Asıl adı Derviş Mehmed Zillî olan Evliya Çelebi'dir 1611 yılında İstanbul Unkapanı'nda doğdu. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşıydı. Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelip İstanbul'un Unkapanı yöresine yerleşmişti. İlköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış öğrendi. Musiki ile ilgilendi. Kuran'ı ezberleyerek "hafız" oldu. Enderuna alındı, dayısı Melek Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Sultan IV. Murad'ın hizmetine girdi.
Evliya Çelebi Seyahatname'nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed'i gördüğünü, ondan "şefaat ya Resulallah" diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp "seyahat ya Resulallah" dediğini, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz'in ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.
Evliya Çelebi bu rüya üzerine 1635'te, önce İstanbul'u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640'larda Bursa, İzmit ve Trabzon'u gezdi, 1645'te Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı, savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı.
1645'te Yanya'nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa'nın yanında görevli bulundu.1646'da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa'nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı'na mektup götürüp getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648'te İstanbul'a dönerek Mustafa Paşa ile Şam'a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651'den sonra Rumeli'yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya'da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.
Seyahatname
Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez, araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname'nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar. Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi'nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür.
Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır. Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur.
Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatname'de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli bir yer tutar.
Evliya Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan sözeder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır. Seyahatname'nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına, çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı biçimde söz edilir. Evliya Çelebi'nin eseri dil bakımından da önemlidir.
Yazar, gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır.1682'de Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.
Evliya Çelebi bu rüya üzerine 1635'te, önce İstanbul'u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’larda Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi, 1645'te Kırım'a Bahadır Giray'ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı, savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı. 1645'te Yanya'nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa'nın yanında görevli bulundu. 1646'da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa'nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı'na mektup götürüp getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648'te İstanbul'a dönerek Mustafa Paşa ile Şam'a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651'den sonra Rumeli'yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya'da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.
Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez, araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname'nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar.
Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi'nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle Divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür. Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır. Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır.
Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur. Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatname'de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur.
Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli bir yer tutar Evliya Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı anlatır.
Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan söz eder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır.Seyahatname'nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına,çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı biçimde söz edilir. Evliya Çelebi'nin eseri dil bakımından da önemlidir.
Yazar, gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur.
Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır. 1682'de Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır.
Filolojik bir inceleme olmayan bu yazıda[1] Evliya Çelebi'nin kendi anlatımından ancak yansıyabilen bazı kişilik özellikleri ve Seyahatnamesi'nin kültür tarihi bakımından kaynak değeri gibi bir iki soruna sınırlanıldığından, eserinin içeriğine yönelmekle yetinilmiştir.[2] Ayrıca Evliya Çelebi araştırmalarının herhalde temel sorunu olan hayal ve gerçeklik ayrımı da burada asıl konu olarak incelenmeyecektir; alanın uzmanları bu meseleyle etraflıca uğraşmaktadırlar.[3]
Bu benzersiz Osmanlı gezmen ve anlatı ustasının yaşadığı yıllar (1611-1683/84) IV. Murad'ın ve Köprülü sadrazamları Mehmed ile Fazıl Ahmed'in yönetimleri altında iç politikada iki defa toparlanabilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun duraksama döneminin sonlarına rastlar. Murad'ın saltanatındaki toparlanmada Otuzyıl savaşının da bir etkisi olmuştur; bu kargaşa yıllarında Osmanlı Devleti - geçici de olsa - Avrupa cephesinde rahatlayabilmiştir. Ancak, bunun dışında 17. yüzyıl İmparatorluk için yönetim uygulamalarının yozlaşmasıyle el ele giden, ekonomik ve toplumsal sıkıntıların yaygın olduğu bir çağdır. Anadolu Celâli ayaklanmalarıyle sarsılırken, İstanbul zaman zaman Yeniçerilerin ve değişik saray hiziplerinin çatışma alanına dönüşüyordu. İran ile açık çatışmanın Kasr-ı fiirin antlaşmasıyle (1639) geçici olarak son bulmasından rahatlayan Osmanlı İmparatorluğu Venedig'e, Lehistan'a ve Alman İmparatoru'na karşı daha geniş çapta savaş girişimlerine yönelmiştir ki bu siyaset İkinci Viyana kuşatmasıyle doruğuna ulaşmıştır.
Bu tarih çerçevesi içinde Evliya Çelebi'nin hayatına dair bugünkü bilgi, sadece kendisinin gezi anılarının arasına serpiştirdiği açıklamalarından ibarettir.[4] Bu açıklamalara göre kendisi 1648 yılında yüz on yedi yaşında ölmüş olduğunu söylediği Saray Kuyumcubaşısı olan Derviş Mehmed Zıllî'nin oğlu olarak 25 Mart 1611'de İstanbul'da doğmuş. Fatih Sultan Mehmed zamanında Sancakbeyi olan buyükbabası, Germiyanoğlu Yakub Bey'in veya Hoca Ahmed Yesevî'nin ardıllarından olarak Konstantinopolis'in fethi esnasında 1453'te Kütahya'dan İstanbul'a taşınmış. Soykütüğünü böylesine saygın atalara dayandırdığı gibi[5], I. Ahmed'in sarayına bir Kafkaslı cariye olarak girmiş olan annesinin de atalarını ve akrabalarını onurlandırmayı ihmal etmeyen ve birkaç yıllık Medrese öğrenimi esnasında usta bir hafıza dönüşen Evliya Çelebi, sonraki sadrazam Melek Ahmed Paşa olan dayısının[6] yardımıyle 1635 yılında Enderun'a girebilmiş ve buranın eğitiminden geçmiş. Doğduğu şehiri on yıl boyunca araştırdıktan sonra 1640 yılında saraydan ayrılıp Bursa, İzmit, Trabzon ve Kırım'a yaptığı gezilerle uzun gezgincilik yıllarını başlatmış. Bundan böyle zaman zaman İstanbul'da verdiği aralarla Doğu Anadolu ve İran'a, Ortadoğu ve Balkan eyaletlerine, hatta İsveç ve Hollanda'ya da kâh yüksek makam sahiplerinin, saray görevlilerinin veya yabancı diplomatların maiyyetinde, kâh ulak, sınır gazisi veya özel kişi olarak gezilere çıkmış.[7] Ayrıca peşpeşe değişik eyatletlerde görevlendirilen dayısı Melek Ahmed Paşa'nın sürekli refakatçısıymış. Gezilerini taçlandırmak için nihayet 1671 yılından itibaren Rodos üzerinden Mısır, Sudan ve Habeşistan'a kadar genişlettiği bir hac yolculuğuna çıkmış. Mısır'da yaklaşık on yıl kalmış.
Evliya Çelebi'nin ölüm tarihi araştırmacılar tarafından Seyahatname'de 1682 yılı için zikredilen Hicaz'daki sel felâketi ile değinilmeyen İkinci Viyana kuşatması arasına yerleştirilmiş ve Seyahatname'de en geç yıl kaydı olarak yer alan 1094 (1683) tarihi - sözcüklerle yazılmış olmasına rağmen - bir kopya hatası olarak kabul edilmişti[8], ta ki Kreutel incelemelerinde Seyahatname'nin birçok yerlerinin “olaydan çıkarsamalar” (vaticinationes ex eventu) içerdiklerini ve bundan dolayı Evliya Çelebi'nin l683'te hayatta olmuş olması gerektiğini ortaya koyana kadar. Seyahatname'nin son cildinin, daha önceki bölümlerde kehanet biçiminde değinilen, gerçekte ise yaşanmış olan olayların artık etraflıca anlatılmadan birdenbire son bulmasıyle de desteklenen Kreutel'in bu görüşü[9], Evliya Çelebi uzmanı Baysun tarafından da paylaşılmıştır.[10] Evliya Çelebi'nin ardılları hakkında bugüne kadar herhangi bir ipucu bulunmamaktadır.[11]
Evliya Çelebi'nin eserinden kişisel niteliklerine dair bir tablo oluşturulabilmektedir. Herşeyden önce sınırsız bir bilgilenmek isteği dikkati çekiyor. Geleneklerine bağlı ve, diğer Osmanlı çağdaşları gibi, kendi kültürünün üstünlüğünden emin olan bir inançlı Müslüman olması[12], onu yabancı dünyaları ve becerileri tanımaktan alıkoymamıştır. Saf bir dindarlığın yanı sıra bir 17. yüzyıl Osmanlısı olarak hatırı sayılır bir hoşgörü sergiliyor. Kiliseleri ziyaret ettiğini bildirmekte[13] ve Hıristiyan dua metinlerini aktarmakta[14], ayrıca konukları için evinde yasaklanmış içki ve uyarıcı hazır bulundurmakta, bu gibi maddeleri kullanmadığı anlaşılan bir kişi olarak sakınca görmeyen Evliya'nın[15] dar görüşlü olamayacağı ortadadır.[16] Hıristiyanları “gâvur” olarak adlandırması - Hıristiyanlarla Müslümanların birbirlerini Ortaçağ'dan beri böyle nitelemeleri göz önünde tutulduğunda - ufkunun ölçeği sayılamaz. Her şeyi öğrenme isteği, gördüklerini, duyduklarını veya okuduklarını olabildiğince etkileyici bir biçimde kâğıda dökme - ve kuşkusuz dostlarına sözlü olarak anlatma - çabasıyle sıkı sıkıya bağlıdır. Cömertçe aktardığı bilgilerini kıt veya kuru bulduğunda, kendi hayal gücüyle zenginleştiriyor.[17] Başkalarının merakını herhalde kendininkinin olağanüstü boyutlarıyle ölçmüş olmalı ki, belâgatına ve görgüsüne çevresini anlaşılan hayran bırakmayı ve anlattıklarıyle dostlarının heyecanını diri tutmayı hedefliyordu. Gezmek ve görmek tutkusu uğruna refakatlerinde bulunduğu kişilerle de iyi geçinmeye önem verdiğini, kendi sözlerinden anlıyoruz.[18] Ancak arı ve açık anlatım biçiminden, bu çabasının bir yaltaklıktan değil, kendisinden ve bundan dolayı okurlarından her türlü yararlı bilginin yanı sıra yaşanması sadece az sayıda seçkine nasip olan keyiflendirici serüvenleri de esirgememek gibi nerdeyse çocuksu yansıyan samimî bir istekten kaynaklandığı izlenimi uyanıyor. Ölçüsüz abartmaları ve olasılık dışı hikâyelerinin temelinde böyle bir duygu hali yatsa gerek.
Sunuş biçiminin sayısız eğlendirici örnekleri arasında, anlattıklarına kendinden emin ve rahat, ancak usandırıcı ya da itici olmayan bir tarzda kendisinde gördüğü üstünlükleri dokuduğu ve mizah anlayışına sahip bir okurun pek ihtimal vermeyeceğinin bilinciyle yazılmışa benzeyen hikâyeler yer almaktadır: Kendisini bir gün Padişah IV. Mehmed'in huzuruna çıkaran Köprülü Mehmed Paşa'nın, Evliya Çelebi'nin bu üç saat süren görüşmede sergilediği başarı üzerine: “İlâhi Evliyâ! Berhurdar ol, çok yaşa...Aceb yekpâre cevaplar verdin ki herbiri devletin işine yarar birer Süleyman merhemidir”[19] demesi gibi; Budin Beylerbeyi'nin kendisine 1665'te Viyana'ya Büyükelçi olarak giden Kara Mehmed Paşa'nın - ki Evliya Çelebi onun maiyyetinde Viyana'ya gittiğini savlıyor - güzergâh üstündeki bölgeleri bilmediğini söylemesi ve Evliya Çelebi'nin de yolculuk esnasında herşeye göz kulak olmasını tembih etmesi, bir başka deyişle, elçilik heyetini adeta kendisine emanet etmesi gibi[20]; ya da Büyükelçi'nin, Habsburg İmparatoru I. Leopold'un huzuruna çıkmadan önce Mataracıbaşı'sına ve Evliya Çelebi'ye “Çasar”ın tahtından inmiş olarak kendisini “divanhane” girişinde ayakta bekleyip beklemediğini kolaçan etmelerini buyurması üzerine, ikisinin kabul salonuna girdikleri anda İmparator'un Mataracıbaşı'nı “sırmalı mehabetlü Hacı Bektaş üsküfü ile görünce, hemen başından şapkasını çıkarıp hakîre ve mataracıbaşıya tapınıp selâm alır gibi bir iki eğilip doğrul”muş olması gibi.[21]
Evliya Çelebi'nin, okurun heyecanını diri tutmak için kullandığı araçlar arasında, daha sonraları ünlenmiş kişilerle orada burada tanışmasına ve hep doğru zamanda önemli tarihsel olayların mekânlarında tanık olarak bulunmasına yol açtığını ileri sürdüğü “rastlantılar” da yer almaktadır. Ayrıca gezileri için rüyalarında aldığı tavsiyeler[22] ve önemli yaşantılarının Kadir gecesi'ne rastlaması gibi kendi hayatında etkili olduğunu savladığı “hayırlı” alâmet ve tarihler de unutulmamaktadır.[23]
Evliya Çelebi ölümünden bir buçuk yüzyıl sonra Hammer tarafından keşfedilişinden beri[24] belleklere ölümsüz bir kişilik olarak yerleşmiştir. Eserini sürükleyici bir canlılıkla renklendiren anlatım tarzının[25] kötü niyetli bir aldatmayı değil, ferahlatıcı bir safdillikle dünyaya olumlu bir bakışı sergilemeyi amaçladığı, okurları tarafından yanlış anlaşılmamış ki, kendisi yorulmak bilmez, öğrenme azmi dolu gezgin, doğal, uyanık ve çok okumuş gözlemci ve mizah anlayışı olan, nüktedan anlatıcı mertebesine oturtulmuştur.
Seyahatname'nin kaynak değerine gelince, Evliya Çelebi'nin gezilerinden ve yaşantılarından hangilerinin gerçek olaylara dayandığı, hangilerinin ise hayal ürünü olduğu konusunu irdeleyen uzmanlar, bazı betimlemelerdeki açık çelişkilere ve metindeki boşluklara dayanarak, Evliya Çelebi'nin ikinci elden devraldığı bilgileri kalıcı bir metinde bağlamaya geçmeden önce “yaşadıklarını” (?) dayandıracak mümkün olduğu kadar bol miktarda elle tutulur malzeme toplamak istediğine işaret etmişler[26] ve bundan dolayı Seyahatname'nin kaynak olarak değerlendirilmesinin uzun vadeli sorunlar ortaya koyduğunu ve bütün el yazmalarının karşılaştırılmasıyle, sayısız içerik ayrıntısının da titizlikle incelenmesiyle hazırlanacak bir eleştirmeli yayımı şart koştuğunu vurgulamışlardır.[27] Uzmanlar böyle bir hedefe umutsuz bakmıyorlar. Seyahatname'nin sayısız abartmalarının ve olasılık dışı tasvirlerinin yanı sıra çok önemli ve başka kaynaklarda bulunmayan bilgileri içerdiği ortaya konmuştur.[28] Eleştirmesiz ikinci elden devralınan veya hayal gücünden kaynaklanan betimlemelerin yanı sıra eserde çok sayıda yer alan dolaysız gözlemlerin son derece güvenilir olduğu da kaynak karşılaştırmalarıyle kanıtlanmıştır.[29]
Evliya Çelebi İstanbul hayatını ilk iki üç yılın dışında payitaht için nispeten düzenli bir zamanda, kendi açıklamasına göre 1630 ile 1640 yılları arasında incelemiştir. İmparatorluğun değişik eyaletlerine - ve kendisinin ilgili bölümlerde döne döne vurgulamasına göre yabancı ülkelere - yaptığı geziler saraydan ayrılmasından, yani 1640 yılından itibaren gerçekleşmiştir, her ne kadar bu yıldan önce Kütahya, Bursa ve Manisa'yı kısaca ziyaret ettiğini söylüyorsa da. İstanbul'u renkli ve canlı bir biçimde anlatmaktadır. fiehir halkının değişik sosyal sınıflarını ve esnaf loncalarını gerçekçi biçimde yansıtırken[30] ve şehirin kalıcı güzelliklerini sıcak bir yaklaşımla dile getirirken, metni yer yer fıkralar[31] ve menkıbelerle[32] süslüyor. Daha uzak bölgelere yaptığı(nı söylediği) gezilerden Evliya Çelebi bize istatistik verilerden, ilgili kişi adlarıyle desteklenmiş - bazen kendi kafasına göre kurduğu - tarihsel arka plan sahnelerinden, kanıtlanabilir örf ve adetlere kadar ayrıntılı bilgi sunmuştur. Bu gibi anlatımlarda ibadet biçimlerini de unutmamış ve yerel ağızların telâffuzunu Türkçe'nin ünlü uyumu ile birleştirmesi ve bunları da doğal olarak Arap harfleriyle yansıtması sonucu hayli iç açıcı dil örnekleri aktarmıştır.[33]
Kullandığı dile gelince, bu, ağdalı bir yazı biçemi değil, sözlü anlatış gibi canlı bir dildir. Renkli anlatım biçemini kuşkusuz okurlarının ve dinleyenlerinin beğenisine göre ayarlamıştır. Alexander Pallis'in[34] örnekleriyle sergilediği seçkin sınıf ve orta tabaka Osmanlılarının şiir sanatına ve müziğe duydukları büyük ilgi, Baron Bernard Carra de Vaux,[35] tarafından da dile getiriliyor. Evliya Çelebi'nin dikkat çeken özelliği ise, çağdaşlarının böylesine inceltilmiş bir biçeme taşıdıkları yatkınlığa yalın bir dille, fakat buna karşılık fantastik bir içerik sunuşu ile hitap etme yolunu seçmiş olmasıdır. Yine de nüktedan yazarımız, Osmanlı toplumunun eğitimli sayılacak bir okur kitlesine yönelmenin bilinciyle, nesir metnini yer yer beyitlerle ve - kâh kendisinin yarattığı, kâh yazıtlardan kopya ettiği - kronogramlarla süslemeyi ihmal etmemiştir.[36]
Seyahatname'de coğrafya ve tarihin her alanına, ayrıca halkbilim ve dil araştırmalarına da eleştirmeci karşılaştırmalarda ışık tutabilecek çok sayıda bilinçli olarak aktarılmış bilgi, onun kaynak değerini biçmede göz önünde tutulan tek ölçüt değildir. Seyahatname türünün özgün bir anıtı olan bu eserin bir başka önemi, çağının Osmanlı zihniyetini, dünya görüşünü ve - özellikle yabancı ülkelerin tasvirinde - dünyaya bakışını mükemmel biçimde yansıtan bir ayna olmasındadır. Bu noktaya Kreutel güzel bir örnek sunuyor: Seyahatname'nin Viyana gezisini içeren cildini[37] ilk defa Almanca'ya çevirip Evliya Çelebi'nin eserini, varlığından haberdar olduğu bu cildinin bütün çabalarına rağmen yer alamadığı bir bölümünü keşfedip İngilizce'ye çevirerek bilim dünyasına kazandırmış olan Hammer'in anısına yayımlayan Kreutel, “Giriş”inde Viyana ile halkının “bir Türk'ün kaleminden çıkan bu en eski tafsilâtlı tasvirinin”[38] “herhalde şimdiye kadar çizilmiş olan en egzotik ve rengârenk tablosu”[39] olduğunu belirtirken, “doğu anlatım sanatının çiçek süsüyle [bezenmiş ve] isabetli gözlemleri şaşırtıcı hayalperestliklerle harmanlanmış”[40] olan bu tablonun, o çağın Osmanlılarının zihinlerinde canlandırdıkları - ve nihayet 1683'te almayı umdukları - Kızıl Elma olduğunu söylüyor.[41] Bu açıdan bakıldığında, 17. yüzyıl Osmanlılarının tasavvurlarını böylesine canlı bir manzaraya dönüştüren Evliya Çelebi'nin Viyana'yı belki de hiç görmemiş olması[42], eserinin kültür tarihi bakımından değerlendirilmesinde önemli bir ölçüt olmaktan çıkıyor.
Ancak bugüne kadar yapılmış bütün bu değerlendirmelerin yanı sıra değinilmesi gereken bir husus daha var: Seyahatname, zihniyet tarihi araştırmalarına - yazarının herhalde farkına varmaksızın - Yeniçağ'ın ortalarında Doğu ile Batı arasındaki tinsel uçurumun hangi düşündürücü boyutlara varmış olmasını göstermesi bakımından da ışık tutuyor. Evliya Çelebi, tasvir etmek istediği insanlar, mekânlar ve mimarî eserlerden kendi gördüklerini, titiz bir muhabir veya rehber gibi, her türlü ayrıntısıyle - üstelik sık sık hayal gücünü de seferber ederek - işlerken, bunları, gerek kendi kültürel mensubiyetinden dolayı paylaştığı, gerekse doğal sezgilerinden kaynaklanan yeteneğiyle kavradığı çevresinin beğenisine göre aktarmıştır. Bu beğeniye özgül biçimini veren etmenler arasında belirleyici olanı ve bu arada Osmanlı toplumunda çağın genel bilgi düzeyine de ayna tutanı, bir aydın donatımının eksikliği olmuştur. İslam dünyasının, Yüksek ortaçağda evrensel çaptaki bilimsel nitelikleriyle[43] Batı'nın ilerde yaşayacağı Renaissance'ın hazırlığında azımsanmayacak bir payı olan, fakat tarihsel sürecin özgül akışına bağlı olarak toplumsal dengenin bütün kurumları ve bu arada Ulema'yı derinden sarsan bozuluşuna bağlı olarak Yeniçağ'a çöküş süreciyle giren köhneleşmiş medrese eğitiminin, Evliya Çelebi'nin yetiştiği ve Osmanlı Devleti'nin seçkin eğitim kurumu olan Enderun'a bile yansıması, doğal olarak kaçınılmaz olmuştur.[44] Buna karşılık Kâtib Çelebi gibi yüzyıllar öncesinin bilimsel kazanımlarıyle yetinmeyip, araştıran, kurcalayan ve çağının değişmiş dünya imgesini kavrayan müstesna kişiliklerin medrese dışında kendi kendilerini yetiştirmiş olmaları, rastlantı değildir.[45]
Bir bilim adamı veya filozof olmayan, fakat olağanüstü bir bilgilenme ve bilgilendirme isteği taşıyan Evliya Çelebi ise, Avrupa ülkelerinde gözlemlediği veya bu ülkeler hakkında okuyup öğrendiği ve önyargısız bir biçimde takdir etmekten de kaçınmadığı özelliklerin altında yatan esas gücü, düşüncesini kopernisyen sistemle temellendiren ve felsefe ile doğa bilimlerindeki patlamayla modern düşüncenin tarihsel doruklarından birine, kartezyen akılcılığa, ulaşan 17. yüzyıl Batı dünyasının, önceki atılımları üzerine oturttuğu ve ertesi yüzyılda Aydınlanma'nın evrensel sistemiyle taçlandıracağı tinsel devrimini kavramak bir yana, algılamaktan bile uzak olmuştur. “«Yararı olan ilim Kur'an, Hadis ve Fıkıhtan ibarettir, gerisi boş ve manasız bir uğraşıdır; gerçek ilim ‘Tanrı böyle buyurdu’, ‘Peygamber böyle buyurdu’ ile uğraşan ilimdir, kalanı, şeytanın kalplere doldurduğu kuruntudan ibarettir»”[46] anlayışının yerleşmiş olduğu bir ortamın varlığı göz önünde tutulduğunda, Evliya Çelebi'nin - çağının “dünya standartlarına” uyan ve hamlelerinin püf noktasını oluşturan - bilim konularıyle fazla oyalan(a)mayışının yadırganacak bir tarafı kalmamaktadır; yine de yer yer bu gibi konulara değinecek olmuşsa, anlattıkları, Viyana'da gördüğü(nü savladığı) cerrah becerilerinin ve buna benzer başka “gözlemlerinin” olsa olsa heyecan uyandırıcı ve herhangi bir derinliğe ulaşamayan birer canlandırmasından ibarettir.[47] Hezarfen Ahmed Çelebi gibi teknik deneylere girişenlerin etkinliklerini de birer tecessüs konusu olarak sunmuştur.[48]
Gezilerinde rastladığı medreseleri ve bilginleri tanıtış biçimi, 17. yüzyıl Osmanlı tıbbında yüzyıllar önce İslam kültür çemberinde bilinenlerin ötesine geçilemediğini göstermiş oluyor.[49] Bilginler hakkında söyledikleri de döneminin Osmanlı bilim anlayışına ışık tutuyor. Birçok kişi hakkında verilen bilgi, gömülü olduğu yer ile sınırlı kalmış.[50] Değerlendirmelerinden, bilginlerin doğa bilimlerinden çok ilâhiyat alanında güçlü olmalarını, “...Kurân'ı Kerim hafızı olup on türlü okumasını bil”melerini[51] veya “...Sade yüzkırk cilt eseri” olmasını[52] nitelik ölçütü olarak kabul ettiği anlaşılıyor. “...Yazdığı ve yaydığı kitap ve eserlerin sayısı belli olmayacak kadar çoktur...Yaşadığı devrin tek adamı sayılırdı... Gaibden haber verme ilminde dünyada tek idi.”[53]
Seyahatname'nin bu havası, Yüksek ortaçağın sonlarından itibaren açılmağa başlayan Doğu ile Batı arasındaki uçurumun nasıl büyüdüğünü, 13. yüzyılda kendini Doğu'dan erginleştirebilen ve yarım binyıllık zahmetli bir dünyevîleşme sürecine giren Batı'nın o çatallaşmadan beri hangi yolları katettiğini gözler önüne seriyor. Bu gerçek hesaba katıldığında ise, Evliya Çelebi'nin Viyana'daki Stephan Kilisesi'nin kitaplığı karşısında duyduğu hayranlığı ve artık kendi döneminin Osmanlılarının kitaba Avusturyalılar kadar özen göstermediklerine dair içtenlikli serzenişiyle[54] duyarlık bile sergilediği teslim edilmelidir.
Gerçek yaşantı gibi naklettiği birçok gözlemiyle araştırmacılara hazırladığı bilmeceler, neyin hayal, neyin gerçek olduğu sorusu ile sınırlı değildir. Kimdir bunları yaratan kişi? Akraba adları, çağdaşları ve belirli tarihleri zikretmekte - zaman zaman tutarsız da olsa - çekingen davranmayan Evliya Çelebi'nin, o adlar ve olaylarla bağlantısı bulunamamıştır[55]. Kendini “Evliya (Çelebi/Efendi) İbn Derviş Mehmed Zillî” veya “Seyyah-ı âlem ve nedîm-i beni âdem evliyâ-i bi riyâ”[56]
Kendi anlattıklarına göre Evliya Çelebi, 1630 Muharre-mi’nin Aşure Gecesi, Ahî Çelebi Camii’inde cemaat arasında Hz. Peygamber’i görür ve heyecanlanarak “Şefaat ya Resu-lallah!” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulallah!” der. Hz Pey*gamber de onu hem şefaat hem de seyahatle müjdeler. Bu arada cemaat arasında bulunan Sa’d b. Ebu Vakkas seyahat*lerinde gördüğü yerleri yazmasını ister ve şöyle der:
“Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Sana müjde olsun. Bu mecliste ne kadar ruhla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziya*ret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhu*ru olacaksın. Ama gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şe*hirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şey*leri, yiyecek ve içeceklerini yazıp güzel bir eser meydana ge*tir ve benim silahımla iş görüp dünya ve ahirette manevi oğ*lum ol. Tuz ekmek hakkını gözle. İyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma…”
Bunun üzerine önce İstanbul’u, daha sonra da impara*torluğun bir çok yerini gezer ve gördüklerin kaleme alır.
Seyahatnameden Seçmeler:
Viyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı
Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik*le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç*miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da*ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı*mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de*yince: “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin*ce doktor: “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok*tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle*di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi*tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden döküldü.
Erzurum’un Soğuğu
Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır: Bir dervişe “Nere*den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo*rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der*viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora*da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur: Kedinin biri kara kışta bir dam*dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol*maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir.
İstanbul Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi
70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle*meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir: “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş*larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has*talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has*talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir.
İstanbuldaki Marifet Sahibi Üstadlar:
Hezarfen Ahmed Çelebi
Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol*duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça*rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe*sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir.
Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte
Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi*şeğe bindi. Çırakları fişeği ateşlediler.
Lagarı: Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve: “Padişahım İsa Pey*gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı.
İstanbul Beyanındadır
Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel*velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz*ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il*lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak*ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca: “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura*da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top*rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel*liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah*çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu: “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.”
İstanbul’un Adlarım Söyler:
İstanbul’un ilk yapısı Makdonye adını taşır. Andan Yan-ko bina ettiği için Yankovice dediler. Sonra İskender tekrar kurduğundan bu kez adı Aleksandri oldu. Ondan sonra da bir zaman Pozant dediler, bir zaman da Zondovina, Yağfuriye dediler. Dokuzuncu kez Kostantin yaptırdığı için Yunan di*linde Pozantiyum ya da Kostantiniye dediler. Nemçeliler Kos-tantinopol derler. Rus dilinde ise Terkuriye derler. Buna göre Grekler Grandoza, Macarlar Zendovar, Lehliler Kanatorya, Çekler Albanar, İskoçlar Herakliyan, Felemenkliler Astagania, İspanyollar Agrandoza, Portekizler Kostia, Araplar Kostantini*ye, İranlılar Kayser-i Rum-i Zemin, Hintliler Taht-i Rum, Mo*ğollar Çarğrad, Tatarlar ve Sakalibe ile Âl-i Osman’da yani Türkler de ise adı İslambol’dur. Türk’ün görkemi diye âleme ün salmıştır. Allah onu koruya!
Evliya Çelebi’nin Hayatı ve Kişiliği Hakkında:
17. yüzyılda yaşamış, medrese eğitimi görmüş, çeşitli devlet görevle*rinde bulunmuştur. Devlet görevleri sırasında gezip gördüklerini kaleme almıştır. Bu gezintiler, zaman zaman kesintiye uğrasa da kırk yılı aşmıştır. Gezdiği yerlerden derlediği bilgileri ve gözlemle*rini on ciltlik Seyahatnamesinde toplamıştır. Bu eserinde sade bir dil kullanmıştır. Bu eser, tarih, toplumbilim, coğrafya ve folklar acısından oldukça önemlidir.
1611 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Evliya Çelebi Bin Derviş Mehmed Zillî, iyi bir öğrenim görmüştür. İlköğrenimini Sıbyan Mektebi’nde tamamlamış, daha sonra Şeyhülislam Hamit Efendi Medresesi’nde eğitim almıştır. Medresede 7 yıl eğitim aldıktan sonra Enderun’da eğitimine devam etmiştir. Sarf (dil bilgisi), nahiv, kâfiye, hüsn-ü hat dersleri alan Evliya Çelebi daha sonra Musahip Derviş Ömer Ağa’dan musiki dersleri almıştır.
Kısa sürede Kuran-ı Kerim ezberini tamamlayarak hafız olmuştur. 25 yaşında camide okuduğu Kuran-ı Kerim ile 4. Murat’ın dikkatini çekmiştir. Saraya alınıp musahipler arasında yer almıştır. Pek çok devlet ileri geleni ile yolculuklara çıkmıştır. Görme ve gezmeye duyduğu merakla henüz genç yaşta dolaşmaya başlayan Evliya Çelebi, öğrendiklerini eserlerinde de yansıtmıştır. Çok gezmesi nedeniyle seyyah olarak anılmıştır. 1682 yılında vefat ettiği bilinen ünlü gezginin mezar yeri bilinmemektedir.
Evliya Çelebi’nin Eserleri
Evliya Çelebi’nin her ne kadar pek çok şiiri bulunsa da bu şiirler bir araya toplanıp bir eser haline getirilmemiştir. Bilinen tek eseri yalnızca Seyahatname’dir. 17. yüzyılda kaleme alınan eser, yaklaşık 10 ciltten oluşmaktadır. Fantastik ve abartılı bir dil kullanılarak kaleme alınan eserin en dikkat çeken yanı ise gerçeklerden oluşmasıdır. Tarih ve coğrafya detaylarıyla dikkat çeken eser, Evliya Çelebi zamanına ışık tutması nedeniyle oldukça önemlidir.
,
evliya çelebi hangi yüzyılda yasamış,
evliya çelebinin insanlığa hizmetleri nelerdir,
evliya çelebi nerelerde yaşadı,
süleyman çelebi hangi yy yaşadı,
evliya çelebi seyahatname erzurumdaki eğitim anlayışı,
ahmet pasa ve suleyman celebi kacinci yuzyillarda yasaamiskar,
evliya çelebi bilime katkısı,
hezarfen evliya celebinin insanlara faydasi,
1611 hangi caga aittir,
evliya celebinin topluma yararlari nelerdir,
evliya çelebi dönemi,
evliya çelebi edebi kişiliği kısaca,
evliya çelebinin insanlığa hizmetleri,
evliya celebi nerde yasamis,
süleyman çelebi kaçıncı yüzyılda yaşamıştır,
19.yy yasamis evliya,
hazenfer çelebi ilgi duyduğu alanlar,
evliya çelebi ile ilgili sorular ve cevapları,
evliya çelebi insanlığa hizmetleri,
evliya çelebi nin bilime katkisı,
evliya çelebi nin insanlığa hizmetleri,
evliya çelebinin tarih bilimine katkısı
Ahmet Özal, babasının mezarını bir evliyanın yaptığını iddia ederek, kamera çekimlerinde bu evliaynın görünmediğini, ancak mermerlerin kendiliğinden...
Yazan: Av.Abbas Bilgili Forum: Güncel - Siyaset - Tarih - Tartışma
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
óñêîğåíèå èíäåêñàöèè
31-10-2024, 23:11:20 in Aile Hukuku