 |
03/05/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
Bir Hikaye / Eve Dönüş |
ipekderya |
Vietnam'da savaştıktan sonra sonunda evine dönmekte olan
bir askerin hikayesi;
San Francisco'dan ailesini aradı:
"Anne, baba, eve dönüyorum, ama sizden birşey rica ediyorum.
Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum."
"Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz" dediler.
çocuk "Bilmeniz gereken birşey var" diye devam etti,
"arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok. Bizimle kalmasını istiyorum."
"Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum.
Onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz belki."
"Hayır baba, bizimle yaşamasını istiyorum."
"Oğlum" dedi babası,
"bizden ne istediğini bilmiyorsun. Özürlü biri korkunç yük olur. Bizim kendi
hayatımız var. Böyle birşeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence arkadaşını unutup eve dönmelisin.
O kendi başının çaresine bakacaktır."
Çocuk telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Bir süre sonra San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne - baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini teşhis
etmek için morga götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri birşey daha öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının bir kolu ve bir bacağı kopuktu...
Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren ya da yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevmiyoruz.
Bizim kadar sağlıklı, güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyoruz.
Halbuki, insanları olduğu gibi kabul edip bizden farklı olanlara karşı daha anlayışlı olabilsek...
Yüreklerimizde arkadaşlık adında bir mucize var.
Arkadaşlığın nasıl başlayıp geliştiğini anlayamasak da bir süre sonra görürüz ki, arkadaşlar nadide mücevherlerdir.
Bizi gülümsetip başarmamız için cesaret verir, bizi dinler, kalplerini açmak isterler. Bugün arkadaşlarınıza onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin.
yalan atla gider, gerçek yürür, yinede tam zamanında yetişir. |
Av.Ragıp Atay |
BAŞKA DÜNYADA ŞARKI SÖYLEMEK ( Yazar : Bilinmiyor )
Ben henüz çok küçükken eve bir telefon almıştıkTelefonun
bağlı olduğu cilalı çerçeveyi ve parlak ahizeyi asla
unutamam.
Saatlerce onun karşısına geçer ve seyrederdim. Hatta o
derece ki, telefon numaramız olan 105'i bir an bile
aklımdan çıkaramıyordum, telefonla konuşacak yaşta
değildim, zaten boyum da telefonun bulunduğu yere
yetişemezdi. Fakat annem konuştuğu zaman, onun karşısına
geçip hayranlıkla ona bakardım. Bir keresinde beni
kucağına alıp ahizenin yanına kaldırdı ve beni babamla
konuşturdu. Bu, bence unutulması çok güç bir olaydı.
Sevinçten ve mutluluktan uçuyordum.
Zamanla, bu telefonun içinde canlı bir yaratık
bulunduğunu, "Lütfen Danışma" olduğunu ve bu Bayanın ne
sorulursa hemen cevap verdiğini öğrendim. Annem ona
defalarca başkalarının telefon numaralarını sormuştu;
bir iki kere de saatimiz durunca gene ondan sorup doğru
saati öğrenmişti.
Telefondaki bu cinle konuşma fırsatını ilk olarak
annemin yakın komşumuzu görmeye gittiği ve benim evde
yalnız bulunduğum bir gün elde ettim. Bahçede oynarken,
kaza ile elimdeki çekici parmağıma indirmiştim, sancıdan
kıvranırken, ansızın aklıma "Bayan Danışma" geldi. Koşa
koşa içeri girdim ve ufacık iskemlenin üzerine çıkarak
telefonun alıcısını kaldırdım. Alıcıdan acayip
gürültüler geliyordu. Ağlar gibi bir sesle:
- "Danışma lütfen" dedim. Karşımda gayet tatlı bir Bayan
vardı. Ben tekrar ağlayarak:
- "Parmağımı acıttım. Ne yapacağımı söyleyebilir
misiniz?" diye sorunca, makinenin içindeki bayan bana:
- "Annen evde yok mu?" dedi.
- "Hayır, evde hiç kimse yok."
- "Parmağın kanıyor mu?"
- "Hayır, çekiçle vurdum, şimdi acıdan kıvranıyorum."
- "Buz dolabını açabilir misin?"
- "Evet", diye cevap verince, Bayan Danışma sözlerine
şöyle devam etti:
- "Peki, dolabı aç ve buzluktan ufak bir parça buz
çıkararak acıyan yerin üzerine bastır. Dikkat et,
yerleri kirletip buzları dökmeyesin. Biraz sonra sancın
dinecek. Artık ağlama ve bir daha sefere daha dikkatli
davran."
O günden sonra da en ufak bir bilgi için Bayan Danışmayı
rahatsız
ediyordum.
O ise, en ufak bir hoşnutsuzluk göstermeksizin hemen
bana yardım ediyordu. Coğrafya derslerinde, aritmetik
problemlerinde hatta ve hatta parkta bulduğum sincabın
beslenmesi için bana yardımcı olmuştu.
Bir gün çok sevdiğim kanaryamız Peter kafesinde ölü
bulundu. Ağlayarak hemen telefona sarıldım ve Bayan
Danışmaya büyük acımı bildirdim. O da, diğerleri gibi,
basit sözlerle beni yatıştırmaya çalışıyordu. Halbuki
ben ondan daha fazla anlayış bekliyordum. Peter gibi
güzel öten bir kuşun ölümünün olmayacak bir şey olduğunu
ona anlatmak istiyordum. Sonsuz acımı anlayan ve onu
paylaşmaya çalışan Bayan Danışma bana şu öğütte bulundu:
- "Beni dinle Paul, haklısın böyle güzel öten bir kuş
ölmemeliydi, fakat unutma ki, çok daha güzel bir dünyaya
gidiyor ve orada da ötmesine devam edecek. Onun için
artık üzülmen yersiz."
Başka bir gün de, telefondaki cinden bir kelimenin
anlamını soracaktım. Tam alıcıyı kaldırıp, Bayan
Danışmayı istemiştim ki, yavaşça odaya giren kız
kardeşim, beni korkutmak için ansızın bağırdı. Birden
yerimden sıçradım. Sıçramamla birlikte duvara çakılı
telefon alıcısı da benimle yere düştü. Telefondan teller
fırladı. Bayan Danışma'nın sesi hiç duyulmuyordu. Yarım
saat sonra kapımız çalındı ve telefon tamircisi olduğunu
söyleyen bir adam gelerek telefonumuzu hemen tamir etti.
Bizdeki bu bozukluğu kendisine yine Bayan Danışma'nın
bildirdiğini de sözlerine ekledi.
Dokuz yaşıma bastığım yıl, evimizi değiştirdik. Evle
birlikte, o eski telefon alıcısını da değiştirip, daha
modern bir alıcı satın aldık. Bu alıcıyı hiç sevmemiş ve
Bayan Danışma'nın ancak o eski alıcıda bulunduğuna
nedense inanmıştım. Yıllar geçip de delikanlılık çağına
girince, bazen eski günleri düşünür ve telefondaki o
bayanın saatlerce ufak bir çocukla uğraşmasını ve onun
saçma isteklerini ve sorularını eksiksiz yerine
getirmesini takdir ederdim.
Yıllar geçmiş, ben büyümüş ve kolej öğrenimini
tamamlamıştım. Bir gün iş için uçakla seyahat ederken,
küçüklüğümün geçtiği bu kasabaya yakın bir merkezde uçak
değiştirmek zorunda kaldım. Alanda beklerken, kız
kardeşime telefon edip konuştuk. Sonra nasıl oldu
bilmem, birden aklıma çocukluk yıllarımın Bayan
Danışmanı geldi. Hemen alıcıyı kaldırıp, aynı kasabanın
Danışmasını istedim. Hayret, karşıma çıkan, daha doğrusu
alıcının içinden gelen o tatlı ve yumuşak sesi hemen
tanımıştım. Birden hiç düşünmeden:
- "Benim çok güzel bir kanaryam vardı. Öldü. Ne yapayım,
bu acıya nasıl dayanayım?" diye sordum. Öbür taraftaki
ses bir iki saniye sustuktan sonra:
- "Herhalde parmağın iyileşmiştir artık." dedi. Gülerek:
- "Demek hâlâ siz burada çalışıyorsunuz. Yıllar öncesine
gidecek olursak, o çocukluk yıllarımda sizin bana neler
verdiğinizi, bende ne gibi anlaşılması güç duygular
uyandırdığınızı bir bilseniz." Dedim.
- "Aynı durum benim için de oldu. Siz de akıllı ve tatlı
bir çocuk olmak sıfatıyle bana çok şeyler veriyordunuz.
Benim kendi çocuğum olmadığı için, sizinle konuşmak,
sizin o çocuksu ve saf acılarınız paylaşmak, size bazı
alanlarda yardımcı olabilmek de benim için sonsuz bir
zevkti."
- "Yeniden buralara gelecek olursam sizi arıyabilir
miyim?" diye sordum. O ise gülerek:
- "Tabi, Bayan Sally'i istiyorum dersen, hemen beni
bağlarlar," dedi.
Bayan Sally! -Nedense bu isim bana acayip geliyordu.
Bayan Danışma'nın bir ikinci ismi daha olamazdı. O,
Bayan Danışma ve hep de öyle kalacaktı.
Bu olaydan üç ay sonra, yine o bölgeye işim düşmüştü.
Hemen en yakın telefon kulübesine koşarak, Danışma'yı
istedim ve oradan da bayan Sally ile görüşmek istediğimi
söyledim. Bu seferki Bayan Danışma daha genç birine
benziyordu. Biraz çekingen bir eda ile:
- "Siz bayan Sally'nin arkadaşı mısınız?" diye sordu.
- "Evet, çok yakın arkadaşı idim," deyince, üzgün bir
sesle:
- "Maalesef, Bayan Sally beş hafta önce öldü. Uzun
süreden beri hastaydı. Bir dakika, acaba isminiz Paul
mu? Tamam size son bir haber bıraktı;
eğer bir gün onu telefonla arayacak olursanız, size,
"Başka bir Dünya daha vardır ve orada da şarkı
söylenebilir" dememizi istedi.
Teşekkür ederek telefonu kaparken, Sally'nin ne demek
istediğini çok iyi anlamıştım.
Yanağımdan aşağı süzülen gözyaşlarını silerken, Bayan
Danışma'nın ruhuna Tanrı'dan rahmet diledim.
|
ipekderya |
Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı. Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer. O anda bilge düşünür:
-Benim bundan öğrendiğim şu oldu,der.
-Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.
Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur. Bu yüzden ne varsa paylaş, senden de öğrenilecek bir şeyler vardır diğer insanlar için...
Her insanın bir hikâyesi ve söyleyecek bir sözü mutlaka vardır
yalan atla gider, gerçek yürür, yinede tam zamanında yetişir. |
ipekderya |
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.
Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garsona yüklü bir bahşiş bıraktı.
Garson, ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını iki günden beri ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman kalktı.
Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, bir TEBESSÜM’ün sonucuydu...
yalan atla gider, gerçek yürür, yinede tam zamanında yetişir. |
Av.Ragıp Atay |
SEKİZ GÜZEL HEDİYE
DİNLEME...
Ama gerçekten dinleyin. Kesmeden, hayal kurmadan, vereceğiniz cevabı
düşünmeden... Can kulağıyla dinleyin.
SEVGİ...
Kucaklamalar, öpücükler, sırt sıvazlamalar ve el tutmalar konusunda cömert olun.
Bu ufak hareketler, aileniz ve dostlarınıza olan sevginizi daha açık
göstermenizi sağlayabilir.
KAHKAHA...
Fikra anlatın, neşeli hikayeleri paylaşın. Bu armağanınız "Seninle birlikte
gülmeyi seviyorum" anlamına gelir.
YAZILI BİR NOT...
Basit bir "Yardımın için teşekkürler" notu, ya da belki bir şiir... Kısa, elle
yazılmış bir not bazen ömür boyu hatırlanır.
İLTİFAT...
Basit, içtenlikle söylenen bir söz ("Bu renk sana ne çok yakışmış", "Harika bir
iş çıkardın", "Yemek nefis olmuş" gibi) karşınızdakinin içini aydınlatır.
İYİLİK...
Her gün, rutininizi kırıp birisine hoş, nazik bir şey yapın.
YALNIZLIK...
Bazen tek istediğimiz yalnız kalmaktır. Bu anlara duyarlı olun ve ihtiyacı olana
yalnız kalma armağanını verin.
NEŞELİ BİR YAPI...
Birine tatlı bir söz söylemek gibisi yoktur. Selam vermek veya teşekkür etmek o
kadar zor mu?
|
ipekderya |
Her iyi anne gibi Karen de bir bebeğin yolda olduğunu öğrenince, üç yaşındaki oğlu Michael'i yeni bir kardeş için hazırlamaya başlamıştı.
Bebeğin kız olacağı anlaşıldı ve Michael annesinin karnındaki kızkardeşine her gün, her akşam şarkı söylemeye başladı. Onunla tanışmadan önce aralarında bir sevgi bağı oluşmaya başlamıştı. Hamilelik normal bir şekilde gelişiyordu.
Vakti gelince, doğum sancıları başladı. Sonra her beş dakikada bir, üç dakikada bir ve her dakika... Fakat doğum anında ciddi bazı sorunlar ortaya çıktı ve Karen'in sancıları saatler sürdüğü halde bebek doğmadı.
Bir sezaryen mi gerekecekti? Nihayet çok zor çabalar sonucu Michael'in kızkardeşi dünyaya geldi. Ama çok ciddi bir sorun var gibiydi. Gece yarısı çalan ambulans sirenleri arasında Tenesse Knoxville'deki St. Mary Hastanesi Çocuk servisinin yoğun bakim ünitesine kaldırıldı. Günler geçtikçe küçük kız kötüleşiyordu.
Çocuk doktoru üzgün bir şekilde "Çok az bir ümit var,en kötü son için hazırlıklı olmalısınız" dedi. Karen ve eşi cenaze töreni için mezarlık yetkilileriyle konuştular.
Evlerinde bebekleri için harika bir oda hazırlamışlardı.
Oysa şimdi cenaze için tören hazırlanıyorlardı. Michael, öte yandan anne
ve babasına kız kardeşini görebilmek için yalvarıp duruyordu.
"Ona şarkı söylemek istiyorum" diyordu.
Yoğun bakımdaki iki hafta sanki cenaze töreninin bir hafta sonra olacağını işaret ediyor gibiydi. Michael şarki söylemek konusunda ısrar ediyordu. Ama yoğun bakim ünitesine çocukların girmesi kesinlikle yasaktı.
Ancak Karen kararını verdi.
Onu oraya sokacaktı. İzin verseler de vermeseler de....
Eğer kız kardeşini o zaman göremezse bir daha asla göremeyebilirdi.
Ona, kendisine oldukça büyük gelen bir ziyaretçi giysisi giydirdi ve yoğun bakim ünitesine soktu. Sanki yürüyen bir kirli çamaşır torbasıydı. Ama başhemşire onun bir çocuk olduğunu anladı ve:
"O çocuğu buradan çıkarın. Çocukların girmesi yasak." diye uyardı.
Genelde uysal bir kadın olan Karen'in içindeki anne birden güçlü bir
şekilde başkaldırdı ve başhemşirenin yüzüne çelik gibi bakışlarla
bakarak:
"Kızkardeşine şarkı söylemedikçe buradan gitmeyecek" dedi.
Michael'ı kızkardeşinin yatağına götürdü. Savaşı kaybetmek üzere
olan küçük kıza baktı. Bir süre sonra şarki söylemeye başladı, saf, temiz
kalpli 3 yaşındaki çocuğun pırıl pırıl sesiyle.
"You are my sunshine, my only sunshine, you make me happy when skies are grey..." (Sen benim gün ışığımsın,tek gün ışığım, gökyüzü griyken beni mutlu edersin.)
Aniden küçük kız tepki verdi.
Kalp atışları sakinleşti ve düzenli olmaya başladı.
"Şarkiyi sürdür" dedi Karen gözleri yaş dolu.
"You never know, dear how much I love you. Please don't take my sunshine
away!" (Seni ne çok sevdiğimi asla bilmeyeceksin, sevgilim.Lütfen gün
ışığını benden alma.)
Micheal, şarkıyı sürdürdükçe, bebeğin sorunlu, kesik kesik olan solunumu küçük bir kediciğin nefes alış verişi gibi düzenli bir hale girmeye başladı.
"Şarkı söylemeye devam et bebeğim.
" "The other night, dear, as I lay sleeping, I dreamed I held you in my arms." Geçen gece uyurken, rüyamda seni kollarımda tuttuğumu
gördüm sevgilim.)
Michael'in küçük kardeşi sakinleşmeye devam etti. Ama bu bir iyileşmeyi gösteren bir sakinleşmeydi.
"Devam et Michael"
Şimdi o diktatör tavırlı başhemşirenin bile yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı.
Karen de coşkuyla şarkıya katildi.
"You are my sunshine, my only sunshine.
Please don't take my sunshine away."
Ertesi gün, hemen ertesi gün küçük kız eve gidebilecek kadar iyileşmişti.
Women's Day isimli dergi bu olaya "Abinin şarkısının mucizesi" adini verdi. Bilim adamları ise ona sadece "mucize" dediler.
Karen ise "sevginin mucizesi" dedi.
Sevdiğiniz insanlar için ümidinizi asla yitirmeyin.
yalan atla gider, gerçek yürür, yinede tam zamanında yetişir. |
Av.Ragıp Atay |
Emma Bombeck Avustralya'da kanserden öldü.. Ölümünden hemen
önce şunları yazdı..
"Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer;
Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her
şey kötüye gidecek diye düşünmezdim..
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım..
Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim..
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı
akşam yemeğine davet ederdim..
Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi
yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım.. Yerler leke olacak
diye korkmazdım..
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit
ayırırdım..
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım..
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını
önlemezdim..
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum....
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve
gülerdim..
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım..
Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek
yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı
yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim.. Bu o kadar nadir bir
olay ki.. Mucize gibi bir şey..
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "Önce git ellerini
yüzünü yıka" demezdim.. Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok
"özür dilerim" derdim..
Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her
dakikasını değerlendirmek olurdu..
Dikkatle bak.. Gerçekten gör.. Yaşa.. Vazgeçme..
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç..
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve
kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi..
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım..
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için
Allah'a şükredin..
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor.. Umarım her
gününüzü değerlendirirsiniz.."
|
romantic |
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar.
Eski gazeteniz var mı, bayan?"
Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim, ama gözüm ayaklarına ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. " İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcıkta olsa da ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken bende mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum.
Fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve " Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu.
"Zengin mi? Yo, hayır!" diye yanıtlarken çocuğun gözleri bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı.
Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım" dedi. sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi, ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.
Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler - başımızı sokacak bir evimiz vardı - bir eşim vardı ve eşimin de bir işi - bunlarda fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi.
Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim.
Çocukların sandaletlerinin çamur izleri halının üzerindeydi hala.
Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de, olur unutuveririm ne denli zengin
olduğumu.
Marion Dolan
Yeni bir güne başlıyorsunuz. Belki de bir sürü olumsuzluk sizleri bekliyor bugün. Ama unutmayın bence siz de zenginler arasındasınız. Her sabah bu yazıyı okuduğunuz zaman kendinize bir çay veya kahve söyleyin.
Şöyle koltuğunuza biraz yaslanın ve içeceğinizi yudumlarken zenginliklerinizi düşünün. Sonra da yeni güne gülümseyerek bir başlangıç yapın.
|
ipekderya |
Genç kiz nihayet uyanmisti. Tüm gece boyunca uyumustu. Gözlerini ovusturdu. Elbiselerini düzeltti. Saskindi.Neredeyim ben? Siz kimsiniz?
* Demek dün gece neler oldugunu hatirlamiyorsun?
Çok içtigimi hatirliyorum o kadar...
* Evet, kapiyi sana açtigimda çok sarhostun gerçekten.Kapiyi açar açmaz
bana ilk söyledigin söz suydu:"Ben Tanri'nin hediyesiyim"
Genç kiz bu söz karsisinda utancini gizleyemiyordu. Bir seyler söylemek istiyor ama nereden baslayacagini da bilemiyordu.
Saskinligini biraz olsun gizlemek için: - Peki ya sonra ? dedi.
* Isin dogrusu ben Tanri'dan böyle bir hediye beklemiyordum. Sasirdim bir an.Gerçegi arayan birisine senin gibi bir serabin gösterilmesi dogal gelmedi bana.Ben bunlari düsünürken sen de su anda yattigin yerde sizip kaldin zaten.
Dün geceden beri yerde mi yatiyordum? Diye sordu saskinlikla.
* Evet, düsüp sizdigin yerden kaldirmadim. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanri'nin seni almasini bekledim. Ama görüyorsun ki hala gelmedi.
Sahi söyler misin sen hangi Tanri'nin hediyesisin böyle?
Ferda sitem dolu bir utangaçlikla:- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.
* Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalisiyorum. Istersen önce sana
bir kahve yapayim da kendine gel.Kemal kahveleri getirdiginde Ferda biraz olsun kendine gelmisti. Üzerindeki yabanciligi atmaya, dogal olmaya çalisiyordu.
-Benim adim Ferda. Iki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün geçe için özür dilerim.Arkadaslarla yasadigim bir çilginlikti o kadar. Çok utaniyorum.
* Ben de Kemal. Bu evde tek basima yasiyorum. (bir an duraksadi Kemal). Senin hakkinda ne düsündügümü merak ediyorsun degil mi?
- Biraz öyle...
* Hiç... Hiçbir sey düsünmedim.
- Neden?
* Özel olarak hiçbir insan üzerinde düsünmem pek.
-Gecenin yarisinda kapini çalip evinde yatan bir kiz hakkinda bile mi?
* Evet...
- Çok garip bir insansin.Kemal sustu... ve sonra
* Söylesene maskeli bir baloda insanlarin gerçek yüzlerini tanimak mümkünmüdür
sence?
- Tabii ki degil.
* Iste su toplumda gördügün bir çok insan ve sen...Hepiniz maskelerinizle
yasiyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksizdir bence. Hem de
zamana,kisilere ve olaylara göre her an degisen maskelerin kullanildigi bir
balo... Bu yüzden pek anlamli gelmiyor bana insanlar üzerinde düsünmek.
- Kendini soyutluyorsun insanlardan.
* Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düsmanidir bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir sey almamayi yegliyorum. Buna ragmen her seyimi vermeye de hazirim onlara.
- Insanlarin sevgisini de reddeder misin, örnegin?
* En basta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için
seçilen en tehlikeli yoldur.
- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...
* Bunda yaniliyorsun. Insan sanildiginin aksine sevilerek degil severek yasar.
Insan sevilmek ihtiyacinda olan zayif bir varlik degildir.
Kisacasi sorun bence sevilmek degil sevmektir.- Sevdigin halde sevilmiyorsan
* Sevilmek senin sorunun degil onun sorunu. Bence sevmek bir insani
kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen.
Anlayabiliyor musun?
Sevmek seni zenginlestirir,sevilmek degil. Bunu evreni kapsayacak sekilde de düsünebilirsin.- Nasil yani?
* Evrensel anlamda sevmek kainati kendinde seyretmek,sevilmek ise kendini
kainatta seyretmektir.
Ferda'nin kafasi karismisti. Hiç bu kadar derinlemesine düsünmemisti sevgi
üzerine. Bunu fark eden Kemal:
* Bunlari bir anda anlamak sana güç gelebilir.
Ama biraz düsünürsen umarim anlayabilirsin.Sunu unutma ki
insanlik bugün ikinci tas devrini yasiyor. Birinci tas devrinde insanlar
yumusacikti.Sevgi sayesinde her sey yumusacikti. Sadece evleri ve aletleri
tastandi. Simdi ise her seyimiz yumusacik,yüreklerimiz tas gibi. Hatta
tastan da kati. Çünkü öyle taslar vardir, üzerlerinde otlar yetisir ve öyleleri
de vardir ki...
Kemal'in gözleri nemlendi bunlari söylerken.Yillarin acilarini,ihanetlerini, burukluklarin, kelimelere döküyordu aslinda. Aglamakli bir hale dönüsüyordu sesi kesik kesik...
Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat seridi geçti Ferda'nin gözleri
önünden. Eger Kemal'in anlattiklari dogruysa sevgi hiç olmamisti hayatinda.Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan misralara takildi:
"Donuk sevgiler çagindayiz Sicak sevgiler cehennemde yaniyor Sevgi..
Yasanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade,
Duyulmayacak kadar dogaldir."
Kemal duvarda aglayan bir çocuk portesi gösterdi Ferda'ya:
* Biliyormusun bir çocuga verilecek en degerli besin sefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu iste su insanlari görürsün karsinda... Sefkat ve cesaret kurbanlari...Kimileri asiri sefkatin yaninda cesaretsiz büyütülürler. Butun insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kirilirlar. Dünya çok acimasizdir böylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yogunlasirlar ki bazen siddetli bir arzuyla birine dogru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti ögrenememistir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayi bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yikiliverirler. Dünyayi titretecek cesareti tasiyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan:
" Dag düstü üstümüze Yikilmadik ama Insan degdi tenimize Acisi yikti bizi...!"
Cesaret onlari o kadar sertlestirmistir ki sevdikleri insani kollari ile
kalpleri arasinda neredeyse öldürür.
Kemal sustu birden. Ferda bir seylerin oldugunu hissetmisti. Çözmek istiyordu
Kemal'i.- Niye sustun?
* Bana ne sefkati ögrettiler nede cesareti.
- Ama tüm bunlari biliyorsun sen
* Nasil oldugunu merak ediyorsun degil mi, anlatayim.Bir an durdu sonra:
*Insanlarin nefretinden sevgiyi,ihanetlerinden sadakati, korkakliklarindan
cesareti ögrendim.
- Insanlar bu kadar acimasiz mi? Gerçekttten seven insanlar yok mu hiç?
* Birak sevgilerini gülmeleri bile dogal degil onlarin. Seni senin için degil
kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar
haince severler ki hayran olmamak elde degil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti
sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlarki son sahnede ölecegini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar.Seve seve öldürürler seni. Dudaklarindan sevgi sözcükleri yükselir. Yapacagin tek sey gözlerini kapatip sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin saganak yagmuru
altinda ölümü beklemendir. Anliyor musun?- Sen sevilmekten korkuyorsun
* Belki...- Neden?
* Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim,sevebilirim yani.
Kalbimden eminim çünkü. Sevdigim insani rahatsiz edecek hiçbir sey yok
kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle
karsilasacagimi. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mi?
- Fikirlerimi alt üst ettin. Her sey karisti.Sevmek sevilmek, nefret sevgi...
Hatta su ana kadar gerçekten yasayip yasamadigimi düsünüyorum
* Aslinda sana anlattigim her seyi kendinde bulabilirsin.- Nasil?
* Kendini taniyarak... Yalniz kaldigin anlarda...
- Yalnizliktan kaçmisimdir hep...
* Yalnizliktan kaçmak kendinden kaçmaktir. Bir düsünsene, dogarken de
yalnizsin, ölürken de. O halde yasarken yalnizliktan kaçmak anlamsiz degil mi?
- Yalnizlikta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve bosluktan baska?
* Kendini gerçekten taniyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç
uzayin oldugunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra basina geçip agit yakiyoruz... Benligindeki zenginligi fark etseydin dünyada ikinci bir insan
aramazdin biliyor musun?- Anlamadim!
* Dünyada bir tek kisi vardin aslinda. O bir tek kisinin içinde on milyar insan.
- Benligim bu kadar kalabalik mi?
* Evet. Benligin tüm varligin merkezidir. Tüm acilar ve sevinçler yüreginde
gizlidir senin. Ölenleri yüregine gömdügün gibi dogacak çocugun kalbi de senin içinde atar. Hem aciyi hem sevinci yasarsin iç içe,yan yana... Hatta o
kadar aci çekersin ki aci, aci olmaktan çikar...- Sözlerin çok karisik.
* Belki haklisin bu konuda. Bazi insanlar basli basina paradokstur. Düsünceleri de öyle. Insanlar paradoksal düsünmeye alisik degiller. Bu yüzden anlasilmiyoruz.Zaman bir hayli ilerlemisti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dagilmisti ki hiçbir sey söylemeden çikti evden. Bütün gece boyunca Kemal''n sözleri ile ugrasti Ferda. Bazen onu anladigini düsünüyor, bazen saçmaladigina karar veriyordu. Her seye ragmen hayranlik duyuyordu ona. Ara sira arkadaslarina anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacagindan emindi. Günler geçiyor, yüreginde Kemal'e, karsi konulmaz bir sevgi tasidigini hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmis ama bir türlü ona gitmeye karar verememisti. Çekiniyordu. Insanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kizi ciddiye alir miydi?" Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüs degildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun degilmiydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdigini söylemeliydi.Ferda Kemal'in evine gittiginde büyük bir saskinlik geçirdi. Evde kimse yoktu, tasinmisti... Evin bekçisi yaklasti Ferda'ya:
*Kizim, adinizi ögrenebilir miyim?
- Adim Ferda, Kemal Bey tasindi mi?
* Evet kizim, tasindi. Ve kimseye söylemedi nereye gittigini, bana bile. Bir
mektup birakti sana.Gelirse verirsin dedi.
Ferda mektubu aldi. Tereddütlü adimlarla evine gitti.Yikilmisti. Derin bir
bosluk hissetti yüreginde.Birden ümitle doldu yüregi. Belki de onu yanina
çagiriyordu. Sabirsizlikla mektubu açti.
"Ey sevgili,Seni sevip sevmedigimi söylemeyecegim. Ama sevgiyi ögretebildim sana sanirim (ne kadar ögretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdigim sey yüreginde yeserip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksin, ne de ben sende. Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmus olacagim. O zaman hiç ayrilmayacagiz. Sakin sevgimle seni tuzaga düsürdügümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdegi hem de
meyvesidir. Bir agaç, meyvesiyle seni kendine çagiriyorsa bu bir aldatma
sayilmaz. Unutma ki agaçmeyvesine çagirir, kendisine degil.Ey sevgili,
Sen bir siginak ariyorsun ama ben durulmaz bir firtinayim. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barisi ariyorsun. Bense tüm kötülüklerle savasmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yildizlara siginmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne karsi sorumlu tutuyorum. Sen bir agacin gölgesine siginip yasamak istiyorsun. Bense ülkemi ariyorum. Yollari aydinlik, insanlari ümitli ve huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykiriyorum.Sakin unutma:Kalbim paylasilamayacak kadar senindir. Seninle bile.
(Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?)
yalan atla gider, gerçek yürür, yinede tam zamanında yetişir. |
Av.Ragıp Atay |
Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,hayatıma anlam veren mucizem ol...
Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...
Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...
Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek olduğunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,
su ateşten kaçar olmuş..Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...
|
Bugünün tarihi: 03/05/2025 08:44:47 |