 |
03/05/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
Hayat |
commodore1tr |
Bir yerler de tıkanıp kaldığında hayat,soluk almak güçleştiğin de,
Yüreğin susup,mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını
Dağlara dönmeli yüzünü insan Yeni patikalar,yeni yollar seçmeli,yüreğini
ferahlatacak.
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
gerçekleştirmeyi denemeli !...
Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, Değiştirmeye çalışmalı
bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki;
Örneğin, bir kaç durak önce inip servisten,otobüsten, yürümeli eve kadar.
Yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli...
Sağlığını kaybetmeden önce, değerli olabilmeli hayat
İlla büyük acılar çekmemeli,küçük mutlulukları fark etmek için.
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, Derin bir soluk alıp,
hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, Kar da,yağmur
da; sevincine,coşkusuna; Fırtına da,boran da; öfkesine,isyanına
ortak olabilmeli doğanın...
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,mutlu etmeden mutlu
olmayı beklememeli...
Ama küçük,ama büyük her hayal kırıklığı,her acı;bir fırsat hayattan yeni
bir şeyler öğrenebilmek için.
Kaçırmamalı çünkü; Hiç düşmemişsen el vermezsin kimseye kalkması için, Hiç
çaresiz kalmamışsan,dermanı olamazsın dertlerin
Ağlamayı bilmiyorsan,neşesizdir kahkahaların Merhaba dememişsen,
anlamsızdır elvedaların.
Hafızası olmalı insanın, hiç değilse aynı hataları ,aynı
bahanelerle tekrarlamamak için. Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir
ömür harcayacak.
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak.
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi ama, Kapasitesi sınırlı
olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin... Zaman bulabilsin,
bir teşekkür,bir elvada için.
Yaşamak dedikleri bir sınavsa eğer, ASLA vazgeçmemeli sevmek
ve öğrenmekten,
Ama herkesi sevemiyeceğini de,her şeyi bilemiyeceğini de fark edebilmeli
insan.
Tıpkı, herşeye sahip olamayacağı gibi...
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
av_s_engin |
"Yaşamak dedikleri bir sınavsa eğer, ASLA vazgeçmemeli sevmek
ve öğrenmekten,
Ama herkesi sevemiyeceğini de,her şeyi bilemiyeceğini de fark edebilmeli
insan.
Tıpkı, herşeye sahip olamayacağı gibi..." : )
Yaşamak dedikleri bir sınavsa, sen Sevgili Commodore1tr bu sınavı çoktan verenlerdensin hemde çok iyi dereceyle.. ve herşeye sahip olmak dediğin nedir ki.. kocaman bir yürek ve kocaman bir akıl bir yaradılmışta ancak bu kadar güzel birleşebilirdi.. ve insan olmak ; bu amaçla yaratılmışta ancak bu kadar göze batıp,bu kadar anlaşılabilirdi ve bunun erdemi bu kadar yansıtılabilirdi başkalarına.. Bunun içindir ki işte sen hayatta sahip olunabilecek herşeye sahip olduğun gibi,hayatta çok az insanın sahip olabileceği eşşsiz bir kişiliği de sahipsin...
ve daha önce de dediğim gibi;
Tanrı iyiyi ve güzeli gösterebilmek için insanlara seni yerattı. İyi varsın ve iyi ki doğmuşsun...Nice mutlu yaşlara...
( Bu arada Fırat abi ve admin in sana pasta almadıklarını farkettin mi: ))))))))))))))))))))))))
hata yaptıysan dönmesini bileceksin,yapışıp kalmayacaksın... |
Av.Ragıp Atay |
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
NAZIM HİKMET
İyi ki doğdun. (Bu arada Fırat'a abi demeyin komplekse girer)
|
nurtenoz |
Bir sabah uyandığımızda bütün toplumun Kafka’nın Samsa’sı gibi bir böcek olduğunu görsek ve koca bir böcek gibi yürüyüp toprağın derinliklerinde kaybolsak...
Yeryüzünde kaç kişi altmış milyonluk bir toplumun ortadan kaybolduğunu farkeder...
Dünyadan ne eksiltir bizim yokluğumuz...
Kendimizle birlikte dünyanın entellektüel yaratıcılığından, biliminden, sanatından, hukukundan, askerliğinden, medyasından, neleri toprağından derinliklerine götürmüş oluruz...
"Çok şey" diyecekler çıkacaktır.
Böyle diyecek olanların, bizimle birlikte hayattan eksilecek olanların dökümünü de inandırıcı bir biçimde yapacaklarını umarım.
Benim bu sorulara cevabım, ne yazık ki, hemen hemen hiçbir şeyin eksilmeyeceğidir.
Bir böcek olduğumuzda dünyadan hiçbir şey eksilmeyecekse eğer, bu, bizim aslında bir böcek gibi yaşadığımızı göstermez mi?
Biz altmış milyonluk bir böcek miyiz acaba?
Hiçbir kurumun evrensel ölçülere uymadığı, dünyadan ve gelişimden kopmuş, insanlarının yaşama isteği ve sevinci örselenmiş, yaratıcılığı sakatlanmış, düşünme yeteneği körelmiş koca bir böcek gibi çökmüş müyüz acaba toprağın üstüne?
Bir böceğin zavallı, tekdüze, tekrarlara dayalı hayatını mı yaşıyoruz?
Neredeyse yüzyıldır hiçbir çözüm bulmadan hep aynı sorunları yaşamamız bir böceğin sıkıntılı yaşamını anımsatmıyor mu?
Bilimin, sanatın, felsefenin hatta bunlara kıyasla elde edilmesi çok daha kolay olan hukukun, demokrasinin, özgürlüğün başkalarına, insan gibi yaşayanlara ait olduğunu iç kanatıcı bir umarsamazlıkla kabullenmemiz aynı zamanda bizim o insanlara dahil olmadığımızı, başka bir türün parçası olduğumuzu da göstermiyor mu?
Bir sabah kocaman bir böcek gibi uyansak, bırakın başkalarını, bırakın dünyayı, bizim hayatımızdan ne eksilecek?
Ne eksilecek gerçekten hayatınızdan?
Bir böcek olsak, toplumsal bir zeka eksikliğini, bir zerafet yokluğunu, yaratıcı bir ihtiras kaybını ani bir sancıyla hissedecek miyiz?
Yoksa bir böceğe döndüğümüzü bile anlayamayacak mıyız?
İnsan olmakla böcek olmak arasındaki farkı artık iyice gözden kaybetmiş olabilir miyiz?
Bazen, çok uzun zaman önce bu toplumun bir böcek gibi uyandığını ve bunu farkedemediğini düşünüyorum.
Altmış milyon insanın felsefeye, matematiğe, özgürlüğe, adalete hiç önem vermeden yaşayabileceğine inanmak, o toplumun aslında bir sabah böcek olarak uyandığına inanmaktan daha kolay gelmiyor bana...
Ve düşünüyorum da...
Bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak dünya neler kazanırdı?
Biz neler kazanırdık?
Adalete, özgürlüğe, felsefeye nasıl bakardık, nasıl yaşardık bu hayatı?
Bana öyle geliyor ki, bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak herhalde dünya ve biz çok eğlenirdik...
Bir sabah altmış milyon insan olarak uyansak ve altmış milyon insan gibi insanlara ait bütün iyi şeylerin bizim de hakkımız olduğunu gür bir sesle söylesek acaba kimler böceklere dönüşüp gizlice yer altında kaybolurdu?
Ah bir sabah uyansak ki...
özgürlüğümü kimseye vermem |
commodore1tr |
İnsanların hayatlarında bazen bir rüzgar eser iplerinden kopmuş flamalara döner yaşamlar, dişinle tırnağınla onurunla kurduğun yaşamın bir yelpaze gibi sallanmakta olur bazen, şaşırırsın nereye gideceğini ne yapacağını hak etmediğin bu durumdan nasıl kurtulacağını bilemezsin ; işte böyle durumlarda her insanın sol göğsünün altında bulunan cevher ortaya çıkar genelde... her türlü şartın altında yaşama dört elle sarılma şevkini verir gelecekte bir gün gelecektir elbette ama tarihi yazarken yaşamalıdır insan onuruyla..
İnsan hayatındaki en büyük hatayı sevdiklerine sevdiğini söylememekle yapar aslında çoğu zamansa söylenmek için geç kalınmıştır.. İş güç gittim geldim para mal mülk derken sevdiklerimiz asıl değerlerimiz bir daha dönmemek üzere çıkarlar uzun bir yolculuğa beş duyunun yetersiz kaldığı ender durumdur bu. Göremezsin koklayamazsın tenini hissedemezsin öpemezsin sesini duyamazsın sararmış resimler belki birkaç kayıt edilmiş görüntü ve ses boğazın düğümlenir gözlerin nemlenir ama ama dersin... ama gerisini getiremezsin. Aslında sevdiklerimiz hayatımızın kayalarıdır ama nedense yaşam bizi kumlarla uğraşmaya onlara değer vermeye iter koskoca kaya bir türlü görülmez hep oradadır yaaa... ama bir gün gelir bir bakarsın o koca kaya dönmemek üzere gitmiş ne yaparsan yap gelmemek üzere hemde.. ne birikimin varsa harcasan döndüremeyeceğin ve tek başına çıkılan bir yolculuğa gitmiştir... İşte bu durumda en çok zamanında 'seni seviyorum' diyemediğine yanarsın HAYAT TA YAPILABİLECEK EN BÜYÜK HATADA BUDUR ASLINDA sevdiğine sevgiyi hakedene seni seviyorum diyememek diyeceğin andada onun olmaması yaşamın insana verdiği en büyük derstir aslında.. Kumlara önem verdiğimiz bu dünyada asıl değerli olan kayalara bakmamız lazım unutmamak lazım ki kayayı delen damlanın şiddeti değil sürekliliğidir... Sevgiden sürekli bir şey var mı aslında yaşamda... Güzellik yakışıklılık uzun boy yaş kariyer gelip geçici ama sevgi her daim kalıcıdır.. Hayatta sakın sevdiklerinizi kırmayın
Bu arada sevgili av. s_engin ruhumu okşayan abartılı övgünüz için çok teşekkür ederim. Yazında okuduğum an aklıma geldi sevgili admin ile sevgili Fırat Bayındır' ın pasta almadıkları amma ben utandığımdan yazmadım çünkü geleneklerimize göre pastayı doğum günü olan alır .... Neyse herkesin adresine ben pasta yollarımda hediyelerimide isterim :))))
Saygı ve sevgiyle kalın ama hep dost kalın
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
romantic |
YAŞAMAK, SEVMEK ve ÖĞRENMEK. Sevenler sadece daha iyiyi umut etmeyi değil, daha iyiyi yapmak için çaba göstermeyi de öğrenirler. Aşkı sıradan şeylerin tutsağı yapmak, onun tutkusunu almak ve onu sonsuza kadar yitirmek demektir. Gerçek sevgi, kimin daha kârlı çıkacağını düşünmeden bir insana vermeyi düşünmektir. Engellere üzerinden aşılacak fırsatlar olarak bakarsak sadece çözüm bulmakla kalmayız, kendimizin genel sorun çözme yeteneklerimizi de artırırız. Sevgi yetişmek için en verimli toprağı sunar bize. Sevgi, eski yaraları açmak değildir, onları kapatmaktır. Ayağa kalkıp yaşamaya devam etmek demektir. Kalp; tutkularımızın yaşadığı yerdir. Çok narindir, kolayca kırılır ama inanılmaz derecede esnektir. Kalbi aldatmaya çalışmanın anlamı yoktur. Onun yaşaması bizim dürüstlüğümüze bağlıdır. Yaşam; sevgiyle de korkuyla da yürütülse her zaman bir serüvendir. Korku; yaşamın sınırlandırılmasıdır, hayırdır. Sevgi; yaşamın özgürlüğe kavuşturulmasıdır. "Evet" deyin. Derdin ne kadar oturmuş, görünüşün ne kadar umutsuz, yanlışın ne kadar büyük olduğu hiç fark etmez. Sevgiyi yeteri derecede anlamak hepsini yok edecektir. Olgun insan, pek çok yol, pek çok çözüm ve pek çok sonuç olduğunu bilir. Sevgi kusursuzlukta ısrar etmez. Ama kim olduğumuz ve nasıl davrandığımız arasındaki önemli ilişkiyi fark etmemizi gerektirir. Ne kadar akıllı ya da duyarlı olursa olsun herkesin yanlışlık yaptığını ve herhalde de yapmaya devam edeceğini görüp bilmek rahatlatıcı bir şeydir. O yüzden; neden kusurlarımızı kabul edip, insan soyuna katılmıyor ve rahatınıza bakmıyorsunuz? Kendilerine inananlar ve yaşadıkları an''a güvenenler yaşamı en keyifli bulanlardır. Bunlar, geçmişin pişmanlıklar değil, anıları depolayacak bir yer olduğunu, geleceğin korku değil, umutla dolu olması gerektiğini öğrenmişlerdir. Ve bizim sadece günümüze ihtiyacımız vardır. Sevmekle geçen bir yaşam; asla sıkısı olmayacaktır. “SENİ SEVİYORUM" demekten asla bıkmayın ve sakınmayın. Sadece kalp için hasat zamanı yoktur. Sevgi tohumu sonsuza dek yeniden ekilmelidir.
romantic
Sayın commodore1tr Doğum gününüzü en içten dileklerimle kutlarım, herşey gönlünüzce olsun. :)
|
commodore1tr |
Doğum günü ve hayat bahsi geçerken yaşlanmakla büyümek arasındaki şu farkıda görelim istedim yaşamın ta kendisi...
Çok geç diye bir zaman yoktur
" Etrafımızda dolasan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile
haberi yok.."Bu lafa çok güldüm Çok geç diye bir zaman yoktur!..
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra
"Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım
bulabilecekmisiniz" dedi..
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma
dokundu..Döndüm..
Yüzü iyice kırışmış bir yaslı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu..
"Ben Rose" dedi.. "Benim adim Rose, yakışıklı.. 87 yasındayım. Madem
tanıştık seni kucaklayabilir miyim?. "
Güldüm.. "Tabii" dedim.. "Hadi sarıl bana.." Öyle sımsıkı sarıldı ki..,
"Bu kadar genç ve masum yasta üniversiteye niye geldin" diye saka yaptım..
Minik bir kahkaha ile yanıtladı:"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.."
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş
olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık.. Öyle akilli ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.
Sömestri boyunca Rose kampusun ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı
çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor,diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatini yasıyordu..
Hepimizden daha canlı, daha dolu yasıyordu.. Sömestri sonunda, Futbol
Balosuna davet ettik, Rose'u..Konuşma yapması için.. Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok..Konuşmasını önceden hazırlamış
ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye
yürürken, kartları elinden düşürdü Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi..
"Ne kadar beceriksizim, değil mi?..Özür dilerim.. Buraya gelmeden önce
heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz.. Simdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil.. Onun için en iyisi ben size aklımdakalanları söyleyeyim, olur mu?.."
Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:
"Yaşlandığımız için, eğlenmekten, oynamaktan, yasamaktan vazgeçmeyiz.
Eğlenmek, oynamak ve yasamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç
kalmanın mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır .. Her gün gülmek ve yasama katacak mizah bulmak.. Bir rüyanız olmalı mutlak.. Rüyalarınızı kaybettiniz mi,ölürsünüz. Etrafımızda dolasan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.. Yaslanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbir şey
yapmadan, hiçbir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yas yaşlanır, 20 olursunuz.. Ben 87 yasındayım ve ben de bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yas yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yas daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir .Asla pişman olmayın.. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü..Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır.. pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır.."
Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yasam mücadelesi içinde
ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi.. Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda,huzur içinde öldü.
Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katildi.
"Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını"
hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir
törendi bu..
Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders
olmalıydı:
" Çok geç diye bir zaman yoktur!.."
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
commodore1tr |
hayat tı yaşamdı derken insanlara yönelik duygular ve kavramlarada bakmak lazım keşke herkes bu forma bir duygu eklese...Neleri bilmemiz lazım bakın bakalım 3 madde yazmadım acaba neden ???
Bilmelisin ki ...
Duvarda asili diplomalar insani insan yapmaya yetmez.
Bilmelisin ki ...
Ask kelimesi ne kadar çok kullanilirsa, anlam yükü o kadar azalir.
Bilmelisin ki ...
Karsindakini kirmamak ve inançlarini savunmak arasinda çizginin nereden geçtigini bulmak zor.
Bilmelisin ki ...
Gerçek arkadaslar arasina mesafe girmez.
Gerçek asklarin da!
Bilmelisin ki ...
Tecrübenin kaç yasgünü partisi yasadiginizla ilgisi yok, ne tür deneyimler yasadignizla var.
Bilmelisin ki ...
Aile hep insanin yaninda olmuyor.
Akrabaniz olmayan insanlardan ilgi,sevgi ve güven ögrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik degil
Bilmelisin ki ...
Ne kadar yakin olursa olsunlar en iyi arkadaslar da ara sira üzebilir. Onlari affetmek gerekir.
Bilmelisin ki ...
Bazen baskalarini affetmek yetmiyor.
Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Bilmelisin ki ...
Yüreginiz ne kadar kan aglarsa aglasin dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Bilmelisin ki ...
Sartlar ve olaylar, kim oldugumuzu etkilemis olabilir.
Ama ne oldugumuzdan kendimiz sorumluyuz
Bilmelisin ki ...
Iki kisi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamina gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamina gelmez.
Bilmelisin ki ...
Her problem kendi içinde bir firsat saklar.
Ve problem, firsatin yaninda cüce kalir.
Bilmelisin ki ...
sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pismanligin uzun yillar sürüyor
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
commodore1tr |
Hayata birde böyle bakış açısı var doğru yanlış bilmem ama kesinlikle var...
Universiteyi bitirince hemen calismaya baslama. Git, dolas, ulkeler
gez, ac kal, metelige kursun at, ama ne yap et, kosturmaya baslamadan
once biraz amacsiz yuru. Maceraya cik, bedeli ne olursa olsun bunu
yap. Cunku...
Cunku hayat, onu erken anladigini sananlardan cok fena alir ocunu. Bir
seyi vaktinde yasamadan gecersen, cok sonra, seni rezil etme pahasina,
sana yasatir o eksik biraktigin bolumu. Asik mi olmadin on alti
yasinda ? Gelir seni kirk besinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mi
cikmadin yirminde ? Surukleye surukleye goturur seni otuz besinde.
Yirtik kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasil gorundugune
aldirmadan geciremedinse ogrencilik yillarini mesela, elli yasinda,
artik kalabaliklarin gozleri seni hic de oyle gormeyi beklemezken,
sana giydirir o kot pantolonu.
Hayati sakin erkenden yasama, sonradan cok fena komik eder adami.
Serserilik ederek gecirmeli insan serserilik edilecek yaslari. Zira
atlayip gectigin ne varsa donup dolasip bulur insanin yakasini.
Kendini yasatincaya kadar yapisip kalir.
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
commodore1tr |
Hayat yaşam derken üstat Özdemir Asaf anılmaz mı? Ne güzel demiş:
Aska gönül ile düsersen yanarsin.
Zeka ile düsersen kavrulursun.
Akil ile düsersen çildirirsin.
Duygu ile düsersen gülünç olursun.
Aska düsmezsen kalabalıga karisirsin, ezilirsin.
Sersem sersem bakinip durma bir yol seç.
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
commodore1tr |
Hayat dendiginde aklima hep su anlatilan hikaye gelir dogrumu yanlis mi hiç ögrenemeyecegiz ama çok duygusal ve hostur..
Vietnam'da "Zaiyat" vermek istemeyen bir Amerikan generali "temizlik"
harekâtında alması gereken bir köyü taş taş üstünde kalmayana kadar bombalatır.
Özel birlikler köyü sarar ve tek tek evleri arayıp "temiz" raporunu verip, "alındı" listesine bir yenisini ekleyip tam köyden ayrılırken, arkalarından tek bir el ateş edilir.
Yine inanılmaz bir bombardıman başlar. Mantar gibi yükselen alev topları,
makinalıların sinir bozucu sesi ve arkasından korkunç bir ölüm sessizliği.
Yine özel timler her bir deliği ararlar ve döküntülerin arasında bir deri bir kemik Vietnamlı bir çocuğu elinde bir tüfekle bulurlar. Çocuğu doğrudan generalin önüne getirirler.
General çocuğu görünce çok etkilenir. Kimseleri görmeden bombalar yağdırmaya benzemez karşılıklı ilişki. Generalin sağ gözü takmadır. Üstelik de hayli belirgin bir protez.
Çocuğa dönüp :
- Bak sana bir şans vereceğim. Hangi gözümün gerçek olduğunu bil, seni
kurşuna dizilmekten kurtarayım.
Çocuk bir an generalin yüzüne bakar ve ;
- Sağ gözün gerçek !
General şaşırır ;
- Nasıl olur, sağ gözüm takma, niye böyle dedin ki ?
Çocuk ;
- O daha insanca bakıyordu..
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
av_s_engin |
"Bilmelisin ki ...
sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pismanligin uzun yillar sürüyor."
hata yaptıysan dönmesini bileceksin,yapışıp kalmayacaksın... |
commodore1tr |
Ben pisman olmamak ve yasiyan ölüye dönmemek için sevgimi tüm kalbimle itiraf edenlerdenim :))
Pismanlik duyup dövünmektense sevgi denizinde bogulmak iyidir...
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
Av.Ragıp Atay |
Hastanenin birinde bir hasta varmış.Durumu çok kötüymüş,ümitsizmiş yani.Günden güne durumu kötüleştikçe buda hayattan,yaşamdan iyice ümidini keser olmuş.Kaldığı odanın küçücük bir penceresi varmış.Fakat hiçbir gün bu pencereden dışarı bakma gereği duymamış bizim hasta çünkü hiçbir şey umrunda değilmiş.Gelen yemekleri bile yemek istemiyor,verilen ilaçları içmek istemiyormuş.Kaldığı odada boş bir yatak daha varmış o küçücük pencerenin yanında.Birgün başka bir hasta getirmişler bizim hastanın yanına.Onunda hastalığı ümitsizmiş,onuda yaşam makinesıne bağlamışlar.Diğer hasta yaşamı okadar seviyormuşki bu hastalık onu yaşamdan hiç koparmamış.Bizim hasta buna ikimizde ölücez dedikçe bu iyice kızıyor ben yaşıcam bu hastalığı yenicem diye söylüyormuş.Yeni hasta bizim hastanın durumuna okadar üzülüyormuşki yani onun yaşamdan bu denli kopması onu kahrediyormuş.Aklına bir fikir gelmiş.Bulunduğu yatağın kenarındaki o el kadar küçücük pencereden dışarı bakıyormuş her gün ve durmadan anlatıyormuş.Dışarıda bugün çok güzel bir güneş var,insanlar çok mutlu.Bak bir anne ile kız dışarıda gezitor,sevgililer elele.Her tarafta çiçekler var çocuklar şen şakrak.İkinci gün bak çocuklar okula gidiyor,simitçi amcalarından simit alıyorlar.Ne kadarda mutlular.Birgün bak bugün bayram galiba insanlar ne kadar şen şakrak,herkes çok güzel giyinmiş,dışarıda muhteşem bir güneş,masmavi bir gökyüzü hergün seyretsem doyamayacağım bir manzara.Günler böylece gelmiş geçmiş yeni hasta böyle hergün anlattıkça bizim hastanın sinirleri iyice bozluyormuş.Boşuna biz ölücez diye söylenmeye devam ediyormuş.Yeni hasta ise bıkmadan,usanmadan hergün o penceren bakıyor hergün aynı güzel şeyleri anlatıp duruyormuş.Bizim eski hasta gel zaman git zaman iyice yumuşamaya başlamış.Acaba diyormuş gerçekten dışarıs böyle güzelmi yoksa bu arkadaş bu yüzdenmi böyle umutlu ve neşeli.Giderek kıskanmaya başlamış yeni hastayı içinden bir ses pencere tarafındaki yatağa sen geçmelisin diyormuş.Düşünmüş,düşünmüş ne yapsam diye.Yeni hastaya sorma gereği duymadan doktorlarla konuşmuş,doktorlarda kabul etmemiş ne penceresi diye gülmüşler.Doktorlar durumu biliyormuş çünkü.Neyse bizim hastanın aklına bir fikir gelmiş ve bir gece yeni hastanın yaşam makinasının fişini çekmiş ve yatağına geri dönmüş.Doktorlar sabah geldiklerinde yeni hastanın öldüğünü fark etmişler. Ve bizim eski hasta tek başına kalmış odada.Arkadaşı ölmüş olmasına rağmen pencere köşesindeki yatağa geçeceği için çok mutluymuş.Vakit kaybetmeden diğer yatağa geçirmişler bizim eski hastayı.Artık dayanamıyormuş başını uzatıp o minicik pencereden dışarı baktığında şok olmuş gördüğü manzara karşısında.Sadece ve sadece simsiyah bir duvar varmış karşısında.Hiçbir şey görünmüyormuş Nerede o insanlar,çocuklar hani nerede güneş,masmavi gökyüzü.Hastanenin diğer binasının yan duvarı ile bu binanın yan duvarı arasında küçücük bir pencereymiş oysaki….
|
commodore1tr |
Nedir, ne oluyor, unuttunuz mu yoksa yasadiginizi, günler, kizgin küller gibi bütün duygularinizi kavurup öldürerek mi geçiyor
üzerinizden, arzuyla dudaginizi isirdiginiz olmuyor mu hiç, bir müzik sesiyle söyle bir koltugunuzda dogruldugunuz,
aniden bir yaz yagmuru gibi bosaniveren sebepsiz sevinçlere inanmiyor musunuz, bir agaç gölgesinde bir an durmak,
bir aksam üstü denize baktiginizda bu sonsuz sularin kipirtisina sasmak yok mu artik, elele tutusmak, bir avucun bir baska avuca dokunmasinin
yarattigi ürperti de hayal hanesinde kendine bir yer bulmuyor mu, bitti mi bu macera, çekildiniz mi hayattan,
hayatin sizin
bulunmadiginiz yerlerde yasandigina mi inaniyorsunuz, daha bitmeden bitirdiniz mi her seyi, yorgun ruhunuz yeni coskular için
hazir hissetmiyor mu kendini? Delirdiniz mi siz? Bu köse basinda karsiniza ne çikacagini biliyorsunuz, biliyorum
genellikle
köse baslarinda açlik ve ölüm çikiyor karsiniza ama kim bilir, belki eski bir dosta, belki güzel
bir kadina, belki okunmus
kitaplar satan bir sahafa da rastlayabilirsiniz, bir piyano sesi duyabilirsiniz ya da bir Rumeli türküsü açik
bir pencereden,
bir sögüt agaci görebilirsiniz çocukken kabugundan düdük yaptiginiz, dans adimlariyla yürüyen
bir çift bacak geçiverir önünüzden,
bir oglan bir islik çalabilir, hatta siz bile çalabilirsiniz. "Ne sevinci, ne hayati, ne eglencesi, para yok
ki" diyorsaniz
eger ve eglenmek için paranin gerekliligine bu kadar inaniyorsaniz, emin olun paraniz oldugunda da eglenemezsiniz,
para eglenceyi
çesitlendirir sadece ama eglenceyi yaratamaz, öpüsmek parayla degil, sarki mirildanmak parayla degil, "acaba
simdi o ne yapiyor"
diye düsünmek parayla degil, televizyonda iyi bir film seyretmek parayla degil, sizin için demlenmis bir
bardak çayi, bu benim
için yapildi diye neredeyse gururla alip, bardagi ince belinden sikica kavrayip içmek parayla degil. Bir tabak
semizotunu
sevinçle paylasabilirsiniz ve hiç bir pahali lokantada bulamayacaginiz bir tad alirsiniz, eger bir tabak yemegi
paylastiginiz,
paylasmak istediginiz insansa. Hayat diye bir sey var.
Sadece sizin olan, sadece size ait, içinde sadece sizin gördügünüz çiçekler açan,
yalnizca sizin müziklerinizin çaldigi bir
bahçe var, sokmayin oraya öyle herkesi, çiçeklerinizi baskalarinin çapalamasini beklemeyin,
sarkilarinizi baskalarina söyletmeyin,
anladik, ahmakliklar oluyor, aptalca kararlar veriliyor, hepinizin hayatindan bir seyler çaliniyor, hayallerinizi teker
teker
buduyorlar, ümitlerinizi öldürüyorlar, çaresiz birakiyorlar sizi, yenildiniz belki de, yenilginin
agir yarasini tasiyorsunuz
ruhunuzda, ama gene de bir hayatiniz var sizin, sadece size ait bir bahçeniz, durup soluklanacaginiz, yaralarinizi
yikacaginiz,
çiçeklerini seyredebileceginiz bir bahçe, sogukta bir bira içebilirsiniz, bir agacin gölgesinde
durabilirsiniz biran, sabaha
karsi uyanip her ay yeniden dogan hilale bir bakabilirsiniz, çok sevdiginiz bir kitabi bir daha karistirabilirsiniz,
asik
olabilir yada asik olmayi düsünebilirsiniz, sevdiklerinizi özleyebilir ve bir gün yeniden kavusabileceginizi
hayal edebilirsiniz,
geceleri agaçlarin daha degisik koktugunu farkedebilirsiniz, yeni bir salata icat edebilirsiniz, sevgilinizi çirilçiplak
soyup
evde öyle dolasabilirsiniz, saçlarinizi her zamankinden daha degisik kestirebilir, evinize bir gün de baska
bir yoldan gidebilirsiniz,
aliskanliklarinizi degistirmek için kendinize karsi müthis bir savas açabilirsiniz.
Hayat diye bir sey var, her zaman size kesfedilecek genis alanlar birakan, ne kadar yasarsaniz yasayin daima bilmediginiz,
kuytularina sokulamadiginiz bir hayat, sadece size ait bir hayat. Biliyorum dertler çok, ahmakliklar yapiliyor, sikintilar
bitmiyor,günler birbiri ardina burusup eskiyor, yorgunsunuz, belki yeniksiniz. Teslim mi olacaksiniz peki? Hayal kurmayacak
misiniz, çilginca sevismeyecek misiniz, bir daha öpüsmeyecek misiniz, agaçlara bakmayacak misiniz,
denizlere sasmayacak misiniz,
ani ve sebepsiz sevinçlere inanmayacak misiniz, bir tabak semizotunun tahmin edemeyeceginiz kadar lezzetli olabilecegini
hiç
düsünmeyecek misiniz, sizin için demlenmis bir bardak çayi bardagi belinden kavrayip içmeyecek
misiniz, daha bitmeden bitirecek
misiniz her seyi.
Delirdiniz mi siz? Hayat diye bir sey var, evet orada, elinizin hemen yaninda duruyor.
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
romantic |
Geceyarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internette yayılmış
bir öyküyü anlatıyordu. Kulak kesildim:
"Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında oturan adam, yaprakların dökülmesini hüzünlü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine: "Bay Winkelman beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız."
Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:"İngiltere de bu ameliyatı yapabilecek doktor var mı?" diye
sordu."Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm" dedi doktor; "Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada yaşıyor." Winkelman teşekkür edip ayrıldı.Otele giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça itiyordu.
Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikali operatör Charles Wronkow'un İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler. Polis böyle tanınmış bir doktorun neden Winkelman adı altında Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu."
Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahında gazeteler Reve Favaloro'nun intihar haberini duyurmuşlardı.
Favaloro 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Arjantinli cerrahtı. Buenos Aires'teki muhteşem villasında kalbine sıktığı tek bir kurşunla son vermişti hayatına...Milyonların kalbine giden kanlları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşunlayarak susturması ne trajik bir final!..
Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçirdikten sonra çekildiği makyaj odasında sessizce ağlayan bir palyaço gibi...Çevremize yaydığımız ışıktanbiz nasiplenemeyiz çoğu zaman...İnsanın sözü geçmez, gücü yetmez bazen kendine...En güzel aşk filmlerinde oynayan bir kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsınız...Diline doladığı herkesin iç dünyasını kalemiyle didikleyen yazar,kendi içindeki keşmekeşi tariften acizdir.Cemaate iman telkin eden ederken içten içe Tanrıyı sorgulamaya başlamış bir din adamı kadar çaresiz, kıvranır insan...Yalnızlık korkusunu bastırmak icin ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi, ...ya da cehennemi bir cephede gün boyu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karagahta korkudan titremesi gibi,
...en yakından tanıdığı zaafı, en güvendiği yanına yakıştıramaz insan:
.. ve kendini en bildiği yerinden vurur:
Kalpse kalp, beyinse beyin... Bir kurşunla durdurur.
Çünkü en beteridir kendiyle savaşanların, kendine yenilmesi...
İnanmadan din adamı olarak kalamazsınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesaretsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir yarayla kalplere şifa taşıyamazsınız.
Bu kuşatmayı yarmak için o zaaflarınızı yok etmek zorundasınızdır; coğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına...Insan kendine rağmen gider ozaman... ... gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine yatıveren yaşlı bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği tanıdık bir mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun kollarına koşar. Bazen uluorta, bazen yapayalnız... uçsuz bucaksız bir boşluğa akar... Malum "uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine bakar."
Can DÜNDAR
romantic
|
Av.Ragıp Atay |
Bir gun bir dag günesle birlikte gune uyandi. Rüzgarin esintisiyle
agaçlarinin dallarini sallaya sallaya esneyerek gerindi.
Gunes piril piril ufukta tam karsisindan doguyor, onunla arasinda masmavi bir deniz carsaf gibi gunu karsiliyordu.
Dedi ki: "Ben ne guzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gun gunes bana gulumseyerek gun basliyor." Gokyuzunde kume kume bulutlar pamuk yiginlarini andiriyordu.
Martilar coktan uyanmis gokyuzunde dans ediyorlardi.
O sirada dag bir de bakti ki eteklerinde bir minicik fare denize dogru yuruyor. "Iiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu kucuk fare benim manzarami simdi neden bozuyor?" Onun oradan bir an once gitmesini
istedi ve soyle bir titredi.
Tepeden asagiya dogru bir kac tas hizla yuvarlanmaya basladi.
Fare sesi duyunca hemen bir yuksek kayanin ustune sicradi ve oraya yerlesti.
Dusen taslarda ona hic bir zarar vermedi.
Farecikte basladi denizin guzellisini seyre. Ara ara atlayan ziplayan baliklar denizin durulusunda kucuk halkalar olusturuyordu.
Deniz dagin sikintisini anladi ve daga seslendi:
"Neden boyle bir gunde bir kucuk fare icin mutsuzluk oyununa basliyorsun ki?
Bak ben dumduzken baliklarda benim durulugumu bozuyorlar. Ben onlara kiziyor muyum?
Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsiz olamayiz.
Sen de seninle birlikte yasamak zorunda olanlara kollarini acmalisin.
Gunes hic bulutlara bozuluyor mu? Benim isinlarimi engelliyorlar diye kiziyor mu?
Kabul et gercegi, hersey bir seylerle butun aslinda.
Fark ve guzellik de burada. Bu sayede her gun ayri bir sey ogretiyor bize, her gun ayri bir ders veriyor bizlere.
Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DINLE.
Dag denize sordu: " SEYRET, SUS ve DINLE? O da ne demek?".
Deniz:
"Bak, seyrettiginde guzellikleri goreceksin,
sustugunda kendinden baskalarinin soylediklerini duyabileceksin, dinledigindeyse onlardan ogrendiklerini uygulama firsati bulabileceksin.
|
commodore1tr |
Eflatun'a iki soru sormuslar;
Birincisi, Insanoglunun sizi en çok sasirtan iki davranisi nedir?
Eflatun tek tek siralamis, Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için
acele ederler.
Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sagliklarini
yitirirler.Ama sagliklarini geri almak için de para öderler.
Yarinlarindan endise ederken Bugünü unuturlar. Sonuçta, ne bugünü,ne
de yarini yasarlar.Hiç ölmeyecek Gibi Yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
Sıra gelmiş ikinci soruya;
-"Peki, sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış, Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın!
Yapilmasi gereken tek sey, sadece kendinizi "sevilmeye" birakmaktir.
Önemli olan; hayatta,"en çok şey'e sahip olmak" degil, "en az şey"e
ihtiyaç duymaktır.
|
Av.Ragıp Atay |
Bügün yine birseyler yazayim dedim#8230;.
Ne yazacagima karar vermeden oturdum iste buraya#8230;
Beni tanimiyorsun biliyorum#8230;bende seni tanimiyorum#8230;..buna ragmen ikimizde bu hayata bir rol almisiz yani ayni sahneyi birbirimizi tanimadan paylasiyoruz ve kendimizce bunu en iyi sekilde tamamlamaya calisiyoruz#8230; kisacasi beni adimdan degil yazilarimdan oynadigim rolden taniyacaksin#8230;belki an gelecek diyeceksin o rolu bende oynamistim..
dogrudur inkar etmiyorum nede olsa ayni sahneyi paylasiyoruz, birbirimizden uzak olsak bile#8230;.Belki gün gelecek bende kendinden bir parca bulacaksin#8230;yada beni yaptiklarimdan dolayi yargiliyacaksin#8230;.eyvallah#8230;.
gelelim asil konuya#8230;
Hayattan hep zevk aldim.. halen de aliyorum#8230;
Etrafimdaki insanlar beni anlamasa bile benim onlari anlamam beni mutlu ediyor#8230;
Arkadaslarimda herzaman kendimi buluyorum#8230;yada kendimden bir parca#8230;
Ama onlar bende kendilerinden bir parca buluyorlarmi acaba?
Yada ben bulmalarini sagliyormuyum?
Arkadasliklar insani bazen hayata daha siki baglar onun icin arkadaslarimizi iyi secelim bu koca tiyatroda#8230;
Hayat okadar güzel ki anlatamam ya#8230;.ben bogulabilirim#8230;ama sadece kendimde#8230;hayat ise kendimde bogulmami sagliyor#8230;
Bügun sokakda yürür iken öylesine bir sessizilik vardi ki etrafimda#8230;sasdim kaldim#8230;
Superdi yani#8230;sessizlikde özgürlügü hissettin mi hic?
Sanki dünya dönüyor ama kimse yasamiyor tek sen varsin#8230;Cok güzel birsey#8230;.
etrafindaki bütün insanlar sessiz ve sakin#8230; bayiliyorum böyle anlara
Amsterdamda bir persembe aksami carsiya cikdigin oldumu hic? Öyle anlar bile bazen super oluyor#8230;ama öyle ani hissedebilene#8230;Düsünsene bir#8230; etrafin kalabalik insanlar konusuyor, gülüyor anliyacagin bos bos geziyor#8230;.Kizlar süzülüyor, erkekler ise saclarini jölelemis geziyor, kizlara kur yapiyorlar kendi caplarinda#8230; ve sen bunlarin hepsini göruyorsun ama sanki aralarinda yasamiyorsun uzakdan izliyorsun#8230;Konusduklari vizilti gibi geliyor#8230;öyle anlarada bayiliyorum#8230;
Bazen insan hayatin tadini cikarabilmek icin hayatta izleyici olmasini bilmeli#8230;
Hayat büyük bir tiyatro sanki bas rolde ise SEN#8230;..
Ama sana bügün izin veriyorum#8230;. bossun yani#8230;
Bugün yönetmen sensin#8230;
Kim tutar seni?
Hadi git simdi yönetmen koltuguna otur#8230;..ve seyret#8230;
Unutmaki herkezin bir rolu var#8230;O rolu cözmen icin seyirci olmasini bilmelisin..onun icin bu gün bossun#8230;
Hala burdamisin sen? Gün sadece 24 saat..yani sadece 24 saat bossun#8230;oturup benim yazimi okuyacagina kalk bos zamanindan yararlanip insanlari analize et#8230;..
UNUTMAKI HAYAT ROLUNU OYNAMAKDAN ZIYADE ROLLERI SEYRETMEKDEN ÖGRENILIR#8230;.
|
commodore1tr |
Yaa biz, binde bir karsimiza çikan dostluk, arkadaslik firsatlarini ne yapiyoruz? Aksamüstünün bir saatinde
yorgun gövdemizi
yaslayip miril miril konusabilecegimiz, omuzumuza dolanan bir kolun, basimizi yaslayabilecegimiz bir omuzun, belimizi kavrayan
bir elin, uzun yollara dayanikli asklarin sahibi karsimiza çiktiginda taniyabiliyor muyuz onu, degerini biliyor, biricikligini,
benzersizligini anlayabiliyor muyuz?
Karsimiza zamansiz çikmis insanlari yolumuzun disina sürerken bir gün geri dönüp onu deliler gibi
arayacagimizi hiç hesaba
katiyor muyuz? Hayat her zaman cömert davranmaz bize, tersine çogu kez zalimdir, her zaman ayni firsatlari sunmaz,
toyluk
zamanlarini ödetir. Hoyratça kullandigimiz arkadasliklarin, eskitmeden yiprattigimiz dostluklarin, savurganca
harcadigimiz
asklarin hazin hatirasiyla yapayalniz kalariz bir gün.
Bir aksamüstü yanimizda kimse olmaz, ya da olanlar olmasi gerekenler degildir. Yildizlarin bizim için parladigini
göremeyen
gözlerimiz, gün gelir hayatimizdan kayan yildizlarin gömüldügü maziye kilitlenir.
Kedilerin özel bir anini yakalamak gibidir kendi hayatimizdaki olaganüstü anlari ve olaganüstü kisileri
yakalamak. Bazilarinin
gelecekte sandiklari "birgün" geçmiste kalmistir. "Nasil olsa ileride bir gün tekrar karsima çikar"
dediginiz kisi tam da
o gün bu zalim sehri terk etmistir, bos yere bu sokaklarda aranirsiniz..
Birlikte oldugunuz, tanidiginiz insanlarin, dostlarinizin, arkadaslarinizin degerini ne kadar biliyorsunuz, ne kadar farkindasiniz,
hiç düsündünüz mü himm :) ?
|
commodore1tr |
Bazen insanlar düsünürler. Hayatin anlami ne diye. Bunu zaman zaman ben de düsünüyorum. Hayatin
anlami nedir diye?… En azindan
seni taniyincaya kadar düsünüyordum.
Gerçeklerin aci oldugunu ve bu yüzden biberin gerçek oldugunu anlatan bir espriyi animsadim. Halbuki biliyor
musun, bütün
biberler tatlidir. Zira, hayat sanildigi kadar acimasiz ve aci degil, sadece hayattaki tadi alabilmeli, kendi istedigin gibi
yasayamadiklarin ile beraber ölüp gittiginde çevrenin sana bir yardimi olmayacak.
Kendini özgür birak, ne hissediyorsan onu yap. Çogu insan gibi mesela benim gibi, ne yapman gerekiyorsa onu
yapma, birak duygularini
perdelemeyi, birak irmaklar gibi cossun. Bir sevdiginin elini tutarken yasadiklarinin yanlis oldugunu düsünüp
hayiflanma.
Birak o sevgi senin tüm benligini sarsin. Eger onun gerçekten aradigin olduguna inaniyorsan, ona simsiki saril,
onu yasa,
onu birakma…
Günün birinde belki anlarsin ne kadar sevdigini, ne kadar sevebilecegini, ne kadar sevildigini, ne kadar sevilebilecegini…
Ama is isten geçmis, sevgilin, seni seven gitmis, yitmis olabilir. Iste o zaman üzülme vaktidir. Yerli yersiz
aglama vaktidir.
Iste o zaman çevrene dönüp, simdi ne yapacagim diye sorma vaktidir. Alacagin cevabi sana söyleyeyim
güzelim; BILMIYORUM diyecekler,
senin dedigin gibi…
Ben biliyorum oysa, oysa sende biliyordun. Hep bildin zaten. Ama öyle olmadin. Ama artik sen de biliyorsun, biliyorsun
ki,
en azindan bir kez gerçekten sevildin ve yine biliyorsun ki, bu sevgi bitmeyecek. En azindan ben bitene kadar.
Yasa.. Dogru bildigin insani bul ve onunla yasa, ama bu dostunu sakin unutma. Bil ki unutulmayi hiç sevmem.
Ve bil ki kurallarim vardir, herkes buna uymak zorundadir.
¬ Dostlarim benden önce ölemezler,
¬ Dostlarim benden çok üzülemezler,
¬ Dostlarim benden çok sevemezler,
¬ Ve dostlarimi kimse benden çok sevemez.
Artik Ben'im dost'umsun.
Yasa Bu hayati sevdigim, limon gibi sömürerek, tüm eksiligine ragmen tadini alarak yasa |
commodore1tr |
Bunu iki yere birden eklemeyi uygun buldum birisi burasi.... Digeri ise sadece fikra da her ne kadar fikra degilsede aslinda gülümseten bir yazi oldugu kadar düsündürücüde..
Kalpten, çok içten bir şey dilediğimizde veya istediğimizde , Tanrı bunu mutlaka duyar, ve ismimizin yanına not eder: "Sinan'a bir ev"...
Sonra, karamsarlıklarla isyanlarla dolduğumuz bir gün kahrederiz "
hadi canım, nerden olacak, olamaz... "ve Tanrı yine duyar, ismimizin yanına not düşer: "vazgeçti ''.
Hayallerinizden Asla Vazgeçmeyin
|
commodore1tr |
Hayat çetele tutmak değildir.seni kaç kişinin aradığı,kiminle çıkıyor olduğun çıkacağın veya kiminle çıktığın demek de değildir.kimi öptüğün,hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir.hayat ayakkabıların,saçın,derinin rengi,nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğinde değildir.aslında hayat notlar,giysiler,para,girmeyi başardığın yada başaramadığın okullarda değildir.hayat çok arkadaş sahibi olmak yada yalnız olmak,kabul görmek yada görmemek değildir.
Kısaca hayat bunlar değildir.
Hayat kimi sevdiğin ve incittiğindir.kendin için neler hissettiğindir.güven,mutluluk ve şevkattir.arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.hayat kıskançlığı yenmek önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.neler söylediğin ve neler demek istediğindir.insanların sahip oldukları değil kendilerini olduğu gibi görmektir.herşeyden önemlisi,hayatını başkalarının hayatını önemli yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir.işte hayat bu seçimlerden ibarettir.
Katie LEİCHT |
commodore1tr |
Peki Necip Fazıl usta nın dörtlüğüne ne demeli ?
Hayat, mayat diyorlar
Benim gözüm mayat'ta.
Hayatin eksiği var:
Hayat eksik hayatta.
NFK
|
commodore1tr |
Hayatla ilgili birde şöyle özlü sözler var :))
1.'hayat bozuk para gibidir.dilediğinizce harcayabilirsiniz,ama sadece bir kez..
2dalga geçilecek kadar kısa, ciddiye alınacak kadar uzun...
ardıma bakıyorum; ' ciddiye almalıyım' diyorum...
önüme bakıyorum 'dalga geçmeliyim' diyorum...
öyle bir yerdeyim ki dalga mı geçsem ciddiye mi alsam bilemiyorum..
3.inceldiği yerden kopuyor 'an'lar...
koptuğu yerden bağlanır, bağlanmaz değil.. ama malum düğüm payı var ip kısalır. yetirmek için çekiştiririz, başka yerden kopar. oraya da bi düğüm...
sonra bi bakarız ömrümüz kısacık bir ip düğüm düğüm, yaşadıklarımız anlarımızdan ibaret yamalı bi bohça..geldik mi hayatın sonuna...
bu kadar lime lime etmeyelim hayatımızı, baksanıza o her gün inadına tekrar tekrar gülümsüyor bize :)
4.kim istemez batan güneşe karşi bade içmeyi yar elinden.. gözü kör olsun feleğin..umudu kesmedik gelecekten..
filibeli ahmet hilmi... hayat herseye ragmen guzel.. inatçiysan hayata karşi inatçi olucaksin.. hayat.. sen beni diil ben seni yerim..
|
romantic |
SON YAPRAK
Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse
tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur
bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı.
Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.
Günlerden bir gün kız arkadaşlardan biri zatürree hastalığına yakalandı.
Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken
o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu...
Geriye doğru sayıyordu; "Oniki" dedi, biraz sonra da "onbir"; arkasindan
"on", sonra "dokuz"; daha sonra, hemen birbiri ardina "sekiz" ve "yedi".
Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?
Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki
tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş,
yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.
Dönüp arkadaışna "Neyin var?" diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde" altı" dedi.
"Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce neredeyse yüz tane vardı.
Saymaktan başıma ağrı giriyordu. Ama şimdi kolaylaştı.
İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi."
"Beş tane ne?" diye sordu arkadaşı. "Yapraklar, asmanın yaprakları.
Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu."
Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü.
Fakat o: "İşte bir tanesi daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum.
Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü
görmek istiyorum.. Ondan sonra ben de gidecegim." diyerek cevap verdi.
Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt katta ki yaşlı ressama
ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı adama.
Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen
arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş
gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle esen
rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hâlâ yerinde duruyordu.
Sapına yakın tarafları hâlâ koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi
tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak,
yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu.
"Bu sonuncusu" dedi hasta kız."Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm.
Rüzgârı duydum. Bugün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim."
Ağır ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma
yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyorlardı.
Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır
aydınlanmaz, genç kız hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı
hâlâ yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun yaprağı seyretti. Sonra
arkadaşına seslendi. "Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan
olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.
Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz bana çorba verebilirsin." dedi.
Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi alt kattaki bir hastaya
bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.
Yaşlı adamcağız çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama
daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor dedi.
Ertesi gün doktor : "Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız." dedi.
O gün öğleden sonra arkadaşı artık iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki
yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.
Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken
bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir
haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti
kimse. Sonra, hâlâ yanık duran bir gemici feneri, yerinden sürüklene
sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine
karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça
bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman
bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı adam,
son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı.
(O.Henry)
romantic
|
Av.Ragıp Atay |
HAYAT, SEVGİ, KORKU, UMUT, DOST
Sormuşlar bir bilgine;
Hayat ne diye
Demiş bilgin iki yönlü bir yol
Devam eder bilinmeze
Sen görmemezlikten gelsen de
Vardır bir yoldaş her köşesinde
Bazen çıkarsın zorlukla dar bir yokuştan
Bazen de aşarsın dertleri
Sanki uçuyormuş gibi inerek buradan
Peki sevgi nedir demiş biri
Kalbine sığmayacak kadar geniş
Dedikodusunu yapamayacağın kadar temiz
Kokusunu alamayacağın kadar uzak
Hayal edemeyeceğin kadar yakın ....
Ya korku nedir diye atılmış diğeri,
Bir yağmur damlasındaki barut kokusu,
Belki de saklanılan bir hayal yontusu
Ya bir miniğin haykırırışı,
Ya da yüreği yaralı bir kuşun feryadı....
Peki ya umut nerededir diye atılmış bir umut avcısı
Bilinmezde değildir bilirim demiş yerini kaygılı ve tasalı,
Aradın boşuna heryeri ama unuttun en kolay yeri besbelli
Bunu derken işaret etti insanın en derinden yaralanan yerini..
Peki dost kimdir diye sormuş bir diğeri
Demiş paylaştın mı sevgini,korkunu,ümidini ve yenilgini,
Verdin mi desteğini, sordun mu halini, yolladın mı yüreğini,
Şöyle, ağladın mı onun gibi ,
Hissettin mi,
Demiş biri, ya diğeri
Bilgin demiş,
Karşılığı olmadan verilir mi hiç yürekteki sevgi,
Dostluk dediğin tek bir ruhun iki ayrı bedende dirilmesi...
|
yyln |
İki cocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak
gecirmeye karar veriyor.
Piknik yerine vardiklarinda anne yemegi hazirlarken, cocuklar babalariyla
birlikte yürüyüse cikiyor. Uzun bir yürüyüsten sonra oldukca yorulan kücük
cocuk yalvarircasina bakan gözlerle, “Babacigim cok yoruldum. Lütfen
beni
kucaginda tasir misin?” diyor. Baba; “Ben de yorgunum
oglum”’ der demez
cocuk aglamaya basliyor. Baba tek kelime etmeden agactan bir dal kesiyor.
Dali bicakla bicimlendirip, cocuga zarar vermeyecek bicimde yontuyor. Sonra
dali ogluna verir. “Al oglum, sana güzel bir at” diyor. cocuk
sevincle dal
parcasindan yontulmus ata biniyor ve sevincle sicrayarak, ata vurarak
annesinin yanina dogru gitmeye basliyor. Babasini ve ablasini geride
birakmistir bile... Baba gülerek kizina: “İste yasam budur kizim. Bazen
zihnen ya da bedenen kendini cok yorgun hissedeceksin. İste o zaman kendine
degnekten bir at bul ve nese ile yoluna devam et. Bu at bir arkadas, bir
sarki, bir cicek, bir siir yada bir cocugun tebessümü olabilir.”
degnekten
atiniz hic eksik olmasin.
|
romantic |
HARIKA COCUKLAR
*.teyze 5-6 yaşlarındaki çocuğa sorar;
-söyle bakalım annenimi daha çok seviyosun babanımı
-ben ayşeyi seviyoyum
-o kim be
-sevgilim
-...
*.5 yasindaki kuzenle feribotlari goren evin caminda sohbet edilirken..
-abla bu arabalar bu gemiyemi biniyo?
-evet canim ama o gemi değil feribot yani arabali vapur..
-febriyot..
-hayir canim feribot..
-ooff senin yasina gelince öğrenirim..
-..!!
*.ortaköyde sahilde rastlanan minik böceğe sorulur; (yaş tahminen 6 sularında)
-adın ne bakim senin?
-ari...
-aa ne güzelmiş
-ama aslında benim başka adım var (çok gizli bir sırrını söyler gibi
fısıldayarak)
-aaa neymiş o?
-betmen!
-hı?!
*.akrabaların balkonunda gizli gizli sigara içmekteyim,akrabanın
torunu yanıma gelir:
+konstantinoux abi napıyosun?
-eee sigara içiyorum.
+neden?
-ya eee ne biliyim.sen neden su içiyosun?(çocuğu şaşırtmak için
sorulmuş bi soru)
+soruma soruyla cevap verme.
-anladım,al bak attım sigarayı,geç sen içeri.
*. 4 ipten oluşan bir sandalet vardır ayaklarda. boyacı çocuk yanaşır;
- ablaaa ablaaaa {anırarak güler} boyayım mı abla? {anırarak gülmeye
devam eder}
- sevimli misin lan sen?
- ablaaa ablaaaa {anırarak güler} boyayım mı abla? {anırarak gülmeye
devam eder}
- sevimli misin lan sen?
*.arkadaşın 3 yaşındaki kardeşiyle annesi konuşmaktadır
anne: oğlum bu havada yalın ayak dolaşma, hasta olursun
çocuk: ben havada değil halıda dolaşıyorum
anne: peki...
*.olay kahramanı oğuzhan adındaki beş yaşında velet.
- oğuzhaaann şu televizyonun kumandasını getir hadi canım.
- oğuzhan şunu getir, oğuzhan şunu ver hizmetçiniz miyim ben ya?
tükettiniz beni tükettiniz.
*.çocuk 4-5 yaşlarında sürekli hoşlandığı kızlardan bahseden tehlikeli
bir velettir.
annem: peki ben bir erkeği tavlamak için ne yapmalıyım?
çocuk: şimdi o bir şey yapmak ister, sen istemezsin… ya-pa-cak-sın!
annem: oeh!?!?... yuh, çözmüş bu çocuk… ne gibi şeyler yapmak ister peki?
çocuk: kum havuzunda oynamak falan.
annem: ehuehe (çocuk gittikten sonra) geleceğinden korkuyorum ben bunun.
*.sahilde 4 yaşlarında bir erkek çocuğu avaz avaz ağlamaktadır.
-niye ağlıyosun yarım saattir?
-bilmiyorum...
-haaaa???!!!!
*.yere kağıt kalem saçmış resim yapan çocuğa:
- sakın halıyı boyama olur mu?
- niye boyıyım ki onun zaten çiçekleri var...
*.4 yaşındaki kuzenle yüzüklerin efendisi seyredilmektedir.
- kuzen: bu adamlar neden kısa
- hobit onlar çünki
- hobit mi?
- evet (ilgisizlik had safhadadır)
- hımm anladım
anne gelir
- ne izliyosunuz
- (fısıldayarak) hobit ne anne?
*.8 yaşında bir çocuk 2 yaşında bir bebeği elinden tutup dolaştırmaktadır.
-aaa iki bebek elele dolaşıyorsunuz.
-ben bebek değilim, o bebek; ben çocuğum.
-ee peki ben neyim o zaman?
-sen züppesin.
*.-nerde oturuyorsun sen bakalım?
+benzincinin orda?
-hangi benzincinin orda?
+bizim ordaki benzinci.
-.....??
*.ufaklık kolundaki bene dokunur..
- bu ne?
+ o ben..
- nası sen?
+ onun adı ben işte..
- hayır beeennnn
+ e tamam işte bu benn , aaa
- ya hayır sen diil o bennnnnnn!!!!!
+ nassı yaaaa ????? hayyyy hayır hayır onun adı ben yaaa
- hayır işte.. benim sen diilsin.. sus yaaaa
+ la havle vela... şu şey var ya şu nokta.. o ben işte, ona ben
diyolar kızım aloooo
- hı? snif! ya bananeeeee... ben o yaaaa.. benim yaaaaaa.
böğüüüüaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
*.- can gel bakiim oğlum...
- ...
- gel seni bi imtihan edeyim neler öğrendiniz bakiim bugün okulda...
- sufrenaj emüsyonların egzotermik tepkime sonucu açığa çıkardığı
enerjiyi, impülsatörlerle güçlendirip akümülatötü beslemeyi öğrendik
babacım...
- !!!!... hanım yemek hazır mı?
*.televizyonda futbol maci izlenmektedir, mac baslamadan az once we
will rock you calmaktadir.
cocuk: -bi dakkaaa..bu futbol maci mi??!
-evet, neden?
-bu sarki basketbol maclarinda calinmaz mi??
-o da guzel..
*.-caniim! soyle bakalim senin adin ne?
-orumcek adam!
-tamam onu biliyoruz gercek adin ne!
-haaa o mu, peter parker!
*.- ömer amca sen ne iş yapıyosuuuun?
- mühendisim
- hmmmm...
- ne hımmmm?? sen büyüynce ne olucaksın bakalım?
- kovboy olucam...
- muhahaahaahah...saçmalama..neden kovboy olucaksın bakalım??
- hiç yıkanmamak için!!!
- ...
*.-serkan şimdi kitabımıza bakarak sayıları öğreneceğiz tamam mı?
-tamam
-şimdi resimde kaç tavuk var?
-hangi resimde?
-kitabımızdaki
-haaaa bir
-aferin. tavukların kaç ayağı oluyor?
-dört
-serkan aaaa hiç olur mu? bak bakalım resime?
-yanlış çizmişler onu. otururken iki tanesi gözüküyor tabii ki..
*.5 yaşındaki yeğenim ile evden çıktıktan sonra apartmanın bahçesine
yayılmıp yatmış bir hamile kedi ile karşılaşılır:
yeğen: hala, bu kedinin karnı niye böle kocaman?
depp queen:çok yemek yemiş (olayı uzatmamak için)
y: yalancı!!!
dq: ne?
y: dün özlem söledi hamileymiş bu kedi. doğurunca yavruları olcakmış.
ondan kocaman karnı.
dq: hımmm... doğrudur öyleyse.
y: ne zaman doğurcak?
dq: zamanı gelince.
y: hadi sıkalım da doğursun!
dq: ... ?!?
*.- soyle bakalim, kediler nasil miyavlar?
- miyavvv
- pekii, kopekler nasil havlar?
- hav hav hav
- o zamaaaan, aslanlar nasil kukrer?
2,5 yasindaki kiz cocugu kisa bir sure saskinlik gecirir, ve
sonrasinda cevabi patlatir:
- kük
romantic |
romantic |
İnsanı Düzelttiğimde...
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında, bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti.Bu hafta sonu sinemaya götürecekti, ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.Önce Dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna, "eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim" dedi sonra düşündü."Oh be kurtuldum.En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez."Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve "baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz" dedi.Adam önce inanamadı ve haritayı görmek istedi.
Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk : Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.
İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA DA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.
romantic
|
romantic |
ODTÜ İşletme'nin deli ama çok bilge, hem en sevilen hem en nefret edilen profesörü Muhan Hocanın Strateji Yönetimi dersinin ilk saati öğretim üyelerinin bile katılımıyla geçer ki her senesi ayrı ilginçtir. Derslerinden birinden bir anekdot:
Muhan Soysal tepegöze bir Picasso resmi koyar. Herkes bakar bakar ama tarzı zaten kübik olan sürrealist resimde sanatla fazla ilgilenmeyenlerin anlayabileceği çok az şey vardır. Bozuk perspektifli bir oda, sarı uzun saçlı yaratığa benzeyen bişey. Etrafında başka yaratıklar, yerde yine bir yaratık ve arkadaki şekli bozuk içi parlak dikdörtgenin içinde başka bişeyler daha.
5-10 dakka hiçbişey söylemeden sınıfı izleyen hoca, birazdan Picasso'nun resmini alıp Meninas'in bir resmini koyar. Bu resimde sandalyenin üzerinde oturan sarı uzun saçlı bir aristokrat kızının etrafındaki dadıları onun saçını tararken yerde köpeği yatmaktadır. Ve babası arkasından ışık sızan kapıdan kızını izlemektedir.
Ancak ikinci resmi görünce Picasso'nun resmindeki öğelerin ne olduğunu ve bu resmin Meninas'in tablosuna gönderme olarak yapılmış olduğunu farkeder tüm sınıf.
Ve Muhan Soysal hiç unutamayacağımız dersini verir:
"Hayatta hiçbirşey Meninas'in resmi kadar belirgin ve net değildir. Hayat gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Meninas'in resmini görebilenleriniz başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek."
romantic |
romantic |
AŞKIN MEVSİMLERİ
Her ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesi isteniyorsa, düzenli olarak su verilmelidir. Beklenmedik hava değişiklikleri kadar, mevsimleri de dikkate alarak özel bakım gösterilmelidir. Yeni tohumlar ekilmeli ve yabani otlar ayıklanmalıdır. Tıpkı bunun gibi, aşkın büyüsünü canlı tutmak için de, mevsimlerini anlamalı ve aşkın kendine özgü ihtiyaçlarını doyurmalıyız.
Aşkın İLKBAHARI
Aşık olmak, ilkbahar gibidir. Sonsuza dek mutlu olacakmışız gibi bir duyguya kapılırız. Eşimizi sevmemek aklımızın ucundan bile geçmez.Bu bir saflık dönemidir. Aşk ölümsüz gibi görülür. Her şeyin kusursuz
sanıldığı ve tıkır tıkır işlediği büyülü bir dönemdir bu. Eşimiz tıpatıp bize uygun görünür. Hiç çaba harcamaksızın, uyum içinde dans ederiz ve şansımızın yüzümüze gülmesinin tadını çıkarırız.
Aşkın YAZ MEVSİMİ
Aşkımızın yaz mevsimi boyunca, eşimizin sandığımız kadar kusursuz olmadığını ve ilişkimiz üzerinde çalışmamız gerektiğini anlarız. Eşimiz sadece başka gezegenden gelmiş olmakla kalmaz, hata yapan, bazı bakımlardan aksayan bir insan olarak da karşımıza çıkar. Sürtüşmeler ve düş kırıklıkları belirmeye başlar; yabani otların kökünden sökülmesi ve yakıcı güneş altındaki bitkilerin fazladan sulanması gerekir. Artık aşkı vermek de, gereksindiğimiz aşkı almak da, o kadar kolay değildir. Her zaman mutlu ve sevgi dolu olmadığımızı görüp anlarız. Bizim aşk konusunda düşlediğimiz tablo değildir bu. Birçok çift, bu noktaya geldiğinde düş kırıklığına uğrar. Bir ilişki üzerinde çalışmak istemezler. Hiç de gerçekçi olmayan bir tutumla, hep ilkbahar olmasını beklerler. Eşlerini suçlarlar ve pes ederler. Aşkın her zaman kolay olmadığını, arasıra sıkı bir çalışma ve sıcak bir güneş istediği gerçeğini görmezler. Aşkın yaz mevsiminde, kendi sevgi ihtiyacımız olduğu kadar eşimizin ihtiyaçlarını da gidermemiz gerekir. Bunlar kendiliğinden gerçekleşmez.
Aşkın SONBAHARI
Yaz mevsimi boyunca bahçemize iyi baktıysak, bu sıkı çalışmanın sonucu olarak hasadımızı alırız. Güz mevsimi gelmiştir. Bu altın bir çağdır, zengin ve doyurucu. Gerek kendimizin, gerekse eşimizin kusurlarını kabullenen ve anlayışla karşılayan daha olgun bir aşktır yaşadığımız. Bir şükran ve paylaşma zamanıdır bu. Yaz boyu sıkı çalıştığımız için, şimdi dinlenebilir ve yarattığımız aşkın tadını çıkarabiliriz.
Aşkın KIŞ MEVSİMİ
Sonra hava yeniden değişir ve kış bastırır. Kışın o soğuk, verimsiz ayları boyunca doğa kendini tümüyle içine çeker, kapanır. Bu bir dinlenme, düşünme ve yenilenme zamanıdır. İlişkilerde de çözümlenmemiş acılarımızla veya gölge benliğimizle yüzleşme zamanıdır. Kapağımızın açılıp acı dolu duygularımızın ortaya döküldüğü zamandır. Aşk ve doyum için eşimizden çok, kendimize bakmaya gereksinme duyduğumuz, kendi
kendine gelişim zamanıdır. Yaraların iyileşmesi, acıların dindirilmesi zamanıdır. Erkeklerin mağaralarına çekilip kışladıkları ve kadınların kuyuların dibine indikleri zamandır bu.
Aşkın karanlık kış mevsimi boyunca kendimizi sevdikten ve iyileştirdikten sonra, ilkbahar ister istemez geri gelecektir. Yeniden umut, sevgi duyguları ve olanakların bolluğu bizi sevindirir. Kış boyu kendi kendimizi iyileştirdiğimiz ve ruhumuzu araştırdığımız için, artık yüreklerimizi açabilecek ve aşkın ilkbaharını yaşayabilecek duruma gelmişizdir.
romantic |
romantic |
Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti,
'Sen eğitimcisin neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi.
Sorusu kolaydı ama, yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması
karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı
'insan yetiştirmek' olan bir iş.
Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden,
çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.
Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...
Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı,
birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...
Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona.
Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini. Kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını, okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı.
Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.
Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.
Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.
Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.
Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret.
Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmemesini öğret ve haklıyken dik durmasını.
Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.
Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...
"İstemiyorum", "hayır" demeyi öğret ona, istediğinde ise "istiyorum" demeyi, Sevdiğinde ise "seni seviyorum" diyebilmeyi öğret ona.
Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...
Sorgusuz sevmeyi...
El yazısı ile notlar yazmayı...
Lafı dolandırmamayı...
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını,
İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...
Ama en çok da kendini sevmesini öğret...
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini...
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini...
Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...
Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...
Aylin Kotil
Cumhuriyet Gaz.
23 Mayıs 2004
romantic |
Bugünün tarihi: 03/05/2025 09:08:07 |