Hukuki.NET


03/05/2025  Eski forum arşivi bölümü

Hukuksal Tartışmalar




 


Forum:
'İSİMSİZ SEVGİLER '
oyak Bize sevmesini öğretmediler sevgili,bize hep sevgiyi saklamasını öğrettiler.Hep bekletmeyi.,.hep ertelemeyi...bu yüzden biz kiminle birlikteysek bir diğerini ama hep uzakta olanı özledik,hiç dinmedi doyumsuzluğumuz,biz hep uzaktakini sevdik sevgili...yanımızdakini değil,odamızın duvarının arkasındakini değil,birşeyler paylaştığımızı değil,uzaklardakini,ulaşamadığımız kadar uzaklardakini sevdik...Yanımızdakileri kırıp geçirdik,incitip üzdük de, hep ulaşamadıklarımıza sakladık söyleyemediğimiz o güzel sözleri... Özlediğimiz sevgiden delice korktuk biz sevgili. Sevmek bizim için sınırlarımızdan hiç çıkmamaktı. Kendi sınırlarımızda sevmek hep kapana kısılmaktı.Bu korku yüzünden hep karşımızdaki insanların sevgisini eksik bulduk,küçümsedik onların sevgisini,yeni heyecanlar arama isteği vardı.Bir kişide takılı kalmak ne kadar basit diyorduk. Gözümüz hep uçan kuşlardaydı.Yüksek dağların en tepesinden bakıyorduk insanlara biz. Sorun bizdeydi sevgili. Sevgiye inançsız olan bizdik...Bir insan bizi sevmeye başladığında,yenildiğinde sevgimize;ondan uzaklaşır, nasıl da tiksinirdik sevgilerinden biz. Ama bizden biraz uzaklaşmaya görsünler onları yana yakıla nasıl da arardık. Çünkü biz sevilmeye alışmıştık, hatırlasana nasıl da ihtiyaç duyardık seslerine, kokularına. Kaybolmuştuk dağıttığımız sevgilerde. Kim bizi seviyordu, biz kimi seviyorduk. Sınırlar erir, karışırdı herşey. Öksüz sahipsiz bir sevgimiz vardı ama onu kime vereceğimizi şaşırdık. İnanırlardı bize,inanırlardı o öksüz, sahipsiz, başıboş sevgimize. Çünkü çevremizdeki herkes o kadar hasretti ki sevgiye...Çünkü onlar da bizim gibi sınırlar içinde büyümüşlerdi. açılamıyorlardı,kendilerini tanıyamadan çıkamazlardı, sınırdan izinsiz çıkış yoktu bize,sevgiye geçit yoktu.Kaç zamandır kendimizi kandırdık sevgili. Kimi sevenler şarkılarda yaşatır sevdiğini,kimi eski cüzdanındaki eski, soluk bir resimde, kimi ise hayallerle süslediği sınırlı dünyasında anlatacak çok şeyleri yoktur.Çok olan sadece çektikleri acılardır sınırlı dünyalarında.Bunu bilirler sevgili,ama kıramazlar zincirleri. Aşkı,sevmeyi,sevilmeyi kendimizi adamayı o kadar çok özlemişken,aynı zamanda ikiyüzlülükte içimize işlemişti.Kendimden biliyorum,gözümüzde hayatımızın zerre kadar önemi yoktu.Gerektiğinde hayatımızı hiçe sayacak kadar kahraman ama bir o kadar da yalancı ve riyakardık sevgili. Patlayıcı bir madde gibi taşırdık sevgileri.Kaygı dolu,ürküntü dolu bir sır gibi taşırdık sevgileri.Okuduğumuz yoksulluk romanlarında,gözyaşlarıyla seyrettiğimiz filmlerde anlatılan kahramanların hayatlarından daha berbattı hayatımız aslında.Ama kendimize duymadığımız şefkati onlara duyardık...Birbirimize ne kadar ne kadar üzüldüğümüzü gösteremediğimizden,birbirimizin derdine yeterince eğilemediğimiz için bu filmlerdeki kahramanların hayatlarına ağlardık doyasıya.... Aslında birbirimizi çok sevmek istiyorduk,ama nedense çok utanıyorduk bundan ve hep erteliyorduk.Yürürken sokakta karanlıklar eşlik ederdi yalnızlığımıza.Sokağın sonunda o gökyüzünün yalancılığı bizi de vururdu kaybolan o sahipsiz aşklarıda... Biliyormusun bugüne kadar hep seviyormuşum gibi yaptım ben.Aslında onları tanımıyordum ben,ama yinede ihtiyacım vardı sevgilerine .Bağışlasınlar beni ve unutmasınlar,onlar adına onlardan daha çok acı çektim ben... Bir tek seni tanıyorum aslında ben...Bir tek seni... Dinliyorum anlat hadi...Demek sonsuza dek kaçıyormuş insan kendisinden......
Av.Ragıp Atay Geçen gün işten eve dönerken,genellikle kitap okuduğum halde o gün canım kitap okumak istemedi ve bende camdan dışarı bakmaya başladım, aslında gördüklerim hep aynıydı,tanıdık evler,tanıdık ağaçlar ve dükkanlar...sonra birden yoldan gecen araçların içine bakmaya başladım.Aslında onlarda tanıdıktı aracın içindeki insanlar genellikle yola bakıyorlardı ve birden bir şey fark ettim. Yanımdan geçen araçların içindeki insanların çoğu sadece dışarıya bakıyordu, şoför koltuğunda oturan adam sola bakarken yanındaki kadın da sağa bakıyordu, arka koltukta da, ya çocuk ya da eşyalar oluyordu ve bu insanların yaşları orta yaş civarıydı yani evliydiler ya da uzun süredir birlikteydiler, diğer taraftan birbirlerine bakarak ve konuşarak seyahat edenlerin ise ya flört eden ya da nişanlı belki de yeni evli çiftler olduğu anlaşılıyordu. İşte o an kafamda bir şimşek çaktı ve o günden sonra kitap okumayı bırakıp hep yolda yanımdan geçenlere bakarak tahmin etmeye çalıştım, kimler evli ya da uzun süreli beraberlik yaşıyor, kimler daha işin başında. Lütfen sizde yoldayken bir bakın, seyahat ederken önüne ya da camdan dışarı bakarak gidenlerin çoğu evli, ama konuşarak ve birbirlerine bakarak gidenlerin çoğu bekar ve işin daha çok başında. O zaman anladım ki, aşkı evlilik öldürmüyor aşkı uzun süreli beraberlikler ve yaşanan monoton heyecansız birliktelikler öldürüyor, işte o zaman kendi beraberliğime dışarıdan bakmaya çalıştım ve ne gördüm dersiniz. Hayatın akışına kapılmış, evden işe, işten eve koşuşturan, hayatında yeni hiç bir heyecanı olmayan ve çok uzun süredir gerçekten dolu dolu sohbet etmeyen, sadece çocuktan, işten ve sıkıntılardan konuşan, akşam yemekten sonra televizyon karşısına geçen ve kanepede (ayrı ayrı kanepelerde) uzanan bir çift gördüm. O gün kapıldığım dehşeti anlatmam oldukça güç, bize ne olmuştu, her şeyi unuttuğumuz, beraber olabilmek için bütün zorluklarına katlandığımız beraberliğimize ne olmuştu? Yaşadığımız heyecan nereye gitmişti? Nasıl bitmişti ve biz farkına varamamıştık? Sonra çevreme baktım ve diğer çiftlerinde bizim gibi olduğunu gördüm.İşin komik yanı insanlar bu hale gelirken, fark etmiyorlardı ve başkasının hayatının bu hale geldiğini anlattığınızda "vah vah" diyorlardı, oysa onlarda aynı durumdaydılar, sadece öyle bir şey yokmuş gibi davranıyorlardı. Herkes bir başkasının hayatına imrenir, İnternet te chatleşerek kaybettiği bu heyecanı bulmaya çalışır bir hale gelmişti. Birden eşimin de evdeyken çoğu zaman nete girdiğini fark ettim,ve gördüm ki ben onu ve aynı şekilde o beni sadece eşi olarak görmeye başlamıştı, işte o gün bu gidişe bir dur demeye karar verdim. Ama ne yapabilirdim, bununla ilgili dergilerde pek çok yazı olduğunu fark ettim, itiraf etmeliyim yapılan önerilerin pek çoğu uygulamada problem olan maddelerdi, ayrıca onları yaparsam başkasının elbisesini giymiş gibi olacaktım,ben kendi çözümlerimi bulmak istiyordum. Onlarında verdiği öğütleri baz alarak,oturdum ve kendimce bir acil durum planı çıkardım ve uygulamaya başladım. Öncelikle eşimle birlikte çocuğumuz olmadan baş başa yemeğe çıktık, itiraf ediyorum ilk denememiz biraz zor oldu, çünkü eskisi gibi konuşacak konu bolluğu yoktu, işten güçten ve çocuktan bahsetmemeye karar vermiştik, evde daha az tv seyretmeye onun yerine müzik eşliğinde sohbetler yapmaya başladık ve en önemlisi birbirimize karşı çok açık olduk, sohbetten sıkılan bunu diğerini kırmadan söylüyordu, aramızda zorlama olmamasına dikkat ettik. Baş başa sinemaya gittik ve bunu yıllar sonra yaptığımızı fark ettik, birbirimize telefondan mesajlar çektik, içimizden geldiği an ve geldiği gibi olmasına özen gösterdik ve birbirimiz için kendimize özen gösterdik, hafta sonları ben eşofmanlarımı üzerimden çıkardım, daha özenli giyindim, tıpkı flört ederken eşimin beni ziyarete geldiği günlerdeki gibi, eşimde hafta sonları tıraş oldu, daha özenli giyindi, deniz kıyısında hafta sonu yürüyüşleri yaptık,pamuk helva yedik ve sohbet ettik. Kısacası, eşimi sadece eşim olarak değil, sevdiğimiz insan olarak görmeyi ve onu yeniden sevmeyi öğrendim, bu gün ondan bir gün ayrı kalsam, eşimi yeniden özlüyorum, onunla küçük kaçamaklar yapmayı dört gözle bekliyorum ve artık eşim internette chat yapacaksa benimde yanında olmamı istiyor ve nete çok daha az giriyor .Bunları niye yazdığıma gelince, hiç bir şey için geç olmadığını düşünüyorum, birlikte olduğumuz kişinin değerini onu kaybetmeden fark etmeliyiz diye düşünüyorum ve kendimizi hayatın akışına kaptırıp sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
commodore1tr ' Seni seviyorum' en değerli sözcüktür aslında. Sakın yanlış anlaşılmasın bu sadece aşk anlamında sevmek değil anne baba kardeş arkadaş eş dost. Sevdiğimizi söyleyemeden onlarla yapmak istediklerimizi yapamadan 'gökteki yıldızlara selam verip gittiklerinde' aslında kaybeden biz oluyoruz. O yüzden aslında bize söylenip durması ayıp olduğu ısrarla belirtilen sözcükleri kullanmak lazım çok geç olmadan Hepinizi seviyorum... bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum
Av.Ragıp Atay Sonra Sen Geldin Bu hikaye senin için! 'Anlamak' kelimesini sözlüklerden çıkartıp elimle dokunacağım kadar somut hale getirdiğin ve yüreğime yerleştirmeme yardım ettiğin için... 'Anlamak' ve 'anlaşılmanın' en güzel denilen sevişmeleri kıskandırdığını bildiğin ve bana da öğrettiğin için... Durum ne olursa olsun, dilinde bu kadar güzel bir 'özgürlük' şarkısıyla yaşayabildiğin için... Senin için... ..................... Bu, insanın içinde yaşatıp zamanla sevdiği ve kendisine çok acı verse de, neredeyse bedenine bir organ gibi eklediği, hüzün doğuran tüm uzun soluklu duyguları yerle bir eden, kısacık bir hikayedir! Sonra sen geldin. Yaşayıp gidiyordum... 'Yaşayıp gitmek!' Ne saçma! Bu fiili nedense, hayatımızın sıkıcı olduğunu, bir günün diğerinden farklı geçmediğini düşündüğümüzde kullanırız. Oysa tam tersi olması gerekmez mi? 'Yaşamak ve gitmek...' Yaşıyorum, gidiyorum, yol alıyorum. O halde şöyle demeliyim: "Yaşıyordum ama gitmiyordum." veya "Gidiyordum akıp zaman içinde, kaybolmuş vaziyette, ancak yaşamıyordum." Bir aşk hikayesine boyanmıştı bütün mevsimlerim Tuhaflığı yoktu yazın kazak giyip de Kışın denize girişimin Kazağımda da aşk kokusu vardı Acıma dokunan ve Nasıl kokacağını şaşıran Yosunlarda da Sonra sen geldin. “Hadi gel, hayatı anlayalım ve anlatalım." dedin. Çok konuştuk bu konuda, çok... Hem her duygunun tarifini almak istedin hem de hepsi hakkında, bildiğin ne varsa bana vermek. Seninle konuştukça, kendime dair son derece basit ama yine de hiç üzerinde durmadığım bir şeyler olduğunu görmek beni nasıl da şaşırtıyordu. 'Acı' konusunda çok konakladık... Kanattıkça beni böyle acı Ve sohbetler yetmeyince nefes almaya Ağlardım Yaralarımdan şiir yapardım Acı bir annedir, durmadan hüzün doğuran. Ahh, ben o hüzünlerle boğuşmak, azıcık nefes alabilmek için kaç kitap okudum, kaç film izledim, kaç hayat belledim, bir bilseniz. Yooo! Dostlarıma haksızlık edemem şimdi. Turuncuya boyalı güney akşamlarından, fesleğen kokulu batı ikindilerinden, kuzeyin gri sabahlarına kadar kaç sohbet vardır yüreğimde daima saklayacağım. Ahh, benim kelimelerle beyinlerinde tepindiğim dostlarım... Nasıl da isterlerdi gözlerimden yanaklarıma dökemediğim gülüşleri görmeyi. Bence, dostlar daima 'gülmek' ve 'gülümsemek' arasındaki farkı bilirler, bu nedenle onlara arkadaş değil de 'dost' deriz zaten. Her sohbette yüreğimi yatırıp masaya, son derece dikkatli ve zarif hareketlerle, acı ve hüzün doğuran parçalarıma ulaşır, üzerini örterlerdi. İyi hissederdim bir süre. Apartmanların üzerinde uçuşan martıları fark ederdim en azından. Ancak sonra yine hüzün... Yüzsüz hüzün... Baktığım yerlerde gözlerim Bazen öyle uzun kalırdı İnanmazsınız ama Baktığım yerler sıkılırdı Sonra sen geldin. Geldin ve: “Hele şu yükünün birazını bana ver.” dedin. Şaşırdım çünkü görünüşe göre senin yükünün benimkinden fazlası vardı ama eksiği yoktu. Sen anlatırken fark ettim ki içinde bir yerlerde bu yüklerle başa çıkmak için özel eğitimli bir parçan vardı. Bu parça, yükün niteliğini ya da niceliğini, yürekte en hafif duracak hale getirebiliyordu gerçekten. Konuşurken bir yandan da yüreğimin en tozlanmış ve uzun süredir de yanına hiç uğranmamış parçasını koydun masaya. “Bak,” dedin "bunlar hayat dostu parçalar . Şimdi bunları öyle güzel temizleyeceğiz ki bir daha canın içindeki parçalara dokunmak istediğinde ve hüzne giderken, bunların ışıltısına takılacaksın. Takılacaksın ki hüzün doğuran acı parçaları koyuvereceksin yerinde tozlanmaya. Böylece de zamanla ağırlıkları, olması gerektiği kadar olacak. Oysa sen ha bire parlatıp parlatıp durmadan onlara bakıyordun önceden ve bu da onları olduğundan ağır hale getiriyordu. Oysa tam tersini de yapabiliriz hepimiz. Işıldayan parça daima daha ağırdır. Gel, hayat dostu parçaları ışıldatalım durmadan.” Sen geldin Kelimelerini şekere batırarak Sen geldin Baktığın yerlerde çiçekler bırakarak Acıya ve hüzne gereğinden çok yüz vermemeli insan. Ben artık hüznü içimde şişmanlatmamayı, başarıyorum galiba. Geçen gün ne gördüm dersiniz? Meğer ne kadar yakışıyormuş martılar denizin üzerine! Hikaye bu kadar... Merak edeceksiniz belki, bu değişiklikleri sağlayan dostum kimdi? Diyelim ki, kırk yaşını geçmiş veya otuzuna gelmemiş bir adamdı, seksen yaşında bir ihtiyar, hep otuzunda yaşayan bir kadındı ya da dört yaşında bir çocuk; hem hepsiydi, hem hiçbiri değildi. Ne fark eder ki? Bir can’dı. Canımın içi değil İçimin canı olup da Sen Geldin Üstelik Aşk da Değildin Hoş geldin
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Velayet hakkı] Wmic Windows Activation Key and windows 7 ultimate activation tool 
  • 03.05.2025 09:36
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük + Arşiv +
    Bugünün tarihi: 03/05/2025 17:57:09