Kilitli Konu
2 / 3 Sayfa İlkİlk 123 SonSon
11 den 20´e kadar toplam 29 ileti bulundu.

Konu: Basın açıklaması ve bir sendika lideri

Basın açıklaması ve bir sendika lideri Hızlandırılmış Mobil Sayfa Sürümü (AMP)
  1. #11
    Kayıt Tarihi
    Sep 2004
    Nerede
    kars, digor, Türkiye.
    İletiler
    29
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    neyi tartışıyorsunuz, Burası Türkiye ve Türklerin olacaktır. Biz güzel vatanımızda haraç alma, adam kaçırna, tahsilat yapma, uyuşturucu madde kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti vs. gibi kazançaları Kürtlere bırakamayız. Onlar bize ait şeyler. Boşuna mı vatan sizinle gurur duyuyor diye bağırıyoruz.
    Zaten Manukyan'a gıcık oluyordum.Türk Kızlarını satıyor diye. Allahtan öldü de o iş de bize kaldı.
    Ülkücüler bu vatan için savaştılar ve kaymağını yemekte haklılar, onlara kimse laf söyleyemez. Ama yargıtay başkanı, dolaylı olarak görüşürse, çetelere yardımcı olduğu için asılmalıdır. Buradan görüştüğü insanını kötüleyemezsiniz. Görüştüğü vatanseverdir ama, o görüşürse vatan haini olur.





    Hukuki NET Güncel Haber

    Basın açıklaması ve bir sendika lideri konulu yargıtay kararı ara
    Basın açıklaması ve bir sendika lideri konulu hukuk haber

  2. # Nedir?
    Tavsiye Soru Cevap
    Kayıt Tarihi
    Bugün
    Nerede
    Avukat Dünyası
    İletiler
    Ne kadar?
     
  3. #12
    Kayıt Tarihi
    Sep 2004
    Nerede
    istanbul.
    İletiler
    230
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Teşekkürler Sayın tebrone başka ne diyebilirim ki!

  4. #13
    Kayıt Tarihi
    Jun 2003
    Nerede
    Afyonkarahisar
    İletiler
    2.022
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    tebrone,

    ne güzel yorumlar yapmışsınız ve ne güzel suçlamışsınız.Sayın benna, ciddiye aldığım birisiniz.Bir tartışma da gerçekler söylendiği zaman diğer tarafı suçlamalar sadece ama sadece reyting amaçlı televizyon kanallarında olur.Ciddi bir fikir platformunda belli bir fikir getirildi ve örnekler sunulduysa öncelikle o örneklerin doğru olmadığını söylüyorsanız bunları anlamalısınız.Yok eğer doğruysa buna karşı verilmesi gereken tepkiye geçebiliriz ve diyebilirsiniz ki böyle tepki verilmez.Ama neden bakın Türkiye de kurucu unsur kimmiş.Tarihten korkmamak gerekir.Tarihi gerçekler ortadayken siyasi amaçlarla ülkemi içten kemiren hain odaklarına karşı elbette düşüncelerimi anlatacağım.

    Hukuk herkese karşı aynıdır.tebrone demiş ki uyuşturucu ticaretini, kadın pazarlamasını Türkler yapmalı.Antalya da o işleri kimin yaptığı belli ama neyse ben suç işleyen kimseyi savunmam.Ama sırf etnik kökeni yüzünden yapılanlara göz yumulmasına elbette karşı duracağım.Bu ülkeyi Türkler kurdu ve Türkler ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor.Aksini iddia eden ispatlasın.Yada yukarıdaki yazılarımı dikkatle okusun.

    Tebrone aslında sizin görüşleriniz ( görüş de değil) şu ana kadar bana verdiğiniz cevaplarda herhangi bir düşünce paylaşmaktan çok hakaretvari sözlerinizle uğraşmak zorunda kaldım.Bu yüzden kusura bakmayın ama çok da ciddiye almıyorum.Sayın benna elbette iki tarafta da suç var elbette her ütlrü faşizme karşıyız.

    et son front etait mu comme une place vide entre deux armees

  5. #14
    Kayıt Tarihi
    Jun 2003
    Nerede
    Afyonkarahisar
    İletiler
    2.022
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Bu konuyla ilgili Sayın Fahrettin Yokuş ne demiş,

    AZINLIKLAR NE KADAR?

    Azınlık Raporu'nun içeriğini de eleştiren Yokuş, "Neymiş, nüfus cüzdanında dini yazılan yer, milliyeti yazılan yer de neymiş? Niye Türkiye Cumhuriyeti ve Müslüman yazıyormuş? Bu ülkede bunlardan rahatsız olan kaç kişi, bu ülkede azınlık diye addettiğimiz insanların sayısı kaç, yada oranı kaç? Kaç tane azınlık mevcut bu ülkede, 'biz haklarımızı alamıyoruz, bize zülüm yapılıyor, bize işkence yapılıyor' diyen var mı Allah aşkına. 3-5 tane sapık profesör, 3-5 tane densiz siyasetçinin kullandığı argümanın dışında bir şey değil bu" dedi.

    69 MİLYON PARANOYAK MI?

    Azınlık Raporu'nu hazırlayanların, raporun bir yerinde 'bunu herkesin anlamasını beklemiyoruz. Bunu anlamayanlar Sevr paranoyası içindeler' şeklinde bir ifade bulunduğunu da kaydeden Fahrettin Yokuş, "Bu nasıl bilim adamı, yani yazdığı raporu biri eleştirse, bunlar paranoyak olur. Yani şimdi bu raporu başta Cumhurbaşkanı eleştirdi, birinci paranoyak Cumhurbaşkanı mı? Haşa onların ifadesiyle, 'Genelkurmay Başkanı eleştirdi, o da paranoyak, Türkiye Kamu Sen zaten baştan paranoyak, Türk-İş eleştirdi, onlar da paranoyak. TOBB eleştirdi, onlar da paranoyak ve Türk milleti baştan aşağıya, 69 milyon bu rapora karşı, bunlar da paranoyak.' Böyle rapor olur mu?" dedi.
    Azınlık Raporu'nu hazırlayanları sert bir şekilde eleştiren Yokuş, "Bre densizler, bre imansızlar, bu memlekette siz kendinizi ne zannediyorsunuz, her istediğiniz yerde ihanet salyalarınızı akıtacaksınız, zehirlerinizi akıtacaksınız ama Türk milleti susacak öyle mi?" şeklinde konuştu.
    Konuşmasının son bölümünde bu rapora tepki göstermeyen Başbakan ile TBMM Başkanı'na değinen Yokuş, "Herkes bu rapor hakkında bir şeyler diyor ama dikkat ediyor musunuz? Bu ülkenin Başbakanı hiç ses çıkarmıyor ve bu ülkenin Meclis Başkanı o da bir şey söylemiyor. Çünkü çok önemli, Meclis'in çıkardığı her şeye saldırılıyor ama ses yok. Her şeye maydanoz olan Bülent Arınç, herkese kafa tutan Başbakan neredesin?" ifadelerini kullandı


    et son front etait mu comme une place vide entre deux armees

  6. #15
    Kayıt Tarihi
    Sep 2004
    Nerede
    istanbul.
    İletiler
    230
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Sayın alisinkay tesekkurler bende sizi ciddiye ve dikkate alıyorum. ben samimi olarak fikrimi söyledim sizin de fikrinizi söylediğinizden de kuşkum yok ama ben eleştiri noktalarımı açıkça söyledim. Sayın Kaboğlu benim fakülteden hocam halen görüsürüz ama hiçbir şekilde ben onun düşünüdüğü gibi hiç bir konuda düşünmedim sürekli ona muhaliftim halen de öyleyim. ama ben bu kişinin elinden rapor kağıtlarının alınıp yırtılmasını hakaret ve tehdit olarak görüyorum ve bunu hoş görmem mümkün değildir. ben söylediklerimi tribün hoş görsün diye değil içimden geldiği gibi söylüyorum. doğrudur veya yanyıştır otururu bunu da tartışırız. Ben raporun içeriğini bilmiyorum çok da ilgilenmedim açıkçası. ben sadece tavırları eleştirdim. birilerinin bir şekilde yaptığı ayrımcılığa sizin başka şekilde katılmanıza karşı olduğumu belirttim.
    saygılar

  7. #16
    Kayıt Tarihi
    Jun 2003
    Nerede
    Afyonkarahisar
    İletiler
    2.022
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    İŞTE O RAPOR LÜTFEN DİKKATLİCE OKUYUN VE SİZ OLSAYDINIZ NASIL TEPKİ VERİRDİNİZ

    BAŞBAKANLIK
    İNSAN HAKLARI DANIŞMA KURULU
    “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu” Raporu
    Ekim 2004-11-05



    (Çalışma Grubu üyelerince Temmuz 2003 toplantısında raporun, 01 Ekim 2004 itibariyle güncelleştirilmiş ve Genel Kurulca kabul edilmiş biçiminin 22 Ekim 2004 tarihinde Başbakanlığa takdim edilmiş şeklidir.)

    1) DÜNYADA AZINLIK KAVRAMI VE TANIMI
    “Azınlık” kavramı dünyada 16. yüzyıldan bugüne kullanılmaktadır. Mutlakıyetçi krallık adı verilen yönetim biçimi kurulunca ve yaklaşık aynı zaman dilimi içinde dinsel azınlık ortaya çıkınca (Katolik krallıklarda Protestanlar, Protestan krallıklarda Katolikler) bu azınlıkların karşılıklı olarak korunması gerekmiş ve ancak o zaman azınlık kavramı ortaya çıkmıştır. 1789’dan sonra dinsel azınlıkların yanına bir de ulusal azınlık kavramı eklenecektir.

    Avrupa devletleri bu azınlıkları korumayı kendi içlerinde hallettikten sonra kendi dışlarına dönmüşler ve Osmanlı İmparatorluğu içindeki gayrimüslimleri koruma ve bu sayede de Osmanlı’ya müdahale etme çabalarına girişmişlerdir. Sonuçta Avrupa ülkeleri birbirleriyle çatışmaya başlamışlar, böylece ortaya “Şark Meselesi” (Doğu Sorunu) çıkmıştır.

    Bu uluslar arası koruma çabaları önce tek taraflı koruma fermanları (ör. 1598 Nant Fermanı) ve ikili antlaşmalar (ör. 1699 Karlofça Antlaşması ) biçiminde başlamış, 19. yüzyılda çok taraflı antlaşmalar (ör. 1856 Paris Antlaşması) evresine geçmiş ve nihayet 1920’de Milletler Cemiyeti’nin kurulmasıyla “uluslar arası örgüt güvencesinde azınlık raporu” dönemi açılmıştır. Dünya şu anda bu evrededir ve uluslar arası azınlık koruma mekanizması Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, AGİT gibi kuruluşların şemsiyesi altında yürümektedir.

    2) TÜRKİYE’DE AZINLIK KAVRAMI, TANIMI, KÜLTÜREL HAKLAR
    (BURASI ÇOK ÖNEMLİ) ETNİK DİLSEL DİNSEL YANİ ALEVİ SÜNNİ LAZ ÇERKEZ PARAMPARÇA BİR TÜRKİYE
    Milletler Cemiyeti döneminden bu yana azınlık kavramının ölçütü üçlüdür: etnik, dilsel, dinsel azınlıklar. Bununla birlikte, Türkiye 1923 Lozan’da bunların üçünü de kabul etmemiş ve yalnızca gayrimüslim yurttaşların azınlık olduğunu ve dolayısıyla uluslar arası azınlık olduğunu ve dolayısıyla uluslar arası azınlık korumasından yararlanabileceğini kabul ettirmiştir.

    Bununla birlikte, aradan yaklaşık seksen yıl geçmiş olduğu ve bu arada dünyadaki azınlık kavramı, tanımı ve hakları büyük gelişme gösterdiği için Türkiye ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmaktadır, Üstelik, 1990’dan sonra azınlık hakları hem mekan ve hem de nitelik olarak daha da genişlemiş ve güçlenmiştir.

    Bu sıkıntılar yalnızca Lozan’ın sınırlı tanımından kaynaklanmamaktadır. Türkiye imzaladığı uluslar arası sözleşmeler getirdiği bir tür rezervle (çekince, ihtirazı kayıt) daha da dar bir kalıp ileri sürmektedir. Bu “Yorum Beyanı”na göre, Türkiye Lozan’ın yanı sıra 1982 Anayasasının kısıtlamalarını da uluslar arası ortamda ileri sürmekte, katıldığı sözleşmelerde getirilen hakların Lozan’da kabul edilenler dışındakilere de getirilmesi ve 1982 Anayasası tarafından yasaklanan haklardan olması halinde uygulanmayacağını bildirmektedir.

    Türkiye’nin bu konudaki sıkıntılarını iki noktada özetleyebiliriz:

    1) Türkiye’nin bu sınırlayıcı tutumu, dünyadaki eğilimlere gitgide ters düşmektedir. BM İnsan Hakları Komitesinin 1990’lardaki yorumundan sonra eğilim, bir ülkede azınlık olup olmadığını o ülkeye sormamak ve eğer “etnik, dilsel, dinsel bakımdan farklılık gösteren ve bu farklılığı kimliğinin ayrılmaz parçası sayan” gruplar varsa , o devlette azınlık bulunduğunu kabul etmek yönündedir. Fakat, bunlara azınlık statüsü tanıyıp tanımamak tamamen ulus-devletin yetki alanına girer.
    Burada hemen belirtelim ki Avrupa Birliği’nin Türkiye’den, farklı kültürel gruplara azınlık ve hakları tanınması yolunda bir talebi kesinlikle yoktur. Yalnızca, kültürel bakımdan farklı bütün yurttaşlara eşit muamele yapılmasını istemektedir. Bu nokta çok iyi anlaşılmak zorundadır.
    2) Türkiye Lozan’ı gerektiği gibi uygulamaktadır ve dolayısıyla Türkiye’nin bu kurucu antlaşmasının kimi hükümlerini dahi ihlal etmektedir.

    Bir kere, gayrimüslimlere getirilmiş olan haklar tam olarak uygulanmamaktadır. Hem bu haklar yalnızca üç büyük azınlığa (Ermeni, Musevi, Rum) tanınmakta ve diğer gayrimüslimlere (ör. Süryaniler için madde 40’daki eğitim hakkı) tanınmamaktadır, hem de Lozan Kesim III’ün bu gayrimüslimler dışındakilere uluslar arası koruma olmaksızın getirdiği haklar devlet tarafından görmezden gelinmektedir.

    Birinci duruma örnek olarak, basında “1936 Beyannamesi” olarak ünlenen uygulama, ikinci duruma ise Lozan’ın 39/4 maddesi gösterilebilir. Bu madde, “bütün TC yurttaşları”na , “dilediği dili ticaretti açık ve kapalı toplantılarda, her türlü basın ve yayın araçlarında kullanma” hakkı getirmektedir. Yani bu kullanımın tek istisnası, resmi dairelerdir. Bu konuda, örneğin radyo ve TV’lerde kimse istediği dilde yayın yapamadığı için 03 Ağustos 2002’de Üçüncü Uyum Paketi çıkartılmış, ama o da uygulanamadığı için bir de 30 Temmuz 2003’te Yedinci Paket çıkartılması gerekmiştir, Kasım 2003 sonunda RTÜK bu konuda bir yönetmelik hazırlamıştır. Burada da zaman ve mekan kısıtlamaları getirilmiştir.

    Oysa, örneğin Lozan 39/4 uygulansa, örneğin Kürtçe yayın konusunun getirdiği ve Türkiye’yi boşu boşuna meşgul eden sıkıntılı tartışmalar kendiliğinden sona erecektir. Böyle bir durum. Türkiye’nin dört açıdan çok işine yarayacaktır:

    1) Türkiye’nin, çok yakın bir gelecekte, zaten bir yararını görmediği “Yorum Beyanı’ndan vazgeçmek zorunda kalacağı kesindir. Bunu AB zoruyla değil, kendi iradesiyle yapması ulusal egemenlik kavramı açısından çok önemlidir ve bu da kendi kurucu antlaşması Lozan’ın hükümlerini uygulamasıyla olacaktır.
    2) Bir gün, kaçınılmaz olarak, herkes her dilde yayın yapabilecektir. Buna geçişte yeni ve tartışmalı yasalar, çıkarmakla uğraşmak yerine, Lozan’ın zaten en az anayasa değerinde olan hükümlerinin uygulandığı gerekçesini ileri sürmek devlet için büyük kolaylık sağlayacaktır.
    3) Türkiye’de uluslar arası koruma altında azınlık yaratmamak bütün yurttaşlara mümkün olduğu kadar geniş özgürlükler verilmesi gerektiği açıktır ve bu madde “tüm TC yurttaşları”ndan söz etmektedir.
    4) Türkiye’de devletin kendi insanına daha insanca muamele yapmasının ülkede “birlik ve beraberlik” açısından çok yararlı olacağına kuşku yoktur. Çünkü “zorunlu yurttaş”lardan oluşan bir ülke zayıf bir ülkedir. İnsanları mutlu ederek onları “gönüllü yurttaş”lar haline getirmek bizzat devleti kuvvetlendirecektir. Devletin en az çekineceği vatandaş, hakkını verdiği vatandaştır.


    3) TÜRKİYE’DE İLGİLİ MEVZUATA VE UYGULAMA

    Türkiye’de azınlıkları ve dolayısıyla kültürel hakları ilgilendiren mevzuat, ülkedeki azınlık kavramı ve haklarından daha kısıtlayıcı durumdadır.

    Bunun temel kaynağı, Anayasa’nın 3/1 maddesidir: “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir”.

    Devletin ülkesiyle bölünmez bütünlüğü son derece doğal ve tüm dünyada tartışmasız kabul edilen bir husustur. Fakat “milletin bölünmez bütünlüğü” kavramı, bizlere doğal gibi gelivermekle birlikte, bir Batılıya son derece terstir. Çünkü bu terimi kullanmak milletin tek parça (monolitik) olduğunu söylemektir ki, milleti oluşturan çeşitli alt-kimliklerin inkarı anlamına gelir ve dolayısıyla demokrasinin özüne karşıdır. Bu “yabancı” oluş durumu uluslar arası insan hakları alanında şöyle somutlaşmaktadır: Hakların sınırlandırılmasında kullanılan ölçütlerde “milli güvenlik” ve “toprak bütünlüğü” vardır ama, “milletin bütünlüğü” yoktur. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kendi önüne getirilen davalarda, “ülkede azınlıklar bulunduğunu ileri sürme”nin engellenemeyeceğini belirterek ihlal kararı vermektedir.

    Diğer yandan, “[Türkiye Devletinin] Dili Türkçedir” ibaresini anlamak hepten imkansızdır, çünkü devletin dili olmaz. Resmi dili olur ve o ülkedeki yurttaşlar devletle ilişkilerinde bu resmi dili kullanmanın yanı sıra, ülkede çeşitli diller konuşurlar ve bu dillerde yayın yaparlar. Nitekim, 1961 Anayasasındaki ifade: “Resmi dil Türkçedir” biçimindedir (md.3)

    Anayasa’nın ve yasaların sayısız maddesinde tekrarlanan “devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü” ilkesi, “azınlık yaratmak” adı altında kültürel alt-kimlikleri reddeder biçimde yorumlanınca, Türkiye’deki mevzuat, “alt-kimliklerin tanınması” halinde bu bütünlüğün bozulmak istendiğini varsaymaya ve dolayısıyla bunu yapanları “bölücülük/yıkıcılık”la suçlamaya yönelik bir mevzuat olmaktadır. Terörle Mücadele Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu, Dernekler Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu gibi önemli yasalarda “etnik ve dilsel farklılıklara dayanan azınlıkların var olduğunu ileri sürmek yoluyla azınlık yaratmak” şiddetle cezalandırılmaktadır.

    Anayasa böyle olunca, kimi yasa ve yönetmeliklerde, “Türk” teriminin Atatürk tarafından algılanmış biçimine hiç de benzemeyen hükümler getirilebilmektedir. Örneğin 28 Aralık 1988’de çıkartılan ve 1991’e kadar uygulanan “Sabotajlara Karşı gayrimüslim TC vatandaşlarını da “Memleket içindeki yerli yabancılar (Türk tebaalı) ve yabancı ırktan olanlar” diyerek bu kategoriye katmıştır. “Yabancılar tarafından açılmış özel okullar”a “Türk müdür başyardımcısı” atanmasına ilişkin olan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 24/1 maddesi Türk yurttaşı olan azınlıkların okullarına da uygulanmaktadır. Üstellik, md. 24/1 bu başyardımcının “Türk asıllı ve TC uyruklu” olacağını söylemektedir ve bu hüküm halen yürürlüktedir.

    1940’lara kadar gayrimüslim yurttaşların “ecanip” (yabancılar) defterine kaydedilmiş olması, 1942 Varlık Vergisinin yasada bulunmayan bir “G” (gayrimüslim) cetveli uygulayarak bu yurttaşlardan Müslümanlara oranla daha fazla vergi almış bulunması, 1950’lere kadar askeri okullara ve hatta sivil kurumlara kabul edilmenin “TC tebaasından ve Türk ırkından olmak” şartına bağlı kılınması, bütün bunlar yalnızca geçmişte kalmış olaylar değildir. Bugün de TSK, Dışişleri, Emniyet, MİT başta olmak üzere, üniversiteler dışında gayrimüslim memura rastlanmaz. Bu örnekler “Türk” teriminin ırk ve hatta din bağlamındaki kullanımını yansıttıkları için 21. Yüzyıl eşiğinde Türkiye’yi uluslar arası planda layık olduğu yere ulaşmaktan ciddi biçimde alıkoyan ve içte de ulusal birliği zedeleyen uygulamalardır.

    4) TÜRKİYE’DE İLGİLİ MAHKEME İÇTİHATLARI

    Anayasa Mahkemesi ve Siyasal Parti Kapatma Kararları

    Böyle bir mevzuat karşısında, Anayasa Mahkemesi’nin sık sık parti kapatma kararları aldığına rastlanmaktadır.

    Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin, yorum yaparken, hukukun kimi temel kavramlarını gözardı ettiği ve dolayısıyla Türkiye’deki demokrasinin daha da zedelenmesine yol açtığı da doğrudur.

    Örneğin Mahkeme, Haziran 1994 DEP kapatma kararında “Sınırsız hakları sınırlı haklara, ulusun kendisi olmayı azınlık olmaya dönüştürmenin anlamsız” olduğunu söylerken, “negatif/bireysel hak” (bütün yurttaşlara verilen eşitlik hakları) ile pozitif/grupsal hak” (yalnızca dezavantajlı yurttaşlara verilen artı haklar) ayrımını bilmezden gelmiştir. Ayrıca, Mahkeme’nin bu ifadesi, çoğunluğa mensup yurttaşları birinci sınıf, azınlığa mensup yurttaşları ise ikinci sınıf addeder niteliktedir.

    Anayasa Mahkemesi örneğin TEP kapatma kararında, önce farklı kimliklerin varlığından söz etmenin mümkün olduğunu söylemiş, ama hemen arkasından farklı kimlikler bulunduğunu söylemenin “zamanla bütünden kopma eğilimine” gireceğini ekleyerek eski tutumunu sürdürmüştür (TEP kapatma kararı, E:1979/1, K:1980/1).

    Bu tutum, Türkiye’de farklı etnik, dinsel, kültürel vs. kökenden kişilerin varlığının tanınmasının, devletin parçalanmasına yol açacağı korkusundan kaynaklanmaktadır.

    Yargıtay’ın Danıştay’ın İlgili Kararları

    Türkiye’deki kimi yurttaşlar ne yazık ki “yabancı” olarak algılanmaktadır. Fakat, halk arasında böyle bir yanlışın yapılmasının yanı sıra, 1936 Beyannamesi” adıyla tanınan gayrimüslim vakıfları sorununda verdiği kararlarla Yargıtay’ın da bu ciddi yanlışa düştüğü (ve hatta yanlışta ısrar ettiği) görülmüştür.

    Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1974 yılında verdiği kararda “…yabancıların Türkiye’de mal edinmeleri yasaklanmış olup…” demek suretiyle, bir gayrimüslim Türk kuruluşu olan Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın mal edinemeyeceğine karar vermiştir. Savunma avukatlarının bu yanlışlığı belirtmeleri üzerine aynı Kurul bu sefer “Davalı mülhak vakfın Türk vatandaşları tarafından kurulmuş olmasına karşın onama kararında ‘yabancıların Türkiye’de taşınmaz mal edinmelerini yasaklayan yasalardan söz edilmesi’ bir yanılgı sonucudur” demiş ve ilave etmiştir: “[Bu nedenle o tümcenin düzeltme yoluyla ilamdan çıkartılmasına, bunun dışında… düzeltme isteğinin reddine…” ( HGK E: 1971/2-820, K: 1974/505, 08.05.1974).. Yani, Yargıtay yanlışta ısrarlıdır. Fakat böyle yanlışlar millet kavramına çok zarar verici ve Türkiye’yi uluslar arası ortamda küçük düşürücü niteliktedir.

    Bu “1936 Beyannamesi” konusu 02 Ocak 2003’te çıkartılan Dördüncü AB Uyum Paketi’ne sokularak düzeltilmişse de, uygulamada haksızlık bugün de olduğu gibi devam etmektedir. Nitekim 19 Haziran 2003’te çıkartılan Altıncı Uyum Paketi’nde aynı husus yinelenmek zorunda kalınmıştır. Uygulamada ise henüz sonuç alınabilmiş değildir.

    Son olarak, 1936 Beyannamesi kaldırıldığı halde, Surp Harç Ermeni Lisesi Vakfı’na Hazine’nin Şubat 2003 açtığı davada iddialarını “İçişleri Bakanlığı Azınlık Tali Komisyonu” kararına dayandırmış olması, tek kelimeyle vahim bir durumu yansıtmaktadır. Türkiye’de dinleri çoğunluktan farklı olan yurttaşların malları söz konusu olduğunda, devlet şemasında bulunmayan böyle bir Tali Komisyon devreye girmektedir ki, etnik ve dinsel ayrımcılık konusunda bundan daha dorukta bir örnek vermek herhalde zordur.

    İdari yargıya gelince, İstanbul 2 Numaralı İdare Mahkemesi bir Rum Ortodoks yurttaşımız hakkında “Yabancı uyruklu TC vatandaşı” terimini kullanmıştır ( E:1995/1271, K:1996/552, 17.04.1996). Dahası, İdare Mahkemesi kararının temel dayanağı olan bu çok ilginç terim Danıştay’ın 12. Dairesinin dikkatine sunulduğunda temyiz nedeni sayılmamış ve mahkemenin kararı oybirliğiyle onaylanmıştır (E:1997/2217, K:1997/4256, 24.12.1997).

    5) TÜRKİYE’DEKİ DURUMUN TEMELLERİ

    İncelediğimiz bu azınlıklar konusunun Türkiye’de çok dar ve çok yanlış bir açıdan ele alındığı açıktır. Bu açının temel direkleri şöyle özetlenebilir:

    1) Türkiye, azınlık kavramının ve hukukunun dünyadaki gelişmelerini izlemek yerine, 1923 yılına takılıp kalmakta, üstelik 1923 Lozan’ı da yanlış/eksik yorumlamaktadır.
    2) Azınlığın farklı kimliğinin kabulü ile azınlık statüsü/hakları vermek aynı şey sayılmakta/sanılmaktadır. Oysa birincisi objektif bir durumdur. İkinci ise devletin bileceği iştir.
    3) Demokrasi anlamına gelen “iç self-determinasyon” ile parçalanma anlamına gelen “dış self-determinasyon” aynı şey sanılmakta ve sonuçta farklı kimliklerin tanınması ile devlet toprağının parçalanması aynı şey sayılmaktadır.
    4) Millet konusunda teklik ile birlik aynı şey sayılmakta/sanılmakta ve birincinin ikinciyi gitgide tahrip etmekte olduğunun farkına varılmamaktadır.
    5) Bir millet olarak Türklerden söz ederken, “Türk” teriminin aynı zamanda bir etnik (hatta, dinsel) grup anlamına geldiği görülmemektedir.

    Bu durumların ortaya çıkmasının, biri kurumsal diğeri de tarihsel/siyasal olmak üzere iki temeli vardır.

    Kurumsal Neden: Türkiye Cumhuriyeti’nde Alt-Üst Kimlik İlişkisi

    Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra onun yerine geçerken, onda bulunan alt-kimlikleri (çeşitli etnik, dinsel, vs. grupları) olduğu gibi miras almıştır. Fakat İmparatorluk’daki üst-kimlik (devletin yurttaşına verdiği kimlik) “Osmanlı” iken, Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk” olarak belirlenmiştir.

    Bu üst-kimlik, vatandaşı ırk ve hatta dinle tanımlama eğilimdedir. Ör. “Yurt dışındaki soydaşlarımız” dendiği zaman Türk etnik kökenden olanlar kastedilmektedir. Diğer yandan “Türk” sayılabilmek için ayrıca “Müslüman” olmak gerektiği, gayrimüslim yurttaşlarımıza “Türk” değil “Vatandaş” denmesinden de bellidir. Türkiye’de hiç kimse örneğin bir Rum veya Musevi yurttaştan söz ettiği zaman “Türk” dememektir, çünkü Müslüman olmayan bir yurttaştan söz etmektedir. Bunun devlet uygulamasına ilişkin üzücü örnekleri yukarıda yeterince verilmiştir.

    Bu durum, kendini Türk ırkından saymayan diğer alt-kimlikleri yabancılaştırmış ve sorun yaratmıştır. Eğer bu üst-kimlik “Türkiyeli” olsaydı, bu durum ortaya çıkmazdı. Çünkü tamamen “toprak” esasına dayandığı ve “kan” esasını tamamen dışladığı için bütün alt-kimlikleri eşit biçimde kucaklayacak ve için içine etnik, dinsel vs. özellikleri karıştırmamış olacaktı.

    Bu konuda, 82 Anayasasının vatandaşlık tanımı, Atatürk’ün 1924 Anayasasının tanımından çok daha dardır. 24. Anayasası, “Türkiye Ahalisi” terimini kullanmıştır. Bu terim, yalnızca üzerinde yaşanan toprağa gönderme yaptığına değindiğimiz “Türkiyeli” biçimindeki üst-kimliği çağrıştırmaktadır. Bu üst-kimlik, eskiden özdeş sayılan “millet” (belli bir etnik kökene mensubiyet) ile “vatandaşlık” ( bireyin devletle hukuksal ilişkisi) kavramlarını ayrı ve bağımsız kavramlar olarak ele almayı sağlayacak ve bu toprakta yaşayan bütün alt-kimlikleri istisnasız kucaklayacaktır. Böylece “Gönüllü” vatandaşlardan oluşacak ulusun, devletini çok daha büyük bir istekle benimseyeceğine hiçbir kuşku yoktur.

    Tarihsel ve Siyasal Neden: Sevr Sendromu

    1990’ların başında Türkiye’nin parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu hususunda bir “Sevr Sendromu”nun yaşandığı bilinmektedir. Fakat böyle bir havanın bugün de ileri sürülmesi ve bir “paranoya” haline gelmiş olması rahatsız edici ve milleti zayıflatıcı bir durumdur. Bugün Doğu Karadeniz’de bir Pontus Devleti’nin kurulacağından, Dönmelerin Türkiye’yi idare ettiğinden, Fener Patrikhanesinin İstanbul’da bir tür Vatikan devleti kuracağından söz edenler böyle bir havayı yaratmaya özen göstermektedirler.

    Bu türden bir atmosfer, Türkiye’deki en masum kimlik taleplerini bile Türkiye’nin parçalanmak istendiği biçimde yorumlamakta ve anında bastırmak istemektedir. Bu durum, aynı zamanda, büyük Batılı ülkelerin müdahalesini de davet etmektedir, çünkü Türkiye’nin AB’ye girebilmek için kendi imzasıyla rıza gösterdiği demokrasiye aykırılık oluşturmaktadır. Kendi yurdunda böyle bir paranoyayla demokrasiyi geciktirmek, Türkiye’ye hizmet değildir. Özellikle Kürtçe’nin kullanılması konusunda getirilmek istenen reformlar söz konusu olduğunda, hemen Türkiye’nin parçalanacağından söz edilmekte, bunun terörü canlandıracağı söylenmekte, her türlü reform böyle bir paranoya havası içinde engellenmek istenmektedir. Oysa, bunu yapanlar, reformlar engellendiği takdirde kimi çevrelerin terörü tekrar tek alternatif olarak algılamaya sürüklenebileceğini görmemektedirler.

    Bununlar birlikte, AB’ye hazırlık süreci, Türkiye’deki azınlık hakları ve kültürel haklar konusunu çok olumlu bir sürece sokmuştur. Bu süreç, 1920 ve 30’larda Kemalizm’in ülkeyi çağdaşlaştırmak için “yukarıdan devrim”le yaptığı hukuk reformlarının doğrudan devam niteliğindedir. Nasıl bu yıllarda Kemalist yukarıdan devrime aşağıdan yukarıya şiddetli tepkiler (“irtica”) gelmişse, bugün de bu Uyum Paketlerine tepki gelmektedir. Bu “Sevr Paranoyası”nın beslediği zihniyet, reformlara şiddetle direnmektedir.




    SONUÇ

    Yıllarca çok farklı kültürlerin barındığı Anadolu coğrafyası, kültürel ve tarihsel zenginliklerin de beşiğidir. Osmanlı döneminde ümmet anlayışıyla birçok kimliği bünyesinde barındıran dönemin ardından Türkiye’de tek kültürlü homojen bir ulus oluşturma yolunda ciddi adımlar atılmıştır. Ama farklı kimli ve kültürler bir mozaik olarak Anadolu topraklarında varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

    Kemalist devrimin yapıldığı 1920 ve 30’larda çok doğal olan bu tutum, bizzat Atatürk’ün “Muasır Medeniyet” tezi icabı artık geride kalmıştır. Bugün Muasır Medeniyet 1920 ve 30’ların Avrupası değil, 2000’lerin Avrupasıdır, Artık, vatandaşlık anlayışının yeniden gözden geçirilerek, çağdaş Avrupa’daki çok kimlikli, çok kültürlü, demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir toplumsal modelin örnek alınması zorunludur.

    Buna göre özgür, bağımsız, yaratıcı yetenekleri ile kültürel haklarını rahatça kullanabilen, hak ve görevlerinin bilincinde olan bireylerin sahip bulundukları siyasal ve hukuksal statünün tanımlanması gerekir. AB Uyum Yasalarıyla parça parça yapılmak istenen bu tanımlama,
    a- Bireysel özgürlüklere sahip olma hakkı,
    b- Ekonomik ve toplumsal olanaklardan özgürce yararlanma hakkı,
    c- Devlete katılma hakkı,
    d- Kültürel çoğulculuk hakkı
    İlkelerinin, yasalarımızın tümünün taranması sonucu hayata geçirilmesiyle mümkündür. Bu ilkelerin uygulanması anlamından:


    1) Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve ilgili yasalar; özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir içerikte ve toplumun örgütlü kesimlerinin katılımıyla yeni baştan yazılmalıdır.
    2) Eşit haklı vatandaşlık temelinde, farklı kimlik ve kültürel sahip kişilerin kendi kimliklerini koruma ve geliştirme hakları (yayın, kendini ifade , öğrenim gibi) güvence altına alınmalıdır.
    3) Merkezi yönetim ve yerel yönetimler, yurttaşların katılımını ve denetimini esas alacak bir biçimde şeffaflaştırılması ve demokratikleştirilmelidir.
    4) İnsan hak ve özgürlüklerine yönelik evrensel normları içeren uluslar arası sözleşmeler ve temel belgeler, özellikle ve de Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi çekincesiz imzalanarak onaylanmalı ve hayata geçirilmelidir. Bundan sonra, artık uluslar arası sözleşmelere Türkiye’deki alt kimlikleri inkarı anlamına gelecek çekinceler ve yorum beyanları getirilmemelidir.


    et son front etait mu comme une place vide entre deux armees

  8. #17
    Kayıt Tarihi
    Jun 2003
    Nerede
    Afyonkarahisar
    İletiler
    2.022
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    İŞTE O ANIN GÖRÜNTÜLERİ

    FAHRETTİN YOKUŞUN RAPORU NASIL YIRTTIĞINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN




    Peki Sayın Fahrettin Yokuş'u başka hiçbirşey yapamaz duruma getiren olaylar nasıl gelişti.Bakalım.Lütfen Aşağıdaki maddeleri özllikle okuyun ve kemalist devlete karşı düşünceleri ve neden Atatürk'ün gençliğe hitabesini yazdığımı bir defa daha düşünün eğer benimsiyorsanız o hitabeyi.Onun Televizyonda ne yaptığını izlemediyseniz İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun dün yapılan toplantısında hazırlanan Azınlıklar Raporu'nu herkesin şaşkın bakışları arasında yırtarak yere atan Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri Fahrettin Yokuş, suskunluğunu bozarak eleştirilere cevap verdi.Raporu, 'İhanet belgesi' sözleriyle değerlendiren Yokuş, "Kimseye fiziki bir saldırı düzenlemedim, demokratik hakkımı kullandım. Bu ihanet belgesini değil bir defa bin defa karşımıza çıksa yine yırtar atarız" dedi. Yokuş, Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız ile ortak basın toplantısı düzenleyerek hakkındaki eleştirileri cevapladı. Yokuş,Türkiye Kamu-Sen'in devletin milleti ile bölünmez bütünlüğünden asla taviz vermeyen bir sendikacılık anlayışını kendisine ilke edindiğini belirterek, bugüne bu ilkeden asla taviz vermediklerini, ülkenin geleceğini tehdit eden her unsurun karşısında olmayı sürdürdüklerini belirtti. Yokuş, "Kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan Azınlık Hakları Raporu'yla ilgili olarak Türkiye Kamu-Sen'in ortaya koyduğu tepki, ulus-devlete karşı bir tuzağın, bir oyunun yerinde ve zamanında bozulması şeklinde olmuştur. Bu tepki sadece Türkiye Kamu-Sen'in tepkisi değil, binlerce şehidimizin, gazilerimizin yüce Türk milletinin tepkisidir" diye konuştu. Söz konusu raporun Prof. Dr. Baskın Oran tarafından kitap haline getirilip geçtiğimiz yıllarda yayınlandığını anlatan Yokuş, şunları söyledi: "Bu rapor, TESEV'de görev yapan İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İsmail Kaboğlu ve Prof. Dr. Baskın Oran'ın ortak ürünüdür. Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu'nda bu rapor, üzerinde hiçbir ciddi çalışma yapılmadan emri vaki ile (kurul üyesi Abdullah Buksul'un itirazlarına rağmen) üst kurula getirilmiştir. İnsan Hakları Danışma Kurulu yönetmeliğinin 6. maddesi toplantıların üye tam sayısının bir fazlası ile yani salt çoğunluk ile yapılacağını ifade etmektedir. Raporun oylandığı 1 Ekim 2004 günü öğleden sonraki oturumunda 33 kişi ile oylama yapılmıştır. Bilindiği gibi İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun 78 üyesi bulunmaktadır. Burada aranması gereken salt çoğunluk 40 kişidir. Bu bir skandaldır. Katılımcılara saygısızlıktır. Bu oylama esnasında rapor, toplantıya katılan üyelerin talebine rağmen metin olarak dağıtılmamıştır. Gerekçe ise Başbakanlık Tasarruf Genelgesi gösterilmiştir. Toplantının öğleden sonraki bölümüne kamudan görevlendirilen 19 bürokrattan 5'inin katılmış olması aklımıza hükümet tarafından, 'Bu toplantıya katılmayın' talimatı verildiği kuşkusunu düşürmektedir. Hukuksuz olarak Danışma Kurulu'ndan oylatılarak geçirilen rapor üzerinde Kaboğlu ve Oran'ın değişiklikler yaptıklarını defalarca kamuoyuna anlatmaları bu rapora olumlu oy veren 24 kurum ve kuruluş temsilcilerine saygısızlıktır. Siz hangi hakla başkasının iradesini kullanarak oylanmış bir raporu değiştirebiliyorsunuz? Siz ikinizde üniversitelerimizde ilim adamısınız. İlim adamı etiğine yaptığınız eylem uyuyor mu? Rapora olumlu oy veren kurum ve kuruluşlar iradelerini bu iki profesöre kullanma hakkı mı verdiler? Bu kuruluşları açıklamaya davet ediyoruz". İnsan Hakları Danışma Kurulu adına raporun açıklanacağını dün gazetelerden öğrendiğini ve basın toplantısı yapılan salona gittiğini ifade eden Yokuş, Başkan Kaboğlu'nu, raporu İnsan Hakları Danışma Kurulu adına açıklamaması yönünde uyardığını söyledi. Yokuş, Kaboğlu'na gerekçe olarak da oylaması doğru yapılmayan, üzerinde keyfi değişiklikler yapılan bir raporun kendilerini bağlamadığını vurguladığını anlattı. Kendisi gibi üç Danışma Kurulu üyesinin de benzer ifadelerle rapora itiraz ettiğini belirten Yokuş, "Ancak Kaboğlu bizim sözlerimizi hiç dikkate almadan açıklama yapmaya başladı. Bunun üzerine de bizim adımıza böyle bir raporun açıklanmasını doğru bulmadığımız için raporu yırttık ve yırtma gerekçemizi de orada açıkladık" şeklinde konuştu. "KURUL LAĞVEDİLEREK YENİDEN YAPILANDIRILMALI" Sözkonusu raporda, Anayasa'nının 'değiştirilemez' hükümlerine, dilimize, yeni azınlıklar yaratılarak milli bütünlüğümüze ve Türk kimliğine saldırılar bulunduğunu ileri süren Türkiye Kamu-Sen Genel Sekreteri Yokuş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu raporu hazırlayanların yarın bayrağımızı, toprak bütünlüğümüzü ve yüce dinimize saldırmayacaklarının garantisini kim verebilir? Kafalarını azınlıklarla bozmuş olanların Türk milletinin temel değerlerine saldırmayı alışkanlık haline getirdikleri görülmektedir. Anayasamız Türk milletinin teminatı altındadır. Türk milleti adına yetki kullananlar; TBMM Başkanı, Başbakan, ilgili Bakanlar, Milletvekilleri, ilgili kurum ve kuruluşları göreve davet ediyoruz. Sessizlikleri bu raporu tasdik ettikleri anlamına mı geliyor? Türkiye Kamu-Sen olarak bu konuda açıklama bekliyoruz. Diğer yandan raporda 'Sevr Sendromu' ifadesi özellikle kullanılarak bu rapordaki görüşlere karşı çıkabilecekler bu cümle ile baskı altına alınmak istenmektedir. Bilim adamı etiğine yakışmayan, karşı çıkanlara tahammülü olmayan, kendisi gibi düşünmeyenleri akıl hastası ilan eden bu anlayışı reddediyoruz. Bu anlayışa göre bu rapora karşı çıkan Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, TOBB yetkilileri, Türk-İş yetkilileri ve milyonlarca vatandaşımız paronayak ilan edilmiştir. Ülkemizin temeline dinamit koymak anlamına gelen ve 78 üyeden teşkil olan İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun bu raporunun kimler tarafından hazırlandığı yetkili ağızlar tarafından kamuoyuna açıklanmalıdır. Kaldı ki Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül de böyle bir rapordan bilgisi olmadığını açıklamıştır. Öyle ise bu rapor kimin raporudur? Bize göre Azınlıklar Raporu, bir ihanet belgesidir. Kamuoyuna bu belgede yer alan başlıkları da sunmak görevimizdir. Türkiye Kamu-Sen olarak 58. Hükümet zamanında oluşturulan ve Kurul Başkanı İbrahim Kaboğlu'nun keyfi uygulamalarıyla sulandırılan bu kurul, güvenirliliğini yitirmiştir. Bu kurul lağvedilerek yeniden yapılandırılmalıdır". Kaboğlu ve Oran'ı ağır bir dille eleştiren Yokuş, hükümetin olup bitene seyirci kaldığını, hatta gelişmeleri planladığını ileri sürdü. Yokuş'un sözleri salonu dolduran Türkiye Kamu-Sen üyeleri tarafından, Hainler bize hesap verecek", "Ne mutlu Türküm diyene" ve "Vatan bizim canımız feda olsun kanımız" sloganlarıyla desteklendi. Yokuş'un açıklamasının tam metni şöyle: Değerli Basın Mensupları;
    Devletin milleti ile bölünmez bütünlüğünden asla taviz vermeyen bir sendikacılık anlayışını kendisine ilke edinen Türkiye Kamu-Sen, kuruluşundan bugüne bu ilkesinden asla taviz vermemiş, ülkenin geleceğini tehdit eden her unsurun karşısında olmuştur.

    Bugün de kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan Azınlık Hakları Raporu’yla ilgili olarak Türkiye Kamu-Sen’in ortaya koymuş olduğu tepki, ulus-devlet’e karşı bir tuzağın, bir oyunun yerinde ve zamanında bozulması şeklinde olmuştur. Bu tepki sadece Türkiye Kamu-Sen’in tepkisi değil, binlerce şehidimizin, gazilerimizin Yüce Türk Milletinin tepkisidir.

    Değerli Basın Mensupları;
    Sözkonusu rapor, TESEV’in ısmarlaması ile sayın Prof.Dr. Baskın Oran tarafından kitap haline getirilmiş, geçtiğimiz yıllarda yayınlanmıştır. Bu rapor, TESEV’de görev yapan sayın Kaboğlu ve sayın Oran’ın ortak ürünüdür. Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu’nda bu rapor, üzerinde hiçbir ciddi çalışma yapılmadan emri vaki ile(kurul üyesi Abdullah Buksul’un itirazlarına rağmen) üst kurula getirilmiştir. İnsan hakları Danışma Kurulu yönetmeliğinin 6. maddesi toplantıların üye tam sayısının bir fazlası ile yani salt çoğunluk ile yapılacağını ifade etmektedir. Raporun oylandığı 1 Ekim 2004 günü öğleden sonraki oturumunda 33 kişi ile oylama yapılmıştır. Bilindiği gibi İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun 78 üyesi bulunmaktadır. Burada aranması gereken salt çoğunluk 40 kişidir. Bu bir skandaldır. Katılımcılara saygısızlıktır. Bu oylama esnasında rapor, toplantıya katılan üyelerin talebine rağmen metin olarak dağıtılmamıştır. Gerekçe ise Başbakanlık Tasarruf Genelgesi gösterilmiştir. Toplantının öğleden sonraki bölümüne kamudan görevlendirilen 19 bürokrattan 5’inin katılmış olması aklımıza hükümet tarafından “bu toplantıya katılmayın” talimatı mı verildiği kuşkusunu düşürmektedir.

    Hukuksuz olarak Danışma Kurulu’ndan oylatılarak geçirilen rapor üzerinde sayın Kaboğlu ve sayın Oran’ın değişiklikler yaptıklarını defalarca kamuoyuna anlatmaları bu rapora olumlu oy veren 24 kurum ve kuruluş temsilcilerine saygısızlıktır. Siz hangi hakla başkasının iradesini kullanarak oylanmış bir raporu değiştirebiliyorsunuz? Siz ikinizde üniversitelerimizde ilim adamısınız. İlim adamı etiğine yaptığınız eylem uyuyor mu? Rapora olumlu oy veren kurum ve kuruluşlar iradelerini bu iki profesöre kullanma hakkı mı verdiler? Bu kuruluşları açıklamaya davet ediyoruz.

    Değerli Basın mensupları;
    Yukarıda ifade ettiğimiz gerekçeler ile dün İnsan Hakları Danışma Kurulu adına raporun açıklanacağını basından öğrenerek basın toplantısı yapılan salona gittim. Basın toplantısı başlamadan sayın İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İsmail Kaboğlu’nu bu raporu “İnsan Hakları Danışma Kurulu adına açıklayamazsınız. Çünkü oylaması doğru yapılmayan, üzerinde keyfi değişiklikler yapılan bir raporun bizi bağlamayacağını” ifade ettim. Benim gibi üç Danışma Kurulu üyesi de benzer ifadelerle itiraz ettiler. Ancak sayın Kaboğlu bizim sözlerimizi hiç dikkate almadan açıklama yapmaya başladı. Bunun üzerine de bizim adımıza böyle bir raporun açıklanmasını doğru bulmadığımız için raporu yırtarak yırtma gerekçemizi de orada açıkladık.

    Sözkonusu raporda Anayasamızın değiştirilemez hükümlerine, dilimize, yeni azınlıklar yaratılarak milli bütünlüğümüze ve Türk kimliğimize saldırılar sözkonusudur. Bu raporu hazırlayanların yarın bayrağımızı, toprak bütünlüğümüzü ve yüce dinimize saldırmayacaklarının garantisini kim verebilir? Kafalarını azınlıklarla bozmuş olanların Türk milletinin temel değerlerine saldırmayı alışkanlık haline getirdikleri görülmektedir.

    Anayasamız Türk milletinin teminatı altındadır. Türk Milleti adına yetki kullananlar; TBMM Başkanı, Başbakan, ilgili Bakanlar, Milletvekilleri, ilgili kurum ve kuruluşları göreve davet ediyoruz.
    Sessizlikleri bu raporu tasdik ettikleri anlamına mı geliyor? Türkiye Kamu-Sen olarak bu konuda açıklama bekliyoruz.

    Diğer yandan raporda “Sevr Sendromu” ifadesi özellikle kullanılarak bu rapordaki görüşlere karşı çıkabilecekler bu cümle ile baskı altına alınmak istenmektedir. Hiçbir ilim adamı etiğine yakışmayan karşı çıkanlara tahammülü olmayan, kendisi gibi düşünmeyenleri akıl hastası ilan eden bu anlayışı reddediyoruz. Bu anlayışa göre bu rapora karşı çıkan sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Genelkurmay Başkanı, Sayın TOBB yetkilileri,TÜRK-İŞ yetkilileri ve milyonlarca vatandaşımız paronayak ilan edilmiştir.

    Değerli Basın Mensupları;
    Ülkemizin temeline dinamit koymak anlamına gelen ve 78 üyeden teşkil olan İnsan Hakları Danışma Kurulunun bu Raporunun kimler tarafından hazırlandığı yetkili ağızlar tarafından kamuoyuna açıklanmalıdır. Kaldı ki Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül de böyle bir rapordan bilgisi olmadığını açıklamıştır. Öyle ise bu rapor kimin raporudur?

    Bize göre Azınlıklar Raporu, bir ihanet belgesidir. Kamuoyuna bu belgede yer alan başlıkları da sunmak görevimizdir.

    Türkiye Kamu-Sen olarak 58.Hükümet zamanında oluşturulan ve Kurul Başkanı sayın İbrahim Kaboğlu’nun keyfi uygulamalarıyla sulandırılan bu kurul, güvenirliliğini yitirmiştir. Bu kurul lağvedilerek yeniden yapılandırılmalıdır.

    İnsan Hakları Danışma Kurulu Azınlık Hakları Ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporunda Ne Diyor?

    1. 1923 yılında imzalanan Lozan’da “etnik, dilsel ve dinsel azınlıklar” konularını kabul etmemiş olmamız hatadır.

    2. Ülkemizde yalnızca gayrimüslim azınlık yoktur.

    3. Bu nedenle Lozan’da Türk tarafı hata yapmıştır.

    4. Azınlıklar konusu Türkiye’yi boşu boşuna meşgul etmekte ve sıkıntıya sokmaktadır.

    5. Yakında Türkiye azınlıklar konusunu zaten AB zoruyla kabul edecektir.

    6. Eğer bu yapılmazsa Türkiye’deki azınlıklar uluslar arası koruma kapsamına girecek ve tüm T.C. yurttaşları adına, uluslar arası örgütlere Türkiye’ye müdahale hakkı doğacaktır.

    7. Hiç kimseyi zorunlu T.C. yurttaşı yapamayız.

    8. Anayasa’nın değiştirilemeyeceği hüküm altına alınan 3. maddesinde yazılan “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.” ibaresi yanlıştır.

    9. Devlet bölünmeyebilir ancak milletin bölünmez bütünlüğü kavramı yanlıştır. Bu tanım milleti oluşturan alt kimliklerin inkarı anlamına gelmektedir.

    10. “Milli güvenlik”, azınlıklara tanınan hakların sınırlandırılması için bir gerekçe olamaz.

    11. T.C. Devleti’nin dili olmaz.

    12. Azınlık Vakıflarının mülk edinmesinin önünün açılması gerekir. Bugüne kadar bu konuda birçok hata yapılmıştır.

    13. Aslında Türkler de ülke içinde etnik bir guruptur.

    14. 1990’ların başında Türkiye bir “Sevr Sendromu”na girmiştir.

    15. Ülkenin bölünmesi tehlikesinin bugün de ileri sürülmesi rahatsız edici paranoyak bir ruh hastalığıdır.
    16. Doğu Karadeniz’de Pontus Devleti’nin kurulacağından, dönmelerin Türkiye’yi idare ettiğinden, Fener Patrikhanesi’nin İstanbul’da bir tür Vatikan devleti kuracağından bahsetmek bu ruh hastalığının belirtileridir.

    17. Nasıl ki Kemalist reformlara irticacı tepkiler gelmişse; bu gün yapılmak istenen reformlara da “Sevr Paranoyası”nın beslediği zihniyet şiddetle direnmektedir.

    18. Ancak artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Yargıtay’ın üzerinde bir mahkemedir. Bu nedenle, tüm davalar AİHM’de tekrar dava konusu olacak ve karara bağlanacaktır.

    19. Artık bu noktadan geriye dönüş zordur.

    20. Bu haklar, AB uyum yasalarıyla parça parça verilmektedir.

    21. T.C.Anayasası ve ilgili yasalar yeni baştan yazılmalıdır.

    22. Azınlıkların kendi kimliklerini koruma ve geliştirme hakları (yayın, kendini ifade, öğrenim, vs.) güvence altına alınmalıdır.

    23. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler bu şekilde şeffaflaştırılmalı ve demokratikleştirilmelidir.

    24. Artık insan hakları ve özgürlüklerine yönelik tüm belge ve sözleşmeler çekincesiz olarak imzalanmalı ve onaylanmalıdır.

    25. Ulus-devlet modeli ve anlayışı değiştirilmelidir.

    26. Yeni toplum yalnızca gönüllü vatandaşlardan oluşacaktır.

    27. Bu günkü durumun tek sebebi, 1920 ve 30’ların Kemalist devlet modelinde ısrar edilmesi olmuştur.

    28. Bu inat, ülkemize zarar vermektedir.


    Değerli Basın Mensupları;
    Yukarıda 28 madde ile özetlediğimiz bu ihanet belgesini, değil bir defa bin defa karşımıza çıksa yine yırtar atarız.

    Hepinize saygılar sunuyorum.

    et son front etait mu comme une place vide entre deux armees

  9. #18
    Kayıt Tarihi
    Aug 2004
    Nerede
    Turkey.
    İletiler
    116
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    Yüce Türk milletimizin üstüne oynanan oyunlar yeni değil ki, zamanımızda yaşananların benzerleri yüzyıllardır yapıldı Türk Devletlerini bölmeye çalışıldı, bölünen her Türk Devleti de yıkılmıştı.
    Şimdi bizi bölmek isteyenler, bu işlerden pek anlamayan aslında ülkeyi bölmek arzusunda da olmayan ama gaza getirdikleri kürtleri kullanıyorlar, bizim görevimiz, kendi bilmeyen bozguncu, bölücü bazı aydın geçinen kimseleri silkeleyip kendilerine getirmek, nerede ve kime ait bir ülkede yaşadılarını onlara tekrar hatırlatmak.

  10. #19
    Kayıt Tarihi
    Sep 2004
    Nerede
    kars, digor, Türkiye.
    İletiler
    29
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    komunizm tehlikesi bitti de bölücü tehlikesi başladı. çeteler devletle içiçe olunca vatana bir şey olmuyor. Bu gün tahsilat, adam kaldırma, otopark, ihale vs. gibi konularda kimden yardım isteniyor. Bu insanların geçmişine bakın bakalım nerede yetişmişler.
    malum amblemi yapıştırınca polis bile ceza yazmıyor. Bu insanların rahat çalışması, devletten destek alması çin bir hayali tehlikeye ihtiyaç var.
    Bu ülke, sandığınızdan daha güçlü ve üç beş çapulcu dağdan tehdit ediyor diye bölünmez.


  11. #20
    Kayıt Tarihi
    Jun 2003
    Nerede
    Afyonkarahisar
    İletiler
    2.022
    Dilekçeler Sözleşmeler
    0
    Dosya Yükleme
    0

    Tanımlı

    ne kadar da basit dimi bazı olaylar.üç beş çapulcu.Karşındakini ciddiye almamak bir insanın en büyük gafletidir.3 5 çapulcu için yüzbinlerce silah var değil mi.Üç beş çapulcu son zamanlarda her ay askerlerimizin canını almaya başladı değil mi.Son 3 ay içerisindeki terörist eylemlere bakın arkadaşlar.Üç beş çapulcu yüzünden Türkiye bugün bu halde.Üç beş çapulcu denildiği için, küçümsendiği için bu halde.Öncelikle devlet meseleleri hele hele bir milletin veya vir devletin geleceği söz konusu ise HİÇBİR ŞEY KÜÇÜMSENEMEZ.Hatırlatmak isterim

    et son front etait mu comme une place vide entre deux armees

Kilitli Konu
2 / 3 Sayfa İlkİlk 123 SonSon

Bu sayfada bulunan kavramlar:

Benzer Konular :

  1. Article: YARSAV'ın "Adalet Bakanlığına Açık Çağrı" Başlıklı Açıklaması İle İlgili Basın Açıklaması
    Hukuk portalına yeni bir kaynak eklendi. Konu: ...
    Yazan: Mehtap Deniz Forum: Hukuk Portal
    Yanıt: 0
    Son İleti: 17-09-2010, 20:33:06
  2. 2010 Yılı Yaz Kararnamesi İle İlgili Basın Açıklaması
    Hukuk portalına yeni bir kaynak eklendi. Konu: https://www.hukuki.net/content.php?271-2010-Yılı-Yaz-Kararnamesi-İle-İlgili-Basın-Açıklaması
    Yazan: Mehtap Deniz Forum: Hukuk Portal
    Yanıt: 0
    Son İleti: 18-08-2010, 23:44:11
  3. İstanbul Barosu Basın Açıklaması
    BASIN AÇIKLAMASI: MESLEKTAŞLARIMIZA YAPILAN SALDIRILARI KINIYORUZ Meslektaşımız Av. Ümit ULAŞ, 29.11.2009 Pazar günü, saat 00.50 sıralarında,...
    Yazan: Av.Dilek Kuzulu Yüksel Forum: Mesleki Konu, Soru ve Sorunlar
    Yanıt: 2
    Son İleti: 07-12-2009, 12:20:18
  4. Basın açıklaması ve sonrasında 5 yıl hapis istemi
    merhabalar, 30 mart 2006 tarihinde yapılan Mahir Çayan dahil olmak üzere 13 kişinin öldüğü operasyonu konu alan basın açıklaması sonrası basın...
    Yazan: misty000 Forum: Ceza Hukuku
    Yanıt: 0
    Son İleti: 11-07-2006, 19:22:48
  5. Basın açıklaması ve bir sendika lideri
    Bağlı bulunduğum sendikanın yöneticisi sayın fahrettin yokuşu buradan tebrik etmek istiyorum.Bazıları terbiyesizlikle suçladı ama keşke herkes onun...
    Yazan: Av.Ali Sinkay Forum: Güncel - Siyaset - Tarih - Tartışma
    Yanıt: 0
    Son İleti: 02-11-2004, 11:45:42

Yetkileriniz

  • Yeni konu açma yetkiniz yok
  • Konuya cevap verme yetkiniz yok
  • Dosya ekleme yetkisi yok
  • İleti düzenleme yetkisi yok
  •  


2022 tarihli Hukuk Blog |  Arabulucu |  Hukuk Kitapları |  Alman Hukuku |  Özel Güvenlik AŞ. |  İş İlanları |  Ankahukuk |  Psikolog |  Site Ekleme |  Sihirli Kadın |  Sağlık |  Satılık Düşecek Domainler |  Bayefendi |  Afternic Alanadı satış (Domain alımı) | 

™ Marka tescili, Patent ve Fikri mülkiyet hakları nasıl korunuyor?
Hukuki.Net’in Telif Hakları ve 2014-2022 yılları arası Marka Tescil Koruması Levent Patent tarafından sağlanmaktadır.
♾️ Makine donanım yapı ve yazılım özellikleri nedir?
Hukuki.Net olarak dedicated hosting serveri bilfiil yoğun trafiği yönetebilen CubeCDN, vmware esx server, hyperv, virtual server (sanal sunucu), Sql express ve cloud hosting teknolojisi kullanmaktadır. Web yazılımı yönünden ise content management (içerik yönetimi) büyük kısmı itibari ile vb olup, wordress ve benzeri çeşitli kodlarla oluşturulan bölümleri de vardır.
Hangi Diller kullanılıyor?
Anadil: 🇹🇷 Türkçe. 🌐 Yabancı dil tercüme: Masaüstü sürümünde geçerli olmak üzere; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Hintçe, Rusça ve Arapça. (Bu yabancı dil çeviri seçenekleri ileride artırılacak olup, bazı internet çeviri yazılımları ile otomatik olarak temin edilmektedir.
Sitenin Webmaster, Hostmaster, Güvenlik Uzmanı, PHP devoloper ve SEO uzmanı kimdir?
👨‍💻 Feyz Pazarbaşı & Istemihan Mehmet Pazarbasi[İstanbul] vd.
® Reklam Alanları ve reklam kodu yerleşimi nasıl yapılıyor?
Yayınlanan lansman ve reklamlar genel olarak Google Adsense gibi internet reklamcılığı konusunda en iyi, en güvenilir kaynaklar ve ajanslar tarafından otomatik olarak (Re'sen) yerleştirilmektedir. Bunların kaynağı Türkiye, Amerika, Ingiltere, Almanya ve çeşitli Avrupa Birliği kökenli kaynak kod ürünleridir. Bunlar içerik olarak günlük döviz ve borsa, forex para kazanma, exim kredileri, internet bankacılığı, banka ve kredi kartı tanıtımları gibi yatırım araçları ve internetten para kazanma teknikleri, hazır ofis kiralama, Sigorta, yabancı dil okulları gibi eğitim tanıtımları, satılık veya kiralık taşınmaz eşyalar ve araç kiralama, ikinci el taşınır mallar, ücretli veya ücretsiz eleman ilanları ile ilgili bilimum bedelli veya bedava reklamlar, rejim, diyet ve özel sağlık sigortası gibi insan sağlığı, tatil ve otel reklamları gibi öğeler içerebilir. Reklam yayıncıları: ads.txt dosyası.
‼️ İtirazi kayıt (çekince) hususları nelerdir?
Bahse konu reklamlar üzerinde hiçbir kontrolümüz bulunmamaktadır. Bu sebep ile özellikle avukat reklamları gibi Avukatlık kanunu vs. mesleki mevzuat tarafından kısıtlanmış, belirli kurallara tabi tutulmuş veya yasaklanmış tanıtımlardan yasal olarak sorumlu değiliz.
📧 İletişim ve reklam başvuru sayfası nerede, muhatap kimdir?
☏ Sitenin 2022 yılı yatırım danışmanı ile irtibat ve reklam pazarlaması için iletişim kurmanız rica olunur.
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.