+ Konuyu Yanıtla
1 den 3´e kadar toplam 3 ileti bulundu.

Konu: Danıştay kuruluş yıldönümü

Danıştay kuruluş yıldönümü Hızlandırılmış Mobil Sayfa Sürümü (AMP)
  1. #1
    Kayıt Tarihi
    Apr 2007
    Nerede
    içanadolu
    İletiler
    366
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Danıştay kuruluş yıldönümü

    Sayın site yöneticisi,

    DANIŞTAY'IN 139. Kuruluş yıldönümü kutlu olsun.

    10.5.2007 TBB Başkanı Av Özdemir Özok’un Danıştay Kuruluş Yıldönümünde yapmış olduğu konuşmayı eklemek istedim. Limitleri aştı, kısaltma yapmak uygun olmaz . Siz ekleyebilirseniz katılımcılara yararlı olur diye düşünüyorum.



    Hukuki NET Güncel Haber

    Danıştay kuruluş yıldönümü konulu yargıtay kararı ara
    Danıştay kuruluş yıldönümü konulu hukuk haber

  2. # Nedir?
    Tavsiye Soru Cevap
    Kayıt Tarihi
    Bugün
    Nerede
    Avukat Dünyası
    İletiler
    Ne kadar?
     
  3. #2
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    İstanbul, Türkiye.
    İletiler
    3.492
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Danıştay kuruluş yıldönümü

    Sayın Cumhurbaşkanım,

    “Danıştay’ın 139.Kuruluş Yıl Dönümü ve İdari Yargı Günü’nde sizlere seslenmenin onuruyla saygılarımı sunarım. Danıştay başta olmak üzere yurdun dört bir yanında idari yargı görevini özveriyle yürüten yargıç, savcı ve tüm yargı emekçilerini gönülden kutlar, menfur saldırıda kaybettiğimiz saygın hukukçu Mustafa Özbilgin’in aziz hatırası önünde eğilir; toplantıya katılan yargı organlarımızın saygı değer yargıç ve savcıları ile değerli meslektaşlarıma, sayın konuklara, yazılı ve görsel basınımızın temsilcilerine en derin saygılarımı sunarım.

    Sayın Cumhurbaşkanım,

    Önceki yıllarda da arz ettiğim gibi, idari yargı, olağanüstü yetkilerle donatılmış yürütme karşısında, bireylerin haklarının korunmasını sağlayarak haksızlığa uğramasını önleyen, birey ile devlet arasında denge kuran bir yargısal güçtür. Ülkemizde bu yargısal güç, 10 Mayıs 1868 tarihinden itibaren çeşitli evreler geçirerek 139 yıldır Şurayı Devlet ve Danıştay tarafından kullanılmaktadır.

    Bilindiği gibi, tarihteki antidemokratik rejimlerde, taçlı ve otoriter devletlerde egemen olan dayatma ve baskı politikaları erklerin yoğunlaşarak tekel yaratması sonucu olarak zorbalığa dönüşebilmiştir. Zorbalık ve kölelik rejimleri, güçlerin ve otoritenin bir veya birkaç elde toplanmasından doğmuştur. Ama bu durum sadece baskıcı kral ve diktatörlere özgü değildir. Günümüz demokratik düzenlerinde de bir veya birkaç elde toplanan ve kabına sağmayan sınırsız güç, her koşulda insan hak ve özgürlüklerinin yanı sıra demokrasinin de en büyük düşmanı haline dönüşebilmektedir. Başka bir anlatımla, demokrasilerde de çoğunluk rakipsiz, seçeneksiz ve denetimsiz bir kuvvet durumuna gelince, aynı sonuca varır, tıpkı antidemokratik rejimlerde olduğu gibi zorbalık ve baskı politikaları egemen olur. Bu durumlarda iktidarlar, temsil ettiklerini iddia ettikleri ulusal iradenin gücüne, desteğine ve kutsallığına güvenerek diktatörleri aratmayacak davranış ve uygulamalar içine girerler. Tarihte sıkça örnekleri görünen bu tür yönetimlerde çoğunluğu elinde bulunduranlar uyguladıkları zorbalığı, baskıyı ve hukuk dışılığı yasallaştırmak için milli iradeye dayandıklarına önce kendilerini inandırırlar ve bu inançla kendilerini sınırlandıracak başta hukuk olmak üzere, hiçbir engel tanımazlar.

    Demokratik düzenin bir zaafı olarak ortaya çıkan bu olumsuzluğun çaresi hukukun üstünlüğü ilkesinin egemen olduğu, hukuk devleti ve hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan yargı bağımsızlığı ve dolayısıyla yargı denetimi ile iktidarı hukuk içine çekmektir. Parlamenter demokratik sistemin en belirgin özelliği olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin uygulanması halinde; yürütmenin hukuka bağlılığını sağlamada en etkili yol, kuşkusuz tam bağımsız idari yargıdır. Başka bir anlatımla, düzenleme yetkisini ve güç kullanma tekelini elinde bulunduran yasama ve yürütme erklerinin eylem ve işlemlerine karşı bireyin yanında, anayasal rejimin en büyük teminatı, millet adına, halk adına yargılama yapan bağımsız yargıdır.

    Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi’nin bir kanunu, Danıştay’ın bir hükümet tasarrufunu iptal etmesi bazılarının yaklaşımının aksine, yasama ve yürütmeye müdahale ya da üstünlük olarak algılanmayıp, kuvvetler ayrılığının amaçladığı dengenin ve hukuk devletinin doğal sonucu olarak kabul edilmelidir. Yoksa bizde olduğu gibi yargılamanın her aşamasında yorum ve değerlendirme yapmak yanında, Danıştay’ın verdiği bir iptal kararından sonra “..bu konuyu ulema bilir...” ya da Anayasa Mahkemesi’nin bir iptal kararından sonra “...demokrasiye kurşun sıkılmıştır...” yaklaşımı demokratik toplum önderlerinin asla ağızlarına almamaları gereken beyan ve yorumlardır.

    Hele bugünlerin siyasi karmaşası içinde Cumhurbaşkanı, alt yapısı hazırlanmadan halk tarafından seçilme yoluna gidilirse, demokrasiyi sadece oy ve sandık olarak algılayan; hoşgörü, uzlaşma ve hepsinden önemlisi bir yaşam biçimi olarak algılamayan, ben merkezli liderler yönetiminde ülke içinden çıkılamaz siyasi kriz ve kaoslara sürüklenir.

    Hep örnek gösterilen ABD’de demokrasinin güvencesi siyasi aktörler değil, güçlü ve teminatlı tam bağımsız yargıçlardır. Ünlü bir siyaset bilimcisinin “ABD başkanlık sistemi sayesinde değil, buna rağmen demokrasiyle yönetilen bir ülkedir” sözü ile eksiksiz demokrasinin önemi vurgulanmış yine “ABD’de demokrasiyi yargıçlar kurmuşlardır” sözüyle de hukukun dolayısıyla yargıçların demokratik hukuk devletindeki rolü ve fonksiyonu açıkça ortaya konmuştur. Bu nedenle sınırsız güç heveslilerinin bilmesi gereken tarihi gerçek, hukukla sınırlanmayan erk tüm toplumlarda baş belası olmuştur. Yine başkanlık ya da yarı başkanlık yanlılarına hatırlatılması gereken bir konu da ABD’de iyi işleyen eksiksiz demokrasi, güçlü ve tam bağımsız yargı sistemi yanı sıra, siyasi yapının özellikleri ve gelenekler başarıyı getirmiştir. Burada siyasi yapı unutulmamalıdır ki iki partilidir. Partiler katı kurallara ve lider hegemonyasına tabi değillerdir. Çünkü, çok partili ve katı kurallara bağlı siyasi yapılarda, başkanlık sisteminin demokratik işleyişi tıkadığı ve sistemin çökmesine neden olduğu anayasa hukukçuları tarafından savunulmaktadır. Bu nedenlerle devlet başkanının halk tarafından seçilmesini öngören başkanlık ya da yarı başkanlık sistemlerinde, bütün kurumlarıyla işleyen eksiksiz demokratik bir yapı yanında, tam bağımsız güçlü bir yargı ve bunların dışında, iki partili bir siyasal yapı olmazsa olmaz koşullardır. Tüm bunlara karşın, ağır aksak işleyen defolu demokratik yapımız, siyasal iktidarların etkisi ve gölgesi altındaki yargımız ve parti içi demokrasinin sözkonusu olmadığı siyasi yapımız ile birilerinin ülkeyi “uçurmak” için sabırsızlıkla gündeme getirdiği “Başkanlık” sisteminin altyapısını oluşturacak olan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ne kadar hazırız sizlerin ve kamuoyunun takdirlerine sunuyorum.

    Sayın Prof.Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun da açık ve net bir biçimde ifade ettiği gibi çağdaş, çoğulcu ve katılımcı demokrasi asla oya, sandığa, sayısal üstünlüğe indirgenemez. Kuşkusuz bunlar demokrasinin temel unsurları ve araçlarıdır. Günümüz demokrasilerinde bunlardan çok daha önemlisi demokrasi uygulayıcılarının bu kavramı içselleştirmeleri yanında, çağdaş, uygar ve uzlaşıcı bir yaklaşım sergilemeleridir.

    Yeri gelmişken son günlerde farklı ve katı bir biçimde yorumlanan ve uygulanan “siyasal iktidar” ve “egemenlik” ilke ve kavramları üzerinde de kısaca durmak istiyorum.

    Ülkemizde uygulanan ve her seçim öncesi yakınılan 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun antidemokratik hükümlerinin de etkisiyle 3 Kasım 2002 seçimleri sonunda büyük bir seçmen kitlesinin oyları Meclis dışında kalmış ve Mecliste iki siyasal parti temsil edilebilmiştir. Geçerli oyların % 34’e yakınını almasına karşın, Mecliste % 65 oranı karşılığı sandalye sayısı elde eden mevcut siyasi iktidar bu gücüne dayanarak, sınırsız bir iktidar anlayışıyla Cumhuriyetin temel değerleri başta olmak üzere, toplumun büyük kesiminin benimsediği ve üzerinde uzlaşma sağladığı, ayrıca gelmiş geçmiş kendini sağ veya sol olarak tanımlayan tüm iktidarların hiçbir biçimde tartışmaya açmadığı, siyasal, sosyal, toplumsal, hukuksal kurum ve kavramları tartışmaya açmıştır.

    Ancak, tartışmaya açılan ilke ve kavramlar yerine ileri ve çağcıl değerler önerilmemiş, aksine toplumumuz için yabancı olmayan ve eskiye dönüşü çağrıştıran öneriler ve tercihler sunulmuştur. Önerilen ve tercih edilen ilke ve kavramlar hakkında bir biçimde görüş belirtilir ve savunma yapılırsa çok sert şekilde karşı konulmakta ve “egemenliğin” yanı sıra “siyasal iktidar”ı kendilerinin temsil ettiğini her türlü tasarrufu yapmaya yetkili olduklarını ileri sürmektedirler.

    Günümüz demokratik dünyasında bu “siyasal iktidar” ve “egemenlik” anlayışı ve yaklaşımı çok gerilerde kalmıştır. Modern politika bilimi, genellikle iktidar ve özellikle siyasal iktidar kavramlarına yeni bir bakış ve yaklaşım biçimi getirmiştir. Önceleri iktidar fenomeninin, mevcut siyasal iktidar partisinin yaklaşımına uygun olan “emir verme”, “hükmetme” “insanların davranışlarını kontrol etme”, “toplumu kendi dünya görüşü ve ideolojisine uydurma”, “kurulu ve işleyen düzeni değiştirme” vs yönleri üzerinde duruluyor ve iktidar bunları yapabilme olanağı veren bir “güç”, tek başına kullanılan bir yetki olarak anlaşılıyordu. Geçen süre içinde, bu tahlilin, bu değerlendirmenin, bu yaklaşımın eksik ve yetersiz olduğu, özellikle siyasal iktidarlara karşı “yönetilenlerin rolüne”, “davranışlarına”, “tepkilerine” yeter derecede yer verilmediği anlaşılmıştır. Gerçekten de geniş açıdan bakıldığında, yöneten-yönetilen ilişkisinin tek taraflı olmadığı ve bunun sadece yukardan aşağıya doğru gelen bir emirler dizisinden ibaret bulunmadığı görülür. Aslında iktidar ilişkisi, tek taraflı değil, karşılıklı iki taraflı bir ilişkidir. Modern politika bilimcilerinin ifade ettiği gibi, çoğu zaman yönetenlerin yönetilenleri etkilemesi kadar, yönetilenlerin de tutum ve davranışlarıyla yönetenleri etkilemesi söz konusudur. Bu görüş sahipleri, yönetilenlerin “yukarıdan” gelen emir ve direktiflere otomatik olarak uyan birer robot olmadığını, aksine demokratik haklarını kullanarak yönetenleri etkileyebilecek uygar birer birey olduklarını kabul etmektedirler. Çağdaş ve katılımcı demokrasilerde bu sosyal gerçeğin iyice ortaya çıkmasından sonra, ülkemizi yöneten siyasi iktidarın anlayışıyla örtüşen tek taraflı emir verme kudretini ifade eden “iktidar” kavram ve terimi yerine, karşılıklı roller ve yöneten-yönetilen etkileşmesini yansıtan “iktidar ilişkileri” deyim ve terimi kullanılmaya başlanmıştır. Tüm bu gelişmeler ülkemizde geçerli olan egemen siyaset anlayışının “siyasal iktidar” yorum ve yaklaşımının ne denli yanlış ve tutarsız olduğunu açıkça göstermektedir.

    Yaklaşık üç yüz yılı aşkın süre önce ortaya atılışından bu yana üzerinde durulan, geniş tartışmalara yol açan ve kendisine değişik anlamlar verilen bir kavram da “egemenlik” kavramıdır. Bu kavram uzun süreler siyaset felsefesinde, kamu hukukunda ve özellikle klasik politika biliminde merkezi bir yer tutmuş ve çeşitli teorilerin temel dayanağını oluşturmuştur. Bununla beraber, bugüne kadar egemenlik teriminin tam bir açıklığa kavuştuğu ve üzerinde tartışmaların sona erdiği ileri sürülemez. Hatta çağdaş politika biliminde bu kavramın, artık terk edilmesi gerektiği yolunda çok ciddi görüş sahipleri vardır.

    Bu somut durumlar karşısında, mevcut siyasal iktidar tarafından bir biçimde ele geçirilen mutlak ve sınırsız bir iktidar gücü olarak algılanan egemenlik yaklaşımı, günümüz “hukuk devleti” anlayışı ile asla bağdaşmaz. Çünkü “hukuk devleti” hukuka bağlı ve hukukla sınırlı devlet görüşüne dayanır.

    Eğer “egemenlik” mevcut siyasal iktidarın yaklaşımı ve yorumu gibi geleneksel olarak ileri sürüldüğü şekliyle, kendisinden üstün hiçbir güç tanımayan tam manasıyla bağımsız bir irade kudreti olarak algılanıyorsa, bu anlamdaki üstün irade kudreti yaklaşımı “hukuk devleti” anlayışı ile çelişme ve çatışma halinde demektir ki bunun kabulü mümkün değildir. Kaldı ki, çağdaş çoğulcu ve katılımcı demokrasilerde seçim, “siyasal katılım”ın tek yolu olmayıp, başlıca katılma yollarından birisidir. Çünkü çoğulcu ve katılımcı demokrasilerde, halkın çeşitli demokratik yollarla “siyasal karar alma süreci”ne de katılması son derece önemlidir. Bu yolların başında “belli bir zamanda, belli bir tartışmalı sorun karşısında, bu sorunla ilgilenen kişiler grubuna ve gruplarına hâkim olan kanaat olarak” niteleyebileceğimiz kamuoyu oluşturmak gelir. Çoğulcu ve katılımcı çağdaş demokrasilerde kısaca “iktidarları yapan ve yıkan bir güç” olarak tanımlanan kamuoyu siyasal karar organları üzerinde son derece etkili bir “siyasal katılım” aracıdır. Hatta bazı siyasal bilimciler kamuoyu için “hükümet politikası ve gerçekten bütün önemli tarihsel olaylar, siyasal toplumun üyelerinin kanaatleri tarafından şekillendirilmektedir” diyebilecek kadar bu konuya önem vermektedirler. Çoğulcu ve katılımcı demokrasilerde kamuoyu yanı sıra “siyasal katılım” yollarından birisini de, değişik amaçlı “baskı grupları” oluşturur. “Ortak menfaatler etrafında birleşen ve bunları gerçekleştirmek için siyasal otoriteler üzerine etki yapmaya çalışan örgütlenmiş gruplar” olarak tanımlayabileceğimiz “baskı grupları” da siyasal iktidarları etkileme için önemli bir demokratik siyasal katılım aracıdırlar.

    Bu bağlamda, 18 Mayıs 2006 Kocatepe camii, 14 Nisan 2007 Tandoğan, 29 Nisan 2007 Çağlayan ve daha sonraki günlerde çeşitli illerimizin meydanlarında sergilenen toplumsal refleksler, ülkemiz insanının eksiksiz demokrasi ve laik hukuk devleti ilkelerine bağlılığının göstergesi yanında, aydınlık geleceğimizin güvencesi olmuştur.

    Çağdaş demokrasilerde çoğulculuğun ve katılımcılığın doğal sonucu olan bu gelişmeleri görmezden gelmek ve demokrasiyi sadece oya ve sandığa indirgeyerek “...meclis, iradesini kimseyle paylaşmaz ve kimsenin telkinini kabul etmez...” tespit ve yorumu günümüz demokratik anlayışıyla bağdaşmayan, tutucu, statükocu ve antidemokratik bir yaklaşımı ifade eder.

    Cumhurbaşkanlığı kurumu gibi devletin en önemli ve en saygın makamına yapılacak seçim öncesi sergilenen yaklaşımlar, ileri sürülen görüş ve düşünceler ile yaşanan süreç, ülkemiz demokrasisinin hangi noktada olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gelinen bu noktada şunu belirtmek isteriz; yönetici olmanın, iktidar olmanın, gücü elinde bulundurmanın temel koşullarından birisi ve belki de en önemlisi, hukuk içinde toplumsal barışı ve huzuru sağlamaktır. Oysa, bugün ülkemizde iktidar olan siyasi anlayışın sergilediği yönetim biçiminin neden olduğu kriz ve gerginlik ortamı, silahlı kuvvetler bildirisi başta olmak üzere, hiçbir biçimde istemediğimiz olumsuzlukların sergilenmesine neden olmuştur. Eksiksiz demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve hukuk devletine olan inancı yanında, cumhuriyetin kazanımlarına bağlılığını her fırsatta haykıran Türk halkı bu yaşananları asla hak etmemektedir. Türk demokrasisi, halkımızın içten saygı duyduğu “kışla” ve “cami” kurumlarının korumasından ve el atmasından mutlaka kurtulmalıdır.

    Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle başlatılan tartışmaların sıcaklığı içinde yeterince incelenmeden, görüşülmeden, gerekli alt yapı oluşturulmadan 22 Temmuz 2007 günü için genel seçim kararı alınmıştır. Seçim kararının alınması öncesi ve sonrasında yapılan tartışmalar incelendiğinde bu karar, iktidar partisinin muhalefet başta olmak üzere, tüm toplumla restleşmesinin sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Oysa ülkemizi beş yıl süre ile yönetecek yeni TBMM’nin oluşumunu sağlayacak seçim kararının daha sakin, daha uzlaşıcı, daha katılımcı ve demokratik bir ortamda alınması gerekirdi. Çünkü, demokrasilerin ve dolayısıyla seçimlerin, nihai amacı mümkün olduğunca çok yurttaşı memnun ve mutlu etmek yanında, siyasal, sosyal, toplumsal ve yaşamsal istikrarı yakalamaktır. Bu bakımdan çeşitli nedenlerle yükselmiş olan toplumsal ve siyasal tansiyon dengelendikten sonra seçim kararı alınmış olsaydı demokratik yapımız için çok daha iyi olacaktı.

    Şimdi bu gerginlik partilerin aday saptamasından başlayarak, seçim meydanları ve seçim sandıkları dahil olmak üzere tüm seçim sürecini etkileyecektir. Dileğimiz bu aşamadan sonra, seçim ortamının sakinleşmesi ve her siyasal örgütün kendi başarısı için demokratik yöntemler içinde mücadelesini sürdürmesidir.

    Sayın Cumhurbaşkanım;

    Danıştay’ın 139.kuruluş yıl dönümünde üzülerek ifade etmek isterim ki, özel kuruluş gününü kutladığımız “İdari Yargı” başta olmak üzere ülkemizin yargı ve hukuk düzeni çok ciddi sorunlarla ve giderilmesi içtenlikle benimsenmeyen eksikliklerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu gün yargı, ya diğer kurumların yozlaşmasından etkilenerek, ya da kendine özgü özel nedenlerle iyi ve sağlıklı bir görüntü vermemektedir. Konunun en hüzünlü yanı, yargı kurumlarımızı en üst düzeyde temsil eden yüksek yargının saygın temsilcileri yanı sıra, yargıya yansız, objektif ve tarafsız bir gözle bakan en sade yurttaşa kadar büyük bir kesimin tespit ve değerlendirmeleri bu yöndedir.

    Gelinen bu noktada, kuruluş yıllarındaki inançlı ve özverili yaklaşımlar dışında, siyasal iktidarlar başta olmak üzere, birçok kesimin ağır kusur ve ihmali vardır. Çünkü, toplumda yargının, düzgün, etkin, verimli, adil ve güvenli bir biçimde işlemesi, sadece dürüst, ilkeli ve onurlu bir şekilde hukukun uygulanması yoluyla hak ve adaleti gerçekleştiren yargı mensuplarının sorunu değildir. Sorun, yargı mensuplarıyla birlikte, öncelikle siyasal iktidarlar başta olmak üzere, yazılı ve görsel basın kuruluşları yanı sıra, tüm toplum bireylerini doğrudan doğruya ilgilendirmektedir.

    Genel olarak yargı yanında, kuruluşunu kutladığımız “idari yargı”nın da geçmişten günümüze gelen ve her kuruluş yıl dönümünde sıraladığımız ama bir türlü giderilemeyen aksine her geçen gün daha da ağırlaşan ciddi sorunları vardır. Örneğin;

    -Verilen tüm sözlere karşın, Danıştay binası başta olmak üzere tüm idari yargı mahkemelerinde araç, gereç, donanım ve yardımcı personel gibi çok ciddi alt yapı sorunları yaşanmaktadır.

    -Son derece önemli olan “Genel İdari Usul Yasası” tüm uyarı ve girişimlere karşın, henüz çıkarılamamıştır.

    -Yargı dışı alana özgü, alternatif uyuşmazlık çözüm yolları konusunda yeterli girişimde bulunulmamıştır.

    -Bölge idare mahkemelerinin mevcut görev ve işleyiş durumu itibariyle, tam olarak istinaf mahkemeleri niteliği ve işlevine kavuşturulamadığı için bu şekliyle davaların uzaması yanında, Danıştay’ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır.

    -Siyasal iktidarların, ellerindeki yetkileri liyakat esasına göre değil “kadrolaşma” ve “politik yandaş yaratma” amacına göre kullandığı ve bu durumun siyaset olarak savunulabildiği ülke gerçeği karşısında, idari yargı organlarının başarıyla gerçekleştirdikleri, hukuka uygunluk denetimi çok daha büyük önem taşımaktadır.

    -Her yıl yinelediğimiz bir konuda, idari yargı mahkemelerinin idari işlem ve eylemleri yargılama sonuna kadar durdurmayı amaçlayan yürütmeyi durdurma kararlarına ilişkin usulü işlemlerin ağır ve zorlayıcı yasal koşullara bağlanmış olması, güçlü ve etkin idareye-yürütmeye karşı bireylerin yargısal korunmalarını zayıflatmaktadır.

    -Danıştay’da ve idare mahkemelerinde 60 gün olan dava açma süresinin, aynı yargı biriminde olan vergi mahkemelerinde 30 gün olarak sürdürülmesi çoğu kez yurttaşların hak kaybına neden olmaktadır;

    -Güncelliğini ve etkinliğini koruduğunu belirttiğimiz birkaç sorun yanında kuşkusuz, idari yargının en temel sorunu olan davaların uzun süre devam etmesi konusu bunca girişimlere ve düzenlemelere karşın artarak sürmektedir;

    -Son günlerde yeniden tartışma konusu yapılan, idari yargının, iptal davaları dışında “tam yargı”, “tazminat davalarına bakmaması bu davaların tamamına adli yargı mahkemelerinin bakması ileri sürülmektedir.

    İdari yargıya ilişkin bu yapısal sorunlar yanında, idari yargı-siyasi iktidar ilişkilerinde de ciddi sorunlar yaşanmakta, özellikle idari yargı kararlarının uygulanmasında önemli engeller çıkarılmaktadır.

    -Benzeri olumsuzluklar yanında yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi için geleceğe umutla bakmamızı sağlayan gelişmelerden birisi de Danıştay’ın savcı ve yargıçların mesleğe alınması sırasında yapılan sınav ve mülakatla ilgili verdiği karardır. Anayasa Mahkemesi’nin olumsuz yaklaşımına karşın, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, Savcı ve Yargıç adaylarının Adalet Bakanlığı tarafından mülakata tabi tutulmasını durduran 29.3.2007 gün ve 2007/234 sayılı kararı son derece önemlidir. Bu karar, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi için en büyük hukuk teminatı olmuştur. Elde edilen sonuca katkılarından dolayı YARSAV yöneticilerini kutlarız.

    Bölüm1

  4. #3
    Kayıt Tarihi
    Mar 2004
    Nerede
    İstanbul, Türkiye.
    İletiler
    3.492
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı Re: Danıştay kuruluş yıldönümü

    Sayın Cumhurbaşkanım;

    Genelde yargının özelde idari yargının kimi güncel sorunlarını bilgilerinize arz ettim. Kuşkusuz, yargının önemli bir ayağını oluşturan savunma ve onun temsilcileri avukatlarda çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır.

    Avukatlar ve savunma mesleğinin önündeki engellerin kaldırılmasına ilişkin hükümet yetkililerince verilen söz ve güvencelere karşın;

    -Yıllarca yapılan mücadeleler sonunda Avukatlık Kanunu’na konulmuş ve mesleğimizin geleceği bakımından son derece hayati önem taşıyan “sınav” kurumu bir çırpıda kaldırılmıştır.

    -CMK’ da görevli müdafii ve vekillerin alacakları aylardır ödenmemiş, bu konuda baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin yetkileri alelacele çıkarılan yasalarla elinden alınmış, 5560 sayılı yasa ile “adil yargılanma hakkı” bağlamında eşit seviyelerde bulunmaları gereken Cumhuriyet Savcıları avukatların ita amiri durumuna getirilmiştir.

    -Sorunlarını her platformda yıllardır dillendirdiğimiz devleti her alanda başarıyla savunan kamu kesimi avukatlarının durumu tam anlamıyla içler acısıdır, biçimsel de olsa hukuk devleti yapımızla bağdaşmayacak bir statü ve konuma mahkûm edilmektedirler.

    Oysa;

    “Bağımsız savunma, bağımsız yargının kurucu unsurlarındandır.”

    “Bağımsız savunma olmaksızın güçlü ve bağımsız yargıdan asla söz edilemez.”

    “Adil yargılanma ve adalete erişim haklarının olmazsa olmaz koşulu bağımsız savunmadır.”

    Bu denli önemli olan savunma ve onun örgütleri barolarla, savunma mesleğinin temsilcileri avukatların sorunlarının çözülmesi ve önündeki yasal engellerin kaldırılması, mesleğe ve meslektaşlarımıza olduğu kadar, hukuk devleti ilke ve kavramlarının yerleşmesine de büyük katkı sunacaktır.

    Yargı ve hukuk alanında yaşananlar sayılanlarla sınırlı değildir. Her gün yeni ve farklı bir yaklaşımla karşı karşıya kalınmakta bir anlamda yarınların ne getireceğini önceden kestirmek mümkün olamamaktadır. Halbuki toplumsal barış ve güvenliğin temel koşulu hukuki ve yasal istikrardan geçer. Her gün yaşanan ve giderek sosyal yaşamımızı ağır bir biçimde tehdit eden ve artan bir ivme çizen suç oranları yanında, şiddet ve terör ülkemizde özgürlük-güvenlik kavramlarının yeniden ciddi biçimde gözden geçirilmesini gerektirmektedir.

    Bugün büyük kentlerimiz başta olmak üzere kapkaç, soygun ve hırsızlık olayları tüm ülke insanın kanıksadığı ve birçok olayın çeşitli sebeplerle güvenlik güçlerine iletilmediği sosyal bir yara ve acı bir gerçek olarak orta yerde durmaktadır. Yurttaş, yapacağı başvurudan şu yada bu nedenle olumlu bir sonuç alacağına inanmamakta, bunun yanı sıra, güvenlik güçleri de yasal yönden gerekli yetki ve donanıma sahip olamadıkları yakınmasını ileri sürmektedirler. Kuşkusuz tüm bunların temel nedeni, her fırsatta ifade ettiğimiz gibi, 58. ve 59. hükümetler döneminde büyük bir başarı gibi sunulan, ancak yeterli alt yapı oluşturulmadan seri halde çıkarılan yasal düzenlemelerin oluşturduğu ”hukuksal” iklimdir.


    Sayın Cumhurbaşkanım;

    Türkiye Barolar Birliği kurulduğu günden bu yana “Eksiksiz demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti” kurum ve kavramlarının bireylerin kendi aralarında ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallarda yaratıcı temel kaynak olması yanında, toplumsal ilişkilerde de çağdaş değerlerin etkili ve yönlendirici olmasını amaçlamıştır. Bu temel ilkelerden hareketle hangi siyasi anlayış ve siyasi iktidardan, hangi kurum ve kuruluştan gelirse gelsin, bu kavram ve ilkelere yönelik saldırılar ve hak ihlallerine karşı duraksamadan yanıt verilmiş ve kendi doğrularını mesleği, meslektaşları ve ulusu adına yılmadan savunulmuştur. Yıllardır özlemimiz ve umudumuz, savunduğumuz evrensel ilke ve kuralların ülkemizde de eksiksiz bir biçimde uygulanması her sorunun hukuk ve demokrasi içinde çözülmesidir. Ama ülkemizde hukuk adına, yargı adına, demokrasi adına, siyaset adına sergilenenler ve yaşananlar, daha uzun süre bu umut ve dileğimizin gerçekleşemeyeceğini göstermektedir.

    Kuşkusuz bir ülkenin, kişi başına düşen milli geliri, ihracat, ithalat rakamları, üretimi, iç ve dış borçlanmasına ilişkin ekonomik ve mali göstergeleri son derece önemlidir. Bu değerler ve rakamlar bir ülkenin ekonomik kalkınması için bir ölçü olmasına karşın, çağdaş bir hukuk devleti olması için yeterli değildir. Nitekim ülkemizde kimi kesimlerin özlemini çektiği ve aynı coğrafyayı paylaştığımız komşu ülkelerin bazılarında bu rakamlar dünya ortalamasının üstünde olmasına karşın, bu ülkeler çağdaş bir hukuk devleti tanımına girememekte ve saygınlık kazanamamaktadırlar. Bu nedenle, çağdaş bir hukuk devletinin, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, anayasal düzen karne notlarında kırık olmamalıdır. Bunun tek kanıtı ise “hukuk devleti”nin olmazsa olmaz koşulu olan “laiklik, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, tam bağımsız yargı” ilke ve kavramlarını sadece söylemlerde değil, ortaya konulacak eylemlerle yaşama geçirmekten geçer.

    Toplumu yönetmeye talip olan siyaset önderleri bu altın kuralı asla aklından çıkarmamalıdır. Aksi uygulamalar ülkemizin karşı karşıya kaldığı olumsuzlukların sürmesine neden olacaktır. Çünkü yıllardır üyesi olmak için kapısında beklediğimiz AB ülkeleri başta olmak üzere, hiçbir çağdaş demokratik ülkede bizde yaşanan garip olaylar yaşanmaktadır. Örneğin,

    -HSYK ile Adalet Bakanlığı arasında 23 Yargıtay üyesi ile 9 Danıştay üyesinin seçimi öncesi sergilenen çekişmeler. Özellikle birinci sınıfa ayrılmış bir yargıç olan Adalet Bakanlığı Müsteşarının tamamen bakanın talimatına uygun olarak hareket etmesi, kendilerinin soruşturma konusu yaptıkları dayanaksız rapor alma girişimlerine başvurmaları, yargı bağımsızlığını zedeleyen davranışlardır. Bu son olaylar, Adalet Bakanlığı üst düzey yöneticiliğinde hakim sınıfından bürokrat görev almaması yönündeki görüşümüzün ne kadar doğru ve isabetli olduğunu ortaya koymuştur.

    -AİHM’ne üç yargıç ismi bildirildikten sonra, bir çok şaibeyi çağrıştıracak bir biçimde bunlardan vazgeçilerek yeni üç ismin bildirilmesi,

    -Hâkimler ve savcıların örgütlenmesini amaçlayan YARSAV ile ilgili Adalet Bakanlığının yaklaşımı.

    Örneklerini çoğaltacağımız tüm bu anti demokratik uygulamalar yanı sıra, Fransa’nın efsanevi devlet adamı General De Gaulle’ün deyimiyle “tüm ulusun yaşama iradesinin ifadesi” biçiminde tanımladığı, ülkemizin ve devletimizin kısaca ulusun temsilcisi ve simgesi olan “Cumhurbaşkanlığı” seçimi sürecinde yaşananlar ve sonrasında Silahlı Kuvvetler adına yapılan uyarılar “demokratik laik sosyal bir hukuk devleti”nde görülmesi mümkün olmayan eylem ve davranışlardır.

    İktidara gelmeden önce, Cumhuriyetin laiklik başta olmak üzere bütün temel değerlerine bağlı kalmaya söz veren ve her fırsatta bu taahhüdünü yineleyen ayrıca iktidar olduktan sonra da bu değerler üzerine yemin eden, ancak bu yeminlerine sadık kalmayarak, Anayasal rejimle ve Anayasal rejimin diğer asli unsurlarıyla kavga eden günümüz siyasal iktidarı kendisine emanet edilen “laik demokratik rejimi” korumada büyük zafiyet göstermiştir.

    Laik demokratik Cumhuriyete, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve hukuk devletine yürekten inanan ve bu yöndeki taleplerini 14 Nisan ve 29 Nisan günlerindeki demokratik duruşlarıyla tüm dünyaya sergileyen halkımız kesinlikle bu yönetim anlayış ve yaklaşımını hak etmemektedir. Tüm bu eylem ve söylemler yanı sıra, yapılan bütün iyi niyetli ve objektif uyarılara duyarsız kalan siyasetçilerimiz sayesinde, demokrasimiz, gerçek ve eksiksiz bir demokrasi niteliğine kavuşamamaktadır. Bu nedenle de, TSK gerçek ve eksiksiz demokrasilerde olamayacağı kadar siyaseten etkin ve güçlü durumdadır. Bundan rahatsız oluyorsak, bunu düzeltmenin tek yolu eksiksiz ve gerçek demokrasiyi ve tüm kurum ve kurallarıyla işleyen hukuk devletini yaratmaktan ve yaşatmaktan geçer. Bu değerlerin etrafında dolanarak, mevcut demokrasinin eksikliklerinden yararlanılarak elde edilmiş güçle “dindar” bir Cumhurbaşkanını Çankaya’ya gönderme girişimleri sırf kendi egosunu tatmin ve siyaset anlayışını kanıtlamak inadından başka bir şey olmadığı için , sağlıklı bir yol değildir. Oysa demokrasi bir anlamda devamlılık, uzlaşma ve toplumsal paylaşmayı içerir. Bu kavramlara aykırı yaklaşımların hiç kimseye yarar sağlamadığı yaşanan acı deneyimlerle kanıtlanmış olmasına karşın, kimsenin yaşananlardan ders almadığı son olaylarla bir kez daha kanıtlanmıştır.

    Sayın Cumhurbaşkanım;

    Hukuk devleti ilkesinin güvencelerinden “Danıştay’ın 139.Kuruluş Yıl Dönümü ve İdari Yargı Günü” nedeniyle düzenlenen bu toplantıya görev sürenizin bitimine çok az bir zaman kalmasına karşın, bizlere size doğrudan hitap etme olanağını ve onurunu verdiğiniz için teşekkür ediyor ve saygılarımızı sunuyorum.

    Geçen görev süreniz içinde bir hukukçu olarak saygıdeğer eşiniz ve çocuklarınızla birlikte, tüm topluma kıvanç duyduğumuz örnekler sergilediniz.

    Meslektaşınız ve bir yurttaş olarak, saygın hukukçu kimliğiniz yanında güven veren varlığınızdan, özenli davranışlarınızdan, sorumlu, bilinçli karar ve yaklaşımlarınızdan hep övünç duydum.

    Sizin bu uygar uygulamalarınızla;

    -Hukuk devleti ile kanun devleti farkını,

    -Demokrasi ile çoğunluk egemenliği anlayışının farkını,

    -Ulusal çıkarla, siyasi çıkar farkını,

    -Özde demokratik, laik, hukuk devleti niteliğindeki cumhuriyete, inanmakla sözde özgürlükçülüğün, demokratlığın, çağdaşlığın, laikliğin farkını,

    -Laik ahlakın yadsınması olanaksız erdemi ile kutsal değerlerin arkasına sığınan takiyecilerin sözde ahlakının farkını gördük, yaşadık ve anladık.

    Sayın Cumhurbaşkanım, Sezer ailesine, ülkemizin geçtiği bu kritik süreçte, verdikleri anlamlı örnekler ve hizmetler nedeniyle şükranlarımızı sunuyor, mutluluk ve sağlık dileklerimizle, güle güle diyoruz.

    Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.




    Türkiye Barolar Birliği
    Başkanı
    Avukat Özdemir ÖZOK

+ Konuyu Yanıtla

Bu sayfada bulunan kavramlar:

Benzer Konular :

  1. Türk Hukukçu Kadınlar Derneğinin 50. Kuruluş Yıldönümü Sempozyum Kitabı [Kitap Fiyat bilgisi]
    Yazar Belirtilmemiş - Filiz - 2019 Temmuz - 50,00 TL Türk Hukukçu Kadınlar Derneğinin 50. Kuruluş Yıldönümü Sempozyum Kitabı hakkındaki işbu...
    Yazan: Hukuk Kitapçısı Forum: Hukuk Kitapları Tanıtımı
    Yanıt: 0
    Son İleti: 24-07-2019, 15:30:05
  2. İsmet İnönü'nün Ölüm Yıldönümü
    25 Aralık 1973'te 89 Yaşında Hayatını Kaybeden İsmet İnönü'nün Ölüm Yıldönümü ...
    Yazan: monica Forum: Güncel - Siyaset - Tarih - Tartışma
    Yanıt: 4
    Son İleti: 26-12-2010, 10:24:48
  3. Hukuk Portal: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 85. Kuruluş Yıldönümü Etkinlikleri
    Hukuk portalına yeni bir kaynak eklendi. Konu: ...
    Yazan: Mehtap Deniz Forum: Hukuk Portal
    Yanıt: 0
    Son İleti: 07-11-2010, 00:16:43
  4. 1.Yıldönümü
    Bugün hukuki.net'te 1.yıldönümüm.İyi ki varsın hukuki.net, iyi ki varsınız dostlar...:)
    Yazan: av.ferda Forum: Edebiyat ve Sohbet Köşesi
    Yanıt: 15
    Son İleti: 24-04-2009, 14:59:11
  5. Danıştay iştihatı birleştirme kararının aksine danıştay karar alabilirmi.
    Danıştay iştihatı birleştirme kararının aksine danıştay karar alabilirmi. Alamazsa, almış karar için ne yapılabilir. Danıştay Üstmahkemeye...
    Yazan: vatomic Forum: İdare Hukuku
    Yanıt: 4
    Son İleti: 28-11-2007, 23:54:28

Yetkileriniz

  • Yeni konu açma yetkiniz yok
  • Konuya cevap verme yetkiniz yok
  • Dosya ekleme yetkisi yok
  • İleti düzenleme yetkisi yok
  •  


2022 tarihli Hukuk Blog |  Arabulucu |  Hukuk Kitapları |  Alman Hukuku |  Özel Güvenlik AŞ. |  İş İlanları |  Ankahukuk |  Psikolog |  Site Ekleme |  Sihirli Kadın |  Sağlık |  Satılık Düşecek Domainler |  Bayefendi |  Afternic Alanadı satış (Domain alımı) | 

™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨‍💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.