 |
03/05/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
18 Mart |
commodore1tr |
18 Mart yaklasiyor malum Türk Kurtulus savasina giden yoldaki anlayana en önemli dönemeç vede Mustafa Kemal ATATÜRK' ümüzün dünyaya ilk ciddi mesaji verdigi tarih. Bu sitede zaman zaman üzülerek gördükki Kanla yazilmis kahramanlik öyküleri vede Türk askerinin niçin sevildigini belgeleyen bu onur savasi hiç istenmeyen mecralara çekilmistir. Onun için dedimki en azindan hacilardan hocalardan medet umanlara ve onlara haketmedigi payeyi verenlere bir nebze gerçegi göstermek için bu savasin tarihe geçmis bir kaç anisini yazmakta yarar var hem bilgi tazelemek hemde ögrenmek için ;
Savasta ne nur yüzlü dedelerden yardim nede olmayan kisiler atilan bombalari tutup karsiya atmistir.
Bir dip not Çanakkale sehitleri aniti baslangiçta 40mt yükseklikte olacakti. Sonra 41.7 metre olmasina karar verilerek öyle yapildi. Aslinda üzerinde 15 mtlik te bir MEHMETÇIK heykeli olacakti. O eklenen 1.7mt ise ATATÜRK 'ümüzü temsil eder. |
commodore1tr |
23 Nisan 1915 günü Conkbayırında Türkler ve Birleşik Kuvvetler arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arasında 8-10 m. mesafe var. Süngü hucumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz Yüzbaşı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarıyordu. Ancak hiçbir siperden kimse çıkıp yardım edemiyor. Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından arslan yapılı bir Türk askeri silahsız siperden çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor, ona bakıyorduk. Asker yavaş adımlarla yürüyor siperdekiler kendisine nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz subayını okşar gibi yerden kucakladı, kolunu omuzuna attı ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp geldiği gibi kendi siperlerine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu. Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri Mehmetciğe derin sevgi ve saygılar.
Üsteğmen COSEY
(Sonradan Avustralya Genel Valisi olmuştur)
|
commodore1tr |
Şu Boğaz Harbi nedir ? Var mı ki dünyada eşi ?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerir azmini tevkîf edemez sun-u beşer;
Bu gögüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun-u bedîim, onu çiğnetme!" dedi.
Ne hayâsızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle "bu, bir Avrupalı"
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Âsım'ın nesli.. diyordum ya... Nesilmiş gerçek;
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek,
Şühedâ gövdesi, baksan a, dağlar, taşlar
O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar,
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer,
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında;
Ostralya'yla beraber bakıyorsun Kanada!
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir Hilâl uğruna, yâ Rab, ne Güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!..
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk.
Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ...
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîdi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın.
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil,
Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harab.
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı:
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam;
Atılan her lâğımın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer...
Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana...
Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini;
Şarkın en sevgili sultânı Selâhaddîn'i,
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vadîlere sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran;
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!..
Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor PEYGAMBER.
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?
Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm.
Mehmed AKİF ERSOY
|
commodore1tr |
25 Nisan 1915 saat 04.30'da Anzak birlikleri ayın batmasıyla birlikte çıkartma için harekete geçerler.Onlara verilen emir;Kabatepe'ye çıkmak,sol yanı ele geçirdikten sonra Türk'lerin yardım yollarını kesmek için Maydos'a (Eceabat) doğru ilerlemek ve Seddülbahir'de çarpışan 5.Ordumuzu arkadan kuşatarak yok etmekti.Ardından Boğazı ele geçirip diğer kuvvetlerle beraber İstanbul ve Boğazını da ele geçirdikten sonra donanmalarına Karadeniz yolunu açmaktı.
Çıkartma olarak seçtikleri yer Kabatepe'nin iki Km. kadar kuzeyinden başlayıp 1600 metre kuzeye yani Arıburnu sahillerini kapsayan sahayı seçmişlerdi. Fakat akıntının etkisiyle çıkartma botları (12 adet tekne) kuzeye doğru kayarak Anzak Kolordusunun 1.Tugayına ait 1500 kişilik ilk kuvvetleri Kabatepe yerine Arıburnu'na çıktılar.
Orada kıyı gözetlemesini yapan (27.Alayın 2.Taburunun 4.Bölüğü) ve sayıları çok az olan (60 kişi) Türk Askeri onları karaya 15 metre kala karşılar ve biraz kayıp verdirirler.Arkadan gelen düşman askeri ve gemi ateşi sonucu zaten pek az olan askerlerimizin bir kısmını Şehit ederler,diğerlerini ise geri çekilmek zorunda bıraktıktan sonra hızla Kocaçimen'e doğru ilerlemeye başlarlar.
Saat 05.00'te ikinci parti Anzaklar 2500 kişi olarak karaya çıktılar.Kendilerinden önce karaya çıkan birlikle birleşerek Kanlısırt'ı ve buradaki üç Topumuzu ele geçirirler.Fakat bu toplarımız daha sonra hasarsız olarak geri alınmıştır.
Saat 9'a doğru 27. Alayın iki Taburu bölgeye gelerek rahatça ilerlemekte olan düşmanı durdurur ve savaşa başlar.Bu arada düşman çıkartmaya devam etmektedir.Yarbay Mehmed Şefik AKER komutasındaki 2.000 Askerimiz,en az 10.000 Anzak Askeriyle müthiş bir savaşa başlamıştır.
Top seslerini duyan 19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa KEMAL bölgeye durumu anlamak için öncü bir kuvvetle Conkbayırı'na gider ve durumun kötü olduğunu,düşmanın çok sayıda asker çıkarıp karşısında çok az bir askerimiz olduğunu,orada bulunan iki Taburumuzun da yok olma durumuna geldiğini öğrendiğinde,emir gelmesini beklemeden kendi insiyatifiyle Kocaçimen istikametine 57.Alayı hareket ettirerek,Çanakkale Boğazını ve 27. Alayı tehlikeli durumdan kurtarmıştır.Düşman,sık aralıklarla yaptığı taarruzlarla hem bize hem de kendine büyük kayıplar verdirmiştir.Komutayı devralan ve Anafartalar Grubu Kumandanı olan Kurmay Albay Mustafa KEMAL ( 8 Ağustos 1915 günü ), Kahraman Alaylarımız ve üstün komuta edişiyle askerimizi defalarca taarruza kaldırarak düşmanı yıldırmış,süngü hücumu ve siper savaşları sayesinde düşman kıyı şeridine ve kendileri için az sayılabilecek bir bölgede çakılı kalmaya mahkum etmiştir.Ağustos ayı sonuyla birlikte savaş siper savaşlarına dönüşmüştür. Düşman,savaş süresince ilerleme kaydetmişse de süngü hücumlarımız sayesinde aldıkları tepe ve siperlerden atılmışlardır.Düşman Gelibolu Yarımadasından çekilinceye kadar da orada kalmıştır.Çekilme sırasında düşman uyguladığı mükemmel taktik ve plan sayesinde hemen hemen hiç kayıp vermeden ayrılabilmiştir.Her iki taraf ölülerini gömmek için yapılan ateşkes ile ki, her yer ceset ile doludur.Cesetlerin kokması,sinekler ve hastalık bunu mecbur kılmıştır.İşte bu ateşkes sırasında birbirlerini gören taraflar arasında günden güne artarak süren bir dostluk başlamış,siperlere çeşitli yiyecekler ve sigaralar atılmış.Anzak Askeri,daha önce İngilizler tarafından kendilerine söylenen Türkler hakkındaki kötü söz ve düşüncelerini bundan sonra kafalarından silerek "Kahraman Düşmanımız" gibi sözlerle tuttukları günlük ve anılarında belirtmişlerdir.Artık bir Türk Askeri ölünce sanki kendilerinden biri ölmüş gibi üzülmüşler,Türk Askeri de yaralı bir Anzak Askerini tedavi etme,yanına kendi matarasını ve yiyeceğini bırakabilme inceliğini göstermişlerdir.
Tüm savaş alanlarında Türkler Mertçe,dürüstçe ve kahramanca çarpışmış,insanlık meziyetlerinden kopmamışlardır.Hastanelere,yaralı taşıyanlara ateş etmemiş,tepelerde bulunmalarına karşı düşmanın çekindiği zehirli gazı kullanmamış,su kaynakları zehirlenmemiştir.Ele geçen savaş esirlerine ve yaralılara çok iyi davranılmıştır.
Çanakkale Savaşlarında verilen yüz binlerce kayba rağmen Anzak'larla Türkler, o gün olduğu gibi bugün de birbirlerine karşı nefret ve düşmanlık duymamaktadırlar.Bu tarihte ender görülen bir durumdur.
|
commodore1tr |
YAHYA ÇAVUŞ
19.Tümen komutanı albay Mustafa Kemal 24 nisan 1915 günü bütün birliklere"karaya ayak basacak her işgalci düşman askerinin yok edilmesi" emrini verdi.25 nisan 1915 sabahı, düşman savaş gemileri Ertuğrul Koyuna tonlarca bomba yağdırdı.26.alayın 3.taburu bu bölgeyi koruyordu.Tabur komutanı Mahmut Bey ile asteğmen Hüseyin Bey'in şehadeti üzerine komuta Ezineli YAHYA ÇAVUŞ'un eline geçti.Yahya Çavuş Galiçya ve Balkan savaşına katılmış 28 yaşında cesur bir asker.Sağ kalan 67 arkadaşıyla siperlerde mevzilenmiştir. Albion ve River gemilerinden şafakla beraber karaya çıkmaya başlayan 3000 düşman askerini Ertuğrul Koyu'nun sularına gömmüş,deniz kızıla boyanmıştır.48 saat düşmanın binlerce top mermisi ve askerine karşı kıyı ve siperleri korumuştur.Düşman bir tümen bildiği Türk birliğini;Yahya Çavuşun siperlerinde 62 kahraman şehidin cesedi ile karşılaşınca hayretler içinde kalmıştır.Yahya Çavuş kopan diğer bacağını;Tüfeğinin kayışı ile bağlamış olarak,diğer beş arkadaşıyla birlikte,Alçı tepesi eteklerinde 27 nisan günü,şehadet mertebesine ermiştir.
Yüce Kahramanları Minnetle Anıyoruz.
|
commodore1tr |
Atatürk Derki ;
ASKERLERİM!
Ben,size taarruzu emretmiyorum.Ölmeyi emrediyorum.
Biz,ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka
kuvvetler ve başka komutanlar kaim olabilir.
Kemal ATATÜRK
"Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!
Burada bir dost vatanın toprağındasınız,huzur içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yan yana,koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar,göz yaşlarınızı siliniz.
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.Huzur içindedirler.
Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra,
Artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
ATATÜRK |
commodore1tr |
18 Mart 1915 deniz zaferimiz sonucunda ortaya çıkan bozgun,itilaf devletlerini,karadan destek almaksızın yalnız donanma ile boğazın geçilemeyeceğini gösterdiğinden,karaya çıkarma kuvveti hazırlamaya sevk etti.
25 Nisan 1915 günü sabaha karşı Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinden oluşan kolordu,Arıburnu’na çıktı.Sarp yamaçlara doğru ilerleme kaydeden düşman kuvvetleri hiç ummadığı bir anda 261 rakımlı tepede 5.Ordu İhtiyat Tümeni Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal ve bir grup askerin sarsılmaz direnişiyle karşılaştı.
Mustafa Kemal herhangi bir emir almadığı halde 57.Alayı bir dağ bataryası ile takviye ederek karşı taarruz için Arıburnu’na sevk etti.
Olayın geri kalan bölümünü bizzat Mustafa Kemal’den dinleyelim.
” Bu esnada Conk Bayırı’nın cenubundaki 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conkbayırı’na doğru koşmakta,kaçmakta olduğunu gördüm.Size şu muhavereyi aynen okuyacağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak;
-Niçin kaçıyorsunuz?Dedim.
-Efendim düşman!Dediler.
-Nerede?
-İşte.Diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye doğru yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileri doğru yürüyordu.Şimdi vaziyeti düşünün.ben kuvvetlerimi bırakmışım.Efrat on dakika istirahat etsin diye.Düşmanda bu tepeye gelmiş.Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyette duçar olacaktı.O zaman artık bunu bilmiyorum bir muhakeme-i mantıkiye midir,yoksa sevk-i tabii ile midir bilmiyorum.
Kaçan Efrada;
-Düşmandan kaçılmaz.Dedim.
-Cephanemiz kalmadı.Dediler.
-Cephaneniz yoksa Süngünüz var.Dedim.
Ve bağırarak bunlara Süngü taktırdım,yere yatırdım.Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan Piyade Alayı ile Cebel Bataryasının yetişebilen Efradının “ Marş Marş”la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki Emir Zabitini geriye saldırdım.Bu Efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı.Kazandığımız an bu andır.”
Bir koca muharebenin ufacık bir lahzeye bağlı olduğunu,hatta bir memleket hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muhaberenin ve bir vatanın mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüylerini ürpertiyordu! |
izmirli |
ATATÜRK’TEN ALINTILAR
Atatürk’ün 1933 ve 37’de söylediği ünlü sözler
‘Güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, mazlum milletlerin doğuşunu da öyle görüyorum. Onların bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşacaklarına hiç kuşkum yok.’
Birinci Dünya Savaşı sırasında Gelibolu’da ölen yabancı askerler için söylediği sözler:
‘Hayatlarını burada kaybeden kahramanlar şimdi dost bir ülkenin topraklarında yatıyor. Şimdi bu topraklarda yan yana yatan John ile Mehmet arasında bizim için fark yoktur. Oğullarını buraya gönderen anneler, göz yaşlarınızı silin, hayatını bizim topraklarımızda kaybeden oğullarınız, şimdi bizim oğullarımızdır.’
BU BÜYÜK İNSANA HAYRAN OLMAMAK MÜMKÜN MÜ? |
izmirli |
ÇANAKKALE ZAFERİ VE NUSRET MAYIN GEMİSİ
7/8 Mart gece yarısından az sonra sisli bir havada Çanakkale'den ayrılan Nusret Mayın Gemisi bütün ışıklarını söndürmüş, kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmışlardır. Daha önceden dökülmüş olan mayınların arasından, Nazmi Bey'in kılavuzluğunda geçerek karanlık Liman'a doğru ilerlemeyi sürdürürler. Kıyıya paralel olarak 100'er metre aralıklarla ve suyun 4,5 metre altında 26 mayın da sessizlik içinde dökülür. Görev tamamlandığında yine aynı sessizlik ve dikkatle geriye dönen Nusret Mayın Gemisi, bir savaşın kaderini değiştirecek 26 Mayınlık imzasını bırakmıştır geride.
Ertesi günlerde, Müttefikler tarafından yeni keşif uçuşları ve mayın taramaları yapılmıştır. Her nasılsa bu 26 sürpriz mayın kendilerini saklamayı başarmıştır. Hatta Karanlık Koy'da mayın bulunmadığına dair rapor veren İngiliz Pilot, bu sürpriz mayınların başarısından bir gün sonra kurşuna dizilmiştir.
18 Mart günü yaşananlar Türk tarihinde gerçek bir zaferdir. Bu zaferde Nusret Mayın Gemisi'nin başarısı tartışılmazdır. Winston Churchill 1930'da ""Revue de Paris" dergisinde bu olayı şöyle yorumluyordu.
"Birinci Dünya Harbi'nde bu kadar insanın ölmesine harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde 5,000 tane ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından bir gece önce atılan ve incecik bir çelik halat ucunda sallanan 26 adet mayındır."
Görüldüğü gibi Nusret Mayın Gemisi ve 18 Mart Zaferi bütünleşmiş ve bu zaferle birlikte anılan bir destana dönüşmüştür.
Nusret Mayın Gemisi 2000 yılı itibariyle hala Mersin'de bulunmakta, batmaması için vakıflar ve gönüllüler yardımı ile içindeki su boşaltılmaktadır. Belki Yavuz ve Midilli gibi jilet olmayacaktır, ama bu kaderi paylaşmamak için yardıma ihtiyacı vardır.
|
Av.Tayfun Eyilik |
sakın konu ile bir ilgisi yok demeyin .... çok ama çok ilgisi var .....
KURESELLESME SURECINDE TURKIYE
Prof. Dr. Alpaslan ISIKLI’nin 1 Kasim 2004’te Osmangazi Universitesinde verdigi konferansin tam metni:
Sevgili ogrenciler,
Bu konusmam cok anlamli bir gunun ertesine rastliyor. Genc arkadaslarin da dikkatinden acmiyordur.Daha onceki yillardaki Cumhuriyet’in yildonumleri kaliplarin altinda duzenlemelerle resmi torenlerle kutlaniyordu. Artik Cumhuriyet sanki dipten gelen bir cosku ile kutlanmaktadir. Bunun nedeni dusundurucudur ve ogreticidir de. Bunu ben canli bir organizmanin mikrop saldirisi karsisinda ortaya koydugu tepkiye benzetiyorum. Canli organizma bu durumda savunma mekanizmalarini, bagisiklik mekanizmalarini harekete gecirir. Toplumumuz benzer bir durumu yasiyor. Toplumumuzun bir mikrop saldirisina ugradigi bir gercek. Nicin bu saldirilara ugruyor ve bu saldirilarin gercek niteligi nedir?
Oncelikle belirtmek isterim ki bu saldirilar tarihin belli donemlerinde azalsa da, icinde yasadigimiz
donemde Cumhuriyet’e ve Kemalizm’e karsi, Mustafa Kemal Ataturk’un kazanimlarina karsi saldirilar
olaganustu bir boyut kazanmistir. Mustafa Kemal’in Ulusal Savasi yuruttugu yillardakine benzer bir duruma
benzetmek yanlis olmayacaktir sanirim. İceriden ve disaridan oluyor bu saldirilar. Birisi geliyor,
“Turkiye’nin Ortak Pazar’a girmesi, Avrupali olmasi icin Kemalizm’den vazgecmesi gerekir.” diyor. Ust
duzey bir CIA yetkilisi olan Graham Fuller, “artik Kemalizm’in modasi gecmistir.Turkiye ve Orta Asya icin
yapilacak sey, ilimli İslam’i benimsemek olmalidir.” diye kendince “fetva” veriyor. Sadece bugun degil
gecmiste de Turkiye Cumhuriyeti buna benzer tavirlara maruz kalmistir. Ataturk’un Kurtulus Savasi’ni
surdurdugu gunlerde ve gunumuzde bu degisik turden saldirilar aslinda tek bir amaca yonelikti. Hepsinin
gerisinde aslinda ifade edilenin disinda bir amac guduldugu anlasilir. Degisik gorunuslerdeki saldirilarin niteliklerini birer birer sergilemeye calisalim.
Bunlarin basinda din somurusu gelir. Olumsuz yazar ve bilim adami A. Taner Kislali, son yazisinda unlu
İtalyan filozofu Bruno’nun (Galile’den once evrenin sonsuzlugunu ifade etmis olan kisidir.) bir sozune
atifta bulunmustur: “Kotuler Tanri’yi kullanir; Tanri iyileri kullanir.” A. Taner Kislali, Tanri’nin
kullandigi iyileri siralarken basta M. Kemal’in ismini zikretmistir. Kotulerin Tanri’yi kullanimina ornek te
pek coktur. Ozellikle Cumhuriyet’e yonelik saldirilar konusunda oncelikle akla gelmesi gerekenlerde bunlar
oluyor. Bunlarda bir ornegi M. Kemal Ataturk, “Nutuk”ta uzun uzun anlatir. Bu, Sait Molla isimli bir
zattir. Sait Molla din adami huviyetiyle ortaya cikmistir. Ancak, M. Kemal’in adamlari, Cumhuriyet’in
yeni kuruldugu, butcenin, maasin olmadigi ancak buyuk fedakarliklarin var oldugu daha o donemde, evine
hizmetci kiliginda girerek Sait Molla’nin gercek kimligini ortaya cikariyorlar. Sait Molla, insan
haklari savunucusu gibi kendisini gostererek o donemde Turkiye’ye gelmis olan Rahip Frew adli İngiliz
Entelijans Servisi’nin bir adamindan talimat alarak etkinliklerini sergilemektedir. Diger adi “Redingot
Sait”tir. Cunku aksamlari da redingotunu giyip İngiliz Buyukelciligi’nde servis yapmaktadir. O zaman bu
tespiti M. Kemal’in adamlari yapiyorlar. “Bugun niye yapilamiyor?” diye sorulursa “Bugun artik acikca
yapildigi icin buna gerek kalmiyor.” denilebilir! Sait Molla ne yapiyor? “Kuvva-i Milliyeciler kafirdir,
katledilmeleri vaciptir.” vs. seklinde fetvalar veriyor.
Diger ornek Seyh Sait olayidir. Seyh Sait, 1925’te Dogu ve Guneydogu’daki yoksul insanlarimizi, “Muslumanlik elden gidiyor; Emir kafir olursa ihtilal vaciptir.” diye kendini din otoritesi ilan ederek ortaya cikiyor. Yine o tarihte M. Kemal’in adamlari Seyh Sait ile İngiltere arasindaki iliskiyi ortaya cikariyorlar. Bunlardan biri sanki İngiliz ajani imis gibi davranarak Seyh Sait’in adamlari ile pazarliga girisince gercek yuzleri ortaya cikiyor. Daha sonra Fransiz Buyukelciligi’nin Paris’e yolladigi notalarin birinde “Guneydogu Ayaklanmasi’nin gerisinde İngiliz tertibi vardir.” Yazildigi uzerinden zaman gectikten sonra aciga cikmistir. Seyh Sait olayi buyuk sancilara yol acmistir. Bildiginiz gibi Lozan’da Misak-i Milli sinirlari icinde Turkiye Cumhuriyeti kurulmasi karar altina alinmistir. Birkac nokta gelecege birakilmistir. Bunlardan bir tanesi Musul Meselesi’dir. M. Kemal Hukumeti ile İngilizler arasinda “ ileride bu hususun taraflar arasinda dostane cozumlere kavusturulacagi” karara baglanmistir. Tam bu Musul Meselesi’nin karara baglanmasi gundeme gelecegi sirada Seyh Sait İsyani patlak veriyor. Turkiye’nin basina sarilan bu bela sayesinde İngilizler Musul’a sahip olma imkanina kavusuyorlar. Burada da gorunusteki amaciyla tamamen ters bir isyan (“saldiri”) soz konusu.
Dunku bu turden bolucu/irkci hareketler nasil ki en buyuk zarari o bolge insanina vermisse, gunumuzde bunlarin tekrari niteligindeki olaylarin oncelikle o bolge insanina, o bolgeye tasinmak istenen uygarlik nimetlerinin kesintiye ugramasina neden oldugu aciktir. Ataturk donemindeki orneklerin sonu gelmez, ama bir ornek daha vermek isterim. Kemahli Hoca İbrahim Efendi Meselesi. Yakin tarihlerde “Bize Nasil Kiydilar?” adli bir film cevrildi. Bu filmde iddia edilen, Kemahli Hoca’nin oldukten sonra cesedinin mezarindan cikarilarak, M. Kemal’in İstiklal Mahkemeleri’nce bir kez daha”asildigi”dir. Filme cok para dokuldugunden cok etkileyici bir sekilde kurgulanmis; gorenler iki gozu iki cesme, “aman efendim, muhterem Hoca’ya boyle yapilir mi?” film iceride ve disarida festivallere katiliyor. Hatta bir yerde odul almasi bile saglaniyor. Bir sure sonra Reha Muhtar’in programina İbrahim Efendi’nin kizlari ve torunlari cikiyorlar ve diyorlar ki, “Getirin Kuran-i Kerim’e el basalim. Bizim babamiz-dedemiz bunlarin hepsinden daha fazla muslumandi ve hayatini M. Kemal’in davasina vakfetmisti. Ataturk’un cok takdir ettigi bir insandi. Allah rizasi icin babamizi yattigi yerde rahat biraksinlar. Bu anlatilanlar kulliyen yalandir. Asli astari yoktur.” Bunun uzerine Ataturkcu Dusunce Dernegi bu kisilerin elinden tuttu.Mahkemeye goturduler. Dava sonunda film yapimcilari para cezasina (tazminata) mahkum edildiler. Ancak o filmin yapimini destekleyen buyuk bir holdingin (Kombassan) temsilcisi tazminati odedikten sonra ne dese begenirsiniz? “Boyle sanatsal yapitlari desteklemeye devam edecegiz!”
Bir ornek daha vereyim. Bir bayan ogrencim dersin bitiminde heyecanli ve biraz da rengi sararmis olarak
elinde bir kitapla kursuye geldi. Kitap Abdurrahman Dilipak’in yazdigi “Bir Baska Acidan Ataturk” idi.
Ogrencim heyecanla “Hocam boyle sey olur mu?” diyordu. Kitapta yazilan “Ataturk 1938’de Dolmabahce’de olum dosegindeyken o tarihteki İngiliz Buyukelcisi’ni cagirmis ve ona ‘Biz bu memleketi idare edemiyoruz;
ben oldukten sonra bu memleketin idaresini siz ele alin.’ demis” ifadeleri uzerine ogrencim bizden yardim
istiyor, “Boyle sey olur mu? Bunun hesabi sorulmali.” diyordu. Dilipak bu sozu bir yabanci yazara atifla
aktariyor. Oysa oyle bir yazar yok, oyle bir kitap yok; o kisim tamamen uydurma. Dogru olan ise
buyukelcinin adi. O tarihte boyle bir buyukelci Turkiye’de var. Garip olan tarafi ise suydu: İngiliz
Buyukelciligi Cumhuriyet’in 75. Yili nedeniyle yaptigi bir yayinda o buyukelcinin 1948’de BBC televizyonunda yaptigi bir konusmaya yer verdi. Orada Ataturk’ten ovguyle soz eden Buyukelci, sanki gelecegi gorurcesine cok ilginc bir sekilde, “Ataturk, kesinlikle yabanci devlet temsilcileriyle bas basa ozel gorusme yapmazdi.” demekteydi. Sanki yillar sonra adi kullanilarak boyle bir istismarin yapilacagini
gormuscesine ozenle, bu konusmasi icinde dile getirmistir. Din kisvesi altinda yapilan saldirilardan
biri de budur.
Tabi bu arada sunu belirtmek zorundayiz: Ataturk elbette ki ana cizgisi itibariyle oncelikle
anti-emperyalistti. Emperyalizme ve onun hizmetinde olanlara karsi, onun hizmetinde ne varsa ona karsi,
amansiz ve acimasiz bir mucadeleye girmisti. Bu mucadelesini yuruturken din adami kisvesi altinda
ortaya cikanlarla elbette ki mucadelesi olmustu; Said Molla ile İskilipli Hoca ile, “Kuvva-i
Milliye’cilerin katli vaciptir!” diye fetva veren Seyhulislam Durrizade ile Ataturk’un elbette
mucadelesi olmustur. Ataturk onlari acimasizca kendine hedef almistir. Buradan hareketle gunumuzde bazi akli evveller Ataturk’u din karsiti gibi gosterme marifeti icerisinde olabiliyorlar. Oysa Ataturk’un mucadele
ettikleri din adami huviyetiyle ortaya cikmis olanlardir. Ataturk’un mucadelesinin her asamasinda
gercek din adamlari Ataturk’le beraber olmustur. Ataturk te gercek din adamlarinin ittifakinin,
desteginin arayicisi olmustur. 19 Mayis 1919’da Samsun’a ayak bastiktan sonra 12 Haziran’da Amasya’da
kendisini karsilayanlar arasinda Hafiz Tevfik Efendi vardi. Cumhuriyet’in ilk vaazini veren Muftu Kamil
Efendi de keza Ataturk’un yani basindadir. Ankara’ya gelmeden once Hacibektas’ta Cumhuriyet’in kurulusu
oncesi destek ararken İslamiyetin bir baska kanadinin temsilcileriyle bulusuyor. Cemalettin Celebi vb ile
dergaha gidiyor.Dergahtakiler elde avucta ne varsa Ataturk’e sunuyorlar ve Ataturk orada –belki ilk defa-
Cumhuriyet’i kuracagina dair niyetini “aramizda kalmak sartiyla” diyerek Cemalettin Celebi’ye acikliyor. Yani o kadar yakin ve sicak bir diyalog icerisinde oluyor ve o kadar etkileyici oluyor ki, M. Kemal, muritlerin
aralarinda kumelesip konustuklarini gorunce, “Ne fisildasiyorlar?” diye sordugunda su cevabi aliyor: “
‘Acaba Pirimiz Haci Bektas-i Veli don (kiyafet) degistirdi de geri mi geldi?’ diye konusuyorlar.” Zira
Ataturk’un orada esitlik, kardeslik, ozgurluk ve kula kul olmanin yanlisligindan soz etmesi, Haci Bektas’in
da boyle konustugunun animsandigi Dergahta muthis bir heyecan ruzgari estirir. Ozetle, Ataturk, gercek din adamlariyla beraber olmus,gercek din adamlari da Ataturk ile beraber olmuslardir. Ankara’ya geldiginde kendisini cok degisik guruplardan insanlar karsiliyor. Bunlarin basinda da Borekcizade Rifat Efendi var. Onu
sonradan Diyanet İsleri Baskani yapiyor. Gercek budur. Ama dinsel inanclari Ataturk’e karsi kullanmak telasi da bir turlu sona ermiyor.
Bir diger akli evvel kategori, sozum ona aydinlar cenahinda yer aliyor. Bunlara rahmetli Ugur Mumcu ve A. Taner Kislali, “numaraci cumhuriyetciler” adini veriyordu. Bunlarin iddiasina gore, M. Kemal, eskiyi temsil etmektedir. Artik yeni ufuklara acilma zamanidir. Degisim ruzgarlarina ayak uydurma zamanidir. M. Kemal’i, Kemalizm’in ve Cumhuriyet’in degerlerini dinozorlasmis olgular olarak sayip gecmise mal etmek gerekir demektedirler. Her zaman bu kadar aciklikla konusmuyorlar. Zaten bu postmodern arkadaslarin birinci ozelligi, anlasilmama uzerine konusmalaridir. Bunlarin iddiasi, “Ataturk eskimistir ve ozellikle de demokrat degildir; tepeden inmecidir ve jakobendir.” Bu “jakoben olus” sanki bir kufur veya hakaret gibi ortaya konuluyor. Aslinda “jakoben” iddiasiyla ortaya cikanlar, baska bir seyin safinda olduklarini itiraf etmis oluyorlar. Jakobenler, Fransiz Devrimi’nin oncusu olan avukat, sanatci, yazar gibi aydinlardir. Jon Turklere benzetilebilirler. Bunlar 1789 Devrimi’ni yapmislar ve İnsan Haklari Evrensel Bildirgesi’nin kabulunu saglamislardir. Bati’nin gelisiminde cok onemli olan ozgurluk, esitlik, kardeslik ve zulme karsi direnme hakki bu Bildirge’de yer almistir. “Jakoben” sozunu bu zevat, “tepeden inmeci, kan dokme meraklisi” vs. Anlaminda kullaniyorlar. Eger mesele, kan dokme, tepeden inmeden ibaretse, o takdirde Jakobenlerin devirdigi Fransa Krali’nin gundeme gelmemesinin sorusunun sorulmasi lazim. Eger siz samimiyetle boyle seye karsisiysaniz, o zaman 16. Louis’e de karsi olmalisiniz. 16. Louis daha fazla kan doktu, daha fazla zulum yapti. Fransiz aydinlarini Bastille hapishanesine doldurdu. Onlar bu yontemleri kullandiklari icin 16. Louis’ye ve karisi Marie Antoinette’e asla bir sey soylemezler ama jakobenler elestiri konusu yapilir. O zaman bunlar neyi elestiriyorlar? Elestirdikleri, jakobenlerin ozgurluk, esitlik, kardeslik ve zulme karsi direnme hakki gibi ilkeleri insanliga mal etme yonudur ve Mustafa Kemal’i bu sekilde bir ithama muhatap kilarken unuttuklari bir nokta vardir. İngiliz Basbakani Disraeli’nin bir sozudur: “Devrimler gul suyuyla olmaz.” Ancak Turk Devrimi, Fransiz ve Rus Devrimleri’nden de farkli olarak hakikaten gul suyu ile yapilmistir. Cunku Osmanli Hanedani’nin hic birisinin kilina bile dokunulmamistir. Fransizlar, Marie Antoinette’i giyotine yolladilar; Ruslar, coluk cocuk demeden tum car ailesini oldurduler. Ataturk ise o turden bir zulme yer vermeden Cumhuriyet’i kurmustur. Ataturk, bunu karizmasi, demokratligi ve de Turk halkinin birligi sayesinde saglamistir.
Bir Alman profesor bir gun bana, “Ataturk size fazlaydi. Bizde olsaydi neler yapmazdik. Size Hitler yeter.” gibi aklinca bir saka yapmaya kalkti. Dedim ki, “Sayin Profesor, Hitler’i Almanlar cikardi; Mustafa Kemal’i ise Turk halki cikardi.” Ataturk, cagin tum rejimlerine gore kesinlikle daha demokratik olan bir rejim ortaya cikarmayi basarmistir. Bunu soyledigim zaman, “ikinci cumhuriyetci” zevatin saclari diken diken oluyor. “Ataturk nasil demokratik olabilir?” diye İtalya’da fasizm, almanya’da nazizm vardir ve Almanya’dan, İsvicre’den kacan bilim adamlari yer yuzunde siginacak yeri Mustafa Kemal’in universitelerinde bulmuslardir. Fransa İkinci Dunya Savasi oncesinde pamuk ipligine bagli bir demokrasi kurmaya calismistir. Kisa bir sure sonra da Hitler’in isgali altinda bir kukla rejimin sultasi altina girmistir. M. Kemal zamanindaki Fransa’nin tablosu budur. Bugun bizi iskence vb. konularinda sorguya cekenlerin gozden kacirdiklari bir sey vardir. Fransa, Cezayir’de, tabiri caizse, iskencenin ‘ilmini’ yapmistir. “La Question” adli kitapta Cezayir ve Vietnam’da yapilanlar anlatilir. Buralardaki ve baska yerlerdeki iskence yontemleri Turkiye’ye ithal edilmistir. İskence aletlerinin bir kismi İngiliz malidir. Oysa Turk Polisi ve Turk halki, “Gece Yarisi Ekspresi” filminde anlatilanin aksine, geleneksel olarak iskence olgusuna yabancidir. En fazla falakaya yatirmayi bilir. 12 Eylul’den sonra sokulmaya calisilan (ve de sokulan) uygulamalar aslinda Turk halkinin cehaletinin, geriliginin veya vahsetinin sonucu degil, cok sofistike bir egitimin sonucudur. Mustafa Kemal’in zamaninda Amerika’nin durumu neydi? O donemde Amerika, yurttaslarinin onemli bir kismini degil yurttas, insan bile saymiyordu. Tabii Mustafa Kemal’in Turkiye’si ondan da daha demokratikti. İngiltere’yi Buyuk Britanya İmparatorlugu olarak dusundugumuzde, Afrika’yi boydan boya kolelestirmis, Amerika’da tarihin gordugu en yaygin jenosid uygulamalarini hayata gecirmis, Hindistan’da, Cin’de gorulmemis zalimlikte bir somuruyu gerceklestirmis bir ulke goruyoruz. Bununla karsilastirmamiz gerekir. Eger bunu yapmazsak koleci Atina’yi ve Isparta’yi da demokrat saymamiz gerekir. Mustafa Kemal’e yonelik saldirilardan bir tanesi de boluculuk saldirisidir. Seyh Sait meselesinden soz etmistik. Dikkat edersiniz belirttiklerinden aksi yonlerde amaclara hizmet etmektedirler. Boluculuk meraklilari da halkimizin bir kisminin cikarlarini temsil ettiklerini soyleseler de aslinda en buyuk kotulugu onlara yapmaktadirlar. Seyh Sait olayinda oldugu gibi. Boluculuk meselesini cok iyi anlayabilmek icin Yugoslavya’da olup bitenleri zihinlerimizde canli tutmamiz gerekir. Yugoslavya Tito’nun zamaninda degisik milletleri, degisik dinlere mensup topluluklari bir araya getiren bir vitrine sahipti. Tito bunlari bir arada tutmanin yollarini bulmustu. Ancak bolgeler arasi gelir adaletsizligi acisindan o zamanki sosyalist toplumlar icinde en kotu durumda idi. Almanlar, Hirvatlar ve Slovenlere, “Siz su
yoksullari sirtinizdan atin, biz sizi en iyi kosullarda bagrimiza basalim.” dediler. Federasyondan
ilk ayrilanlar, Hirvatlar ve Slovenler oldu. Simdi bize İlerleme Raporu’nda “Turkiye fakir ve
buyuk”diyorlar. “Fakir”meselesi icin deginmeye yetkili degiller; ancak, “buyuk” meselesi icin, oyle gorunuyor ki, akillarinda bazi cozumler var. İceride de bunun yandaslari var. Turk halki asla boyle bir seyden yana degil. Dogu’daki ve Guneydogu’daki kurt asilli yurttaslarimizin da bolunmeden yarar umacak kadar mantiktan uzaklasmalari mumkun degil. Ne care ki, kendini aydin zanneden bazilari, boyle bolunme
talepleriyle ortaya cikmayi ilericilik zannediyorlar. Nihayet bir tanesi baklayi agzindan cikardi. Ugur
Mumcu’nun “Libos” namiyla meshur ve maruf kildigi bir yazar, “Vergilerin %70’ini biz veriyoruz. Ne bize
yariyor, ne de onlara yariyor.” Bunun bir adim otesi ise, “Ver, kurtul!”dur. Suleyman Demirel de kendine
ozgu veciz ifadeleri ile bunu soyle ifade etti: “Turbun buyugu heybede!” Ege, Kibris, vb. gundeme
geliyor. Bize devamli havuc gostererek bunlari gundeme getiriyorlar, ama yedigimiz turp oluyor. “Lafin tamami aptala soylenir.” diyerek, “anlarsiniz” demek istiyor. Meselenin cozumunu bolunmede degil, tam aksine birlik icinde aramak gereklidir.
Simdiki sayin Basbakan, İstanbul Belediye Baskani oldugu donemde Ozfatura ile birlikte, vaktiyle İstanbul Sehremini’nin yaptigi gibi, “İstanbul ve İzmir’e vize koyalim.” demislerdi. Elbette ki, buyuk kentlere nufus akisi buyuk bir sorundur. Ama bunun onune gecmenin caresi uygarlik nimetlerini esit dagitmaktir. Bu esit dagitimda da en buyuk sorumluluk kime duser? Devlet’e duser. Bugun yapilan ise bunun tersidir. Devleti kucultelim, halktan yana sosyal adalet, bolgeler arasi adalet saglayici fonksiyonlarini ortadan kaldiralim, her seyi piyasa duzeninin insafina terk edelim diyoruz. Bu yolla bolgeler arasi adaletsizlik daha da derinlesiyor. Hem devleti kuculterek oralara yatirim yapma imkanini ortadan kaldiracaksiniz, ondan sonra da bunun sonuclarini cozmek icin memleket icinde vize duvarlari koyacaksiniz. Ne oldu da Ataturk, Kemalizm boy hedefi olmaya basladi? Zaten oyleydi de bu gunlerde artiyor? Cumhuriyet kimin bogazina takildi? Onu irdelemeye sira gelmis bulunuyor. İs buraya elince kuresellesmenin gundeme geldiginde yogunlastigi dikkat cekiyor. Acaba kuresellesme ile Kemalizm ve Cumhuriyet arasinda nasil bir iliski vardir? Once, kuresellesme nedir? Cagimiz bir pazarlama cagidir. Her sey pazarlaniyor. Politikalar ve modeller de pazarlaniyor. Bir seyi iyi pazarlamak icin onda olumlu ozellikleri varmis gibi, olan zaaflari da yokmus gibi gosterecek nitelendirmelerden yararlanilir. Ornegin jileti satmak icin, ‘kadife gibi yumusak temas’tan soz etmek akillica olur. Tersine, ‘bu bir celiktir, elinizi keser’ derseniz, kimse almaz. Kuresellesme ile de
telkin edilmek istenilen, artik sinirlarin, milletler arasindaki duvarlarin kalkacagi, dil, din, irk vb.
farkinin ortadan kaldirilip dunyanin sorunlarinin bu butunluk icinde cozume kavusacagidir. Kuresellesme, ama nasil kuresellesme? Bu sorunun yanitini serinkanli bir sekilde aramamiz gereklidir. Sorulacak sorulardan bir tanesi sudur: “Nedir sizin bu kuresellesmeden kastiniz?” Biz zaten kuresellesmisiz. Arazi alimi, tatil yapma, turizm yatirimi, borsa konusunda en buyuk kolayliklara yabancilar sahip. Ancak bir konuda cok titizler.Turk iscilerinin serbest dolasimi soz konusu oldugunda vize duvarlari asilmaz oluyor. Demek ki, “Nasil bir kuresellesme?” sorusu burada yanitini buluyor.
Sanayi ve teknolojinin gelismesi her zaman insanligin gelismesi anlamina gelmez. Ornegin Hitler
Almanyasi’nda sanayi ve teknoloji gelismisti. Ama bu neye yariyordu? İnsanlar kac derecede donarlar? Ne
kadar gazla ne kadar insan olur? Bir insani oldurecek en az gaz miktari nedir? gibi sorularin yanitini
bulmaya yariyordu. Bu yolla tip cok gelisti. Deney yapmak icin sonsuz kadavra vardi. Ve Hitler Almanyasi
dunyaya kan, ates ve goz yasindan baska bir sey getirmedi. Dunya savaslarinda on milyonlarca insan
oldu. Demek ki teknolojinin gelismesi tek boyutlu oldugu zaman, sonucta insanligi magara devrine benzer
bir yere goturuyor. O zaman insanlar tasla sopayla birbirini olduruyordu. Teknolojinin gelistigi dunya
savaslarinda ise hem oldurulen insan sayisi artti, hem de oldurucu silahlar daha sofistike olmaya basladi.
Avrupa’nin icinde ve disinda liberalizm, ekonomik bunalimlar ve somuru getirdi. Avrupa’nin icinde Emile
Zola’larin, Victor Hugo’larin anlata anlata bitiremedigi bir sefalet ve somuru tablosu ortaya
cikti. Avrupa’nin disinda, Cin’de, Hindistan’da, Afrika’da (orada zaten jenosid uygulandi) insanlar icin aci tablolar ortaya cikti. Sonucta liberalizmin pesine takilan insanlar 1929-1930 Bunalimi’ni yasadi.
Bu bunalim, sadece calisanlari degil, varlikli kesimi ve sermayedarlari da icine alacak bir duzeye ulasti.
İflaslar, intiharlar, borsalarda cokmeler birbiri ardindan geldi. 1929-1930 Bunalimi’ni, irkcilik akimi
ve bunu da İkinci Dunya Savasi izledi. Liberalizmin getirdigi bu. Simdi Neo-Liberalizmin bundan daha
farkli bir sonuc getirmesi icin ortada bir neden yok.Dunyadaki yoksulluk artiyor. Her yil 40 milyon
insan acliktan oluyor.bir taraftan da obesite ile ugrasiliyor. Gelir adaletsizligi dunya capinda
gorulmemis boyutlara variyor. 350 dolar milyarderinin geliri dunya nufusunun yarisinin gelirine esit bir
hale geliyor. İssizlik almis basini gidiyor. En saglam gorunen Amerikan, İngiliz ve Alman ekonomileri ciddi
sonuclarla karsi karsiya. Tum dunyanin “hal-i pur melali” ortada. “Asya Kaplanlari” falan denildi; kisa
surede onlar da bir yazarin deyimi ile “topal ordege” donusturuldu. Dunyada gelir adaletsizligi, yoksulluk,
aclik, hastaliklar ko gezer vaziyette.
Mustafa Kemal’i burada yeniden animsamamak olanaksiz. Kuresellesmeyle birinci celiskisi ortaya cikiyor. Birisi,“Egemenlik kayitsiz sartsiz ulusundur!” diyor; oburu, “Egemenlik kayitsiz sartsiz uluslar arasi sermayenindir!” diyor. İkinci celiskiye geliyoruz. Bati Dunyasi 1946’dan sonra sosyal devlet gercegini yakalayarak rahat nefes alma olanagi buldu. Sosyal guvenlik, sosyal adalet uygulamaya konuldu. Bunun saglanmasinda cesitli sosyal mucadelelerin yani sira Sovyetler’deki devrimin etkileri var. Cunku batili sermayedarlar Sovyetler’deki devrimin davetini gecersizlestirmek icin kendi emekcilerine karsi daha tavizkar olma mecburiyetini hissettiler. Sosyal devlet bu temel uzerinde İkinci Dunya Savasi’ndan sonra hayata gecti ve bu, liberalizmden farkli bir olgu idi. Ataturk ise bu gercegi cok onceleri, Cumhuriyet’in basinda gordu ve 1930’larda basladi. Fransiz Devrimi ve Kuzeyimizdeki devrimin sentezi olan bir yapilanma ile , halkcilik felsefesi temelinde, liberalizmden farkli bir yol secti. Devletin onculugunde bir ekonomik sosyal yapilanmaya gitti.Bu sayede de 1923-1938 arasindaki o kisa zaman icinde tam bir mucize yaratti. Genc ve fakir Turkiye Cumhuriyeti’nde tum hastaliklarin kokunu kazidi; sitmanin, vebanin, lepranin, trahomun vb. Simdi onlar yeniden hortlama istidadinda. Din alimi olmaya aday cocuklar, yargic, general, profesor oldular. Ne sayesinde? Mustafa Kemal’in yaygin ve parasiz egitim politikasi sayesinde. Turk parasinin degeri artti. Tarim ve sanayideki gelisme, Cumhuriyet’in diger butun donemlerini geride birakan bir hizla gerceklesti ve
bu donemde dunya 1929-1930 Bunalimi’ni yasiyordu. Dunya ekonomik bunalimda iken, Turkiye ekonomide, sosyal ve kulturel alanlarda tam bir mucize gerceklestirdi. Demek ki Turkiye’ye ozgu bir sosyal
devlet hayata gecirildi. Kuresellesmenin ideolojisi neo-liberalizm. “İdeolojilerin sonu geldi!” deyip,
Thatcher’in unlu sozuyle, “There is no alternative!” (TINA) (Baska secenek yok!)’u tek bir ideoloji olarak
dayatiyorlar. O da neo-liberalizm. Bu da yeni degil, eski. İnsanlari nereye goturdugu belli. Nereye
goturuyor? Gelir adaletsizligi, issizlik, irkcilik. Son dunya savasindan sonra goturdugu seyler.
Irkciligin yerini bugun kimin koltugu altinda beslendigi kuskulu olan islami teror almis durumda.
Bir de sunu ekleyelim. Hitler’in iktidara gelisinde bir olay cok etkili oldu: Reichstag Yangini. Alman
Parlamentosunun yakilmasini bahane eden Hitler, onlenemeyen yukselisini gerceklestirdi. İkiz kulelere
saldiri ise simdi bu kuresel yapilanmanin bahanesi olarak kullaniliyor. İkiz Kuleler saldirisinin nasil
yapildigi konusunda da cok ciddi soru isaretleri var. Bu konu Fahrenheit 9/11 filminde ele alinmis
bulunuyor.
Kuresellesme, Kemalizm ile iki noktada celisiyor. Birincisi, demokrasi konusunda; ikincisi ise ideolojik
konuda. Kemalizm, liberalizmden ayrilan bir ideoloji. Bunlar ise tek bir ideoloji olarak neo-liberalizmi
gundeme getiriyorlar. Kemalizm’i ve Cumhuriyet’i ortadan kaldirmak telasinin arkasinda bu yatiyor.
Uluslar arasi sermaye dunyayi degneksiz dolasilan bir koy haline donusturmek icin onune cikan engelleri bir
bir ortadan kaldirma kararligi icerisinde. Mustafa Kemal de bogazlarina takilmis. Onu cikarmadan rahat
etme imkanlari yok. Onu cikarma telasidir ki yasadigimiz bazi acilari meydana getirdi. Buyuk
Kemalistler, Muammer Aksoy’u, Ugur Mumcu’yu, A. Taner Kislali’yi kaybettik, saymakla bitmeyecek sehitler
verdik bu buyuk celiski icinde. Basaracaklar mi? Gencler? (Dinleyici genclere yoneltilen soruya gencler
“Hayir!” yanitini verir.) Basaramayacaklar. Sizin boyle sabirla dinlemeniz de basaramayacaklari yonundeki umudumu guclendirmistir. Hepinizi saygiyla ve sevgiyle selamliyorum.
|
mecit |
“Hüseyin annesinin elini öptü. Zavallı, ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: “Hüseyin.. dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak, son yongam sensin. Minareden ezan sesi kesilecekse.. camiinin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun.. Öl de köye dönme. Yolun Şıpka’ya uğrarsa dayının ruhuna fatiha okumayı unutma. Haydi oğul Allah yolunu açık etsin.”
|
mecit |
bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor. onların torunları olarak artık şavaş meydanlarında değil, ilim ve bilim meydanlarında yeni zaferler kazanmamız gerektiğini, bütün ülkeme haykırıyorum. ruhunuz şad olsun |
commodore1tr |
Önce sayin Ecevitten bir siir ;
CANAKKALE
Soyle Arkadasim' dedi Anadolulu Mehmet
yanibasindaki Anzak erine
'nereden kopup gelmissin,
neden cokmus bu mahsunluk uzerine?'
'DUNYANIN OBUR UCUNDAN' dedi gencecik Anzak
'Oyle yazmislar mezar tasima.
dogdugum yerler oylesine uzak,
ortundugum topraksa gurbet bana.'
'Dert edinme arkadasim' dedi Mehmet
'degil mi ki bizlerle birlesti kaderin,
degil mi ki yurdumuzun koynundasin ilelebet,
sende artik bizdensin,
sende bencileyin bir Mehmet'
Canakkale'de topraginin
ustu cennet alti mezar
kavga bitmis mezarlarda
kaynas olmus yiten canlar.
'ya sen dedi Mehmet
oyun cagindaki Ingiliz erine,
'yasin ne senin kardes
boylesine erken buralarda isin ne?'
'yasim sonsuza dek onbes'
dedi ufak tefek Ingiliz eri.
'koyumde askercilik oynar
costururdum trampetimle bizimkileri
derken kendimi cephede buldum
oyun muydu, gercek miydi anlamadan,
bir sahici kursunla vuruldum.
Sustu boynumdaki trampet,
son verildi boylece oyundan bozma isime
Gelibolu'da bana da bir mezar kazildi
mezar tasima ON BESINDE TRAMPETCI' yazildi.
Oykum de kunyem de bundan ibaret.'
Yagmur yagiyordu usul usul topraga
gozyaslari duserek ustune sanki
damla damla agliyordu uzaktan uzaga
sahibini yitiren bir trampet.
'ya sizler' dedi Mehmet
dunyanin dort kitasindan
mezarlar dolusu erlere,
'hangi ruzgar savurdu sizleri
bu bilmediginiz yerlere'
kimi Ingilizdi, kimi Iskoc
kimi Fransizdi, kimi Senegalli
kimi Hintli kimi Nepalli
kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak
gemiler dolusu asker
her biri niye geldiginden habersiz
Gelibolu'nun oya gibi koylarindan sizarak
tirmanmislardi daga bayira
siper siper yara gibi yarilan toprak
mezar olmustu savas ardindan onlara.
Kiminin BURADA YATTIGI SANILIR
Kiminin ADI BILINSE DE MEZARI BILINMEZ
kiminin de mezar tasinda
on alti on yedi on sekiz yasinda
EBEDI ISTIRAHATE CEKILDIGI yazili.
Canakkale topraklarinda,
her birinin erken biten yasam oykusu
eski yazitlar gibi taslara boyle kazili.
'Anlamaz miyim' dedi 'halinizden kardesler'
adina yazili tasi bile olmayan asker
Anadolulu Mehmet
'ben de yuzyillarca yaban ellerde
neyin ugruna bilmeden can vermisim
kendi yurdum ugruna can vermenin tadina
ilk kez Canakkale'de ermisim.
Ugrunda can verdikce vatandi ancak
ekip bictigim padisah mulku toprak
degil mi ki sizler alamasaniz bile
bu topraklar almis sizi sizleri basmis bagrina
sizlere de vatan sayilir artik Canakkale.
Canakkale'de topraginin
ustu cennet alti mezar
kavga bitmis mezarlarda
kaynas olmus yiten canlar.
Bir garip savasti Canakkale savasi
kizistikca kizginligi dindiren
ara verildikce atese
dusmani kardese
donduren bir savasti.
Kiyasiya bir savasti
ama saygi ureten bir savas
yaklastikca birbirine
karsilikli siperler
gonuller de yakinlasti
dustukce vurusanlar topraga
dostlar gibi kaynasti.
Savas bitti.
Olenler kaldi saglar gitti
koylu koyune dondu evli evine
kir cicekleri geldiler akin akin
cekilen askerlerin yerine
yaban gulleri, dag laleleri, papatyalar,
kilim kilim yayildilar topraga.
Siper siper
topragin savas yaralarini orttuler
koyunlar koruganlari yuva yapti kendine
kuslar dondu gokyuzune kursunlarin yerine.
Cicegiyle yemisiyle yesiliyle
silah yerine saban tutan elleriyle
geri aldi savas alanlarini doga
can geldi topraga silindikce kan izleri.
Yeryuzunde cennet oldu oylece
o cehennem savas yeri
simdi Canakkale Gelibolu
bahce bahce, ulke ulke
mezar dolu.
Ustu cennet alti mezar
Canakkale topraginin
kavga bitmis mezarlarda
kaynas olmus yiten canlar.
Huzur icinde uyusun
vurustuklari toprakta
kavgadan kinden uzakta
yanyan dostca yatanlar.
Bulent Ecevit
|
commodore1tr |
Askerler kaçıyor
Çıkarma gemisi komutanı General Stopford, Hamilton'a gönderdiği mesajında, komutasındaki askerlerin panik halinde olduğunu bildirdi.
Osmanlı yönetimi, 25 Mart 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı ve Gelibolu yarımadasını savunacak 5'inci Türk Ordusunun Komutanlığına Alman Mareşal Liman Von Sanders'i getirerek, bu savaşın bir Osmanlı savaşı olmaktan çok, bir Alman-İngiliz çıkar savaşına dönüşmesine adeta çanak tutar. Aradan bir ay geçer ve 25 Nisan 1915 tarihinde aynı güçler, Gelibolu yarımadasına asker çıkararak yeniden şanslarını denemek isterler. Ancak unuttukları çok önemli bir şey vardır. Çanakkale'deki Türk Ordusu sadece Alman Mareşal demek değildir. Hesaba katmadıkları, Türk komutanlar onlara tarihlerinin en acı yenilgisini tattıracaklardır.
GÜNLÜKTEN
Nitekim Çanakkale düşman güçleri Komutanı İan Hamilton'un günlüğüne şu cümleleri düşüyor: "Akşamüstü Ertuğrulkoyunun açıklarına geldik. Gördüğümüz manzara şuydu: Çıkarma yerinin etrafı dehşetli ateşimizle çevrelenmiş, lakin donanmamızın en ağır topları Türk siperleri üzerinde ancak bir konfeti etkisi yaratıyor. River Clyde nakliye gemimiz, 100 metre gibi pek yakın mesafeden şiddetli piyade tüfeği ateşine maruz. Karaya ayak basan birliklerimiz, kum tepelerinin arkasında yere yapışmışlar, başlarını bir santim kaldıramıyorlar. Akşam hava kararmak üzereyken Quine Elizabeth 38'lik toplarıyla o kadar dehşetli bir ateş açtı ki, koca gemi baştan başa zangır zangır titriyordu. Bu dehşetli ateş saatlerce sürdü. Fakat Türkler'in Piyade tüfeği sesleri kesilmedi."
(Ertuğrul Koyu, 25.Nisan.1915)
HAMİLTON'DAN HARBİYE NAZIRILORD KİTCHENER'E TELGRAF
İstemelyerek de olsa, Çanakkale Boğazının savaş gemileriyle zorlanamayacağı sonucuna varıyorum. Belki bir zamanlar bu mümkün olabilirdi. Eğer benim birliklerim buna katılacaklarsa, bu bek-endiği gibi destek verme şeklinde olmamalıdır. Ordunun rolü, yalnızca tabyaları yıkacak bir çıkartma birliğinden fazla olmalı. Kararlı, hazırlıklı, donanmaya yolu açacak ve tüm gücüyle savaşacak bir operasyon olmalı.
(Çanakkale, 18.Mart.1915)
GENERAL STOPFORD'TANHAMİLTON'A MESAJ
Askerler, birlikler artık savaşma ruhuna sahip değil. Ağır bombardıman ya da tüfek ateşi karşısında ilerlemiyorlar. Hücum için atılganlık göstermedikleri gibi, en basit bir düşman saldırısında geri dönüp, uzun süre kaçıyorlar. Askerlerin çoğu da, sağda, solda saklanmaktalar.
(Anafartalar, 11 Ağustos1915)
İNGİLİZ BİNBAŞI ARTHUR MİLLES
O gün hayalimde deniz kuvvetlerinin bize Çanakkale Boğazının yolunu açarak yapacağı bombardıman eşliğinde, Gelibolu Yarımadasından yukarı Marmara sahillerini geçeceğimizi ve küçük bir çatışmayı takiben Konstantinopolis'e ulaşacağımızı ve orada Rus Ordularıyla buluşarak İmparatorluğun iç taraflarına gireceğimizi canlandırıyordum.
(Ertuğrul Koyu, 25.Nisan.1915)
ANZAK TEĞMEN R.B.GİLLET
Gözlerimin önündeki manzarayı anlatmak olanaksızdı. Filikalar şimdi hemen hemen birbirlerine yanaşmış olarak kıyıya kadar uzanıyordu. İçleri parçalanmış cesetlerle doluydu. Sonuncu filika ile kıyı arasında cesetlerden oluşmuş bir iskele vardı. Ölülere basmadan kıyıya çıkmak mümkün değildi ve koyun suları kandan kıpkırmızı kesilmişti.
(Anzak Koyu, 25.Nisan.1915)
Hanri Benazus
|
commodore1tr |
Dün 18 Mart i o destanin 90. yilini andik.. Törenler yapildi sehitlerimiz anildi dualar edildi..
18 mart aslinda KURTULUS savasinin bir habercisi degil midir ? Eger anlamasi gerkenler biraz dogru anlasalardi asla ve kata Ülkeyi isgala paylasmaya kalkmazlardi.
18 Mart aslinda bir ulkenin bagimsizlik bildirgesidir. Eger olmasaydi bugün büyük olasilikla bu satirlari anadilimizde yazamiyor olacaktik..
Anafartalar Conkbayiri Bolayir Mustafa Kemal Tesadüfmüdür... Eger Mustafa kemal Çanakkalede olmasaydi acaba bir ulus ona inanir pesine düser miydi? Resmi kayitlara göre 213 bin 882 sehidimizin kanlari bugünler için akti.... Onun için bu mirasa ve degere çok ama çok iyi sahip çikmali ve korumaliyiz... Içeride ve disarida gerici ve sözde ilerici bir takim karanlik kisilerin bogazina takilan en büyük kale KEMALIZM dir. 0ste bunu unutmamak gerekmektedir. Sehit kanlariyla kazanilmis bagimsiz laik sosyal hukuk devleti uyduruk zihniyetlere teslim edilemeyecek kadar ciddi bir olgudur. Bugün hiç çekinmeden ve utanmadan Mustafa Kemal 'e saldiran ve elestiren bazi kisi ve partiler unutmamalidir ki eger MUstafa KEMAL ve ordusu ile 18 MART lar olmasa idi , birakin bas örtüsünü tartismayi ISLAM BILE OLAMAYACAKLARDI ....onun için Mustafa Kemal 'i elestirmenin kimsenin haddi olmadigini tam bugün vurgulamak için yaziyorum bu satirlari..Belki laf ederken olmayan yüzleri kizarir diye....
Ey ulu önder ATATÜRK ;
Sen Türk olmaktan mutluydun...
TURKLUK SENINLE DAHADA MUTLU....
Sen ve Tüm sehitlerimizin ruhlariniz sad, mekaniniz cennet olsun..
|
commodore1tr |
DUBLİNLİLER TÜRKLER'İN ATEŞİ İLE BİÇİLDİ
Çanakkale'de karşı cepheden savaşanların tarihe düştükleri notlar; yokluk, açlık ve hastalık pençesindeki Türk askerinin savaşta nasıl devleştiğini gözler önüne seriyor
Anzak Yüzbaşısı David French Filikalar
River Clyde gemisinden herhangi bir ateşle karşılaşmadan ayrıldılar. Kıyıya sabah saat 6 sularında yaklaşmaya başladık. İlk filikalar kıyıya 20 metre kadar yaklaştığında Türkler önce bir el ateş ettiler. Ve bunun ardından kıyamet koptu ve açık filikalardaki Dublinliler biçilmeye başlandı. River Clyde gemisinin açık kapaklarının ardından inmeyi bekleyenler, onların kapana kıstırılmış fareler gibi öldürüldüklerini izliyorlardı. Filikalardaki 700 askerin sadece 300'ü karaya çıkabildi. Ve onların çoğunun da yaralı olduğunu gördüm...
(Anzak Koyu, 25 Nisan 1915)
İngiliz Hava Komodoru Albay Sampson
Seddülbahir üzerinde uçuyordum. Aşağıya baktığım zaman, durgun mavi denizin sahilden 50 metre açığına kadar olan kısmının kandan kıpkırmızı kesilmiş olduğunu gördüm...
(Ertuğrul Koyu Gözlem Raporu'ndan, 25 Nisan 1915)
Anzak Yüzbaşısı Guy Geddes
River Clyde'den inerkenarkamdaki askerler teker teker vuruldular. Beş yerinden yaralanan Teğmen Watts yattığı yerden askerleri "Yüzbaşınızı izleyin" diye teşvik ediyordu. Dublinliler Taburu'ndan Yüzbaşı French daha sonra, beni 48 kişinin izlediğini ve hepsinin vurulduğunu söyledi. (Anzak Koyu, 25 Nisan 1915)
Gazeteci ve Yazar Aspınal Oglander
Türkler'in savunma düzeni son dakikaya kadar terk edilmiş gibiydi. Fakat River Cleyde gemisinin karaya oturmasıyla, çıkarma filikalarının kıyıya birkaç metre yaklaştığı sırada biri adeta katliam emrini verdi. Birdenbire bir cehennem boşandı. Ateş kasırgası sahile sokulan filikaların üzerinden limanın durgun sularını binlerce kamçıyla kamçılıyormuş gibi geçti. İlk birkaç saniye içinde kıran geçmişçesine zayiata uğratıldık. Kıyıları yalayan dalgacıklar kana boyanmıştı. Filikalardan bazıları içinde bulunanların hepsi ölmüş durumda umutsuz bir halde suların seyrine kapılmış gidiyordu. Ertuğrul Koyu'na yapılan çıkarma harekâtı, işte bu şekilde ve saat 9'dan biraz sonra kesin olarak durduruldu.
(Ertuğrul Koyu, 25 Nisan 1915)
|
commodore1tr |
Bakınız Japonlar ne demiş. Haksızlar mı? Yoooo yerden göğe haklılar...
Turgut Özal Başbakan, Vehbi Dinçerler'in Milli Egitim Bakanlığı zamanında Türkiye'ye Japonya'dan bir eğitim heyeti gelir. Temas ve incelemeler yapacak, neticeyi yetkililere aktaracaklar. Gerektiği kadar da ikili işbirliği gerçekleştirecek.
İşler buraya kadar çok iyi..
Japon heyeti yurdumuzun bazı bölgelerinde gerekli incelemelerini yapar. Sonra Bakanlıkta toplanırlar. Heyetin tespiti ilginç:
"Sizin çocuklarınızda Ulusal Bilinç yok!.."
Bizimkiler şaşırır!
Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır. Yine de fazla ses çıkarmazlar! Ne de olsa misafir bunlar..
Bizimkiler sorar.. "Sizin gençlerinizde ulusal bilinç var mı? Neler yapıyorsunuz?.."
Japon uzmanları anlatmaya başlar: "Biz çocuklarımıza ilkokula başlamadan 'Şok testler' uygularız. Mesela uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir tur yaptırırız. Çok katlı yollardan da geçen tren, onları şöyle bir sarsar. Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek bir şoke olurlar. Bu şoktan sonra Hiroşima'ya götürürüz. Bölgeyi aynen koruyoruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir; değil hayvan, bitkinin bile yeşermediğini gösteririz. Ve deriz ki 'Eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiçbir canlı yaşamayacak biçimde size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçecek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş.' Çocuklarımız burada ikinci bir şok daha yaşarlar. Sizlere sunu hatırlatalım ki, Türkiye'de pek çok uzmanımız bulunmaktadır. Bunların herhangi birine bu çocukluk deneyimlerini sorabilirsiniz."
"Peki Türkiye için tespitiniz var mı? Gözlemleriniz nedir?" diye sorar bizimkiler..
"Elbette var.. Bizimkinden çok daha önemli. Bir tanesi Çanakkale Savaşları'nın olduğu bölge. Gelibolu gençlerinizin şoke olması için yeter de artar bile. Bir metrekareye altı bin merminin düştüğü savaşta, Türkler her şeye rağmen galip çıkıyor, olamayacağı olur hale getiriyorlar. En son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak, inancın galip geldiğinin ispatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman değil, müttefik güçler; sizin tabirinizle yetmiş iki millet var.... |
commodore1tr |
Yine bir 18 Mart destan haftasındayız. Yakında bazı gazeteler gen başlar Çanakkalede aslında şöyle olmuştur böyle olmuştur demeye maneviyatla oynayan o aşağılıklardan önce bir kaç satır yazmak gerekir aslında sayfalar yetmez ama baksanıza bir senede okuyan AYDINIMIZ bile yok bu formu
Çanakkale veya Gelibolu deyince aklınıza ne gelir ?
Sıkıcı törenler mi, yoksa hamasi nutuklar mı ? Belki de sadece Marmara
denizini Ege den ayıran rüzgarı bol bir boğazda yer alan kent mi ? ya da
#8220;Zaten bizim savaşımız değil di. Bakın, gene Türk, şehadet, İslam,vatan
gibi kelimelerle doldurulmuş bir nasyonalizmi yüceltip, toplumu
bölüyorlar#8221; diye içten içe bir içerleme mi? Ya da Çanakkale savaşı Atatürk#8217;ün zaferi midir, yoksa Liman Von Sanders#8217;in mi gibi akıllara ziyan bir tartışmayı mı hatırlıyorsunuz. Şimdi O olayın üzerinden yıllar geçti. Türkiye yi her engele rağmen sımsıkı bir üst değerde buluşturabilecek, her topluma nasip olamayacak bir tarihi olayı bile ne hale getirdik. Veya; ne hale geldik.
Yüreğimi doldura doldura yazabileceğim bir olayı bile yazarken hangi
kelimeyi kullanırsam acaba hangi kesimi gocundururum diye mayın tarlasında yürüyorum. Biz böyle mi olmalıydık?
Çanakkale savaşlarının olduğu bölgeye, 1 m2 ye tam
6000 mermi düştüğünü biliyormusunuz? Gözünüzde canlanması için söyleyeyim. Sadece mermi kovanları tam 10 cm yüksekliğinde kar yağmış gibi toprağı kaplıyor. 1915 Çanakkale savaşlarında kimine göre 400 bin, kimine göre 253 bin şehit verdik. Bunlar Osmanlının Eğitim reformundan sonra yetiştirdiği, Ülkemizi #8220;Muasır medeniyet seviyesine #8220; taşıyacak nesildi. Hepsi, göksel ekinler gibi biçildi. Savaştan sonra Çanakkale Savaşının mimarı Churchill başbakanlıktan istifa etti. Avam kamarasında kendisini şöyle savundu #8220;Evet Çanakkaleyi geçemedik, Ama Osmanlının 50 yıllık geleceğini yok ettik#8221;.
Hamasi nutukların ve kısır çekişmelerin ardında, savaşın insani boyutu kayboluyor. Hiç savaş insani olur mu demeyin. O insanları tanırsanız, bir baba, dayı, eş, nişanlı, yavuklu olarak tanırsanız anlarsınız. Halepten, Kerkükten, Diyarbakırdan Rizeden, Çankırıdan, Balıkesirden, İstanbuldan. Kürt, Türk, Zaza, Laz, Boşnak, Rum, Çerkez,Sünni
Alevi hepsi bizim insanımız. İşte size insan manzaraları.
Yüzbaşı Dimitroyati. İstanbulda yaşamıştı. Bu vatanı uğrunda ölecek kadar sevmişti.Alay tabibi idi. Tedavi etmeğe çalıştığı gazilerle ölüme koşmuştu. Ölürken ne hissetti bilmiyoruz. Ama son
sözleri bir gazinin hatıralarıyla zamanımıza kadar geldi: #8220; Sakın ha ! Ali
çavuş..gavur-mavur dersiniz, başka yere gömersiniz. Beni sizlerden
ayırmayın#8221;.
Balıkesir ,İrvindi nin Mallıca köyünden, 104
yaşındaki Çanakkale gazisi Azman Dede anlatıyor. #8220;Bir hücum sonrası bölük erimişti. Yeni takviye geldi. İçlerinde çocuk yaşta 3-4 asker vardı. Yüzbaşı sordu: Yavrum siz kimsiniz?. İçlerinden biri; Galatasaray Mektebi Sultanisi Talebeleriyiz#8221; dedi. Daha süngü takmasını bile bilmiyorlardı... Sabah şafakla yapılan hücumda siperden ilk fırlayanlar onlardı. Fakat karşıdan açılan ateşle ilk onlar şehit düştüler, hepsi sipere geri düştüler, kucağıma dökülüverdiler...
Kınalı Hasan#8217;ı bildiniz mi? Nereden bileceksiniz.
Yüzbaşı Sırrı Bey anlatıyor. 64. Piyade Alayı, 1. tabur, 2. Bölükten bir
Hasan vardı. Saçları kınalıydı. Sordum #8220; Hasan hiç erkek kınalanır mı?#8221;
Dedi ki#8220; Annem kınaladı gelirken kumandanım.#8221; sor bakalım anana, niye
kınalamış. Anasına yazdığı mektupta sormuş.Ben cevabını kendinden
dinleyemedim. Bir süre sonraki hücumda şehit düştü. Sonra cebinden çıkanları getirdiler. Bir mani ve bir mektubunu verdiler. Ana#8217;sı cevabında #8220;Bizimburalarda adettir oğul. Kurbanlık koçlar kınalanır. Ben de seni vatanakurban diye gönderdim. Onun için kınaladım#8221; Mani ise şöyleydi.
#8220;Anam yakmış kınayı, aday diye,
Ben de vatan için kurban doğmuşum
Anamdan Allaha son bir hediye
Kumandanım ben İsmail doğmuşum.
Kepsutun Servet köyünden Ali Osman Balkan savaşına gittiğinde
oğlu 5 yaşındaydı. Terhis olmadan Çanakkale cephesine gönderdiler. Artık delikanlı olan oğlunu tesadüf eseri, tam süngü hücumuna başlarken tanıdı.Doyasıya öpüp koklayamadan hücuma gönderdi oğlunu #8221; Aman yavrum öne atılma kuytuda dur#8221; diye de tembih de etti. Ama oğlu o süngü savaşında ölmüştü.
Şehit oğlunu kendi elleriyle gömdü.
Ya, kadınlarımız. Siz kurufasülye severmisiniz? Edremitli
Halil Çavuş Çanakkale savaşı başladığında 47-48 yaşlarındaydı. Oğlu Ali
19-20 yaşlarındadır. Ve Çanakkale cephesindedir. Bir gün halil Çavuşun
hanımı dükkana gelir kocasına#8221; Bey, eve iki asker geldi. Seni askerlik
şubesinden istiyorlar#8221; dedi. Halil Çavuş hanımına #8220; Ben şimdi gider, ne için çağırdıklarını anlar,dönerim. Canım kurufasulya çekti. Sen eve git pişir,ben geliyorum#8221; der. Askerlik Şube Başkanı Komutan,#8221; Sen nerde kaldın? Yürü, Edremitliler Çanakkaleye gidiyor. Koş yetiş#8221;. #8220;Aman bey, eve varayım haber verip helalleşeyim#8221;. #8220;Mümkün değil, kafileden kopma koş yetiş.Biz eve haber veririz. Gerçektende eve haber verirler. Oğlu Ali savaştan sonra eve geri döner. Fakat Halil Çavuştan bir daha haber alınamamıştır. Hanımı hayatı boyunca her akşam kurufasulye pişirmeye devam etti. Fakat asla bir lokmasını ağzına komadı. Her akşam sofraya bir boş tabak koydu,kaldırdı. Ve her akşam,hep ama hep kocasını gelecek diye bekledi.
Edremitte, bir şehit torunu anlatıyor.#8221; Ninem hala sağdır.
Babası Çanakkaleye gittiğinde ninemiz henüz kundakta bir bebekmiş.
Babasından bir daha haber alınamamış. Ama annesi her bayram geldiğinde nenemizi süsler giydirir,#8221;Baban gelecek..elinden tutacak, Seni bayram yerine götürecek, çıkma sokağa bekle#8221; Her bayram,ömür boyu her bayram #8220;baban gelecek, elinden tutacak, bayram yerine götürecek.#8221; Ninemiz hala sağ. Ve hala her bayram giyiniyor.Süslenip,püsleniyor. Evin kapısı arkasına koyduğu sandalyesine oturuyor ve bekliyor. Babası elinden tutacak, bayram yerine götürecek diye. Hala her bayram, yaşanmamış çocukluğun, yaşanmamışbayramları yaşanıyor. Hayatı boyunca hiç bayram yeri görmeden.
Bu olay Çanakkaleden değil. Ama üzerinde rahatça
birbirimizi yediğimiz bu Vatan nasıl bize miras kalmış.. Bundan iyi örnek
bulunmaz. Günlerden 21 mayıs 1972 Cuma. Yer; Kudüs, Mescid-i Aksa . İlhan bardakçı anlatıyor.#8221; O#8217;nu merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın boyu vardı. İskeletleşmiş vücudu üzerinde garip bir elbise, palto mu kaput mu? başındaki kalpak mı, takke mi fes mi? Öyle birşey işte. Yüzü yeni hasat edilmiş kıraç toprak gibi, binlerce çizgi. Yanımdaki rehberim, İstanbulluYusuf#8217;a sordum;#8221;Kim bu adam?#8221; Lakayt bir tavırla,#8221; bilmem, bir meczup işte, bildim bileli çakılı gibi burada durur. Kimseye birşey sormaz, birşey istemez, kimseye bakmaz, görmez#8221;.Bilemediğim bir duygu beni ona çekti.
Türkçe #8220;Selamünaleyküm baba#8221; dedim. Arı duru bir Anadolu Türkçesiyle#8221;Aleykümselam oğul#8221; Donakaldım, Ellerine sarılıp öptüm.#8221;Kimsin sen baba#8221; dedim. Yüzü gerildi,gözlerini araladı #8221;Ben#8221; dedi #8220;Küdüsü Osmanlı ordusu terkederken buraya bırakılan artçı bölüğünden, 20 Kolordu, 36.Tabur. 8 Bölük, 11 ağır makinalı tüfek takım Komutanı Onbaşı Hasan#8221; Gürler gibi tekrar konuştu.#8221;Sana bir emanetim var oğul. Türkiyede yolun Tokat Sancağına düşerse Kolağası Musa Efendiyi bul Elinden benim için öp ve ona de ki; 11.Takım Kumandanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, O günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamadır komutanım#8221; Sonra yine dikleşti,taş
kesildi. Hala nöbetinin başında idi. Tam 57 yıl kendisini unutuşumuzdaki
nadanlığımıza rağmen Vatan aşkı sönmemişti. Bunun Çanakkale savaşıyla ne ilgisi mi var? Düşünün bulması zor değil.
Eskişehir Ilıca Köyünden Ekderis oğullarından, Ömer oğlu
Nasuh. İnegöl, Muzal Köyünden Resul oğullarından M.Emin oğlu Mustafa. Ankara Kalecik Kazası, Dalyasan Köyünden İbrahim Oğlu Hüseyin. Ve daha isimleri bilinmeyen yüzbinlerce şehit, ağabey, baba, dayı, amca, eş, yavuklu. Huzurunuza çıkacak, af dileyecek yüzümüz yok. Allaha nazınız geçer, layıkolamasak da, bu Milletin birliği, dirliği, refahı ve mutluluğu için şefaatçi olun.
|
Av.Dilek Kuzulu Yüksel |
[img]https://www.canakkaleonline.com/index_dosyalar/canakkale_gecilmez.jpg[/img] |
Av.Dilek Kuzulu Yüksel |
Cephede kıyasıya, korkunç bir çatışma yaşanıyordu. Asker, çok daha önlerde olan en yakın arkadaşını vurulduğunu gördüğünde hiç düşünmeden fırlamak için hamle yaptı. Ama son anda onu engelleyen birisi çıkmıştı. Komutanıydı bu ve onu sıkıca tutarken " Artık kurtaramazsın. Baksana ölümcül yarası var. Bu yaptığına değmez."
Asker şimşek gibi bir bakış attı komutanına... Ve tüm gücüyle kurtulup bir çırpıda arkadaşının yanına gitti. Onu omuzlayıp imkansız gibi görünen şeyi yapmış ve mevzisine dönmüştü. Arkadaşını yere indirdiğinde komutanı şöyle bir yokladı ve askere "Ben sana dememiş miydim değmez diye. Ölmüş işte." dedi.
Asker, buna değdiğini biliyordu. Gerçektende değmişti.
Neden mi değmişti.
Çünkü ölen askerin son sözü şu olmuştu.
"Geleceğini biliyordum."
"GELECEĞİNİ BİLİYORDUM"
|
commodore1tr |
Doğal ve kültürel değerleri yanısıra dünya savaş tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Mustafa Kemal ATATÜRK komutasındaki Türk ordu birliklerinin dünyayı şaşırtan cesaret ve kahramanlıklarının sergilendiği Çanakkale Savaşlarının izlerini ve anılarını korumak amacıyla 1973 yılında Milli Park ilan edilmiştir. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, ilin en önemli gezi yerlerinden birisidir. Parkın kara sınırlarını Gelibolu Yarımadası'nın Saroz Körfezindeki Ece Limanı ile Çanakkale Boğazında yer alan Akbaş İskelesi arasında çizelecek bir hat oluşturur. Seddülhabir Köyü çevresindeki Tekke ve Hisarlık Burunları, Ertuğrul, Morto, İkiz koyları, Alçıtepe, Kerevizdere, Zığındere ile kuzeydoğuda yer alan Arıburnu, Conkbayırı, Kocaçimen, Kanlısırt, Anafartalar ve Suvla koyları, savaşın cereyan ettiği başlıca alanlardır. Çanakkale Savaşları sırasında büyük cesaret göstererek şehit olan birlikler ve şahıslar adına bugün Gelibolu Yarımadasında çok sayıda şehitlik vardır. Herbiri ayrı bir kahramanlık örneği olan bu şehitliklerin en önemlisi Morto Koyu'nda, Hisarlık tepe üzerinde tüm şehitlerimizin anısına dikilen ÇANAKKALE ŞEHİTLER ABİDESİ'dir. Gelibolu Yarımadası üzerinde, Çanakkale Savaşlarında hayatlarını kaybeden yabancı askerler için de anıt ve mezarlıklar vardır.
ÇANAKKALE SAVAŞLARI
Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk'ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. I.Dünya savaşı'ndan kısa bir süre önce, 1911-1942 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya'ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan Hezimeti ise, Rumeli'deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar Ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli'nin kaybı, İstanbul ve boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın tabii bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla I. Dünya Savaşı'na rastlayan günlerde Osmanlı devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak fakat, Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan her iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle müdahale etmiştir. Bu suretle Osmanlı devleti, kaderini alelacale, 2 Ağustos 1914'te "Üçlü ittifak'a bağlamıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet. 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu TÜRK ORDUSU'dur. Avrupa'da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almak son derece zorlanmıştır. Halbuki "üçlü itilaf"ın askere gücü günden güne artmaktadır. Bu güç , hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere Başkanı'ı Lloyd GEORGE ve Bahriye Nazırı CHARCHILL bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin esiridir. Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadası'nın seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, Güney Rusya ve bütün karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya içih hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya'nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda boğazlar doğu cephesinin en müsait ve hayati menzul hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya'yı takviye edecek, batı cephesinin yükünü hafifletecek, dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya "itilaf" devletleri yanında savaşa katılacaklardı. O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan CHURCHILL'in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk Sarıkamış harekatı üzerine telaşlanan; çok zor durumda kalan hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka Cephelere çekilmesini isteyen Rusya'nın yükünü azaltmak için, Çanakkale seferine karar verilmiş, fakat kesin neticeyi batı cephesinde arayanları darıltmamak amacıyla önce sadece donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır. 18 art 1915'te yaklaşık bir aydır sürekli olarak bombaladığı boğazın her iki tarafındaki Türk tabyalarının artık sustuğunu varsayan 12 zırhlı, 18 muhrip, 7 mayın tarama gemisi, çeşitli nakliye destek gemisi ve uçak gemilerinden meydana gelen I. Dünya savaşının en büyük ve en modern donanması, boğazı geçme girişiminde bulunmuştur. Ancak ehliyetli ellerde sevk ve idare edilen kahraman Türk askerinin hayatını hiçe sayarak kanını fedakarca akıtması sayesinde dünyanın en modern silah ve teçhizatıyla donatılmış düşman donanması, 7 modern savaş gemisini ve binlerce askerini, kaybederek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Zira, Mehmetçik, düşmanı denizden bir adım bile geçirmemeye yemin etmiştir. Anadolu bozkırının o güne kadar deniz görmemiş çocukları, sanki kırk yıldır denizlerde savaşıp da pişmiş kişilere özgü beceriyle zırhlı düşman gemilerine geçiş hakkı tanımamıştır. Bunun üzerine 25 Nisan ve 6 Ağustos 1915 tarihleri arasında düşman kara kuvvetleri Gelibolu Yarımdasına çıkarılmış olup, çıkarma şöyle özetlenebilir. Asıl kuvvetler Gelibolu Yarımadasının güney ucuna iki ayrı noktadan çıkacak ve boğazları kontrol eden tepeleri alacak, bunu başarmak için, iki tümenden oluşan bir Anzak (Avustralya ve Yeni Zelanda) Kolordusu Kabatepe bölgesine çıkacak ve iki ingiliz ve bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayından oluşan kuvvet, Seddülbahir bölgesini ele geçirecektir. Aynı anda bir aldatmaca olarak, boğazın güneyinde Kumkale bölgesinde ikinci bir çıkarma yapılacak ve bazı donanma birlikleri orada da çıkarma olacağı izlenimi vermek üzere Saroz körfezine doğru seyredecektir. Fakat, kahraman TÜRK askerinin hayatını hiçe sayarak kahramanca döğüşmesi TÜRK komutanlarının ve bilhassa Mustafa KEMAL'in üstün sevk ve idareleri sonucunda düşman başarısızlığa uğrayarak savaş, siper savaşı halini almıştır. Gelibolu Yarımdasında çıkarma yapan düşman kuvvetlerini meydana getiren askerlerin milliyetleri son derece enteresandır. İngiliz ve Fransızlar'ın yanısıra, bizimle hiç ilgisi olmayan Cezayir Berberilerini Sengal zencilerini, Avustralyalı, Kanadalı, Yeni Zelandalı ve Hintlileri üzerimize salmışlardır. Şair. Şu mısralarla, "Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mi hakikat mahşer. Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, Avustralya'yla beraber, bakıyorsun Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler renkgarenk, sade bir hadise var ortada, vahşetler denk. Kimi Hindu, kimi yayyam, kimi bilmem ne bela" diyerek, bunu ne güzel dile getirmiştir. Evet, düşman yalnızca birkaç devletten ibaret olmayıp, sanki karşımızda bütün dünya vardı. Düşman donanması II. Dünya Savaşı'na kadar, dünyanın gördüğü en büyük ve en modern donanmasıydı. Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş; yenilmez sayılan devletlerin mağlubiyetidir. Çanakkale'de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Bu savaşlar Mustafa Kemal gibi bir askeri dehanın Türk ve dünya kamuoyu tarafından tanınmasının sağlanması açısından son derece önem taşımaktadır. Düşman durmadan saldırmaktadır. Anafartalar ve Arıburnu cephelerinde emir komuta karmaşası vardır. Bu durum çok tehlikelidir. Yarbay Mustafa Kemal, Ordu komutanı Alman General liman Von Sandres'ten bütün mevcut kuvvetlerin emrine verilmesini ve bundan başka çare kalmadığını bildirmiş. Alman General "Çok gelmez mi?" diye sorduğunda Mustafa Kemal, "Az gelir" diye cevap vermiştir. Ertesi gün emir gelmiş ve bütün birliklerin komutası Mustafa Kemal'e verilmiştir. Bir cephe komutanlığının çok gelip gelmeyeceğini yarbay Mustafa Kemal'e soran ve "az gelir" cevabını alan Alman General karşısındaki Türk'ün "ATATÜRK" olduğunu yıllar sonra öğrenecektir. Çanakkale savaşları'nın temel ağırlık noktasını, Mustafa Kemal oluşturmuştur. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları başlamadan kısa bir süre önce 2 Şubat 1915'te Tekirdağ'da yeni kurulacak olan 18'uncu Tümen Komutanlığına atanmıştır. Derhal göreve başlayan Mustafa Kemal, o tümeni kısa bir zaman içinde savaşa hazır. Seçkin bir tümen haline getirmiştir. Fakat kısa bir zaman sonra Mustafa Kemal bu bölgeden alınarak, tümeni ile birlikte Bigalı köyüne çekilmiştir. Mustafa Kemal, düşmanın Gelibolu çıkarmasına kadar, yani 25 Nisan 1915'e kadar orada yedek kuvvet olarak kalmış, fakat Arıburnu taarruzu başlar başlamaz, kendi insiyatifi ve teşebbüsü ile emir beklemeden, Arıburnu'na yetişerek taarruza geçmiştir. Düşmanı Kocaçimentepe'de durdurarak, yarımadanın tahliyesine kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı bütün taarruzları ve şiddetli hücumları erimeye mahkum etmiş ve Türk'ün yiğit mehmetçiği Çanakkale'de sanki etten ve kemikten bir kale yaratmıştır. Bütün savaşlardan farklı bir savaş malzemesi görülmüştür. Bu da "İNANÇ"tır. Topa, tüfeğe, üstün kuvvete, çeliğe karşı dimdik duran ve kafa tutan bir inanç kendini göstermiştir. Mustafa Kemal'in "size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerinize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir" dediği bu savaşlarda, herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştır. Mustafa Kemal, bu savaşı "bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek arzusuyla harekete geçtiği bir taarruzdur" diye ifade etmiştir. Burada meşhur 57'inci Alay, hiç kurtulmamacasına Mustafa Kemal'in emrine uyarak tamamen şehit olmuştur. Nitekim çeşitli milletlerden meydana gelmiş, düşman askerleri, yapışıp, kaldıkları Arıburnu'nun yalçın yamaçlarından bir adım bile ileri atamamışlardır. Öncelikle İstanbul'u tehdit eden düşmanın Gelibolu Yarımdasına yaptığı bu taarruzu Kocaçimentepe'de durduran Mustafa Kemal, bu başarısından dolayı haklı olarak Albaylığa yükseltilmiştir. 6-7 Ağustos 1915'te Türk askerini yandan, yani Anafartalar'dan çevirmek isteyen Klıchner ordusu da bu bölgenin Grup komutanlığına atanan Mustafa Kemal'in 10 Ağustos günü ayağının tozunu silmeden giriştiği karşı taarruz sonucunda eriyip g itmiştir. Mustafa Kemal bu savaş sırasında göğsünden bir şarapnel parçası ile yaralanmış, fakat kalbi üzerindeki saat kendisini mutlak bir ölümden kurtarmıştır. Bu savaşların akabinde 17 Ağustos'ta Kireçtepe Zaferini 21 Ağustos'ta 2'nci Anafartalar Zaferini kazanan Mustafa Kemal, düşmanı büyük hizmete uğratarak Çanakkale Muharebelerinin kaderi belirlenmiş, 9 Ocak 1916'da düşman, Türk topraklarından geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Halbuki 2 Mart 1915'te İngiliz Amiral CARDEN Londra'ya "Hava bozmazsa iki haftaya kadar İstanbul'dayız" şeklinde mesaj çekmiş, ayrıca ingiliz orduları Başkomutanı General HAMİLTON, resmi raporunda ise, "Türkler, birbiri ardınca mükemmel taarruzlarda bulundular" diye yazmıştır. Hatta bu harekatı hazırlayarak idare eden W. CHURCHILL de hatıralarında muharebelerden bahsederken, Mustafa Kemal'in emsalsiz bir komutan, Türklüğün kaderine hakim bir deha olduğunun daha o zamanlarda anlaşıldığına işaret ederek, "bir Miralay'ın karşımıza çıkışı bütün talihimizi değiştirdi" diye belirtmiştir.
Mustafa Kemal'in Çanakkale'de verdiği bütün emirler kesin ve sonuç alıcıdır. O, verdiği emirde aynen şöyle demiştir. "Benimle burada muharebe eden bilcümle askerler katiyen bilmelidir ki, yuhdemize tevdi edilen namus vazifesini tamamen ifa etmek için bir adım bile geri gitmek yoktur. İstrihat aramanın, bu istirahattan yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikce yorgunluk belirtisi göstermeyeceklerine şüphe yoktur". 30 Nisan'aki komutanlar toplantısında Mustafa Kemal, "içimizde ve askerlerimizde Balkan Harbi'nin utancını bir daha görmektense, ölmeyecek yoktur. Böyleleri varsa, onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim." şeklinde kesin konuşmuştur. Çanakkale Zaferi, meydana getirdiği nihai sonuçlar açısından son derece önemlidir.
Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1- Çanakkale Zaferi, müttefikleriyle Rusya'nın irtibatını önlemiş, dolayısıyla savaş iki yıl uzamış, bu arada çıkan Bolşevik ihtilali ile
Rusya savaş dışı kalmıştır. Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerini birbirinden ayırmış, kurtuluş savaşı yıllarında kuzeyde
güvenliğimizi sağlamış ve zafere ulaşmamızı kolaşlaştırmıştır.
2- Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadasına bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri azalmıştır.
3- Düşmana çok büyük insan ve malzeme zayiatı verdirilmiştir.
4- Türk ordusunun zaferi, İngiltere ve Fransa'nın sömürgelerindeki prestjlerine bir darbe, esir milletlere bir ümit ve istiklal ışığı
olmuştur.
5- Çanakkale Zaferi, Türk askerinin direnme gücünün, fedakarlık ruhunun ve vatanseverlik şuurunun bir abidesidir. Harpten önce
kıymeti üzerinde tereddüt edilen Türk ordusu, iyi sevk ve idare edildiği zaman ehliyetli ellerde, binbir yokluk ve zarurete rağmen
neler yapmaya muktedir olduğunu dünyaya göstermiş ve Balkan yenilgisinin kara lekesini tertemiz kanıyla silmiştir.
6- Bilindiği gibi, büyük hadiseler olağanüstü şahsiyetleri, büyük ve müstesna kabiliyetleri meydana çıkarmaktadır. Mustafa
Kemal'in ortaya çıkışında Çanakkale savaşları kader tayin edici bir merhale olarak gözümüze çarpmaktadır.
7- Çanakkale Zaferleri, Mustafa KEMAL'in ordu içinde olduğu kadar tüm milletçe de tanınmasına vesile olmuştur. Bu suretle Türk
Milleti, 1966'dan beri makus istikamette gelişen talihini yenecek olan liderlerini bulmuştur. Ordu ve millet, Anafartalar
Kahramanı'nın bu işte bu güven, ATATÜRK'ün Milli Mücadele'yi zaferle sonuçlandırmasında genç, dinamik ve yepyeni modern
bir devlet kurmasında en büyük ilham ve kuvvet kaynağı olmuştur.
8- Çanakkale, Milli mücadelenin bir nevi başlangıcı sayılmaktadır. Çanakkale, Türk'ün vatanseverliğinin, cesaretinin, mücadele
azminin ve kahramanlığının sembolüdür.
HAVUZLAR ŞEHİTLİĞİ
Kerevizdere savaşlarında yaralanıp bu yerde vefat eden 2 Subay ve 8 Er anısına 1961 yılında dikilmiştir.
ZIĞINDERE SARGI YERDİ ANITI
Alçıtepe küyünün kuzeybatısındadır. 25. ve 26. Piyade Alaylarında şehit düşen tüm personel ve 2. Tüm. Kur. BŞK. Kurb. Yzb. Kemal bey ile Zığındere'deki ilk yardım istasyonunda tedavi görmekte iken düşmanın açtığı ateş esnasında şehit olan askerlerimiz anısına, 1995'de T.C Kültür Bakanlığınca inşa edilmiştir.
İLK ŞEHİT ANITI
Seddülbahir köyündedir. 1986 yılında, Çanakkale Savaşlarında ilk olarak canlarını veren 5 subay, 81 er olmak üzere toplam 86 şehidimiz anısına dikilmiştir. Cephanelik şehitliği olarak da adlandırılmaktadır.
FRANSIZ ANIT VE MEZARLIĞI
Morto Koyu'na bakan bir yamaç üzerine kurulan Anıt, Çanakkale Savaşlarında hayatlarını kaybeden, 14.382 Fransız askerinin anısına yapılmıştır.Mezarlıkta kimlikleri bilinen askerler için ayrı ayrı taşlar dikilidir. Kimlikleri tespit edilemeyenler ise anıt çevresindeki dört toplama bölmesi ile anıt girişindeki toplama bölmesine konulmuştur.
|
commodore1tr |
NUSRET'in HİKAYESİ...
18 Mart 1915 deniz zaferi, top ve mayın silahlarının müşterek çalışma mahsulü olup bunda mayın başrolü oynamıştır. Mayınların dahice boğaza yerleştirilmesiyle, o tarihin en kuvvetli donanmasını Türk azmi ve cesareti, hayretlere bırakacak şekilde alt etmiş ve boğazı düşman gemilerine kapamıştı.
Dönemin Fransa başbakanı; Çanakkale için "Türkler boğazı kapamakla savaşın iki yıl uzamasına ve müttefiklerin milyonlara varan insan gücü ve yüzlerce milyarlık maddi kayba uğramasına sebep olmuşlardır." demiştir.
Peki o gizemli mayınları kim ne zaman oraya dökmüştür.? Nusret Mayın Gemisi 3 Eylül 1914'te Çanakkale'ye gelmişti. Almanya'da özel şekilde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Ancak Osmanlı Devleti'nin mali sorunları ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesiyle akıllara hayret verecek bir gerçekle karşılaşılmıştı.
6 Mart gecesi Cevat Bey, mayın grup komutanı Hafız Nazmi Bey'e "Oğlum, diyordu. Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat'le son 26 mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun."
Evet. Bu sefer mayınların boğazı kesecek şekilde değilde kıyıya paralel olarak Karanlık Limanına dökülmesi fikri, mayın uzmanlarının ince bir çalışmayla ortaya çıkardıkları mükemmel bir fikirdi. Çünkü düşman zırhlıları boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup ikmal yapmak için geriye dönerken arkadaki grupların yollarını kesmemek için boğazın en geniş yerlerinden biri olan Karanlık Liman'da manevra yapıyordu. İşte mayınlar da bu manevra sahasına kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da bir o kadar zordu.
Nazmi Bey, ertesi gün Nusret mayın gemisi komutanlığı yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'yı buldu. Her iki subayda çok iyi arkadaştılar. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusret'ın genç komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı için yerine bir başkasını görevlendirmeyi önceden Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Bey'in ısrarlarına rağmen, savaşın ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti.
7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusret demir alarak Çanakkale'den uzaklaştı. Bütün ışıklarını söndürüp kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek hedefine doğru ilerliyordu. Gemi daha önce döşenen mayın hatlarından geçiyor ve Karanlık Liman'a giriyordu. Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Bir an, suyun yüzüne değen ışık silindirler hemen ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin yüzeyinde başka bir noktayı aydınlatıp derinlere inmekte ardından yine uzaklara gitmekteydi. Daha yakınlarda devriyeye çıkmış düşman gemilerinin projektör ve ışıldakları zaman zaman Nusret'in olduğu kıyının karşısını noktalamaktaydı. Son kontroller bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan son haddindeydi. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi, Nusret'in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.
Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattını hazırlanacağı noktalara geldiler. Teker teker sessizce elinde kalan son 26 eski tip mayını suya bırakmaya başladı. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yeralmaya başladılar. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Makinalar tekrar ulaşabilecekleri en yüksek devirde çok hızlı tempoda çalıştırılmıştı. Şimdi en az mayınlar dökülüşü kadar tehlikeli olan geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önceki dökülen mayınlar ve düşman devriye gemileri Nusret'in yolu üzerinde kol geziyordu.
Bir an için Nusret'in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Büyük olasılıkla düşman zırhlıları geri dönmüşlerdi ve devriye görevine devam etmekteydiler. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusret'i görecekler ve herşey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı. Karalığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık dalgası kıyıları, dalgaları taraya taraya, arada bir durarak, arada bir gerileyerek ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kılıcına dönüşmüş, Nusret'in böğrüne saplanacaktı ki bir mucize gerçekleşti.Ölüm ve ışık dalgasını içine girmelerine saniye kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı.
Bizim kıyıda birden bire yana projektörümüz birkaç saniye içinde, düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. İki projektör şimdi gözgözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu ışık kavgası Nusret'e yaşam umudunu geri verdi. Şimdi karşıyaşan iki projektör, iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir savaşa başladılar. Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusret, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından sessizce sıyrıldı. Olanca islim üstünde, Çanakkale yönünde yolalmaya başladı.
Tehlike geçmiş verilen görev büyük bir başarıyla yapılmıştı. Nazmi Bey büyük bir sevinçle kader arkadaşını tebrik etmek istedi. Ancak Hakkı Bey cevap veremedi. Nusret mayın gemisinin başkomutanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan dayanamamış, heyecan kasırgası içinde duruvermişti.
Bu olaydan on gün sonra müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonrada gerek düşman pilotlarının fark edemediği gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusret'in mayınlarıydı.
Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouve 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan itibaren herşey ters gitmeye başlamıştı. Bouve'in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarpıştığını rapor etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı ve üç dakika sonrada Irrestible'nda yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarpıştığını bildiren yeşil flamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Daha sonra da mürettebatı kurtarılan gemi boğazın sularına gömüldü.
Muhteşem armada üç büyük gemisini (Irrestible, Ocean, Bouve) kaybetmiş, üç tanesi de (Inflexible, Golva, Suffen) ağır yaralanmış şekilde eldeki gücün üçte biri yitirilmişti. Nusret'in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti.
Müttefik donanması 18 Mart günündeki başarısızlıklarından çok şey öğrendiler. İngilizler bu yenilginin tüm faturasını son keşfini yapıp mayın yoktur raporunu veren pilota çıkardılar ve onu idam ettiler. Nusret'in 7-8 Mart gecesi bir şehit vermek uğruna yaptığı iş ve Türk topçusunun başarısı, bir vatanın selametini sağlamış ve düşman donanmasının Marmara'ya bayraklarını dalgalandırarak girmesine izin vermemişti.
YABANCI GÖZÜYLE 18 MART İngiliz general Oglander'in, "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin birinci cildinde: "Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."
Sir Ccolyen Corbet'in, "Harekatı Bahriye" adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi. Hakikat şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyuna paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve balıkçı gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyat ve sağgörüye rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır."
Bahriye Nazırı Churchill 1 Ağustos 1930 tarihli "La Revue de Paris" dergisinde şöyle der: "Nusrat Gemisinin gizlice döktüğü 20 demir kap, İngilizler tarafından başarı ile başlanmış olan Çanakkale Harekatını durduran bir takım pisikolojik karışıklıklar doğurdu. Yalnız başına bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar muzaffer Avrupa'da sarsıldı. Kendilerini Fransa, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey Italya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleri ile değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti."
|
alisinkay |
[img]https://www.dijitalsanat.com/sehitlergunu.jpg[/img] |
kusat |
Mustafa Kemal ATATÜRK ve kahraman ecdatımız insanlığı ve kahramanlığı ile Çanakkale Savaşında savaşdan daha ziyade insanlık adına kahramanlık dersi vermiştir dünyaya. Bize ve dünyaya söyleyecek bir şey bırakmamışlar. Bizede gurur duymak ve ders almak düşer. Mustafa KEMAL ve ecdatımızdan gurur duyyorum. onlara layık bir Türk evladı olmak hepimizin görevi. |
Av.Dilek Kuzulu Yüksel |
"Şehit ruhları semalarımızda dolaştıkça, şanlı bayrağımız vatan toprakları üzerinde dalgalandıkça, ulusumuz
sonsuza dek hür ve bağımsız yaşayacaktır."
M.Kemal ATATÜRK
"Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim. Fakir insanlardı,
buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi, sağlıksız su içerlerdi, çamur barınaklarda yatarlardı.
Fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı arslanlar gibi savaşırlardı... Bu insanların
kalblerinde sadece ve sadece ulvi bir vatan sevgisi vardır. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi
daha görmedim."
5.Osm.Ordu Kumandanı
Mareşal LİMON VON SANDERS
"Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece
bugün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece
hırpalanmış Türkleri koruyan Cenab-ı Allahlarından ayırmak için başka ne yapabiliriz."
Müttefik Orduları Başkomutanı
General Sir Jean HAMİLTON
"Türk Askerinin savaş ve muharebe için haiz olduğu yüksek niteliklerin önceden layikiyle bilinmemesi
İngilizler için felaket olmuştur.... Türk askerinin ne yaman muharip olduğunu İngilizler kendileriyle dövüştükten
sonra denemeyle anlamışlardır."
İngiliz Generali OGLANDER
"Başka bir millet askerinin, artık muharebeyi kaybettik, yenildik diye silahını bırakıp savaştan vazgeçtiği
hallerde,Türk askeri için muharebe yeniden başlar"
İngiliz General MAUDE
"Müdafaada Türk askerine kumanda edebilen bir asker, üniformasını zaferle süslemiş demektir."
Müttefik Orduları Başkomutanı
Sir Jean HAMİLTON
"Kılıcı insafsız bir maharetle kullanan Türk eli, mağlup ettiği insanların yarasını sarmakta da ustadır."
İngiliz Komutanı Lord BYRON
"Beni üçüncü kez vuran, aramıza sızan keskin bir nişancıydı. Bundan eminim. Siperde yakınımda bir yerde idi.
Mermi o taraftan geliyordu çünkü. Tanrım o kadar cesurlar ki... Bizimkilerden çok daha cesurlar. Yeşil
üniformalarıyla Alman subaylarını da kıçlarını sallayarak cephede koştuklarını gördüm. Birkaç dakika sonra Alman
subaylarına hemen hiç rastlamadım."
İngiliz Binbaşı BROWN
|
bkol |
Çanakkale Zaferinin birçok sonuçları arasında bir husus daha vardır ki bu pek dile getirilmemektedir. Ordumuz, Çanakkalede kazandığı zaferle Balkan savaşlarında oluşan güvensizliği üzerinden atmış ve yeniden özgüvenini kazanmış, bu güvenle de İstiklal savaşında Anadoludaki işgalci kuvvetleri denize dökmüştür. Bundan sonra da sıra İngilizlerle müttefiklerinin işgali altındaki boğazların, İstanbul'un ve Trakyanın kurtarılmasına gelmiştir. Hayrete şayan nokta şudur ki, buraları o mağrur İngiliz ordusu nasıl olmuş da savaşmadan paşa paşa terketmiştir. Bunun sebeb-i hikmeti sadece diplomatik temaslarla açıklanamaz. Bence bunun açıklamasını da İngilizlerin Çanakkale'de aldıkları derste aramak lazımdır. Türk ordusuyla yeni bir maceraya girip Çanakkalede yaşadıklarını yeniden yaşamak istememişler ve selameti buralardan çekilip gitmekte bulmuşlardır. Yani, bir köşe yazarının "Çanakkale geçilmedi, ama yine de İstanbul işgal edildi" lafıyla o şehitlerin boşa verildiğini ima etmesi çok yanlış ve haksızdır. Şehitlerimizin kanlarının hiç bir damlası boşa gitmemiştir ve bu günlerimizi onlara borçlu olduğumuzun bilincinde olarak onları minnetle anmalıyız. |
bkol |
Yukarda, geçen sene gene bu günlerdeki bir yazısından bahsettiğim köşe yazarı (Çetin Altan) bugün (22 Mart 06) gene Milliyetteki köşesinde aynı görüşlerini tekrarlamış ve şöyle yazmıştır:"Züğürtleyen bakkal eski defterleri karıştırırmış; 91 yıl önce, Enver Paşa'nın hangi akla hizmet, bir gecede 2 Alman zırhlısının Romonof'lara saldırmasını onaylayarak girdiğimiz savaşta; korkunç ve kanlı bir fiyaskonun, sadece Çanakkale sayfasını, rötuşlayarak anmak...
***
Rötuşlayarak anmak; Çanakkale Savaşı'nın başkomutanları olan Esat Paşa ile Feltmareşal Liman von Sanders'i, pas geçerek...
Ve 300 bin şehidin kahramanlığına karşın, Mondros Mütakeresi'yle İstanbul'un yine de işgal edilmiş olduğuna hiç değinmemek...
Bir bakıma sürdürüp gitmek, şiirlerle, zafer övünmeleriyle Çanakkale şehitlerinin boşu boşuna ölmüş olduklarını sütrelemeyi (perdelemeyi)..."
Her ulus geçmişindeki kahramanlıklarıyla övünür. Bu, ulus olma bilincini artırır ve bireylere moral kazandırır. O halde biz neden övünmeyelim. Bu yazarın bu fikirlerine katılmak benim için hiç mi hiç mümkün değildir. |
Av.Fırat Bayındır |
Çok Haklısınız sayın bkol,
Yaşadığı ülke ve insanına sırt çeviren bu baba ve oğullarının Çanakkale Zaferi için (çok sık kullandığı kendi deyimiyle "ISKALADIĞI" husus, bu zaferin gelecekte yaratılacak TÜRKİYE CUMHURİYETİ' nin temelini oluşturduğu, zaten aşina olduğu "VATAN İÇİN" duygusunu çok farklı boyutlara taşıdığı, Osmanlı' nın hatası ile girilmiş olsa da bu savaşta emperyalizme geçit verilmediği, onca insanın hiç de "BOŞUNA ŞEHİT OLMADIĞI" dır. |
Bugünün tarihi: 03/05/2025 07:17:52 |