Atılgan Bayar
HabertürkEVET ATATÜRK MATURİDİ MEŞREBDİ Teoloji bilmeyen niçin devlet yönetemez?11.07.2007 15:30Mustafa Kemal, tefsirin de Maturidi itikadı üzerine yapılmasını istemişti!
***
Geçtiğimiz günlerde, Emekli Büyükleçi Gündüz Aktan, bir mülakatında CHP'de değil de MHP'de siyaset yapmasını iki sebebinden birinin CHP'nin laiklik konusunda Atatürkçü Doktrin'den belirgin bir sapma göstermiş olmasına bağlıyordu.
Aktan, Mustafa Kemal'in İmam Maturidi anlayışında olduğunu, 'biz amelde Hanefi, itikatta Maturridiyiz' sözlerini Meclis kürsüsünden Seyit Bey'in yaptığı konuşmaya koydurmasıyla ilan ettiğini de ima etti.
Konu geçtiğimiz haftalarda basında çok tartışıldı. Örneğin, 'herşeyi bilen adam' Taha Akyol, konuşmayı Mustafa Kelam'in yazdırdığına pek kani olmadığını ifade etti ve sonra da muhteşem teozojik makalesini, 'Türkiye'nin liberal laikliğe ihtiyacı vardır,' diye bitirdi. Ne demekse?
Şimdi hariçten, ve işkembe-i kübra'dan tartışmaya katılanları bir yana bırakırsak, ben bu sütunlarda öncelikle Mustafa Kemal Atatürk'ün aynen Gündüz Aktan'ın ifade ettiği gibi Maturidi Meşreb olduğunu ve Türkiye Cumhuriyetinin bireylerinin Teolojisini bu mezhebe göre inşa etmek istediğinin bir başka kanıtını burada açıklamak istiyorum.
Medyada ilk kez açıklanıyor:
Mustafa Kemal Atatürk kişisel harcamalarından bir bölümünü ayırarak, bugün Türkiye'de en yaygın tefsir olarak bilinen Elmalılı tefsirini kaleme alan Hamdi Yazır'dan bu meşhur tefsiri çalışmasını istemiştir. Bu tefsir için bir kontrat da yapılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, bu kontratın maddeleri arasına, 'bu tefsir, Hanefi fıkhı ve Muturidi itikadı üzerine kaleme alınacaktır,' maddesinin konulmasını bizzat talep etmiştir.
Sonraki yıllarda da Diyanet İşleri Başkanları'nın Maturidi ekolden seçilmesi bir tesadüf değildir.
Maturidi'liğin bugün 'islamofaşist' yönetimleri besleyen Selefi ekollerden temel farkı, laikliği İslam içi kaynaklardan üretmeye başlamış olması, diye düşünebiliriz.
Gündüz Aktan'ın Radikal gazetesine verdiği mülakattan bir gün önce, benimle Akşam Gazetesi için Aycan Saroğlu'nun yapmış olduğu röportajda Kemalist Laisite'nin 'ithal bir kavram' olmadığını, kendi kültür evrenimiz içinde üretildiğini ifade etmeye çalışmıştım.
İşte bu tezin temel dayanaklarından biri de İmam Maturidi doktrini ve bu doktrin üzerine yaşanan geniş tartışmalardı.
Maturidiliğin özelliklerine dönersek; islam teozojisi içinde, dini öğrenme unsurlarını iki temelde 'nakil ve akıl' olarak ifade eden İmam Matudidi, bu iki kaynağın her birine de aynı derecede önem vermiş ve birbirlerini doğrulaması koşulunu aramıştır.
Nakil, Kur'an ve Sünnet'i içermiş; akıl özgür bireyin özgür sorgulama yeteneğini ifade etmiştir. Bu kapsamda, göreceliliğin de önemine binaen İmam Muturidi, yapmış olduğu Kur'an tefsirine 'tefsir', açıklama ismini koymaktan çekinmiş, tevil kelimesini seçerek, 'yorumlardan biri' ifadesini tercih etmiştir.
Maturidilere göre, iyi-güzel (hüsün) veya kötü-çirkin (kubuh) akıl yoluyla bilinir dolayısıyla bir şey iyi-güzel olduğu için Allah tarafından emredilmiş, kötü-çirkin olduğu için de yasaklamıştır. Eşarilere göre hüsün ve kubuh akılla bilinemediğinden dolayı Allah, bir şeyi emrettiği için güzeldir, nehyettiği için de kötüdür.
Selefi ekol, büyük günah işleyenleri kafir kabul ederken, Muturidi ekol onları günahkar müslüman kabul etmiştir.
Ancak en önemlisi, Maturidi ekolün, devlet yöneticilerinin meşuiyetlerinin kaynağını ilahi güçten almaya çalışmalarına derin bir eleştiri getirmesi olmuştur. İmam Maturidi döneminde, devlet yöneticileri tarafından kullanılan, 'şeninşah, yeryüzünün sultanı' gibi sıfatlara karşı çıkılmış ve Cuma hutbelerinde bu sıfatların kullanılması eleştirilmiştir.
Zaten, hilafet makamının kaldırılması konusunda Mustafa Kemal Atatürk ve din alimi arkadaşlarının yaptığı çalışmalar da Maturidiliğin bu içeriğniden beslenmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi'nde Kemalist laisitenin sonu ise İnönücü laikliğin, 'deizm' denilen 'dinsiz ama imanlı' bir kavrayışı yerleştirmeye çalışması ile gelmiştir. 'Din allah ile kul arasındadır' diye özetlenen bu deist görüş, sosyal yönü imha ederek, Türk bireyinin laiklik kavrayışında 'deist sapma'yı oluştururken; Arap-Selefi geleneğinden beslenen İslamcı hareketler de 'liberal' görüntülü siyasi yapılar içerisinde neş'et edip gelişirken, bugünki 'Siyasal İslam'a kadar gelen bir eğilimin takipçisi olmuştur.
Bu açıdan, Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın başlattığı tartışma Türkiye'nin geleceği açısından belki de önümüzdeki seçimlerden çok daha büyük bir önem ifade eden önemli bir açılımı, Cumhuriyet'in din alayışının ve kendi ürettiği 'laisite'nin kökenlerine dönülüp, yeniden tartışmasının; belki de yeniden üretilmesinin ipuçlarını taşımaktadır.
Son söz şöyle olsun: Türkiye'de (aslında dünyanın her yerinde) teoloji bilmeyen devlet yönetiminde büyük güçlük çeker.
Bu dindar olsun, olmasın; ateist olsun, olmasın; deist olsun, olmasın. Her yönetici adayı için böyledir.
CHP'nin en büyük bunalımı da kadrolarının kendi tarihinin müktesebatından bihaber olmasıdır.
Gündüz Aktan'ın çıkışı, umarım CHP'yi de uyarmıştır.
1-) Atatürk ve Aydınlanma...........İbrahim Gökçek
Atatürk'ü Atatürk yapan ileriye dönük doğru doğru sezgileri, tahminleri, stratejileri ve problemleri çözüm yöntemleridir. Atatürk'ün bu özeliği tarihi, özeliklede Türk ve İslam tarihini çok iyi bilesinden ve bu bilgiyi zamanı ve ilerisi için değerlendirebilmesinden kaynaklanmaktadır. 500 Yıldır Osamanlıdaki gerilemenin asıl nedenini Atatürke kadar hiçbir devlet adamı, bilim adamı ve ya düşünür doğru teşhis edememişler ve hep başka ufak problemlerin Türk Milletini bu gerilemeye itiğini zannetmişlerdir. İk defa Atatürk problemin Maturidi yerine Eşari mezhebine geçilmesi ile ortaya çıktığını tesbit etmiştir. Vede yeniden Maturidiye dönüş için çok köklü çalışamalara girmiş Maturidiyi analyan İslam Alimleri yetiştiremeye çalışmıştır. Fakat ne yazıkki ondan sonra onun yerine geçen İnönü denen çapsız adam Atatürk'ün başlatmış olduğu yeniden aydınlanma hareketine büyük darbe vurmuş ve onun başlatığı bütün devrimleri SAPTIRARARAK Türk Milletini yunanlılaştırmaya çalışmıştır.
Yavuz Sultan Selim Merci Dabık ve Ridaniye savaşlarından sonra Tebrizdeki Şiia ve Kahiredeki Eşarici, yani Fars ve Arap alimlerini İstanbul'a getirmiş ve böylece İstanbul'un Dünyanın İlim merkezi olmasını temeni etmiştir. Fakat buralardan gelen alimler Kuran ve Hadis ilmi dışında her tüğrlü ilim tefaruatır demişler vede Osmanlı Üniversitelerinde fizik, matematik, astronomi, biyoloji, tıp vb, müsbet ilim dalları teferuat sayılmıştır. Böylece hemen 30-40 içinde Osmanlı Üniveristeleri Üniversite olmaktan çıkmıştır vede bizim batışımız başlamıştır. Eşari ile Maturidi arasında oldukca çok fark vardır, bünyemize uymayan Eşarilik bizi yıkıma sürüklemiştir. Yavuz Sultan Selimin Safavilere karşı savaş açabilmek için mezhep değiştirmek zorunda kalamsı (Maturideden Eşariliğe geçme) ile ortaya çıkan durum bizim sonumuzu hazırlamıştır. İşten bu tarihi büyük hattayı ilk dafa farkeden ve yeniden Maturidiye dönüşü, yani aydınlanama çağını başlatan büyük insan Atatürktür.2-) Maturidi Teoloji Ve Cumhuriyetin Özgür Bireyi....................Maturidi hakkında geniş bilgiyi www.biroybil.com da bulabilirsiniz.
DR.RAMAZAN YILDIRIM
MATURİDİ TEOLOJİ ve CUMHURİYETİN ÖZGÜR BİREYİ
Maturidilik, Semerkand’a bağlı bir köy olan Maturid’te doğan ve 333/944 yılında vefat eden Ebu Mansur Muhammed Maturidî’nin sistematize ettiği, ardından aynı çizgide yer alan alimler tarafından geliştirilen dinî-itikadî yorumları eksene alan Kelâm ekolüne verilen isimdir. İmam Maturidî, Ebu Hanife’nin din yorumunu benimsemiş başta itikad-kelam olmak üzere birçok alanda İslamın sünnî anlayışına katkıda bulunmuştur. Ebu Hanife’nin “insanın, lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesi” şeklinde tanımladığı fıkıh, diğer fıkhî mezheplerin aksine itikad-ibadet-ahlak ve siyaset gibi insanı ilgilendiren tüm hususları kapsamaktadır. Dolayısıyla aynı anlayışı benimseyen Maturidî, inanç esaslarının yanı sıra başta Tefsir olmak üzere birçok farklı dalda görüş belirterek ekolleşmeyi başarabilmiş bir alimdir. Maturidi’nin günümüze kadar ulaşabilen iki eseri bulunmaktadır. Bunlardan birincisi inanç esaslarıyla ilgili olan Kitabu’t-Tevhid diğeri de Te’vilatu Ehl-i’s-Sünne isimli kapsamlı tefsiridir. Her iki eser de yakın zamana kadar el yazma halinde duruyordu. Kitabu’t-Tevhid’in şimdiye kadar bilinen tek nüshası Cambridge Ünv. Kütüphanesinde olup Mısır’lı ilim adamı Dr. Fetullah Huleyf tarafından 1970 yılında basılmış, ardından Prof. Dr. Bekir Topaloğlu tarafından yeniden tahkik edilerek Türkiye’de hem Arapça metni hem de Türkçe tercümesi yayımlanmıştır. Maturidî’nin en önemli eseri olan Te’vilatu’l-Kur’an isimli tefsiri ise 2004 yılına kadar dünyanın değişik kütüphanelerinde el yazmalar halinde bulunuyordu. Bekir Topaloğlu başkanlığındaki bir komisyon tarafından birkaç yıldan beri edisyon kritiği devam eden bu eser, Suriye’li Fatıma Yusuf el-Hiyemî tarafından tahkik edilerek “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim el-musemmâ Te’vilatu Ehl-i’s-Sünne” ismiyle beş cild halinde Beyrut’ta yayımlanmıştır.
Başta Osmanlılar olmak üzere tüm Türkler ve Hanefî-Maturidî eksenindeki dinî yorumu benimseyen diğer müslümanlar için çok önemli olan bu eserlerin bugüne kadar neden günyüzüne çıkarılmadığı sorusu hâlâ cevapsız bulunmaktadır. Sünnî İslam yorumunun iki büyük itikadî mezhebinden biri olan Maturidîliğin fikir babası ve ilk üstadı olan Ebu Mansur’un görüş ve yorumları son elli yıla kadar neden gündeme getirilmemiştir. Horosan, Maveraunnehir, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Malezya, Endonezya, Kafkaslar, Orta Asya, Anadolu ve Ortadoğu gibi büyük bir coğrafyaya yayılan bu ekol hakkındaki çalışmalar, Ankara İlahiyat Fakültesi hocalarından her ikisi de merhum Yusuf Ziya Yörükan Ve Muhammed Tavit Tanci tarafından yayımlanan makalelerle başlatılmıştır.
Maturidî’nin fikir ve düşüncelerinin bugüne kadar neden ihmal edildiği ve ilim dünyasında hakkettiği ilgiyi bulamamasının kesin bir cevabı verilebilmiş değildir. Halbuki, ondan daha az eser vermiş olmasına rağmen çağdaşı İmam Eşarî’nin fikir ve düşünceleri daha fazla yaygınlık kazanmıştır. Eşarîlik, Şafiî ve Malikî mezhebi mensupları tarafından benimsendiği halde Maturidîliğin etkisi Hanefîlerle sınırlı kalmıştır. Bu hususu Maturidîliğin veya Eşarîliğin savundukları düşüncelerin mahiyetiyle ilgili olarak izah etmeye çalışmak problemi çözmemektedir. Çünkü her iki ekol arasında sınırları kesin çizgilerle birbirinden ayrılan usulî bir fark yoktur. Farklılık tamamen ayrıntılardadır ve bu da iki ayrı ekol olmalarının doğal sonucudur.
Kelam literatüründe Ehl-i Sünnetin bu iki büyük ekolü olan Maturidîlik ile Eşarilik arasındaki farklılıklar değişik kaynaklarda altı ile elli arasında değişen rakamlarla olduğu belirtilmiştir. Ancak bu farkların çoğu köklü olmayıp bir madalyonun iki yüzü gibidir. Bu farklardan birkaçı şu şekildedir:
1. Maturidilere göre kendisine dini bilgi ulaşmamış bir insan aklıyla Allah’ı bilir. Eşarilere göre bilemez.
2. Maturidilere göre:İnsanda bağımsız bir cüzi irade vardır, bu iradeye göre seçimini yapar, Allah da insanın bu seçimine göre fiili yaratır. Eşarilere göre insanda böyle bağımsız bir cüzi irade yoktur, onu da Allah yaratır.
3. Maturidilere göre:İyi-güzel (hüsün) veya kötü-çirkin (kubuh) akıl yoluyla bilinir dolayısıyla bir şey iyi-güzel olduğu için Allah tarafından emredilmiş, kötü-çirkin olduğu için de yasaklamıştır. Eşarilere göre hüsün ve kubuh akılla bilinemediğinden dolayı Allah, bir şeyi emrettiği için güzeldir, nehyettiği için de kötüdür.
4. Maturidilere göre: Peygamberlikte erkek olmak şarttır. Eşarilere göre peygamber olmak için erkek olmak şart değildir, kadın da peygamber olabilir.
Maturidilikle ile Eşarilik arasında zikredilen diğer farklar da bahsedilen bu konulardan daha az ehemmiyete sahip hususlar hakkındadır. Şimdi bunlardan hareketle nasıl ki; ‘Eşariler, Maturidilerden daha çok kadınlara değer veriyorlar ve Maturidiler kadın erkek ayrımcılığı yapmışlardır’ şeklinde bir hüküm çıkarılamıyorsa ‘Maturidilik, Eşarilikten daha özgürlükçü bir teolojidir’ sonucuna da varılamaz. Çünkü doktrinel farklılık bu iki yorum arasında olmayıp bu iki yorumun beraberce belkemiğini oluşturduğu Sünnilik ile Mutezile arasındadır.
Herhangi bir dini yorumun siyasal iktidarlar tarafından kabule şayan olabilmesinin en vazgeçilmez şartı bu yorumun din-siyaset ilişkileri hakkında sahip olduğu perspektifin kabul edilebilir olmasıdır. Bu anlamda Hanefilik ile Maturidilik çizgisi ilk müessislerinin siyasi tutum ve düşüncelerinden farklı olarak gelişmiştir. Hanefi ekolün önderi Ebu Hanife, hem Emevi hem de Abbasi iktidarına karşı mesafeli olduğu gibi birçok ısrara rağmen hiçbir resmi görev üstlenmemiş ve hatta Emevi iktidarına karşı ayaklanan bazı hareketlere de destek vermiştir. Aynı şekilde Maturidî ekolün imamı Ebu Mansur’un da siyasilerle arasının pek iyi olmadığı ve resmi bir görev üstlenmediği belirtilir. Tüm Kelam kitaplarında hilafet-imamet bahisleri yer alırken Maturidi, kelam ve akaide dair kaleme aldığı Kitabu’t-Tevhid isimli eserinde bu konulara yer vermemiştir. Onun siyaset felsefesini ancak ona nisbet edilen görüşlerden öğrenebiliyoruz. Bu bilgilere göre; İmam Maturidi, dönemin yöneticileri tarafından kullanılan “şehinşah, yeryüzünün sultanı” gibi unvanlara karşı çıkmış ve yöneticilerin bu unvanlarla Cuma hutbelerinde zikredilmelerini eleştirmiştir.
İmam Maturidi, İslam coğrafyasının genişlediği ve merkezi Bağdat’ta Abbasî hilafetinin oluşturduğu çevredeki birçok devletin de bu merkezden siyasetlerine meşruiyyet aldıkları bir dönemde yaşamıştır. İslam dünyasındaki merkezî otoriteyi temsil eden Abbasi hilafetinin zayıflamasıyla birlikte birçok devlet bağımsızlığını ilan etmiş, nitekim Maturidi’nin yaşadığı yer olan Maveraünnehir’de de Samanoğulları müstakil bir devlet olarak ortaya çıkmıştır.
İmam Maturidi, devlet-hilafet merkezi olan Bağdat’tan uzak bir bölgede yaşamaktaydı ve hatta siyasal iktidarla ilişkilerinin iyi olmadığı belirtilmektedir. Eşarîlik ise, Nizamiye medreselerindeki ders müfredatı içerisinde yer almış ve devlet imkanlarından yararlanmıştır.
Eşarîliğin bu zaferinin arkasında Bakıllanî ve özellikle de İmam Gazzali gibi alimler vardır. Ancak Eşarîlik, tüm İslam dünyasındaki yaygınlığını büyük oranda İmam Gazzali’ye borçludur. Bu anlamda Maturidîliğin bir Gazzali’ye ihtiyacı vardır. Gerçi, Maturidi’nin doktrin ve üslubunu daha anlaşılır ve sistematik bir şekilde ele alan Ebu’l-Mu’in e’n-Nesefî “Tebsiratu’l-Edille” isimli eseriyle Gazzali’nin Eşarîlik için yaptığı entelektüel katkıyı yapmaya çalışmıştır ama bu ilmî faaliyet, siyasî ayağı bulunmadığı için eksik kalmıştır. Çünkü Gazzali’nin rolü sadece Eşarîliği benimsemek ve onu yorumlamakla sınırlı olmayıp siyaset içerisinde yer alarak da devletin eğitim-öğretim organında sorumluluk sahibi olmuştur.
Maturidi’nin çağdaşı olan İmam Eşari, ömrünün kırk yılını Mutezile içerisinde geçirmiş, bazı konularda fikir ayrılığına düşmüş, tarih kaynaklarında yer alan bilgilere göre; bir gece rüyasında Hz. Peygamberi görmüş ve onun uyarıları sonucu doğru yolu bularak Mutezileyi terketmiştir. Mutezilenin Basra ekolüyle fikir mücadelesine girişmiş, fikir ve yaklaşımını doğru bulduğunu söylediği Ahmed b. Hanbel’in taraftarlarına (Ehl-i hadis, Selefiyye) sıcak mesajlar vermesine rağmen onların da kabulüne mahzar olamamıştır. Ardından kendi kelamî yöntemiyle doktrinini açıklamış ve Sünnîliğin büyük itikadî mezheplerinden biri olan Eşarîliğin kurucu fikirlerini belirlemiştir.
Akıl-nakil ilişkilerinde akla öncelik veren Mutezile ekolünün Halife Memun döneminde devletin resmi din yorumu olarak benimsenmesi, diğer dinî yorumların dışlanması ve baskı altında tutulması İslam düşünce geleneğinde “fikir özgürlüğü” bağlamında değerlendirildiğinde büyük bir talihsizliktir. İslam düşüncesinin bu en özgürlükçü ekolünün iktidar serüveninde düşünce ve fikir özgürlüğünü hiçe sayarak muarızlarına karşı siyasetin sopasını eline alması, Hz. Peygamber sonrası müslümanlar arasında ortaya çıkan dinî karakterli hareketlerin büyük oranda iktidara gelmek isteyen siyasî oluşumlar olduğunu göstermektedir. Bu dönemde ortaya çıkan dinî karakterli siyasî oluşumlar, kendilerini “büyük günah işleyen bir kişinin durumunun ne olacağı” şeklinde formüle edilen Kelamın bu kadim sorunu üzerinden birbirleriyle kozlarını paylaşıyorlardı. Bu oluşumları Haricîler, Mutezile ve Mürcie olarak sınıflandırmak mümkündür. Haricî tutum; büyük günah işleyen kimsenin kafir olduğunu, Muaviye ile olan siyasal mücadelede tahkim olayını kabul ettiği için Hz. Ali’yi de tekfir etmekten çekinmiyordu. Mürciî tutum ise; amelin imandan bir cüz olmadığı, dolayısıyla büyük günah işlemenin imana zarar vermeyeceğini dile getiriyordu. Mutezile de bu görüşlerin her ikisine de karşı çıkarak üçüncü bir yol geliştirerek büyük günah işleyen bir kimsenin ne mümin ne de kafir olduğunu, iman ile küfür arasında bir durumda (el-menziletu beyne’l-menzileteyn) bulunduğu şeklindeki yaklaşımını ortaya koymuştur. Din üzerinden yürütülen bu siyasî tartışmanın tüm taraftarları kendi görüşlerini ayet ve hadislere dayandırarak din diliyle yürütülen siyasi bir mücadelenin içerisinde bulunmuşlardır. İşte bu üç akımın temel yaklaşımları kendilerinden sonraki tüm fikir ve düşünce akımları üzerinde farklı tonlarla etkisini sürdürmüştür.
Nakli (ayet ve hadisler) esas alarak dinî konuların yorumunda akla yer vermeyen Ehl-i hadis- Selefiyye doktrini ile aklı esas alan Mutezile arasında orta bir yolu benimseyen yeni bir yaklaşımın ve akımın ortaya çıkması kaçınılmazdı. Aslında bu yeni akım daha önceleri çerçevesi ve fikriyatı, Ebu Hanife tarafından belirlenen Ehl-i rey (naklin yorumunda aklı kullanan, ictihad eden) ekolünün fikir dünyasındaki yerini alması anlamına geliyordu. İşte Kelam terminolojisinde Ehl-ü’s-Sünnet olarak isimlendirilen bu akımın iki büyük imamı vardır. İkisi de birbirinin çağdaşıydı ve her ikisi de siyasallaşan mutezile ve şia gibi akımlarla fikri mücadeleye girişti. Bu imamlardan biri olan Maturidi, mutezilenin özellikle Bağdat ekolüyle mücadele ediyordu. Bağdat, Abbasi hilafetinin merkeziydi ve Ehl-i rey taraftarlarının yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. Maturidi’nin memleketi olan Maveraünnehir ile Bağdat arasında siyasi bir çekişme vardı. Samaniler, bu coğrafyanın İslam dünyasının merkezi olan Bağdat’a olan mensubiyetine son vererek bağımsız bir devletin üssü haline getirmişlerdi. Siyasi çekişmenin fikri plana taşınması mukadderdir ve Maturidi ile Mutezile’nin Bağdat ekolü arasındaki fikir kavgası da siyasetin gölgesi altında yürütülmüştür.
Ebu Mansur’un doğum yeri olan Maturid, bugün Özbekistan Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki Semerkant’a bağlı bir mahalledir. Özbekistan Cumhuriyeti, 2000 yılında Maturidi’nin 1130. doğum yılı vesilesiyle bazı resmi etkinlikler düzenlemiş, onun anısına yapılan bir türbenin açılışını gerçekleştirmiştir. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bağımsızlığını ilan eden çiçeği burnunda bir devlet olan Özbekistan’ın kimlik ve aidiyet arayışında kendi iç dinamiklerini tesis edici kültürel değerleri adına topraklarından çıkmış bir büyüğü anması, gündeme taşıması aynen Türkiye’de Hacı Bektaş ve Mevlana anısına düzenlenen resmi etkinlikler gibi önemli olduğu kadar anlamlıdır. Ancak Türkiye’de Maturidî çizginin anlam ve önemini Maturidi’nin etnik kimliğinde arayarak buradan bir model çıkarmaya çalışarak Maturidîliğin, devlet-din-toplum ilişkilerinin yeniden tesisini sağlayıcı bir unsur olduğunu varsaymak geçmişe yönelik bir fotoğraf çekmekten çok geleceği şekillendirecek bir resim yapmaktır. Mezhep üzerinden çizilmeye çalışılan bu resmin sağlıklı olmayacağının en büyük tanığı, tarih boyunca siyasetin kurucu unsurları olarak kurgulanan ekollerin uğradığı akıbettir. Kaldı ki böyle bir resim, Türklere ve Türkiyelilere Orta Asya’yı hatırlatarak onların bilincine “geldikleri coğrafyanın” bulundukları coğrafyadan daha önemli olduğu hususunu yerleştirme anlamına gelmektedir. Geldikleri yer merkezli bir tarz-ı siyaset, bulunan yer üzerindeki siyasetlerin künhünü kavrayamamak ve Osmanlı hinterlandını göz ardı edici bir kısır siyaset döngüsüne hapsolmaktır.
Maturidilik de Eşarilik, Mutezile, Haricilik ve Selefiyye gibi İslam düşüncesinin kendi içinde önemli bir zenginliğidir. Meselâ Mutezilenin akıl merkezli doktrinleri ve yaklaşımları, Haricilerin müslümanların siyasi kaderini “kureyş” soyuna mahkum eden ve hatta daha sonraları hem Maturidiler hem de Eşariler tarafından farklı yorumlarla benimsenen siyaset anlayışını reddetmeleri, Selefiyye’nin inanç esaslarını her türlü hurafe ve şirkten arındırma konusundaki hassasiyetleri bugünün İslam dünyasının birer kazanımıdır.
Maturidiliğin yeniden keşfedilerek resmi bir din anlayışının dizayn edilmesinde istihdam edilmeye çalışılması, geleneksel din devlet ilişkilerinin bugüne yansıyan bir boyutudur. Tarih boyunca İslam dünyasındaki siyasi otorite, kendisini İslam düşünce ekollerinden herhangi biri üzerinden meşrulaştırmaya çalışmıştır. Cumhuriyete geçiş sürecinde yeni Türkiye için Maturidî-Hanefî ekseninde bir dini yorum öngörülmüş olacak ki M. Kemal, kendi tahsisatından pay ayırarak Hamdi Yazır’a sipariş ettiği Kur’an tefsirinin sözleşme şartları arasına “bu tefsir, Hanefi fıkhı ve Maturidi itikadı üzerine kaleme alınacaktır” hususunun yer almasını istemiştir. Diyanet İşleri başkanlarının da bu dini yorumu benimseyenler arasından atanması, sadece belirli bir mezhebin fıkhından derlenerek kaleme alınan ilmihal türü eserlerin başına İslam kelimesinin getirilerek genelleştirilmesi Hanefi-Maturidi yorumun günümüze kadar öncelenerek geldiğini göstermektedir. Cumhuriyet dönemi din eğitiminde de Hanefilik ve Maturidilik çizgisi hakim unsur olmaya devam etmiş ve hatta bu çizginin kaynak eserlerinin Türkçe’ye çevrilmesiyle beraber Osmanlı döneminden daha fazla yaygınlaşması sağlanmıştır. Dolayısıyla toplumun kahir ekseriyeti fıkıhta Hanefi, itikadda Maturididir yani Cumhuriyetin özgür bireyinin teolojisi Maturidiliktir.
Eğer bugün din-toplum ve devlet arasında bir ilişki bunalımından söz ediliyorsa bu bunalımın, toplumunun sahip olmuş olduğu dini inanış ve yaşayış biçimleriyle veya Maturidilik-Eşarilik gibi bir teolojiyle bir ilgisi yoktur. Bunalımın temellerini ekonomi-politik gibi rasyonel sebepler yerine teolojik yorumların dünyasında aramak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ayrıca etnik bir temele indirgenen veya etnik bir temelle anlamlandırılmaya çalışılan herhangi bir dini yorum siyasallaştırılmış bir yorumdur ve sözü edilen sorunları çözmekten uzaktır. Sebepleri veya sonuçları, tamamen teolojik yorum dünyasında aramak cebri-kaderci ideolojinin bir başka versiyonudur ve böylesi bir bakış açısı da sebepleri veya sonuçları, siyasal ve ekonomik gibi rasyonel bir temelle anlamaya çalışmanın önündeki en önemli engeldir.
Günümüze kadar ulaşan klasik dini eserler arasında bilgiyi bir teori olarak ele alan ve bilgiyle ilgili bir girişle başlayan en eski eser, Maturidi''nin Kitabi-t Tevhid''idir..
Hanefi mezhebinde olanların itikat imamı olan Maturidi''nin bilgi teorisinde, dış dünya yani kainat, birtakım hikmet, incelik ve delillerle dolu olarak yaratılmıştır ve bunlar, aklını kullanması, düşünerek anlaması ve bilmesi için insana sunulmuştur. Bunu yapabilmesi için de insana akıl ve duyular verilmiştir. İnsan gibi aklı da yaratılmış olan kainatın bir parçasıdır. Bilginin elde edilebilmesi için, insanın aktif olması ve içinde kendisinin de bir parça olarak bulunduğu alemi incelemesi ve düşünmesi gerekir.
Maturidi, bizim bilgimizin bu dünya ile sınırlı olduğunu belirtir ve fiziki dünyayı, ondaki hikmetleri kavramak için inceler. Önce dış dünyanın bilinmesi, sonra da ona dayanarak gaip alemi hakkında fikir yürütülmesi gerektiğini belirtir. Maturidi''nin felsefesinde somuttan kalkıp soyuta gitme vardır. İkbal''in belirttiği gibi, bu Kuran''ın da yoludur. Kuran''ın yolu Grek felsefesiyle uyuşmaz. Çünkü Kuran somut üzerinde durur. Teoriden zevk alıp gerçeği ihmal eden Grek felsefesi ise spekülatif bir mahiyet arz eder. (Özcan 1998)
Türk bilim adamları, Hermesi, Zerdüştlüğü, Manihaizmi, Budizmi, Kaballahı, Batıniliği, Şamanlığı yerle bir ederek insanlığa dünyevi medeniyetlerin temel taşları olan aklı, bilimi, somuttan soyuta giden inancı miras bırakmıştır.
Zaten hiçbir din, hiçbir beşeri ideoloji Kuran kadar aklı, bilimi övmemiş, lüzumuna işaret etmemiş, bu dünyayı meşru göstermemiştir.
Türk kimliği, benliği ve en önemlisi aklı, bu hazinede saklıdır ve ne yazık ki, bugünkü khimeraların (Dr. Hüsamettin Arslan''ın deyimiyle epistemik cemaatin) bu hazineden haberi yoktur. Çünkü onların aklı, Kuran''ın deyimiyle kilit altındadır. Bunun içindir ki din diye Hermes mistizminin, akıl diye Hermes felsefesinin içine gömülerek khimeralar topluluğu haline gelmişlerdir. Onların aklı yoktur, nakilci ve taklitçidirler! Ne var ki artık taklit ettikleri antisistemler de çökmüştür.
Artık yeni bir kozmoloji anlayışı bulmak zorunludur ama Türk khimeraları dışında bu anlayışa ulaşabilecek topluluk da yoktur. Çünkü onlara miras kalmış böyle bir kozmoloji anlayışı vardır. Bu da bütün insanlığın ihtiyacı olan tek kozmoloji anlayışıdır. Dünya tarihi bunun şahididir. İnsanlığın kendi bilgi ve becerisi ile kazandığı ve Kuran''ın da onayladığı tek kozmolojidir. Felsefe ve bilime dayanarak yeni kutsal kitaplar yazmaya kalkışan Hıristiyanlar, Vatikan''ı yöneten mason kardinaller üzerinden ve dinlerarası diyalog projesi vasıtasıyla üç dini Kaballah temelinde birleştirmeye çalışan Yahudiler ve onları taklit ederek mistizmi ve felsefi teorileri kendilerine mürşid sayan Müslüman khimeraların bu bilgiye ulaşması mümkün değildir.
İnsanlığın binlerce yıllık süzgecinden geçen bu kozmoloji, aynı zamanda bilimin ta kendisidir.
Bu kozmoloji, Mısır''ın gizemli ehramlarının, Hind tanrılarının, çöl hayalperestliğinin mistik fantezilerinden değil, Ortaasya bozkırlarının gerçekçi hayat şartlarından elde edilen, bozkır aklına dayalı, maddi ve manevi bütünlüğü sağlamış olan tek dünyevi kozmolojidir.
Müslüman Türklerin bu kozmolojiyi yeniden hayata geçirmesi, İmam Maturidi''nin eserlerini öğrenmeyle başlar. Fakat, Türklerin çoğunluğu itikatta Maturidi, mezhepte Hanefi olduğu halde, İmam Maturidi''nin ve İmam Ebu Hanefi''nin eserlerini okumamıştır!
İmam Maturidi, Orta Asya''da bırakılmıştır!
Atatürk, bunu gördüğü için, önce Mehmet Akif Ersoy''a, sonra Elmalılı Hamdi Yazır''a Maturidi çizgisinde Kuran tefsiri yazdırmak istemiştir. Mehmet Akif Ersoy, tefsiri yaptığı halde yok ettirmiş, Elmalılı Hamdi Yazır ise Eşari ekolünden Fahrettin Razi ekolünü esas almıştır. Fahrettin Razi, Eşari ekolünden olmakla birlikte, akla yatkın bir tefsirci olduğu için, Elmalılı tefsiri de böyledir. Bugün, en değerli Kuran tefsiri Elmalılı tefsiridir. Diyanet''in Kuran mealleri ise büyük hatalarla doludur.
Sonuç olarak İmam Maturidi''nin kitaplarının kilitlenmesi, Türk aklının kilitlenmesi sonucunu getirmiştir!
Kitapçılarda arayın bakalım, bir tek İmam Maturidi eseri bulabilecek misiniz?
Peki bu nasıl itikattır?
Türkler, dünyayı Şeytan sitesi sayan ve bu yolla emperyalizmi meşrulaştıran komplonun içinden, ancak kendi kozmoloji anlayışlarını keşfederek; bu anlayışın İslam kozmolojisi ile aynılığını görüp bilimin gerçek kaynağına ulaşarak çıkabilir…
Türkler, Maturidi, Farabi, İbni Sina, Biruni, Uluğ Bey gibi bilim adamlarının yolunu yeniden öğrenmelidir.
Bu yolun anahtar ismi; temeli İmam Maturidi''dir.
Böylece Orhan Dündar''ın "Medeniyetlerin Aşil Topuğu" eserinin küçük bir özetini kendi yorumlarımızla birlikte çıkarmış olduk.
Türkler gibi tarih yapan bir milletin dini anlayışında operasyon yapılıyor! Arslan Bulut'un yazısı
Said-i Nursi'den Gülen'e; Diyaloğun sonu Hıristiyanlık!
Engin Ardıç, meseleyi "Meleklerin cinsiyetini tartışmak" zannetse de son zamanlarda Türkiye'de olup bitenler, sadece Türklerin değil, bütün insanlığın geleceği ile ilgilidir. Çünkü bu tartışmalar, bilimsel zihniyetin nasıl inşa edilebileceği ile ilgilidir.
Türkler gibi tarih yapan bir milletin dini anlayışında operasyon yapılıyor, hatta Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün belirttiği gibi, "Anadolu topraklarında 1000 yıldan fazla yaşanan İslam, 'Ilımlı İslam' haline getirilmek isteniyor, namaz Hıristiyanlaştırılıyor, cami kiliseleştiriliyor. Bunu, küresel güçlerle Hıristiyan güçler planlıyor."
Öztürk, 1500 yıldır ilk defa, karma namazın Türkiye'de görüldüğünü belirterek, ''Bunun, dini öğeleri kullanarak iktidar olmuş bir parti döneminde yapılması ve parti danışmalarından birisinin eşinin de burada yer alması önemlidir'' diyor.
***
Ertuğrul Özkök ise yazısında bu defa önemli bir tespit yapmış. Fakat bu tespiti olumlu bir gelişmeymiş gibi sunuyor.
"İslami Kalvinizmi, yani Protestanlarınkine benzer İslami zihniyet reformunu hazırlayan ana damarlar nedir?" diye sorduktan sonra Avrupa İstikrar Girişimi'nin raporunda yer verilen Hakan Yavuz'un görüşlerinden alıntı yapıyor.
Yavuz, ilk ana damarın, Anadolu'daki "Sufilik" akımı olduğunu belirtiyor. Yavuz, Türkiye'de yani cumhuriyet döneminde ise İslami reformu, Said-i Nursi'nin başlattığını belirtiyor.
Özkök, "Türkiye'deki 'İslami Kalvinistlerin' sayısı kaçtır?" diye sorduktan sonra "Eğer bunu Türkiye'deki Nurcuların sayısıyla ölçeceksek, raporun verdiği rakam şu: Nur hareketinin Türkiye'de tahmin edilen taraftarının sayısı 5-6 milyon" cevabını veriyor.
Özkök, kendisi soruyor:
"Türk ekonomisinin yeni motor zihniyetini oluşturan bu 'Kalvinist Müslüman' veya 'Protestan Müslüman' hareketinin fikri lideri kimdir?"
Yine kendisi cevap veriyor:
"Bana göre 'Kalvinist Müslüman' hareketin lideri Fethullah Gülen'dir."
Çok doğru! İşte biz de bunu diyorduk.
Hakan Yavuz'un sufilik ve Saidi Nursi ile ilgili tespitleri de doğrudur!
***
Özkök, "Rahmetli Prof. Sabri Ülgener'in kitaplarını yeniden ve daha dikkatle okuma zamanı geldi" diyor ya, Ülgener, "İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası kitabında, tasavvuf ve mistizmin Osmanlı'yı nasıl çökerttiğini ortaya koyuyor. Yani Fethullah Gülen düşüncesinin Türkiye'yi çökerteceğinin dayanaklarını Ülgener'de bulabilirsiniz.
"Türk Weberi" denilen Ülgener bir iktisat profesörüydü, babası ise bir tasavvufçuydu. Ancak ona göre, Türk kozmolojisinin ürünü olan "Alp" karakteri "eren"leşince, "İnsan-ı Kamil olmak" dünyadan el etek çekip Tanrılaşmak gibi uygulanınca Osmanlı orada çökmüştü.
***
Yümni Sezen'in "Dinlerarası Diyalog İhaneti" kitabında anlattığı gibi, Saidi Nursi,1950'de Roma'ya, Papa 12.Pius'a Risale-i Nur Külliyatı'nı gönderdi. Saidi Nursi, Nur talebelerinin askere katılmak yerine Kur'an çalışarak zamanlarını değerlendirmelerini istiyordu. (Yakında 'insani redçiyiz' diye ortaya çıkarlarsa şaşırmayın) Ve Nursi'ye göre, çağın mütecaviz dinsizliğine karşı Hıristiyanlarla ittifak sağlanabilirdi! Şöyle diyordu: "İman ehli, değil Müslüman kardeşleriyle, Hıristiyanların dindar ruhanileriyle de ittifak etmek, ihtilafları nazara almamak, niza etmemek gerekir."
Tıpkı bugünkü gibi değil mi?
Ona göre, Müslümanlık-Hıristiyanlık ittifakını bozmaya çalışan komünistlere karşı üç zümre, Nurcular, Hıristiyan Ruhaniler ve Misyonerler uyanık olmalıdır. (Emirdağ Lahikası, 1, 1712)
OPUS DEI cemaatinin kullandığı "hoşgörü" ve "diyalog" sloganları ile ortaya çıkan Fethullah Gülen'in, üstadının izinden gittiği çok açıktır.
Thomas Michel diyor ki, "Papa John Paul ve S. Nursi'nin fikirlerini mukayese ettiğim zaman şok edici benzerlikler görüyorum."
Fethullah Gülen de biliyorsunuz Papa'ya "Dinlerarası diyalog misyonunun takipçisi olduğunu "Rabbin aciz kulu" imzalı bir mektubu Papa'ya bizzat vererek ilan etmiştir!
***
Ertuğrul Özkök, Sabri Ülgener'i okusun tabii ama, önce Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Doç. Dr. Sönmez Kutlu'nun "İmam Matüridi ve Maturidilik" kitabını okusun. Görecektir ki, Kayseri'de "İslami Protestanlık" gibi gösterilen iktisadi gelişmenin ana kaynağı, Türklerin genlerinde bulunan Maturidi felsefesedir.
Zaten, Protestanlık veya Kalvinizm, Maturidi'de billurlaşan, ama binyıllar öncesinden var olan Türk kozmolojisinin kötü bir taklididir.
Bizim yapacağımız iş, Maturidi'nin İslam anlayışını öğrenmek ve o kanaldan Türk kozmolojisini, yani kendimizi tanımaktır. Biz kendimizi tanımadığımız için, Türk kozmolojisinin taklidi olan ama esasen Zerdüşt ve Hermes'e dayanan ve ahlakı hiçe saydığı için emperyalistleşen Protestanlıktan, Kalvinistlikten medet umanlar, zavallı kitleleri peşinden sürükleyebiliyor!
Bizim aydınlarımız artık bu gerçeği görmek zorundadır.
Sayın Bayındır;
Hayrola imamlığa mı soyundun? Konu ilginç, ama bu konuda Taha Bey'in yazsını da okumakta yarar var. Selamlar.
Taha AKYOL Objektif
Atatürk ve laiklik
GÜNDÜZ Aktan değerli bir diplomat ve düşünürdür. Bazı konularda farklı düşünmemiz, onun değerini ifade etmeme engel değildir. Şimdi İstanbul 1. Bölge'den MHP adayıdır; başarılar diliyorum.
Eskiden beri din ve laiklik konusunda savunduğu görüşlerini, dünkü Radikal'de Neşe Düzel'in röportajında da anlattı.
İki temel tezi savunuyor:
Türkler, itikaden Mâturidi mezhebine mensuptur ve Mâturidilik, özgürlükçü, akılcı bir doktrindir. Fakat zamanla bağnaz Eşarilik ağır basmıştır. Bugünkü İslami eğilimler ve AKP ise, daha bağnaz olan Selefi çizgisine mensuptur. Tekrar Mâturidiliğe dönersek laiklik benimsenecek, din ve akılcılık bağdaşacaktır...
Atatürk'ün laikliği Mâturidi çizgisindedir! Hilafetin kaldırılmasına Meclis'i ikna eden Adliye Vekili Seyyid Bey, "Biz amelde Hanefi, itikatta Mâturidiyiz" dedi, bu konuşmasını ona Atatürk yazdırdı...
Metot sorunu
Bu görüşlere bazı eleştirilerim var:
Ameli alanda Hanefiliğin, itikadi alanda Mâturidiliğin en özgürlükçü mezhepler (doktrinler) olduğu doğrudur. Udowitch, Joseph Schacht, Halil İnalcık gibi bilginler de yazıyor bunu.
Ancak metodolojik olarak, dinle ilgili toplumsal konular teolojik olmaktan çok sosyolojik niteliktedir.
Tanzimat'tan itibaren bizde hukuki modernleşme gerçekten Hanefi doktrininden yararlanarak sağlanmıştır. Osmanlı Müslümanlığının Ortadoğu'dan çok farklı olmasında bunun rolü önemlidir. Ama Taliban da Hanefidir! Onun için 'sosyoloji önemli' diyorum.
Sayın Aktan, 'doktrin' ya da 'teoloji' açısından baktığı için, bugünkü Türkiye'deki İslami eğilimleri, ayrımsız, 'Selefi' diye niteliyor! Aksine, bugünkü Türkiye'de, şehirleşme, piyasa ekonomisi, eğitim ve demokrasi gibi sebeplerle Müslümanlık anlayışı gittikçe daha özgürlükçü hale gelmektir. Bunlara 'Selefi' demek yanlıştır.
Selefi etkisi 1970'lerde Seyyid Kutup ve Mevdudi'den yapılan tercümelerle, çok sınırlı bir 'okumuş' İslamcı kesimde görüldü o kadar. Ama o dönemde Türkiye'de bütün akımlar bağnazdı!
Atatürk'ün laikliği
Sayın Aktan'ın, Atatürk'ün Adliye Vekili Seyyid Bey'i gündeme getirmesi, özellikle kutlanacak bir husustur. Darülfünun'da fıkıh müderrisi (profesörü) olan Seyyid Bey, o zaman Mansurizade ve Ziya Gökalp gibi arkadaşlarıyla birlikte, yeni yorumlarla modernleşmeye ve hukukun laikleşmesine İslamın içinden kanıtlar getiren büyük bir âlim ve düşünürdü.
Seyyid Bey, Meclis'te yaptığı uzun ve âlimâne konuşmada, hilafetin itikadi değil, siyasi bir kurum olduğunu, İslamda dini ve siyasi otoritelerin ayrılabileceğini anlatmıştır. Hilafetin kaldırılmasına Meclis'i ikna eden, dini açıdan, odur. Konuşması 1924'te "Hilafet'in Mahiyet-i Şer'iyesi" adıyla basıldı. Konuşmasını Atatürk'ün yazdırdığına dair ben bir bilgiye rastlamadım.
Seyyid Bey, maalesef sonra "gözden" düşmüş, istifa etmek zorunda kalmıştır.
Bugün bile İslamla laikliğin bağdaşırlığı konusunda en yetkin bir bilimsel eser olan Seyyid Bey'in kitabı da maalesef unutulmuştur! Latin harfleriyle ilk baskısı yarım asır sonra, 1969'da çıkmıştır!
Atatürk'ün laiklik anlayışı, Seyyid Bey'e bakarak anlaşılamaz ve anlatılamaz. Atatürk laikliğinin "Mâturidi çizgisinde" olduğunu söylemek fazla abartılıdır.
Üstelik bugünkü Türkiye'ye lazım olan, liberalleşmiş bir laikliktir.
Sevgili Abbas, ille de karşıt fikiri de bilelim derken hep tüy dikiyorsun farkında mısın? imamlığa soyunmadım, sadece senin geçmişinde bıraktığın boşluğu ben doldurmaya çalışıyorum anladın sen onu anladııınnnn
Taha Akyol'a gelinceee... herşeyi bilen bu adam Allah bir dese de beni inandıramaz.
Sayın ma_cera;
Aslan Bulut'u da biraz biliyoruz... Kendileri benim eski, Sayın Fırat Bayındır'ın yeni "yoldaşlarından" olurlar.. Ama ben esasen Atılgan Bayar'ı merak ettim. Adını yeni duyuyorum. Cahilliğimi bağışlayın lütfen. Belki önemli bir adamdır da biz duymamışızdır.
Konuya gelince... Bizim ulusalcı takım bu "Maturudi Meselesini" baya benimsemiş görünüyor. Hayırlı olsun. Bence olumlu bir gelişme. Atatürk'ün Maturudi görüşünde olduğunu söyleyen Sayın Gündüz Aktan bir başka konuda da faşist bir Alman bilim adamını referans göstermişti. Yani referansları biraz faşizm kokuyor gibi geldi bana. Maturudi ile faşizm arasında ne ilgi var diyeceksiniz. İlgi yok aslında. Atatürk'ün Maturudi görüşündeki din anlayışında olup olmadığını bilmiyorum. Aslında sorun da Atatürk'te değil, Atatürk'ten sonra gelip de Atatürk'ten fazla Atatürkçü olanlarda. Atatürk "ben dogma bırakmadım" diyor, ama onlar Atatürk adına dogmanın daniskasını bize Atatürkçülük diye kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Atatürk İmam Maturudi meşrebinde ise, bizdeki Atatürk'ten daha fazla Atatürkçü olan kesim, bırakın Maturudi'yi, daha "imam" lafını duyunca memleketi imamlar işgal etti diye feryat edecektir. "Yahu bu bildiğiniz imam değil, bu farklı imam, bu imam Maturudi meşrebinde bir adam" desek de bazı kesimleri ikna etmek zor. Çünkü onların, Atatürk'ün benimsediği söylenen Maturudiliği de kabul edeceğinden şüpheliyim. Ne de olsa onlar Atatürk'ten fazla Atatürkçüler!...
Yine de vatana millete hayırlı olsun. Maturudi imamaları benimseyen kardeşlerimizi bu imamların arkasında görmek dileği ile saygı ve sevgilerimle...
Sayın Gündüz Aktan bir başka konuda da faşist bir Alman bilim adamını referans göstermişti.
Bir konu ancak bu kadar çarpıtılabilirdi. Hezamanki gibi konunun özü değil "kim"likler ön plana taşındı. Evet maturidilik ile faşizmin ne ilgisi var? Olmadığı beyan edilse de ince bir biçimde bir kişinin faşistlikle suçlanması söz konusu ki yakıştıramadığımı söylemeliyim. Fikirleri tartışmak varken kişilere çamur atmak hoş değil.
Siyah ile beyaz arasındaki renk gridir ve bu karşımdan pek çok ton elde edebilirsiniz.Kimi ton siyaha yakındır, kimisi de beyaza. Kimisi beyazdan siyaha yol alır kimisi siyahtan beyaza. Kim siyahtır kim beyazdır bilinmez.Kimlikler o nedenle önemli değildir.
Eklenen yazılardan yola çıkarak tamamen beyan edenin sübjektif görüşleri ile abes "Atatürkçülük" tartışması yapmak dedikodudan öte bir şey değildir.
Konuyu, kendi çerçevesinde, yani maturidilik nedir ne değildir kapsamında geliştirmek daha doğru bir davranıştır. Benim de ilk kez karşılaştığım bir konu olması münasebetiyle aktarmıştım ama sevgili Abbas kardeşimiz yine konuyu mecrasından çıkarmayı başarmış görünüyor. Kendisinin bu konularda bilgi sahibi olduğunu biliyoruz.Anlamsız polemikler yaratmaktansa İslamiyetin Türklük üzerindeki etkilerini, maturidiliğin Türk açısından bir değerlendirmesini beklerdik.Umarım bunu da yapabilecektir.
Arslan Bulut'a gelince. Kendileri Yeniçağ gazetesinde yazmaktadır. Yanılmıyorsam 1999 yıllarında Atilla İlhan ile birlikte bugün "ulusalcılık" denerek tu kaka edilen oluşumun temellerini atan benim de son zamanlarda keşfettiğim bir yazrdır, okumanızı salık veririm.
Sayın Bayındır;
Maturudi'liği daha geniş olarak yazmayı düşünüyorum. Gündüz Aktan'ı entellektüel birikimi nedeniyle takdir etmekle birlikte demokrasiye çok da uymayan otokrat görüşleri nedeniyle benim dünyama uygun bulmam. Aslan Bulut, sizin de belirttiğiniz gibi Attila İlhan'la kızıl elma/ulusalcılık görüşü konusunda Türkçü/devrimci diyalogunu başlatanlardan. Aslında Attila İlhan'la sağdan ilk temas kuranlardan biri sizin beğeenmediğiniz Taha Akyol'dur. Taha Akyol konusunda yanıldığınızı düşünüyorum. En azından bir yazarı toptan ve daha başlangıçta mahkum etmek bir önyargıdır. Önyargıları yıkmak ve daha yakından tanımak gerekir. Belki siz bilmiyorsunuz ama, şunu belirtmekte yarar var. İslamcıların hukuk sistemi olarak savundukları ve çok güvendikleri "çok hukuklu sistem" konusunda en ciddi eleştiriyi getiren yazardır Taha Akyol. Yazdığı "Medine'den Lozan'a" isimli eserini tüm hukukçu arkadaşlara haddim olmayarak önermek durumundayım. Bu kitap islamcıların en çok güvendikleri hukuk teorisini yerle bir etmiştir. Ve bu kitabıyla Taha Akyol (aslında bir liberal olmakla birlikte) ulusalcılarla örtüşen bir konumdadır. Ciddi bir eserdir ve ciddi çevrelerde çok olumlu bulunmuştur. Ergun Poyraz'ın kitapları gibi atmasyon, sansasyon ve de komplocu değildir. Onun için baştan yok saymak veya her yazdığına karşı çıkmaktansa yakından tanımakta yarar var.
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Wmic Windows Activation Key and...
03-05-2025, 14:36:12 in Aile Hukuku