commodore1tr |
Modern yaşamın başımıza sardığı en büyük dertlerden
birisinin 'çocukların anne babalarına
uyguladığı terör' olduğuna inanıyorum. Etrafımda
(kendim dahil) bu terörden mustarip pek çok anne
baba var. Hele anneler çocukları tarafından öyle bir
sıkıştırılıyorlar ki çoğu farkında bile olmadan
depresyona giriyor. Geçenlerde uyku bozukluğu, sabah
yorgunluğu, endişe hali ve kolay ağlama şikayetleri
ile gördüğüm hastama 'Sizi üzen, sıkan önemli bir
sorununuz mu var?' diye sorduğumda 'İki küçük
çocuğum var...' diye cevap verdi... Öyle acınacak
bir halleri vardı ki anlatamam... Yanındaki kocası
da başını salladı, iki küçük çocukları var ya
'Depresyona girmek için daha ne olsun doktor bey...'
der gibiydiler.
Şurası bir gerçek ki bizim ülkemizde doğumla
birlikte ailenin yaşamı baştan aşağı değişerek
'bebeğin rahatını sağlama' üzerine kurulu yeni bir
dönem başlıyor. Bebeklik dönemi boyunca, anne
babanın kendileri için vakit ayırmaları en büyük
yasak, en büyük vicdan azabı... Çoğu annede muazzam
bir sahiplenme duygusu; televizyonda izlediğimiz
Amazon belgesellerindeki yavruları boyunlarına asılı
maymunlar gibi nerdeyse çocuklarını hiç
kucaklarından indirmeyecekler. Bir de işin ekonomi
boyutu var. Doğumla birlikte, çocuğun ihtiyaçları
bir daha hiç geriye düşmemek üzere aile bütçesinin
en önüne yerleşiyor; çeşit çeşit biberonlar, bebek
arabaları, pusetler, kucaklıklar, sırtlıklar,
arabaya konan ayrı, arka koltuğa ayrı... Ya çocuk
bezlerine ne demeli... Banlısı bantsızı, sızdıranı
sızdırmazı, yumuşağı ipek gibisi... Bizim popomuz
popo değil miydi, altımızda zımpara gibi Amerikan
bezleriyle büyüdük, hangimizin popo estetiğinde bir
zayıflık var?
İşin garip tarafı bu 'çocuk terörü' belası
daha çok bizim ülkeye has bir sorun gibi görülüyor.
Amerikalı bir annenin çocuğunun peşinden elinde mama
tabağı ile saatlerce gezdiğini duydunuz mu?
Yakınımızda oturan Fransız bir aile var, sabah küçük
kızlarının okul servisine binme saatinde evlerinin
önünden geçiyorum, daha bir gün bile annelerinin
pencereye çıkıp arkalarından baktığını görmedim.
Bizim paşaların, prenseslerin okul servis törenini
ise hepiniz görmüşsünüzdür; kapıdan elinden tutarak
çıkarmalar, birlikte karşıya geçirmeler, servise
bindirmeler, arkasından gözler yaşlı el sallamalar,
öpücük atmalar... Sanki çocuklarını okula değil de
hacca yolluyorlar...
Bebeklik, çocukluk derken, aileler arası en
büyük mücadele 'çocuğu en iyi okulda okutma' engelli
yarışları ile devam ediyor. Şu kurs iyi, bu daha
iyi, şundan özel ders, o dershane, bu dershane...
Kemerleri sıkıp, uğraşıyoruz ki sonunda çocuğumuz
gene paralı bir okula girsin ve biz de çileye devam
edelim... Halbuki rahmetli babam, benim daha iyi bir
okula gitmem gerektiğini söyleyen anneme 'Oğlum
akıllı malı nede, oğlum deli malı nede?' şeklinde
bir vecize söyleyip kenara çekilmişti. (Günümüz
Türkçe'siyle tercümesi: Eğer çocuk akıllı ise zaten
başarılı olur, yok akıllı değil ise boşuna uğraşma
en iyi okula da gitse adam olmaz)
Doğrusu zaman zaman çocukların bu rahatını ve
saltanatlarını kıskanmıyorum dersem yalan olur.
Oğlumun cep telefonu benimkinden yeni model, kızımın
çizmesi annesininkinden daha pahalı ve çoğumuz şöyle
veya böyle çocuklarımıza imkanlarımızı aşan bir
yaşam tarzı sunmaya çalışıyoruz. Sabah işe giderken
yakınımızdaki devlet okuluna giden çocuklarla
karşılaşıyorum. Çoğunun ayağında (nedense bağcıkları
çözük) tek tip, kocaman, marka bir bot var ve
çoğunun anne babasının o botu almak için çok daha
lüzumlu bir harcamayı ertelediklerinden eminim...
Üstelik sağlanan o kadar imkana rağmen hala halinden
memnun olmayan ve daha fazlasını, yetmedi daha
fazlasını isteyen mutsuz çocuklarımız var. (Bundan
40 yıl önce ilk depresyonun görülme yaşı ortalaması
29 yaş iken şimdi 14)
Bilmem sizde benim gibi çocuklarınıza
sağladığınız imkanları kendi çocukluğunuzdaki
imkanlarınızla kıyaslıyor ve sinirleniyor musunuz?
İlkokulu bitirene kadar tek servetim beş-on bilye,
bir lastik çember ve bir sapandı. Bütün gün çemberin
peşinde tabanlarım sızlayana kadar sokak sokak
dolaşmaktan ne anladığımı hatırlamıyorum ama hava
kararıp da yorgunluktan bitap eve geldiğimde son
derece mutlu olduğumu çok iyi hatırlıyorum...
Unutmayalım ki çocuklarımıza vereceğimiz en
güzel şey, neşeli ve mutlu bir aile ortamıdır.
Gecelerini uykusuz geçiren, çocuğu için özel
zevklerinden ve tüm hobilerinden vazgeçmiş anne
babalarla mutlu bir aile ortamı sağlayabilir miyiz?
Yapılacak şey belli... Tüm dünyanın ezilen
anne babaları, çocuk terörüne karşı eyleme geçmenin
zamanı geldi geçiyor... Birleşelim... Yarından tezi
yok önlem alalım... Yaşamak bizim de hakkımız...
|