 |
03/05/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
Beyin Ölümü Cinayetleri |
alisinkay |
Hukuk Fakültesine ilk girdiğim yıllardandı.Beyin ölümü gerçekleşmiş genç bir kız vardı ve organları bağışlandı.Gazeteler manşetten tam sayfa olarak verdi.Herkes ailesinin aldığı bu zor kararı alkışlıyordu.Bense bir hukukçu olarak bunun bir cinayet olduğunu düşünüyordum, zaman içerisinde herhangi bir düzenleme olmadı.Elbette hukukçular bu kararları tıbba bırakmalı.
Neyse beyin ölümü gerçekleştiği için o kızcağızın fişi çekildi ve organları dağıtıldı.Aradan birkaç ay henüz geçmişti ki, beyin ölümü gerçekleşen birisi fişi çekileceği gün hayata döndü.Gazeteler bunu da haber yaptı.Aradan geçen yedi yıl boyunca beyin ölümü gerçekleşip tekrar hayata dönenlerin dünyadaki sayısı benim hatırladığım 3 belki daha da fazladır.
Arada bir çelişki yok mu?Bir kişinin yaşama şansı birmilyar da bir bile olsa onun yaşama hakkına 100 kişi kurtarılacak diye saygısızlık yapabilir miyiz.Hukukun amaçlarından biri adelet.Belki siyasetçiler, belki doktorlar tercih yapabilir.Bir kişi ölür ama o bir kişinin ölümü 20 kişiyi kurtarır diyebilir peki bu adil midir.
şöyle diyeyim bir kişinin yaşama şansı bir milyarda bir olsun ve onun ölümü de 10 insanı kurtarsın.Onu öldürür müydünüz?Mantık belki öldürür ama hukuk onun o azıcık yaşama hakkına bile sahip olmalı.
Bana öldü diyemezsiniz.Çünkü mucize olarak nitelenen ve aynı şekilde hayata dönenler var.Kesin ölümü gerçekleşen biri hayata nasıl dönebilir.Yoksa onları biz mi öldürüyoruz.
Asılan hırsız değil,
yakalanandır. Yasalar bal arisini mahkum eder, esek arisini beraat ettirir.
|
Nilgül Saraç |
bildiğim kadarıyla beyin ölümü gerçekleşmiş hastanın günlük yaşantısına geri dönme ihtimali yoktur. çünkü adında belli olduğu üzere beyin fonksiyonları ölmüştür ölen bişeyde diriltilemez. beyin ölümü gerçekleşmiş ve yaşama şansı olanlar ise sadece solunumu sağlayan makinelerle hayatta kalablirler yani bitkisel hayatta yaşabilirler. bu yaşam şekli yılları da alabilir. tabiki bu tıbbın konusu ama verdiğiniz örnekten ben şunu çıkarıyorum 95li yıllarda bir cerrahın organ mafyası mensubu olduğu arena programı tarafından ortaya konmuştu para karşılığı aldığı böbrekleri zengin arap ailelerine ya da israil.e satıyordu.bizde hipokrat yemini etmiş doktorlar, para uğruna bunu yapıabiliyorlarsa beyin ölümü gerçekleşmemiş hastanın 'beyin ölümünün gerçekleştiğine dair belgeleri ' imzalamaları da hiçte zor olmasa gerek
nilgul |
Av.Ragıp Atay |
Beyİn Ölümü
Beyin ölümü 1959'da Mollart ve Goulan tarafından ilk kez tanımlanmıştır. Bu kavram daha sonra 1968'de Harward Tıp Fakültesi'nde ve diğer çeşitli merkezlerde komiteler oluşturularak tartışılmış, beyin ve beyin sapı ölümü ile ilgili ölçütler belirlenmiştir. Bunlar:
1- Zehirlenme ve hipotermi gibi tedavisi olanaklı uyarıya cevap vermeme durumlarının ve çoğunlukla beş yaştan küçük çocukların bilinen diğer kurallar çerçevesinde kapsam dışı tutulması,
2- Geri dönüşü olmayan, yapısal beyin hasarının saptanması,
3- Klinik muayenelerle beyin sapı fonksiyonlarının durmuş olduğunun saptanması,
4- Doğrulayıcı deneylerin yapılmış olmasıdır.
Bunlara bağlı olarak;
-İrreversibl yapısal beyin hasarı tanısı kesin olarak konmuş olmalıdır. Bu sıklıkla kafa travmaları ve spontan intrakraniyal kanamalar vb. durumlarda geçerlidir.
-Yeterli spontan solunum olmaması nedeni ile hastaya yapay solunum uygulanıyor olmalıdır.
-Zehirlenme ve hipotermi gibi tedavisi olanaklı durumlar uygun yöntemlerle kapsam dışı bırakıldıktan sonra klinik muayene ile beyin sapı refleksleri araştırılmalıdır. Çok sayıdaki beyin sapı refleksi içinde özellikle önem taşıyanlar pupilla, kornea, vestibulooküler ve farengeal reflekslerdir.
-EEG tek başına güvenilir bir yöntem değildir. Serebral angiografinin güvenilir bir yöntem olduğu ileri sürülmektedir, ancak oldukça güç ve risklidir.
-Apne testinde, yüksek (60 mmHg. ve üzeri) PCO2 değeri olan hasta, yapay solunum cihazından ayrıldığında, solunum fonksiyonları gözlenmez ise kişide apne durumunun geliştiği kabul edilir.
-İrreversibl koma gelişmiş ve 12 saat süresince, etiyolojisi saptanamayan tablolarda en az 24 saat bu koşulların değişmeden devamlılığı gözlenmelidir.
Beyin ya da beyin sapı ölümü, gelişmiş klinik ve laboratuvar aygıtlarına gereksinim duyan, tek başına bir hekimin değil, ancak bir hekimler kurulunun varabileceği karardır. Bu nedenle burada sadece kavram aktarılmaya çalışılmaktadır.
Bugün artık "beyin ölümü" denildiğinde "beyin sapı" ölümü anlaşılmaktadır. Bunun nedeni 1979'da İngiltere'de alınan komite kararıdır. Beyin sapı ölümü tanımı ise somatik ölüme eşdeğerdir ve hukuken kişinin varlığının sona ermesi anlamına gelir ve ancak bu durumda, hukuken organ ve doku transplantasyonu olanağı doğar.
Ülkemizde organ ve doku alınması, saklanması, aşılanması ve nakli hakkında 2238 sayılı kanun 29.5.1979'da kabul edilmiştir. Türkiye'de Organ Nakli Koordinasyon Sistemi (ONKOS) 1992 yılında kurulmuş ve 11 Devlet Hastanesinde organ kaynağına işlerlik kazandırma amacıyla yapılanmıştır. Organ Nakli Merkezleri Yönetmeliğinin ilk şekli 20 Ağustos 1993'te 21674 sayılı resmi gazetede yayınlanmış, son şekli ise 30 Ekim 1993'te 21743 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kişiliğin kaybedilmesinde, ölüm anının tesbiti önem kazanır. Türk hukuk öğretisinde, belirli bir sisteme bağlanmamanın yararlı olacağı görüşünden hareket edilerek, ölüm anının tesbitinin kesin ve sağlıklı olarak belirlenebilmesi için, "kişinin yaşatılması yönünde tüm yollar denenmiş, tüm çabalar harcanmış ve bunlara karşı artık kişinin yaşamayacağının kesinlikle belli olmuş bulunması" gerekliliği savunulmuştur.
Türk Tabipler Birliği de, 18.4.1948 tarihli kararı ile "kişinin ölmüş sayılabilmesi için beynin işlevini tümüyle yitirmiş olması, tüm reflekslerin sona ermiş bulunması, kalp atışı ve solunumun durmuş ve yapay çalıştırılma yöntemleriyle uğraşılarak kendiliğinden çalışacak duruma getirilmemiş olması" koşullarını birlikte aramaktadır. Yargıtay, "ölümün gerçekleşmesi için tüm ana organların görevlerini yitirmiş olması" koşulunu aramaktadır.
Metin
Yukarıda ttb sitesinden aldığım bir alıntı, beyin ölümünü oldukça ayrıntılı açıklıyor. Bu nedenle sayın alıisinkay'ın kuşkuları bence yersiz. Ancak Sayın Nilgülsarac'ın kuşkularını ben de taşıyorum. Özellikle geri kalmış ülkelerde, deprem, su baskını vs. gibi felaketlerin ardından organ mafyası harekete geçmektedir.
Bizde de bazı hastanelerde, yoksul ve sahipsiz insanların organlarınınçalındığı, belli bir olaydır.
Yine de, tüm olumsuzluklara karşın, organ bağışı, karşı konulamaz bir insanlık görevidir.
|
Bugünün tarihi: 03/05/2025 09:17:18 |