commodore1tr |
Bir hemşirenin anılarında rastladım buna anlaşılan 1986 da yaşanmış bir olay en altta ufacık eklemem dışında hiç bir katkım yoktur.. Yazarımı ben bilmiyorum bir hemşire o kadar
Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu kat
nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark
etmiştik.
Yoğun bir servisti çalıştığım servis;
çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve gürültülü olan
servisleridir.
Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hal almıştı.
Aksam tedavilerini henüz bitirmiş, ofiste cay içmeye gitme
telasındaydım. Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım
diye kendi kendime düşünüyordum.
Kep dağılmış, saç bas karışmış yorgun bitkin bir haldeydim, tedavi
odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım.
Ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu .
Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve
telefona gittim; karsıdaki ses acilde trafik yaralılarının
olduğunu, içlerinde çocuklarında bulunduğunu damar
bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu.
Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servisine yönelmiştim ki
diğer telefonda nöbetçi hekimin icapçı beyin cerrahi
hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.
Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:
- Ne yapalım? Bırakalım ölsün mu bu insanlar? Gelmek zorundasınız!
- ...
- Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet değiştirseydiniz çok önemli bir davetti madem.
-...
- Siz Hipokrat yemini etmediniz mi ?
Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binerek koşarak
acil servisine gittim. Her yer kan revan içinde ağlayan
koşuşturan yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı bu
kalabalıkta sağlıklı bir is nasıl yapılırdı bilmiyordum ama
herkez elinden geleni birilerine bakma gayretini gösteriyordu.
Acil serviste yatak kalmamış sedyelere insanlar yatırılıp,
ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor, yetersiz kalan
personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise aileleri çıkartıyordu.
Onca kazazede içinde basında kimsesi olmayan ama durumu da
oldukça ağır 15-17 yas arası bir genç vardı, gerekli
müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi
henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu.
Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun
başına giderek ilgilenmeye çalıştım. şuuru yerindeydi
konuştuklarımı anlıyor, fakat cevap veremiyordu. son anlarını
yasadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede
üzülüyordum, onu orada yalnız bırakamıyordum.
Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış, tüm
hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı. Ellerimi sımsıkı
tutuyordu, "bırakma dercesine" gözlerinden yaşlar süzüldükçe
kendimi ben de tutamaz hale gelmiştim, eğildim yanaklarından
öptüm. "Bırakmayacağım seni sakin ol, üzülme sakın" diyordum
hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu insana
anlatılmaz bir yakınlık hissediyor, sanki onun acısının
aynisini çekiyordum.
Çok acı çekiyordu; hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu
beyin travmasından. Ne kadar süre daha onunla kaldığımı
hatırlamıyorum. Avucumu bırakmasıyla kendime geldim. O artık
aramızda değildi, bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen
doktoru suçluyor içimden lanetler yağdırıyordum. Derken beyin
cerrahi hekimi gelmişti. Hastanın daha doğrusu ex( ölmüş)
gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi.
Çarşafı kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı
olmadan yere düştüğünü gördüm.
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yemekli bir davetten
gelmişti. Acaba çok mu sarhoştu ya da kalp krizi mi
geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim arkadaşları olaya
müdahale etmişlerdi bile.
Ölen o gencecik insanin babasıydı bu doktor ve kendi
evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki. Kötü
günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden
dönememişti . .....
Seni yeniden andım KEREM; ruhun şad olsun; hayattaki bir
saatlik dost bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan
dost .. 1986
MUTLAKA 2-3 Ayda bir bu yazıyı okurum ben.
Size de tavsiye ediyorum.
Dostluk her gün 2-3 kere telefonla konuşmak değildir...
Dostluk yapılması gereğine inanılan telefon görüşmeleri
sırasında diğer insanların dedikodusunu yaparak karşılıklı
bir şeyler paylaşıldığını zannetmek değildir...
Dostluk; dost bildiğin kişinin en ince detaylarını bilme
ihtiyacı ve gereği değildir...
Dostluk; dost bildiğin kişinin senin en karışık detaylarını
bilmesi gerektiği de değildir...
Dostluk her hafta 3-5 kere görüşmek değildir... 1 ay, 1sene,
5 sene seni aramayan, senin de aramadığın bir insani
birdenbire arayıp, dertleşmek, hatır sormak istersen ve o
insan da seni geri çevirmez ve sanki daha az önce konuşmuşun
gibi kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse, ve daha da
önemlisi bu 1 ay, 1 sene, 5 sene ayrılığa rağmen bu insanin
başı gerçekten sıkıştığında yardımına koşacak ilk
insanlardan biriysen ve ayni şekilde onun da öyle olduğunu
biliyorsan EMİN OL Kİ..... O kişi senin DOSTUNDUR... Sen de
O'nun...
" Her tur ilişki avuç içinde duran kum taneleri gibidir.
Avucumuzu sıkmadan, gevşekçe tutarsak, kum taneleri kaymaz,
durur. Avucumuzu kapatıp, sıkmaya başladığımız an kum
taneleri parmaklarımızın arasından akmaya baslar. Bir
kısmını tutmayı basarsanız da, çoğu akıp gider. İlişkiler de
böyledir. Esneklik varsa, diğer insana saygı duyuluyor ve
özgürlük tanınıyorsa ilişkiler bozulmaz. Ama diğer insani
çok bunaltırsanız ilişki de yavaş yavaş bozulur ve biter.
Hayatta pek çok insanla karsılaşırsın Ama sadece gerçek
dostlar senin kalbinde bir iz bırakır."
|