+ Konuyu Yanıtla
1 / 2 Sayfa 12 SonSon
1 den 10´e kadar toplam 11 ileti bulundu.

Konu: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu Hızlandırılmış Mobil Sayfa Sürümü (AMP)
  1. #1
    Kayıt Tarihi
    Mar 2007
    Nerede
    Ankara
    İletiler
    1.607
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    ÜLKEMİZDE HUKUKUN VİCDAN VE AHLAK SORUNU

    Doç. Dr. Muhammet ÖZEKES**

    I.ÜLKEMİZDE BUGÜN HUKUKUN HER YÖNÜ İLE VİCDAN VE AHLAK SORUNU VARDIR

    Belki yukarıdaki başlık çok ağır ve incitici gelebilir. Ancak sorunla acı bir şekilde yüzleşmeden ve gerçeği kavramadan, sorun çözülemez. Sorunu görmemezlikten gelmek ve ertelemek mümkündür; ancak sorun, bir gün altından kalkılamayacak bir çığa dönüşerek, onu harekete geçirecek ilk küçük titreşimle, hem o sorunu yaratanları hem de onlarla birlikte masumları da içine alarak yutacaktır. Bu konuda bir sorun yok denilecekse, hukukun, kural konulması aşamasından başlanarak, eğitimi ve uygulaması içerisinde karşılaştığımız aşağıda verilecek birkaç örneği nasıl nitelendirmemiz gerektiğine cevap bulunması gerekir. Ayrıca sorun yoksa, neden ülkemizde yargı organları en yüksek güvenilirliğe sahip olması gerekirken daha aşağılarda yer almaktadırlar? Şüphesiz hukuk kuralları belirli ihtiyaçlarla konulur, gerekirse yeniden düzenlenir. Ancak bugün ülkemizde, hukuk kuralları konulurken, toplumun gerçek ihtiyaçları dikkate alınmakta mıdır? Her zaman çok da makul ve meşru olmayan etkilerden uzak kurallar koyabilmekte miyiz? Toplumun tümünü etkileyen kurallar, gereği gibi tartışılabilmekte, menfaat dengesi tam olarak kurulabilmekte midir? Bir bütünü ve sistemi içinde barındırması gereken kuralların, bazen bütünlüğü ve sistematiği neden bozulmaktadır? İstisnalar, kimler ve ne için getirilmekte veya neden bazen istisnalar kurallara dönüştürülmektedir? Kurallar konulurken menfaat ve hak dengesi yeterince gözetilip korunabilmekte midir? Bazı kurallar ihtiyaç olmadığı halde neden çok sık değişmektedir; bazı kuralların değişmesi gerekirken neden değişmemektedir? Neden kanunların sistematiği, kavramları ve bütünlüğü, hukuk doktrinine aykırı popüler sebeplerle bozulmaktadır? Tüm bu sorulara vereceğimiz cevaplar, kurallar konulurken vicdan ve ahlakın neresinde olduğumuzu da belirleyecektir. Hukuk eğitimini, hukuk fakültelerinden başlayıp mesleğin staj ve meslek içi eğitimi olarak bir bütün olarak düşündüğümüzde, hukuk eğitimimiz içinde vicdan ve ahlak boyutunun tam sağlandığı söylenebilir mi? Eğer tamsa şu sorular anlamsız sorular mıdır? Hukuk fakültelerini açarken, öğretim üyesi yetiştirirken hangi amaca hizmet ettiğimizin gerçekten farkında mıyız? Eğer farkındaysak neden öğretim üyesi olmayan, kütüphanesi bulunmayan ve öğretim üyesi yetiştirmek yerine hazır öğretim üyelerini kullanan fakülteler açmaktayız? Neden özel üniversitelerin bir çoğu tıp, mühendislik gibi yatırım gerektiren fakültelerden önce, bir hoca bir bina anlayışı ile hukuk fakültesi açmaktalar? Hukuk fakültesine başlayan öğrenci hangi hayallerle gelmekte, hangi hayallerle mezun olmakta, hangi hayallerle avukat, savcı, hâkim olmaktadır? Bu genç insanların, hukuk fakültesine başlarken taşıdıkları idealleri biz canlı tutabiliyor muyuz, geliştirip olgunlaştırabiliyor muyuz veya gerçek bir hukuk ideali sunabiliyor muyuz? Eğer cevabımız evetse, bu genç insanların önüne model olarak koyabilecek öğretim üyesi, avukat, hâkim ve savcılarımızın oranı nedir? Kaç öğretim üyesi, kuru hukuk kurallarını aktarmanın ötesinde, öğrencilerine hukuk bilincini aşılamanın telaşı ve çabasını göstermekte, kaç öğretim üyesi duruşu, söylemi ve davranışıyla bu konuda inandırıcı bir örnek olabilmektedir? Öğrenciler kaç öğretim üyesinin, öğrettiklerinden ve öğrencilerini değerlendirmesinden gereği gibi emin olmakta? Kaç öğrenci makul ve meşru sınırlar içinde hakkını aradığında dahi, en azından çatılmış kaşlarla karşılaşmamakta? Kaç öğretim üyesi, kendini ve işini sorgulayabilmekte, bu sorgulamayı meslektaşları ve öğrencileri ile birlikte paylaşabilmekte? Kaç öğretim üyesi, yarın başkalarının hayatları üzerinde rol oynayacak ve karar verecek insanlar yetiştirdiğinin farkında? Kaç öğretim üyesi, sabah derse girdiğinde, akşama daha iyi bir insan kazanmanın telaşını taşımakta? Kaç öğretim üyesi bunlar için sorumluluk alabilmekte? Kaç avukat ve hâkim, stajyerini, tahakküm edeceği veya gönüllü köle olarak kullanacağı insan olarak değil, yarınki meslektaşları olarak görmekte? Kaç avukat, hâkim ve savcı, kendi cahilliğini, "uygulama başka teori başka yalanının arkasında gizleyerek, genç hukukçuları baştan yanlış bir kabulle mesleğe hazırlamakta? Kaç avukat stajyeri, ilk mesleğe başladığında biri isterse ben nasıl rüşvet veririm endişesini taşımakta? Kaç stajyer, "bu işler senin bildiğin ve fakültede öğretildiği gibi yürümez" sözünü duymakta? Kaç baro, erdemli olmanın gerçek kavgasını vermekte? Kaç meslek kuruluşu ideolojik ve politik saplantılar ve bir yerleri tutma telaşı dışında, gerçek hukukçular, avukatlar yetiştirmeyi, önce meslek ilkelerini ayakta tutmanın çabasını göstermekte? Adalet Bakanlığı, daha bilgili, daha insan, daha ahlaklı hâkim, savcı, icra memuru, yazı işleri personeli yetiştirmek için hangi plan ve projeleri hazırlamakta, hazırlıyorsa bunları nasıl uygulamakta? Bu soruları zihnimizde rahatlıkla çoğaltabiliriz. Şüphesiz bu soruları ülkemizdeki hukuk uygulamasına taşıdığımızda adeta sonsuz soru ve sorun yumağı ortaya çıkacaktır. Biz sadece, başlığa dönerek önce tespiti yapıyoruz: Ülkemizde hukukun vicdan ve ahlak sorunu vardır. Bu tespit bir yalansa, o zaman, neden yargının en üstündeki insanlar dahi, vicdanları ile cüzdanları arasında sıkıştıklarını söylerken bunun etkisini düşünmemekte? Bu tespit yalansa, neden bir mahkeme kaleminden, bir icra dairesinden başlayarak yukarılara kadar her yeni günle, hukukun meşru sınırlarını zorlayarak bir şeyler yapma çabası sürdürülmekte? Neden, hâkimler, aslında aynı sıralardan geçerek meslek sahibi olduğu avukatları, kapısının önünde saatlerce bekletmekte ve daha yüksek duran kürsünün arkasından, gereğinde onları azarlarken ne yaptığını düşünmemekte? Neden hâkimler, makul gerekçelerle kendine açıklama yapıldığında, yanlış bir karar verdiğini zihninde tartışmak yerine, "kararı beğenmiyorsan temyiz et!" kolaycılığına kaçmakta? Neden, bir avukat, yine aynı sıralardan geçerek geldiği hâkimin çabasını küçümsemekte? Neden, bir avukat kendisinin iş seçme şansı varken, hâkimin önüne gelen her sorunu çözmek mecburiyetinde olması gibi, insanı aşan bir mesleği icra ettiğini düşünerek ona yardımcı olmamakta? Neden, hâkim, avukatın yargılama içinde yer almakla birlikte, müvekkiline karşı da meram anlatmak zorunda olduğunu; neden avukatlar hâkimlerin kendileri için değil, doğru bir karar vermek için çalıştığını unutmakta? Neden hâkimler, savcılar, avukatların; avukatlar, hâkimler ve savcıların, hatta birbirlerinin işini kolaylaştırmamakta? Neden en iyi avukat, sadece en iyi parayı kazanan avukat sayılmakta? Neden hâkimler tayinlerinde dahi bazı kapıları aşındırmak zorunda kalmakta? Neden avukatlar müvekkillerinden ücretlerini almak için farklı yollar arama çabası içine girmekte? Neden müvekkiller sürekli avukatların emek ve çabalarını yok saymayı bir pazarlık aracı olarak görmekte? Neden, hâkimler, sadece eksik teknik bilgileri tamamlamak için değil, bilirkişi denilen insan üstü varlıklara dosyaların kaderini terketmekte? Ve neden bilirkişiler hâkimler kadar önemli olmakta? Neden "koridor bilirkişisi" kavramı dahi, hukuk dilimize girmekte? Neden avukatlar için, bazen icra memuruna meram anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zor olmakta? Neden, haksız yere davayı kaybeden bir avukat, durumu müvekkiline izah edemeyince "davayı kaybettik ama temyiz hakkını kazandık" demekte? Neden, mahkeme kaleminde köyünden getirdiği sebzeyi meyveyi, fındığı fıstığı satan personeline, hâkim engel olmamakta? Neden mahkeme ve icra kalemlerinin ihtiyacını gidermek için avukatlardan yardım istenmekte? Neden bazen hâkimler, avukat dilekçelerinde gözyaşı dolu hikayeler yerine, yararlanabilecekleri sorunu çözecek gerçek hukuki bilgi bulamamakta? Ve neden, vatandaş, kararın gerekçesinden davayı hangi sebeple kazanıp ve kaybettiğini anlamamakta? Neden, dünyanın hiçbir yerinde yokken "dosya münderecatına ve toplanan delillere göre" sihirli kalıbı, yerel mahkemelerden başlayıp en üst yargı organlarına kadar bir kararın gerekçesi ve formülü sayılmakta? Neden bazen hâkime dilekçeyi okutabilmek için bin bir beceri gerekmekte, neden işin niteliği ne olursa olsun uzun dilekçeler okunmaz inancı yaygınlaşmakta? Neden, avukatlar sürekli mazereti olan insanlar olarak mazeret sebebiyle yargılamayı erteletmekte? Neden "tapuya yazılan yazının gelmediği anlaşıldığından..." özünü duymak için duruşma kapısının önünde vukatlar saatlerce beklemekte ve beklemediğinde de her ne kadar tapudan yazı gelmemiş olsa dahi "dosya müracaata bırakılmakta"? Ve neden avukat, hâkim, savcı, kalem personeli, icra memuru, infaz memuru, kendileri için günlük mutad sayılan işlerin, aslında yargı organları önüne gelen insanlar için, hayatlarının en önemli işi olduğunu ve belki de doğrudan hayatları olduğunu düşünmemekte? Ve neden kimse bu soruların arkasına gereği gibi düşmemekte? Neden Adalet Bakanlığı, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, Barolar, hukuk fakültesi öğretim üyeleri bu soruları hukuk hayatımızın en önemli sorunu sayıp bu sorular tükeninceye kadar gecesini gündüzüne kadar çalışmamakta? Neden kötüden daha kötü olanın kötüyü kanıksamak olduğu unutulmakta? Neden bu soruları soran insanlar, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallerin peşindeymiş gibi, biraz da hafife alınarak dinlenmekte, hatta dinlenmemekte ve belki de cezalandırılmakta?

    II.HUKUKUN VİCDAN VE AHLAK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ

    Gerçekten Bu Sorunu Çözmek İstiyor muyuz?

    Yukarıda ortaya konulan sorunlar, çözümsüz sorunlar mıdır? Çok açık ve kısa cevap verilecekse hayır; her sorun gibi, eğer çözülmek istenirse yukarıdaki sorunların da çözümü vardır, hem de çok kısa sürede çözümlenebilir. Burada mesele şudur: Biz bu sorunu gerçekten çözmek istiyor muyuz istemiyor muyuz? Eğer gerçekten bu sorunu çözmek istiyorsak sorunu çözmek kolaydır; sorunu çözmek istemiyor, sadece göstermelik bazı çabalar sergileyerek sorunu çözüyormuş gibi yapıyorsak, bu daha da tehlikelidir. Çünkü, o zaman sorun çözülmeyecek ve daha sonra gerçekten sorun çözmek isteyenler için de, bu sorunun çözümü imkansızdır, mesajı vererek ümitsizlik kaynağı olacaktır. Ülkemizdeki hukuk, daha doğrusu hukukun etik sorunu neden çözülmemektedir veya çözülememektedir? Kanaatimizce bunun çok basit bir cevabı vardır: Mevcut sistem neredeyse herkesin işine gelmektedir. Bir ülkede eğer yargıya bütçeden ayrılan pay, yüzdelerle değil bindelerle ifade ediliyorsa, o ülkenin siyasetçileri ve ülkeye yön veren yöneticileri adalet sorunu çözmek istemiyor demektir. Çünkü, sağlam bir adalet, keyfi davranan bürokratın, hesap vermek istemeyen siyasetçinin işine gelmemektedir. Sağlam bir yerde durmayan adalet, ne vatandaşına karşı hoyrat, amirine karşı kurnaz, kendi menfaatini ve konumunu her şeyin önünde tutan bürokratı ne de siyaseti hizmet değil itibar, kazanç ve menfaat kapısı gören siyasetçiyi sorgulayıp yargılayabilir. Maalesef, bugün artık siyaset, bürokrat, yargı üçlüsü içinde dönen bozuk çark her gün ülke gündemini işgal eder hale gelmiştir. Bu o kadar ağır tahribat yaratmaktadır ki, bir yandın halkın devlete ve yargıya güveni azalmakta, diğer yandan hukuksuzluklar nasıl olsa başkaları da yapıyor şeklinde meşruluk kazanmakta, ayrıca kural ihlal etmek ve kural dışı davranmak hayatın her alanında alışkanlık haline gelmekte, bu hukuk kargaşası, ülkemize yapılacak yatırımları dahi etkilemektedir.

    Acaba sorunun çözülmemesinin tek suçlusu, siyasetçi ve bürokratlar mıdır? Şüphesiz hayır. Maalesef bizzat yargının sav, savunma ve karar üçgeninde ciddi sorunlar bulunmaktadır. Şunu kabul etmek gerekir ki, ülkemizdeki hukukçuların önemli bir kısmının bilgisizlik ve ilgisizlik sorunu vardır. Özellikle son on onbeş yılda gerek teknolojik yeniliklerin gerek dünyadaki gelişmelerin hızlanması gerekse ülkemizde arka arkaya yapılan bazen gereğinden fazla hızlı kanun değişiklikleri karşısında buna intibak edecek kalitede hukukçu yetiştirilememiş, bilgi eksikliği giderilemediği gibi, bunlara neredeyse ilgisiz kalan önemli bir hukukçu kitlesi de oluşmuştur. Bunun sonucudur ki, sorunu çözmek kendilerini gelişmelere uydurmak istemeyen hukukçular, "uygulama başka teori başka" şeklinde, deyim yerindeyse bir hukuki safsata ihdas etmiş ve bunun arkasına sığınmışlar; ayrıca bununla da yetinmeyerek genç ve idealist hukukçuların da zihinlerini bulandırmışlardır. Eğer bir alanda kanun tekse, teori başka uygulama başka olamaz. Şayet bir farklılık varsa ya teori yanlıştır ya uygulama yanlıştır. Bunun ötesinde, bir yorum farklılığı söz konusu ise, o da ancak yorumun mümkün olduğu alanlarda ve durumlarda, bir görüş farklılığı olarak algılanmalıdır. Bu, teori başka uygulama başka safsatı yüzünden neredeyse ülkemizde Usul Kanunları metruk hale gelmiş, her hâkimin her avukatın kendine göre bir usul uygulaması oluşmuştur. Yani, önce bilgisiz ve ilgisiz hukukçu kitlesi, sistemi bozup uygulamamış sonra da "teori başka uygulama başka" hurafesini uydurmuştur. Bunun hurafe yönünden, cahil insanların türbelere çaput bağlayıp dilek tutmasından hiçbir farkı yoktur. Ancak tehlikeli olan, genç hukukçuların bu ilkel hurafeye inanması ve gereğini yapmaması durumunda, mesleklerini icra edemeyecekleri inancını, bu hurafeyi çıkaranlar ve inananların sürekli beyinlerine işlemeye çalışmasıdır. Ayrıca bu hurafeye neredeyse iman etmiş kişiler, ancak bu hurafe kabul edilip gereği yapılırsa, çarkın içinde yer edinilebileceği söylentisini de yayarak genç hukukçuları da olumsuz yönde etkilemektedirler.

    Şüphesiz bugün gelinen noktada, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar, ülkemizde ciddi bir doktrin ve içtihat zenginliği oluşmuştur. Özellikle son yıllarda bir kısmı bilineni tekrar etse, bilimsel yeterliliği bulunmasa, hatta yanlışlarla dolu olsa da, gerek doktinde gerekse uygulamada bir çok kitap, makale yayınlanmaktadır. Bunun anlamı, her hukukçunun bir şey söylerken, yazarken ve bir sorunu çözerken ciddi bir araştırma yapması zorunluluğunun bulunduğudur. Bu ise şüphesiz zahmetli bir iştir. İşte bu zahmetli işle uğraşmak istemeyen kişiler alıştıkları sistemi sürdürme çabası içindedirler. Çünkü, bir kitap karıştırmadan, kanuna bakmadan hikayeler anlatılan dilekçeler, gerçek bir hukuki dayanağı olmayıp "karakuşi yargı" ürünü kararlar yazmak kolaydır ve caziptir; hukuki çabanın ve bilginin ise değeri kalmamıştır. Böylece, günlük rutini bozmak istemeyen hâkim, alıştığı yöntemleri sürdürmekte, yeni bir şey var mı diye araştırmamakta; icra memuru veya mahkeme kalemiyle olan ilişkileriyle bazı günlük işleri rahatlıkla yürüten avukat, yeni bir şey araştırma ihtiyacı duymamakta; eski köye yeni adet getirmek istemeyen kalem ve icra görevlileri "biz yıllardır bunu uyguluyoruz, yeni mi çıktı" kolaycılığına kaçarak, değişen bir kanun hükmünü veya yeni çıkan içtihadı bile görmemezlikten gelebilmektedir. Sonunda, bilirkişilerin elinde kalan dosyalar, tapudan gelecek yazıyı aylarca bekleyen mahkemeler, kalem ve icra görevlisinin iki dudağına bakan avukatlar, en doğru olduğuna inandığı kararı için dahi Yargıtay'a direnemeyen hakimlerden oluşan bir hukukçu profili ile karşı karşıyayız. Değişim zordur ve sancılıdır. Ancak değişip gelişmiyorsanız, çürüyüp ölmekle karşı karşıyasınız demektir. Yukarıda açıklanan kolaycılık, bilgisizlik ve ilgisizlikten kurtulmadıkça sorunları da çözmek mümkün değildir. Tekrar başa dönecek olursak, sorunu çözmek istiyorsak çözeriz; çözmek istemiyorsak çözmeyiz.

    Burada iş çokluğu, imkân kıtlığı vs. şeyler bahane değildir. Gerçekten insanlar yüreğinde hissediyor, gerekli çabayı gösteriyorsa iki şey ağaç gölgesinde dahi yapılabilir: Adalet ve bilim. Tarih bunun nice örneği ile doludur. Ayrıca bugün söylendiği kadar kötü durumda olduğumuzda gerçek değildir. Örneğin, duruşmalar ve dosyalar çok denilmektedir. Bir durumu gözden geçirelim. Bu dosya bolluğunun önemli bir kısmı da devletle vatandaşlar arasındaki uyuşmazlıklardır. Örneğin, bir memur hakkında verilen standart yanlış karar yargıda bozulduktan sonra ilgili idari birimin veya bakanlığın artık o konudaki uygulamasını değiştirmesi gerekirken, aynı durumda olan yüzlerce memur için idare, hukuka aykırı uygulamasını sürdürdüğünden o durumda olan her kamu görevlisi dava açmak zorunda kalmaktadır. Bunun sonucu ise, yargıya iş yükü, idareye yargılama masrafı, kamu görevlisine çalıştığı kuruma karşı güvensizlik, ülkemiz bakımından iş, zaman, para ve itibar kaybı olarak dönmektedir. Bu tür örnekler çoğaltıldığında görülecektir ki, aslında çok olan işlerin önemli bir kısmı, iş olmaması gerektiği halde iş çıkartılan gereksiz işlerdir. Gerçekten dosya çokluğu, duruşma fazlalığı olan yerler büyük şehirlerdir. Bunun dışında yargı çevrelerinin büyük bir kısmında, iş çokluğu değil, bilakis iş azlığı vardır. Hatta hâkimler çıkardıkları dosya sayısını artırıp terfi edebilmek için özel çaba göstermektedirler. Büyük şehirlerde ise, özellikle duruşmaların büyük çoğunluğu hâkimlerin ve avukatların özellikle kanun ve usûl hükümlerini uygulamamalarından, davaları uzatıcı işlemlerinden kaynaklanmaktadır. Adliyelerdeki duruşmalar iyi izlenirse, günde 6070 duruşması olan bir mahkemenin, dosyalarının neredeyse 2/3#8217;ü bir yerden evrak gelmemesi, belge ve bilgi gelmemesi sebebiyle yapılan şekli göstermelik duruşmalardır ve çoğunlukla "davacı vekili geldi davalı vekili geldi, açık duruşmaya başlandı, nüfusa yazılan yazının gelmediği görüldüğünden duruşmanın .... tarihine ertelenmesine" şeklinde geçmektedir. Acaba, tapudan, nüfustan, karakoldan bir yazının gelmesi için duruşma açmaya gerek var mıdır? Duruşmalar delillerin toplandığı değil, delillerin tartışıldığı ve tarafların meramlarını anlattıkları yargılama kesitleridir. Bunun dışında, zaten duruşmalar işlevini yitirmiş, ismi ile mütenasip durulan yerler haline gelmiş, getirilmiştir. Avukatlar ne söylerse söylesin, hâkimler "dilekçemi tekrar ediyorum dedi" şeklinde zabıt tutmakta, çoğunlukla da avukatlar da işi çözecek etkili bir söz ve konuşma yerine dilekçelerini tekrar etmektedirler. Bunun sebebi, hâkimin de avukatın da duruşmalara yeterli hazırlıkla çıkmaması, etkili ve doğru konuşma ile etkin dinleme alışkanlığının oluşmamasıdır. Oysa adil yargılanma hakkının temel unsurlarının başında hukuki dinlenilme hakkı gelmektedir. Eğer duruşmada dilekçeler tekrar edilecekse neden duruşma yapılmaktadır? Bu söylenenler dikkatle incelenir, gereği yapılırsa sorun çözülecek 6070 duruşma sayısı 1020'ye düşecektir. Ancak bunun için usul kanunlarını bilen, anlayan, uygulayan avukat ve hakimler, bunun arkasında duracak bir Yargıtay, denetimlerde buna dikkat eden adliye müfettişleri gereklidir. Yani, çözüm bilgili ve ilgili hukukçuda yatmaktadır. Yine aynı soruya dönüyoruz, gerçekten sorunu çözmek istiyor muyuz?

    2. Sorunu Çözmek İçin Öneriler


    Ülkemizdeki hukukla ilgili sorunların çözümü için, önce hukuk bilincini taşımak, sonra da hukukun ve hukukçu olmanın önemini ve değerini kavramak gerekir. Bunlardan önce insan olmanın bilinci içerisinde olunmalıdır. Zira, mahkemelere gelip gidenler dosyalar, tutanaklar ve kağıtlar değildir; yargılamanın tarafı insanlar, onları savunan ve onlar hakkında karar verenler de yine insanlardır. Bu sürekli hatırlanırsa orunlar daha kolay çözümlenecektir. Hukuk fakültesinden başlayarak hukuk bilinci içerisinde olan hukukçular yetiştirilmeli; stajda bu işin üzerinde ciddiyetle durulmalı; meslek içinde bu denetlenmeli, aykırı davrananlar hemen gerekli yaptırımla karşılaşmalıdır. Ülkemizde hukuk fakültelerinin kuruluşundan başlayarak, bir etik sorunu vardır. Bugün hukuk fakültelerinin sayısı neredeyse kırka yaklaşmasına rağmen, istenen standartta öğrenci alıp mezun eden fakülte sayısı dördü beşi geçmemektedir. Özellikle bir siyasi yatırım olarak olur olmaz yerde kurulan devlet üniversitelerinin açtıkları hukuk fakülteleri ve özel üniversitelerin en az maliyetle ancak en çok itibar gören fakülte olarak hukuk fakülteleri açmaları sonucu, bilgi yönünden eksik, ilgi yönünden zayıf, etik değerler yönünden hiç irdelenmeyen hukukçular yetişmeye başlamıştır. Bunun etkisi özellikle önümüzdeki birkaç yılda daha da fazla görülecektir. Bu sebeple, avukatlık, hâkimlik gibi alanlarda mesleğe başlarken yapılacak ciddi, ancak objektif sınavlar ve doğru bir staj eğitimi daha da önemli hale gelmiştir. Her isteyen belki hukuk fakültesi bitirebilir; ancak her isteyenin layık değilse avukat ve hâkim olmasına engel olunması gerekir. Avukat ve hâkim olmak, basit hukuki bilgilerin ve eğitimin ötesinde daha ciddi bir alt yapıyı gerektirir; bazı insanlara iş bulmak, toplumun geleceği ve kaderinden daha önemli hale getirilmemelidir. Bir hukuk fakültesi kurulurken kaç öğretim üyesinin olacağı, kütüphanesinde yeterli kitabının bulunup bulunmadığı, araştırma görevlisi yetiştirme potansiyeli gibi hususlar neredeyse dikkate alınmamaktadır. Bazı fakültelerde, öğrenciler öğretim üyelerini dahi tanımadan, bir kez olsun yazılı bir metin üretip, kendini sözlü olarak ifade etmeden fakülteden mezun olabilmektedir. Sonuçta kanun kullanma alışkanlığı olmayan, kütüphaneye sınırlı sayıda giren, bir sorunu çözmek için araştırma yapmasını bilmeyen, eksik içtihat kitaplarına mahkum olmuş, klişe kalıplarla, form dilekçeler, matbu kararlar yazabilen, yaratıcılığı ve araştırmacılığı olmayan, yazılı ve sözel olarak kendisini eksik ifade eden hukukçular yetiştiriyoruz. Eğer bu yanlışsa, kendimize kaç dava ve cevap dilekçesini, kaç mahkeme kararını bir edebi metni okur gibi akıcı bir şekilde okuyabildiğimizi, kaç dilekçe ve karardan tatminkâr hukuki bilgiye rastlayabildiğimizi soralım. Öğretim üyesi ile kanunla, hukukla, diğer hukukçularla iletişim içinde olmayan bir öğrencinin vicdan, ahlak, etik değerleri tam olarak kazandığı söylenebilir mi? Bugün bir çok alanda olduğu gibi hukuk alanında da yüksek lisans ve doktora programlarının bir kısmı hatır için unvan dağıtılan yerler haline gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda yarı gerçek yarı rivayet, hafife alarak ifade ettiğimiz "beşik ulemasından" sonra, yetersiz şekilde, alt yapısı olmadan kurulan yüksek lisans ve doktora programları ve bazen de özenli öğrenci seçilmeyen ya da bilimsel yetersizliklere göz yumularak yürütülen bu programlardan "hatır uleması" yetiştirilmekte, hatta bu kişiler bazen yardımcı doçent daha sonra doçent ve profesör olarak öğrencilerin ve diğer hukukçuların kaderine yön vermektedir. Öncelikle burada durup düşünmek gerekir. Kendisi hak etmeyerek bir yerlere gelen bu tür öğretim elemanlarının yetiştireceği hukukçuların kalitesi ne olacaktır? Hak etmediği halde bir takım ünvanları alanlar, sadece bunları paraya tahvil etme çabasından öte ne yapacaklardır? Bu kişiler öğrencilerinin ve diğer hukukçuların karşısında nasıl bir duruş sergileyecektir? Belirtilen bu yanlışlıkların mutlaka düzeltilmesi gerekir. Hukuk fakültelerinde birinci sınıftan başlayarak, öğrencinin vicdani kanaat oluşumunu olumlu etkileyecek dersler konulmalı ve uygulamalar yapılmalıdır. Örneğin, kaç hukuk fakültesinde tarihin ve ülkemizin büyük ve önemli davaları öğretilmekte ve tartışılmaktadır; kaç hukuk fakültesinde öğretim üyeleri bunlardan gereği gibi söz etmektedir, kaç hukuk fakültesinde öğrenciler bir uyuşmazlığı kendi sorumluluklarında araştırıp inceleyerek çözmekte ve bunun sonucuna katlanabilmeyi öğrenmektedir? Hukuk,bilgi ve vicdanla olgunlaşır, söz ve yazıyla kendini ifade eder. Ülkemizde, genel olarak bu dört unsurdan, sadece hukuki bilgi yüklemesi yapılmaktadır. Onun da ne kadar doğru bir yöntemle olduğu gerçekten tartışmalıdır. Bunun dışında öğrencilerin vicdani kanaat oluşturma ve etik değerlere bağlı hukukçular olarak yetiştirilmesi için ne bir ders ne de ciddi bir çaba söz konusudur. Eğer ortada bir çaba varsa o da birkaç öğretim üyesinin idealist davranışları ve çabasıdır. Ayrıca, öğrencilerin bilgilerini doğru bir şekilde ifade edecekleri yazı ve söze yönelik sistematik çalışmalar yaptıkları söylenemez. Öğrenciler sınav kalabalığı, geçme kalma ikilemi arasında sıkışıp kalmış durumdadırlar. Mutlaka hukuk etiği gibi derslerin, adli yazışma, kurgusal duruşma gibi ders ve uygulamaların yapılması ve öğrencilere bu konuda sorumluluklar verilerek sonuçlarına da katlanmaları sağlanmalıdır. Ayrıca, öğrencilerin özellikle ilk dört yarıyıldan sonra, adliyede zaman zaman staj yapmaları sağlanarak öğrenciyken bu ortamı ve sorunlarını yerinde anlamalarına çaba gösterilmelidir. Hukuk fakültesi öğretim üyelerinin kısmen sistemden kısmen kendilerinden kaynaklanan bir eksiliğini de burada vurgulamak gerekir. Maalesef bazı öğretim üyeleri neredeyse dışarıdaki gerçeklerden habersiz, olmayan sorunlar için çözüm üreten insanlar konumundadır. Bu çerçevede özellikle hukuk fakültesi öğretim üyelerinin fil dişi kulelerde oturup sürekli uygulamayı eleştiren insanlar olmaktan çıkarılıp uygulamanın içerisine girerek hem uygulamada yoğunlaşan sorunlara çözüm üretmelerinin sağlanması hem de onların bilgileriyle uygulamaya doğru yön verilmesine yardımcı olunmasının yolu açılmalıdır. Bunun yanında, uygulamada başarı göstermiş hukukçulardan, üniversiteler hukuk eğitiminin sürekli olmasa da belirli aşamalarında yararlanmalıdırlar. En azından mesleğinde zirve noktaya ulaşmış avukat ve hâkimlerin öğrencilere bilgi ve tecrübelerini aktarmaları, hem öğrencilerin önlerine model koymak hem de bu yönde etik değerlerin olgunlaşmasına katkıda bulunacak örnekler sunmak bakımından yararlı olacaktır. Şüphesiz bu çaba sadece hukuk fakültelerinde değil, mesleğin staj eğitiminde çok ciddi şekilde de sürdürülmeli; hâkimlikte ve avukatlıkta, meslek içi eğitimde bu çaba süreklilik kazanmalıdır. Hukuk fakültelerinde staj eğitimi, stajda hukuk fakültelerindeki eğitim verilemez, verilmemelidir; ancak bu iki eğitimin bir birinin devamı ve tamamlayıcı olması mutlaka sağlanmalıdır. Bunun için de adliye ve hukuk fakültesi işbirliği olmalıdır. Bir hukukçu hukuk fakültesine kayıt olduğu andan, staj yapıp meslek edininceye kadar hukukçu olmanın sorumluluğunu hissetmeli, hukuk bilincine sahip olmanın önemini kavramalı, mesleğini yaparken de bunu koruyacak bir duyguya sahip olmalıdır. Deyim yerindeyse hukukçunun bu konuda olumlu anlamda beyni yıkanmalı, kişiliği bir kalıba sokulmalıdır. Eğer bugün hukukumuzda bir etik sorun varsa, sorunlu insanlar da var demektir. Ancak, kaç hukuk fakültesi öğretim üyesinin, kaç avukatın kaç hâkimin işini gereği gibi yapmadığından veya bu etik değerlere önem vermediğinden bir yaptırımla karşılaştığını soracak olursak neredeyse hiç denemek gerekecektir. Yani, burada sorun büyük, ancak onu yaratan sorunlu insanlar yokmuş gibi davranılmaktadır. Üniversitelerin, Baroların, Adalet Bakanlığının, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun bu konuda daha hassas davranması, hatta önceliği bu konuya vermesi gerekir. Meslek taassubu ve koruyuculuğu içerisinde davranıldığı sürece, hiçbir sorun çözülemez. Bu sebepledir ki, 3040 yıl önce öğretim üyelerinin, avukatların, hâkimlerin savcıların sahip oldukları saygınlık bugün artık yoktur. Sirke artık başkalarına değil, küpüne de zarar vermeye başlamıştır. Hukukun ilk çıkış noktası savunmadır. Çünkü, hukuk uygulaması, önce bir insanın başkasına haksızlık yapmasıyla ve haksızlığa uğrayanın da kendini savunmasıyla başlar, kendini savunmayan kendisi yerine daha iyi savunacak birini aradığında da avukatlık mesleği ortaya çıkmıştır. Bu sebeple avukatlık gerçekten çok önemli bir meslektir; haksızlığın karşısında duruşu sergiler. Acaba bunu gerçekten idrak etmiş avukatlar yetiştiriyor muyuz? Maalesef barolar gittikçe daha politize olan, belirli grupların seçim kavgası yaptıkları yerlere dönüşmüş, özellikle mesleğin gelişmesi için istenen bir duruş sergileyememiştir. Şayet ülkemizde bir adliye kirlenmesinden söz ediyorsak, baro ve avukatları bunun dışında tutamayız. Eğer barolar, ciddi ve kararlı bir tutumla, her şeyi bir kenara bırakarak el birliği ile bu kirlenmişlik çarkından ne pahasına olursa olsun çıkma kararı alsa ve bunu ciddi bir şekilde uygulasa, buna aykırı davranan meslektaşlarına gerekli cezaları verebilse, bu konuda işbirliği yapmayan adliye personelinin gerekli yaptırımlarla karşılaşması için tüm çabasını gösterse bu sorun çözülmez mi? Şüphesiz önemli ölçüde çözülür. Bu çaba diğer çabaları da zaten arkasından getirecektir. Avukatlık stajı daha ciddi yapılmalı, hem hukuki bilgiyi uygulama hem de meslek etiğini kazanma aşaması olarak düşünülmelidir. Mümkünse avukatlık ve hâkimlik stajının önemli bir kısmı birleştirilmelidir. Ayrıca, stajını bitiren bir avukatın, bağımsız bir şekilde dava alması belirli bir zamana yayılmalı; aynı şekilde ruhsatını aldığının ertesi günü Yargıtay'da duruşmaya çıkmak gibi, aslında zaman ve olgunluk isteyen işlerde belirli zaman dilimleri konulması gereklidir. Kanaatimizce hâkimlik ve savcılık mesleği de birbirinden ayrılmalıdır. Çünkü, hâkimlik hukukun vicdani kanaat bakımından zirve noktasıdır. Yukarıda açıklanan hukuk uygulaması içinde, uyuşmazlığa düşen iki taraf, uyuşmazlığı çözmek için sonunda bir üçüncü kişinin vicdanını hakem kılma ihtiyacını duyar, o kişi de adeta insanüstü bir iş yapan hâkimdir. Bu sebepledir ki, bir düşünürün ifadesi ile "hâkimler hukukun hem kölesi hem de efendisidir". Hâkimler hukukun kölesidir; çünkü, onların ağır bir manevi yük altında bulundukları açıktır. Hâkimler hukukun efendisidir; çünkü, onlar sözünü söyledikten sonra,bu söz ne kadar yanlış olursa olsun, artık söylenecek başka bir söz yoktur. Bu ağırlık, onların sadece yeterli hukuk bilgisini değil, gerekli insani donanımı taşımalarını da zorunlu kılmaktadır. Hâkimlere ilk öğretilmesi gereken şeylerden biri de, evletin değil milletin hâkimi olduklarıdır. Çünkü, hâkim devlet adına değil, millet adına karar verir. Ayrıca, devletle vatandaş karşı karşıya geldiğinde de hâkimin tarafsız ve bağımsız olması, bu bilinci taşımasına bağlıdır. Hâkim devletin değil, devlet hâkimin hizmetindedir.

    Bugün ülkemizde, 22 yaşında hukuk fakültesi bitiren, iki yıl staj yaptıktan sonra 24 yaşında hâkim olan genç insanlardan, diğer insanların kaderleri hakkında karar vermesini bekliyoruz. Belki insanoğlu 24 yaşında, ülkeler fethedebilir, etmiştir de; ancak bu yaşta insanların kaderi hakkında karar verecek olgunlukta mıdır? Zira, ülkeleri fethedenler hakkında da, karar verecek olanlar yine hâkimlerdir. Bu sebepledir ki, hâkim olacak kişilerin mutlaka belirli bir olgunluğa da erişmiş olmaları gerekir. 30 yaşından önce bu olgunluğa ulaşmanın ne kadar güç olduğu da açıktır. Bu sebeple özellikle hâkimlerin, belirli bir süre, kanaatimizce en az beş yıl avukatlık yaptıktan ve bir süre de hâkim yardımcısı olarak çalıştıktan sonra, bağımsız bir şekilde karar verecek olgunluğa ulaşacaklarını düşünüyoruz. Bunun bir çok faydası olacaktır: Öncelikle, avukatlık yaparak hukukun ilk aşaması olan savunma alanında çalışan hâkim, bir insanı savunmanın zorluğunu yaşarak öğrenecektir. Bunun dışında, yargılamada avukatlarla hâkimlerin birbirini anlaması daha kolay olacaktır. Ayrıca, avukatlık yaparken yaşadığı olaylar, hâkimde ciddi bir hukuk ve hayat olgunluğu ve tecrübesi doğuracaktır. Hâkimlerin daha bağımsız ve yaratıcı karar verebilmeleri bakımında önemli bir engel de kanaatimizce hâkimlerin yükselme ve ilerlemelerinde uygulanan sistemdir. Bu sistemin mutlaka gözden geçirilmesi gereklidir. Hâkim, tayin terfi için Bakanlıktan ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulundan himmet bekleyen insan olmaktan çıkarılmalıdır. Hâkimlerin içtihat yaratmasının önünde neredeyse bir engel olarak duran, kararları hakkında verilen not sisteminin de gözden geçirilmesi bir zorunluluktur. Bu sebepledir ki, bazen üst mahkemelerin yanlış kararlarına karşı dahi, hâkimler direnme cesaretini göstermemektedirler. Hâkimlikle savcılık da birbirinden ayrılmalıdır. Çünkü, hâkimin taşıması gereken vasıflar farklıdır. Hâkim bağımsız ve tarafsız bir noktada dururken, savcı aslında taraftır; kamu adına hareket eder, gereğinde devleti temsil eder. Bu sebeple uzun süre savcılık yapan bir hukukçunun, daha sonra hâkimlik yapmaya başlaması, kişilik de rol kayması veya sapmasına yol açabilecektir. Kaldı ki, uzun süre savcılık yapan birinin de hâkimliğin düşünce tarzını kabullenmesi kolay olmayacaktır. Oysa, bir savcının daha çok bir avukat gibi yetişmesi ve sorunlara o gözle bakması gereklidir. Bu açıdan hâkimlerle savcıların eğitimlerinden başlayarak mesleği icralarına kadar farklılaşması gereklidir. Bu kısa sayılabilecek değerlendirmeden varılması gereken en önemli sonuç, hukukçular yetiştirilirken ve mesleklerini uygularken, öncelikle hukukçu bilincini taşımalarının öğretilmesi zorunluluğudur. Bu bilinci kazanmaları için azami çaba gösterilmeli, bu bilinci korumaları için sürekli bu konuya dikkat çekilmeli, uyarılmalı ve bu bilinci kaybettikleri an hukukla bağlantıları da kesilmelidir. Eğer adalet mülkün temeliyse, temelin su almamasına, sarsıntıya karşı sağlam durmasına dikkat edilmelidir. Bazı şeyler vardır ki, üzerinde en küçük tereddüdü dahi taşıyamaz; adalet o şeylerdendir. Hukuk bilincini sağlamak için eğitim önemlidir, ancak bu yan faktörlerle de mutlaka desteklenmeli, korunmalıdır. Örneğin, bir masa ve sandalyeden oluşan bir hukuk fakültesinde eğitim alan öğrenci mi, yoksa binasından girerken hukuku algılayabileceği bir mimariye sahip hukuk fakültesinde okuyan bir öğrenci mi bu duyguya daha çok sahip olur? Keza, boş ve soğuk duvarları olan hukuk fakültelerinde okuyan öğrenciler mi, yoksa her bir duvarında bir temel hukuk metnini görerek geçeceği ve dört yıl içinde bunlara aşinalık kazanacak öğrenciler mi daha çok hukuka sahip çıkar? Hâkim, depodan bozma bir yerde duruşma yapınca mı, yoksa adalet sarayı ismine yakışan, o şehrin en görkemli binasında yargılama yapınca mı daha sağlıklı karar verir? Şüphesiz bir hâkime milyarlarca lira verseniz de, trilyonlarca liralık davalara bakacaktır; ancak en azından gelecek endişesi taşımaya bir hâkim mi, yoksa yarın ne giyeceği konusunda tereddütü olan bir hâkim mi daha doğru karar verir? Davasının akibeti konusunda tereddütü olmayan bir avukat mı, yoksa acaba dilekçem okunur mu, duruşmada söylediklerim ciddiye alınır mı diyen bir avukat mı mesleğini daha iyi yapar?

    SONUÇ

    Yukarıda yazılanlardan çıkarılabilecek sonucu özetlersek: Hukukun, vicdan ve ahlak, daha güncel ifade ile etik temeli bir kenara bırakıldığında aslında işlevini yerine getirmesi mümkün değildir. Maalesef bugün ülkemizde, hukukun çok ciddi bir şekilde etik sorunu vardır. Bu sorunun çözülmemesinin en önemli sebebi, herkesin, özellikle de hukukçuların bu sorunu gerçekten çözmek istememeleridir. Şayet bu sorun çözülmek isteniyorsa, önce hukukun her aşamasında bulunanların, öğrencisinden öğretim üyesine, avukatından hâkimine kadar kendisini gözden geçirmesi gerekir. Kendimize ve birbirimize bu konuda yalancı değil, samimi sorular sormalı ve acı cevaplarından da korkmamalıyız. Önce hukukçu gibi hukukçu yetiştirmeli, sonra bu bilinci korumak için çaba göstermeli, bu çabayı göstermeyenlerin hukukçu kimliğini taşımasına izin verilmemelidir.



    *Bu makale Eskişehir Barosu Dergisi, 2005/6, s. 116’da

    www.barobirlik.org.tr sitesinde yayınlanmıştır.



    Hukuki NET Güncel Haber

    Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu konulu yargıtay kararı ara
    Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu konulu hukuk haber

  2. # Nedir?
    Tavsiye Soru Cevap
    Kayıt Tarihi
    Bugün
    Nerede
    Avukat Dünyası
    İletiler
    Ne kadar?
     
  3. #2
    Kayıt Tarihi
    Mar 2007
    Nerede
    Ankara
    İletiler
    1.607
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Makalenin okunması konusunda ısrarcı davranıyorum.

  4. #3
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Israrcı davranışınız sonucu ben okudum
    Doç. Dr. Muhammet ÖZEKES çok doğru tespitler yapmış en doğrularından biriside uzun yazı ve dilekçelerin okunmaması yönündeki görüşün yaygınlık kazanmasıdır. Ahanda buraya yazıyorum bu yazıyı ki çok değerli 15 avukat hakim savcı okusun başını sonunu unutmadan ben her konuda fikrimi değiştireceğim. Bu sitede bu yazıyı üç-dört avukat okuyacak vede 5-10 ''hukuk sever'' yanıtta gelirse onlardan gelecek...
    Doç. Dr. Muhammet ÖZEKES çok güzel yazmış ben bu siteye ilk katıldığımda demiştim ilgisiz ve bilgisiz bir hukukçu kitlesi var diye ooo sitede harp çıkmıştı!!! Şimdi değerli bir bu konuda uzman tarafından yazılmış daha yumuşak olarak...
    İşin aslı ilgili ve bilgili insan yetiştirmekten geçer BİLGİLİLER İLGİSİZ İLGİLİLER BİLGİSİZ olursa işte böyle olur. Ben hemen hemen tüm hukuk forumlarında bas bas bağırıyorum ama aldıran dinleyen yok bu hocamızıda okuyan olmayacak ama ne olacak ileride birileri baktığında '' Bak kaç sene önce de doğruyu söyleyenler varmış'' diyecekler. Yani tarihe not düşüyoruz... Not düşmekten işaret parmaklarım nasır tuttu oda başka tabiiki...

  5. #4
    Kayıt Tarihi
    Apr 2005
    Nerede
    Salihli/Manisa
    İletiler
    7.141
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Uzun dilekçeler okunmaz mantığından hareketle, uzun yazılar da okunmaz diyerek, bu yazının kaç kişi tarafından okunacağını ben de merakla izlemekteyim.

    Evet Sayın Özekes, maalesef çoğumuzun bildiği ama bir türlü çözüm üretemediği daha doğrusu asıl sorunu çözecek olanlara sesini duyuramadığı, duyursa bile kaale alınmadığı bu sebeple de gün geçtikçe çığ gibi büyüyen sorunlarımızı çok güzel kaleme almış.

    Artık neredeyse ilçelerde dahi bir bina, diğer hukuk fakültelerinden getirilen öğretim üyeleriyle hukuk fakültesi açıldığı gerçeğini düşününce bu sorunların asla çözülemeyeceği kanaatindeyim. Hukukçuları yetiştiren öğretim üyelerinin bu fakültelerden yetiştiğini düşünecek olursanız, bu sorunların bırakın çözülmeyi, gün geçtikçe artacağını ve arap saçına döneceğini kestirmek çok da zor olmasa gerek.

    Sayın Özekes'in belirttiği gibi, öncelikle herkes kendi özeleştirisini yapmalı ve yukarıda sayılmış ve daha da çoğaltılabilecek soruların yanıtını vermeli. Bununla birlikte, yukarıdaki soruları ve tespitleri okuyan "ilgisiz yetkililerin" de hatayı nerede yaptık diye durup düşünmesi ve çözüm üretmesi, hiç değilse üretilen çözümlere kulak vermesi gerekmektedir. Yoksa ne hukuka, ne hukukçuya ne de hukukun üstünlüğe saygı kalmayacak, korkarım sonunda ihtiyaç da kalmayacak...

  6. #5
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    istanbul, kadiköy, Türkiye.
    İletiler
    5.539
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Evet bende izlemekteyim ve ne olduki diye girip çıkarak sayıyı arttırdığımızdan da eminim ...

  7. #6
    Kayıt Tarihi
    Mar 2007
    Nerede
    Ankara
    İletiler
    1.607
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Bu hassasiyeti gösteren kişiden İcra İflas Hukuku dersi alma şansı (şans sözcüğünü özellikle kullanıyorum) yakaldım.
    Peşine düştüğünüz şeyin rahatsızlığını hisseden ve sorunu yalnızca dillendirmekle kalmayıp çözüm önerileri de sunan birilerinin varlığından haberdar olmak yüreğimi ferahlatıyor.Yukarıdaki makalenin okunması konusundaki ısrarcı davranışımın sebebi buydu,belki bir yürek daha ferahlar..

  8. #7
    Kayıt Tarihi
    Apr 2005
    Nerede
    Adana, Seyhan, Turkey.
    İletiler
    2.930
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Sayın c_selin;

    Hocanın "Hukukun vicdan ve ahlak sorunu" konusundaki hassasiyetine katılmamak mümkün değil. M. Özekes hocayı ben de tanıma fırsatı buldum. Kendisi bir usul hukukçusu olmasına rağmen, işe iade davalarının usul hukununu ilgilendiren yönü ile ilgili yazdığı makaleleri ve seminerleri iş hukukçularının dikkatini çekmişti. Kendisi ile yaptığımız sohbette, "ben iş hukukçusu değilim ama iş hukukuna "müdahil" oldum" demişti. Sanıyorum hazırlanmakta olan Hukuk Usulü Yasası'na ilişkin komisyonda da görev yapıyor.

    Bu genç ve değerli hukukçumuzdan ileride de başarılı çalışmalar bekliyoruz.

  9. #8
    Kayıt Tarihi
    Mar 2007
    Nerede
    Ankara
    İletiler
    1.607
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Alıntı c_selin rumuzlu üyeden alıntı İletiyi Göster
    Bu sebeple, avukatlık, hâkimlik gibi alanlarda mesleğe başlarken yapılacak ciddi, ancak objektif sınavlar ve doğru bir staj eğitimi daha da önemli hale gelmiştir. Her isteyen belki hukuk fakültesi bitirebilir; ancak her isteyenin layık değilse avukat ve hâkim olmasına engel olunması gerekir. Avukat ve hâkim olmak, basit hukuki bilgilerin ve eğitimin ötesinde daha ciddi bir alt yapıyı gerektirir; bazı insanlara iş bulmak, toplumun geleceği ve kaderinden daha önemli hale getirilmemelidir.
    Toplumun geleceği ve kaderi,AKP grup toplantısında hakimlik sınavında yeterli puanı alamayan kişinin kameralara takılan torpil talebinden de mi önemli??

  10. #9
    Kayıt Tarihi
    Feb 2006
    Nerede
    Turkey.
    İletiler
    236
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Bu yazıyı galiba bir iki sene önce okumuştum
    Aklıma bir soru takıldı Kıyaslama yapacak olursak "Adaletmi üstündür"Yoksa "Hukukmu Üstündür"

  11. #10
    Kayıt Tarihi
    May 2008
    İletiler
    584
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Ülkemizde Hukukun Vicdan Ve Ahlak Sorunu

    Bu eleştirileri onaylamamak mümkün değil. Etik kuralları var değil mi hukukçuların artık? Etik kurullarınızın da oluşması gerekir. Bu makalenin yayınlandığı tarih 2005. Bu 3 yıllık süreçte makalede önerilenlerin aslında bir kısmı yapılabilirdi. Ancak yazarın dediği gibi.. Çözmek isterseniz çözersiniz. Süreçteki işleyişle ilgili eleştiriler konusunda değişikliklerin hala yapılmadığını en azından bazılarını biliyorum. Özellikle hukuk fakültesi açma konusunda standartların dikkate alınmasığı ve özel üniversitelerin de yarı zamanlı öğretim üyesi ile işi kotardığını da görebiliyoruz.

    Yalnız cidden makalede çok güçlü tespitler yapılmış. Ve şunu da eklemek isterim. Hukukun değil sadece, SİSTEMİMİZİN etik sorunu var.. Nereye elinizi atsanız elinizde kalıyor..

    Eklediğiniz için teşekkürler..

+ Konuyu Yanıtla
1 / 2 Sayfa 12 SonSon

Bu sayfada bulunan kavramlar:

hukukun vicdan ve ahlak sorunu

hukukta vicdan ve ahlak sorunu

muhammed özekes hukuk ve vicdan

madem adalet mulkun temeliyse mulk kimin

ülkemizde hukukun vicdan ve ahlak sorunu

Muhammed Özekez hukukumuzda vicdan ve ahlak sorunu

hukuk etiği muhammed ozekes

Hukuki makaleler muhammet özekes

muhammet özekes hukukumuzun vicdan ve ahlak sorunu

hukukun vicdan ve ahlak sorunu-muhammet özekes

özekez hukukumuzda vicdan ve ahlak

hukukun sorunlari

Forum

Benzer Konular :

  1. Vicdan mı hukuk mu?
    2014 1 Kasımda 1+1 dairemi eşyalı olarak bir evli çifte kiraladım, koca geldi, evi tuttum beğendim dedi. Eşyalı olduğu için deposito 2000 lira aldım....
    Yazan: İsmail Ufuk Forum: Kira Hukuku
    Yanıt: 2
    Son İleti: 21-11-2014, 14:34:58
  2. Ülkemizde facebook davaları
    Forum içinde arama yaptım ama üzerinden bir iki ay geçmiş belki artık sistem değişmiştir diye sorma gereği duyuyorum. --> Ülkemizde şuan...
    Yazan: syhnozen Forum: Bilişim Hukuku
    Yanıt: 8
    Son İleti: 26-03-2012, 22:13:52
  3. Vicdan yanılgısı,
    Yani! Yaşamak herkes kadar benimde hakkım diyemem çocuğum, Utanırım, Şafaklarda öldüğünü bilmeden ölenlerden utanırım, Neden bu dünyada varım ...
    Yazan: ayazoglum Forum: Üyelerimizin Şiirleri
    Yanıt: 0
    Son İleti: 15-06-2010, 23:59:09
  4. Vicdan Testi
    VİCDAN TESTİ Vatandaşlık mı? Ayrımcılık mı? Almanya'nın Baden-Württemberg eyaleti, bu senenin başından itibaren #8220;Müslüman kültür...
    Yazan: Av.Mehmet Sonat Forum: Güncel - Siyaset - Tarih - Tartışma
    Yanıt: 6
    Son İleti: 13-02-2006, 15:51:22
  5. Vicdan
    Biraz önce Hanri Benazus'un harika bir yazısını okudum paylaşmak istedim umarım okursunuz.... EN GÜÇLÜ TANIK : VİCDAN Vicdan kendi kendimizi...
    Yazan: commodore1tr Forum: Yaşam - Sohbet - Forum Oyunları
    Yanıt: 7
    Son İleti: 22-04-2004, 12:58:07

Yetkileriniz

  • Yeni konu açma yetkiniz yok
  • Konuya cevap verme yetkiniz yok
  • Dosya ekleme yetkisi yok
  • İleti düzenleme yetkisi yok
  •  


2022 tarihli Hukuk Blog |  Arabulucu |  Hukuk Kitapları |  Alman Hukuku |  Özel Güvenlik AŞ. |  İş İlanları |  Ankahukuk |  Psikolog |  Site Ekleme |  Sihirli Kadın |  Sağlık |  Satılık Düşecek Domainler |  Bayefendi |  Afternic Alanadı satış (Domain alımı) | 

™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨‍💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.