulunmamaktadır. “Maki” kelimesi Türkçede “fundalık” ile aynı anlamdadır. Fundalık ile iki tür bitkinin kastedildiği iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. 3116 sayılı yasada “her çeşitten fundalık” orman tanımı dışındadır. Yargı tarafından çok sevilen 1965 yılında yürürlüğe girip 1974 yılında yürürlükten kaldırılan “Funda ve Makilik Sahaların tespitine ait Talimatname” Yargıtay 20. Hukuk Dairesince binlerce kararda yürürlükte olduğu gerekçesi ile tarih belirtilmeden uygulanmış ise de bu yönetmelik 1965 yılından önce yani 3116 ve 4785 sayılı yasalar döneminde olmadığı gibi 1974 yılında yürürlükten kaldırıldığından ve bugün de olmadığından hiçbir surette uygulanma olanağı yoktur. Bu yönetmeliğe dayalı verilen kararların hiçbir yasal dayanağı olmadığından yok hükmünde oldukları söylenebilir. Bu dairenin kararlarında her ne kadar Talimatname dayanak gösterilerek ve bilimsel verilere göre denilerek %12 den fazla arazide tarım yapılamayacağı söylenmekte ise de bu görüşün doğru bir yönü yoktur. Maki kelimesi Türkçe bir kelime değildir, 1930 lu yıllarda teknik terim olarak kullanılmaya başlanmış 1940 lı yıllarda orman haritalarında yer almıştır. Fransızca olan kelime ağaçsı bitki anlamına gelir ve Türkçe deki çalı ormanı fundalık terimlerinin karşılığıdır. 3116 sayılı yasa ve 4785 sayılı yasa bu nedenle makileri yasa metninde saymamış, fakat fundalık terimi ile bunları da orman tanımı dışında tutmuştur. Özel kanunları uyarınca oluşturulan tapular geçerlidir. Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası anlaşmalar mülkiyet hakkını korur. Yargıtay’ın mülkiyet hakkını ihlal eden kararlarına karşı Türkiye Devleti hakkında İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yapılabilir. Ayrıca idarece 1945 öncesi amenajman planları ile memleket haritaları ve 1951-1952 yılı amenajman planları gizlendiğinden çoğu davada gerçek ve doğru olmayan belgeler kullanıldığından yargılamanın iadesi yoluna da başvuru imkanı vardır.

Biz bu konuda yapılanları bazı eğlencelerde yapılan üç fincanın altına yüzük saklama hadisesine benzetmekteyiz. Oyunu kuran , yüzüğü size göstermeden fincanın altına koymadığında kazanma şansınızın hiç olmadığı gibi bugünkü uygulamada orman idaresi ile başı derde girenlerin de kazanma şansı hiçbir zaman bulunmamaktadır.
TBMM bu yapılan yanlışlıkları 1987 yılında fark etmiş ve Orman Kanununda bir değişiklik yaparak hatalı gidişatı düzeltebileceğini düşünmüştür. Orman kanunları 6831 sayılı yasa 1/F maddesi ilk cümlesi tapulu yerlerin orman sınırları içine katılmayacağına dairdir. Yasa gerekçesi şu şekildedir. 6831 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin (F) bendi son olarak 22.5.1987 tarih ve 3373 sayılı Yasa’yla değiştirilerek: eski fıkradaki orman sınırları içinde veya bitişiğindeki taşınmazlar için söz konusu olan “geçerli tapu kaydına dayanarak” deyimindeki “geçerli” kelimesi çıkarılarak yerine “tapulu” sözcüğü konmuş; orman sınırları dışındaki yerler için ise, “tapu kaydı” deyimi çıkarılmıştır. 6831 sayılı Orman Yasası’nın 1- maddesinin değiştiren 3373 sayılı Yasa’nın gerekçesinde, değişikliğin nedeni şöyle açıklanmıştır: “6831 sayılı Orman Kanununun 1. maddesinin ikinci fıkrasının (F) bendinde yer alan (geçerli tapu) sözcüğü devletçe verilmiş tapu belgeleri üzerinde şüphe uyandırdığından, bu yanlış anlamaları ortadan kaldırmak maksadıyla kanun metninden çıkarılmıştır” (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 41, Yasama Yılı: 4, S. Sayısı.569, Sayfa 2).
Bu nedenle orman hukuku adlı yazımızda biz İnsan Hakları Mahkemesine başvurunun bir zaruret olduğunu belirtmiştik. Bu konuda Sayın Avukat Şevket Çizmeli ve bizim yapmış bulunduğumuz iki başvuru Nisan ayı içinde duruşmaları yapılarak temmuz 2008 de neticelenmiş bulunmaktadır.
Ankara Barosu avukatlarından sayın Şevket Çizmeli’nin başvurusu 4785 sayılı yasa uygulaması ile mülke el konulmasına ilişkindir . Bu dosyada insan hakları mahkemesi mülkiyet hakkının ihlal edilmiş olduğuna karar vermiştir. 4785 uygulamaları 2/B uygulamalarının temelini teşkil ettiğinden dolayı Orman Kanunu 2/B uygulamalarının dahi insan hakları uygulamalarına aykırı uygulamalar olduğu hususu , bahse konu karardan sonra daha bir fark edilir hale gelecektir. Burada önemli olan , hükümetin hak sahibi kişilere bu türden yerleri satmasının değil bedelsiz olarak vermesinin gerekliliğidir .
Sayın Avukat Ş.Çizmeli’nin savunmasını yaptığı olay da bizim önceki açıklamalarımızı doğrular mahiyettedir. Hak sahiplerinin 4785 sayılı yasa uygulamasınca bir kısım arazileri ellerinden alınmış, 1970 lı yıllarda 4785 sayılı yasanın yeniden uygulanacağı belirtilerek geri kalan arazileri de ellerinden alınmak istenmiş ve 40 yıl süren dava neticesi bu gerçekleşmiş. Biz orman hukuku adlı yazımızda yapılan işlerin usulüne uygun olmadığını belirtirken 4785 uygulamaları ile vatandaşın mallarına el konulmasının uygun olmadığını ve yasanın 10,5 milyon hektar olarak belirlenen orman alanında uygulanması gerektiğini belirtmiştik. Şimdi belirlenen orman alanı miktarı ile 2/B alanları miktarı (453 000 hektar) toplanırsa yapılan yanlışlıklar pek çok kişi tarafından fark edilebilir.
Bizim olayımızda devlet 1953 yılında sattığı bir taşınmazı 1973 yılında orman sınırları dışında göstermesine rağmen 1990 yılında yaptığı orman kadastrosunda bu kez orman sınırları içine almaktaydı. Sebep olarak eski tarihli harita ve hava fotoğraflarında bu taşınmazların orman olarak göründüğü ve 1974 yılında yürürlükten kalkan ve halen yürürlükte olduğunu yargı mercilerinin kabul ettiği bir yönetmeliğe dayanmaktaydılar. İnsan hakları mahkemesindeki yargılamada devlet tarafının savunması, bizim gizli olduğunu iddia ettiğimiz harita ve belgelerin orman kadastroları öncesinde ve yargılamalar sırasında mahallinde hazır edilip ilgililerin istifadesine sundukları ve mahkemelerin bu tapuları iptal etmeyip çevresel nedenler ile kullanım sınırlaması getirdikleri şeklinde idi.
Bugün bu türden olaylarla uğraşanlar bilirler ki hiçbir zaman belge ve haritalar mahallinde olmamış ve uygulanmamıştır. Hatta ilgililer kapsamındaki karşı hak sahipleri bu belgeleri hiçbir zaman görmemiştir. Bu yargılamalar neticesi kişilerin tapularının iptal edildiği ise hak sahiplerinin yaşayarak öğrendikleri acı bir gerçektir.
İnsan Hakları Mahkemesi kişilerin tapularının iptali veya geçersizliği ile sonuçlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin orman kanunu uygulamalarını insan haklarına aykırı bulmuştur. Biri Türk yargıç olmak üzere iki hakim karşı oyla yapılan uygulamanın özel orman statüsüne sokma ve mülkiyetin kullanımının kısıtlaması olduğuna karar vermiştir. Mahkeme burada delillerin yönlendirilmesi ile yapılan yargılama faaliyetini değerlendirmenin, doğru yargılama yapılıp yapılmadığını incelemenin kendisini 3 veya 4 temyiz mahkemesi konumuna sokacağı ifadesi ile adil yargılama hakkının ihlal edildiğine dair bir karar vermemiştir.
Mahkeme kanımızca devletle olan ilişkileri ılımlı tutma ve ilk kararın neticeyi gerçekleştirmesi nedeni ile detaya girmemiştir. Mahkeme kararında aldığı üzere tamamen yeni olan bir duruma ve yeni belge ve delillere göre karar veren yerel mahkemeler mevcuttur. Oysa bizim yargı uygulamamız eski harita ve belgeler olarak delillerin “eski” olmasını aramaktadır [3] Bizim bu yazıyı okuyarak başvuru yapmayı düşüneceklere tavsiyemiz özellikle adil yargılama yapılmadığı ilkesine vurgu yaparak , belge ve delillerin gizli olduğuna dair belgeleri İnsan Hakları Mahkemesine ibraz etmelerinin mahkemenin bu yöndeki kanaatini etkileyeceğidir.


Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Aihm Kararı Ve Orman Hukuku" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Mustafa Öztok'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.