Hukuki.NET


03/05/2025  Eski forum arşivi bölümü

Hukuksal Tartışmalar




 


Forum:
Cumhurbaşakanı'nın Meclis açılış konuşması
Av.Ragıp Atay Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Tarih : 01.10.2005 Konu : TBMM'NİN 22. DÖNEM DÖRDÜNCÜ YASAMA YILI'NIN AÇILIŞINDA YAPTIKLARI KONUŞMA Yer : T.B.M.M. "Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Sizleri, Yeni Yasama Yılı'nın başlangıcında üstün başarı dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlarken, Yüce Meclisimizin 22. Dönem Dördüncü Yasama Yılı'nın açılışında sizlerle birlikte olmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek istiyorum. Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı yürüten ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, Cumhuriyet'in özümsenmesinde, Türk insanının onurlu, çağdaş bir yaşam sürmesinde yadsınamaz rol üstlenen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, 85. yılını kutlamanın gururunu ve coşkusunu yaşamaktayız. Yüce Atatürk'ün gösterdiği hedeflere ulaşma yolunda kararlılıkla ilerleyen Türkiye'nin bu süreçteki en önemli güvencesi, Cumhuriyet'e gönülden bağlı, ulusal değerleri tüm kaygı, beklenti ve çıkarların üzerinde tutan, Cumhuriyet'in aydınlık yarınlarına yürekten inanan yurttaşlarımız ve kurumlarımızdır. Tarihi boyunca üstlendiği onurlu görevini başarıyla yerine getiren Türkiye Büyük Millet Meclisi, geçmişte olduğu gibi, bugün ve gelecekte de Cumhuriyet'in en önemli güvencelerinden olmayı sürdürecektir. Çağdaşlaşma atılımlarının sürdürülmesi, hukuk devleti ilkesinin önündeki engellerin kaldırılması, yöneteni ve yönetileniyle tüm yurttaşlarımızın demokratik değerleri üstün tutmasıyla güçlü Türkiye hedefine ulaşacağımızdan kuşku duymuyoruz. Yüce Meclisimizin, her zaman olduğu gibi çalışmalarıyla bu çabalarda etkin rol üstleneceğine, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğe taşınmasında en büyük pay sahibi olacağına inanıyoruz. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Anayasamızın 2. maddesinde, Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, tüm çağdaş demokratik rejimlerin temel özelliklerinden biridir. Hukuk devleti, en kısa tanımıyla, yurttaşların hukuksal güvenlik içinde bulundukları, Devlet'in eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu sistemi anlatır. Hukuk kurallarına bağlılığı sağlayacak düzenek ise, devlet organlarının eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunmasıdır. Hukuk devletinin en önemli ögelerinden biri, hiç kuşkusuz "yargı bağımsızlığı"dır. Yasama ve yürütme işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyecek yargı, bu organlar karşısında tam bağımsızlığa sahip değilse, yargı denetiminden beklenen yarar ortadan kalkacaktır. Bu da, Devlet'e olan güveni zedeleyecektir. Bu nedenle, yargı organlarının kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve özlük hakları konularında yargı bağımsızlığını gölgelemeyecek yöntemlerin yeğlenmesi hukuk devleti ilkesinin gereğidir. Anayasa'nın 140. maddesinde, "Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler" denilmesine karşın yargıç ve savcılar Adalet Bakanı'nın başkanlık yaptığı, siyasal iktidarca atanan Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın doğal üyesi olduğu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun gözetim ve denetimi altındadırlar. Yargıç ve savcıların atanmaları, yükseltilmeleri, yer değiştirmeleri, disiplin ve özlük işleri, Yargıtay, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle donatılmış Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşumunda Bakan'ın ve Müsteşar'ın yer alması, yargı bağımsızlığını, yargıç güvencesini, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. Ayrıca, yargının adalet dağıtabilmesi ve içtihat üretebilmesi işyüküyle doğrudan ilgilidir. Yargının işyükünün kaldırılabilecek düzeyde tutulması, yasama ve yürütmenin eylem ve işlemlerinde hukuk kurallarına ve yargı kararlarına uygun davranmasıyla olanaklıdır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi Anayasamızda da parlamenter demokratik sistem kabul edilmiştir. Bu sistem, çoğulcu ve katılımcı demokrasi altyapısını gerektirmektedir. Çoğulcu ve katılımcı demokrasi, ancak, muhalefeti, basın özgürlüğü ve sivil toplum örgütleriyle yaşayabilmektedir. Çoğulculuk, demokrasilerde muhalefeti önemli kılmakta, muhalefetin varlığı ve etkinliği seçim sistemiyle sağlanabilmektedir. Bu nedenledir ki, anayasa koyucu yönetimde istikrar kadar temsilde adalete önem vermiş ve bu iki ilkenin kabul edilebilir bir dengede olması gerektiğini öngörmüştür. Temsilde adalet aleyhine yönetimde istikrar ilkesine ağırlık veren bir seçim yöntemi, aynı zamanda seçme ve seçilme hak ve özgürlüğüne getirilen ağır bir sınırlama olacaktır. Bu nedenle, yönetimde istikrar ve temsilde adalet ilkelerinin kabul edilebilir bir denge içinde seçim sistemine yansıması demokratik toplum düzeninin gereğidir. Sayın Başkan, Sayın Millletvekilleri, Basın özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan özgürlüktür. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün sınırları Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde gösterilmiştir. Bunların dışında basın özgürlüğünü doğrudan ya da dolaylı biçimde sınırlayacak düzenlemeler çoğulcu ve katılımcı demokrasiye uygun düşmeyecektir. Kamu hizmetleri sözkonusu olduğunda kamu çıkarını ön planda tutması gereken medyanın bireysel çıkarlara hizmet edecek biçimde ticari nitelik kazanması önlenmelidir. Devlet'in, medya gücünün kötüye kullanılmasını engelleyecek önlemleri alması, kamu yararı ve düzenini sağlamanın gereğidir. Görsel ve işitsel medyanın kamuoyunu etkileme gücü, dolayısıyla bu gücün olumsuz kullanılması olasılığının yüksekliği, yabancılaştırma olgusunun da çok iyi düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Yine çağdaş toplumlarda sivil toplum örgütleri, siyasal partiler gibi, demokrasinin olmazsa olmaz ögeleridir. Demokratik hukuk devletinin dayanağını ve varlığını oluşturan bu çoğulcu, katılımcı yapının ulusal istencin oluşumunda yer alması, yasalaşma ya da karar sürecine katılımının sağlanması, toplumun beklentilerinin ve gereksinimlerinin doğrulukla belirlenmesi ve amaca uygun düzenlemelerin gerçekleştirilmesi yönünden zorunludur. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Anayasa'nın 105. maddesinde, Bakanlar Kurulu kararları ile ortak kararlardan Başbakan ve ilgili bakanın sorumlu olacağı belirtilmiştir. Burada sözü edilen siyasal sorumluluktur ve yürütme organının Bakanlar Kurulu kanadına yüklenmiştir. Devlet yönetiminde yetkili organların ve kişilerin sorumluluğu, siyasal sorumluluktan ibaret değildir; bunun çok ötesinde, önemi içeriğinden kaynaklanan toplumsal ve anayasal sorumlulukları vardır. Hukukun üstünlüğü, bir yandan hukukun genel ilkeleri, Anayasa ve yargı kararlarının bağlayıcı olduğu, öte yandan da yasama ve yürütmenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı bulunduğu düzenin adıdır. Anayasa'nın 11. maddesinde, Anayasa kurallarının, 138. maddesinde, yargı kararlarının, 153. maddesinde de, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı vurgulanmıştır. Bu ilke ve kurallar, her yurttaşa, anayasal kurallarla oluşturulan devlet sistemini ve rejimini benimsemek, bu sistem ve rejime bağlı kalmak, onu korumak görevini, ödevini ve sorumluluğunu yüklemektedir. Bu anayasal, toplumsal ve vicdani sorumluluk, siyasal sorumluluktan çok daha önemli sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Siyasal sorumluluğun sonucu olarak seçimde başarısız olan bir siyasal partinin, sonraki seçimleri kazanıp iktidara gelmesi olanaklıdır. Ne var ki, rejimin zedelenmesi geri dönüşü olanaksız sonuçlar doğuracaktır. Bu nedenle, Cumhuriyet'i koruma ve yaşatma sorumluluğu, tüm sorumluluklardan çok daha önemlidir. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü bir ekonomi ve demokrasi olarak, çağdaş dünyanın saygı duyulan, güvenilir üyelerinden biri durumuna gelmesi temel amacımızdır. Bu amaca ulaşılmasında büyümenin sürdürülebilir kılınması başta olmak üzere, ekonomik dengelerin kalıcılığının sağlanması kuşkusuz belirleyici rol oynayacaktır. Son yıllarda ülke ekonomisinde sevindirici bulduğumuz gelişmeler yaşanmıştır. Geçtiğimiz yıl büyüme hızı yüzde 9,9'a ulaşmış, kişi başına gayri safi milli hasıla 4172 dolara yükselmiş, cari fiyatlarla ve satın alma gücü paritesine göre kişi başına gayri safi yurt içi hasıla ise 7687 dolar olarak hesaplanmıştır. Kronikleşen enflasyon olgusunun denetim altına alınmasında son yıllarda gözlenen olumlu gidiş, 2005 yılında da sürmüştür. Bu arada işsizlik önemli bir sorun olarak önceliğini korumaktadır. İşsizlik oranının yüksekliği gözönünde tutulduğunda, istihdam olanaklarını artıracak ivedi önlemler alınması gereği ortaya çıkmaktadır. Kamuya kaynak sağlamak amacıyla özelleştirme uygulamalarına ağırlık verilirken, kaynak sağlamanın en önemli aracı olması gereken kayıt dışı ekonominin önlenmesi çabaları da artırılmalıdır. Ödemeler dengesi yönünden büyük önem taşıyan cari işlemlerdeki açığın sürekli artması ve bunun hareket yeteneği yüksek fonlarla finansmanı, ekonomiyi denetim dışı riskler karşısında kırılgan duruma getirmektedir. Ekonomideki olası kırılganlığın nedenlerinden biri de iç ve dış borçlardır. Borçlanma faizlerindeki düşüş olumlu olmakla birlikte borç yükündeki genel artışın önüne geçilmesi, ekonomik istikrarı kalıcı kılmak için zorunludur. Kamu mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesi, tüm Ulusu yakından ilgilendiren bir konu olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Kuşkusuz her siyasal iktidar özelleştirme politikasını, ülke yararına ve hukuka uygun olmak koşuluyla, kendi önceliklerine göre belirleyecektir. Ancak, bu süreçte, özelleştirilen her işletme ve varlıkta tüm yurttaşların katkısı bulunduğu dikkate alınarak, kamuoyunun haklı duyarlılıkları üzerinde titizlikle durulmalı; ülke yararına uygun olmasına ve Òsosyal hukuk devletiÓ niteliğinin zedelenmemesi için gereken önlemleri içermesine özen gösterilmelidir. Burada yeri gelmişken, ulusal kalkınma sürecinde tarihsel bir görevi yerine getiren kimi kuruluşlarımızın özelleştirilseler de, Ulusumuz için tarihten silinemeyecek kadar önemli ve değerli olduklarını anımsatmak istiyorum. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle kimi stratejik kurum ve kuruluşların özelleştirilmesinde daha özenli hareket edilmesi, özelleştirmenin yabancılaştırmaya dönüşmemesi ve gerçek değer üzerinden yapılması, yeni teknoloji, yeni yatırım ve yeni istihdam olanakları yaratılması gerektiği açıktır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki az gelişmişlik sorununun giderilmesine ilişkin gereklerin, alınan önlemlere karşın özel kesimce yerine getirilmemesi ya da yetersiz kalması durumunda Devlet'e görev düşeceği unutulmamalıdır. Sonuçta hepimiz, Türkiye'nin tüm bireyleriyle mutlu, huzurlu, güçlü bir ülke olmasını amaçlıyoruz. Ekonomiyi, dengeleri oturmuş, istikrarlı bir yapıya kavuşturmadan, güven ortamını kalıcı kılmadan bu amaca ulaşılamayacağının bilincindeyiz. Türkiye, güçlü ekonomisiyle Avrupa Birliği'nin vazgeçemeyeceği bir ülkedir. Böyle bir ekonomik yapıya sahip Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne güç katacağı açıktır. Avrupa Birliği ülkelerinin bu durumu dikkate alacağını umuyoruz. Üzerinde özenle durulması gereken kimi sorunları bulunmakla birlikte, Türk ekonomisinin son yıllarda gösterdiği olumlu gelişmeleri mutlulukla karşılıyor, geleceğe iyimserlikle bakmamızı sağlayan bu gidişin sürmesini, toplumun tüm kesimlerinin yüzünü güldürmesini diliyoruz. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Her yıl üzerinde durduğumuz yolsuzluklar konusu, yıllardır çözüm bekleyen toplumsal bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Uluslararası Saydamlık Örgütü'nün yayımladığı 2005 Küresel Yolsuzluk Raporunda Türkiye 146 ülke arasında 77. sırada gösterilmektedir. Yolsuzlukların önlenmesinde yasama, yürütme, yargı organlarına, basına, kamu görevlilerine ve tüm yurttaşlarımıza önemli görevler düşmektedir. 9 Ekim 2003 günlü, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Yasası'nın sağladığı olanaklar basın kuruluşları için yolsuzluklar konusunda yeni ufuklar açmıştır. Ancak, belirtmek isterim ki, basın bu görevini yerine getirirken, kimsenin yargı kararıyla kesinleşmedikçe suçlu sayılamayacağı ilkesine saygılı davranmalıdır. Yolsuzluklarla savaşımda başarıya ulaşılabilmesi için; - Yasama, yürütme ve yargı organlarının yolsuzlukları önleme konusunda ortak bir istenç ortaya koyup, kararlı bir tutum sergilemesi, - Denetimin yansız ve bağımsız, kuralların akılcı ve açık, yönetimin saydam olması, - Yetkililerin yolsuzluklar üzerine gecikmeden ve ayrım yapmaksızın gitmesi, - Değişik alanlarda sıkça kabul edilen af yasalarıyla yaptırımların caydırıcı etkisinin zayıflatılmaması, - Yasama dokunulmazlığına ve kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin kuralların yeniden düzenlenmesi, - Erdemli kimseler yerine, kişisel çıkarlarını ön planda tutanların önemli makamlara yükselmesine olanak verilmemesi, - Toplumsal yararın ve etik değerlerin, kişisel çıkarların üzerinde olduğunu öngören bir anlayışın yaygınlaştırılması, - Dürüstlük, yurt sevgisi, yurttaşlık bilinciyle donatılmış kuşakların yetiştirilmesi, gerekmektedir. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Bir ülkenin gerçek zenginliği insan kaynağıdır. Yüzyılımızda dünya, insanı temel alan bilgi ekonomisine geçiş sürecine girmiştir. Bunun ayırdında olan ülkeler kalkınma ivmesini hızlandırabilmektedir. Eğitim, insan kaynağının ülkeye ve insanlığa yararlı duruma getirilmesinde baş etmendir. Eğitim düzeninin insanımızın yeteneklerini geliştirecek biçimde sistemleştirilmesi temel amaç olmalıdır. Bireylerin farklılaşan yaşam koşullarını ve dünyadaki değişimleri dikkate alan çağdaş eğitim, toplumsal gelişimin itici gücünü oluşturmaktadır. Anayasamızda eğitim ve öğretimin, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devlet'in gözetim ve denetimi altında yapılacağı; bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yeri açılamayacağı öngörülmüştür. Eğitim ve öğretimin temel işlevi, toplumu çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmek olmalıdır. Bu amaca, Cumhuriyet'in temel değerlerini özümsemiş, ülkesine karşı sorumluluklarının bilincinde, çağdaş bilim ve teknolojiyle donanımlı, bilgi toplumuna uyum ve katkı sağlayabilecek yurttaşlar yetiştirmekle ulaşılacaktır. Temel eğitim ve öğretim, kız ve erkek tüm çocuklar için anayasal bir haktır. Devlet bu hakkın kullanılmasına olanak sağlayacak eğitim ortamını hazırlamakla yükümlüdür. Okullaşmanın tamamlanmaması, aile engeli gibi nedenlerle çok sayıda çocuğumuzun zorunlu eğitimden yoksun bırakılması sorununa çözüm bulunmalıdır. Çocuğun okula hazırlanmasına, zihinsel, duygusal ve toplumsal gelişimine önemli katkıları bulunan okul öncesi eğitim yaygınlaştırılmalıdır. Engelli çocuklarımızın yeteneklerinin geliştirilerek, kendi kendilerine yeterli yurttaşlar olarak topluma kazandırılması için gerekli sayı ve nitelikte özel eğitim kurumu açılması konusunda tüm olanaklar kullanılmalıdır. Sayıları hızla artan korunmaya muhtaç çocuklara şefkatle yaklaşılarak, uygun bir eğitim ve sosyal yardım programı ile toplum içinde yerlerini almaları sağlanmalıdır. Türkiye, eğitim alanında Avrupa Birliği ölçütlerine ulaşmayı hedef olarak benimsemiştir. Bu kapsamda, zorunlu öğretim süresinin 12 yıla çıkarılmasının zamanı gelmiştir. Sanayileşen, hizmet sektörleri çeşitlenerek gelişen ekonomilerde, mesleki teknik öğretim önem kazanmaktadır. Mesleki teknik öğretim, çekici duruma getirilmeli, orta öğretimde etkili bir yönlendirme sistemi oluşturulmalı, mesleki teknik öğretim ile sanayi gereksinimi arasındaki denge gözetilmelidir. Mesleki teknik eğitim programları, iş piyasasının gereksinim duyduğu nitelik ve türde oluşturulmalıdır. Gençlerin yüksek öğretime büyük ilgi göstermeleri sevinilecek bir durumdur. Devlet bu eğilimi ülke yararına değerlendirmek üzere hızlı önlemler almalıdır. Üniversitelere gitmek isteyenlerin sayısındaki artış ek kapasite yaratılmasını gündeme getirmekle birlikte, yüksek öğretimde nitelik konusu mutlaka ön planda tutulmalıdır. Yükseköğretim kurumları, ülke kalkınmasına bilimin yol göstericiliğini sağlayarak katkıda bulunmak durumundadır. Bu bağlamda, üniversiteler özellikle bulundukları bölgenin kalkınma sorunlarının çözümünde temel kurumlar olarak işlev üstlenmelidir. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Günümüzde kalkınmanın yanı sıra, dış politikanın da temel ögelerinden biri durumuna gelen enerji, ülkelerin dünyadaki konumunun saptanmasında belirleyici rol oynamaktadır. Ülkemiz enerji sisteminin önündeki en büyük engelin dışa bağımlılık olduğu bilinmektedir. Yapılan hesaplamalar enerjide dışa bağımlılık oranının önümüzdeki yıllarda daha da artacağını göstermektedir. Son zamanlarda aşırı oranda yükselmekte olan petrol fiyatları nedeniyle petrol ve doğal gaza dayalı enerji gereksinimimiz için ödediğimiz tutar hızla büyümektedir. Enerji dış alımının bütçedeki yükünün azaltılması için tüketim ile yerli üretim arasındaki dengesizliği gidermek gerekmektedir. Bunun yolu, bir yandan tüketimde kayıp-kaçak oranını azaltıp verimliliği ve etkinliği artırmak; öte yandan, yerli üretim düzeyini yükseltmekten geçmektedir. Enerji sistemimizin başka bir sorunu da kaynak çeşitliliğinin yeterince sağlanamamış olmasıdır. Enerjide, yerli kaynaklara daha fazla ağırlık veren, dış alım kaynakları arasında dengeli bir dağılımı sağlayan, çevreye uyumlu ve sürdürülebilir bir enerji sistemi ana hedefimiz olmalıdır. Ülkemizin, coğrafi ve jeostratejik konumundan yararlanılarak, enerji üreticisi ülkelerden tüketici ülkelere güvenilir bir geçiş olanağı sağlanması ve küresel boyutta bir enerji merkezinin oluşturulması enerji sorunlarımızın çözümünde büyük önem taşımaktadır. Azeri petrolünün yanı sıra Kazak petrollerinin de dünyaya taşınmasını sağlayacak olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı, Haziran ayında katıldığımız bir törenle açılmış bulunmaktadır. Ceyhan'dan ilk dolumun kısa bir süre içinde yapılması tasarlanmaktadır. Türkiye, 1990'ların başında öncülüğünü yaptığı bu tasarının yaşama geçirilmesinden büyük kıvanç duymaktadır. Doğu-Batı Enerji Koridoru kapsamındaki diğer önemli tasarı olan Bakü-Tiflis-Erzurum arasındaki Şahdeniz Doğal Gaz Boru Hattı da 2006 sonunda yaşama geçirilecektir. Bu proje de Avrupa Birliği'nin kaynak çeşitlendirmesine yönelik stratejilerine büyük katkı sağlayacaktır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Bir ülkenin gönenç ve güvenliği, çevresindeki ülkelerin gönenç ve güvenliği ile bağlantılıdır. Günümüzde Soğuk Savaş döneminden kalma konvansiyonel ağırlıklı savunmaya dayalı tehdit anlayışı yerine, güvenliğe dayalı yeni bir tehdit anlayışı egemen olmuştur. Ekonomik güç, ulusal güvenlik politikalarında giderek merkezi bir öge durumuna dönüşürken iç ve dış politikalar da gittikçe artan bir biçimde birbirinden ayrılmaz duruma gelmektedir. Artık, küresel ekonomi ve küresel güvenlik, birbirini tamamlayan iki önemli kavram olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'nin ulusal güvenlik, dış, iç, ekonomik ve ulusal savunma politikalarının birbirine bağımlı, uyumlu ve eş güdümlü yürütülmesi gerekmektedir. Dinsel konular ve eğitim gibi duyarlı ulusal güvenlik konularının, günlük siyasetin üstünde kalması zorunludur. Ulusal güvenlik, her şeyden önce kendi sorumluluğumuzdur. Türkiye, güvenliği için gerekli gördüğü önlemleri alma hakkına sahiptir. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Atatürk'ün deyişiyle "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir." Atatürk'ün ulusçuluk anlayışı, akılcı, çağdaş, uygar, ileriye dönük, demokratik, toplayıcı, birleştirici, insancıl ve barışçıdır. Bu anlayış, Anayasa'nın çeşitli kurallarına yansıtılmıştır. Her şeyden önce, Anayasa'nın ikinci maddesinde, "Atatürk milliyetçiliğine bağlı"lık Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında sayılmıştır. Anayasa'nın başlangıç bölümünde, - Türk Ulusu'nun, "dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi" olduğu vurgulanmış, - Atatürk'ün "yurtta barış, dünyada barış" ilkesine yer verilerek, Atatürk ulusçuluğunun yayılmacı ve saldırgan bir görüş olmadığı belirtilmiş, - Türk yurttaşlarının ulusal gurur ve övünmede, ulusal sevinç ve kederde ortak olduğu belirtilerek, ulus tanımındaki ögeler yinelenmiştir. Bu kurallara göre, Atatürkçü ulusçuluk, ırk, dil, din gibi kavramlara değil, yazgı, kıvanç, tasa ortaklığına, birlikte yaşama isteğine bağlı ulusçuluk anlayışına dayanmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak Anayasa'nın 66. maddesinde, Türk Devleti'ne yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu vurgulanmıştır. Atatürk ulusçuluğu ırkçı değildir; ulusal sınırlar içinde yaşayan, Ulus ve ülkenin bütünlüğü için yazgı birliği yapan herkesi Türk Ulusu'ndan saymaktadır. Atatürkçü düşüncede "birlik", ulusal devletle sağlanmış ve ulusçuluk ilkesi bu birliği pekiştiren en önemli öge olarak görülmüştür. Atatürk ulusçuluğu, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını korumayı ve Türk Ulusu'nu çağdaşlaştırmayı amaçlamıştır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Terörizm, bugün ulaştığı küresel boyutla, dünya barış ve istikrarına yönelik birincil tehdit konumuna yükselmiştir. Terörün, coğrafyası, dini ya da milliyeti yoktur. Hiç kimse bu tehditten uzak değildir. Terörizmin hedeflerinin bireysel düzeyden artan ölçekte kitle imha düzeyine dönüşmesi, kaygılara yol açmaktadır. Bugün, terörizme karşı küresel bir savaşım verilmektedir. Bu savaşımın başarısı; uluslararası azim, güç ve kararlılığın sürdürülmesi, özgürlük ve demokrasinin yayılması, hukukun üstünlüğü çerçevesinde karşılıklı iş birliği ve destek içinde hareket edilmesi, teröre karşı ayırımcı davranılmaması ile bağlantılıdır. Terörden uzun yıllar zarar görmüş ve binlerce yurttaşını terör yüzünden yitirmiş olan Türkiye, amacı ne olursa olsun ve kimler tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, terörün her türlüsüne karşı çıkmakta ve bu eylemleri nefretle kınamaktadır. Terör örgütü PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığını sürdürmesi Türkiye yönünden kabul edilemez bir durumdur. Bunun Irak ve Amerika Birleşik Devletleri Yönetimleri'nce iyi bilindiği düşüncesindeyiz. Kendi sınırlarımız içinde gerekli önlemleri kararlılıkla almaktayız. Bununla birlikte, bu terör örgütünün tümüyle yokedilmesi için Irak'taki ögelerinin de temizlenmesi gerekmektedir. Bu konudaki kaygılarımızın ilgili taraflarca dikkate alınmasını beklemekteyiz. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin çeşitli kararları, terörle savaşımda yardım, destek ve işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Terör Örgütü, sözde legal ve siyasal alanda savaşımı ön plana çıkarmış, ancak, silahlı ögelerden ve eylemlerden vazgeçmeyen yeni bir strateji uygulamaya başlamıştır. Yürütmekte olduğu etkinlikler, Örgütün, isim değişikliği ve eylemlerin çeşitli adlarla üstlenilmesine karşın, terörist kimliğinden ve Türkiye'nin tekil devlet yapısını ve anayasal düzenini hedef almaktan vazgeçmediğini göstermektedir. Türkiye teröre karşı gerekli önlemleri almayı kararlılıkla sürdürecektir. Türkiye'nin tekil devlet olma yönündeki ulusal uzlaşması, Kurtuluş Savaşımız sırasında oluşmuştur. Cumhuriyet tarihi içinde gelişmiş ve Anayasamızın temeli olmuş bu seçimin hiçbir etkenle değiştirilmesi ya da zedelenmesi kabul edilemez. Devlet'in dili, bayrağı, nitelikleri, sınırları ve Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik hakları her türlü tartışmanın dışında ve üstündedir. Bunların korunması da Devlet'in hakkı ve görevidir. Hiçbir devletin kendi anayasal düzeninin yıkılmasına ve ülkesinin bölünmesine hoşgörüyle yaklaşmasına olanak yoktur. Türkiye'nin tekil devlet yapısının, ulusal birlik ve beraberliğimizin korunacağından kimse kuşku duymamalıdır. Terörle savaşımda hedeflenen sonuçlar alınana kadar aralıksız, kararlı ve eşgüdümlü çabaların sürdürülmesi, terörün yarattığı ekonomik ve toplumsal yıkımlardan etkilenen bölgelerimizin sosyo-ekonomik farklılıklarının ortadan kaldırılması ve terörü yaratan iç ve dış kaynakların kurutulması amacımız olmalıdır. Ülkemizin güvenliği ve esenliği için yaşamsal önemde görev yapan tüm güvenlik güçlerimizi gururla ve beğeniyle kutluyor, halkımızın terörle savaşıma her zaman sağladığı destek için şükranlarımızı sunuyoruz. Ayrıca, teröre karşı savaşımda kaybettiğimiz şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi gönül borcuyla anıyoruz. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Din istismarını temel araç olarak kullanan ve toplumumuzun Cumhuriyet döneminde elde ettiği tüm çağdaş kazanımları yok etmeyi hedefleyen irticai hareket; anayasal düzenimiz için öncelikli tehdit olma özelliğini sürdürmektedir. Toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomi alanlarında giderek yaygınlaşan din istismarcılığı bir yandan anayasal düzenimize ve demokratik gelişimimize, öte yandan İslam dinine büyük zarar vermektedir. Türkiye'nin ülkedeki irticai tehdide karşı en büyük güvencesi laik düzenidir. Atatürk devrimlerinin özü, ulusal birliğimizin temeli ve toplumsal barışın en önemli güvencesi olan laiklik, çağdaşlaşma çabalarımızın temelini oluşturmakta, yurttaş olmaktan ulus olmaya kadar duygu ve düşüncede, yönetim ve yaşamda çağdaş tutum, bilimsel yöntem ve akılcı yaklaşımı öngören bir dünya görüşünü ve yaşam biçimini göstermektedir. İrticaya karşı savaşım, temel dayanağını ve gücünü Anayasa ve yasalardan, Ulusumuzun çağdaş değerler ve uygarlık yönünde gelişme kararlılığından almaktadır. Bu kararlılık karşısında, karanlık düşüncelerin esin kaynağı olduğundan kuşku bulunmayan kimi çabaların başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Ülkemiz üç kıtanın birleştiği, Akdeniz ve Karadeniz gibi iki önemli denizi birbirine ve dünyaya bağlayan su yollarını kontrol eden, Orta Asya ve Orta Doğu enerji kaynaklarının dünya pazarlarına açıldığı noktada yer alan bir coğrafi konumdadır. Ulusal ve uluslararası güvenliği etkileyen çok yönlü tehdit ve risklerin oluşturduğu istikrarsız bir bölgede yer alan Türkiye'nin kalıcılığını, toprak bütünlüğünü ve ulusal çıkarlarını korumak üzere, iç ve dış tehditleri karşılayabilecek, caydırıcı ve dış politikayı destekleyen yeterli bir silahlı gücü elde bulundurması gerekmektedir. Değişen dünya koşulları ve ortaya çıkan yeni görevlerin özellikleri gözetilerek Silahlı Kuvvetlerimizin günün gerektirdiği modern ve etkin yapıyı sürdürmesi zorunludur. Silahlı Kuvvetlerimizin güçlü durumda tutulması, ulusal güvenliğimiz yönünden büyük önem taşımaktadır. Türkiye'nin bölgesel güç durumunun pekiştirilmesi için, Türk savunma sanayiinin, Silahlı Kuvvetlerin gereksinimlerini yeterli ölçüde karşılayacak olanak ve yeteneklere sahip olması yaşamsal önemdedir. Türk Silahlı Kuvvetleri, yüksek disiplini ve özverisi ile Cumhuriyet'in güvencesi olarak görevinin başında, yüce Ulusu'nun hizmetindedir. Silahlı Kuvvetlerimiz, ulusal birlik, kardeşlik ve bütünlüğümüzü perçinleyen bir ögedir. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Dünyada olumlu ve olumsuz gelişmelerin bir arada gerçekleştiği hızlı bir küresel değişim döneminden geçiyoruz. Ülkemiz, küresel ölçekteki sorunların çözümü amacıyla gösterilen çabalara destek vermekte, terörizme karşı yürütülen savaşımda önemli bir rol oynamakta, bölgesinde barış ve istikrarın yeniden kurulması konusundaki çalışmalara etkin katkı yapmaktadır. Büyük potansiyeli olan bölge coğrafyasının aynı zamanda istikrarsızlık ve çatışmalarla gölgelenmiş olması, Türkiye'nin çok boyutlu, dengeli ve canlı bir dış politika izlemesini daha da gerekli kılmaktadır. Gerçekçilik, barışçılık, tutarlılık, sağduyu ve uluslararası hukuka saygı ilkeleri çerçevesinde uygulanan dış politikamız, aynı zamanda çağdaş değerleri paylaşan ve yaymayı amaçlayan bir özellik taşımaktadır. Ekonomik ve askeri gücümüz, çağdaş devlet yapımız, sorunlar karşısında sergilediğimiz çözümden yana yaklaşımlar, ülkemizin uluslararası alanda önemli bir oyuncu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 2005 yılı içinde yaşadığımız deneyimler, önümüzdeki dönemde ulusal birlik içinde davranmaya her zamankinden daha çok gereksinim duyduğumuzu göstermektedir. Sözlerine bağlı kalan, izlediği politikayla, çevresinde ve uluslararası ortamın genelinde barış, istikrar ve gönencin egemen kılınmasına katkıda bulunan ülkemiz, bir kez daha kendi dışında gelişen bunalımların olumsuz etkileriyle başetmek durumundadır. Türkiye, her şeye karşın, sağduyuyla ve akılcı yaklaşımla, önünde bulunan zor dönemi başarıyla geçecek, bulunduğu bölgede ve ötesinde, barış, güvenlik ve istikrarın sağlanması ve korunmasına yönelik çabalarını sürdürecektir. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Avrupa-Atlantik bağlantısı, Türk dış politikasının önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Bu çerçevede, Avrupa Birliği üyelik süreci, Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkiler ve NATO içindeki yerimiz geleneksel olarak dış politika gündemimizin ilk sıralarında yer almaktadır. Avrupa Birliği'ne üyelik sürecimiz konusunda yaşanan gelişmeler son aylarda ulusal ve uluslararası kamuoyunun ilgi odağı durumuna gelmiştir. Avrupa Birliği Anayasası, geçtiğimiz Mayıs ve Haziran aylarında Fransa ve Hollanda'da yapılan halkoylamalarında onaylanmamıştır. Yine, Haziran ayında yapılan Avrupa Birliği Konseyi sırasında mali yaklaşım konusunda anlaşmazlık yaşanmıştır. Avrupa Birliği içindeki kimi ülkelerin bir akıl karışıklığı yaşamış olmalarını olağan karşılıyoruz. Bu gelişmelere karşın Avrupa Birliği liderleri, Haziran Doruğu sonunda yayımladıkları bildiride, genişleme konusunda Aralık 2004 Doruğu kararının tümüyle uygulanması gereğinin altını çizmişlerdir. Avrupa Birliği, çağımızın en başarılı siyasal ve ekonomik bütünleşme girişimlerinden biri olarak aynı zamanda bir istikrar ve barış alanını temsil etmektedir. Bu birliğin, belirli bir coğrafyayla sınırlanmayan küresel bir değer olabilmesine Türkiye'nin üyeliğinin yapacağı katkılar açıktır. İki gün sonra, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik için görüşmelere resmen başlaması öngörülmektedir. Görüşmelere başlanmasına bu kadar kısa bir süre kalmış olmasına karşın, kimi noktalardaki belirsizlik sürmektedir. Bu aşamaya gelmek kolay olmamıştır. Bundan sonrasının da kolay olmayacağını belirtmek gerekir. Türk Ulusu, Avrupa Birliği yolunda ek koşullar dayatılmasını ve ülkemize karşı ayrımcılık yapılmasını kabul etmeyecektir. Bu konudaki yersiz duraksamaların ve kimi ülkelerdeki iç politika kaygılarından kaynaklanan yaklaşımların sona erdiğini görmek istiyoruz. Avrupa Birliği'nin kimi organlarında Türkiye'ye karşı sergilenen olumsuz duygular ve önyargılar sonucu alınan kararlardan üzüntü duymamak olanaksızdır. Ancak başlayan süreç, geri dönülmez bir aşamaya gelmiştir. Türkiye, Avrupa Birliği'ne üye olmaya kararlıdır ve bu süreci ulusal çıkarlarını ve ulusal onurunu koruyarak tamamlayacaktır. Bu sürecin geciktirilmesi, Türkiye'den çok Avrupa'nın kaybıdır. Çünkü Türkiye, ilerlemesini ve Ulusu'nun yaşam kalitesini yükseltme ülküsünü, uygarlık ve çağdaşlık çizgileri içinde sürdürmeye kararlıdır. Ünlü bir yazar, "Dünyadaki hiçbir güç, zamanı gelmiş bir düşünceden daha güçlü değildir" demişti. Şimdi, geniş ufuklu ve geniş ufuklara yürüyebilen bir Avrupa'nın zamanıdır. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin bu gerçeği görerek davranmalarını bekliyoruz. Tüm Avrupa Birliği üyesi ülkelere buradan çağrıda bulunuyorum: Çağdaş ve evrensel değerleri esasen benimsemiş olan Türkiye, üyelik yolunda üzerine düşen sorumlulukları içtenlikle yerine getirmiştir. Avrupa'nın önüne önyargılardan oluşan bir duvar örmenin hiçkimseye yararı yoktur. Bizim önümüze konacak her yeni engel, gerçekte Avrupa'nın önünü kapayacak bir duvarın taşları olacaktır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Avrupa Birliği üyeliği kadar önem verdiğimiz bir başka temel alan da, Amerika Birleşik Devletleri'yle ilişkilerimizdir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'yle ilişkilerimiz birbirini tamamlayan iki değerli parçayı oluşturmaktadır. Türkiye ile Amerika, ortak görüşleri doğrultusunda birçok alanda birbirine katmadeğer sağlayabilecek konumdadırlar. Bu bağlamda, özellikle bölgemize ilişkin konularda izlenecek yöntemlerle ilgili kimi zaman oluşabilecek görüş ayrılıkları, genel hedefe ilişkin bir ayrılığı göstermemektedir. İlişkilerimiz, güçlü bir ortaklığın gerektirdiği tüm ögeleri yapısında barındırmaktadır. Nitekim, terörle savaşımdan Arap-İsrail anlaşmazlığının çözümlenmesine, Kafkaslar ve Orta Asya'da istikrarın sağlanmasından Kıbrıs sorununun çözümüne dek birçok konuda ortak anlayışla davranmaktayız. NATO, Türkiye ile Amerika arasındaki işbirliğinin önemli köşe taşlarından biridir. Türkiye, 1952 yılından bu yana üyesi bulunduğu Kuzey Atlantik Paktı'nı, kendisinin de ayrılmaz bir parçası olduğu Atlantik-ötesi ve Avrupa-Atlantik güvenliğinin dayanağı olarak değerlendirmektedir. NATO, Soğuk Savaş sonrası ortamın gerçeklerine kendini uyarlama bilinci içinde, günümüzÊgüvenlik ortamının gereklerini karşılamadakiÊ yeteneğini açıkça sergilemektedir. NATO'nun daha etkin yapı ve işleyişlere yönelik iç düzenlemeleri de ayrıca övgüye değerdir. Yeni üyelerin katılması, aynı zamanda özgür ve birleşik bir Avrupa'nın oluşturulmasına yönelik ortak amaca ulaşılmasına katkı sağlamaktadır. Türkiye, Avrupa'nın güvenlik alanında sağlamaya çalıştığı gelişmeyi tutarlı ve bütüncül bir yaklaşımla desteklemeyi sürdürmekte; bu gelişmenin NATO'nun Atlantiğin her iki kıyısı için sağladığı kazanımları aşındırmadan sürdürülmesine önem vermektedir. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Karadeniz'den Kafkaslar'a ve Orta Doğu'ya uzanan bölgede olumlu değişimi özendiren Türkiye, gerginlik ve çatışma yerine, işbirliğine olanak tanıyan bir ortam yaratmayı amaçlamaktadır. Komşularımızla ilişkilerimizde istikrar ve uyum temel oluşturmaktadır. Yunanistan'la ilişkilerimizi karşılıklı saygı, güven ve dostluk temelinde geliştirme yönünde istencimiz bulunmaktadır. Yunanistan'ın da bu yöndeki istencini açık biçimde sergilemesini ve diyalog ortamının korunması yolunda içten çabalarını sürdürmesini diliyoruz. İlişkilerimizdeki gelişmelerin, ikili sorunların çözüme kavuşturulması yönünden de kolaylaştırıcı bir ortam yarattığını düşünüyoruz. Böyle bir gelişme, yalnızca Türkiye ve Yunanistan için değil, bölge için de yararlı olacaktır. Kıbrıs konusunda Türk tarafı, çözüm yönünde özverili çabalar göstermiştir. Buna karşılık Rum tarafı, kendi yöneticilerinin yönlendirmesi doğrultusunda, Annan Planı'nı ve onun ardında yatan soruna kalıcı çözüm düşüncesini reddetmiştir. Buna karşın, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin, Avrupa Birliği üyeliğini Türkiye'ye karşı bir yaptırım gücü olarak kullanmasına izin verilmesi, Kıbrıs Türk halkı üzerindeki yalıtılmışlığın sürmesi insaf ve hakkaniyetle bağdaşmamaktadır. Gelinen noktada, Rum tarafının çözüm konusunda istekli olmadığını görüyoruz. Bunun tek nedeni, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin çözümsüzlüğün bedelini ödemek zorunda bırakılmaması ve çözüme zorlanmamasıdır. Avrupa Birliği üyeliği bunun en somut örneğidir. Türkiye, Balkanlar'da istikrarın korunmasına büyük önem vermektedir. Kimi Balkan ülkelerinin yeniden yapılanma ve gelişme çabalarına yönelik desteğimizi, bölgedeki barışı koruma görevlerine ve çok taraflı oluşumlara katkıda bulunmayı sürdüreceğiz. Balkanlar'daki soydaşlarımızın, bölge ülkeleriyle aramızda yalnızca bir dostluk köprüsü oluşturmakla kalmayıp, ülkelerinin gönenci doğrultusunda çalışan yurttaşları olarak, hoşgörü ve kardeşçe yaşama bilincinin geliştirilmesine önemli bir katkı yaptıklarına inanıyoruz. Batı Trakya'daki soydaşlarımızın sorunlarının çözümü yolunda, Yunanistan hükümetinin de, tarihsel ve hukuksal sorumluluğunun bilinci içinde davranacağını umuyoruz. Kuzey komşumuz Rusya Federasyonu, Avrasya bölgesinin kilit ülkelerinden biridir. Karadeniz bölgesinin iki önemli ülkesi olan Türkiye ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler,Êson dönemde her alanda bir atılım içine girmiştir. Karşılıklı olarak ticaret ve turizm alanında yaratılan potansiyel dikkat çekicidir. Ülkelerimiz arasında gerçekleşen üst düzey ziyaretler, ikili,ÊbölgeselÊve uluslararası politikalar yönünden ilişkilerin daha da derinleştirilmesine katkı sağlamaktadır. İlişkilerimiz, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin'in Aralık 2004'de ülkemizi resmi ziyareti sırasında imzalanan ÒOrtak DeklarasyonÓda da belirtildiği gibi, ikili işbirliğinin geliştirilmiş çok boyutlu ortaklık düzeyine çıkarılması hedefi doğrultusunda ilerlemektedir. Türkiye ve Rusya arasında sağlam ve kalıcı bir işbirliği, dünya ve bölge barış, istikrar ve gönencinin önemli bir ögesini oluşturmaktadır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Çok yönlü dış politikamızda Avrasya boyutu da önemli bir yer tutmaktadır. Enerji ve ulaştırma koridorlarının oluşturulması yoluyla Avrupa ve Asya'nın birleşmesi ve ekonomik büyüme için yeni bir ivme yaratılması, Türkiye'nin Avrasya'ya bakışının temelini oluşturmaktadır. Güney Kafkasya bölgesine komşu olan Türkiye'nin, bölge halklarıyla yakın siyasal, ekonomik, toplumsal, tarihsel ve kültürel bağları bulunmaktadır. Türkiye'nin Güney Kafkasya'ya yaklaşımı, bölgedeki üç ülke olan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ın tümünün katkılarıyla kapsamlı bir işbirliğinin yaşama geçirilmesi isteğini yansıtmaktadır. 1991 yılında bağımsızlıklarını ilan etmelerini izleyen dönemde her üç ülkeyi de ayırım yapmaksızın tanıyan Türkiye, izleyen yıllarda Azerbaycan ve Gürcistan ile yakın ilişkiler kurmuştur. Kardeş ülke Azerbaycan'ın esenliğe ulaşmasında, çalkantılı bir dönemi geride bırakan komşu Gürcistan'ın da sorunlarını sağduyu içinde, demokratik yollardan aşmasında, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da desteğimizi sürdüreceğiz.Ê Ermenistan'ın ise komşularıyla ilişkilerine, uluslararası hukukun temel ilkeleri ve iyi komşuluk çerçevesinde yaklaşma konusunda duraksama göstermesi, bugüne kadar anılan ülke ile ilişkilerimizin geliştirilmesine engel oluşturmuştur. Yukarı Karabağ ve Abhazya gibi donmuş sorunlar, Güney Kafkasya'da barış ve istikrarın önündeki başlıca engellerdir. Bu sorunların barışçı yöntemlerle çözümü, bölgede siyasal istikrarın kurulmasına en büyük katkıyı sağlayacaktır. Türkiye, bu yolda elinden gelen katkıyı yapmaya çalışmaktadır. Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarını işgali sonucunda ortaya çıkan Yukarı Karabağ Sorunu artık çözülmelidir. Minsk Süreci'ne etkin biçimde katkı sağlayan Türkiye, Azerbaycan ile Ermenistan arasında yürütülmekte olan doğrudan ve dolaylı görüşmeler sürecini de, soruna barışçı bir çözüm bulunmasında yararlı olacağı düşüncesiyle, desteklemektedir. Türkiye, Yukarı Karabağ Sorunu'nda her iki tarafın da kabul edeceği bir çözüme destek vermeye hazırdır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Diğer komşularımızla ilişkilerimizin olumlu yönde geliştirilmesi de dış politika önceliklerimizdendir. Bu bağlamda, İran'la ilişkilerimizi içişlerine karışmama, karşılıklı saygı, iyi komşuluk ve ortak yarar temelinde geliştirmeyi istemekteyiz. Komşumuz Irak'ta çok önemli bir dönemece yaklaşılmaktadır. Hazırlanan yeni Irak Anayasası önümüzdeki haftalarda halkoyuna sunulacaktır. Anayasa, bir toplumu oluşturan bireylerin, devletlerinin işleyişine ve ülkelerinin yönetim yapısına ilişkin aralarında vardıkları anlayış birliğinin ve uzlaşının temelidir. Irak'ı ancak din, mezhep ve etnik farklılıklar gözetmeksizin, ülke halkının tümünün benimseyebileceği bir yönetsel yapının parlak bir geleceğe taşıyabileceğini düşünüyoruz. Iraklıların bu zorlu dönemeci başarıyla atlatması en içten dileğimizdir. Irak'ın esenliğe kavuşması, başta komşuları olmak üzere, bölgesi ve uluslararası toplum için büyük bir kazanç olacaktır. Irak'ın karmaşaya sürüklenmesi durumunda, bunun etkileri bu ülkeyle sınırlı kalmayacak, bölgemize de yansıyacaktır. Bu gerçeğin bilincinde olan Türkiye, demokratik, toprak bütünlüğü ve ulusal birliği korunmuş, komşularıyla barış içinde ve gönençli bir Irak hedefi doğrultusundaki tutumunu sürdürmektedir. Başta anayasa çalışmalarına katkı sağlamak ve kendi demokratik yapımıza ilişkin deneyimimizi paylaşmak olmak üzere, Irak'ın tüm kesimleriyle yoğun diyaloğumuz sürecektir. Türkiye, başta Komşu Ülkeler Girişimi olmak üzere, çok taraflı düzeylerde de, bugüne kadar üstlendiği öncü konumunu ve Irak'ın istikrarını, bütünlüğünü temel alan etkin politikalarını sürdürecektir. Irak'ın geleceği yönünden duyarlılık taşıdığını düşündüğümüz bir konu, Kerkük'ün durumudur. Bu ilin geleceğine Iraklıların karar vermesi temel ilke olmalıdır. Bununla birlikte, karmaşık etnik yapısı nedeniyle Irak'ın küçük ölçekli bir modeli olan Kerkük'ü herhangi bir kesimin sahiplenmeye çalışmasının yaratabileceği huzursuzluklar, yalnızca bu il ile sınırlı kalmayacak, Irak'ın geneline yayılan bir etnik kargaşayı ve sonuçları önceden kestirilemeyecek bölgesel istikrarsızlığı tetikleyebilecektir. Dolayısıyla, Kerkük'ün geleceği Türkiye'nin ilgisiz kalamayacağı, önemli bir konudur. Türkmenler, ÒIraklıÓ kimliğine saygı gösteren siyasal bilinçleriyle, Irak'ın geleceğine olumlu katkılarda bulunabilecek bir kesimdir. Onların, bu özellikleriyle Irak'ın yönetiminde uyumlu nitelik ve nicelikte temsil edilmelerini umuyoruz. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Özellikle son bir-iki yıl içinde Orta Doğu coğrafyasında olumlu yönde değişimin artan bir gereksinim olduğuna daha çok dikkat çekilmeye başlanmıştır. Türkiye, her zaman Orta Doğu'da hakça, kalıcı ve kapsamlı bir barışın kök salmasını istemiş ve bu amaca ulaşmak için diyaloğun tek geçerli araç olduğunu savunmuştur. İslam Konferansı Örgütü toplantıları ile diğer bölgesel ve uluslararası etkinliklerde de bu gereksinim tarafımızdan vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, Orta Doğu'da barış ve gönencin egemen kılınması, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, iyi yönetişim ilkelerinin güçlendirilmesi ve pazar ekonomisinin işletilmesi ögelerini içeren bir dönüşümün gerçekleştirilmesi için bölge ülkelerine çağrıda bulunulmaktadır. Bölgede barış ve istikrarın sağlanması tüm bölge ülkelerinin çıkarlarına hizmet edecek ve ekonomik işbirliği olanaklarının geliştirilmesini kolaylaştıracaktır. Uygarlıklar beşiği Ortadoğu'daki barış ve istikrarın stratejik önemi gelecekte daha da artacaktır. Türkiye, başta Filistin-İsrail uyuşmazlığı olmak üzere, bölgedeki sorunların çözülmesi için taraflarca istenebilecek her türlü yardımı yapmaya hazırdır. Çıkış noktamız, barış arayışlarına destek vermek ve uzlaşma çabalarını özendirmektir. Bu nedenle, ilgili taraflarla aramızdaki yakın ve dengeli ilişkilerden bölgenin çıkarları doğrultusunda yararlanma kararlılığımız açıkça ortaya konmuştur. Dostluk ve kardeşlik bağlarımız bulunan Orta Asya ülkeleriyle aramızdaki güçlü ilişkilerin geliştirilmesine de önem vermekteyiz. Bölge ülkelerini ekonomik kalkınma ve demokrasi alanında ilerleme yolunda gösterdikleri çabalarda desteklemeyi sürdüreceğiz. Bu ülkelerde, demokratikleşme ve insan hakları alanında atılan her ileri adım, yalnızca iç huzur ve istikrara değil, uluslararası toplumla bütünleşme çabalarına da katkı sağlayacaktır. Afganistan'ın bizim için tarihe dayanan özel bağlarımızdan dolayı ayrı bir önemi bulunmaktadır. Afganistan aynı zamanda, terörle savaşımın ana cephelerinden biridir. Bu nedenledir ki, iki yıl içinde ISAF'ın komutasını ikinci kez üstlenmenin ötesinde, ülkenin yeniden imarı için de yoğun bir çaba gösteriyoruz. Devletimiz ve özel sektörümüz, Afganistan'da yollar, okullar ve hastaneler yapmakta, ekonomik altyapıyı canlandırmaya yönelik çabalara katkıda bulunmaktadır. Türkiye'nin tarihsel olarak yakın bağları bulunan Afganistan'a vermekte olduğu destek sürecektir. Bu ülkenin yeniden yapılanma sürecindeki yardımlarımızın, aynı zamanda uluslararası barış ve istikrara yapılan bir yatırım olduğunu düşünüyoruz. Dış politikamızda son yıllarda giderek önem ve öncelik kazanan bir diğer konu, yüzyılımızın potansiyel ekonomik güç odağı olarak belirgin bir konuma gelmekte olan Asya-Pasifik bölgesiyle ilişkilerimizin geliştirilmesidir. Japonya ve Çin başta olmak üzere tüm Asya-Pasifik ülkeleriyle ilişkilerimizi gerek içerik, gerek kapsam yönünden geliştirmeyi amaçlamaktayız. Asya'nın Avrupa'ya yeni İpek Yolları ile bağlanmakta olduğu bir dönemde, Türkiye'nin özel coğrafi konumu ve Avrupa Birliği ile ilişkilerindeki gelişmeler, ülkemizi Asya-Pasifik kuşağı için değerli bir ekonomik, siyasal ve kültürel ortak durumuna getirmektedir. Asya ve Avrupa'nın enerji koridorları, demiryolu ve karayollarıyla bağlanması ve yeni bölgesel dinamikler yaratılması yönünden Türkiye'nin işlevi kilit önemde olacaktır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Türkiye, Yüce Atatürk'ün ulusa gösterdiği "barış içinde yaşayan, demokratik, çağdaş ve güçlü Türkiye" hedefi doğrultusunda kararlı ve güvenli adımlarla ilerlemektedir. Ulus'un gönenci ve güvenliği doğrultusundaki ilerlemede varılan hiçbir aşama yeterli değildir. Cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne doğru Türkiye, daha önceki konuşmalarımda da vurguladığım şu hedefler doğrultusunda ilerlemesini sürdürmelidir: - Görüşmelere gecikmeden başlayarak Avrupa Birliği'ne üye olmak, - Bölgesel güç olma durumunu pekiştirmek, küresel güç olma hedefine erişmek, - Sürdürülebilir bir kalkınma ile dünyanın 10 büyük ekonomisi içine girmek, - Bilgi toplumuna dönüşmek ve bilim-teknoloji alanında dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almak, - Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çağın gereklerine ve tehditlere yanıt veren niteliklerini korumak ve daha da güçlenmesini sağlamak. Bu hedefler doğrultusunda Türkiye'nin yolu uzun ve güçlüklerle doludur. Ayrıca, yeniden birincil tehdit olan bölücü terör ve irticanın yarattığı gerginliklerin; toplumun kutuplaşması, iç barışı tehdit etmesi ve ülkeyi yönetilemez duruma getirmesi tehlikelerine karşı duyarlılığımızı artırma ve bunu bir ulusal güvenlik konusu anlayışıyla ele alma durumundayız. Ülkemizin bölünmez bütünlüğünün korunabilmesi ve hedeflerin gerçekleştirilmesi, toplumda geleceğe güven duygularının güçlendirilmesine ve her alanda güçlü olmamıza bağlıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin, çağdaş ve demokratik açılımları özümseyebilen ve elde edilen kazanımları koruyabilen dinamik bir yapıda kurulmuş olması başlıca güvencemizdir. Türkiye'nin belirlediği yön, Atatürk'ün çağdaş yoludur. Türkiye, bütünleşmiş olduğu ve tarihe dayanan sağlam bağlarını sürdürdüğü uygar toplum içinde, önündeki her türlü güçlükleri aşarak hak ettiği yeri alacak, konumunu pekiştirecek, yeni yüzyılın oluşumları içinde daha ileri düzeylere ulaşacaktır. Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri, Ulusal egemenliğimizin, laik ve demokratik rejimimizin temel kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizin gelişmesi ve çağdaşlaşması yolunda büyük reformlar gerçekleştirmiş, tarihimize damgasını vurmuştur. Yüce Meclis aldığı kararlarla, Türkiye'nin istikrarlı, her alanda kalkınan, gönenç düzeyi yüksek, geleceğe güvenle bakan bir ülke durumuna gelebilmesi konusunda inançla çalışmıştır. Türkiye, Yüce Meclisimizin özverili çalışmalarıyla, demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve Avrupa'yla bütünleşme yolunda beğeniyle karşılanan adımlar atmıştır. Bugün dünyamız önemli bir süreçten geçmektedir. Yaşanan değişimleri doğru yorumlayabilen, yeni koşulların gerektirdiği ilerici atılımları gerçekleştiren ülkelerin geleceğe güçlü biçimde ulaşabilecekleri kuşkusuzdur. Bu doğrultudaki istencini ortaya koyan Türkiye, Atatürk ilke ve devrimlerinin yol göstericiliğinde, hedeflerine emin adımlarla yol almaktadır. Başımızı her dönemde dik tutabilmek için yarınlara güvenle bakmalı, koşullar ne olursa olsun umudumuzu korumalı, birlik ve dayanışmamızı güçlendirmeli, ulusal değerlerimize bağlılıkla, karamsarlığa kapılmadan, yurttaşlarımıza güven veren atılımları gerçekleştirmeliyiz. Bu konuda Devletimizin kurumları başta olmak üzere, toplumun tüm kesimlerine görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Yüce Meclisimizin geçmişte ve bugün olduğu gibi, gelecekte de sorumlu ve duyarlı yaklaşımlarla, Türkiye'nin aydınlık geleceğinin kurulmasını amaçlayan tüm girişimlere, çalışmaları ve kararlarıyla öncülük edeceğine yürekten inanıyoruz. Yeni Yasama Yılı'nın Ulusumuza kutlu olması dileğiyle Yüce Meclis'e saygılar sunuyorum." cdet Sezr'in meclis açılış konuşması
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük + Arşiv +
    Bugünün tarihi: 03/05/2025 06:33:17