6100 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının; 1-Birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 2-Birinci cümlesinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan ikinci ve üçüncü cümlelerinin de, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE karar verilmiştir.

İZMİR 1. İDARE MAHKEMESİ HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (H.M.K) 3. MADDEYİ ANAYASA MAHKEMESİNE GÖTÜRDÜ

Anayasamız beğensek te beğenmesek te yargı ayrılığı rejimini benimsemiştir. Buna göre İdari İşlemler ile idari eylem ve / veya eylemlerden dolayı uğranılan zararların tazmini için idari yargıda dava açılması gerekir.
HMK. 3. madde bu kuralı ihlal etmiştir. Vücut bütünlüğüne zarar veren eylem ve işlemler sebebiyle uğranılan zararlarda adli yargıyı görevli kılmıştır. Buna göre idari faaliyet sırasında adamın evi yıkılıp içindekiler ölür ve yaralanırsa evden dolayı idari yargıya, ölü ve yaralılardan dolayı adli yargıya tazminat davası açılacak. Bu ise hem Anayasanın ihlali hem aynı konuda iki ayrı yargılama yapılması sonucunu doğuracak.
Bu hususlar gözetilerek İzmir 1.İdare Mahkemesince HMK. 3.Madde Anayasa Mahkemesine götürülmüştür.

T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454



ANAYASA'YA AYKIRILIK İTİRAZINA YÖNELİK
KARAR
Ayşe Eser ve İrfan Eser vekili Av. Mehmet Gültekin tarafından; davacıların ortak çocuklarının sağlık sorunu yaşaması üzerine 08.08.2011 günü başvurdukları İzmir Karşıyaka Devlet Hastanesi, 12.08.2011 günü başvurdukları Karşıyaka Semt Polikliniği ve 13.08.2011 günü başvurdukları İzmir Dr. Behçet Uz Hastanesi'nde hizmetin kusurlu işletilmesi sonrasında ölümü nedeniyle 5.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi zararın yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle Sağlık Bakanlığı'na karşı açılan davada, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20/1 maddesi uyarınca davanın “kabul koşularına” ilişkin olarak resen yapılan inceleme sonucu, davanın görülmesi ve çözümlenmesinde görevli yargı yerinin belirlenmesine ilişkin yargılama usulüne ilişkin kurallar getirdiği ve Adli Yargı yeri olarak Asliye Hukuk Mahkemeleri'ni görevli kıldığı görülen 6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu'nun (H.M.K) 3. maddesinin Anayasa kurallarına aykırı olduğu düşüncesi ile 2949 sayılı yasanın 28. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi’nce “somut norm denetimi” yapılmak üzere Anayasa’ya aykırılık itirazında bulunulması gerektiği sonucuna varılmıştır.

I-UYUŞMAZLIĞIN MADDİ ÇERÇEVESİ:
Dava, davacıların ortak çocuklarının sağlık sorunu yaşaması üzerine tedavisi için başvurduğu davalı Bakanlığın İzmir'de bulunan sağlık kuruluşlarında çocuklarının izlenmesi ve tedavisinin gereği gibi yapılmadığı ve hizmetin kusurlu işletildiği ileri sürülerek çocuklarının yaşamını yitirmesi nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.
Uyuşmazlıkta, davalı Bakanlığın üstlendiği sağlık hizmetini yürüttüğü sağlık kuruluşlarında “sağlık hizmetinin” asli ve sürekli görevlerini yürüten kamu görevlisi hekimlerin çocuklarının durumunun değerlendirilmesinde, tanı ve tedavi için gereken uygulamaların yerine getirilmesinde gerektiği gibi hareket etmedikleri, bu nedenle idarenin üstlendiği kamu hizmetinin idareni ajanlarının eylemli tutumu ile kusurlu işletildiği ileri sürülerek, davacıların ortak çocuklarının “yaşamını yitirmesi” sonucunda uğranılan zararın tazmini istenmektedir.
Bu çerçevede, Mahkememizce 2577 sayılı yasanın 14. maddesi uyarınca davanın kabul koşullarını taşıyıp taşımadığının belirlenmesi için yasa gereği kendiliğinden yapılan incelemede uyuşmazlığın çözümünde görevli yargı yerinin belirlenmesine ilişkin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3. maddesinin öncelikle irdelenmesi gerekmektedir.

II-UYGULANACAK YASA KURALI SORUNU:
04.02.2011 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan, 451. maddesi uyarınca 01.10.2011 günü yürürlüğe giren ve önümüzdeki davanın açıldığı "22.12.2011" günü yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarında görev" başlıklı 3. maddesinde, " Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri


T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454



saklıdır" kuralına yer verilmiştir
Bu çerçevede, başkaca hiçbir koşul ve sınırlama bulunmaksızın idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer nedenlerin yolaçtığı "vücut bütünlüğünün kısmen yada tamamen yitirilmesi" yada "kişinin ölümü" sonucu oluşan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davalarda, görevli yargı yeri yukarıda anılan Yasa kuralı uyarınca belirlenecek ve görevli mahkeme adli yargı düzeni içerisinde "asliye hukuk mahkemesi" olacaktır.
Bu durumda, 2577 sayılı yasanın 14. maddesi uyarınca önümüzdeki davanın kabul koşulları bakımından Mahkememizce yapılacak incelemede anılan 6100 sayılı H.M.K.'nun 3. maddesinin "Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar..." tümcesi; Mahkememizce "doğrudan" uygulanacak "yasa kuralı" niteliği taşımaktadır.

III- 6100 SAYILI HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU'NUN 3. MADDESİNİN 1. TÜMCESİNİN "İDARİ", "İDARENİN SORUMLU OLDUĞU" YOLUNDAKİ SÖZCÜKLERİNİN ANAYASA’YA AYKIRILIĞI İTİRAZIMIZIN NEDENLERİ:

A-Dayanılan Anayasa Kuralları:
1- Anayasa’nın 125 maddesinin birinci fıkrasında, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”
2- 155. maddesinin birinci fıkrasında da, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” denilmektedir.

B-İtirazımıza Konu Yasa Kuralının Kapsamı, Anlamı ve Sonuçları:

aa- 6100 sayılı H.M.K.'nun 3. Maddesinin Kapsamı:
6100 sayılı H.M.K.'nun itirazımıza konu 3. maddesinin 1. ve 2. tümceleri birlikte incelendiğinde, yasa ile bir yandan "vücut bütünlüğünün yitirilmesinden yada ölümden" kaynaklanan zararların tazmini bakımından adli yargı düzeni içerisinde yaşanacak görev ve yetki uyuşmazlıkları giderilmiş ve bu nedenlerle açılacak davalarda herhangi bir sınır yada ölçüt konulmaksızın "asliye hukuk mahkemeleri" görevli kılınmış olmakla birlikte; aynı yasa kuralının 1. tümcesindeki "idari" ve "idarenin sorumlu olduğu" sözcükleriyle adli ve idari yargı düzeni arasında da, temelde idarenin idare hukuku alanında tek yanlı yönetsel nitelikli işlemleri ve/veya idarenin üstlendiği kamu hizmetinin yerine getirilmesi sırasında yönetsel eylemlerinden kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılacak davalarda da genel olarak adli yargı düzeni ve özel olarak adli yargı düzeni içerisinde "asliye hukuk mahkemelerini" görevli kıldığı, idari yargı düzeni içinde "tam yargı" davası niteliğinde görülmekte olan davaların ""vücut bütünlüğünün yitirilmesinden yada ölümden" kaynaklanması durumunda idari yargı alanının görevinden alınarak, adli yargı alanına verildiği görülmektedir.



T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454


Sonuç olarak, anılan yasa maddesi ile bir yandan vücut bütünlüğünün bozulması yada ölümden kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davaların, adli yargıda her durumda asliye hukuk mahkemelerinde görüleceği görev ve yetki bakımından kurala bağlanırken; Mahkememizce Anayasa'mıza aykırı olduğu düşünülen sözcüklerle bu güne kadar idari yargı yerlerinde idarenin eylem ve işlemlerinden kaynaklanan vücut bütünlüğünün bozulması ve/veya ölüm nedeniyle açılacak davaların da adli yargı düzeni içinde asliye hukuk mahkemelerinde görülmesi ve çözümlenmesi kurala bağlanmış, gerekçede de belirtildiği gibi tam yargı davalarının "insan zararlarına ilişkin bölümü idari yargı yerlerinin görev alanından" çıkarılmıştır.

bb- 6100 sayılı H.M.K.'nun 3. Maddesinin Anlamı ve Adli Yargı-İdari Yargı Düzenleri Arasında Görev Ayrımına İlişkin Anayasal Kurallar Bakımından Sonuçları:
Bu çerçevede, Mahkememizin itirazına konu maddenin yasalaşma sürecinde ileri sürülen gerekçeleri çerçevesinde; tam yargı davalarının idari eylem ve işlemler nedeniyle vücut bütünlüğünün yitirilmesi yada ölümden kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılacak davalara ilişkin kısmının adli yargının görevine verilmesinin; bu davaların niteliği, idari yargı düzeni içerisinde tam yargı davalarında idarenin hukuksal sorumluluk nedenleri ile konusu zararın belirlenmesi bakımından geliştirilen yargısal içtihatlarla birlikte anlam ve sonuçlarının irdelenmesi gerekmektedir:
İtirazımıza konu yasa kuralı 6100 sayılı yasanın yasalaşma sürecinde komisyon görüşmeleri sırasında verilen bir önergenin komisyonda kabul edilmesi ile yasa tasarısına girmiş ve meclis genel kurulunda da kabul edilerek yasalaşmıştır. Bu aşamada komisyonda verilen önergenin gerekçesinde özetle; vücut bütünlüğünün kaybı yada kişinin ölümünün sorumluluk doğuran bir nedenle yitirilmesinin sağlık ve yaşam hakkının ihlalinin tipik bir örneğini oluşturduğu, bu nedenle doğan zararların tazmininin de "ikame yoluyla" insan hakkı olduğu; bu nedenle bu yolun kullanılmasında bugüne kadar kabul edilen sorumluluğu doğuran "alan" ölçütü yerine, konusu insan olan "zarar" ölçütünün alınmasının gerektiği, bu yolla farklı yargı düzenleri arasında görev uyuşmazlıkları, dava süreleri, kısmi dava hakkı kullanımı, tazminat tutarlarının hesaplanması bakımından yargı düzenleri arasındaki farklılıkların yarattığı çok hukukluluk sorunlarının hukuk devleti bakımından ağır bir yük oluşturduğu, idari yargı düzeni içindeki yargı yerlerinin sorumluluk nedenleri, tazminat tutarlarının dayanağı olarak alınan yasal kurallardan sözedilerek; Anayasa'mızın 142. maddesindeki "mahkemelerin kuruluş, görev ve yetkileri, işleyiş ve yargılama usulerinin kanunla düzenlenir" hükmü dayanak alınarak; Anayasa'mızın yargı kollarını düzenleyen kurallarının, görev direktifi veren kurallar olmadığı, Anayasa'nın niteliği gereği esnek ve uzun ömürlü normlar öngörmesinin gereği olarak anayasal kuralların somut olaya özgü olarak yeni anlamlarının keşfedilmesinin gerektiği, önerge ile "... idari yargı diliyle tam yargı davalarının, insan zararlarına ait bölümünün idari yargının görev alanından çıkarıldığının", insan ve insan hakkı değerinin yargı kolları çatışmasından gördüğü etkilenmenin ortadan kaldırılması ve bu yolla korunması, adil yargılanma hakkı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirilmesinin amaçlandığının belirtildiği görülmektedir.
"İnsan hakları çağı" olarak nitelenebilecek 20. yüzyıldan çağımıza, insanlığın yaşadığı tarihsel deneyimler, düşünsel birikim ve gelişmelerin bir sonucu olarak; insan hak ve özgürlükleri kuramsal alandan çıkarılarak, uygulama alanına sokulmuş ve bir "güvence" sistemine kavuşturulmuştur. Nasıl yargı yerlerinin işe karışarak anlaşmazlıkları gidermeleri, kişisel anlaşmazlıkların giderilmesinde en etkili ve nesnel yol ise; birey ile idare arasında yaşanan anlaşmazlıkların giderilmesinde de en "etkili" ve "nesnel" yol idarenin yargısal


T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454

denetimidir. Bu yaklaşım Anayasa Mahkemesi'nin bir kararında; "hukuk devletinin başlıca amacı, kamu gücü karşısında kişinin hak ve özgürlüklerini korumaktır. Bu amaca ulaşabilmek için kullanılan araçlar aynı zamanda hukuk devleti kavramının öğeleridir. Bunlardan en önemlileri, devletin değişik işlevlerinin ayrı organlar eliyle gördürülmesi anlamına gelen "kuvvetler ayrılığı" ilkesi bağlamında idarenin hukuka bağlılığı ile zarar verici işlem ve eylemlerinden sorumlu tutulması ve yargı güvencesidir. Hukuk devletinde, yönetimin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğu zorunludur. Bu nedenle hukuk devletinin vazgeçilmez koşullarından birisi, "idarenin yargısal denetimidir"..." biçiminde dile getirilmiştir. (Bkz: 01.10.1991 gün, E:1990/40, 1991/33 sayılı Anayasa Mahkemesi kararı)
Çağımızda bireyin öneminin artması, itirazımıza özgü olarak genel anlamda idarenin üstelendiği kamu hizmeti tanımında bireye yer verilmesi, toplumun ve bireyin ortak genel ve sürekli gereksinimlerini karşılama amacıyla kurulan kamu hizmetlerinin nitelendirilmesindeki gelişmeler; aynı zamanda bu hizmetleri yerine getirirken kamu gücüyle donatılmış idarenin "sorumluluğu" kavramını getirmiştir. Kamu gücü kavramı, idare ve birey ilişkisi içinde çatışma algısı doğurmakla birlikte, "idarenin kamu gücü sorumluluğu" yoluyla çatışma yerine "uzlaşma" ve "denkleştirme" yolu açılmaktadır. Kamu gücünün sorumluluğu, uğranılan zararı gidermeye yönelik olması nedeniyle bir cezalandırma yöntemi değildir. Bu nedenle, idarenin hukuksal sorumluluğunu cezai sorumluluktan arındırmak ve kamusal nitelik kazandırmak olanaklıdır. Farklı bir önlem, özel hukuk kurallarının idari yargıya egemen olması sonucunu doğuracaktır. (Bkz: Güran, Sait; "Türk İdare Hukuku'nda Tam Yargı Davalarının Hedefi ve İşlevi", Yargı Dergisi, Sayı:10, Ağustos 1979)
Hukuk devleti anlayışı ile birlikte, devletin eylem ve işlemlerinin denetimi, giderek ve özellikle yargısal denetimi, zaman içinde devletin üstlendiği kamu hizmetleri sırasında tesis ettiği işlemler yada eylemlerinden kaynaklanan zararlardan hukuksal olarak sorumlu tutulması anlayışını da geliştirmiştir. Bu yaklaşım Anayasal ve yasal düzeyde kurallarla ülkemizde de karşılığını bulmuştur.
Anayasa'mızın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmıştır., 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılacak "tam yargı davaları" idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Anılan Anayasal ve yasal çerçeve içerisinde yönetsel yargı yerlerince benimsenmiş yargısal içtihatlarla; "idarenin hukuksal sorumluluğunun", kişilere lütuf ve atifet duyguları ile belli miktarda para ödenmesini öngören bir ilke olmadığı, demokratik toplum düzeninde biçimlenen idare-birey ilişkisinin doğurduğu hukuksal bir sonuç olduğu da vurgulanarak; kamusal faaliyetler sonucunda idare ile yönetilenler arasında yönetilenler zararına bozulan ekonomik dengenin kurulması ve idari etkinlikler nedeniyle bireylerin uğradığı zararın idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurum olduğu kabul edilegelmiştir. Bu işlev ve niteliğinin bir gereği olarak, tam yargı davalarında zararı doğuran yönetsel faaliyetlerin günümüzde aldığı çeşitlilik ve özelliklerde gözönünde bulundurularak; sorumluluk nedenleri genel olarak özel hukuk alanındaki sözleşmeden, sebepsiz zenginleşmeden, haksız fiilden yada ancak özel durumlar için yasa ile öngörülebilen kusursuz sorumluluk nedenlerinden bağımsız olarak yargısal içtihatlarla geliştirilmiştir. Bu anlamda, yönetsel yargı yerlerince oluşturulan içtihatlarla, kural olarak idare yürüttüğü kamu hizmeti ile nedensellik kurulabilen zararlardan, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk ilkeleri ile sorumlu tutularak bireylerin özel zararlarının tazminine karar verilmekle birlikte; Mahkemeler önlerine gelen uyuşmazlıklarda idare hukukuna özgü ölçüt ve ilkelerle hem zararı doğuran eylem ve



T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454

işlemleri iredelemekte; hem de bundan çıkabilecek hukuksal sonuçları belirlemektedir. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, idari yargı yerleri yargısal içtihatlarla , özel hukuk alanında hukuksal sorumluluk nedenlerini oluşturan hallerin maddi ve hukuksal çerçevesinden bağımsız olarak, salt idare hukukuna özgü ilke ve gereklerle "hizmet kusuru", "kusursuz sorumluluk", "görev sorumluluğu" ve son yıllarda geliştirilen "sosyal risk" sorumluluğu gibi tazmin borcu doğuran hukuksal sorumluluk nedenleri ile bu nedenlerin yürütülen hizmetin nitelik ve gereklerine uygun olarak değişen görünüş biçimlerine ilişkin ilke ve ölçütler geliştirmişlerdir.
Yukarıda yaptığımız belirleme ve değerlendirmeler karşısında; vücut bütünlüğü yada yaşamın yitirilmesine neden olan idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan zararların idari yargı yetkisi alanında bırakılması, insan haklarının etkin bir biçimde korunması bakımından bir eksiklik yaratmayacaktır. Aksine, idarenin yargısal denetimini yapmakla görevli uzman mahkemelere bünyesinde yer veren idari yargı düzeni içinde, özel hukuk alanındaki gibi salt normatif sorumluluk nedenleri ile sınırlı olarak değil, kamu hizmetinin niteliği ve gerekleri de gözönünde bulundurularak hukuk devleti anlayışı çerçevesinde idare hukukuna özgü sorumluluk nedenleri geliştiren Danıştay ve yerel Mahkemelerin yerleşik içtihatları ile daha etkin bir hukuksal korunma sağlanacağının kabulü gerekmektedir.
İtirazımıza konu kuralın yasalaşması sürecinde yasakoyucunun gerekçesinde; yargı ayrılığı rejiminin uygulandığı ülkemizde görev uyuşmazlıklarının getirdiği yargılama sürecinin; bu tür davalarda gecikmelere neden olarak verilmiş kararların sağlayacağı hukuksal tatmini azalttığı, özellikle vücut tamlığındaki eksilmeler ve ölüm nedeniyle açılmış davalarda, zararın tutarının belirlenmesi, dava açma süreleri ve ek dava açma hakkı bakımından farklı yargılama usullerinin adil yargılamayı olumsuz etkilediği yer almakla birlikte, bu olumsuzlukları gidermenin tek yolunun görev kuralı getirmek olmadığı, anılan faklılıkları ve/veya olumsuzlukları yaratan usül yasalarının değiştirilmesinin yada yeni yönetsel yöntem yasalarının çıkarılmasının da bir yasama yolu olduğu gözönünde bulundurulmalıdır.
Diğer yandan, anılan yasa kuralına karşın aynı maddi çerçeveden doğan, ancak vücut bütünlüğü yada yaşam hakkının yitirilmesi dışında oluşan zararların tazmini istemiyle açılacak; örneğin mülkiyet hakkının ihlalinden, başkaca gelir azalışı yada gider artışı nedeniyle malvarlığında azalma yada artışta azalmadan kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılan davaların, yine idari yargı düzeni içindeki mahkemelerde görüleceği açıktır. Bu durumda da; aynı idari eylem yada işlemler nedeniyle farklı nitelikteki hakların zarar görmesinden kaynaklanan tazminat davalarının, farklı yargı düzeni içinde yer alan mahkemeler aracılığıyla, farklı yargılama usulleri ve hukuk ilkeleri ile çözümlenmesi sonucunu doğuracağı açıktır.

C- Anayasa’nın 125 ve 155. Maddelerinin Kapsam ve Niteliği ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun İtirazımıza Konu 3. Maddesinin Anayasa'ya Aykırılık Nedenleri:
"Anayasa’nın 2. maddesine göre, Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Anılan ilkenin bir gereği olarak, hiçbir organ yada kurum dayanağını Anayasa yada yasadan almadığı yetkiyi kullanamayacak yada yetki veya görevini bir başka organa devredemeyecektir.




T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454

Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu vurgulanırken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır. Çünkü yargı denetimi hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasındaki “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” kuralıyla amaçlanan etkili bir yargısal denetimdir. Bu kural, yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve işlemlerini kapsamaktadır.
Ülkemizde, tarihsel gelişmelere koşut olarak Anayasa’da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş, kimi maddelerinde bu ayrıma ilişkin kurallar yer almıştır. Anayasa’nın 125 maddesinin birinci fıkrasında, “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; 140. maddesinin birinci fıkrasında, “Hakimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar”; 142. maddesinde “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir”; 155. maddesinin birinci fıkrasında da, “Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” biçimindeki düzenlemeler idarî-adlî yargı ayrılığının kurumsallaştığının kanıtıdır. Bu düzenlemeler gereği idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Belirtilen nedenlerle kural olarak, idarenin kamu gücü kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlem ve eylemleri idari yargı, özel hukuk alanına giren işlemleri de adli yargı denetimine tabi olacaktır.
Anayasa’nın yürütme bölümünde yer alan 125. maddesiyle idarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı tutulduktan sonra, maddenin diğer fıkraları da idari yargı sisteminde geçerli olan ilkeleri belirlemektedir.
İdari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlaması, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verme yasağı, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gerekli olan koşullar, yürütmenin durdurulması kararına getirilebilecek sınırlamalar ve idarenin verdiği zararı ödeme yükümlülüğü, ağırlıklı olarak adlî yargı sistemi için değil, idari yargı sistemi için geçerli olan temel ilkelerdir.
Anayasa’nın belirlemiş olduğu bu kurallar, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda da yer alan idarî yargılama usul ve esaslarının ana kurallarıdır. Anayasa’nın değişik maddelerinde kurumsallaşan ve 125. maddesinde belirtilen idari-adli yargı ayırımına ilişkin düzenlemeler nedeniyle idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir." (Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2002 gün, E:2001/225, K:2002/88 sayılı kararından alınmıştır.) Yine, benzer gerekçelerle verilen 15.05.1997 gün, E:1996/7, K:1997/51; 08.10.2002 gün, E:2001/225, K:2002/88; 01.03.2006 gün, E:2008/108, K:2006/35; 04.10.2006 gün, E:2006/75, K:2006/99 sayılı Anayasa Mahkemesi kararları da gözönünde bulundurulduğunda, bu yaklaşımın artık anayasal normların yargı düzenleri arasında görev belirlemeye yönelik yasal düzenlemelerin anayasal çerçevesi ve yasakoyucunun bu alanı belirlemedeki "takdir hakkının sınırı" bakımından süregelen ve yerleşik bir yaklaşım olduğu kabul edilmelidir.
Diğer yandan; her ne kadar, 1982 Anayasası öncesi dönemde 1961 Anayasası'nda yer alan kurallara göre yapılmış bir değerlendirmeyi içermekle birlikte, Anayasa Mahkemesi 25.05.1976, E:1976/1, K:1976/28 sayılı kararında; idari-adli yargı ayrımına ilişkin günümüzde giderek anlam ve önemi artmış olan şu değerlendirmeyi yapmaktadır:




T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454

"Anayasanın 114. maddesinin birinci fıkrası "idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır" temel kuralını getirmiştir. Konulan bu Anayasa ilkesinde, idarenin "her türlü eylem ve işleminden" ve "yargı yolu" deyiminden söz edilmesi üzerinde ayrıca durulmak gerekir. Böylece bu kavramların, başka bir deyimle kuralın içeriği açıkça saptanmalıdır ki, itiraz konusu hükmün Anayasaya uygun ya da aykırı düştüğü ortaya konabilsin.
Bir tasarruf veya kararın idari işlem sayılabilmesi için, o tasarruf veya kararın bir kamu kurumu tarafından ya da idare örgütü içinde yer alan bir idari makamca verilmiş olması ve idarenin, idare hukuku alanında gördüğü idari faaliyetlerle ilgili bulunması koşul ve gereğine yukarıda değinilmiş ve gereken açıklamalar yapılmıştır. Bir kamu kurumunun veya idare örgütü içinde yer alan bir idari makamın idare hukuku alanında gördüğü faaliyetlerle ilgili olmayan, özel hukuk alanında sonuç doğuran karar, işlem ve eylemleri de olabilir. Kamu kuruluşlarının idare hukuku ilkelerine göre idari eylem veya işlem sayılmayan ve medeni veya ticari nitelikteki tasarrufları haksız eylemleri, mallarının idaresi, özel hukuk çerçevesi içinde yapılan ekonomik ve ticari nitelikteki faaliyetleri, medeni ve ticari nitelikteki sözleşmeleri buna örnek olarak gösterilebilir. Anayasanın 114. maddesi, idarenin eylem ve işlemi, hangi alanda olursa olsun, daha açık bir deyimle ister kamu hukuku, isterse özel hukuk alanına girsin, bunlara karşı mutlaka yargı yolunun açık olacağını kesin olarak kurala bağlamıştır. Anayasanın bu kuralla açık tuttuğu "yargı yolu"nun, kamu hukuku alanında idari yargı, özel hukuk alanında ise adli yargı olduğu bir açıklamayı gerektirmeyecek derece belirgindir.
O halde, Yasama organının, idare hukuku alanında oluşan ve sonuç doğuran bir idari eylem veya işleme karşı adli yargı yolunu açma seçeneğine bu kural da elverişli değildir. Bir varsayım olarak, idare hukuku esaslarına göre idari eylem veya işlem sayılan konulara karşı adli yargı yerlerinde bir yasa ile dava açılabileceğinin ve yargı denetiminin bu yolla sağlanabileceğinin kabul edilmesi, Anayasa ilkelerine ters düşen ve şekli bir denetimden öteye gitmeyen bir görüş olur. Çünkü idari yargının, yani adli yargıdan ayrı ve bağımsız bir idari yargı sisteminin Anayasa'ca ve idare hukukunca kabul edilmiş olmasının nedeni, kamu hizmetlerinde doğan anlaşmazlıkların yapılarındaki özellikler; bunlara uygulanacak kuralların hukuki ve teknik bir nitelik taşıması; özel hukuk dalı ile idare hukuku arasında büyük bir bünye, esas ve prensip farkının var olması; idari işlemlerin, idare hukuku dalında uzmanlaşmış ve kamu hukuku alanında bilgi ve tecrübe edinmiş hâkimlerce denetlenmesinin zorunlu sayılmış olmasıdır. Adli yargı ile idari yargının birbirinden ayrılmasının temelinde, özel hukukla idare hukukunun ayrı ilke ve kurallara oturmuş bulunmaları; uyuşmazlık alanlarının ve bu uyuşmazlıklara uygulanacak hukuk kurallarının değişik olması yatmaktadır. Gerçekten özel hukuka egemen olan temel ilke, kişiler arasında hak ve menfaat eşitliğinin ve irade hürriyetinin bulunmasıdır.
Adli yargının amacı, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hak ve nasafet kurallarına göre çözülerek haksızlığın giderilmesi ve varsa zararın tazmin ettirilmesi olduğu halde idari yargı denetiminin ana ereği, idarenin, idare hukuku alanı ve kanun çerçevesi içinde kalmasını sağlamaktır. Başka bir deyimle idari yargı denetiminin amacı, idarenin, kanunların verdiği yetkileri aşması veya kötüye kullanması, ya da hukuka ve mevzuata aykırı işlem veya eylem, tesis etmesi hallerinde, bu eylem ve işlemleri yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden iptal etmek suretiyle idareyi hukuk alanı içinde kalmaya zorlamaktır."
Anılan kararla iptal davalarına yönelik olarak özgülendiği görülen bu yaklaşımın, bir başka idari dava türü olan "tam yargı davaları" bakımından da kabul edilmesi gerektiği tartışmasızdır. Bir başka değerlendirme ile bugüne kadar Anayasa Mahkemesi'nin yasakoyucunun adli-idari yargı düzenleri arasında görev kuralı getiren yasa yada yasa


T.C.
İZMİR
1. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2011/2454

değişikliklerinin Anayasa'ya uygunluk denetimi sırasında bügünkü Anayasa'mızın 125 ve 155. maddelerinin kapsam ve anlamına yönelik yerleşik kararları bakımından; tam yargı davaları ile iptal davaları arasında, birinci tür davalar bakımından görev kuralı koyma bakımından yasakoyucunun takdir hakkının, ikinciler için olduğundan daha geniş olarak yorumlanması olanağı bulunduğu yolunda bir değerlendirmenin; hem Anayasal düzeyde normatif, hem hukuksal ve hemde Anayasa Yargısı özelinde içtihadi dayanaklarının bulunmadığı görülmektedir.
Yukarıda yapılan belirleme ve değerlendirmeler kapsamında; mevcut Anayasal kurallar, bu kuralların kapsam ve niteliğine ilişkin yerleşik Anayasa Mahkemesi kararları, yargılama usulü kuralları, zaman içindeki Uyuşmazlık Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay içtihatları ile bünyesinde idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini yapagelen ihtisas mahkemelerini içeren idari yargı düzeninin görev alanında kabul edilmiş olan idarelerin eylem ve işlemlerinden kaynaklanan "hak ihlallerinin" giderilmesinin bir aracı olarak "tam yargı davalarının"; salt vücut tamlığından ve/veya ölümden kaynaklanan zararlara ilişkin olanlarının adli yargı düzeni içindeki mahkemelerinin görevine verilmesine yönelik yasa kuralı; yukarıda anılan Anayasa'mızın 125 ve 155. maddelerine ve anılan maddelerin kapsam ve sınırına ilişkin yerleşik Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırılık oluşturmaktadır.
Mahkememizce de; 6100 sayılı H.M.K.'nun itirazımıza konu 3. maddesinin, Anayasa'mızın 125 ve 155. maddeleri uyarınca organik olarak idare hukuku kapsamında yer alan ve bu nedenle idari yargı düzeni içinde bulunan mahkemelerin görevinde olan "idari eylem ve işlemlerin neden olduğu vücut bütünlüğünün yada yaşamın yitirilmesi" sonucu uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davalarda adli yargı yeri olan asliye hukuk mahkemelerinin özel olarak görevli kılınması sonucunu doğuran, "1. tümcesindeki "idari" ve "idarenin sorumlu olduğu" sözcüklerinde, yukarıda anılan Anayasa kurallarına uyarlık bulunmadığı düşünülmektedir.

V-İSTEM ve SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3. maddesinin 1. tümcesindeki "idari" ve "idarenin sorumlu olduğu" sözcüklerinin Anayasa’mızın 125 ve 155. maddelerine aykırı olduğu ve Anayasa Mahkemesi’nce iptali gerekeceği düşüncesi ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesinin 1. fıkrası uyarınca itiraz yoluyla incelenmek üzere Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına, yine anılan yasa maddesinin 5. fıkrası uyarınca başvurumuzun Anayasa Mahkemesi’ne noksansız olarak gidişinden başlayarak beş ay süre ile Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararının beklenmesine, başvuru kararımız, kararımıza ilişkin tutanağımız ile dava dilekçesi ve eklerinin onaylı örneklerinin Anayasa Mahkemesi'ne gönderilmesine, kararımızın bir örneğinin taraflara tebliğine, 09.01.2012 günü oybirliği ile karar verildi.


Başkan Üye Üye
MUSTAFA KEMAL ÖNDER TARIK ÖZDİREK HASAN GELEŞ
33634 38052 101736




T.Ö.16.01.12