 |
21/08/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
arkadaşlık mı? arkadaşanı satmak mı? |
Av.Ragıp Atay |
değerli mizah yazarı GANİ MÜJDE ' den ilginç bir yazı:
Kutu'nun şimdiki gibi argo karşılığı keşfedilmemişti henüz. Bu yüzden
olsa gerek yarışmacı, kutu'nun ikinci anlamını bilmeden yalvarırdı Cenk Koray'a:
"Yalvarırım Cenk bey kutumu açın..." Cenk Koray müstehzi bir ifade ile
keserdi sözünü telefondaki yarışmacının. "Siz en iyisi verdiklerimi alın
gidin. Kocanız kutunuzu açtım diye kızabilir."
"Kızmaz kızmaz... Kutumu açın noolur?"
Sonunda kutu açılsa ve içinden hiçbir şey çıkmasa bile Cenk abi mutlaka
bir hediye verir, alkışlar arasında gönderirdi yarışmacıyı.
Halit Kıvanç, Bülent Özveren son derece kibar üsluplarla soruları sorar,
bırakın bilemeyince "Aranızda burada olmak yerine çocukların
ansiklopedilerini biraz daha karıştırsaydım diyen var mı" sözüyle
azarlamayı, yarışmacıdan çok üzülürlerdi kaybedenin ardından.
Yarışmacılar da olimpiyat ruhu içinde yarışır, diğerinin kellesini
istemek yerine klişeleşmiş şu saf ama içeriği çok zengin cümleyi kurarlardı:
"Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim."
* * *
Zaten bu kadar acımasız değildi hayat... "Yarin yanağından gayri" herşeyi
paylaşmak üzere yola çıkmış ve 12 Eylül'de üzerlerinden buldozer geçmiş
insanlar, kapitalizmin "En zayıf halkayı derhal gönderin" felsefesi ile
tanışmamışlardı henüz. Arkadaşının adını vermemek için falakalarda
ayaklarını parçalamış bu kuşak, "Kim gitsin" yarışmalarında oraya birlikte
geldiği arkadaşının adını bülbül gibi şakıyarak gönderen kuşağa en az on
namus yılı uzaktaydı. Yere düşeni omuzuna alıp güvenli bir yere götürmek
üzere biçimlenmişti hayatın gen haritası.
Hayat masumdu, televizyonda Ali Riza Binboğa "Yarınlar bizim" diye
haykırıyordu ve komşusu açken tok yatanların gözüne uyku girmiyordu kolay kolay. Odun kömürü yanıyordu teneke sobalarda, doğalgaz değil.
Ve mangal gibi yürekleri vardı insanların...
* * *
"Siz bu yarışmaya ne kadar ahmak olduğunuzu görmek için mi katıldınız
kuzum" denilen yıllara nasıl gelindi bilmiyorum ama, yarışmalarda ilk
aşılanan sey oldu "arkadaşını satmak. " Biri bizi gözetliyor evinde sana
bir gün önce fırında balık yapan arkadaşını elemek zorunda kalmıyor musun?
Oda arkadaşlarından ayrılmamak için ölüme yatmış yüzlerce gence karşılık, oda arkadaşını göndermiyor musun ilk fırsatta...
Kim gitsin sorusuna yan masada çalışan arkadaşının ismini vererek
gönderen zavallı, yarın aynı arkadaşı işten atıldığında patronun karşısına
dikilip "O gidiyorsa ben de gidiyorum" diyebilir mi? "En zayıf halka"
olarak mesai arkadaşını gönderen zihniyetin grevle, toplu sözleşme ile
emeğinin hakkını araması beklenebilir mi?
Belki de bu yüzden var "nezih" yarışmalar.
Kapitalizmin aziz şerbetini şırınga ile veriyorlar azar azar,
kader bize ne yazar şarkısı eşliğinde... Yarışmalardan kendileri kadar biz de etkilenelim istiyorlar. Medya Tava sitesinde okudum çünkü. Bir şirket Ankara bürosu çalışanlarına sormuş: "Aranızdan iki kişiyi atıcaz ama bu kararı siz verin istiyoruz. Kim gitsin?" Artık masum değildir hayatlar.
"Yoksul olabilirim ama boğazımdan haram lokma geçmedi ve seni seviyorum Neriman" diyalogları yazılmıyor televizyon dizilerinde. "Benim memurum işini biliyor" diyor toplum. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için
diyen küçük burjuva romantiklerinin sesi de "baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" misali taş plaklarda kaldı.
CD playerler taş plakları okumuyor artık. "Yarışmacı arkadaşlara
başarılar dilerim" diyen kuşaktan eser kalmadı. Yurdum şimdi de Basra
üzerinden gelen alçak basıncın etkisinde. Kış iyice bastırdı
________________________________________________
|
Av.Tayfun Eyilik |
Dost
Genç adamın biri,
Dermiş babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost, hakikisi
Belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...
Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...
Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala.
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'.
Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta.
Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna,
çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuval,
hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,
Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.
evlat geriye döner.
Ama içten yıkılır...
Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der.
Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim.
Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.
Geçerler arka bahçeye.
Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak.
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...
Genç adam gelir babasına;
'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha.
Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi.
Sonra gel olanları anlat bana...'
Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!
Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana, biz satmayız
Sarımsak tarlasını böyle iki tokada'!
|
trip |
hayatta zor olan dost için ölmek degil; zor olan ugruna ölünebılecek dost bulmaktır.... |
Bugünün tarihi: 21/08/2025 01:25:20 |