HALİT ÇAPIN'ın bu günkü TAKVİM gazetesinde yer alan yazısıdır.


'Mozaik'in pislikleri..
Türkiye mozaiğinin pisliklerinden bir grup genç, Taksim'de yılbaşını turist kızların ırzlarına geçmek için uğraş vererek kutluyor.. Hepimiz ama hepimiz, çok utanmalıyız..


"Yarabbi bir sahip, bir çoban gönder
Koyun belli değil, kurt belli değil
Kalmadı sefası bezmi cihanın
Deva belli değil, dert belli değil"
Mesleki..

Önce Avrupa Birliği'nden gün alabilme telaşesi.. Sonra Yeni Türk Lirası, Milli Piyango ve yılbaşı muhabbetleri.. Ardından bir Nuh Tufanı ki, koca bir coğrafyayı perişan eden.. Belki küçük bir kıyametin doğa tarafından provası..
Ve kaynadı gitti asgari ücret ile emekli maaşlarına yapılan zam.. Ha bu arada, "Semra Hanım ve benzeri seyirliklerin yanında kim çüker asgari ücreti, emeklilere yapılan zammı" ..
Asgari ücret oldu 350 milyon.. Yeni Türk Lirası ile 350 lira..
Ye ye bitmez.. Ve emekliye zam yüzde 6 mı ne, ilk 6 ay için.. O, anında yitti gitti.. Elektriğe zam, işler tamam.. Az biraz artanı varsa, onu da esnaf kısmı tırtıklamakta (Hoop esnaf odaları! Yine cıyaklamaya başlamayın.. Açın televizyon görüntülerini seyreyleyin.. Pişmiş kelle gibi sırıtan birtakım suratsızlar, alay eder gibi anlatıyorlar .. "Yuvarlak hesaba getirdik.. Yuvarladık.." diyorlar. Çeyrekleri, yarımları, yuvarlayıp tam etmişler.. Oysa "Yuvarladık.." dedikleri 30 kuruşlar, 40 kuruşlar, bildiğimiz 300 bin, 400 bin liralar.. Koyun o yuvarladıklarını üst üste, götürülene bakın..) Geçelim bir kalem.. Bu memlekette, körün bulduğunu düzmesi çok adetten bir şey..
Emeklilere verilen zamma gelince, çok candan bir zam.. Eee ne demişler: "Az veren candan, çok veren maldan.."
Canlarım benim! İhaleler, bok püsür tarafından verdikleriniz, babanızın mallarından sankim öyle tomar tomar? Yandaşlarınıza, yıkayıcı, yağlayıcı yandaşlarınıza..

Kıskanmak..
Ben, şimdilerde değil, daha çok gençliğimde, hep bir şeyi kıskandım.. Kadınlarımdan gayrı tek bir şeyi.. Ne acayip lüküs hayatları, ne paralı insanları, ne son model arabaları, ne başkalarının yediklerini, içtiklerini, gezdiklerini, tozduklarını değil, başka bir şeyi kıskandım kadınlarımı kıskandığımca..
Küffar ellerde gördüğüm, kefere kısmının emeklisini.. Onlara tanınan hakları, yaşam biçimlerini, ahir ömürlerindeki güvenceyi.. Kolay kolay hastalanmalarına izin vermeyen ön tedbirleri, hastalandıklarında ise beyler, paşalar gibi bakıma alınmalarını..
Bir de bizim emekliler? Ula yaşadıkları, çalıştıkları sürece o sigortaya para ödemişler para.. Öpücük değil.. Yaşlılığında, doğru dürüst, insanca, kimseye gereksinim duymadan, başları havada yaşasınlar diye.. Ama, karınca kararınca, ama olduğunca, ama hiç ağlamalara durmadan..
Bütün öfkem içimde söylüyorum ki, bu ülke, hele hele son zamanlarda şehitlerine, gazilerine ne itibar gösterdi ki, emeklilerine sıcak bir "Merhaba.." desin..
Yani gerçek değil midir o dizeler:
"Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik."

Mozaik gençlik..
Abi koyuyor bana çok yıllardan bu yana, yazları çoğunlukla gittiğim Gümüldür'de, Bodrum'da, Antalya'da vesaire vesaire kumlarda, pembe pembe yatan, kıçlarını, göbeklerini güneşe veren, suda kurbağalama yüzen, akşamları aperitiflerini almadan yemeğe oturmayan gavur kısmının emeklisini seyre durduğumda.. Benim ülkemin emeklisinin halları koyuyor bana.. (Aslında daha çok şeyler koyuyor, yareler açıyor her yerlerimde.. Yılbaşı gecesi, Taksim'de o çoğunun babaları belirsiz, fahişe analı bir grubun yaban ellerden gelme kızlı erkekli bir gruba yaptıkları saldırı.. Az kala yatırılıp zorla ırzlarına geçilecek o genç kızlar.. Onlar, o grup bahse girerim mozaiktiler.. Şimdilerde öyle olmak da çok iftihar etmeye başladığımız mozaiğin pislikleri, çöplükleri.. Türkiye bir mozaik ki, içinde Türk'ün adı geçmeyen..
Türk'ün töresinde, edebinde, erkanında böyle bir pislik yoktur.. Eğer olduysa vah eyvah! Mozaikmiş! Habazanın habazanı gözleri dönmüş bir mozaik gençlik..
Ve gördüğüm, izlediğim kadarıyla o korkunç, iğrenç saldırganlık devam ettiği sürece, çevrede bir tek polis yoktu..
Polis, zannım o ki, yılbaşı kutlamalarına çıkmış Vali ve Emniyet Müdürü'nü kollamakla görevliydi o saatlerde..)
Yafu dehşete kapıldım o manzaraları seyrederken.. Sanıyorum büyük bir çoğunluk da öyle.. Bir ara ikrah ettim, nefret ettim insan denilen cinsin böyle bir mahlukata dönüşmesinden.. Yere devirdikleri kızların üstüne çullanan bir kabus pislikler.. Gemi azıya almış bir şerefsiz manzumesi..
Ve bunların ekranlarda her zaviyeden çekilmiş görüntüleri, fotoları..
Polis yok, suçlu yok..

Sıkı mı?
Uzaktan ahkam kesmenin, oturduğu yerden üflemenin de ne olduğunu bilirim.. Ben öyle yapmıyorum.. Benim bu meslekte 50 yıllık olmama 1 sene kaldı.. 50 yıl bu ülkede gazetecilik yapmak, sadece yazmayı iş bellemek zor, zahmetli iştir..
Ben 50 yılda bu kentte valiler, emniyet müdürleri, polisler gördüm.. Vali Fahrettin Kerim Gökay, sokakta nara atan birisi yakalandı mı, Bakırköy Tımarhanesi'ne yollatıp, belinden su aldırttırırdı.. Sıkıysa naralan! İstiklal Caddesi'nde, gece kazara bir kadına sarkmaya kalkan, kimse kim, orada tek bir ekip arabası vardı, yakalanır alınıp götürülür, Ocak ya da Şubat, kar ya da soğuk, Dolmabahçe'den itinalı bir şekilde denize sarkıtılırdı ki alt organları durulsun, huzura kavuşsun diye..
Polis muhabirliği yaptığım günlerde, Sirkeci'deki Emniyet Müdürlüğü'nün Sansaryan Han'daki meskenine indiğimde, kısımlarından çığlıklanmalar gelirdi.. Falakaya yatırılmış hırsızların, yankesicilerin, dolandırıcıların, kudurganların, saldırganların feryatları..
Bizler, polis muhabirleri, 1950'li yılların sonlarında, İstanbul'da bir cinayet olsun da yazalım, imzamız birinci sayfada çıksın diye, haftalar boyu beklerdik..
Açın şimdilerde yaşamakta olan en eski polis muhabirlerinden olan Hasan Pulur'a sorun, size anlatsın..

Alıp kıç cebe koyma..
Yine emekliliğe dönelim.. 1993'te ilk emekli maaşımı aldığımda ve o zamanlar Hürriyet'te yazdığım bir yazıda demişim ki: (6/10/1993Hürriyet)
"Emekli maaşımı aldım, kıçıma.. İlk emekli maaşımı alıp, kıç cebime soktum.. Bozdur bozdur ye, bitmez..
Allah devlete zeval vermesin.. Yani.. Beslediği tonla parazitin yanı sıra, bize de kendi paramızdan, vaktiyle ödediklerimizden güya çıkma yapıyor..
Büyük bir çoğunluğun huzur ülkesi diye düşlediği emeklilik, gerçekte bizim ülkede ve şimdilerde en ağır Çin işkencesi..
Emekliler için 'Artık onlar da ölsünler be canım..' diyenler bile var.. Hastirsinler! Onlar zaten yaşamadılar ki.. İş derdi, ekmek derdi, kira derdi, gitgel derdi, çoluk çocuk derdi.. Say gelsin.. O dertlerle kocadılar..
Bir de bazı teres kısmının ağızlarına pelesenk ettikleri laf: 'Dinazorlar yok olmalı..' Dinazorların bokunu yiyin, o bile para ediyor.. (Üç gün önce Hürriyet'te öyle bir haber çıktı..) Başınıza emekliler kadar taş yağsın.."
Böyle sürüp giden bir yazıydı.. Ve hadi, yüzyıllar önce yaşamış Aşık Mesleki'nin dizeleriyle başlamıştık, yine söyledikleri ile tamamlayalım..

"Halim arz edecek hakim bilinmez
Ahir vakit, bu gözyaşım silinmez
Azdı yaralarım hekim bulunmaz
Yara belli değil, dert belli değil"