 |
03/05/2025 Eski forum arşivi bölümü
Hukuksal Tartışmalar
iki düşünce... |
commodore1tr |
Biliyorum, bu, gecikmiş bir yazı olacak. Ama ancak şimdi yazma imkanım oluyor. Ve, bu üç olayı bir arada düşündüğümde, kocaman bir çakıl taşı gibi bir ağırlık, yüreğimin üzerinde hala duruyor.
OLAY BİR: Başbakan Sn. Erdoğan'ın, bir şirket patronunun parasıyla Amerika'da okuyan kızı, 11 Temmuz'da evlendi. Allah mutlu etsin. Nikah töreninin güvenliği için 5.500 polis özel olarak görevlendirildi. Tören salonu çevresindeki bütün yollar gün boyunca kesildi. Nikaha 7.500 davetli katıldı. Gelinle damat, sisler içinde merdivenlerden inerken, kendileri için özel olarak bestelenmiş olan 'Vuslat' adlı parça çalınmış. Yalnız nikah şekeri için 7 milyar TL. ödenmiş. Takı takma töreninin üç saat sürdüğü ve özel olarak hazırlanmış torbaların dolduğu söylendi. Özel davetlilere, Boğaz'da, bir gezi gemisinde akşam yemeği verildi. Gelinle damat, İstanbul'un en pahalı otelinde (Gecesi 620 dolar, 900 milyon TL. 20 senelik bir öğretmenin iki aylık maaşı) misafir edildi.
OLAY İKİ: Aynı günlerde, Maliye Bakanı Sn. Unakıtan'ın da içinde bulunduğu ve bir kısmı kırmızı bültenle aranan 87 kişi hakkında sahte fatura düzenleyerek devleti milyarlarca dolar dolandırmaktan açılan dava, sonuçlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açtığı dava 7.5 yıllık zaman aşımının dolmuş olmasına hükmedilerek, düşürülmüş fakat İstanbul Defterdarlığı'nın avukatının itirazı üzerine Yargıtay'a götürülmüştü. Buna karşın, Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliği, duruma müdahale ederek, temyize gerek olmadığını bildirdi ve davanın Yargıtay'da görüşülmesini önleyerek sanıkları kurtardı.
Aynı Sn. Bakan'ın, İstanbul 2.Ağır Ceza Mahkemesi'nde Vergi Usul Yasası'na aykırı davranmaktan, bir davası daha var. Davada, sahte belge düzenlemekten, üç yıla kadar hapis öngörülüyor.
Yine aynı Sn. Bakan'ın, Sn. Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında Beykoz'da 51 dönüm (51.000 m2. 10 futbol sahası büyüklüğünde. İçine 150 müstakil bahçeli ev inşa edilebilir) orman arazisini, tapusuz, zilyetlik belgesiyle üzerine geçirdiği biliniyor. Çevre ve Orman Bakanı Sn. Pepe bile, bu durumu 'şık bulmadığını' belirtti.
OLAY ÜÇ: Aynı günlerde 'Milliyet'te Sn. Aslı Öktener'in haberi: Haliç parkında, Allah'tan başka bakanı olmayan 12 çocuklu bir kadın. Urfa'da çocuk yaşta evlendirilmiş. En büyük oğlu, babasını, kız kardeşlerini dövdüğü ve tacizde bulunduğu için öldürmüş, hapiste. Kadın, memleketinde tutunamayınca, Balat'taki evli kızının yanına gelmiş. Orada da barınamayınca, Haliç'teki bir parka sığınmış. Çocukların fotoğrafları var, her biri 'Dünya güzeli'. Kızların en küçüğü Sabiha, altı yaşında, muhabir hanım onunla ilgilenince, annenin söylediği, 'İstersen al onu, senin olsun.'
Lütfen dikkat! Sabihacık, bir kedi yavrusu değil, altı yaşında, dünya güzeli bir kız çocuğu ve annesi, 'Al götür, senin olsun' diyor.
VE İKİ ŞAHİT: Yukarıda-ve her yerde-bir 'Allah' var, Aşağıda-ve her yerde-bir 'Halk' var. Olayların bu iki şahidi her şeyi görüyor ve biliyor. Sırası geldiğinde elbet onların da söyleyecekleri ve yapacakları olacak.
--------------------------------------------------------------------------------
ANLAYANA: Bir önceki yazımız (Üç Olay, İki Şahit) çok ilgi çekti. Büyük çoğunluğu olumlu mesajların yanında, bir kısım okuyucumuz; 'Çok daha gösterişlilerinin yapıldığı ülkemizde, bir başbakanın kızına, böyle bir nikah törenini neden çok görüyorsunuz?' diyor. Biz, böyle düşününlere, İslam tarihinden bir olayı hatırlatalım. Hz. Ömer'in, devlet başkanı olduğu dönemde, dostları bir akşam evinde ziyarete gelmişler ve onu ağlarken bulmuşlar. 'Ya ömer, niçin ağlıyorsun? Sen ki 'Emir -ül Müminin'sin' demişler. Hz. Ömer onları şöyle cevaplamış: 'Ben de zaten onun için ağlıyorum. Biliyorum ki, bu gece Fırat kenarında aç gezen keçi yavrusunun hesabını, Allah benden soracak.'
Bu ülkede parası olan, gösterişe düşkünlüğü ölçüsünde, her türlü şatafatı yapabilir. Fakat, acaba 5.5 milyon insanın işsiz (her türlü gelirden yoksun) ve 16 milyon insanın ise yoksulluk sınırı altında yaşam savaşı verdiği bir ülkenin başbakanı, kızının nikah törenini, normal bir vatandaş gibi, bir belediyenin evlendirme dairesine yapsa ve hatta, davetiyelerin altına, 'Çiçek ve takı yerine, bir hayır kurumuna bağış yapılması' diye yazdırsa, çok daha doğru ve çok daha yakışır olmaz mıydı?
Üstelik aynı başbakan, vatandaşına, 'Size Hz. Ömer adaletini ve devlet anlayışını getireceğiz' diyerek iktidar olmuşsa!
Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Kemal yavuz
DÜŞÜNCE İKİ
Bu Rejimin Adı Demokrasi Değildir, Olamaz!
Bir ülkede eğer:
1) Kayıtlı seçmenlerin dörtte birinin , seçime katılanların üçte birinin oylarıyla, tek bir parti Meclis'te anayasayı değiştirebilecek üçte iki çoğunluk sağlayabiliyorsa,
2) Seçim sistemindeki yüzde on barajına takılan partilerin aldıkları toplam oy 13.5 milyon ile, üçte iki çoğunluğa erişen iktidar partisinin aldığı 10.8 milyon oydan çok daha fazla olduğu halde, Meclis'te temsil edilemiyorsa,
3) Örneğin, oy kullanan seçmenlerin yüzde 9.5 'i oranında üç milyon oy alan DYP Meclis dışında kalıyorsa,
4) Siyaset, halka hizmet aracı olmaktan çıkıp, politikacıların ceplerini doldurma aracı olmuşsa,
5) Seçimlerden sonra, birtakım karanlık ilişki iddialarıyla, bazı muhalefet milletvekilleri, kendi ideoloji ve siyasetlerine yüz seksen derece ters olan iktidar partisine geçiyorlarsa,
6) Siyasal partiler, kaçakçıların, yağmacıların, vurguncuların, yolsuzluk sanıklarının sığınma yeri olmuşsa ve seçilenler, siyasetle ilgili olmayan dokunulmazlık zırhlarının ardında hiçbir kovuşturmaya uğramıyorlarsa,
7) Her siyasal parti, muhalefette iken siyasi faaliyet dışındaki eylemlere ilişkin dokunulmazlık zırhını kaldıracağına söz veriyor ve iktidara geldikten sonra, bizzat kendi mensuplarını kovuşturmadan kurtarmak için bu sözünü rafa kaldırıyorsa,
8) Uyuşturucu kaçakçılığı sanıkları siyasal partiler aracılığıyla dokunulmazlık zırhına kavuşturuluyor, polisin gözaltına aldığı sanıkların yakınları bakanlık koltuğunda oturanlarla doğrudan telefon teması kurabiliyor, polis merkezleri, sanık yakınlarınca basılıp sanıklar zor kullanılarak kaçırılabiliyorsa,
9) İktidarlar genelde, banka soyguncuları ile arazi yağmacıları ve fatura yolsuzlukları sanıkları arasında el değiştiriyorsa,
10) Arsa yağması devletin resmi politikası haline gelmişse, halka gecekondu yağmacılığı yemi verilirken siyaset, büyük toprak ve sit alanı yağmalarının aracı olarak kullanılıyorsa,
11) Siyasal partilerin genel başkanları, bir kez seçildikten sonra bir daha yerlerinden kımıldatılamıyor, tam bir diktatör gibi , bütün başarısızlıklarına karşın her türlü parti içi muhalefeti engelliyorlarsa,
12) Politikacılar, eski emniyet mensupları ve istihbaratçılar, suikast timleri kurup cinayetler işliyor ve olay sadece tetikçiler yakalanarak örtbas ediliyorsa,
13) Yasadışı örgüt mensupları devletin istihbarat elemanlarınca korunuyor ve kollanıyorsa , yakalandıklarında ceplerinden bu elemanların kimlikleri ya da pasaportları çıkıyorsa,
14) Kadınlar, babaları, ağabeyleri veya kocaları tarafından kendilerini ikinci sınıf vatandaş yapan giyim-kuşam biçimlerine mahkûm ediliyor ve bu mahkûmiyet, toplumu ve devleti din kurallarına göre yeniden örgütlemek isteyenlerin, yani demokrasiyi rafa kaldırmaya kararlı olanların ağzında, ''türban özgürlüğü'' diye ''demokrasi'' adına savunulabiliyorsa,
15) Açıkça Cumhuriyet karşıtı olduklarını ve Cumhuriyetin İslami kurallara göre yeniden örgütlenmesi gerektiğini söyleyenler, devletin en üst bürokrasi makamında görev yapıyorlarsa,
16) Ekonomi yönetimi, sadece borç çevirme becerisine bağlı hale getirilmiş ve ekonomik kararlar yabancı bir uluslararası örgütün (IMF) denetimine bırakılmışsa,
17) Dış siyaset , yirmi birinci yüzyılda kendini dünyaya yeni bir nizam vermekle görevli sayan bir büyük devletin (ABD) hegemonyasına bırakılmışsa,
18) İç siyaset , toplumu ve devleti sürekli horlayan bir uluslararası kuruluşun (AB) üyeliği uğruna bütünüyle yabancı güçlerin yönetim ve denetimine bırakılmışsa,
19) Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu niteliği taşıyan temel hak ve özgürlükler , çoğunluğun dinsel ve siyasal tercihleri uğruna ve üstelik de ''demokrasi adına'', ''Halk ne eylerse güzel eyler'' sloganıyla yok ediliyorsa,
20) Bağımsız yargı sistemi çeşitli olaylarla gölgelenmişse,
21) Medya , bir iki istisna dışında tümüyle siyasal iktidara bağımlı hale getirilmişse,
O ülkede ''Demokrasi var'' diyebilir misiniz?
''Diyebilirim'' diyen varsa buyursun, sütunum açık.
Emre Kongar..
bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum |
Lawless1 |
Boyle birini bakanliga, hem de Maliye Bakanliginin basina getirmek, tavuk kumesini tilkiye teslim etmeye benzemiyor mu? Emre Kongar'in yazisi maalesef gerceklerimiz. Clinton, Lewinsky yuzunden meclisde ne buyuk bedel odedi, biz de tren faciasi icin sorusturma acmiyorlar. Olacak is mi? Sistemi degistirmek lazim ama yasama yetkisi, gene halkin hic bir lafina kulak asmayan Meclisde. Zulfu Livanelinin yazisi; son 2 cumlesi onemli.
Mecliste beş yüz elli bağımsız milletvekili olsa belki vicdanlarıyla ve sağduyularıyla karar verebilirler ama bu sistemde parti bağımlılığı öne geçiyor. Meclis genel kurulunda sanki futbol takımları oturmakta.
Herhangi bir görüşme sırasında milletvekilleri kendi aralarında sohbet ediyor, kürsüde tartışılan konuyu dinleme gereğini dahi duymuyor. Biraz sonra meclis oturumunu idare eden zatin sesi duyuluyor. "Kabul edenler, etmeyenler!"
Milletvekilleri sohbete ara verip, en ön sırada oturan grup başkan vekillerine bakıyorlar; eğer o el kaldırmışsa milletvekilleri de kaldırıyor, eğer kaldırmamışsa sohbete devam ediyorlar. Ne yazık ki "milli irade" böyle tecelli ediyor.
Bu sistemin demokrasiyle ve kuvvetler ayrılığıyla hiç ilgisi yok. Yürütme ile yasamanın birbirini denetlemesi gerekirken Türkiye'de yasama tamamen yürütmenin emri altında.
CHP Milletvekili Zulfu Livaneli |
alisinkay |
Demokrasi elbette vardır.
politikacılar bu konuyu kendilerine mal etmeye çalışıyorlar ve faaliyetlerine ekliyorlar.Bu nedenle demokrasiye sosyal gruplar sıfatlar eklemeye başladı sosyal demokrasi gibi, insanların daha özgür ve daha katılabilir sosyal haklar için saplandıkları tek kelimeleri vardır.Demokrasi; 74 "karanfiller devrimi" sona erdiğinde de Avrupa Komunist rejimleri çöktüğünde ise bu sıfat aramalar bir kenara bırakıldı ve insanların büyük çoğunluğu demokrasi konusunda birleşti.Demokratik koşulların nasıl sağlanacağına yönelik idarenin uygulaması gereken standartlar belirlendi.Ve çeşitli demokrasi şekilleri ortaya çıktı bu şekilleri belirleyen en önemli etki de ülkenin sosyal ve ekonomik yapısı o ülkeyi çevreleyen ülkelerin yapıları ve politik uygulamalarıdır.
siyasi demokrasi, yönetenlerin devlet işlerindeki tutumlarından dolayı vatandaşlar tarafından sorumlu tutuldukları ve seçimle gelen temsilcilerin rekabetleri ve işbirliği nedeni ile, dolaylı olarak hareket ettikleri bir sistemdir.
bütün sistemler gibi demokraside temelde otoriteye ve başkasına meşru emirler verebilen yöneticilerin varlığına bağlıdır.demokratik yöneticileri, demokratik olmayanlardan ayıran nokta daha öncekilerin yönetime gelirken gectikleri genel kurallar ve hareketlerinden sorumlu tutan uygulamalardır.
sosyalist veya sosyal demokrat düşünce devlet işlerini yönetmelikler, ödenekler ve bazen kollektif mülkiyete dayandırdığı halde liberal demokrasi de bunları mümkün olduğu kadar az sınırlama tarfatarıdır.Aslında ikisi de birbirinden daha fazla demokrasi değildir.Sadece farklı demokrasidir.
Vatandaşlar demokraside en belirgin unsurdur.Tarih boyunca demokrasilerde sert kısıtlamalara gidilmiştir.Bunlar yaş, cins, sınıf, ırk, okur yazarlık, mal mülk sahibi olma, vergi ödeme statüsü gibi kriterlerdir.Toplam nüfusun sadece küçük bir bölümü oy vermeye veya yönetime katılmaya uygun bulunmuştur.
Demokrasinin en çok bilinen tanımı onu düzenli olarak yapılan, adilce idare edilen ve dürüstçe sayılan seçimlerle eş değer tutmaktadır. Hatta bazıları, sadece seçim olayının bile -belirgin partiler veya adaylardan bazıları dahil edilmese, ya da nüfusun önemli bir bölümü serbestçe katılamasa da- demokrasinin varlığı için yeterli bir şart olarak düşünmektedir
Bu adilce yapılan seçimlerde çoğunluğu sağlayan yönetime getirilir.Ama bu çoğunluğun azınlığı ezmemesi içinde bazı güvenceler alınmıştır.Bunlar İnsan Hakları vb. Normal kanunlardan daha zor değiştirildiğini hepimiz biliyoruz.
Demokrasilerde seçilenler, daha sonra seçmen desteğini kaybettiklerinde daha fazla destek alan kişilerin gelecekteki muhtemel geçici üstünlüklerini en baştan kabul etmek zorundadırlar ve bu konuda fikir birliği olmalıdır.Bunu engelleyecek düzenlemelerde yapılmamalıdır.
Bütün demokrasilerde kimin seçileceği ve hangi politikaların uygulanacağı hakkında belirsizlikler vardır. Tek bir partinin seçimleri kazandığı yada tek bir politikanın tutarlı olarak uygulandığı ülkelerde bile hala bağımsız olarak birlikte hareket edebilme yoluyla değişiklik yapılma şansı vardır.
Bütün demokrasilerde bir belirsizlik söz konusudur.Her isteyen rekabete giremez ve istediği meseleyi de ele alamaz demokrasi sınırlı bir belirsizliği kurumsallaştırır.Bu belirsizlikler de ülkeden ülkeye farklılık gösterir.
Bu arada Ceza hukuku kısmı için mahkemeye çağırıyorlar galiba kesmem lazım benden bu kadar :O) o olayı ceza hukuku forum kısmında anlattım saygılar
Yapamam deme yapan senden iyi değildir |
Lawless1 |
Sayin Alisinkay, Demokrasi "yohtur"! :) Demokrasi sirf ulkede secim yapabilmekle bitse problem kalmayacak. Biz de demokrasinin sadece adi var. Ulke demokrasi ile yonetilmiyor. Secilenler diktatorlesiyorlar. Livaneli'nin bahsettigi "kuvvetler ayriligi", ayrica "denetleme ve dengeleme"dedigimiz demokrasinin islerligi icin cok onemli olan unsurlar bizde yok ya da acaip bir sekilde yozlastirilmis durumdalar.
Gensoru onergesi, "denetleme ve dengeleme" nin bir ozelligi ama AKP Meclisi yol vermedi. Yani hersey kitapta kaliyor. Bundan once tren kazasinda savciligin oynayabilecegi rolden bahsettik, ama Yarginin, Yasama ve Yurutme onunde ne kadar aciz kaldigini hep birlikte gorduk.
Bir baska turlu soylemek gerekirse, bagimsiz savci devreye girdigi anda, yurutmeyi "denetleyici" gorev ustleniyor, bu da demokrasinin "dengelenmesini" sagliyor. Savcinin, "bagimsiz" olmasi ise "kuvvetler ayriligi" konseptine giriyor. Yani hukumetin sorumsuz davrandigi zamanlarda, Yargi, demokrasiyi ve dolayisiyla halki koruyucu bir gorev ustleniyor. Demokrasi var diyebilmek icin, bu mekanizmanin calismasi sart.
Ayni zamanda halkinda demokrasinin ne oldugunun farkinda olmadigini ekleyelim. Cunki bu kadar buyuk boyutta bir olayda halkin Meclis'e acaip baski yapmasi lazim. Bizler bicare oturuyoruz. Herkes, sanki bir diktatorlukte yasiyoruz gibi, bu kazanin ortbas edilecegini en bastan kabullendi. Gazeteler bile boyle manset atip, "Burasi Turkiye" diyorlar. Kimsenin gelecege, ulkeye inanci yok.
Demokrasi olan ulkelerde bireyler kendilerini bu kadar aciz hissetmiyorlar. Cunki biliyorlar, siyasiler islerini yapmasa, yargi devreye girer, adalet yapamazsa, o zaman halk Meclise yuklenir, protestolarin onune gecilmez bir yolu bulunur, ve bu tren sorusturmasi halkin meclisinde acilir.
Bizde Meclis ve Hukumet, tren kazasi "kem gozlerin yuzunden oldu" diyerek halka ve sagduyuya meydan okuyor. Ama halkta bunu sineye cekiyor. Yani ne secilen gorevinin, ne de secen haklarinin, her ikisi de demokrasinin ne oldugunun farkinda degil. Istisnalar var ama genelde durum bu.
|
Bugünün tarihi: 03/05/2025 09:13:22 |