İnsanların doğuştan, vazgeçilmez ve devredilemez nitelikte haklara sahip olduğu, bu hakların devletten önce geldiği ve devletin görevinin bu hakları tanıyarak geliştirmek ve iyileştirmek olduğu şeklindeki eski doğal hukuk anlayışı II. Dünya Savaşından sonra yeniden canlanmıştır.
İnsan hakları, hem anayasa, hem de uluslararası hukuk kavramıdır. İnsan hakları deyimi geniş kapsamlı olup bir yandan insanların haklarının, devlet organlarına karşı korunmasını; diğer yandan da çok boyutlu olan insan kişiliğinin geliştirilmesini içerir.
Özellikle II. Dünya Savaşından sonra, insan haklarına saldırıların önlenmesi ve dünyanın bu tür acılara tekrar dönmemesi için yeni arayışlara ve güvencelere ihtiyaç duyulmuştur.
1949 yılında Avrupa Konseyi, bu anlayışların ilk ürünlerinden biridir. Kuruluşuyla birlikte ülkemizin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin ana amacı, kişi özgürlüğü, siyasal özgürlük ve hukukun üstünlüğüne bağlı olarak bu amacı paylaşan üyeler arasında, hukuki bütünleşmeyi sağlamaktır.
Konsey birçok sözleşme ve tavsiye kararı kabul etmiştir. Bu sözleşmelerden en önemlisi İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme ya da daha çok bilinen ismiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir (AİHS). AİHS, 4 Kasım 1950 tarihinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu onbeş ülke tarafından Roma’da imzalanmıştır. Sözleşme 03.09.1953 tarihinde yürürlüğe girmiş ve Türkiye tarafından 18.05.1954 tarihinde onaylanmıştır. 28 Ocak 1987 tarihinde Komisyon ve 12.12.1989 (22 Ocak 1990 tarihinde geçerli olmak üzere) tarihinde de Divan’ın zorunlu yargı yetkisini kabul etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, insan hakları alanında dünyada mevcut sözleşmelerin en gelişmiş ve etkili olanıdır. Sözleşme, Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi, Afrika İnsan ve Halk Hakları Sözleşmesi gibi bölgesel andlaşmalara da örnek olmuştur.
İnsan hak ve özgürlükleri alanında önemli olan, bu hak ve özgürlüklerin kuramsal açıdan çıkıp, uygulama alanına girmesi, etkili bir güvence sistemine kavuşturulmasıdır. Her şeyden önce, şu bir gerçektir ki, “insan hakları düzeyi” denen nesne, salt hukuk metinleri esas alınarak ya da bunlarla yetinilerek ölçülemez. Hukuk metinleri doyurucu bir tablo çizebilir ancak uygulama başka yönde olabilir. AİHS bu güvenceyi sağlayabilecek yapılanmayı, eksiklikleriyle de birlikte getirmiştir. Sözleşmenin getirmiş olduğu en büyük yenilik, bireyin uluslararası hukukta hak sahibi olabilmesidir. Böylelikle insan haklarının çiğnendiği iddiasıyla birey, devlet karşısında haklarını uluslararası yargıya taşınmıştır. Doğal olarak ilk zamanlar yadırganan olgu, zaman içinde kabullenmiş ve buna paralel gelişmeler göstermiştir. Bunun yanında devlet başvurusu, sözleşmenin güvencesinin ikincil olması (iç hukukun tüketilmesi koşulu), karşılılık ilkesine dayanmaması ve yabancıların da bu haklardan yararlanması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin başlıca özelliklerindendir.
Sözleşme, güvence altına alınan hak ve özgürlüklere saygı gösterme ödevini sadece sözleşmeci ülkelere vermemiş, hak ve özgürlüklere saygıyı sağlamak üzere Komisyon ve Divan olmak üzere iki denetim organı öngörmüştür. Ayrıca ileride yeri geldikçe deyinilecek Avrupa Konseyi’nin bir organı olan Bakanlar Komitesi’ne de bir takım görevler vermiştir.
Bu çalışmamızda, üye ülke sayısındaki artışa paralel olarak, AİHS denetim mekanizmasının günün koşullarına uygun duruma getirilmesi amacıyla hazırlanan ve önemli yapısal değişiklikler içeren Ek–11 nolu protokol ile yeniden düzenlenen ve yeni ismiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini incelemeye çalışacağız. Mahkemenin yetkisi, yapısı ve eski düzenlemeler konumuz olacaktır.
II- MAHKEMENİN YAPISI
1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe giren Ek–11 nolu protokol ile Komisyon ve Divan’ın yerine tam zamanlı çalışan tek bir Mahkeme kurulmuş ve Bakanlar Komitesi’nin yargısal görevi ortadan kaldırılmıştır.
Bu değişimin gerekliliği, taraf ülke ve başvuru sayısındaki hızlı artıştan kaynaklanmaktadır. Sözleşmenin teminat altına aldığı insan hakları ve ana özgürlüklerin korunmasının etkinliğini korumak ve iyileştirmek amacıyla Sözleşme’nin oluşturduğu denetim mekanizmasının yeniden yapılandırılmasının acil ve gerekli olduğu dikkat çekmiştir. 1990 yıllarında 23 olan üye ülke sayısı, 1999 yılında 41’e yükselmiştir. Aynı şekilde Komisyon ve Divan’a başvuru sayısı da, iş yükü altında kalkılamayacak bir hale gelmiş ve başvuruların sonuçlanması gecikmelere neden olacak boyutlara varmıştı. Bu durum bir değişikliği kaçınılmaz hale getirmiştir.
1. ESKİ DENETİM ORGANLARI
i. AVRUPA İNSAN HAKLARI KOMİSYONU
Eski düzenlemede; Sözleşme ile öngörülen haklardan birinin ihlal edildiği iddiasına dayanılarak bir başvuru yapıldığında, öncelikle Komisyon bu başvurunun kabul edilebilir olup olmadığı yönünde bir karar vermekteydi. Eğer Komisyon başvurunun kabul edilemez olduğu düşüncesindeyse (AİHS eski md.27) bunu bağlayıcı ve davayı sona erdiren bir kararla tesbit etmekteydi. Diğer denetim organları olan Divan ve Bakanlar Komitesi ancak, Komisyon’un kabul edilebilir kararı vermiş olması ve Sözleşmenin ihlali hakkında bir rapor düzenlemesinden sonra devreye girebilmekteydi (AİHS eski md.31). Bu rapor kesin olmadığı gibi, bağlayıcı da değildi. Yalnızca diğer organlardan birinin kesin karar vermesinde hazırlayıcı bir rol almaktaydı. Komisyon, “kabul edilebilir” kararından sonra taraflar arasında “dostane bir çözüm, dostça çözüm” yoluna (AİHS eski md.28/1-b) da gidebilmekteydi. Komisyon’un tüm çalışma şekli ve oturumları gizlilik içinde yapılmaktaydı (AİHS eski md. 33).
ii. AVRUPA KONSEYİ BAKANLAR KOMİTESİ
AİHS’de belirlenen hakların korunması ve güvence altına alınmasında yetkili ikinci kurum olan Komite, ancak iki koşulun birlikte var olması durumunda görevli olabilmekteydi. Bu koşullar; 1) Komisyon’un dostane çözüme kavuşturamadığı bir başvuru hakkındaki, düzenlemiş raporu Komite’ye göndermiş olması ve 2) Üç aylık bekleme süresi (AİHS eski md.32) içinde konunun Divan’a sunulmamış olmasıdır.
Bakanlar Komitesi, oluşumu ve yetkileri itibariyle siyasal bir nitelik taşıdığından, toplantılarını genel olarak, tersine bir karar almadıkça kapalı olarak yapardı. Siyasal bir organ olmasının yanında, yargılamayı kapalı yapması ve aleyhine başvurulan ülke temsilcisinin de oy hakkına sahip olarak görüşmelere katılması bu kuruma getirilen en büyük eleştiridir.
Sözleşme’de öngörülen ilk yaptırım “raporun yayınlanmasıdır”. Bu şekliyle gizlilik ilk kez kalkmış olmakta ve ilgili devletin, Sözleşme ile güvence altına alınan haklardan bir veya bir kaçını ihlal ettiği, diğer Sözleşmeci devletlere ve kamuoyuna duyurulmaktadır.
Bakanlar Komitesi, eskiden Divan’ın, şimdi de Mahkeme kararlarının, üye ülkeler tarafından yerine getirilmesini de denetlemektedir.
iii. AVRUPA İNSAN HAKLARI DİVANI
Yeni düzenleme ile kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise bu süreci kaldırarak tam zamanlı çalışan bir yargılama erkine dönüştürülmüştür.
Divanın, zorunlu yargı yetkisini kabul eden ülkeler sözkonusu olduğunda; Komisyon ve ilgili üye devlet, raporun Konsey’e iletilmesinden başlayarak üç ay içinde, olayı bu konuda nihai ve uyulması zorunlu bir karar vermek üzere Divan önüne götürebiliyorlardı. Kişisel başvuru sahiplerine böyle bir hak tanınmamıştı. Bir olayın Komisyon veya ilgili ülke tarafından Divan önüne götürülmemesi ya da üye ülkenin Divan’ın zorunlu yargı yetkisini kabul etmemesi halinde ise Komite, Sözleşme’nin ihlal edilip edilmediğine karar veriyor, ihlal kararı ile de mağdura uygun bir tazminat verilmesini kararlaştırıyordu.
Önceki sistemin bir önemli sakıncası, bireysel başvurunun (AİHS eski md.25) üye devlet açısından kabul edilmesinin zorunlu olmamasıdır. Başvurucunun konumu oldukça zayıftı. Divan önünde taraf konumu yoktu. Ancak 1980’li yılların başında hemen hemen tüm üye ülkeler bireysel başvuru hakkını ve Divan’ın zorunlu yargı yetkisini tanımış olması nedeniyle, Sözleşme’de öngörülen denetim mekanizması eylemli olarak zorunlu bir nitelik kazanmıştı. 01.10.1994 tarihinde yürürlüğe giren Ek–9 nolu protokol ile başvurucunun Divan önünde taraf benzeri bir konuma sokulmuş ve Bakanlar Komitesi’nin şiddetle eleştirilen karar verme yetkisi de zamanla pratik önemini yitirmiştir.
İnsan Hakları Mahkemesi’nin yeni yapısıyla, Strasbourg sistemin yargısal karakterinin güçlendirilmesi ve yapıyı basitleştirerek, yargılama süresinin kısaltılması amaçlanmıştır. 11 nolu protokol, 11 Mayıs 1994 tarihinde imzaya açıldı. Son onay olan Ekim 1997 tarihinden itibaren bir yıllık hazırlık süreci başladı. Hazırlık süresince, Mahkeme’de görev yapacak yargıçlar seçildi. Çalışma yöntemi ve özellikle Divan’da yargıç olan ve seçilerek Mahkeme’de de bu görevi sürdürecekler yeni Mahkeme İçtüzüğü Tasarısını hazırladılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1 Kasım 1998’de 11 nolu protokolün yürürlüğe girmesi ile çalışmaya başladı. Divan işlevine 31 Ekim 1998’de son verdi. Komisyon ise 31 Ekim 1999 tarihine kadar, önceden “kabul edilebilirlik” kararı verilen dosyalarla uğraşmak üzere görevine devam ederek, işlevini tamamladı.
2. YENİ DENETİM YAPILANMASI
11 nolu protokol esasen bir ek protokol değil, bir değişiklik protokolüdür. Yürürlüğe girmesiyle birlikte Sözleşme tamamen yeni bir metne dönüşmüştür. Ayrıca ilk 18 madde dışında madde numaraları da değişikliğe uğramıştır. Sözleşme hükümlerinin bazılarının dili değiştirilmiş ve Sözleşme maddelerine ve protokollere Sözleşme’nin yorumunda gözönünde bulundurulmamakla birlikte başlıklar verilmiştir.
Mahkeme, sürekli olarak görev yapan (md.19) ve Sözleşmeci ülke kadar yargıçlardan oluşan (md.20) bir yapıdadır. Halen 43 yargıç Mahkeme’de görev almaktadır. Mahkeme Genel Kurul halinde toplanarak md.26 gereğince; başkanını, iki başkan yardımcısını, Daire başkanlarını yazı işleri müdürü ve yardımcılarını seçer, Daireler kurar, Mahkeme İçtüzüğünü kabul eder.
Mahkeme seçilmiş yargıçlar ve bürokrat hukukçulardan oluşmaktadır. Bu ayırıma da kısaca bakmak gerekir.
Seçilmiş Yargıçlar
Sözleşme’nin eski 38 maddesine göre, Divan’da aynı devlet uyruğunda birden fazla yargıç olamayacağı belirtilmişti. Yeni düzenlemede böyle bir hüküm yoktur. İtalya, San Marino ve Malta adına görev yapan üç İtalyan yargıç bulunmaktadır.
Divan’ı oluşturan yargıçlar 9 yıl için seçilirken (AİHM eski md.40/1), Mahkeme’de görev süreleri 6 yıl olarak belirlenmiştir (md.23/1). Mahkeme’de görev yapanların yeniden seçilmeleri olanaklıdır. Ayrıca, ilk seçilen yargıçlardan yarısının görev süreleri üç yıl olarak kabul edilmiştir. Böylelikle her üç yılda yargıçların yarısı yenilenebilmektedir.
Eski dönemde (md.39/3) ve yeni dönemde (md.21/1) ortak olan bir konu da yargıçlarda görev için aranan koşullardır. Buna göre; yüksek etik karaktere sahip olmak ve yüksek mahkeme üyesi olabilme niteliklerini taşımaları gerekmektedir. Yine her iki düzenlemede de yargıçlar, seçildikleri ülkeleri değil, kendilerini temsil etmektedir (eski md.40/7 ; md. 21/2). Görevlerinde tamamen tarafsız ve bağımsızlardır. Yeni düzenlemede tam zamanlı çalışan Mahkeme yargıçlarının, tarafsızlıkları ve sürekli görevin gerekleri ile bağdaşmayan herhangi bir görev üstlenmeleri yasaklanmıştır (md.21/3). Strasbourg’da sürekli bulunma zorunluluğu sistemdeki önemli bir değişimdir.
Yargıçlar, her üye ülke için, o ülke tarafından gösterilen ve üç aday içeren bir liste üzerinden, Avrupa Konseyi Parlamentosu’nda yapılan oylama ile seçilmektedir (md.22/1). Eski düzenleme de bu şekildeydi (eski md.39/1). Yukarıda da değinildiği gibi 6 yıl için seçilmekte olan yargıçlar, Mahkeme’nin tamamen yenilenmemesi için, her üç yılda bir yarısının seçiminin yenilenmesi öngörülmüştür (md.23). Yeni yargıç göreve başlayana kadar, eski yargıç görevine devam etmekte ve görev süresi bitmiş olsa da elde görülen dava bitinceye kadar göreve devam etmektedir (md.23/7). Divan yargıçlarının ise üçte biri, üç yılda yenilenirdi. Yargıçların, seçim, yetmiş yaşın doldurulmaları (md.23/6), istifa ve ölüm gibi nedenlere görevleri sona erebilecektir.
Yargıçların, özgeçmişlerinin standartlaştırılması gerekliliği ile Mahkeme, yargıç adaylarına, bir model özgeçmiş geliştirilmesine karar vermiştir. 1082 sayılı karar ile adayların özgeçmişlerindeki bilgileri sistematik olarak ve benzer yapıda sunmaları, adaylar arasında tercihi kolaylaştıracağı vurgulanarak, resmi bir özgeçmiş şekli oluşturulmuştur.
Bürokrat Hukukçular
Mahkeme’de yargıçların yanı sıra görev alan bürokrat hukukçular da bulunmaktadır. Bunlar devamlı statüde hukukçu, geçici statüde hukukçu ve stajyer hukukçu olmak üzere üç farklı guruptadır. Dosyaların incelemesini yapan hukukçular, onların hukukçu asistanları ve destek elemanları Mahkeme Genel Sekreterliğine bağlı olarak çalışmaktadır. Ayrıca her Daire, hukuksal ve yönetsel işleri için kendi genel sekreterliğine de sahiptir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, önüne gelen başvuruları incelemek üzere, 3 yargıçlı Komiteler, 7 yargıçlı Daireler ve 17 yargıçlı Büyük Daire şeklinde toplanır (md.27/1).
Komiteler, 34. madde uyarınca yapılan bireysel başvurunun, daha fazla incelenmesi gerekmediği durumlarda, oybirliği ile “kabul edilmezliğine” veya “kayıttan düşmesine” kesin olarak, karar verebilir (md.28).
Komitelerin çalışma şekilleri ve görevlerine bakıldığında, Komisyon’un görevlerini üstlenmiş gibidir. Farklı olarak, Komite üyelerinin de diğer yargıçlarla aynı düzeyde yargıçlardan oluşmaları ve verecekleri kararların daha sonraki aşamalarda meslektaşları açısından daha ciddi bir şekilde dikkate alınması olasılığının bulunmasıdır.
Mahkeme, üç yıl için dört Daire olarak kurulmuştur. Her yargıç bir Daireye bağlı olarak çalışır. Aleyhine başvurulan ülkenin yargıcı, Daire Başkanı ve başkan tarafından belirlenen beş yargıçla Daire karar verir. Eğer ulusal yargıç o Dairede görev almıyorsa, sözkonusu Daire üyesi olarak yine görev alır. Böylelikle aynı anda birden fazla Dairede görev almak olanaklı hale gelmektedir. Dört Dairenin iki başkanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkan yardımcılarından, diğer ikisi ise seçimle belirlenir. Daire, Komite tarafından karar verilmemiş bireysel başvurular ile ülke başvuruları hakkında 29. madde uyarınca “kabul edilebilirliği” ve esasları hakkında kararlar verir.
Daire önünde görülen bir dava, Sözleşme’nin veya protokollerin yorumu konusunda ciddi sorunlar doğurması veya Dairece önceden verilmiş bir kararla çelişki yaratması durumlarında (md.30) Büyük Daireye gönderilebilir. Ayrıca, bir Daire kararının 3 ay içerisinde davanın taraflarından her biri istisnai olarak Büyük Daireye götürebilir (md.43/1). Bu haliyle temyiz mahkemesidir. Büyük Dairenin kararı kesindir (md.44/1). Büyük Daire; Mahkeme başkanı, başkan yardımcıları, Daire başkanları, ilgili ülke yargıcı ve Mahkeme Genel Kurulu tarafından seçilecek diğer yargıçlardan oluşur.
III- GÖREV VE YETKİ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, önüne gelen tüm başvuruları incelemez. Ancak konu, kişi, yer ve zaman bakımından sınırlı olarak inceme ve yargılama yetkisine sahiptir.
1. Konu Bakımından Mahkeme’nin Yetkisi
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, sadece 1–18 maddeler arsasında düzenlenmiş olan ve ek protokollerle getirilen temel özgürlüklerle sınırlı olarak koruma sağlamaktadır.
Bir kimsenin bireysel başvuru hakkına dayanarak Mahkeme’ye başvurması için, şikâyet konusunun Sözleşmeye veya ek protokollerle öngörülen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin olması şarttır. Sözleşme’de yer almayan haklara dayanarak yapılan ve bu sebeple de reddedilen başvuruların sayısı oldukça fazladır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki Mahkeme, bu haklar bakımından genişletici yoruma da başvurabilmektedir.
Mahkeme’nin konusu bakımından, Sözleşme’ye konulan çekincelere de değinmekte yarar vardır. Sözleşme’nin imzası veya onaylı belgelerin tevdii anında her devlet, Sözleşme’nin belli bir hükmü hakkında, o zaman kendi ülkesinde yürürlükte olan bir yasanın, bu hükme uygun bulunmaması oranında, çekice koyabilir. Bu düzenleme genel nitelikte çekince koyma hakkı vermez (md.57/1). Sözleşme imzalandıktan sonra çekince konulamayacak, ancak önceden var olan aykırı düzenlemeler için ve yalnızca o düzenlemeye ilişkin hak konusunda, çekince konulabilecektir.
Türkiye tarafından Komisyon’un yargı yetkisini üç yıl için kabul ettiğine dair ilk beyanında; “Türkiye’nin Sözleşme’nin 15. maddesi muvacehesinde özel hallerde Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerini kısıtlamasını gerektirecek durum ve koşullar, Türk Anayasası’nın 119 ile 122. maddeleri ışığında yorumlanır. Bu beyanla Komisyon’a tanınan yetki bakımından Türk Anayasası’nın 33, 52 ve 135. maddeleri, Sözleşme’nin 10 ve 11. maddelerine uygun olduğu şeklinde anlaşılmalıdır ” şeklinde bir çekince koymuştur. Ancak daha sonraki bildirimlerde bu çekince kaldırılmıştır.
Mahkeme, çekince ya da kısıtlamanın Sözleşme’ye uygun olmadığı kanısındaysa, çekinceyi geçersiz sayarak, bildirime çekince konmamış gibi, elindeki başvuruyu kabul edilebilirlik açısından inceleyip karara bağlamaktadır.
2. Yer Bakımından Mahkeme’nin Yetkisi
Sözleşmeci Devletler, kendi yargı yetkisine tabi herkese, Sözleşme’de düzenli hak ve yetkileri tanırlar (md.1).
Eğer iddia edilen ihlal aleyhine başvuruda bulunulan ülkenin yargı sahası içinde gerçekleşmişse, Sözleşme yer bakımından uygulanabilir. Yargı sahası (yetkisi), Sözleşme’de açıkça belirtilmemiştir. Devletler Hukuku tarafından belirlenmiş ve sınırlandırılmış olan sözkonusu devletin egemenlik alanı olarak anlaşılması gerekir. İlk planda devletin, ülkesi ve diplomatik temsilciliklerinde gerçekleştirilen eylemler bu saha içindedir.
Yargı yetkisi ile Mahkeme’nin yetkileri genişletilmektedir. Çünkü yetkili olduğu alan, sadece Sözleşme’yi imzalayan ülkeler ve yurttaşları ile sınırlı değil, yurttaş olmasalar dahi, ülkenin geçici de olsa yargı yetkisi içinde bulunan herkese uygulanacaktır.
Türkiye’nin yukarıda da anılan çekincesinin 1. maddesinde “Başvuru hakkının tanınması sadece Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının uygulandığı sınırlar içindeki topraklarda Türk kamu makamlarının fiillerine veya ihmallerine ilişkin iddiaları kapsar” olduğunu belirterek yer bakımından sınırlama getirmiştir. Bu beyan “Türkiye Cumhuriyeti’nin yetki alanı içinde işlenen fillere” ilişkin olarak 5. bildirim metninde de yer almıştır.
Çekinceler ışığında, Türkiye aleyhine başvurulabilmesi için, Türk topraklarında veya Türk diplomatik temsilciliklerinde gerçekleşen eylemelere ilişkin olması gerekir. Ancak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ortaya çıkan olaylara ilişkin olarak da Türkiye’nin sorumluluğu kabul edilerek aleyhinde karar verilmiştir. Böylece devletlerin eylemsel yetki alanları, Sözleşme’nin uygulama alanı olmaktadır.
Mahkeme, bir devlet kendi ulusal sınırları dışında bir yetki kullanıyorsa, bunu Sözleşme’ye uygun olarak kullanmak zorunda olduğu, görüşündedir.
Avrupa Konseyi, KKTC’yi devlet olarak tanımadığından, kişilerin taşınmazlarına gitmek için güneyden kuzeye tampon bölgeden geçişlerin engellemesinden Türkiye’yi sorumlu tutabileceği ve Türkiye’nin sorumluluğunun askerlerinin bulunduğu yurtdışında da devam edeceğine ilişkin işaretler vermektedir. Burada Loizidou/Türkiye davasına deyinmek gerekir. Güney Kıbrıs’tan, Kuzey Kıbrıs’a geçmek isteyen ve Kuzey Kıbrıs’taki taşınmazlarına girmelerini Türk askeri tarafından engellediği savıyla Sözleşme’nin 8. ve 1 nolu ek protokolün 1.maddesine dayalı olarak yapılan bireysel başvuru sonucunda Mahkeme 6’ya karşılık 11 oy ile Türkiye’nin Sözleşme’de düzenli hakları çiğnediğini belirterek esas hakkında aleyhte karar vermiştir.
Türkiye’nin 25 ve 46 maddeleri göre beyanda bulunurken bu konuda yaptığı sınırlamaları (çekince) Avrupa Hukuku kamu düzenine aykırı bulunarak Mahkeme’ce geçersiz saymıştır. Siyasi bir sorun olan, Birleşmiş Milletler aracılığı ile çözümlenmeye çalışılan ve şimdilerde Avrupa Birliği görüşmelerinde ön koşul olarak bakılan “Kıbrıs Sorunu”, Mahkeme’nin kararı ile insan hakları boyutuna taşınarak Türkiye üzerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Zaman konusunda Türkiye’nin ileri sürdüğü çekincenin Mahkeme’ce geçersiz sayılması, 1969 Viyana Andlaşmalar Sözleşmesi’ne aykırı olduğu vurgulanmıştır.
Bu davayla ilgili olarak verilen tazminat kararı da oldukça tartışma yaratmaktadır. Türkiye politik nedenlerden dolayı bu karara uymayacağını Avrupa Konsey’ine bildirmiştir. Ancak son günlerde Kıbrıs’taki gelişmeler ışığında, bu karar uyulacağı teması işlenmeye başlanmıştır.
3. Kişi Bakımından Mahkeme’nin Yetkisi
Kişi bakımından Mahkeme’nin yetkisi iki taraflı düşünülmesi gerekli bir kavramdır. Burada kim başvuruda bulunabilir ve kimin aleyhinde başvuru yapılabilir sorunu çözümlenmelidir. Mahkeme herhangi bir başvuru olmaksızın, kendiliğinden insan hakları ihlalinin varlığını araştırıp inceleyemez.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kişi kavramını iç hukukumuza göre oldukça geniş tutmaktadır. Sözleşme, tanınan hak ve yetkilerin üye devletlerden birinin uygulamasından zarar gördüğünü iddia eden her gerçek kişi, hükümet dışı her kuruluş ve her insan topluluğunun Mahkeme’ye başvurabileceğini bildirmiştir (md.34). Her üye devletin de başvurucu olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır (md.33).
Tüm gerçek kişiler Mahkeme’ye başvurabilir. Ulusal hukuka göre, hakkını kullanabilme yeteneğine sahip olması (ergin veya sezgin) olması aranmaz. Kişinin kısıtlı hatta akıl hastası olması doğrudan başvuruya engel değildir.
Hükümet dışı kuruluşlar ve kişi topluluğundan (guruplar) anlaşılması gereken, sivil toplum örgütleri, gönüllü kuruluşlar, resmi sıfatı bulunmayan ve devlet örgütlenmesi içinde yer almayan tüzel kişiliğe sahip dernek, vakıf, siyasi parti ve özel hukuk hükümlerince kurulmuş dini cemaatlerdir. Burada unutulmaması gereken, bu kişilerin sadece nitelikleri gereği olan kuruluş amaçlarına uygun düştüğü ölçüde Sözleşme ile korunan temel hal ve özgürlüklerden yararlanabilecekleridir. Bu kişilerin, üyelerinin haklarının ihlal edildiklerini ileri sürebilme yetkileri yoktur.
Kamu tüzel kişilerinin ve kuruluşlarının Mahkeme’ye başvurma yetkileri yoktur. Tüzel kişiliği olmayan kişi toplulukları ise ancak iki koşuldan birinin sağlanması durumunda başvurucu olabilirler. Topluluğu oluşturan kişilerin başvuruyu birlikte imzalamaları veya topluluk adına başvurucuya temsil yetkisini vermeleri gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki başvurucunun çıkarının kişisel, doğrudan ve güncel olması da gerekir.
Yargı yetkisine bağlı olmak koşulu ile üye devletin uyruğuna bağlı olup olmadığına bakılmaksızın Sözleşme uygulanacaktır. Üye devletin ve diğer üye devlet vatandaşlarının değil, üye olmayan üçüncü devlet vatandaşları ve de vatansızlar düzenli bulunan temel hak ve özgürlüklerden yararlanırlar. Üye devlet, ülkesi içinde bulunan yabancı güç veya uluslararası bir kuruluşun yaptığı eylem ve işlemlerden sorumlu değildir. Devletin sorumluluğu egemenliği ile sınırlıdır. Bunu ötesinde bir sorumluluk beklenemez.
Başvuranın taraf veya dava ehliyetinin olmaması, başvurucunun insan haklarının ihlal edilmemiş olması, başvuranın insan hakları ihlal ettiğini savunduğu devletin eyleminin zarar göreni olmayışı veya başvuranın hukuki korumadan yararlanma hakkının olmaması gibi nedenlere dayalı olarak başvuru, kişi yönünden Sözleşme ile uyuşmaz bulunup reddedilmektedir. Aynı şekilde, aleyhinde başvurulan devletin Sözleşme’nin tarafı olmaması da aynı sonucu doğurmaktadır.
4. Zaman Bakımından Mahkeme’nin Yetkisi
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 10 Mart 1954 yılında kabul edilen 6366 sayılı yasa ile onaylamış ve onay belgesini 18 Mayıs 1954 tarihinde Avrupa Konseyi’ne vererek Türkiye açısından Sözleşme’nin yürürlükte olmasını sağlamıştır. Ancak zorunlu yargı yetkisine ilişkin beyanını, 22 Ocak 1990 tarihinde bildirmiştir. Ek protokoller bakımından da katılma tarihinden sonra oluşacak olaylar bakımından Mahkeme’nin yetkisi başlayacaktır.
Beyan ne zaman hüküm doğuracaktır? Yağız/Türkiye davası ile Mahkeme konuya açıklık getirmiştir. Türkiye’nin önitirazı üzerine başvurucunun, “md.46 uyarınca bildirilen Türkiye bildirgesinin yürürlüğe giriş tarihinin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne sunuluş tarihi değil, Mahkeme’nin zorunlu yargı yetkisini tanıyan 25 Eylül tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nın yayımlandığı tarih olan 27 Eylül 1989 tarih olması gerekeceği” görüşü Mahkeme’ce kabul edilmemiştir. Mahkeme, Genel Sekreterliğe tebliğin formalite olmadığını, zorunlu yargı yetkisinin tanınmasının yürürlük tarihini oluşturduğunu ve bildirgede geçen “bu bildirge sunuluş tarihinden itibariyle” sözcüklerine atıfta bulunarak, zorunlu yargı yetkisinin kabulünden bir ay kadar önce meydana gelen olay bakımından zaman bakımından yetkisizlik kararı vermiştir.
Mahkeme, 1 Kasım 1998 tarihinde, 11 nolu protokolün yürürlüğe girmesiyle, Komisyon önünde görülmekte olan ama henüz kabul edilebilir kararı bulunmamış olan davaların kendisi tarafından çözümleneceğine atıfta bulunarak, zaman bakımından yetkisini, davalı devletin bireysel başvuru hakkını tanıdığı tarihe göre belirlemektedir. Mahkeme, Türkiye açısından 28 Ocak 1987 tarihinden başlayarak incelemesini yapabilmekte ancak, devam eden eylem bakımından geçen süreye de dikkat etmektedir.
Uluslararası hukukun genel kuralları çerçevesinde, Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinden, feshi ihbar edilmesine (md.58) veya üye tarafın Avrupa Parlamentosu’ndan istifa etmesine kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ilgili ülke için bağlayıcıdır. Sözleşme’nin bozulması, bozulmanın yürürlüğe girdiği tarihten önceki ihlallerden doğan sorumluluğu kaldırmayacaktır (md.58/2).
Sözleşme kural olarak geriye yürümemekle birlikte “sürekli ihlal” sözkonusu olması durumunda yetkisizlik nedeniyle başvuru reddedilmemektedir.
IV- AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NDE YARGILAMA
Bireysel başvurunun (md.33) yapılmasıyla Mahkeme geçici bir dosya oluşturur. Gerek duyulursa başvurucu ile yazışma yapılabilir. Bundan sonra başvuru Mahkeme kaydına alınır. Mahkeme başkanı, başvuruyu, kural olarak aleyhinde başvurulan üye ülke yargıcının bulunduğu Daire’ye gönderir. Yukarıda da değinildiği gibi, eğer üye ülke yargıcı başvurunun gönderildiği Daire’de değilse, üye ülke yargıcı bu Daire’de görevlendirilir. Gönderilen başvuruya Daire başkanı tarafından, raportör yargıç görevlendirilir (İç T. md.49/1). Raportör üye, başvurunun “kabul edilemez” (md.35) olduğu düşüncesini taşıyor ise üç kişiden oluşan Komite’ye aksi durumda Daire’ye, raporunu sunar. Komite “kabul edilemez” olduğu kararını kesin olarak verebilir veya başvuruyu “kabul edilebilir” kararıyla birlikte (md.29/4) Daire’ye yollar. Daire ilk önce “Dostane Çözüm” (md.38, İç T. md.62) için ilgili taraflara hizmet sunar. Bu süreç gizlidir (md.38/2). Dostane çözüme varılırsa, Mahkeme olaylar ve varılan çözümle sınırlı olarak bir açıklama yapılmasına karar vermek suretiyle (md.39) başvuruyu kayıttan düşürür (md.37). Dostane çözüm, Sözleşme’nin ihlal edildiği anlamı taşımamaktadır. Eğer bu süreç olumlu sonuçlanmazsa Daire esas hakkında kararını verir. Ayrıca başvurucuya, taraf devletin iç hukuku bu ihlali kısmen telafi edebiliyorsa, hakkaniyete uygun adil bir karşılık ödenmesini de kararlaştırabilir (md.41). Tazminat; maddi ya da manevi zarar karşılığından veya yapılan yargılama masraflardan oluşabilir. Mahkeme, sadece Sözleşme organları karşısındaki masrafları değil, Mahkeme’ce tespit edilmiş bir ihlal varsa ulusal yargı önündeki masraflara da tazminat olarak hükmedebilir. Tazminata, istem olduğunda karar verilebilir.
Mahkeme, kural olarak yargılamasını aleni olarak yapar ve kesinleşen kararı yayınlanır (md.44/3). Mahkeme’nin resmi dili, İngilizce ve Fransızca’dır (İç T. md.34/1). Ancak başvurular ve kabul edilebilirlik kararına kadar üye ülke dilleri kullanılabilir.
Daire, görmekte olduğu bir davada, Sözleşme veya protokollerin yorumlanmasını etkileyecek ciddi bir sorunun ortaya çıkması veya verilecek kararın Mahkeme’nin önceki kararlarıyla çelişki yaratacak olması durumunda, yargılama yetkisini Büyük Daire’ye bırakabilir. Taraflara bu niyet bildirilir, taraflar 1 ay içerisinde, gerekçeli olarak itiraz edebilirler (İç. T. md.72).
Taraflardan her biri, istisnai olarak, Sözleşme veya protokollerin yorumlanmasını etkileyecek ciddi bir sorunun veya genel nitelikte ciddi bir sorunun olduğunu belirterek Daire’nin vermiş olduğu kararı 3 ay içinde, Büyük Daire’de incelenmesini isteyebilirler (md.43, İç T. md.73).
Büyük Daire, beş kişiden oluşan alt kurul oluşturur. Alt kurul dosya içeriğine göre, iddiayı ciddi bulursa Büyük Daire’ye göndererek istem hakkında, bir hüküm şeklinde karar verilmesini sağlar. Alt kurul, istemi ciddi bulmaması halinde reddeder (md.44/3).
Büyük Daire’nin vermiş olduğu kararlar kesindir (md.44/1). Tarafların, davanın Büyük Daire’ye gönderilmesini istemediklerini beyan etmeleri veya kararın verilmesinde itibaren üç ay içerisinde Büyük Daire’ye gönderilmesini istememeleri hallerinde ve alt kurulun 43. maddeye göre istemi reddetmesi durumunda, Daire kararları kesinleşir (md.44/2).
Üye ülkeler, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin kararlarına uymayı taahhüt ederler (md.46/2). Mahkeme verdiği kararı Bakanlar Komitesi’ne gönderdiğinde Komite gündemine alınarak ilgili devletin aldığı önlemleri Komite’ye bildirilmesi istenir. Yargılamanın gereklerini yerine getirene kadar dava Komite’nin gündeminde kalmaya devam eder. Eğer devlet, kararın gereğini yerine getirdiğini bildirir ve sonuç Komite’ce tatmin edici bulunursa bir çözüm (resolution) metni yayımlanır ve Komite’nin görevi sona erer.
Daha önce olduğu gibi, yeni düzenlemede de yargılama harca tabi değildir. Taraflara koşullarının var olması durumunda adli yardımda bulunulabilir (İç T. md.91–96)
Protokolle getirilen bir yenilik de davaya katılmadır. 36 maddeye göre, Mahkeme önünde görülmekte olan tüm davalarda, vatandaşlarından birinin başvurucu olması durumunda, bu üye ülkenin yazılı görüş sunma ve yargılamada bulunma hakkı vardır. Mahkeme başkanı da üye ülkeyi bu nedenlerle yargılamaya davet edebilir.
Mahkeme’de kişilerin yargılamaya katılmaları konusuna da değinmek gerekir. Tüzel kişiler temsil yetkisine sahip organları aracılığıyla, yargılamaya katılabilirler. Başvurucu yargılamaya bizzat katılabileceği gibi, kendisini temsil de ettirebilir.
Temsilci, üye devletlerden herhangi birisinde çalışan ve bu ülkelerden birinde oturan avukatlardan veya Daire başkanının kabul ettiği başka bir kişi olabilir (İç T. md.36/4-a).
Profesyonel bir altyapı ve uzman hukukçulardan yararlanma olanağı, denetim mekanizmasının kalitesini arttırmıştır. Buna karşılık reform tartışmaları sırasında dile getirilen ve Avrupa Birliği Mahkemesi örneğinde olduğu gibi, savcılık kurumu oluşturma yönündeki öneriler taraf bulmamıştır.
V- KARARLARIN HUKUKUMUZA ETKİSİ
Mahkeme’ce Sözleşmenin çiğnendiğine ilişkin olarak verilen karar, kendiliğinden iç hukuku etkilememektedir. Mahkeme’nin aykırılığı saptanan işlemi; iptal edebilme, değiştirme veya bozabilme yetkisi bulunmamaktadır.
Üye ülkelerce Mahkeme’nin vermiş olduğu kararın hüküm fıkrasındaki belirlenen ihlalin amaca uygun olarak giderilmesi gerekir. Yerine getirmede gereken önlemler davalı durumdaki devlete düşer. Kararını yerine getirecek devlet, kararı yerine getirilme yol ve yöntemi seçmekte serbesttir.
Ülkemiz hakkında Mahkeme’de bulunulan ihlal başvurusunun bir kısmı Güney Kıbrıs vatandaşlarına ait iken, bir kısmı da Türk vatandaşlarına aittir. Bu yoğunluğun azaltılabilmesi ancak, mahkemelerimizin, iç hukuk düzenlemelerini, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri ile çelişki oluşturacak şekilde yorumlanmaması ile olanaklı olabilir. Ancak bunun yanında gereken mevzuat değişikliği ve diğer uygulayıcıların eğitilerek bu bilince varmalarının sağlanması gerekir. Adalet Bakanlığı’nın tüm yargıç ve C. Savcılarına insan hakları eğitimine ilişkin olarak başlattığı seminer çalışmalarının önemi bu anlamda daha da artmaktadır.
Mahkeme vermiş olduğu kararlar ile Türk hukuk uygulamasına ve mevzuatımıza önemli yeniliklerin ve değişikliklerin gelmesine neden olmuştur.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görev yapan askeri yargıçların adil yargılama ilkesine (md.6) aykırılığının tespiti üzerine artık yalnızca sivil yargıçların görev yapmaları sağlanmıştır.
Anayasada, Ceza Yargılama Yasasında gerekli değişiklikler yapılarak, gözaltında bulundurma sürelerinin kısaltılması, tutuklama nedenlerinin sınırlandırılması, zorunlu müdafii sisteminin getirilmesi, tutuklama veya yakalamanın ilgilinin yakınlarına yargıç kararı ile haber verilmesi, tebliğnamelerin sanıklara tebliği gibi Mahkeme’nin belirtmiş olduğu ihlaller düzeltilerek, kötü muamele iddialarının son bulması sağlanmış, hukukun üstünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır.
İfade özgürlüğü alanında verilen kararlardan sonra bu yönde de ülkemiz adına sevindirici düzenlemelere gidilmiştir.
Mahkeme’nin ülkemiz için en büyük kazancı ise, insan haklarına saygılı ve hukukun üstünlüğüne inanan bir düşünce yapısının, tüm resmi kurumlarca inanılır duruma gelmesi olmuştur. Mahkeme’nin zaman zaman ülkemiz hakkında önyargıya varan kararlarının bulunduğu bir gerçek olmasına rağmen, anılan düşünce yapısının yerleşmesindeki faydaları bu olumsuzluğu yok etmektedir.
Türkiye hakkında bireysel başvuruların yanında 10 adet devlet başvurusu da bulunmaktadır. Bunlardan Fransa, Danimarka, Hollanda, İsveç ve Norveç tarafından Mahkeme’ye getirilen beş başvuru, 12 Eylül 1980 askeri müdahale üzerine açılmış olup, Türkiye’nin demokrasiye tekrar döneceğine ve insan haklarına saygılı olacağına ilişkin taahhüdü üzerine dostane çözüme kavuşturulmuştur. Diğer beş davanın biri Danimarka tarafından, Danimarka vatandaşlığına alınan bir Türk vatandaşı ile ilgili bulunmaktadır. Diğer dört başvuru Güney Kıbrıs tarafından olup, üçü Bakanlar Komitesi’nce siyasal sorun oldukları belirtilerek buna yönelik çözüm bulunması gerekliği belirtilmiştir. IV. başvurusunu 10 Mayıs 2001 tarihinde karara bağlamıştır. Kararda Güney Kıbrıs yönetiminin kayıp şahıslar, yerinden edilmiş kişilerin mülkiyet ve mesken hakları, aile hayatının korunması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayan Rumların yaşam koşularına ilişkin iddiaları doğrultusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddelerinin ülkemiz tarafından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
VI- SONUÇ
Her bilim dalı, kendine göre bir takım gelişmeleri öne sürerek yaşadığımız yüzyıla isimler vermektedir. Kuşkusuz hukuk bilimi olarak, bu yüzyıla “İnsan Hakları Çağı” demenin yanlış olmadığını söyleyebiliriz.
Günümüzde insan hakları, bireyin özgürlük ve onurunu güvence altına alan ve devredilemeyen haklardır. Bu güvencenin siyasal nedenlerden dolayı ulusal düzeyde tam olarak sağlanamayacağı insanlık tarafından özellikle II. Dünya Savaşı ile görülmüştür. Ne yazık ki insanlık, bedel bakımından en kötü öğrenme şekli olan “deneyerek öğrenme” ile uluslararası bir güvence sisteminin oluşturulma gerekliliğine varabilmiştir.
Ortak bir güvenceye varabilmenin ürünü olarak İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşmesi (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) kabul edilerek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ülkemiz için giderek önem göstermektedir. Özellikle bireysel başvuru hakkının tanınması ve ardından Mahkeme’nin zorunlu yargı yetkisinin kabulü ile günlük yaşama girmiştir. Ancak bireysel başvuru açısından uzun yıllar beklemiş olması, ülkemizde gerek mevzuattan ve gerekse uygulamadan doğan insan hakları ihlallerinin sürmesine yol açmıştır. Son yıllarda ve özellikle zorunlu yargı yetkisinin de kabulü ile mevzuattaki değişikliklerle ve uygulayıcıların eğitilmesi ile bu ihlallerin azaldığı bir gerçektir.
Doğu Bloğu ülkelerinin Avrupa Konseyi’ne üyelikleri ile birlikte üye sayısının 40’ı aşması Mahkeme’nin altından kalkamayacağı iş yükü sorununu doğurdu. İlk kez bireye, devlet karşısında taraf olma yetkisi tanıyan Sözleşme, tarafların 11 nolu protokolü kabul etmeleri ile bir aşama daha kaydetti.
Eski düzenlemede başvurular ancak 6–8 yıl sonra sonuçlanabilmekteydi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 11 nolu protokol ile getirilen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapısında yenilik getiren düzenlemeler yargılamayı hızlandırmıştır.
Mahkeme, Sözleşme’yi yorumlarken genişletici yoruma dayanmaktadır. Ayrıca, ulusal hukukta Sözleşme’dekine benzer kavramlar bulunması durumunda dahi kavramları kendisi bağımsız olarak yorumlamakta ve ortak bir kavram getirmektedir.
Sözleşeme iç hukuku tamamlayan bir özellik göstermektedir. Bunun bir nedeni de Mahkeme’nin yargı alanının 800 milyon insan olmasındaki olanaksızlıktır. Sözleşme’de öngörülen temel hak ve özgürlükleri korumak devlete ve özellikle de yargı organlarımıza düştüğü unutulmamalıdır.
Mahkeme’nin vermiş olduğu birçok karar Türkiye aleyhinedir. Bunlardan bir kısmının siyasi karar olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Ancak insan haklarının öncelikle bizim insanımız için gerekli olduğu düşünülerek, mevzuat ve uygulamanın bu içtihatlara uygun olması gerekir.
Türkiye ve İtalya, Mahkeme’de en yakınılan ülkelerdir. Ülkemiz hakkındaki başvurular, toplam başvuruların yaklaşık beşte biridir. Bu durum yeni mahkeme binasının yapımı sırasında “Türkiye için yapılıyor” esprilerine yol açmıştır. Ülkemiz nüfusu değerlendirildiğinde, bu oran biraz daha uygun görülebileceği düşünülürse de Almanya ve İngiltere düşünüldüğünde oranın çok yüksek olduğu anlaşılacaktır. Hemen belirtmekte yarar bulunmaktadır ki, tazminat taleplerinin karşılanması olanaksız duruma gelebilecektir. Tazminat olarak ödenen ve ödenecek bu tutarlar ile tüm adliyelerin yenilenmesinin sağlanacağı ve Yargıç, Cumhuriyet Savcıları ile diğer kamu görevlilerine insan hakları eğitimi verilebileceği unutulmamalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, ulusal yargı kararını ortadan kaldırmak, değiştirmek veya iptal etmek gibi bir yetkisi bulunmamaktadır. Sadece Sözleşme’nin ihlalinin tespit ederek, gerekli ise tazminat kararı vermektedir. Verilen kararlar taraflar için hüküm ifade etmektedir.
VII- KAYNAKÇA
BATUM,S. : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasal Sistemine Etkileri, İstanbul 1993
BIÇAK,V. : Uluslararası İnsan Hakları Normlarının Yorum Organı Olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Kararlarının Türk Hukukunun Gelişimine Katkısı, http://www.bilkent.edu.tr/~vahit/ar7.htm,
CENGİZ,O.K. : Uygulamacılar İçin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Başvuru Rehberi, İzmir BD, 1999/3
GÖLCÜKLÜ,F./GÖZÜBÜYÜK,Ş. : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Ankara 1994
GÜNDÜZ,A : “Somut Çözüm Önerileri”, İzmir BD, 1999/1
GÜNDÜZ,A : İnsan Hakları İle İlgili Uluslararası Sözleşmelerin Kurduğu Denetim Organları Kararlarının Hukukumuza Etkileri, İnsan Hakları ve Yargı, Adalet Bakanlığı, Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını, 1998/Haziran, Ankara
KAYA,A. : Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemesiyle İlgili Çalışmalarda Karşılaşılan Güçlükler, İnsan Hakları ve Yargı, Adalet Bakanlığı, Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını, 1998/Haziran, Ankara
MAHMUTOĞULLARI,H. : İnsan Hakları Kavramının Felsefi Yönden Tahlili, Adalet D. 2001/9
TANÖR,B. : Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, İstanbul 1994
TEZCAN,D. : “Türkiye Hakkında Yapılan Kişisel Başvuruların Mahiyeti ve İrdelenmesi”, İnsan Hakları ve Yargı (Adalet Bakanlığı, Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayını) 1998/Haziran
ÜNAL,Ş. : “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye”, Adalet D., 1999/1 Ankara,
insan hakları avrupa mahkemesinde daire kaç üyeden oluşur
,
aihm kaç yargıç var
,
avrupa insan hakları mahkemesi kaç yargıç vardır
,
avrupa insan hakları mahkemesinde kaç yargıç vardır
,
avrupa insan hakları mahkemesi yapısı
,
aihm yapisi
,
aihm yargıçları nasıl seçilir
,
avrupa insan hakları mahkemesinin organları
,
aihm organlari
,
aihm büyük dairenin görevleri
,
avrupa insan hakları mahkemesi genel kurul
,
insan hakları mahkemesi,
avrupa insan hakları mahkemesi özellikleri,
avrupa insan hakları mahkemesi üyelerini kim seçer,
aihm de kaç yargıç vardır,
avrupa insan hakları mahkemesi kurulusu isleyisi ve yetkileri,
aihmnin yapısı ve işleyişi,
avrupa insan hakları mahkemesinin yapısı,
aihm üyeleri
™ Hukuki NET 2002-2022 - Ulusal ve uluslararası Hukuk Sitesi ⚖️ olma özelliği ile gerek avukat, gerek diğer hukukçu arkadaş ve gerekse vatandaşlara ev sahipliği yapan, eğitim ve bilimsel alışveriş yapma amaçlı bir "Hukuk Rehberi" dir.
Davalar
Hukuki Net; sürekli yenilenen faydalı güncel içeriği ile zamanın hukuk dallarına göre kategorize edilmiş çeşitli mevzuat (Ceza kanunu, İş kanunu, Borçlar yasası gibi), emsal mahkeme kararları, yargıtay kararları, emsal danıştay ve anayasa mahkemesi kararları ile hukuksal makale, kanun, hukuki forum, hukuk sözlüğü, hukuk programları, meslektaş ilanları, avukatlar için kolay hesaplama araçları, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, benzer Yargıtay kararı ve Mahkemeler tarafından örnek davalar ile ilgili gerekçeli kararlar, * davası dilekçe örnekleri yasal haberler ve hukuk siteleri dizini 🕸 bulunan bir hukuk bilgi bankası sistemidir.
Avukatlar
Yararı nedir?
📝 Hukukçular için mesleki danışma (Üstad ve meslektaşlar arası paylaşım), dayanışma ve bakalorya fonksiyonu olan site; "Önleyici hukuk" veya "Dava hukuku" nedeni ile doğan veya yeni doğacak anlaşmazlıklar ile içtihat hukuku kaynağı olan Yargı ve Yargılamayı tartışmak, davalar ve ihtilaflar için yararlı çözüm yolları üretmek ve hukuksal konularda özellikle nerede, nasıl, neden soruları üzerinde soru cevap yorumlar, tartışma paylaşma yorumlama yöntemi ile sebep sonuç ilişkisi kurarak 💬, Mahkemelerin dava yükünü hafifletmeyi de amaçlayan suigeneris (kendine özgü) hukuk laboratuarı özellikleri bulunan bir hukuki kalkınma hedefli bilgi dağarcığıdır.
® Hukuki Net internette ve Türk hukukunda bir marka olmakla birlikte ticaret veya iş amaçlı bir site olmayıp, herhangi bir ticari kurum, kuruluş, bilgisayar programı firması, banka vb. kişi veya herhangi politik veyahut siyasi bir kuruluş tarafından desteklenmemekte, finans kaynağı reklam ve ekseriyetle site yönetimi olan Adalet sistemine adanmış bir servistir.
🆓 Hukuki.net halk için ücretsiz ve açık kaynak nitelikli bir hukuk sitesi olup, gayri resmi vatandaş bilgilendirme portalı işlevi görmektedir. Genel muhteviyat olarak kanun, yönetmelik, Emsal Anayasa mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararı gibi hukuki mevzuat içermekle birlikte avukat ve uzman kişilere özel yorumlar da içeren sitenin tüm hakları saklı olup, 🕲 telif hakkı içeren içeriği izinsiz yayınlanamaz, kopyalanamaz. (Herhangi bir hususu sitene alıntı kuralları çerçevesinde kopyalamak için sitene ekle için izin bağlantısı.)
™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
óñêîğåíèå èíäåêñàöèè
31-10-2024, 23:11:20 in Aile Hukuku